sonra insanlık için sosyolojik manada yıkım başladı... bilimin evrenselliği, bilimin bireylere verdiği umut, para babalarının da üzerine suç atmasıyla iflas etmişti.. insanlar bilim için değerlerini dinlerini terk etmişti.. 200 300 yıl boyunca..
değdi mi diye sordular insanlar kendilerine...
ben değerimi kültürümü yerel motifimi bıraktım.. bilim için.. değdi mi ?.
sonra fransa-abd nin başını çektiği bir döneme girilmeye çalışıldı.. yeni dünya düzeni adı altında..
tüm bu süreç küreselleşmeyi içeriyordu.. amaaa bu küreselleşme bilimin hakim olduğu dönemdeki bilimsel evrensellik gibi değildi.. olmayacaktı.... parayı ve doğal olarak şirketleri olabildiğince küreselleştiren, ama halkın değerlerini de olabildiğince yerelleştiren yeni bir düzendi bu..
bilim sadece bilim insanlarına hapsedildi... insanlığa umut vermemesi için.. çünkü verdiği zaman para babaları bi süre sonra büyük problemlerle karşılaşacaklardı..
böylece bilim insanlıktan soyutlandı... belli sınıf ve zümrelere hapsedildi..
yerel unsunların folkloru, kültürü, yerel kalması şartıyla birer kültür zenginliği olarak pazarlandı.
insanlık kendine yeni umutlar buldu.. büyük çoğunluğu eski inanışına ve eski değerine geri döndü.
geri dönemeyen ortada kaldı.. arafta kalmak gibi..
varoluşçu felsefe işte böyle bir arafta kalmışlığın, ne bilimsel evrenselliğin, ne yerel kültürcülüğün değeri ile anlaşamadı.. varlığın özünden önce tanımlayarak, bir kabullenişi ortaya koydu.
neydi bu kabulleniş.
aslında liberal hobbes ile aynı idi... insan nötr doğar kötü olur... insan insanın kurdudur diye..
varoluşçuluğun hobbes tan ayrıldığı tek nokta, çözüm sunmak istememesi idi.. çözüm yoktu..
sonra insanlık için sosyolojik manada yıkım başladı... bilimin evrenselliği, bilimin bireylere verdiği umut, para babalarının da üzerine suç atmasıyla iflas etmişti.. insanlar bilim için değerlerini dinlerini terk etmişti.. 200 300 yıl boyunca..
değdi mi diye sordular insanlar kendilerine...
ben değerimi kültürümü yerel motifimi bıraktım.. bilim için.. değdi mi ?.
sonra fransa-abd nin başını çektiği bir döneme girilmeye çalışıldı.. yeni dünya düzeni adı altında..
tüm bu süreç küreselleşmeyi içeriyordu.. amaaa bu küreselleşme bilimin hakim olduğu dönemdeki bilimsel evrensellik gibi değildi.. olmayacaktı.... parayı ve doğal olarak şirketleri olabildiğince küreselleştiren, ama halkın değerlerini de olabildiğince yerelleştiren yeni bir düzendi bu..
bilim sadece bilim insanlarına hapsedildi... insanlığa umut vermemesi için.. çünkü verdiği zaman para babaları bi süre sonra büyük problemlerle karşılaşacaklardı..
böylece bilim insanlıktan soyutlandı... belli sınıf ve zümrelere hapsedildi..
yerel unsunların folkloru, kültürü, yerel kalması şartıyla birer kültür zenginliği olarak pazarlandı.
insanlık kendine yeni umutlar buldu.. büyük çoğunluğu eski inanışına ve eski değerine geri döndü.
geri dönemeyen ortada kaldı.. arafta kalmak gibi..
varoluşçu felsefe işte böyle bir arafta kalmışlığın, ne bilimsel evrenselliğin, ne yerel kültürcülüğün değeri ile anlaşamadı.. varlığın özünden önce tanımlayarak, bir kabullenişi ortaya koydu.
neydi bu kabulleniş.
aslında liberal hobbes ile aynı idi... insan nötr doğar kötü olur... insan insanın kurdudur diye..
varoluşçuluğun hobbes tan ayrıldığı tek nokta, çözüm sunmak istememesi idi.. çözüm yoktu..