Editörler : Lanet

Suya Düşen GölgeR
Müsteşar Yardımcısı
22 Şubat 2014 19:54

- Gezemez

..


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
11 Ağustos 2014 12:39

Doğu Ekspresi ilerledikçe gözün görebileceği doğanın, yeşilin bütün güzelliklerine tanık oluyor insan... Köprüler, birkaç kilometreye bir uzunlu kısalı tüneller... Dağlar ki, hayallerinizden yüksekler!..

Bu kadar tren yolculuğunda ilk defa trenin lokomotifini görüyorum camdan... Nasıl kıvrım kıvrım kırıldığını anlıyorum buradan...

Ve yolcular, yoldan güzel yolcular... Umulmadık anda gelen sıcak çay kadar sıcak... Sanki her biri bir diğerinin neye ihtiyacı olduğunu anlamak için sessizce kenarında bekler gibi...

Bana göre saflık derecesinde insanlık; madem ailece yerime oturmuşlar deyip, kadın adam tek koltuğa sıkışmak... Adam amca yerinizden ettik sizi dedikçe "yok evladım, siz rahatınıza bakın, biz birazdan inceğiz" deyip deyip tek koltuğa biri az öne, diğeri arkaya kaykılarak oturmak... Ha diyeceksiniz ki yerini işgal edenlere ne demeli, hani bunlar insancıldı?.. Evet, eminim onlar da insancıldı, ama onlar mektepte az biraz mürekkep yaladı... Bazen mürekkep yalamak, bâki olan hımarlığı bir yeni kademeye taşımaktır, diyor büyükler...

İnsanın tabiatı yaşadığı iklime benzer diye öğretildi bize... Ege sıcak, Karadeniz melankolik, Doğu soğuk... Bunlar mı soğuk!..

Bizde hayat masa başı işçilik... Psikolojik tahlillerimiz dahi masa başı...

Yeşilin tonunu anlatırken bile sahip olduklarından bihaberiz... Meselâ bu tarlaya ekili olan yeşilin altındaki yumruyu görsem kesin tanırım da soframa tanıklık ettiğinden, üstündeki yapraktan habersizim... Ya yanındaki daha açık yeşil tonlu tarla?..

Bu trene binmeli, burası hakkında birşeyler yazacak kişi... Bu insanlar ile konuşmalı... Ama ben konuşamam ki filan demenize de gerek yok... Onlar konuşuyorlar zaten...Şöyle herhangi bir şey için çevrenize bakınmanız yeterli... Hemen bir şey mi istediniz diyen biri çıkıyor içlerinden...

Suyum vardı ama bardağım yoktu... Önce bardağım oldu, sonra bardakta çayım... Ama ben kimseden bir şey istemedim, kendim almadım...

İnenler geride kalanlara dualar ediyor, Allah yardımcın, yolun açık olsun diyor... Bir peçete uzatıyorum ihtiyaç anında ummadığım kadar teşekkür alıyorum...

Kafasını koltuktan uzatmış bir çocuk bakıyor bana şimdi... Göz kırpıyorum, utanıp koltuğuna saklıyor kendisini...

Önden bir kız çocuğu heyecanla sesini kontrol edemiyor; "Ayyy ele uzun ki tren yenge... Yenge gelirken de trene bilelim!" Yenge sesleniyor; "Zeynep!.. Tünele girdik..." Zeynep cevap veriyor; tünele giydik demi?.. Yaşaşın ben koykuyoyum!.. Sonra bir başka yenge sesi, sonra başka, başka... Onların treninin lokomotifi yengeleri, belli... Sonra kız anneye dönüyor, "anne işte rüyamda gördüğüm yol burası, bu yol keşke hiç bitmese!.."

Daha önceki yolculuklarda olduğu gibi mp3'e müzik yüklemiştim, yol uzun, her zaman yalnızlık melodisi dinlenmez diye... Fakat yeni müzik bir harika, mp3 açmıyorum bile...

Trene binerken bu kadar uzun yol ikinci kez çekilmez, dönüş uçakla olur diyordum... Bunu bir kez daha düşüneceğim...

Keşke gözümün ve gönlümün gördüklerini kalemim anlatabilse...

@

Neden hep şairine küskün bir şiir gibi anlatıldı bize doğu?!.


varra008
Kapalı
13 Ağustos 2014 17:11

daha önce tren hareket memurluğu yapmış ve öğretmenliğe geçiş yapmış biri oalrak duygularınızı çok iyi anlıyorum.Trenlerin taşıdığı hüznü duyabiliyor,daha çok düşüncelere dalabiliyorsunuz ve doğayla içiçe olabilme imkanı sunuyor trenler...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
18 Ağustos 2014 12:14

Öğretmenevleri hiç bu kadar farklı yapıda insanlar ile tanışmama vesile olmamıştı daha önce... Benim gibi çanta omuza deyip yola çıkan, seyir defterine yolda yeni seferler ekleyen... Evim rutubetli, ben yalnız... Burada ortam temiz, yemek önümde deyip emeklisi gelince öğretmen evlerine demir atan... Hiç susmayan, hiç konuşmayan... Odasını panayır yerine çeviren...

Günler ki, memuriyetin tekdüzeliğinden çıkıp her yeni gün ile yeni yeni hikâyelere gebe olan... Ve paylaşımlı odalar vesilesi ile her yeni gün sonu, yeni bir hikâye dinlemiş olarak nihayet bulan...

Odanın birinden ayrılırken bir kitap beğeniyorum ama sahibi benden önce kalkıp mesaisine gitmiş... Telefon?.. O da yok... Kitabın arkasında bir rakam, yanında tl yazan...

Komidine bir not iliştiriyorum; "merhaba; kitaba önce gözüm, sonra aklım takıldı... Bu arkasında yazan rakam, bu da telefon numaram... Sevgiler..." Ve çanta sırtta bu yolcu gider...

Başka bir gün başka bir oda, başka bir arkadaş... Ben yalnızlığı seviyorum diye açık mesaj gönderdikçe, "yalnızlık zor, ben de senin yaşındayken öyle diyordum" diyor... O gece gözler, uykusuz sabahlıyor... Neden evlenemediğini anlatıyor... Yalnızlığını, sevgisizliğini... Aşkın 17 yaş kritik döneminde takılıp kalmış birinin özlemiyle anlatıyor aşka özlemini... Gözlerim kaçamak aşklar yaşıyor, saat gece yarısını geçtikten sonra sesler arasında bağlantı kopuyor... Anladığım tek şey, aşk hiç bir yaşta yaşlanmıyor...

Hangi ara yatağa girdiğimin farkında olmadan saat 06:30 da çalıyor... Gözlerimi açıyorum... Birkaç saniye telefondan gelen sesi anlamaya çalışıyorum, sonra odanın içini geziyor gözlerim hızlıca... Sesli olarak nerdeyim deyince hatırlıyorum saatin alarmının istasyona kurulduğunu...

Ve böylece yeni bir yol değilse de yeni bir yolculuk başlıyor...

19 Ağustos 2014 16:03

Bu yol umuda, sevgiye ve dolayısıyla hayata tutunma yolu...

Nasıl da çetrefilli, dikenli, engebelli, zahmetlli ama bir o kadar da tatlı bir yoldur o. Yol bitmesin isteğiyle varış noktası arasındaki o tarif edilemeyen sonsuz his. Mesleği seyyahlık olmalı insanın dedirten...

_neden_, 10 yıl önce

Bu yol umuda, sevgiye ve dolayısıyla hayata tutunma yolu...

Hâl böyle olunca, seyahat aracı gerçekten de araç oluyor...

19 Ağustos 2014 16:26

en güzel haliyle, özetle, aynen öyle!...

englshtchr, 11 yıl önce

Tutunamayan hep bir gezidedir ki zaten! O büyük ihtimalle yaşadığı yerde mutlu değildir, oraya ait hissetmiyordur kendini; şimdiye kadar gördüğü yerler de tutunabileceği yerler değildir, bu yüzden hayalinde yine hayalinde kurduğu memleketleri geziyordur.

Bir tutunamayanın en mutlu olduğu anlardan biridir bence gezi. Bir noktada hiç durmadan ve bir daha oradan geçmeden gitmek büyük zevktir çünkü; aynı uzaydaki her cisim gibi...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
28 Eylül 2014 04:38

Bu son yolculukta ve hassaten şu anki dönüş yolunda, zihnim dönüp dolaştığında hep aynı cümle, aynı yerinde; ya yorulan yolcu değil de yol olsaydı?.. Yeryüzünün kadim dostu yollar da yorulsaydı?..


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
11 Nisan 2016 02:11

Öyle yoğun ve yorucu ki, kelimeler uçuşurken, cümleler benden çok uzağa konuyor...

İstanbul, Roma, Torino, Milano, Venedik an itibariyle Solevenya...

Kelimeler, mekânlar, insanlar ve anılar karmakarışık...Sadeleşir mi?.. Belki... Ama şimdi değil...

Yorgunum... Tatlı da olsa, bedenimden çok ruhum...

18 Nisan 2016 21:43

Gezdikçe ruhen çoşkunluk ve yaşama sevgisi artsa

da bu geçici oluyor.

Tutunamayınca olmuyor işte.


Martı İkaros
Şube Müdürü
19 Nisan 2016 22:32

İçsel gezilerinden fırsat bulurlarsa giderler belki, giderler de aynı noktaya dönerler mi orasını bilemem.


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
30 Nisan 2016 16:40

Çay, simit ve Ankara Gençlik Parkı...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
30 Nisan 2016 21:44

Ve dört bir yanı, dört ayrı şehir havası veren Ankara Kalesi:

Bilsem de tanımama vesile olan değerli insana da teşekkürler...  Bu vesile ile şunu da anladım ki insanın bir tutam selâm verip selâm alacağı biri ya da birileri olmalı her şehirde...

Gün bitip dönüş yoluna düşerken beden, ruh hâlâ kalenin sularında, batan akşam güneşinde, kale içi müzik ziyafeti ve Zeki Müren sesinde...

Altındağ Belediyesi kaleye bir el atmalı vs muhabbetine belki başka bir zaman girilebilir ama şu an sessizlik güzel...

Toplam 32 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi