Editörler : E.Kayı Han

H. ND
Kapalı
04 Eylül 2009 08:13

Allahümme salli ala Seyyidina Muhammediv ve ala ali Seyyidina Muhammed

Allahümme salli ala Seyyidina Muhammediv ve ala ali Seyyidina Muhammed

Allahümme salli ala Seyyidina Muhammediv ve ala ali Seyyidina Muhammed


2.birbir.620
Yasaklı
15 Eylül 2009 16:56

Ey! bu sonsuz alemleri, bir zerreden var eden,

Ey! bu sonsuz nimetleri, kullarına yâr eden,

Bizlere cenneti canân, cehennemi nâr eden,

Rahmân olan,Rahim olan, bağışlayan RABB'İMİZ.

Bu gece biz , ruhumuzun kirlerinden arındık.

Bu gece biz, beden beden imân ile sarındık.

Bu gece biz, ümitlerin mâbedinde barındık,

Açtığımız bu elleri, boş çevirme YÂ RABBİ !

Bu gece biz, tövbe ettik, nice gurur kibirden,

Husûmetten, dargınlıktan, zorbalık ve cebirden,

Er geç, Sana gelmek için, geçeceğiz kabirden.

Bize kabir azabını gösterme hiç YÂ RABBİ !

Bu gece af yağmurunu, sağnak sağnak ver bize,

Bu gece cennet yolunu, adım adım ser bize,

Bu gece nûr perdelerin, kanat kanat ger bize,

Mahşer günü, biz kulları, utandırma YÂ RABBİ !

Ataların emâneti, bu mübârek vatanı,

Vatan için şehit düşüp, kucağında yatanı,

O mukaddes kışlalarda eli silah tutanı,

Düşmanların şerlerinden, emin eyle YÂ RABBİ !

Kahraman Türk Milletini, türlü iftiralardan,

Hürriyete kasteden, çağ dışı belâlardan,

Asil Türk gençliğini, sapık mâceralardan,

Anarşiden ve nifaktan, emin eyle YÂ RABBİ !

Koru bizi, huzuruna kul hakkıyla gelmekten,

Nefsimizin batağına, aklımızı çelmekten,

Koru bizi, Kelime-i Şehâdetsiz ölmekten,

Hesap günü cümlemize, müjdeler ver YÂ RABBİ !

Koru bizi, o günahkâr ve karanlık yollardan,

Gıybet eden, iki yüzlü, o münâfık kullardan,

Koru bizi, gâfillerle, sarmaş dolaş hallerden,

Cümlemizi, hak yolundan, ayırma hiç YÂ RABBİ !

Senden şifâ bekleyen, nice hasta kullara,

Acılarla kıvranan, yetimlere dullara,

Yurt dışında, Allah adı yasaklanmış dillere,

Bunca yükü taşıyacak, sabırlar ver YÂ RABBİ !

Helâl kazançlarına, haram lokma katmayan,

Haysiyet servetini, hiç kimseye satmayan,

Verdiğin nimetleri, çöplüklere atmayan,

Kullarına darlık yüzü, gösterme hiç YÂ RABBİ !

Müşriklerden sığındık, biz îman siperine,

Sabrı silah eyledik, şeytanların şerrine,

Bu dünyada, şan, şöhret, saltanatın yerine,

Son nefeste , bize imân serveti ver YÂ RABBİ !

Senin Yüce kelâmını, baş tâcı edenlere,

Ve Hazreti Muhammed'in izinden gidenlere,

Şu anda huzurunda, el açan bedenlere,

Cennet anahtarlarını, ihsan eyle YÂ RABBİ !

Canımızın cânânı, gönlümüzün Sultânı,

İki cihan güneşi, MUHAMMED ruhu için,

Kalemiyle, kelâmıyla, İslâm'a hizmet eden,

Enbiyâlar, evliyâlar, âlimler ruhu için,

Mezarları kaybolmuş, nice adsız kahraman,

Nice kefensiz yatan, şehitler ruhu için,

Îman lezzeti tatmış, hayrına hayır katmış,

Bu dünyadan göç etmiş, mü'minler ruhu için,

EL FÂTİHA !...

***

hayırlı kandiller kadim dostum:)


2.birbir.620
Yasaklı
24 Eylül 2009 05:08

O, sevgiye en fazla, her şeyden daha fazla layık olan Allah´ın sevgilisi... O, Habibullah ...O, Sevgililer Sevgilisi... Biz onu hakkıyla sevmesek de, O bizi çok seviyor. Dünyada da, ebedi hayatta da hemen yanı başımızda. Bizim en küçük bir sıkıntımızdan dahi rahatsız oluyor, inciniyor, üzülüyor. O, karanlıklar içinde yolunu kaybetmiş, çaresiz, ümitsiz ve korkulu bir vaziyette bekleyen insanlara, yağmur gibi rahmet olup iniyor. Kuruyan gönüllere, çoraklaşan kalplere ab-ı hayat oluyor, hayat veriyor. Kalplerde ebedi Cennet sümbülleri bitiriyor. O Sevgililer Sevgilisini hakkıyla sevmenin, sevdiğimizi göstermenin bir yolu var: Onun yolunda yürümek. Onu taklit etmek. Onun gibi yürümek, onun gibi gülmek, onun gibi konuşmak, onun gibi bir kul olmak. Onun gibi yaşamak. Peygamberce Yaşamak


H. ND
Kapalı
24 Eylül 2009 08:38

AMİN, İNŞ.

Allahümme salli ala Seyyidina Muhammediv ve ala ali Seyyidina Muhammed

Allahümme salli ala Seyyidina Muhammediv ve ala ali Seyyidina Muhammed

Allahümme salli ala Seyyidina Muhammediv ve ala ali Seyyidina Muhammed


2.birbir.620
Yasaklı
25 Eylül 2009 03:11

Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm'dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.

S.A.V.


H. ND
Kapalı
25 Eylül 2009 10:19

Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Nasıl Bir Babaydı?

Peygamberlerin baba-evlat ilişkilerine dair örnekleri Kur?ân-ı Kerim?de görebilmekteyiz. Ayetlerde Hz. İbrahim?in, Hz. Yakub?un evlatlarıyla olan diyaloglarındaki ?yavrucuğum, oğulcuğum? ifadeleri, insanlar için örnek karakterler olan Peygamberlerden mesajlar olarak yansımaktadır günümüze?

Peygamber Efendimizin ise peygamber atalarından farkı O?nun, kız çocuklarını hor gören bir topluma gönderilmesi ve getirdiği din ile kız-erkek ayırımını ortadan kaldırmaya muvaffak olmasıdır. Bir diğer ifadeyle, pek çok peygamber gibi Sevgili Peygamberimiz de baba olmuştur; ancak O, severek değer verdiği kızlarıyla toplumunda inkılap meydana getiren bir baba olmuştur.

Ayrıca O, bir babanın yaşaması muhtemel tüm sevinçleri, hüzünleri ve acıları hayatında bizzat yaşamış ve karşılaştığı her durumda bir ?güzel kul?un sergilemesi gereken tavırları sergileyerek ümmetine bu konuda da ?En Güzel Örnek? olmuştur.

Aşağıdaki satırlarda Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatından yaşanmış birtakım hatıralara yer vererek günümüzün babaları ya da ebeveynleri için çıkarabileceğimiz mesajları tespit etmeye çalışacağız.

Kıymetli okuyucum.

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin, altısı Hz.Hatice?den, biri de Hz. Mariye?den olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. İsimleri Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah ve İbrahim olan evlatlarından Kasım, Abdullah ve İbrahim isimli oğulları küçük yaşlarda vefat etmişlerdir. Kızları ise büyüyüp yetişkinlik çağına gelmiş ve evlenmişlerdir. Ancak Hz.Fâtıma dışındaki Hz.Zeynep, Hz.Rukiye ve Hz.Ümmü Gülsüm, Sevgili Peygamberimiz (sav) daha hayattayken ahrete irtihal etmişlerdir. Sadece Hz.Fâtıma, Efendimizden sonraya kalmış o da fazla değil, beş buçuk ay sonra hasretini çektiği biricik babasının göçtüğü ahiret yurduna göçmüştür.

Görüldüğü üzere, bir baba olarak Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, altı kez evlat acısı yaşamıştır. Acaba O Şefkat ve Merhamet Pınarı böylesi durumlarda ne yapmış, nasıl davranmıştır? İşte aşağıda aktaracağımız hatıralar bize bu konuda fikir vermektedir.

Kaynaklarda, oğulları Kasım ve Abdullah ile ilgili yeterli bilgiye rastlanmazken, Hz.Mariye?den dünyaya gelen İbrahim isimli oğlunun doğumuna ise Efendimizin çok sevindiğini aktarır bize sahâbîler? Sözgelimi kendisine müjdeyi getiren Ebû Râfi?e bahşişler vermiş, sevinç içinde ashabının yanına gelerek;

?Dün gece benim bir oğlum dünyaya geldi. Ona Peygamber babam İbrahim?in adını verdim,? diyerek mutluluğunu ifade etmiş ve sevincini bir ziyafet vererek ashabıyla paylaşmıştı.

O sıralarda hizmetinde bulunan çocuk yaştaki Hz. Enes, İbrahim hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu için bize onunla ilgili detaylı aktarımlarda bulunmaktadır.

Şöyle aktarıyor Hz.Enes (ra):

Çocuklarına karşı Peygamber Efendimizden daha şefkatli kimse görmedim. Oğlu İbrahim dünyaya geldiğinde, Peygamberimiz çok sevinmiş ve kendisine bu müjdeyi getiren kişiye büyük bir ödül vermişti. Daha sonra oğlu İbrahim?i, Ümmü Seyfe denilen bir sütanneye teslim etmişti.

Medine?nin kenar mahallesinde oturan bu sütannenin kocası demircilik yapmaktaydı. Sık sık Peygamberimizle (sav) birlikte oraya gider ve duman dolu evlerine girerdik. Peygamberimiz, oğlu İbrahim?i ziyaret eder, kucaklayarak öper ve bağrına basardı. Sonra birlikte geri dönerdik.

Günlerden bir gün, Peygamberimizle (sav) birlikte yine İbrahim?i ziyarete gittik. Ebû Seyfe?nin evine varınca ben hemen koşarak:

-Ebû Seyfe! Ebû Seyfe! Bak Peygamberimiz geliyor. Şu körüğe biraz ara ver de, duman çıkmasın, dedim.

Böylece, Peygamberimizin dumandan rahatsız olmasına engel olabileceğimi düşünmüştüm. Sonra içeri girdik. Peygamberimiz, küçük İbrahim?i kucağına aldı. Öptü, bağrına bastı? Bir de ne göreyim? Bebek İbrahim sanki can çekişiyor? Belli ki, çok hastaydı? O anda Peygamberimizin yüzüne baktım. Gözleri yaşlarla dolmuş, ağlıyordu?

Hz.Enes (ra) İbrahim?in vefatı ve defnedilişi hakkında ise şunları anlatıyor:

Oğlu İbrahim?in son anlarında onu kucağına alıp bağrına bastı. Kokladı ve öptü. Bu arada babalık şefkatiyle gözleri yine yaşlarla doldu.

Peygamberimizin ağladığını gören yanındakiler hem üzülmüş hem de şaşırmışlardı. Acaba Peygamberler de ağlar mıydı?.. İçlerinden biri, Abdurrahman b. Avf dayanamayarak sordu:

?Sizde mi ağlıyorsunuz Ey Allah?ın Resûlü?.?

Peygamberimiz de:

?Evet. Ben de bir babayım. Bu ağlayışım şefkat ve merhamettendir. Gözümüz ağlar, kalbimiz mahzun olur. Fakat biz, Allah?ın hoşnut olmayacağı şeyleri söylemeyiz. O?na isyan etmeyiz,? diye karşılık verdi. Sonra İbrahim?e dönerek şöyle dedi:

?Ahh İbrahim!... Bu Allah?ın emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonradan gelenler öncekilere kavuşmasaydı senin ölümüne daha çok üzülürdük. Yine de senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü bir bilsen!??

Yaşanılan bu olaydan, Sevgili Peygamberimizin (sav) çok şefkatli bir baba olduğunu anlıyoruz. Ayrıca bu durumla karşılaşan bir insanın Allah?a isyan etmemesi ve Takdir-i İlahi?ye razı olması gerektiğini de yine O?ndan öğreniyoruz.

Sevgili Peygamberimiz, İbrahim?in ardından şunları söylemişti: ?Oğlum İbrahim henüz süt emme çağındaki bir süt kuzusu gibi iken öldü, ama Allah ona cennette iki sütanne verdi. Şimdi onu emziriyorlar.?

Görüldüğü üzere Sevgili Peygamberimiz (sav) bir ?süt kuzusu?na benzettiği on sekiz aylık yavrusu İbrahim?in vefatından dolayı son derece üzüntü duymuştur. Ancak O?nun, gerek yavrusunun vefatı anında yaşadıkları ve söyledikleri, gerekse cenazenin defni esnasındaki teslimiyet dolu tavır ve davranışları, ?Veren de Allah, alan da?? diyebilmenin en güzel örneğini teşkil etmektedir.

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, her baba gibi yüreği yanmış, gözü yaşlarla dolmuş ve fakat Rabbinin emrine teslim olan müminin tavrını sergileyerek kadere rıza göstermiştir. O halde, bizlere yansıyan bu mesajı iyi okuyarak, böylesi bir durumda ağlamak ne kadar insânî bir davranış ise isyan etmemek de o kadar İslâmî bir tavırdır diyebiliriz.

Resûl-i Kibriya (sav) Efendimizin bir baba olarak yaşadığı acılar, bununla bitmemişti. O, ailelerinin baskısıyla müşrik kocaları tarafından sırf Peygamberimize tavır olsun diye boşanılan ve böylece dul kalan kızları Hz.Rukiyye ve Hz.Ümmü Gülsüm?e babaları olarak şefkat ve merhamet kanatlarını germiş ve onların yeniden evlenip yuva kurmalarına öncülük etmişti.

Bir baba olarak kız evladına hayatının her safhasında sahip çıkmayı insanlar O?nun tutum ve davranışlarından hisseler kaparak öğrendi. Bunlar aynı zamanda günümüz Müslümanlarına da örnek teşkil edecek ibret dolu hatıralardı?

Aziz okuyucum.

Rahmet ve Şefkat Pınarı Efendimiz (sav) Hz.lerinin daha hayattayken, yetişkin insanlar olan kızlarını kaybetmesi de çektiği acılardan biriydi.

Müşrik düşmanların saldırısı sonucunda deveden düşerek hamile olduğu yavrusunu kaybeden, bu acı ve sarsılmadan dolayı yakalandığı hastalık sebebiyle bir süre sonra kendisi de hayata veda eden kızı Zeynep, diğer kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm, her biri bir kez daha baba olarak evlat acısı yaşamasına sebep olacak şekilde ayrıldılar Resûl-i Ekrem?in yanından?

Kâinatın Efendisinden birer parça olan bu değerli hanımefendilerden Ümmü Gülsüm?ün vefatını anlatanlar, Sevgili Peygamberimizin, kızının kabrinin bir kenarına oturmuş, gözlerinden yaşlar akıttığını, yine kızı Zeyneb?in defnedilişi esnasında da gözyaşlarına hakim olamadığını ve için için ağladığını aktarmaktadırlar.

Bu acıları bir baba olarak yaşayan Resûl-i Kibriyâ (sav) Efendimiz, hayatta kalan tek kızı Hz.Fâtıma ve onun çocukları olan Hasan ve Hüseyin ile teselli ediyordu yüreğini. Doğrusu, Hz. Fâtıma O?nun için her zaman bir teselli kaynağı idi. Gerçekte bu yaşça en küçük fakat derece bakımından en yüce mertebeli kızı, hiçbir zaman unutamadığı eşi Hz.Hatice?den kalan bir hatıraydı O?nun için? Kızları içinde annesine en çok benzeyen o olduğu gibi, tavır ve davranışlarıyla da babasını en çok andıran yine Hz.Fâtıma?ydı?

Bir baba olarak Peygamberimizin kızı Hz.Fatıma ile olan ilişkilerini önümüzdeki yazımızda ele almak istiyoruz. Sağlıcakla kalınız efendim?

yeni dünya dergisi

haziran 2007 M.Emin AY


H. ND
Kapalı
25 Eylül 2009 10:22

BİR HURMA KÜTÜĞÜ

BİR HURMA KÜTÜĞÜ ATIN DEVEN OLAYIM

TENİNİN DEĞDİĞİ YER YANMAZ ŞEFATİNİ BULALIM

BİR YUDUM SU İÇELİM KUTSİLEŞMİŞ ELİNDEN

NASİBEYLE AŞKINI GEDAN OLALIM

SEN GİTTİN GİDELİ DEĞİŞTİ DÜNYA HALİ

FANİDEN BEKAYI İSTERİZ SİTEM VARİ

BİR YUDUM SU İÇELİM KUTSİLEŞMİŞ ELİNDEN

NASBEYLE AŞKINI GEDAN OLALIM


sevde3
Aday Memur
25 Eylül 2009 11:08

Alemlere rahmet olan Peygamber efendimizin şefaati ile ilgili bazı hadis-i şerifler şunlardır:

**

__İsra suresinin (yakında Rabbin sana makam-ı mahmudu verecektir.) [mealindeki] ayet-i kerimedeki "Makam-ı mahmud" bana verilecek şefaat hakkıdır. [Tirmizî]

**

__Ahırette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım. [İbni Mace]

**

__Her peygamberin duâsı kabûl olur. Her peygamber, ümmeti için dünyada duâ etti. Ben ise, kıyâmette ümmetime şefâ?at izni verilmesi için duâ ediyorum. İnşâallah duâm kabûl olacak. Müşrik olarak ölmemiş herkese şefâ?at edeceğim. [Buhârî]

**

__Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim. [Nesâî]

**

__Peygamber efendimiz, günahkârlara şefâ?at edeceğini bildirince, Hz. Ebüdderdâ, (Îmânı olan hırsız ve zâniler de şefâ?ate kavuşacak mı) diye suâl etti. (Evet, onlara da şefâ?at edeceğim) buyurdu. (Hatîb)

**

__Günahı çok olanlara şefâ?at edeceğim. [Hatîb]

**

__Nefslerine aldananlara şefâ?at edeceğim. [Deylemî]

**

__Kıyâmette, kum sayısından daha çok kimseye şefâ?at ederim. [Taberânî]

**

__Kıyâmette ?Yâ Rabbî, zerre kadar îmânı olanı Cennete koy!? diyeceğim. Hepsi şefâ?atimle Cennete girecek. [Buhârî]

**

__Ehl-i beytimi sevenlere şefâ?at edeceğim. [Hatîb]

**

__Eshâbımı kötüliyenden başka, herkese şefâ?at edeceğim. [Buhârî]

**

__Kabrimi ziyâret edene şefâ?atim vâcib oldu. [Buhârî]

**

__Sırf beni ziyâret için gelen, Allahın izniyle şefâ?atime kavuşur. [Müslim]

**

__Medîne?de ölen [mü?min]lere şefâ?at ederim. [Tirmizî]

**

__Medîne?nin sıkıntılarına katlanana, şefâ?at ederim. [Müslim]

**

__Sünnetimi [îmânını] elinden kaçıran kimseye [kâfire] şefâ?atim haram oldu. [Şir?a]

**

__Şefâ?atime inanmıyan kimse, ona kavuşamaz. [Şir?a]

**

__Şefaatime kavuşmak isteyen kızını fâsıka vermesin! [Şira]

**

__Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır. [Tirmizî]

**

__Cuma günü ve gecesi çok salevat getirene şefaat ederim. [Beyhekî]

**

__Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim hâlde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, "Ya Rabbi ümmetim ümmetim" derim. Rabbim "Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?" buyurur. Ben de "Ya Rabbi onların hesaplarını çabuk gör, sıkıntıdan kurtulsunlar" derim. Cehennemliklerin listesi bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik "Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın" der. [Beyhekî, Taberânî]

**


psikolog1453
Genel Müdür
27 Eylül 2009 04:37

Sayfamı şenlendiren siz sevgili dostlardan Allah ve Rasulü razı olsun.Selametle kalın inşallah.


seyhanli_001_
Yasaklı
27 Eylül 2009 14:31

arşın Kubbelerine Nurla Yazılan

Arş?ın kubbelerine adı nurla yazılan

İsmi semâda ?Ahmed?, yerde ?Muhammed? olan

Yedi katlı göklerde Hak cemâlini bulan

Evvel-ahir yolcusu yâ Hazreti Muhammed

Sağnak nur yağmurları inerken yedi kattan

O gece sendin gelen, ezel kadar uzaktan

Melekler her zerreye müjde verirken Hak?tan

O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed

Güneşler, o gecenin nuruna secdederken

Yıldızlar meşk içinde, kâinat vecdederken

Bütün hamd ü senalar Yüce Rabb?e giderken

O gece, sendin gelen, yâ Hazret-i Muhammed

Kâbe?de şirk taşları, putlar yere dönerken

Cehâlet bayrakları, birer birer inerken

Bin yıllık küfr ateşi, ebediyyen sönerken

O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed

O gece Save gölü, mu?cizeyle kururken,

Kisra saraylarında, sütunlar savrulurken

Arz?dan arş?a âlemler rahmetini bulurken

O gece sendin gelen yâ Hazreti Muhammed

Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen

Doğar doğmaz, ?Allah?a secde? emri verilen

Doğudan ve Batıdan, her mahlûkça görülen

Kainat efendisi, yâ Hazreti Muhammed

Sen ki; asâletine, ezelden hükmedilen,

Tertemiz rahimlerle, lekesiz soydan gelen,

Beşerî şüpheleri, Kur?ân ilmiyle silen,

Seçilen sevgilisin, yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; büyük yargıda, şefaat müjdecisi,

Bunca âciz beşerin, mahşer günü bekçisi,

Sen ki; Kur?ân şahidi, Allah?ın son elçisi,

Kurtuluş habercisi, yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki; Âdem neslini, uçurumdan döndüren,

Zulüm sancılarını, şefkatiyle dindiren,

İnkâr yangınlarını, irfânıyla söndüren,

Âlimlerin sultanı, yâ Hazreti Muhammed.

Sen ki güzel huyların, ahlâkın meş?alesi

Sabır doruklarında beşerin en yücesi

Senin cennet mekanın, fakirlerin hanesi

Gönüller hazinesi yâ Hazreti Muhammed

Sana şâhit sonsuzlar, ezelden beri her an

Sana şahit ayetler her zerre ve her mekan

Senden uzak kalmaya nasıl dayanır ki can

Sen, her canda cânânsın yâ Hazreti Muhammed

Mi?raç gecesi bir bir açılıyorken gökler

Seni selamlıyorken her katta peygamberler

Öyle bir an geldi ki; durdu bütün melekler

Hak?ka yalnız yürüdün yâ Hazreti Muhammed

Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin

Dünyada dönmeyen dil mahşerde ne söylesin

Mevla, bütün beşeri ümmetinden eylesin

Sancağının altında yâ Hazreti Muhammed

Hak ile kul vuslatı o ilâhî düğünde

Hiç kimseden kimseye fayda olmayan günde

Hasatları, has tartan o terazi önünde

Noksanları bağışlat yâ Hazreti Muhammed

Biliriz ki; hükmü yok bu dünya nimetinin

Gönüldür sermayesi ahiret servetinin

Sana salat ve selam gönderen ümmetinin

Cennetler şahidi ol yâ Hazreti Muhammed

mehmet emin ay


seyhanli_001_
Yasaklı
27 Eylül 2009 14:35

Kaside-i Bürde - Kab bin Zuheyr(sahabe)

***

Yurdundan koparılmış gözleri sürmeli yaralı bir ceylân gibi

Suat'ı alıp götürdüler. Gönlüm öyle kırık ki!

Gönlüm, azat nedir bilmeyen bir köle örneği ezgin.

Tan vakti Suat göçtü buralardan.

O ne mağrur bakışlardı Rabbim ve ne müstağni.

Suat ki boyu altın ölçüde; önden bakılınca zarif nahif, incecik belli,

tombul görünüşlü arkadansa, arka çizgileri bile belli.

Gülerken dişlerinde kar yağar gibi bir kış aydınlığı ,

Öyle beyaz, onları şarapla yıkıyorlar durmadan sanki.

Vâdi açık. Kuşluktur. Çakıllarda kuş sesli serin sular.

Kuzey yelleriyle serin sular gibi saf ve ışıklı Suat'ın ağzındaki.

Süpürürse rüzgâr nasıl üstündeki bulutları,

nasıl yıkarsa pırıl pırıl geceleri yağmur tepeleri

Ağzındaki su o yağmur suyu Suat'ın. Dişleri o beyaz kum tepeleri.

Soylulukta en soylu, cömertlikte bir eşi yok bir sevgili iken Suat,

Ne kendi sözünde durdu, ne de dinledi beni.

Suat bu, işi gücü bana oyun, naz, vefasızlık, söz verip dönmek.

Benim kaderim böyle, Onun aşk felsefesi.

Bulut bir zavallıdır Onun yanında biçimden biçime girmekte,

Renkten renge girmekte yaya kalır bukalemun, gulyabani.

Sen ne aptalsın ki yahu sandın Suat durur sözünde.

Kalburda su durursa, Suat da durur sözünde tabii.

Suat'tan söz aldım diye böbürlenip durmak ha!

Hayaller kurdun, umutlandın!

Ama umutlar uçucu, aldatıcıdır rüyalar gibi.

Suat'ın vuslat. sözleri geçse yeridir atlatışlar tarihine.

Bir söz istedin mi kendinden,

hemen kesilir meşhur yalancı Urkub'un teki.

Böyle arkandan atıp tutuyorum ya Suat, elbet ayrılık acısından.

Onun için affet beni, sen yine de sev beni.

Suat şimdi mutlaka öyle bir yerdedir ki, vakit de akşam;

Saf kan ve yörük dişi develerdir ancak develerin oraya götüreni.

Evet, ta ötelerde konaklıyan Suat oymağını tutmak için

Yüreğe korku veren. Dağ gibi rüzgâr tempolu hecin develer gerekli.

Öyle deve gerek ki, terlerse ırmak aksın kulağının ardından,

Uçsuz bucaksız çöl yollarını seve seve tepmeli...

Bir deve ki. bakışı iki hançer ufuklara saplanan.

Eşi gitmiş; yabani bir aksığın gibi öyle uçsun ki,

o dursun, altından kaysın ateş çölü ve ateş tepeleri.

Gerdanı sağlam.

Ayakları yer sarsan vücudu kıvrım kıvrım ve ölçülü biçili.

Soy sopça en arık damızlık develerden haydi haydi ileri.

Böğrü enli, boynu uzun ve kalın; çehresi geniş.

Bir erkek deveyi andırmalı tıpkı; Suat'ı tutar o zaman belki.

Derisi daha parlak olmalı kabuğundan deniz kaplumbağasının.

Ve ondan daha sağlam.

Kızgın güneş altında aç azgın keneler bile onu örseleyememeli.

İlk bakışta dağ gibi korku vermeli görünüşü bakana:

Boyu yüksek mi yüksek, çevik mi çevik ayakları, tertemiz şeceresi.

Gürbüz, etine dolgun. bakımdan öyle semizlemiş .olmalı ki,

Oyluklarından tırmanan salkım salkım keneler

derinin cilâsından kayıp kayıp düşmeli.

Yürürken baldırından, et fırlasın etinden, iki ön bacağı ok gibi

Çıksın dolgun göğsünden. serbest atılışlı çalım çalım üstüne bir

yaban merkebi örneği.

gözlerle gerdan arası, başın yular takılan yeri.

Sert ve katı olmalı bileği taşı gibi.

Ve upuzun kuyruğu ipek tüylü, sarksın memelerin üstünden.

Öyle dokunmalı ki memelerin ucunu ürkütmemeli.

Kapkara iki mızrak bacakları, rüzgâr gibi uçmalı

Şüpheye düşmelisin ayakları yere değdi mi, değmedi mi.

Yumru burnundan, kulağından, beyzi çehresinden bu türlü develeri.

Tanır derhal deveden anlayan yekta bir bilirkişi.

Ayakları demirdenmişcesine çakılları fırlatır iki yana.

Deri mahfaza bile takmaksızın aşar kayalıkları bu eşsiz develer ki.

Çalışkan bir işçi gibi terler coştukça, terledikçe coşar...

Aşar kuşlar gibi serap derelerini, sahra tepelerini, ateş

çöllerini...

Kertenkelenin güneşte yanan sırtı sıcaktan külde pişmiş ekmeğe

Döndüğü günler bile kimse durduramaz koşmaktan şu bizim deveyi.

Bir sıcaklık ki, a yolcular dinlenin! der kervan sahibi

-Ve taş altına gizlenir siyah çekirgeler, o sabır ateşleri.

Ama bizim meşhur devemiz gün ortasında koşusunu bitirmez,

Başlamıştır yolculuğa sanki daha yeni.

Sıcak artar, değişir yürüyüşü; sıcak arttıkça değişir. Ve ön

ayaklarının

Çırpınışlı hızlanışı andırır ölmüş çocuğuna göğüs döven bir anneyi

ve ona bakıp (anıp kendi ölmüş yavrularını

da) hıçkıran yırtınan öbür anneleri.

Evet o yürüyüş, o ayak çırpınışları göğsünü paralayan yaşlı bir

annenin çırpınışları.

Akla elveda diyen bir annenin, alır almaz ilk yavrusunun kara

haberini.

Göğsü kan içinde kalan. üstü başı yırtılmış,

Saçları darma dağın çılgın bir annenin haberini.

Söz taşıyıp öç alan iki yüzlü şiir ve kabile düşmanlarım :

"Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen mahvoldun." dediler.

Suat'ın derdi bana yetmezmiş gibi.

"Ey Ebi Sülma'nın oğlu sen kendini ölmüş bil."

Ben de koştum güvendiğim dostlara :

Kime başvurdumsa ama:

"Biz yokuz bu işte, var git kendin bak başının çaresine" demezler mi?

Ben de onlara dedim : "Gidin gidin beni yalnız bırakın,

Neye hükmetmişse o olur, hükmeden o Allah ki.

Yaşamak dediğiniz nedir bin yıl yaşasa bile

Eninde sonunda insanoğlu o kanbur tahta kutuya girmiyecek.

Binmiyecek mi?

Heber geldi: "Peygamber, seni öyle bir cezaya çarpacak ki!"

Siz bilirsiniz. hey zavallılar! İşte onun kapısındayım, yüreğimde

sonsuz bağışlanma ümidi.

Ondan özür dilemeye geldim, af istemeğe geldim;

Çünkü O sırrını bilendir, kabul edicisidir mazeretlerin.

O affedenlerin en affedicisi.

İçi hidayet öğütü en yüce gerçekler dolu Kur'anı

Sana armağan eden Allah için ver bana bir savunma mühleti.

Bakma ve zaten bakmazsın sözlerine beni kıskananların.

Senin hükmün onlara değil, hakka ayarlı ve ben de bir parça

suçluyum belki.

Ama senin makamındayım şimdi. Fillerin bile titrediği makamda.

Bir makam ki, titrerdi bir fil benim gördüklerimi görse. işitse

işittiklerimi

Burada beni ancak Allah buyruğuna bağlı Peygamber affı

kurtarır:

Ben de onun öç ve adalet eline uzatıyorum işte sağ elimi.

Beni ancak o kurtarabilir burda. Yalnız O. Şimdi söz yalnız Onun.

Ama O "Sen suçlusun, cezanı çekeceksin" dese önünde eğik

bulur boynumu adaletin heybeti.

En heybetli manzara bu olur benim için. Çünkü Asserde,

İç içe açılan sonsuz aslan yataklarının en içindeki

Muhteşem yurdunda hüküm süren aslanlar başbuğudur O.

Bir arslan ki. erkenden ava çıkar, yavrularının besini insanoğlu,

insan eti.

Bir arslan ki, savaş alanında kendi düşmanı dengi

Bırakmadan çarpışmayı, haram sayar kendine savaşı terketmeyi.

Heybetinden kısılır sesleri yırtıcı çöl arslanlarının ,

Arslanlar arasında bile o dağıtır adaleti.

Parçalandı silâhları ve elbiseleri, kurda kuşa yem oldu

Bu vâdide kendi gücüne bileğine güvenen nice kişi.

Şüphe yok ki, Peygamber, en keskin bir kılıçtır kılıçlarından

Allahın.

Sonsuz bir kurtuluşa, nura ve hidayete alıp götüren bizi.

Ve arkadaşları O'nun, Mekke vâdisinde İslâmı kabul eden

Kureyşin en ileri gelenleri...

Cömertlikte ve yiğitlikte hiç birinin yok dengi.

İlk gûnler, göçmek gerekliydi, hemen göçtüler,

Zerre tereddüt etmeden.

Bırakarak yurtlarını, tüten ocaklarını, mal ve mülklerini.

Yerlerinde kalanlar çarpışamıyacak güçte olanlardı.

Onlar da, müdafaasız ve silâhsız, çepçevre küfürle çevrili,

bugünü hazırlamış beklemişlerdi.

Evet, bunlar, başları dimdik gezen yiğit üstü yiğit,

Davuda mahsus demir gömlektir zırh diye giydikleri.

Zırhları pırıl pırıl ve upuzun. Çelikten büklümleri öyle ki,

Birbirine geçip kaynaşmış bir ayrıkotunun halkaları gibi.

Mızrakları düşmanı devirse yere, gurur nedir bilmezler,

Yenilirlerse bilmezler nedir umut kesmek, yok ya yenildikleri!

Ak soy develer gibidir gidişleri. korunmaları da saldırış.

Vurulunca göğüslerinden vurulurlar.

Onlar ürkmez, onlardan ürker dev dalgalı ölüm denizi.


ögretmence13
Kapalı
27 Eylül 2009 17:15

ONA LAYIK KELİME:GÜLLERİN EFENDİSİ YERYÜZÜNDE HİÇBİR İNSANIN ONUN TIRNAĞI OLAMAYACAĞI NUR


handanüşadan
Müsteşar Yardımcısı
28 Eylül 2009 12:07

Tennûre kanatlarla semâzenler seferber

Ağırdan kudüm sesi ne yerde ne gökteyim

Lokmamı kırka bölüp kutbunda dönmekteyim

Zevk ölür, neşve biter ufuklar seni özler

Ağırdan kudüm sesi ne yerde ne gökteyim

Gülgûn sessizliğimde, bulutlar basar beni

Yeşil sorguçlu kuşlar, ışığa asar beni

Bir ulu ırmaksın sen ulaşsam pınarına

Can- beden Selçukyasın ya Hazreti Mevlânâ


ciceğim
Şube Müdürü
28 Eylül 2009 13:44

NİMETLERİN FARKINA VARMAK

İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise bars hastalığı olduğu anlaşılıyordu.

Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış şöyle dua ediyordu:

? Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!.

Hazret?i İsa kötürüm adama yaklaştı:

? Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen? Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelerek dedi ki:

? Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple O?nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de O?na şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O?nu tanıma sevinci, dilinde de O?na şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü lütfeylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da:

? Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbime ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!. diye sevinç duaları etmekten kendimi alamıyorum.

Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu kötürüm adama yaklaşan İsa aleyhisselam:

? Ver şu elini öyle ise! diyerek adamın elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper.

Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:

? Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi peygamber değil misin? der.

? Belli olmuyor mu? deyince:

? Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli değil, der. Tebessüm eden Hz. İsa:

? Sen hele bir ayağa kalkmayı dene! deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar. Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:

? Ey Allah?ın Nebisi, sendeki bu mucizeler de O?ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O?na bir şükredeyim, diyerek hemen yere iner başını secdeye koyarak der ki:

? Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak da lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl ödeyeceğim bu nimetlerin karşılığını?.

Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı İsa aleyhisselamın elini öpmek isterler. Ama Allah?ın Nebisi işaret eder:

? Benim değil şu secdedeki kötürüm adamın elini öpün!..

Derler ki:

? Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç böyle mutluluk duymadık.

? Öyle ise der, tefekkür edin, siz de düşünün. Düşünen insan sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise mahrumiyet duygusunda kalır.

Toplam 214 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi