Editörler : Lanet

Saba_
Kapalı
18 Nisan 2009 08:47

''ama''lar hayatta olacaktır muhakkak, ama'sız olmaz ama sevgide ''ama''ya yer var mıdır hocam?

Sevgim şartlıdır anlamına gelmez mi?


Saba_
Kapalı
18 Nisan 2009 08:54

Hocamın diyaloğunu ben şöyle yazmak istiyorum.

-Niçin bekliyoruz?

- Okulum var.

-eeeeeee?

-Okulumu bitirmeliyim.

-Seni seviyorum.


Rüştü ÖZDEMİR
Müsteşar Yardımcısı
18 Nisan 2009 09:59

-ben de seni seviyorum, ama

-ne aması

-okulum var

-eee

-okulumu bitirmeliyim.

Asıl sevgide amalar olmalı. Niye! İşin içine duygu girince kanmak/kandırmak kolaylaşıyor da onun için. Ne kadar mağdur "anne, bacı, abla" var bilseniz. Bu garibanların çoğunluğunun "ama" sı yoktu. Kim çekiyor şimdi cezayı.

-beni seviyorsun, değil mi

-o da ne demek! Tabi seviyorum, biliyorsun.

-ben de seni seviyorum, ama hayata asılma konusunda endişelerim var. Bu konuyu seninle paylaşmalıyım. Birlikte yürüyeceksek bazı kararlar almalı değil miyiz! Hayat zor çünki. Anneleri babaları bu konuda ikna etmemiz de gerekiyor ayrıca.

-anladım.

Senaryo yazabileceğiz her halde. Filmlerdeki yanlış kelime ve tavırlardan, bazen yanlış sahnelerden dolayı Yengenizle az kavga etmiyoruz. Ama çoğunlukla bana hak veriyor. "Evet, haklısın, dediğin gibi olsa konu daha iyi vurgulanacaktı. Mesaj eksik verilmiş" diye.


Saba_
Kapalı
18 Nisan 2009 10:09

Sevgideki ama'lar ''seni seviyorum'' sözünden önce kullanılmalı.

-ben de seni seviyorum, ama hayata asılma konusunda endişelerim var. Bu konuyu seninle paylaşmalıyım. Birlikte yürüyeceksek bazı kararlar almalıyız.

yerine,

-Hayata asılma konusunda endişelerim var paylaşmalıyız

-...

-...

.

.

-seni seviyorum

-ben de seni seviyorum.


Rüştü ÖZDEMİR
Müsteşar Yardımcısı
18 Nisan 2009 10:12

Güzel!


Saba_
Kapalı
18 Nisan 2009 10:17

teşekkür ederim hocam:)


Rüştü ÖZDEMİR
Müsteşar Yardımcısı
18 Nisan 2009 10:39

Görüyor musunuz, neler öğreniyoruz birlikte. Bu zevki birbirimize çok görmeyelim ne olur dostlar. Bu,küçük, basit birşey değil inanın. En azından birbirimize saygıyı, katlanmayı beceriyoruz birikte. Kimsenin ayağına basmadan yürümek basit değil, kolay da değil. Bastığımızın farkına varıp özür dilemek ise başlıbaşına bir meziyet.

Ayağa basmayla ilgili de bir replik geliştirdim: (repliğin türkçesi ne bilmiyorum)

!!!!!!!!!!!

-özür dilerim!

-önemli değil, yaşadığımı siz ayağıma basınca anladım, teşekkür ederim!

Nasıl ama!


uye1167091
Aday Memur
18 Nisan 2009 11:44

Başlık çok hoşuma gittti . Ve okuyorum her yeni yazılanı.

Dün ilk sayfada daha koyu renkle yazılan bir alıntı yazsı yoktu. Kaldı ki başlık sahibi ilk yazdığında alıntı olduğunu belirtmiş yani yazının kime ait olduğunu,

şimdi ne lüzumu vardı tekrar üstüne edit tarafından alıntı yazmanın

veya altına not yazmanın

bence edit olayı gereksiz yere büyütmüş ve kasmış...

saygılar


*suderin*
Yasaklı
18 Nisan 2009 14:19

bazı kurallar olabilir burda ama bu yazının idal'a veya bir başkasına ait olması arkadaşlar beni fazla ilgilendirmiyor. Güzel bir konu başlığı açmış arkadaş. maksat burda bu konu hakkında düşüncelerimizi belirtmemiz değilmi. Niye bu konu bu kadar büyütülde anlam veremiyorum. Burdaki amacımız bilgi alışverişinde bulunmak ve de hayatımıza yeni birşeyler katmak olmalı.


Ş@h-in
Müsteşar
18 Nisan 2009 14:52

Birkaç günlük veya birkaç aylık üyeler kural konuşmayı bize bırakabilir mi?

Burada özellikle eskiden beri yazışan üyelerin gelenek haline getirdiği bazı kurallar var, bunları uygulamak da bizim görevimiz. Yeni arkadaşlar da bunlara uymaya çalışsınlar lütfen.


Ş@h-in
Müsteşar
18 Nisan 2009 15:00

Bu söylediğim, söylenecek hiçbir sözün önünde engel teşkil etmemektedir. Sadece sizin "buna ne tepki verebilirim?" düşüncenizin doğurduğu bir durumdur. Zaten bunu laf olsun diye söylediğinizi hemen altında "tşk.ler" diyerek kanıtlamışsınız. Söylenecek söz yoksa "tşk.ler"i sözden saymamamız gerekir.


Ş@h-in
Müsteşar
18 Nisan 2009 18:06

Bir de en ufak bir tartışmada üye kaydını sildirip gitmeler yok mu... Böyle çıtkırıldımlara şunu hatırlatmak isterim, burası Ege sahillerinde kumdan kaleler yapılan yer değil, burası gerçek hayatın yansıması, yani forum. Forum ciddiyet ister, yürek ister, dayanmak ister, paylaşmak ister, hatta yerine göre atışmak, tartışmak ister ve bunlara katlanabilen bireyler ister.


zolotoya33
Kapalı
19 Nisan 2009 00:43

Can Dündar...

Üniversitede bir hocamız söylemişti,tetikçilik,sadece silah çekmekle olmaz kalemlede çok iyi tetikçilik yapılır demişti.Can Dündar'ı tanıyınca,tabiki önce yazdıklarıyla,O zaman anladım.

En önemliside,yüzyüze görüşebilme denmez,ama,farkımda olmadığını düşündüğüm bir zaman diliminde,iki saat boyunca sohbetini dinledim,ve ne büyük!!bir yazar olduğunu anladım.

Bu memlekette,ve yansıması bu forumda,öyle insanlar var ki,önemli olan yazdıkları,düşünceleri,ve ne verdikleridir diyeceklerdir.Hayır,bir insanın yaşamı düzensiz,sırf para amaçlı yapıyorsa bu işi,O'ndan hayır gelmez.En azından,bizim yalnız ve güzel ülkemizde....


leonardcohen
Aday Memur
20 Nisan 2009 00:01

can dündar: buğulu bir ses,edebiyata göz kırpan bir yazı stili.bu kadar mı.evt deyip bırakmayı isterdim ama diil.sadece yaptığı iki belgesele bakarak bile bir kişilik

analizi yapabiliriz: oturma odasında şirinlik yaparak ebeveyn

lerinden ilgi bekleyen büyümemiş çocuk: kimi seviyosun anneni

mi babamı sorusundaki sahte tınıya verilmiş kaypak cevap:iki

sini de.can dündarı hiç tanımayan birine sarı zeybeği ve mustafa belgeselini arka arkaya izlettirin: birbirine düşman

iki kişi çekmiştir bunları diyecektir.sölemek istediğim:sarı

zeybeğin mükemmel mustafanın berbat bişi olduğu diil.can dün

darın konjontürel muhalif olduğu.ortamda 68 liler rüzgarımı

esiyo yap bi deniz belgeseli.adnan menderes mi gündemde:çevir

kalemini ve buğulu sesini. yassıadaya..sorun onlardan ya da bunlardan olmak değil herkesin sevimli şirin maskotu olmak..

sorun bir türlü hakiki olamamak..yoksa aynı bayıltıcı yazıları yıllar önce cezmi ersöz yazmış ve bayağı üniversite

li hatun götürmüştü.


someone2238
Aday Memur
05 Ekim 2009 23:32

Karanlıktaymışlar. İki embriyo, bir ana rahminde...

Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...

Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...

Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş.

Elleri, ayakları belirginleşmiş.

Gözleri çıktıkça meydana,

İkisi de çevrede olup biteni fark etmiş...

Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu...

Sıcak, ıslak, sevgi dolu...

"Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki" demişler, "...bize ne mutlu..."

Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.

Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.

Onları besleyip büyüten kordonu fark edince

O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.

Sonra başlamış bir varoluş tartışması:

"Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk" diye sormuş ikizler...

"Annemiz" demiş biri, "O bizi var etti, bize can verdi."

"Ne biliyorsun" diye itiraz etmiş öteki, "Sen hiç Anneni görmedin ki...":

"Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir."

Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.

Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.

Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...

Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...

Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek;

Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.

"- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz" diye fısıldamış ikizlerden biri efkarla...

"- Ben gitmek istemiyorum" diye diretmiş öteki; "doyamadım ki daha hayata..."

"- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan sonra hayat vardır."

Sormuş karamsar olan:

"- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza neler gelecek?"

Şiirle cevaplamış iyimser olan:

"Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok seferinden..."

Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış.

Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış.

Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.

Ve "ömrümüz bitti" diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar.

Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu,

Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.

Bu bir CAN DUNDAR Yazısıdır.

08 Kasım 2009 12:01

BİR KADIN

Bir kadın çocuktur aslında..

Çocuk gibi davranmayı sever.

Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister.

Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.

Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.

Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz,

ama asla onu bir Çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.

Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.

Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez.

İster ki Erkeğin gücü kendisine huzur versin.

Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile Erkeğin yapmasını bekler.

Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de

erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.

Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.

Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.

İçinde her zaman sevgiyi taşır.

Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.

Zor sever ama tam sever.

Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için

yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.

Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.

Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.

Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz.

Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.

Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acımak" duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.

Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.

Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.

O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.

Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.

Yalnızlık onun sığınağıdır.

O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.

Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın bilgindir aslında.

Neler yapabileceğini erkek aklI hayal bile edemez.

Yaratıcılığının sınırı yoktur.

Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.

Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar.

Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.

Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.

Bir kadın hayattır aslında.

Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.

Yemek yemek, su içmek bile.

Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup

içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız, ne yazık ki yaşamıyorsunuz...

Can DÜNDAR

08 Kasım 2009 12:02

Eğer ;

O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...

sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,

ve O, her durduğunuz yerde duruyor,

her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,

hüzünlendikçe ağlıyorsa...

dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu

bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...

hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,

O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...

her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...

her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...

bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez

özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,

iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...

iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın

O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...

özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...

hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,

vuslat sehere denkse...

gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;

bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...

uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...

dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,

bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,

sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

...o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz


leonardcohen
Aday Memur
27 Temmuz 2010 13:10

son dakika:tarihin güzel ironisi

yıllarca 'kadın ruhundan anlayan yazar' ünvanını kimselere katırmayan

ve bu yüzden kalbikırık jülyetler derneğinden lejyon de honore ünvanı alan can dündar istanbulda esmer bi hatunla öüşürken yakalandı

isteyen istediğiyle öüşür dimi yeğen bize ne ama bu can dündar diil

miydi yıllarca sadakati,tek kadını sevmeyi falan anlatı duran.asıl gol öüşen çiftin biraz arkasındaki deniz taksiden gelmiş yeğen:roman

tik can esmer cıvırı öüyor üzerinde' su samuru' yazan deniz taksinin

önünde.dalağım yarılana kadar gülmek istiyorum.hadi bakım jülyetler

cezmi ersöz ya da haşmet babaoğluna naş naş...


berrooo
Aday Memur
07 Aralık 2010 15:44

keşke...

...........

Teypte eski bir Cohen şarkısı: "Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim / karşılaştık bir süre sonra /?Gözlerinin feri sönmüş? dedi bana: / ?Aşkım, ne oldu sana??/Böyle gerçeği söyleyince / ben de doğru söylemeye çalıştım ona /?Senin güzelliğine ne olduysa? dedim, / ?benim gözlerime de o oldu?.

8 - 10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi...Buruk; kırılmış oyuncaklar kadar...Ve yenik; "keşke"li cümleler gibi...Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı...Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, "keşke", onun güzüne denk gelir.Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç...Mağlubiyetin takısıdır "keşke"...Kaçırılmış

fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların, boşa

yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların

ağıtıdır.Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir

mektupta, göz yumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde,

dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir.Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte..."Yolunu gözlemeseydim", "öyle demeseydim", "terk edip gitmeseydim", "en güzel yıllarımı vermeseydim" diye diye sızlanır gider.

* * *

"Keşke"nin panzehiri "iyi ki"dir.İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir."Keşke", çoğunlukla bir "ahh'la kopup gelir ciğerden... esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden..."İyi ki" ise, muzaffer bir "ohh'la büyür; cüretiyle övünür."Keşke"li

cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu

kuruluğu varsa, "iyi ki"lilerde de göze alabilmişliğin, riske

girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar.Okulu

hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir; dokundurtmamışsınızdır

kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır.Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur.Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır.O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır "keşke"..."Şimdiki aklım olsaydı" dövünmesindedir.Geriye

dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda

edilmiş, "Ne derler"e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir

yığın haz, bilinçaltından el sallar."Keşke"cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır."İyi ki" öyle mi ya!...Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.

"İyi ki"lerinizi toplayın bugün ve "keşke"lerinizden çıkartın.Fazlaysa kardasınız demektir.Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya..."Keşke"leriniz, "iyi ki"lerden çoksa...Telafi için elinizi çabuk tutun.Tutun

ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden

karşılaştığınızda siz susarken, feri sönen gözleriniz "keşke" diye

nemlenmesin...

CAN DÜNDAR


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
17 Ekim 2017 17:01

Sadece Abdulhak Hamid Tarhan'ı ve o dönemdeki ucu Tarhan'a değen edebiyatçıları konu alan "Lüsyen"inini okuduğum kalemşör. Son dönem gündeme geliş şekli pek hoş olmadı tabiiki.

Toplam 140 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi