Editörler : E.Kayı Han

**GÖKÇEN**
Kapalı
20 Şubat 2009 16:08

TAC MAHAL

-Geç Şehzade 16 yaşındadır.Günlerden bir gün ünlü Türk komutanı Asaf Hanı'ın güzeller güzeli kızı Ercümend Banu ile göz göze gelir.Aklı başından gider.Bir sevda bulutu sarar her yanını.

Kız çok güzeldir.Duygulu ve zekidir.İyilik severdir.Müminedir.Ama bir yaş büyüktür ondan.

Derler ki aşkın yaşı olmaz....

İki yürek birbiri için çarpmaya başlar.Murada ermek için 5 yıl beklerler.Dillere destan bir düğünle vuslat köprüsünden geçerler.

Şehzade cihangirdir.İyi yetişmiş bir devlet adamıdır.Üstüne üstlük hassas ruhlu bir sanatkardır.

Otuzdört yaşına geldiğinde Hindistan Türk İmparatorluğunun başına geçer.Ona Şah-ı Cihan derler.

Dünyadaki tüm güzellikleri kendisinde toplamış olan Ercümend Banu'ya da Mümtaz Mahal adını koyarlar.

Aradan yıllar geçer.Mümtaz Mahal,Şah-ı Cihan'a tam 14 evlat verir.Ama takdir-i ilahidir ki,14.çocukta Rabbine kavuşur.

Şah-ı Cihan'ın dünyası kararır.Odasına kapanır.8 gün boyunca yemekten içmekten kesilir.9.gün kapısını açıp,dışarı çıkar.Görülür ki; Şah-ı Cihan çökmüş,saçları bembeyaz olmuştur.Suskundur.

Nihayet bir gün emreder:"Haber salına ...Cihanın en ünlü mimarları buraya gele.." Hindistan'ın ,Türkistan'ın,İran'ın,Frengistan'ın ve Diyar-ı Rum'un mimarları Taç şehri Agra'da toplanır.

Şah-ı Cihan söyler:"Öyle bir bina eyleye siniz ki kıyamete kadar aşkımı anlata..."

Mimarlar başlarlar çalışmaya.Her biri düşündeki binayı küçük maket halinde Şah-ı Cihan'a takdim eylerler.Şah-ı Cihan Mimar Sinan'ın talebesi Mehmet İsa Çelebi'nin maketini görünce der ki:"Mimarağa aşkımızı dile getirmiş.Tez bina eyleye.Her dileği yerine getirile..."

İsa Çelebi, Semerkandlı Muhammed Şerif'i kendisine yardımcı alır.Kubbe için İstanbul'dan Sinan'ın talebesi İsmail Çelebi'yi,yazılar için Hattat Settar Efendi'yi getirtir.Tuğlaları Şirazlı Emanet Han'a yaptırtır.Mermerleri Ağralı Mehmet Hanif'e oydurtur.

Ve inşa 22 yıl sürer.30 milyon Rupi harcanır.

Eser 1652'de tamamlandığında Şah-ı Cihan memnun mesrur der ki:"Rabbime şükürler olsun.Dünya gözüyle bunu da gördük.Artık kıyamete kadar.Şah-ı Cihan'ın Mümtaz Mahal'e olan aşkı dilden dile dolaşacaktır."

Derler ki:"Şah-ı Cihan ölünceye dek Agradaki sarayın melul ve mahzun gözlerle Mümtaz Mahal'ın türbesini seyretti ve öldüğünde Mümtaz Mahal'in yanıbaşına defnedildi.Şimdi yanyana beraber yatarlar."

Aşkın ve vefanın yeryüzünde en muhteşem abidesi olan bu yapıya Tac Mahal derler.

Beyaz damarsız şeffaf mermerdendir.Gün doğarken pembeleşir,öğleyin beyazlaşır, akşam sarı güle ve gece mehtaba bürünür.

Kubbesi Türk'lere has inci kubbedir.Altında Kur'an okunduğunda 7 defa yankılanır.

4 minaresi ve 4 tane taç kapısı vardır.Abidenin dört yanında Ya-sin suresi'nin tamamı eşsiz bir sanatkarlıkla yazılmıştır.İstanbul'lu Settar Efendi'nin eseri olan bu yazı,mermere o şekilde oyulmuştur ki, kabartma gibi görünür.Uzaktan bakıldığında 30m.yükseklikte satırlar da,zemine yakın satırlar da aynı şekilde ayarlanmıştır.Hattat,harfleri yükseldikçe büyütmüştür.

Taç Mahal'in mermer duvarında yüzbinlerce akik,sedef, yemeni, yeşim,firuze, zeberced, gökyakut, sarı yakut,beş pırlanta ve 50 tane gayet iri inci gömülmüştür.Duvarlar,mücevherden bir çiçek bahçesidir.

Ak mermer Kubbesi ve 4 minaresi havuza akseden hayali ile TAC MAHAL uhrevi bir sevda türküsüdür sanki....


**GÖKÇEN**
Kapalı
20 Şubat 2009 17:32

nekadar muhteşem bir hıkaye değilmi??

görülmesi gerekn bir yapı taç mahal...ne büyük bir aşk...ve yapımı yine mimar sınanın talebesiyle gerçekleşiyor....tarih sanki hergün başka bir büyülü ruh içinde yaşıyor...tartışılmaz gurur verici yanıyla...ve hep gizli kalmış 7cihana konu olmuş sevdalarıyla..


dede ali
Kapalı
20 Şubat 2009 17:42

neden aşık olunur?...söle bakem...


**GÖKÇEN**
Kapalı
20 Şubat 2009 17:46

nedenden ötürü değil nedensizce aşık olunur...:)


dede ali
Kapalı
20 Şubat 2009 18:35

nedensizce aşık olunmaz...

tekrar soruyorum, neden aşık olunur?...

daha güzel bir cevap bekliyorum...


**GÖKÇEN**
Kapalı
20 Şubat 2009 20:19

Nedendi aşk?neden?

Tılsımı neydi büyüsü yahut gizemi onu bukadar acımasız kılan yada adına destanlar yazdıran neydi??

Kanuniyi hürreme bağlayan yavuzun aşkından ölen cariyenın derdi neydi??

Adına aşk denilen duygunun gerekçesi sebebi çünküsü neydi???

Gözleri görmeyen bir aşığın tutkusu kimeydi?nedendi?bunca şarkı bunca türkü bunca söz kimin içindi?eşittir karşısında hep sıfırmı vardı?

Ferhatın mecnunun keremin daha nicelerinin ölümü göze aldığı duygu neydi??

Niye adı aşkı?nedendi aşk?

Mecnun leylayı sevmese ne olurdu?ferhat dağı delmese şirin için?kanuni hürrem için oğlu mustafadan vazgeçmeseydi?.yavuz o cariyenın kim oldugunu merak etmeseydi???dünya dönmezmiydi?

Peki ya diğer aşklar?

Allah a duyulan aşk!peygambere duyulan aşk?

Yahut benim istanbula duyduğum aşk!!

Aşk bir beslenim dede?evet ya nasıl bitkiler fotosentez yaparsa yaşam için insanlarda onunla beslenir aşkla..kendinde bulamadığını bulur karşısında..yahut kendini görür diğer yürekte..yürek içinde yürek olunur..elmanın iki yarısın kesilmeden önceki hali gibi olunur?

Ruhunun beslenmesi için sevmek gerekir?.sevdikçe büyür sevgi sevginle aşk olur..aşk kimine göre yalan kimine göre sadece bir destan?bana bir İstanbul sana bilmem ne?

aşk olur ruhun beslenir

aşk olur ruhun 7kule zindanlarında müebbette çürür?

aşk olur hiçbir tabib yarana merhem olmaz?

aşk olur ardından acı olur?

aşk olur hergün tövbe olur..

birgün gülerken diğergün ağlamak olur?

belki dişini fırçaladığın kadar alışkanlığın olur?vazgeçemediğin olur..

paylaşmak istediğin duygu yükünün hafiflemesi olur beklide?.

Eh be dede beeee?

Aşık neden olunur bilmem ki?.


çocuuk
Müsteşar
20 Şubat 2009 20:51

Ne senin adın Yûsuf, ne de ben Züleyhâ?yım.

Sanma ki ellerimden yırtılacak gömleğin...

Lâkin bir gün Züleyhâ olup gelirsem sana,

Yûsuf gibi karşıla, asil, iffetli, serin...


**GÖKÇEN**
Kapalı
23 Şubat 2009 09:05

Hüsn ü Aşk - Şeyh Galip

Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı mesnevi Şeyh Galip'in (1757-1799) başyapıtıdır. 2101 beyittir. Aruzun "mefulü-mefailün-feülün" kalıbı ile kaleme alınmıştır.

Kendisi bu eseri, 1782'de girdiği bir iddia üzerine 6 ayda yazmıştır. Son dönem divan edebiyatının en önemli örneklerinden biri olmasının yanı sıra, tasavvufi alt yapısı ve sembolizmi ile genel olarak edebiyat ve spiritualizm açısından çok önemli bir eserdir. Eserin kahramanları güzellik (hüsn) ve güzelliğe yönelişin sonucu olan aşk'tır. Eserin her bir satırında tasavvufi simgeler bulunur; kişi isimlerinden, yer isimlerine ve benzetmelere kadar. Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) ile kaleme alınmıştır.

Eserin Yazılışı

Şeyh Galib eserin, Der beyân-ı sebeb-i te'lîf kısmında, bir oturumda Nâbî'nin Hayr-âbâd isimli eserinin fazla övülmesinden rahatsız olarak eseri yazmaya karar verdiğini belirtir. Şeyh Galib, Nâbî'nin eserinin özgün olmadığını öne sürmüş ve özgün bir eser kaleme almak istemiştir. Bu doğru bir tespittir; zira Baltacı Mehmed Paşa adına 1705'te kaleme alınan Hayr-âbâd, Attâr'ın İlâhî-Nâme isimli eserindeki bir hikayeden temel almaktadır. Çoğu motifi ve kurgusal detayı söz konusu hikaye ile aynıdır. Aslında dönemin ünlü edebi eserleri düşünüldüğünde, bu pek normaldir. Şeyh Galib bu eseri özgün olmadığı için kınamış ve kendisi hem edebi anlamda gelişmiş hem de özgün olan bir eser kaleme almak istemiştir. Ayrıca eserdeki tasavvuf ağırlığı ve Şeyh Galib'in tasavvufi yönü göz önüne alınırsa, eserin yazılış amaçlarından biri de önemli bir tasavvufi eser yazmak istemesidir.

Eserin Konusu

Hüsn ü Aşk, kurgusal anlamda Hüsn (Güzellik) isminde bir kız ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını anlatan, tasavvufi bir tema ve temele sahip bir mesnevidir. Mesnevide anlatılan hikaye şöyledir:

Sevgioğulları (Beni-mahabbet) isimli bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız bir de erkek çocuk doğar, erkeğe Aşk kıza Hüsn ismini verirler, bu ikisini birbirlerine nişanlarlar. Öğrenim zamanları gelince ikisi de Edep okuluna giderler, bu okulda Munlâ-yı Cünun isimli büyük bir hoca vardır. Bu sıralarda Hüsn Aşk'a aşık olur. İkisi zaman zaman Mânâ gezinti yeri`ne gitmekte gezinmekte, sohbet etmektedirler. Bu gezinti yerinde Suhan isimli bir mihmandâr (misafir ağırlayan kişi) vardır ki bu kişi her şeyi bilen çok büyük bir insandır. Fakat, Hayret isimli kudretli bir kişi Hüsn ile Aşk'ın görüşmesine mani olur. Bir süre Suhan yoluyla mektuplaşırlar. Aşk'ın Gayret adında bir lalası vardır ve sonunda ikidi Aşk'ın gidip Hüsn'ü kabile büyüklerinden istemesi konusunda anlaşırlar. Kabile büyükleri ise Aşk'ın bu arzusuyla alay eder ve eğer Hüsn'e kavuşmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ`yı alıp gelmesi gerektiğini söylerler. Yolun ne denli zorlu ve korkunç olduğunu da anlatırlar, Aşk yolda dev, cin ve cadılarla karşılaşacak, ateşten bir denizden geçmek zorunda kalacaktır. Aşk ile Gayret Kalb ülkesine yola koyulurlar ve başlarından birçok badire geçer. Her badirede onları Suhan kurtarır. Mutlu sonla biten hikayede; işin sonunda Aşk'ın Hüsn'ü kendinden ayrı sanmasının onu yanlış yollara düşüren şey olduğunu, aslında Aşk'ın Hüsn, Hüsn'ün de Aşk olduğunu, birlikte ikiliğin var olmayacağını aslın birlik (teklik) olduğu mesajı ile karşılaşılır.

Kahraman ve yerlerin isimlerinden hikayenin sonucuna kadar neredeyse her unsur tasavvufi bir anlam taşımaktadır. (Örneğin; Hüsn ile Aşk seven ve sevileni yani hüsn-ü mutlak(Allah) ile dervişi, edep; dergahı, Munlâ-yı Cünun; mürşidi, Kalp şehri; Allah?ın tahtı olan gönlü ve oraya yapılan seferin, çile dolu sevgi mücadelesinin simgeleridir.) Bu nedenle Hüsn ü Aşk tasavvuf edebiyatı açısından çok önemli bir eserdir.


çocuuk
Müsteşar
24 Şubat 2009 13:37

ÖLÜM (LEYLA İLE MECNUN)

Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde

Bir kış güneşliğinde

Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir

Tabiatı aşan bir bildiriştir

Ne güz ne sarı renk bu göçü anlatır

Bu kan rengi bu kıpkızıl öçü anlatır

Görünüşte kırmızı gerçekte yeşil

Görünüşte öç hakikatte değil

Faninin sonsuzla barışması

Affın mağfiretle yarışması

Yaprağın düşüşü değil bu toprağa

Bir yıldırım çarpışıdır dağa

Sonbahar değil ilkbahardır

Ölümden sonra ölümsüz hayat vardır

Bulutlar açılır güneş çıkar

Yağmur taneleri inci tanelerine dönüşür

Deniz çalkanır saçar ortaya hazinesini

Anladım onlar ölmediler

Ölüm adına

Ölüm maskesini takınarak

Dönüştüler bir ışığa


**GÖKÇEN**
Kapalı
25 Şubat 2009 08:43

:(((

kim yazmış bunu kardeş?


çocuuk
Müsteşar
26 Şubat 2009 13:47

s. karakoç


**GÖKÇEN**
Kapalı
26 Şubat 2009 13:58

eyvallah..


*.GÖKÇEN.*
Kapalı
26 Ocak 2010 12:31

........


*.GÖKÇEN.*
Kapalı
26 Ocak 2010 12:37

çoocuk sanırım bana ait birçok başlığı ben kapattırmıştım tam anımsayamıyorum ama mustafa edite birçok link vermiştim sanırım bir dönem:))

ama açılmasına sevindim paylaşımlar olursa okuruz kolay gele dilşad açtığın içinde teşekkür..:)


çocuuk
Müsteşar
26 Ocak 2010 20:43

kardeş her giden başlıklarını sildirip giderse halimiz nice olur


*.GÖKÇEN.*
Kapalı
26 Ocak 2010 21:52

gökçe kız bu ama kardeş:)

"her" kelimesine girmek istemıyorum:))


çocuuk
Müsteşar
26 Ocak 2010 22:28

Halife Leyla'ya dedi:

" O, sen misin?

Mecnun senden dolayı mı perişan oldu

ve kendini kaybetti? Sen diğer güzellerden üstün değilsin! "

Leyla dedi:

" Sus! Zira sen Mecnun değilsin "


delal..
Yasaklı
26 Ocak 2010 22:47

M. Emin BOZARSLAN Kürd Ulusal Destanı: "Mem û Zîn" Ana Sayfa

BEROJ/16.12.2007 - Ehmedê Xanî, yalnızca bir yazar, bir şair ve bir bilgin değildi; aynı zamanda, aydın ve uzak görüşlü bir düşünürdü de. O, bir düşünür olarak, Kürd'ün ve Kürdistan'ın durumuna dikkatle baktı; yurdun, her iki zorba devletin at koşturduğu bir meydan, halkın da o iki devletin boyunduruğu altında tutsak olduğunu gördü. Yurtsever ve ulussever bir düşünür olarak, o durumu kabul etmedi; o duruma ve Kürd halkının tutsaklığına karşı çıktı; Kürd halkına özgürlüğün yolunu göstermek istedi; Kürd halkının dikkatini o durumun üzerine çekmek ve halk arasında ulusseverlik düşüncesini yaymak için tüm gücüyle çaba harcadı.

Açıktır ki, tutsak bir halkın, her şeyden önce, kendi ulusal kişiliğinin ve ulusal kimliğinin farkına varıp bunu kavraması, kendi varlığına ve haklarına inanması, haklarını elde etmek için de mücadeleye hazır olması gerekir.

Xanî, bu gerçeği gördü ve halkı uyarıp bilinçlendirmeden özgürlüğün elde edilemeyeceğini ve kurtuluşa ulaşılamayacağını anlayıp bildi. Halkı uyarıp bilinçlendirmenin de, halkın diliyle olması, Kürtçe olması gerekirdi. O dönemde ve o koşullar altında, Kürtçe yazmak, başlı başına ulusal bir olaydı. Bilindiği gibi, o dönemde Kürd şair ve yazarları, eserlerini ya Arapça ya Farsça ya da Osmanlı Türkçe'siyle yazıyorlardı.

Arapça din dili olduğu için, Farsça ve Osmanlı Türkçe'si de her iki egemen devletin dilleri olduğu için, yalnız o diller değer buluyordu; o durum, bir gelenek olmuştu.

Öylece, Kürd diline hiç bir değer verilmiyordu. Kürd diliyle yazan kimse, o geleneğin dışına çıkıyordu ve o geleneğin sahipleri, korucuları, yandaşları arasında yer bulamıyordu; başka bir deyişle, o iki devletin kanatları altında kendisine yer yoktu. Öyle bir adım atmak için de, güçlü bir inanç ve eksiksiz bir cesaret gerekliydi. Yüreğinde o inanç ve cesaret olan kimselerin sayısı da azdı.

İşte Ehmedê Xanî, o koşullara ve o geleneğe karşı direnen, o zor duruma karşı çıkan o az sayıdaki insanlardan biriydi, o inançlı yiğitlerden biriydi. O, hem Kürd'ün ve Kürdistan'ın özgürlük davasının bayrağını, hem de Kürt dilinin bayrağını yükseltti ve halkına Kürtçe seslendi.

Gerçi Xanî'den önce de, Melaye Cızîrî, Feqîyê Teyran, Elîyê Herîrî gibi yüce değerli bazı Kürd şairleri, şiirlerini Kürt diliyle yazmışlardı ve öylece ulusal dillerine önem vermişlerdi; ne var ki Xanî, çok önemli bir noktada o büyük şairlerden ayrıldı. O nokta, Kürd halkının özgürlüğü ve Kürdistan'ın kurtuluşu düşüncesiydi.

Xanî, yalnızca Kürt diliyle yazmakla yetinmedi. O, Kürt diliyle, Kürd'ün ve Kürdistan'ın özgürlük ve kurtuluş davasının bayrağını kaldırmak ve Kürd halkına o yolu göstermek istedi. Ve o düşünceyle, o amaçla, Kürd halkı için ulusal bir destan yaratmak ve o destanda bağımsız bir Kürd devletini, özgür bir Kürd ulusunu, Özgür bir Kürdistan'ı tasvir etmek istedi.

İşte o görkemli destan, her bir Kürdün gönlünde yer tutan ve zamanla Kürd ulusunun ulusal destanı olan "Mem û Zîn"dir.

"Mem û Zîn" incelenip, üzerine dikkatle düşünüldüğünde, O'nun, baştan sona kadar, hem metniyle ve hem de içeriğiyle, ölümsüz Xanî'nin mesajını, o yüce düşünürün mesajını, o bilgin üstadın mesajını, o öncü bayraktarın mesajını Kürd halkına ileten uzun ve içi dolu bir mektup niteliğinde olduğu görülür.

Özellikle 5. 6. ve 7. bölümlerde, mesaj yazmakla da yetinmemiş; Kürd halkının içinde bulunmuş olduğu ve hâlâ da içinde bulunduğu dert ve güçlüğün üzerine doğrudan doğruya parmak basmıştır. Xanî, o derdin üzerine parmak basarak haykırmıştır:

"Şaşıp kaldım ben, Allah'ın hikmetinde

Kürdler, dünyanın şu varlık ve devletinde(1)

acep hangi nedenle nasipsiz kalmışlar

ve tümüyle boyunduruk altına girmişler!"

Xanî, Kürdlerin içinde bulunduğu dert ve acıların kaynağının tutsaklık olduğunu görmüştür; o dert ve acılardan kurtulmalarının çaresini de, tutsaklıktan kurtuluşta görmüştür:

"Bizim de bir padişahımız olsaydı eğer

Allah ona bir taç lâyık görseydi eğer

belirlenmiş olsaydı ona bir taht

açıkça açılırdı bizim için de baht

elde edilseydi ona bir taç

elbette olurdu bize de revaç

gam yerdi biz öksüzler için ve de acırdı

soysuz ve açgözlü çıkarcıların elinden bizi kurtarırdı

bize galip gelmezdi şu Rom, ona yenilmezdik(2)

ve baykuşların elinde viraneye dönmezdik

tutsak, yoksul ve çaresiz düşmezdik

Türklere ve Taciklere yenilip boyun eğmezdik"(3)

O çağda, dünyanın her yerinde ülkelerin ve halkların yönetimi şahların, padişahların ve beylerin elinde olduğu, cumhuriyetçi ve demokratik rejimler henüz kurulmadıkları için, Xanî de o çağın durumuna göre Kürdler için bir padişah istemiş ve Kürd halkının bağımsızlığını bir padişahın yönetimi altında düşünmüştür. O düşünce, o çağdaki duruma göre doğaldı. O düşünce, o ölümsüz bilgin ve düşünür için bir eksiklik sayılamaz.

Xanî, yurtseverlik ve özgürlük düşüncesini yazıp yaymakla da yetinmemiş, aynı zamanda, Kürdistan'ın kurtuluş yolunu da göstermiştir; başka bir deyişle, yurdun kurtuluşunun yöntem ve yolunu da görmüş ve göstermiştir:

"Her kim, elini kılıca götürüp gösterdiyse himmeti

erkekçe ele geçirdi o, kendisi için devleti

Çünkü dünya bir gelin gibidir

Egemenliği de yalın kılıcın elindedir"

Ne var ki elin kılıca götürülmesi için birlik gereklidir; Kürd halkının topluca ve birlikte elini kılıca götürmesi gerekir. Xanî, bu konu üzerinde de durmuş ve şöyle demiştir:

"Olsaydı bir dayanışma ve uzlaşmamız eğer

ve birbirimize hep itaat etseydik eğer

Rom, Acem ve Arapların hepsi

bize hizmetçilik ederdi onların hepsi

o zaman tamamlardık dini de, devleti de

ve elde ederdik bilimi de, hikmeti de

Ayırt edilirdi o zaman birbirinden sözler

ve ayırt edilirdi yetenekli ve erdemliler"

Burada, bir nokta üzerine birkaç satır yazmamız ve o noktayı açıklığa kavuşturmamız gerekir. O da, Xanî'nin "Rom, Acem ve Arapların hepsi/ bize hizmetçilik ederdi onların hepsi" dediği dizelerdir. Bu söz, bazı kimselerce yanlış anlaşılabilir ve o yanlış anlaşılmanın sonucu olarak, Xanî'nin o sözüyle ırkçılık yaptığı ya da Rom, Arap ve Acemlerin Kürdlere hizmetçilik etmelerini istediği sanılabilir.

Ne var ki Xanî'nin istek ve özlemi, Rom, Arap ve Acemlerin Kürdlere hizmetçilik etmeleri değildi. O, burada mübalâğa üslubunu kullanarak birliğin önemini belirtmek istemiştir.(4) İnsanın, birlik sayesinde amacına ulaşabileceğini, hatta olanaksız şeyleri de elde edebileceğini anlatmak istemiştir. Örneğin bir kimse, "şu kadar param olsa, bir ülke satın alabilirim" dese, o sözün anlamı o demek değildir ki gerçekten ülkeler parayla alınıp satılırlar; ülkelerin parayla alınıp satılamayacaklarını herkes bilir. O sözün anlamı, "insan parayla birçok şey yapabilir ve birçok şey elde edebilir" demektir.

Bu üslup, mübalâğa üslubudur ve birçok şair tarafından kullanılmıştır. Örneğin, ölümsüz Kürd şairi Melaye Cızîrî, bir şiirinde, sevgilisinin insafsızlığı konusunda şöyle demiştir:

"İnsanlıktan uzak olan o, yüreğimi tırmaladı

ve içinden kızgın şişleri çekip sürdü

parçaladı ciğerimi, ona tuz serpti

ve de üzerine ateş koydu, Mela"(5)

Görüldüğü gibi, Melaye Cızîrî, bu dizeleriyle, sevgilisinin zulüm ve insafsızlığını gözler önüne getirmek ve onun katılığını tasvir etmek istemiştir. Yoksa sevgilisi kendisine gerçekten öyle yapmış değildir.

Xanî de, yukarıdaki dizelerle, "eğer biz Kürdlerin birliği olsaydı, tüm isteklerimizde başarıya ulaşırdık" demek istemiştir.

Xanî, başka bazı bölümlerde de mübalâğa üslubunu kullanmıştır. Örneğin, 8. bölümde Botan Beyi'ni anlatıp övdüğünde ve görkemli ligini göstermek istediğinde, şöyle demiştir:

"Romları, Arapları ve Acemleri emrine almıştı

ve 'Botan Beyi' adıyla tanınmış, ün salmıştı"

Herkes bilir ki Rom, Arap ve Acemler Botan Beyi'nin emri altında değildi.

Ama Xanî, o sözüyle, O'nun güç ve görkemini gözler Önüne getirmek istemiştir. Yine o bölümde şöyle demiştir:

"Cennetinde çoktu O'nun hurileri

ve meleklerdi huzurundaki hizmetçileri"

O bölümde Bey'in bacıları Sıti ve Zîn'i överken de şöyle demiştir:

"Paha biçilmezdi o huri ile peri

Çünkü Allah'ın nurundandı her biri"

Açıkça görüldüğü gibi, yukarıdaki bu dizelerde de mübalâğa üslubu kullanılmıştır. Şair, her iki bacının güzelliğini doruğa ulaştırmak için, onları huri ve perilere benzetmiş ve Allah'ın nurundan olduklarını söylemiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Ehmedê Xanî, yurtseverlik ve ulusseverlik bayrağını yükseltti ve öylece, yurtseverlik ve ulusseverlik davasının bayraktar ve öncüsü oldu. Bunun da ötesinde, ilk kez Kürd ve Kürdistan'ın özgürlük fikrini ortaya atan Kürd, Ehmedê Xanî idi. Bu nedenle, rahatlıkla diyebiliriz ki, Kürd yurtseverlik ve ulusseverliğinin fikir babası, Ehmedê Xanî'dir.

Yurtseverlik ve ulusseverlik fikrinin Fransız Devrimiyle dünyaya gelmiş olduğu ve Fransız Devriminin de 1789 yılında, yani "Mem û Zîn"in yazılmasından 94 yıl sonra patlak vermiş olduğu düşünülecek olursa, Xanî'nin büyüklüğü ve yüceliği o zaman daha belirgin ve açık bir biçimde ortaya çıkıp gözler önüne serilir. Başka bir deyişle, Xanî, Fransız Devrimi?nden 94 yıl önce, Kürd halkının özgürlük düşüncesini ortaya atmıştır.

Kürd yazarı ve dilbilimcisi Celâdet Âli Bedirxan, Xanî'nin bu uzak görüşlüğü konusunda şöyle yazmıştır:

"Xanî öyle bir zamanda yetişti ki -üç yüz dokuz yıl önce- değil ki bizde, Avrupa'da da halklar henüz milliyetlerinin ve ırklarının bilincine varamamışlardı ve aynı ulustan olan adamlar, birbirlerini Katoliklik ya da Protestanlık için öldürüyorlardı. Ehmedê Xanî, işte Öyle bir çağda milliyetinin ve Kürdlüğunün bilincine varmıştı ve Kürdlere, 'sizler her şeyden önce Kürd'sünüz, ayağa kalkıp bir Kürd devletini kurun ve başka ulusların tutsağı olmayın' demişti".(6)

Celâdet Âli Bedirxan, Xanî'nin öngörüşlülüğü ve uzak görüşlülüğü konusunda bir başka kez de şöyle demiştir:

"Xanî öyle bir insandır ki, Avrupa halkları mezhep davaları için birbirlerini öldürürlerken, kendisi milliyetinin bilincine varmış, ulusunu da bilinçlendirip özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşturmaya gönül verip çalışmıştır"(7)

Bir başka ilginç nokta da şudur ki, o çağda Müslüman halklar arasında dini düşünce egemendi. Kürd halkını boyunduruk altına almış olan her iki devlet, yani Osmanlı ve İran da Müslüman'dı, Kürdler de Müslüman'dı; başka bir deyişle, o iki devletle Kürdler arasında din birliği vardı. Ne var ki Ehmedê Xanî, o din birliğini, yani hem Kürdlerin ve hem de o iki boyundurukçu devletin Müslüman oluşlarını, Kürd halkının tutsaklığı için bir neden olarak kabul etmedi; din birliğinin bulunmasına karşın, Kürd halkı için özgürlük ve o iki devletten kurtuluş isteminde bulundu ve Kürdlerin de onlar gibi bağımsız bir devlete sahip olmalarını istedi.

(1) Buradaki "devlet'ten maksat zenginlik, servet, varlık ve refah gibi şeylerdir.

(2) Buradaki "Rom'dan maksat, Osmanlı devletidir. Anadolu çok eskiden Roma imparatorluğunun elinde olduğu ve o imparatorluğun adı da Kürdler arasında "Rom" olduğu için, o bölgede Osmanlı devleti kurulduktan sonra, Kürdler o devlete de "Rom'' demişlerdir. Bu nedenle, Xanî de "Mem û Zîn'de o devletten, Kürdler arasındaki adı olan "Rom" adıyla söz etmiştir.

(3) Tacikler'den maksat Acemler, yani İranlılardır. Acemlerin bir kolunun adı 'Tacik" olduğu için, Xanî burada bu adı genelleştirip tüm Acemlere 'Tacik" demiştir.

(4) Mübalâğa: Bir şeyi olduğundan büyük gösterme işi, bir şeyi son haddini aşacak biçimde büyütme ve öyle gösterme işi. Arapça olan bu sözcüğün Türkçe de tam karşılığı bulunmadığı için, sözcüğü aynen kullanmak durumunda kaldık. Gerçi Türkçe deki "abartma" sözcüğü de bu anlamda kullanılır; ama "abartma", daha çok olumsuz durumlar için kullanılan bir sözcük olduğu için, burada onu kullanmayı uygun görmedik.

(5) Melayê Cızîrî, "Dîwan", s. 67, Evkaf-ı Islâmiye Matbaası, İstanbul, 1338 (1922). Dördüncü dizedeki Farsça "ateş" sözcüğü, şair tarafından aynen kullanılmıştır.

(6) Celâdet Âli Bedirxan, "Hawar", sayı 33, s. 9 (yazar, bu yazısını "Herekol Azizan" takma adıyla yazmıştır)

(7) Celâdet Âli Bedirxan, "Hawar", sayı 45, s. 7. 20 Haziran 1942

27 Ocak 2010 13:58

aşk)).VEYSEL KARANİ hz .sevgili peygamberimizi,görmeden duyduğu aşk.


çocuuk
Müsteşar
28 Ocak 2010 11:57

Leyla değilim dost,lakin çağırırsan çöllere gelirim.

Sana yalan halde gelmem,toplarım özümü yalın halde gelirim.Kapıyı çaldığında 'kim o'

dersen,ben olmam kapında sen olur gelirim.Sen gel de yeter ki,yola yük olmam yol olur gelirim!..

Toplam 91 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi