Editörler : Lanet

sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
19 Kasım 2011 18:00

ARMALAR..

-I-

O sabah, orada, bir başıma

Var mıydım, yok muydum, anlamıyordum ki

Kalakalmış gibiydim aklımda.

-II-

Yalnızken ve senden bu kadar uzakta

Öyle soğuk, öyle anlamsız ki her şey

Sevilen bir insan yüzünde ne yoksa.

-III-

Duyuyorum çıtırtısını gözlerimde

Önümde uzayıp giden kumsalın

Bir deniz minaresinin diliyle

Farkındayım sessizliğe ve

Sonsuzluğa çağrıldığımın.

-IV-

Onlar mı, dedim, kendi kendime

Ne olacak deniz kelebekleri işte

Doldurmuşlar erkenden kumsalı

Oyaladı saatlerce beni bu

Görünen bir şeyle görünmeyen bir şeyin pazarlığı.

-V-

Yağmur yağmur yağmur

Uçsuz bucaksız bir deniz

Anısız, sonrasız, bizbizeyiz

Devinimsiz bir yüz gibi terlemekte zaman.

----------

Edip Cansever


Meylina
Genel Müdür
17 Şubat 2012 11:24

Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize

ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden

bir çocuğun gülüşü gibi

Edip Cansever


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
18 Şubat 2012 00:38

Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun.

Hava soğudu -kasımın son günleri- kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğum.

Edip Cansever


lumiere
Genel Müdür
20 Şubat 2012 23:44

Ben Ruhi Bey Nasılım'dan

...Bekler mi beni

Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen

Bir sürü yaz gününün içinde

Acaba bekler mi beni

Uykularım, o sonsuz uykularım

Yanmış bir limonluktaki

- Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde

Sesini hiç eksiltmeyen -

Ama bilmez miyim ben

Bilmez miyim hiç

Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine

Kısacık bir zaman olmalıydı elimde

Turfanda meyva gibi bir zaman

Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği

Geçerek erguvanların dönemecinden

Leylakların dörtyol ağzından

Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına

Acının dudaklarına ve geçmişin

Bir yaban gülü yaprağı gibi beni

Ama ne gezer...


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
14 Mart 2012 18:25

Biz Bu Şafak Vaktinin?

Biz bu şafak vaktinin neresindeyiz

Öyle bir umut gibi gelip geçecek

Yalnızım, yalnızsın, bize kim gülümseyecek.

*

Ve onlar sevdasını söylemeden bir sokağa sapanlar

İçlerinde nane olan bir yerlerden geçecek

Bir soğuk yüreğe oyarak soğukluğu

Ya da onlar mı ki akşamlara dek bir bilardo oyuncusu

Biri bir zincirle ya da bir şapka kenarıyla özdeşleşerek

Birdenbire kaldırabilir ki eğik boynunu

Ne çabuk

Evet, ne çabuk, akşam oldu mu.

*

Arklardan yüze yüze geçen anılar

Toplasak, toplasak, neye benzetsek

Kilosu on liradan elmalar tam sıfıra düşecek.

*

Bir yanda yokluk içinde, bir yanda

Ey sonbahar, ey o büyük çiçek.

Edip Cansever


lumiere
Genel Müdür
14 Mart 2012 22:32

OTEL

Denizin alçalışıyla otel bir düştü

Binlerce kalıntı şehir değerinde

Sularla kaçışan ölümler türküsü

Sırdaş olan denizlerin diline

Taşlaşmış hayat ürpertileri ardından

Şekilsiz, oynak ve iniltili

Pembe, daha doğrusu bir çocuk gülüşü renginde

İzleri deniz hayvanlarının

Belli ki bir adı var onların, varsa da

Gezinir mi hiç mi hiç adı olmayan burada

Bir dirilişe bile ayak uyduramayan burada

Mevsimi olmayan mevsim sürüleri

Yumuşak yüzgeçleriyle dalgınlığımı yalayan

Anılar, anı sürüleri

Hep birden unutulmuşluğa dadanan

Hep birden, ama tek bir yaratık gibi

Çıkarak gözlerime yarı loş mağrasından

Görülmemiş bir şekilde intihar ederdi.

O zaman belki bendim, belki bir şekil bildirisi

Gibi o zaman işte çok değerli bir taşa

Bakar gibi ben

İstekli, sonra durgun, giderek düşünceli

Derdim ki -daha doğrusu yaşardım-

Mutluluk alışılmış bir kötümserlikti

Ki tarih aldatılırdı, korkardım

Gözü dönmüş bir kuşun göğsünü didikler gibi

Bağrını açar gibi bir azizin

Açardım ben de içimi - bu şehir kimin?

Kimsenin değil -

Baktıkça, baktıkça oaraya bakır

Ne düşerse içine zehir

Köpürür köpürür köpürür

Önce asit, derken bir doğa parçası gibi

Yaprak bir parça yaprak olana kadar

Su bir parça su olana kadar

Ben onlara su ve yaprak diyene kadar

Demek istediğim yaşamak bir parça yaşamak oluncaya kadar

Zamanlar, zaman sürüleri..

Bazı adamlar ki bu zamanlara

Dokunur geçerlerdi

Yani bir piyanya ve onun tek bir tuşuna

Dokunur gibi

Ses, o kalın ses, hiçbir şey umdurmayan

Doru bir at dilinde orman ve su

Korkuyu, sonra da yalnız korkuyu

Büyüten ordan oraya

Sayısız çeşitlendiren onu

Yani bir hayat olarak çıkaran karşımıza

Bir sesti bu

Sadece bşr ses idiyse, bir durup bir boşaldıkça

İçimize düşüren boynumuzu

Yerleşen bizi pek az tanıyan yüzümüze sonra da

İğrenmenin koşulu bir at gibi durduğu

Bir uzunluğu ya da bir alanı olmayan yüzümüze

Yerleşen

Sızdıkça sızan bir çay saati gibi içimize

Yani bütün bir burukluğu birden içeren

Ve soran birden sorusunu

Hanlarda denk saran yolcuların

Yağmura kuşkuyla bakan

Gözleri gibi

Ses, o büyük ses, desem ki

Sorardı bize durmadan

Sorardı ölümün bütün bildiklerini.

II

Ölüler dirilirdi. Çıkamazdım ki otelden

Ben otelden hiç çıkamazdım ki

Her şeyi bilen bir adam gibi gelip geçerdi

Kış

Ve hayaletler halinde kuş sürüleri

Gündüz ve gece

Gece desem gece, gündüz desem gündüz

Ve desem ki, sonuncu günü

Dünyanın insan eliyle yaratılmasının

Sonuncu günü

Koridorlardan geçerdim.

Koridorlar ki uzun desem uzun, kısa desem kısa

Aslında bana göre bir şekil

Bir monolog da diyebilirim buna, içinde bir konuşma ürpertisinin =

yer aldığı

Kelimeleri olmayan bir yazı türü belki de

Koridor

Ve benim çağrışımsız sesleri düşüren ellerime

Meyhanelerden gelen ve bir daha gelmeyen

Ölü sesleri

Sokaklarda karşıma çıkan ve bir daha çıkmayan

Ölü sesleri

Masa örtülerinin altına saklanan ve bir daha saklanmayan

Resim ve para sesleri

Ölülerin

Merdivenleri inerdim.

Merdivenleri inmek kolay desem kolay, kolay demesem gene kolay

Bir diyalog olduğu için değil, zaten bir diyalogdur merdivenler

İçinde insan uğultularının yer aldığı

Ve kimsenin kimseye bir şey sormadığı. Ne var ki

Ben onun yanından geçerken

O benim yanımdan geçerken

O döner dönmez köşeyi

Ben yere eğilir eğilmez

O dönüp bakarken gizlice

Ben cebime sokarken elimi

O gözetlerken beni köşeden

Ben başımı çevirirken ansızın

Bir anahtar sesi

Bir sigara gürültüsü

Yere düşen bir çakmak

Kırmızı bir benzin istasyonu belirtisi.

Güya Tanrının hep birlikte olalım diye çizdiği

Bir salon

Ben o salona varıncaya kadar

Tanrı yok -ne kadarda geçmiş aradan-

Salon ki otelin salonu yani

Ve dirilmiş ölüler ayakta

Bir ikon tasviri gibi

Ya da bir Bruegel tablosundaki çılgın

Belli bir zaman parçasını kımıldatıp da içinden

Sayısız zamanlara götüren

O birtakım adamlar

Ki artık ölü bile değil hiçbiri, değil de

Gelecek bir zamanı ısırır gibi

Kocaman dişleriyle

Avurtları, göbekleri ve falluslarıyla

Yani kaç yerinden delinmiş olmalı ki dünya

Dünya desem dünya

Değil desem değil

Yaralı bir hayvan gibi soluk soluğa.

III

O ben ki seviyordum beni yargılayan

Bir otel diye seviyordum oteli

Kendi yasalarıyla

Aslına bakılırsa kendimi dolaştırıyordum bir bir

Sokakları olmayan bir şehir için

Yaralı ayaklarımla

Alanları, parkları ve afişleri

Olmayan bir şehir için

Ben kimim -ki fülütler çalıyordum bazı-

Çenk ve santur sesleri düşürüyordum Tevrattan

Bir ot, bir çöl motifi

Bir kafatasını, bir h=96 kuşunun haykırışını =

düşürüyordum

Karışık ve acıklı çöpleriyle

Bir cellat ipi, bir korsan gemisi

Bir yargıç ya da bir idam gerekçesi

Zaten düşüyordu kendi kendine

"Çıt" diye bir şey oluyordu bazen de -sessizlik-

Diyelim bir ölü yer değiştiriyordu

Tam yüz "sene" daha atlayarak geçmişten

Yüz "sene"

Ama belki de

Issız ve sıcak duvarların ötesinde yaz

Sert ve ince bir kabuk gibi

Çatlayıp duruyordu gizlice

Gidip ellerimi yağ kandillerine sürüyordum

Nedense erimenin bu dıştan tadına

Bırakıyordum kendimi

Yukarda eski bir kule oluyordu, tahta

-Uyarılmış sürgünlüğüm benim-

Tahta desem tahta, değil desem değil

Ya da bir kırıntı bir boşluk canavarının ağzında

Oluyordu ki, bir rüzgar bile hiç yok

Yok dediğim bile hiç yoksa

Batırınca durgun göğsünü

Gök kendini kanatıyordu orada.

Fırtına, fırtına, fırtına

Ben ki en azından bir durgunluğa çağrılıyordum

Her şeyi bir bir yaşamış da..

Ve yanıtsız ve sessiz

Bana kalırsa:

- Yani o sular ki içinden

Peygamber yüklü bir yunus balığa çıkarsa

Hangi ilgi onu bir süre boşlukta tutacak

Canım elbette

Yunus batacak

Yunus batacak -

IV

Denizse her şeyi unutturan bir adam gibi

Gelecekti bir gün yeniden

Demeye kalmadı geldi

Sinirli bir gürültüyle yükseliverdi hemen

Ardından bir iki şey daha oldu - nasıl anlatsam

Kimse bunu daha yaşamadı ki -

Sanki bir akvaryumun içinde

Yapayalnız kaldım da ben

Yanımda başka akvaryumlar ve

İçinde başka birileri

Doğrusu müthişti bu, denizin icat ettiği bir mezarlık gibiydik =

başka değil

Hepimiz az çok kımıldanıyorduk çünkü

Hepimiz ağzımızı açıyorduk arada

Bir sesi dışından olsun yakalamak için

Ama nafile

Yoktu ses

Yok bile yoktu ki bir yerde

Kapıdaki bir yaylı arabayla

Süslü bir cenaze arabasına benzer bir arabayla

Solukların iniltili bir dram yaratmasa

Yoktu ses

Ve yaşlı barmenin başı tezgahın ardında

Saint Jean de Baptiste'in kesik

Kesik desem kesik, yaşayan desem yaşayan

Başı gibi sakin durmasa.

EK

Silik bir izlenim gibi kalıyordum kendimde

Elimle filan bir şeyler yaptığımı görüyordum

Seyrek de olsa konuşuyordum, örneğin

Eski bir efsaneyi anlatıyordum birilerine

Ya da bir yerleri tarif ediyordum yüzümü buruşturarak

İçki de içiyordum, hem de sert içkiler içiyordum

Bazen bir iki bardak

Bazen de sabahtan akşama kadar

Durmadan içiyordum

Canım elbette, diyordum, nasılsa

Otel batacak, otel batacak

En önemlisi de tanıştırılır gibiydim biriyle

Hiç kimselerin ilgilenmediği

Bazı olayların tarihçisi olarak.

Edip Cansever


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
09 Nisan 2012 15:18

"Yalnız sana yazıyorum bu şiiri, istersen bir şiir gibi okuma...

Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu...

Soğuklar başlayınca havalanıp millerce yol katettikten sonra,

güneyi tadan bir kuşun sevinciyle..."

Edip Cansever


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
02 Ekim 2012 12:19

Anısındayım

Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilimindeyim

Elmanın kokusundayım

Anısındayım -kimbilir kimin-

Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan

Düşlerde görünen anlamlardır

Özelliklerdir bir de belli belirsiz.

Ve

İnsansız anı yoktur. Var mıdır?

E.Cansaver

07 Mayıs 2013 16:39

Tek ihtiyacım neydi biliyor musun?

-Bir papatya yaprağı daha...

E.Cansever*


**GAYE**
Müsteşar
28 Mayıs 2015 14:04

Güz ve kış ve ilkbahar geçti,

Yaz çarçabuk geçti,

Hepsi tekrar tekrar geçtiler,

Bu bana uzun geldi.

*

Gecem avurtlarım gibi çöktü,

Ve çoktum...

Sabahım, sabahlarım,

Kabından taşan sütler gibi büyüdü,

Ve taştım...

Gün güne taşındı, yıl yıla,

Gitmedim, gidemedim...

Edip Cansever

***

Yaşarken geçmek bilmeyen, geriye dönüp bakıldığında üstüste yığılmış geçip gitmiş zaman.

Ve,

Kalan,

Gidemeyen biz...


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
28 Mayıs 2015 22:40

Sıkıntı var,boğuntu var,tedirginlik var

Çirkinlik,yalan her şey var

Ama hep umut var

her şeyin içinde

...

Fazla şiirden öldü denir onun için.

Kendisini ölümsüzlüğe bıraktığı dizeleriyle anıyoruz.


Akbar2
Memur
08 Ağustos 2020 14:54

Adı geçince akla gelen ilk şiirlerinden.

Yerçekimli Karanfil

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde

Oysaki seninle güzel olmak var

Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi

Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda

Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle

Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil

Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk

Birleşiyoruz sessizce.

Edip Cansever


hilalozdmir
Aday Memur
08 Eylül 2020 15:52

Masa Da Masaymış Ha

Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kâseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu

Bisiklet sesini çıkrık sesini

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

Ne yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu

Adam masaya onları da koydu

Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu

Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu.

kalite kokuyor

Toplam 34 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi