30 Kasım 2001 …
--
Bir Kasım sabahı, benden de acele davranan zamanın eteklerine basa basa çıktım evden. Arkamdan kovalayanları önüme katıp, ikişer ikişer indim gece gibi hüzünlerimi saran evin merdivenlerini. Aynı yollarda ki taşların rengi bile gözlerime işlemişti zamanla. Gri-siyah karışımı bir şeydi kahveleri esir alan.
Tuhaf bir şeyler yüzünü göstermeye başlamıştı erken saatlerde. Bakkal erken açmamıştı bu kez ekmek teknesini. Bir selam almadan eksik çıkmıştım yola. Hayır olsun inşallah. Akşamdan hazırladığım dönem ödevim ve son final sınavımın notları şuan darmadağın bir şekilde çantamda ki yerinde. Eksik sayfa yoktur umarım. Beklemek her zaman zor gelmiştir bana. Hayat beni bu kadar acele yaşamaya zorlarken, üstüne bekletmesi ne gülünç değil mi?
“Nerde kaldı bu dolmuş?”
Bugün kaç yorgun yüz göreceğim acaba? Kaç yüzde kendimi esir edeceğim ve düşüncelerimi okuyan birileri olur korkusuyla, koltuk aralarına, açık duran cam kenarlarına gizleyeceğim aklımdakileri. Her yolculuk biraz eksiltir mi insanı? Oturduğun her koltuk biraz senden çalar mı? Yerine bir başkası geçtiğinde başka bir durakta, geride bıraktığın düşüncelerini okuma zahmetine katlanır mı acaba? Zor bir güne başlarken sabahın bu kadar erken bir saatinde, bu derece derinlere inmek iyi gelmeyecek sanırım son sınavıma? “Hayat bir sınav” lafını ne çok duyar oldum son zamanlarda. Her gün sınava tabii tutuluyorsam, sonuçları hangi zamana asılı ki?
Sırtımda ki dönemi bitirme yükünün son golü olarak gözümde büyüyen sınava, her zaman ki gibi uykumu alamamış bir halde, en az çantamda ki notlar kadar dağınık bir halde girdim. Elimden geleni yapmış olmanın rahatlığı var mıydı acaba? Dersi verdiğime göre? Omuzlarım yükten kurtuldu da, yüreğime çöreklenen bu ağırlıkta ne?
Hava bulutlu, yağmur yağsa da rahatlasa gök kubbe. Arada ıslatsa beni de hiç fena olmaz hani? Kendimi gölün kenarında, gökyüzünün yaslı haline kaptırmakla çok zaman sonra fark ettim.
-Ağlıyor musun?
-Neden?
-Ben ne zaman, nasıl geldim ki buraya?
-Eve gitmem gerekiyor oysa, hastaneye gidilecek çünkü..
Yüreğim koşar adım gitmek istese de, tutmayan dizime ne demeli?
...ve hastanedeyim!
Önceleri sevimli görünen, mavili yeşilli, ilaç kokularının bile başka bir ahenge büründüğü hastaneler, artık şimdi kapısından geçmekte bile zorlandığım cehennemler! Bir emaneti bırakıp da alamamak nasıl bir şey, bir Kasım gecesi acı bir gerçekle, yüzüne bir tokat gibi vurduğunda anlarsın. Buradan çıkış yoktur kolay kolay! Emaneti alamadan, kulağına dolan bütün sesleri de yanına alarak, ağız dolusu bağırmak istersin önüne çıkan herkese?
Evin kapısındayım, nasıl geldim ben yine, kim getirdi? Bir güne koca bir ömür mü sığdırıldı? Kimseye bakacak yüzüm yok. Emaneti bırakıp da geldim diyemem? Aslında ben kendimi de bıraktım diyemem,
Diyemedim,
Sarıldım, ağladım.
Hala ağlıyorum …
30 Kasım 2001 …
--
Bir Kasım sabahı, benden de acele davranan zamanın eteklerine basa basa çıktım evden. Arkamdan kovalayanları önüme katıp, ikişer ikişer indim gece gibi hüzünlerimi saran evin merdivenlerini. Aynı yollarda ki taşların rengi bile gözlerime işlemişti zamanla. Gri-siyah karışımı bir şeydi kahveleri esir alan.
Tuhaf bir şeyler yüzünü göstermeye başlamıştı erken saatlerde. Bakkal erken açmamıştı bu kez ekmek teknesini. Bir selam almadan eksik çıkmıştım yola. Hayır olsun inşallah. Akşamdan hazırladığım dönem ödevim ve son final sınavımın notları şuan darmadağın bir şekilde çantamda ki yerinde. Eksik sayfa yoktur umarım. Beklemek her zaman zor gelmiştir bana. Hayat beni bu kadar acele yaşamaya zorlarken, üstüne bekletmesi ne gülünç değil mi?
“Nerde kaldı bu dolmuş?”
Bugün kaç yorgun yüz göreceğim acaba? Kaç yüzde kendimi esir edeceğim ve düşüncelerimi okuyan birileri olur korkusuyla, koltuk aralarına, açık duran cam kenarlarına gizleyeceğim aklımdakileri. Her yolculuk biraz eksiltir mi insanı? Oturduğun her koltuk biraz senden çalar mı? Yerine bir başkası geçtiğinde başka bir durakta, geride bıraktığın düşüncelerini okuma zahmetine katlanır mı acaba? Zor bir güne başlarken sabahın bu kadar erken bir saatinde, bu derece derinlere inmek iyi gelmeyecek sanırım son sınavıma? “Hayat bir sınav” lafını ne çok duyar oldum son zamanlarda. Her gün sınava tabii tutuluyorsam, sonuçları hangi zamana asılı ki?
Sırtımda ki dönemi bitirme yükünün son golü olarak gözümde büyüyen sınava, her zaman ki gibi uykumu alamamış bir halde, en az çantamda ki notlar kadar dağınık bir halde girdim. Elimden geleni yapmış olmanın rahatlığı var mıydı acaba? Dersi verdiğime göre? Omuzlarım yükten kurtuldu da, yüreğime çöreklenen bu ağırlıkta ne?
Hava bulutlu, yağmur yağsa da rahatlasa gök kubbe. Arada ıslatsa beni de hiç fena olmaz hani? Kendimi gölün kenarında, gökyüzünün yaslı haline kaptırmakla çok zaman sonra fark ettim.
-Ağlıyor musun?
-Neden?
-Ben ne zaman, nasıl geldim ki buraya?
-Eve gitmem gerekiyor oysa, hastaneye gidilecek çünkü..
Yüreğim koşar adım gitmek istese de, tutmayan dizime ne demeli?
...ve hastanedeyim!
Önceleri sevimli görünen, mavili yeşilli, ilaç kokularının bile başka bir ahenge büründüğü hastaneler, artık şimdi kapısından geçmekte bile zorlandığım cehennemler! Bir emaneti bırakıp da alamamak nasıl bir şey, bir Kasım gecesi acı bir gerçekle, yüzüne bir tokat gibi vurduğunda anlarsın. Buradan çıkış yoktur kolay kolay! Emaneti alamadan, kulağına dolan bütün sesleri de yanına alarak, ağız dolusu bağırmak istersin önüne çıkan herkese?
Evin kapısındayım, nasıl geldim ben yine, kim getirdi? Bir güne koca bir ömür mü sığdırıldı? Kimseye bakacak yüzüm yok. Emaneti bırakıp da geldim diyemem? Aslında ben kendimi de bıraktım diyemem,
Diyemedim,
Sarıldım, ağladım.
Hala ağlıyorum …