Editörler : E.Kayı Han


Kapalı
27 Ekim 2009 15:39

Fatih Sultan Mehmed'in Bilinmeyenleri

Fatih Sultan Mehmet denilince akla hep ?İstanbul?un Fethi? gelir. Bu, bize ilkokuldan beri öğretilen bir bilgiydi. Ancak, fatih?in bu fetihten başka birçok ilginç özelliği var. İşte bunlardan birkaçı;

* Arapça ve Farsça olmak üzere 7 dil biliyordu. Latinceyi anadili gibi konuştuğu rivayet edilir.

* Şairdi. Mahiyetindeki 185 şairden 30?unu maaşa bağladı.

* Ünlü ressam Bellini?yi İstanbul?a getirtip kendi portresini yaptırdı.

* İstanbul?un fethi için, Musluhiddin ve Saruca Serkan gibi, Osmanlı mühendislerinin yanında, Macar Urban?a Edirne?de, ?şahi? adı verilen toplar döktürdü. Bu toplar, Bizans?ın yanı sıra Avrupa asırlardır süren feodaliteyi de bitirecekti?

* Kanuni?den çok önce, bir kanunname ve bir anayasa hazırlattı.

* Otlukbeli?de Uzun Hasan?ı yenince, zaferini kutlamak için 40 bin esiri serbest bıraktı.

* Otuz yıllık saltanatı süresince, yirmi beş askeri harekata bizzat komuta etti.

* 900 bin km. olan Osmanlı topraklarını, 2 milyon 214 bin km.?ye çıkardı.

* Venedik Kralı tarafından planlanan on dört suikast girişiminden sağ kurtulmayı başardı. Ölümü hakkında ?suikast? şüpheleri halen vardır.

* Ölümün ardından Papa, kutlama amacıyla üç gün boyunca gece-gündüz durmaksızın çanlarını çaldırdı.

* Ömrü boyunca, iki imparatorluk, dört krallık ve on bir prensliği kendine bağladı.

* Hristiyanlar tarafından, Osmanlı Türklerinin İstanbul?u fethettiği gün ?dünyanın sonu? şeklinde tanımlandı.

* Son yapılan anketlere göre, akla ismi ilk gelen Osmanlı sultanı olmuştur.

* Birçok tarihçiye göre Fatih, devlet-i ebed müddet geleneğinin son hükümdarıydı...

Ali Çimen / "Tarihi Değiştiren Askerler" İsimli Kitabından Alıntıdır.

27 Ekim 2009 17:56

''-İmparatorunuza Söyleyin; Şimdi ki Osmanlı Padişahı Öncekilere Benzemez. Benim Gücümün Ulaştığı Yerlere, Sizin İmparatorunuzun Hayalleri Bile Ulaşamaz...''

*Anadolu ve Rumeli'nin en kudretli devletinin hükümdarı olarak "HAN" ünvanını ilk defa o kullamıştır.

*Fatih Sultan Mehmed, Bosnayı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestiyet getirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in ''İnsan Hakları Ahidnamesi'' bu zamana tekabül etmektedir.

*İstanbul, Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline gelmiş, Fatih medreseleri klasik Osmanlı medreselerinin temelini oluşturmuştur.

*Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Seman'ı kurmuştur. Sahn-ı Seman İstanbul'un ilk Türk yükseköğretim kurumudur.

*Anadolu birliği tamamlanmış ve Rumeli'deki Türk varlığı Belgrad'a kadar uzanmıştır.

*İstanbul'un fethinden sonra kendisini Kaiser-i Rum (Doğu Roma İmparatoru) ilan etmiş ve devlet müesseselerini yerleştirmiştir.

*Fatih Kanunnamesi ile Atam-Dedem Kanunu dediği gelenekleri yazılı hale getirmiş ve buna Kanunname-i Ali Osman denmiştir.

*1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırmıştır.

*Fatih Sultan Mehmed'in iki resmi tarihçisi mevcud idi. Tursun Bey ve Bizanslı Kritovulos...


*huzur14.*
Yasaklı
27 Ekim 2009 18:30

7 dil bilen ,şair ....nerde şimdi böyle siyasetçi..


gamze9
Kapalı
28 Ekim 2009 08:16

Fatih'e bakınca kendimden,yaşımdan utanıyorum.

"Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın" diyen Asya'yı rahmetle anıyorum...


dilŞAD2
Kapalı
28 Ekim 2009 09:42

Bizim siyasetçiler mavra dilini harika biliyor...

Dünyada eşi menendi yoktur sanıyorum...

Güzel polemik yaparlar,

su yüzüne çıkma konusunda zeytin yağından daha maharetlidirler,

karayı ak diye allayıp pullayıp hap gibi yuttururlar alimallah...


(+_+)
Şef
04 Kasım 2009 19:02

bir menkıbe paylaşayım sizlerle..

FATİH SULTAN MEHMED MAHKEMEDE

İşte, Fatih Sultan Mehmet, işte İstanbul'da bir Rum;

Fatih Sultan Mehmet talepte bulunuyor, diyor ki:

"Orada cami yapacağım, arazini bana satmanı istiyorum."

Biliyorsunuz her arazinin bir rayiç bedeli vardır; yani o çevrede o arazinin ne kadar para ettiği aşağı yukarı herkes tarafından bilinir. Alt hududu bir de üst hududu vardır. Fatih Sultan Mehmet, üst hududun iki katını veriyor; ama Rum vermemekle ısrar ediyor. Cami kurulmasına gönlü razı olmuyor. Bir Hıristiyan; bu da onun kabahati değil, içinden gelen şey öyle. Hak sahibi vermezse vermez; ama Fatih Sultan Mehmet'in de kızmış kafası.

"O kadar fazla para verdiğim halde, bu adam vermiyor; demek ki bunu inadından yapıyor; nefsani davranış bu. Ben cami yapacağım, benimki nefsani değil ruhani" diyor.

Alıyor adamın arsasını, bastırıyor; camiyi yapıyor.

Adam perişan. Adamı üzgün gören biri:

"Ya bu kadar üzüntünün sebebi ne?"

Anlatıyor adam derdini "İşte" diyor. "Yapabileceğim bir şey yok ki! Bunu yapan Padişah; daha ötesi yok, onun üstünde kimse yok. O bana bunu yaptığına göre her şey bitti". diyor.

Bizim Osmanlı diyor ki: "Her şey bitmedi, bu memlekette kadılar vardır. Gidersin kadıya, adaletsizliği anlatırsın. Padişah da olsa o hesabı görür".

"Yani" diyor "ne demek istiyorsun?" (Adam hiç inanamıyor bir defa söylenenlere.) Adamcağız hiç inanamıyor; ama "Hadi gideyim mahkemeye, ben müracaat edeyim." diyor. Kadıya müracaat ediyor.

Gerçekten de Fatih Sultan Mehmet mahkemeye gelince, adamın gözleri hayretten açılıyor. Fatih Sultan Mehmet ayakta; Kadı Efendi oturuyor ve mahkeme başlıyor. Fatih Sultan Mehmet'in, adamın arsasını zorla iktisab etmekten elinin kesilmesi konusunda bir karara varılıyor. Fatih Sultan Mehmet'in eli kesilecek. Ama Osmanlı adaletinde, bir müessese daha var; eğer bir şeyin bedeli ödenirse ve alacaklı taraf, hak sahibi taraf bunu kabul ederse, o ceza düşer. Bu kanun gereğince teklifte bulunuluyor.

Deniyor ki: "Bunun bedeli şu kadar altın, bu kadar altına karşılık, onun elinin kesilmesinden vazgeçiyorsan,, Padişah ödemese bile, onu sana beyt'ül mal öder. Razı mısın?"

Rum, şaşkın şaşkınPadişah'a bakıyor , inanamıyor, sonra "Tabi razıyım. Razı olmaz mıyım? O padişah" diyor.

Adam razı olduktan sonra, Fatih Sultan Mehmet diyor ki :

"Benden beyt'ül mal'ın talebi 200 altın; ama ben 2000 altın vereceğim ve her gün de bir altın daha ödenmesini istiyorum. Senenin 365 günü, her gün bir altın ödenecek bu zata."

Ve mahkeme biter bitmez kadı yerinden kalkıyor, Fatih Sultan Mehmet'in ayaklarının yanına gelip diz çöküyor,

"Padişahım şu ana kadar ben, Allah'ı temsil ediyordum, ben oturuyordum siz ayaktaydınız. Çünkü siz maznun mevkiindeydiniz. Allah'ı temsil eden siz değildiniz. Adaleti veya adaletsizliği temsil ettiğiniz mahkemenin sonunda belli olacaktı. Ben Allah'ı temsil ediyordum; adaletin sahibi bendim o sırada. Şimdi benim görevim bitti. Şimdi bana, sana tâbî olan, senin imparatorluğunun bir kadısı olarak el etek öpmek düşer" diyor. Padişahın eteğini öpüyor ve ondan sonra padişah oturuyor, ötekiler dışarı çıkıyorlar.

05 Kasım 2009 17:12

İDARİ DÜZENLEMELER ;

Fatih Sultan Mehmed, klasik manada Osmanlı devletinin idari kurucusu sayılabilir. İstanbul'un fethinden sonra kendisini Kaiser-i Rum (Doğu Roma İmparatoru) ilan etmiş ve devlet müesseselerini yerleştirmiştir. Fatih Kanunnamesi ile Atam-Dedem Kanunu dediği gelenekleri yazılı hale getirmiş ve buna Kanunname-i Ali Osman denmiştir. Divanın idaresini sadrazamlara bırakarak, işleri kafes arkasından takip etmeye başlamış, mutlak vekilim dediği sadrazamı geniş yetkilerle donatmıştır. Ayrıca defterdar, kazaskerler ve diğer üst düzey devlet erkanının görevleri tarif edilmiştir. Yeniçeri ordusu 10.000'e çıkarılarak güçlü bir merkezi ordu teşkil edildiğinden uç beylerinin önemi azalmış, böylece merkezi idare sağlamlaştırılmıştır. Anadolu ve Rumeli'nin en kudretli devletinin hükümdarı olarak "Han" ünvanını ilk defa o kullamıştır. İstanbul'un fethinden sonra Yıldırım Bayezid zamanında elden çıkan topraklar yeniden kazanılmış, hatta Rumeli ve Karadeniz kıyılarında yeni yerler fethedilmiştir. Kırım'ın fethi ile Karadeniz bir Türk gölü haline getirilmiş, Anadolu birliği tamamlanmış ve Rumeli'deki Türk varlığı Belgrad'a kadar uzanmıştır. İstanbul, Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline gelmiş, Fatih medreseleri klasik Osmanlı medreselerinin temelini oluşturmuştur. Şairler ve ilim adamları için bir cazibe merkezi haline gelen İstanbul'a bütün İslam dünyasından bilginler gelmeye başlamıştır

FATİH'İN İNSAN HAKLARI AHİDNAMESİ;

Fatih Sultan Mehmed, Bosnayı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestiyest getirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in buradaki latin papazlarına verdiği 883 (1478) tarihli ferman suretinde; "Nişanı-ı hümayun şu ki Ben ki Sultan Mehmed Han'ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Sözkonusu rahiplere ve kiliselerine hiçkimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratna Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir." Bu ferman suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.


yar öldü
Kapalı
18 Nisan 2010 17:51

Fatih mumyalanmış mıydı?

15 Nisan 2010, 22:14

İçki, şu, bu derken sıra geldi Osmanlı'da mumla mumya aramaya. Güya Osmanlı padişahları gömülmeden önce mumyalanırlarmış. Magazin tarihçileri gün geçmiyor ki ortaya yeni bir saçmalık atmasın.

İçki, şu, bu derken sıra geldi Osmanlı'da mumla mumya aramaya. Güya Osmanlı padişahları gömülmeden önce mumyalanırlarmış.

Kanıt olarak öne sürdükleri de ya bazı vakanüvislerin manasını anlamadıkları sözleri ya da bir sözde 'belge'. Kimi şöhret heveslileri de kapı kapı dolaşıp Fatih'in cenazesini kokuttuğumuzu, bundan büyük rezillik olamayacağını, dahası, ellerinde taş gibi belge olduğunu lodos gibi üfürebiliyorlar. Sizler de soruyorsunuz haklı olarak: Var mı böyle bir şey?

Her şeyden önce böylesine çözümü zor tarih konuları magazinci ağzıyla çözülmez. Olsa olsa kâzip bir şöhret getirir, sonrası fıs! Oturup belgeler üzerinde çalışmaktan başka çözüm yolu yoktur. Ama nerede o sabır bizde! Herkesin gözü maçın skorunda. Hatta maçta bile skor üç ihtimalli iken, burada tek maçlı kupa finali gibi ya galip geleceksiniz ya da yenileceksiniz.

Gelelim mumya meselesine.

Bir kere eski Türkler, mesela Göktürkler ölülerini mumyalamazlardı. Ölen hükümdarların cesetleri aylarca açıkta bekletilir, ceset iyice çürüdükten sonra kemiklerini törenle gömerlerdi. Kültigin Şubat 734'te ölmüş ama Kasım'da gömülmüştü. Aynı şekilde Kasım 734'te ölen Bilge Kağan ise Haziran 735'te gömülmüştü (J.-P. Roux, "Türklerin ve Moğolların Eski Dini", İşaret Y., 1998, s. 214).

İkincisi, Amasya Müzesi'nde veya bazı Konya türbelerinde Selçuklu veya Beylikler dönemine ait bazı mumyalanmış hanedan cesetleri mevcutsa da, padişahlar mumyalanarak gömülmezlerdi.

O zaman haklı olarak 'Kitaplarda rastladığımız 'Sultanın naaşı tahnit edildi' ifadesinden neyi anlamalıyız?' diye soracaksınız. Mütercim Âsım'ın "Kâmus Tercümesi"ne bakıldığında 'tahnit'in Arapçada 'hanut' veya 'hınat' kelimelerinden geldiğini öğreniriz. Bunlar ise güzel kokulu nesnelerden oluşan kokuya tabir edilir ki, ölünün kefeni üzerine saçılır ve tebhir edilir.

Yani 'tahnit', Mısır'daki gibi mumyalama işlemi değildir. Prof. Halil Sahillioğlu'nun dediği gibi, hem koku sürmek, hem de güzel kokulu maddelerle beşer vücudunu çürümekten korumak anlamındadır. Tahnitin yerine göre dereceleri vardır gerçi ama bu hiçbir zaman mumyalama olarak nitelendirilemez. Nitekim Edirne'de vefat eden II. Süleyman'ın cenazesine ilişkin belgeler Başbakanlık Arşivi'ndedir. Cenazesi için satın alınan maddelere baktığımızda bir kısmının güzel kokular olduğunu görürüz: Anber, öd ağacı, abur, kâfur vs.

Kanuni'nin Zigetvar'dan 48 gün sonra getirilen cenazesine tahnitin bir ileri aşaması uygulanmış ve kokuşacak olan iç organları çıkartılmak suretiyle ilaçlanmış, misk, anber, abir sürülerek İstanbul'a kadar bozulmadan dayanması sağlanmıştır. Hatta bir tanığın söylediğine bakarsak, "attar tablası" gibi kokmaktadır. Belirtelim ki, Kanuni'nin daha Zigetvar'dayken iç organları çıkarılmış, kalbi yıkanarak ayrı bir kabın içine konulup diğer organlarıyla birlikte gömülmüş, cenaze özel doktoru Kaysunizade başkanlığındaki bir heyet tarafından yıkanmış, sonra kefenlenip namazı kılınmıştır. O sırada Zigetvar'da bulunmayan Gelibolulu Mustafa Âli ve ondan neredeyse bir asır sonra Evliya Çelebi'nin söylediğinin tersine, Kanuni'nin cesedi 'salamura' yapılmış veya mumyalanmış değildir.

İlginçtir, Kanuni'nin cenaze namazı bir de İstanbul'da kılınacaktır. Ancak İmam Şafii'dir (Nakibüleşraf Muharrem Efendi). Neden bir Şafiî imam kıldırmıştır? Hanefilikte iki ayrı cenaze namazına cevaz yokken, Şafii mezhebinde vardır da ondan. (Osmanlı'nın dinî hassasiyeti böyleydi.) Ayrıca Osmanlı insanı ölüme o kadar yakındır ki, sefere giden beyler, yanlarında zemzem suyuna batırılmış kefenler götürürlerdi. Nitekim Kanuni 'müzemzem' kefenle defnedilmiştir, mumyalanarak filan değil.

Sabrınız taşmak üzere, biliyorum. 'Nerede kaldı şu Fatih'in cenazesi?' demektesiniz haklı olarak. Geliyorum.

Önce 1970'te "Belleten"deki yazısında İ. H. Uzunçarşılı, ortada gördüğünüz belgeyi yayınlar. O tarihe kadar kimsenin dikkatini çekmemiş olan bu belgede tarih yoktur, bir. Kime yazıldığı belli değildir, iki (üzerinde yalnız 'Sultan' diye bir kelime okunur). İçinde sadece İshak Paşa'nın adı geçer. İmza ise Baltacılar Kethüdası olduğunu söyleyen Kasım'a aittir.

Önce üzerinde konuşabilmemiz için bu 'müthiş' belgenin ilgili kısmını aktarıyorum:

"...Ol halde hünkâr müteveffa oldu, üzerimde üç gün ve üç gece mum yanmadı, vardım Kapucular Kethüdasına söyledim, ol dahi İshak Paşa'ya söyledi. Emreylediler mum yaktım. Reyhası ucundan kimse yanına varmadı. Ben fakir, usta ile bilece içini ayırtladım. Bu zikr olunan sözleri kethüdamız dahi bilir..."

Şimdi çarpıtmalara gelelim.

1) Metindeki 'üzerimde'yi 'üzerinde' okuyorlar, 2) Sonra onu 'cesedin üzerinde' yapıyorlar, 3) Ardından güzel koku anlamına gelen "reyha" (rayiha) kelimesini cesedin kokuşmasına yoruyorlar, 4) Nihayet "Bilece içini ayırtladım"dan yola çıkarak Baltacılar Kethüdası'na bir ustayla birlikte cesedin içini boşalttırıyorlar.

Benim kanaatlerim şöyle:

1) 'Üzerimde 3 gün mum yanmadı'dan şunu anlayabiliriz: Saraydaki yas sırasında genel bir karartma uygulanmıştır. Kethüda Kasım, 'Mum yakabilir miyim?' diye izin istiyor.

2) Ceset kelimesi geçmiyor.

3) 'Rayiha' güzel koku anlamındadır ki, açıkladığımız gibi kefenin üzerine saçılan kokulardır. Bundan çürüme ve kokuşma anlamı çıkmaz.

4) 'Ayırtlama'nın buradaki anlamı, G. Veinstein ve N. Vatin'in yakaladıkları gibi sözkonusu olan bir cenaze ise iç organlarının çıkarılması değil, gasledilmesidir.

5) Madem atış serbest, ben de bu mektubun II. Murad'ın vefatı üzerine Fatih'e yazıldığını iddia etsem kim ne diyebilir? Hem adı geçen İshak Paşa'nın imzasını, Murad Han'ın vasiyetnamesinde de görmüyor muyuz?

Yıllar önce aklıevvelin biri bu belgeyi nasıl sunmuştu, hatırlayıp gülümseyelim mi: "Fatih'in naaşının mumyalanması unutulmuş ve sarayı dayanılmaz bir koku sarınca "Hay Allah, hünkârı tahnit ettirmek hatırımıza gelmedi" denip kokmuş ceset alelacele mumyalatılmıştı."

Tarihimiz kimlere emanet!

Mustafa Armağan


lRadikal ve Sert
Yasaklı
24 Temmuz 2014 19:40

çok büyük bir padişah


IRadikal ve Sert
Yasaklı
28 Temmuz 2014 18:50

.

05 Ağustos 2014 10:54

.


IRadikal ve Sert
Yasaklı
11 Ağustos 2014 10:25

.


RadikaI ve Sert
Yasaklı
12 Ağustos 2014 19:37

.


RadikaI ve Sert
Yasaklı
12 Ağustos 2014 20:00

.

24 Ağustos 2014 11:59

.

26 Ağustos 2014 11:26

.

28 Ağustos 2014 18:39

.


lRadikal ve Sert
Yasaklı
31 Ağustos 2014 10:45

.

Toplam 17 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi