Editörler : E.Kayı Han
23 Temmuz 2010 18:56

Turk Resmi Tarih Tezi'nin arkeoloji bilimi uzerindeki etkileri

Kemalist ideolji ile 1930'lu yillarda yazilan Turk Resmi Tarih Tezi'nin gunumuzde arkeoloji uzerindeki etkilarinin olup olmadigini arastirmaktayim. Bu konuda bilgisi, dusuncesi veya tecrubesi olanlarin yorumlarini okumaktan mutluluk duyacagim.


hawin.
Yasaklı
26 Temmuz 2010 00:10

etkisi olmaz mı , hem de nasıl var...

bulunan bilgi ve belgeler ilkin resmi ideolojiden geçirilir,,bütün pürüzler yani resmi ideolojiyi yanlışlayacak yada tarihi uydurmaları ortaya çıkaracak bütün fazlalıklar atılır...bulunan bilgi veya belge resmi ideolojiye uygunluğu burada hayati önemdedir, keza en ufak bir hata herşeyin bir şişirilmiş balon olduğu gerçeğini ortaya çıkarabilir...

bütün çalışmalar tamamlandıktan sonra ise, bulunan bilgi veya belgenin artık aslıyla yani gerçeklerle hiçbir alakası kalmamıştır kısaca işlem tamamlanmıştır....

zaten 1930lardan önceki gerçek tarihi de asla bilemeyeceğiz...çünkü bu resmi ideoloji gereği harf devrimi yapıldı ve hemen bunun ardın dan osmanlı arşivi kazara!! bir yangında yok oldu..ve yine bunun hemen ardın dan da türk tarih kurumu kuruldu.. ve bugünkü tarih kitaplarında okuduğumuz daha doğrusu okuyamadığımız tarih yazıldı....

biraz espirili bir dille anlattım ancak bu yazdıklarımın daoğruluğunu asla değiştirmez...yani yazdıklarım sizin tarihinize benzemez...


yare söyle
Kapalı
02 Ağustos 2010 14:37

Türk resmi tarihinin , kemalist ideoloji dediğiniz zırvayla ne alakası var ????

zorlasanız 1920*1938 arası ,hadi diyelim,1998-2001 arası yogun bir şekilde kemalist ideoloji Türk tarihini yönlendirdi....

Türk tarihi ve Türklük düşüncesi : neden bu hale sokuldu???

5000 yıllık Türk tarihini, 100 sene bile olmayan bir düşünceye sıgdırmanın mantıgını;

AKİL adamlar açıklasın bana...


xebeche
Aday Memur
02 Ağustos 2010 15:21

bu mesaj yare soyle psuedoniem'li kisiye.

zirvalik dediginiz sey mutlak gercektir. uyumayalim lutfen. tembellik yapmayip biraz okursaniz turk resmi tarih tezinin Kermalist ideoloji ile baglantisini gorursunuz. Tez'de savunulan gunes dil teorisi ve gunes kursu zirvaliklarindan haberiniz yok anlasilan. size busra ersanli'nin iktidar ve tarih adli kitabin ya da useniyorsaniz daha kisa birsey cigdem atakumanín 2009 tarihli makalesoini okuyun (turkcesi var mi bilmiyorum): Cradle or crucible.

belki biraz okuyup bilgilendikten sonra sizinle bu konu hakkinda tartisabiliriz.


yare söyle
Kapalı
02 Ağustos 2010 16:27

HAFTANIN QUOTE: Türk Tarih Tezi ve Arkeoloji (Dr.Cigdem Atakuman tarafından)

November 1, 2009 by Changing Turkey 1 Kasım 2009 ile Türkiye'nin değiştirme

Excerpt from Cigdem Atakuman, 2008, ' Cradle or crucible: Anatolia and archaeology in the early years of the Turkish Republic (1923?1938)', Journal of Social Archaeology , p.214-235. Alıntı pota gelen Çiğdem Atakuman, 2008, 'Cradle veya: Anadolu ve arkeoloji 235, p.214-Arkeolojide ilk yıllarında Türk Cumhuriyeti (Sosyal 1923-1938)', Journal of.

As a discipline imported from the West, archaeology was the perfect medium of the modernization project. bir disiplin Batı'dan ithal olarak, arkeoloji modernizasyon projesinin mükemmel orta idi. It could search for the Turks in the most ancient times, beyond the timeframe covered by the traditional ? and presumably less scientific ? methods employed by history. Bu Türkler için en eski zamanlarda, süre geleneksel kapsadığı - ve muhtemelen daha az bilimsel dışında arama yapabilir - yöntemleri tarih tarafından istihdam. Evidence produced through archaeology and anthropometry would then be used to prove that the Turks had a very ancient and glorious history beyond their Islamic past. Kanıt arkeoloji ve antropometri yoluyla o Türklerin İslam geçmişte ötesinde bir çok eski ve görkemli öyküsü kanıtlamak için kullanılacak üretti. Establishment of the prehistoric existence of the Turks in Anatolia would purify Turkish nationalism from its Islamic tendencies, and the secular discourse supported by this finding would help to locate Turks within the civilized nations of the West. Anadolu'da Türklerin tarih öncesi varlığı kurulması İslami eğilimler, ve laik söylem bu bulgu tarafından desteklenen Batı'nın uygar uluslar içinde Türkler bulmak için yardımcı olacak Türk milliyetçiliği arındırmak istiyorsunuz.

By providing proof of the prehistoric existence of the Turks in Anatolia, archaeology was also the perfect discipline to certify to Anatolia's Turkishness. Anadolu'da Türklerin tarih öncesi varlığının kanıtı sunarak, arkeoloji de mükemmel disiplin Anadolu Türklüğü için tasdik oldu. Demonstrating that Anatolia was the prehistoric Turkish homeland would both justify the Lausanne Treaty and serve the idea of an ethnically unified nation-state. Anadolu'daki prehistorik Türk yurdu hem Lozan Antlaşması haklı ve etnik birleşik ulus-devlet fikrini hizmet edecek oldu Gösteren. Through its reliable scientific methods, archaeology could transform the idealized images of the past into an ethnic reality (Smith, 1988: 181?2). onun güvenilir bilimsel yöntemler aracılığıyla, arkeoloji geçmiş bir etnik gerçeğe dönüştürmek (Smith, 1988: 181-2) idealize görüntüleri dönüştürebilir.

The Thesis proponents held the common conviction that all of the different Anatolian civilizations stemmed from the same root in Central Asia, and should thus be considered in terms of different waves of migrations from this common homeland, rather than as separate entities. Tezi savunucuları ve ortak inanç, tüm farklı Anadolu uygarlıklarının Orta Asya'da aynı kökten kaynaklandığını düzenlenen böylece göçler farklı dalgaları açısından bu ortak vatan olarak değil, ayrı ayrı ele alınması gerekir. In a pioneering work conducted under the personal directive of Atatürk, Afet Inan collected anthropometric measurements from a remarkable number of 64,000 individuals in Anatolia and Thrace within a matter of months (Inan 1941, 1947b). öncü bir çalışma Atatürk'ün kişisel direktifi altında yürütülen, Afet İnan Anadolu ve Trakya'da 64.000 kişiden oluşan bir kayda değer sayıda bir birkaç ay içinde (İnan 1941, 1947b) antropometrik ölçümler toplanmıştır. She later presented this study as her PhD Thesis at Geneva University in 1939, under the supervision of Eugene Pittard. Daha sonra bu çalışma sunulmuştur doktora tezi Cenevre Üniversitesi 1939 yılında, Eugene Pittard gözetiminde gibi.

? ...

From this perspective, one of the major aims of the Second Turkish History Congress was to test the validity of the archaeologically supported Turkish History Thesis before an international audience. Bu açıdan bakıldığında, bir İkinci Türk Tarih en önemli amaçlarından biri Kongresi uluslararası bir dinleyici kitlesi önünde arkeolojik desteklenen Türk Tarih Tezi geçerliliği test edildi. However, the international community remained suspicious and resistant towards the arguments. Ancak, uluslararası toplum şüpheli ve dayanıklı argümanlar doğru kaldı. Despite all the scientific efforts, the Second Turkish History Congress was the last international platform at which Turkish researchers supported the Thesis. tüm bilimsel çabalarına rağmen, İkinci Türk Tarih Kongresi hangi Türk araştırmacılar Tez desteklenen son uluslararası platform oldu. Following the Second Congress, Mustafa Kemal's health deteriorated quickly, and he died in November 1938. İkinci Kongresi sonrasında, Mustafa Kemal'in sağlığı hızla bozuldu, o Kasım 1938 yılında öldü. Moreover, in the political aftermath of the Second World War, as Turkey sought new alliances with the West, state support for the Turkish History Thesis was withdrawn. Türk Tarih Tezi için Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı siyasi sonrasında, Türkiye'nin Batı ile yeni ittifaklar arayan, devlet desteği geri çekildi. This withdrawal weakened the ideological basis of Turkish archaeology and pushed the discipline into a long-term vacuum. Bu çekilme Türk arkeoloji ideolojik temeli zayıf ve uzun vadeli bir vakum içine disiplin itti. In time, it was accepted that the Hittites and the populations of prehistoric Central Asia might not be Turkish after all. Zamanla, bu Hititler ve tarih öncesi Orta Asya Türk nüfusu there olmayabilir kabul edildi.


yare söyle
Kapalı
02 Ağustos 2010 16:36

kemalist ideoloji dediğiniz ne menem şeyse, anlamını ögrenemdim henüz...zeka seviyemi aşıyor....) ama gaziyi , paravan olarak kullananların tek silahı oldugunu biliyorum: sezarın, britüse dediği gibi." send e mi britüs??"

zırva dediğim sana yönelik degil de, alıyorsan üstüne , çokta umrumda degil....

konunla ilgili bir cümle yazmadım, eleştirmek için üstteki adamı yazdım, anlayışın fazla oldugu için..zırvalamayla karşılaştım....

*****************

güneş dil teorisinden, gazinin nasıl geçtiği hakkında bilgiye de ulaşmaya çalışsaydın, yerinde olurdu....

belli bir dönemde Türk milleti yaratma sevdasıyla herkesi osmanlıdan ziyade Türk potasında birleştirmek için Türk milliyetçiliği ortaya konulmuştu...

ama çok kısa bir süre içinde inönü , kürt oldugunu beyan etmekten çekilmedi, paraların üstündeki bozkurt resmini, podan kurt resmini, gazinin bıraktıgı temel taşlarını yakıp yıkmaktan vazgeçmedik...

şimdi kemalist ideoloji nedir, bunu açıklayın bana....gazi demiyor mu?" biz gökten indirilmiş şeylere tapacak degiliz. akıl ve fen yol göstericimizdir...ilimdir ,fendir"....


xebeche
Aday Memur
02 Ağustos 2010 18:33

makaleyi bulmussunuz tebrik ederim ama anladiginizdan supheliyim. hem bozuk (google tercumesi) turkce tercumesini niye gonderdiginizi de anlamis degilim.

İdeoloji, siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütünü (vikipedi).

ha turk tarih tezi de kemalist ideolojiye yani Ataturk'un bizzat kendisinin Afet Inan ve digerlerine doktrin ettigi fikirlerle olusmustur (kendisi de Kvergic'ín yolladigi 47 sayfalik bir Turk dil teorisinden esinlenerek). amac 'sanli tarihi' ile homojen bir Turk toplumu olusturmakti. buna pan-turkizm akimi da diyebiliriz. bu akim Bati'nin eurocentric ve oryentalizm yaklasimina bir tepki olarak gorebiliriz. Turk tarih tezinde pozitivizm, romantizm, idealizm ve Alman tarihselciliginin buyuk etkileri vardir mesela. 1. dunya savasindan cikan 'hasta adam' osmanli bir anlamda 'kolonize' edilerek bir Turk toplumu olusturuldu. her neyse uzun bir konu.

pan turkist ve uluscu bir bakis aciniz oldugu malum. sizinle daha uzun tartisacak ne zamanim ne de istegim var. gazi'nin dediginden biraz anlasaydiniz, bilim ve ilimde kritik, analize edici perspektifin de ne kadar onemli oldugunu biraz anlardiniz. zirvalamalar zaten yanlis yorumlamalardan kaynaklaniyor.


yare söyle
Kapalı
02 Ağustos 2010 19:39

ben anlamayacak kadar zekiyim seni de...anladıgın adamı da anlamayan sensin sanırım...

"Turk Resmi Tarih Tezi'nin gunumuzde arkeoloji uzerindeki etkilarinin olup olmadigini "

araştırdıgını söylediğin kısım arkeolojiye kemalizmin etkisi....bu gelen-yazılan ve yazılacak yazılarla alakası nedir??

hele bunu da anlat kemalist efendi...


hawin.
Yasaklı
02 Ağustos 2010 21:57

Uğur Neden Resmi Tarih? (Fikret Başkaya-Özgür Üniversite)

?Eğer nereden gelindiği bilinmiyorsa, nereye gidildiği de bilinmez?Afrika atasözü

Resmi tarih, hakim sınıfların bilinmesini isteği tarihtir. Tarihin, geçmişte yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyacaçları doğrultusunda kurgulanmış versiyonudur. Bu amaçla toplumsal bellek [hafıza?ı enâm] yok edilmek, toplum hafıza kaybına uğratılmak istenir Fakat, resmi tarih oluşturmak bir başına amaç değildir. Asıl amaç ?resmi ideoloji? oluşturmaktır. Velhasıl, resmi ideoloji oluşturmak için resmi tarih oluşturmak, resmi tarih oluşturmak için de toplumun hafıza kaybına uğratılması, toplumsal belleğin [kollektif hafızanın] yok edilmesi, bozulması, tahrif edilmesi, bu günün egemenlerinin ihtiyacına uygun bir bellek imâl edilmesiyle mümkün oluyor.

Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya [occultation], adıyla çağırmamaya, sansür ve otosansüre dayanan bir tarih versiyonudur. Toplumsal bellek, egemen sınıfların ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden kurgulanır. Dolayısıyla genç nesillere öğretilen tarih ?gerçek tarih? değil ısmarlama üzerine üretilmiş bir tarih versiyonudur.. Bu ?uydurulmuş tarih? başta genç nesiller olmak üzere, kitleler tarafından ?içselleştirildiğinde? amaç gerçekleşmiş sayılır. Öyleyse bir toplumun hafızasını [belleğini] yok etmeye, değilse bozmaya, hafıza kabı [amnésie] yaratmaya, tarihi tahrif etmeye kim neden ihtiyaç duyuyor sorusu akla gelir. İktidar olmanın ve iktidarda kalmanın yolu gizlemekten, unutturmaktan, toplumu geçmişine yabancılaştırmakan, toplumu ?tarihsizleştirmekten, kimliksizleştirmekten geçiyor. Zira, toplumsal hafıza toplumsal kimliğin en temel yapıcı unsurudur. Bu yüzden ?iktidar gizlemesini bilenindir? denmiştir. Hafıza kaybına uğramış, kim olduğunu, ne olduğunu, nereden geldiğini bilmeyen, kendi geçmişine yabancılaşmış birine hükmetmek çok daha kolaydır. Bir birey için geçerli olan bu durum, toplum için de aynı şekilde geçerlidir. Hakim sınıflar binlerce yıllık tecrübelerinden biliyoryar ki, toplumun geçmişine hakim olmadan bu gününe ve geleceğine hakim olmak mümkün değildir. İşte, toplumun hafıza [bellek] kaybına uğratılma gereği böyle bir ihtiyaçtan doğuyor. Bu iş de düzen tarafından yere göğe sığdırılmayan anlı-şanlı tarihçiler, saray uleması ve/veya akademik statünün gardiyanları tarafından gerçekleştiriliyor. Sömürü düzeni tarihçisini ve tarih eğitimini boşuna önemsemiyor. Okullarda okutulan tarih her zaman ?kaybedenlerin? değil, kazanların, kitlelerin değil komutanların, kıralların, padişahların, imparatorların, ulu önderlerin yazdıkları, yazdırdıkları tarihtir. Öyle bir tarih ki, orada tarihin asıl yapıcıları, gerçek özneleri olan geniş halk kitlelerininin esâmesi okunmaz? Savaşı kazanan, vatanı kurtaran, her zaman ulu hakandır, şanlı kraldır, padişahımız efendimizdir, ulu önderimizdir. Velhasıl tarihi yapan kitleler değil ?kahramanlardır?. Üzerinde yaşadığımız ülke bize ?ulu önderin? bir lütfudur? Bizi sadece düşmandan kurtarmakla kalmamış, bir de vatan bağışlamıştır, eğer ulu önderimiz olmasa vatanımız da olmazdı, biz de olmazdık? Orhun Kitabeleri?nde Bilge Kağan şunları söyler: ?Tanrı buyurduğu için, ben çalışıp kazandığım için Türk halkı da öylece kazanmış oldu şüphesiz. Ben erkek kardeşimle beraber bu kadar önderlik edip çalışmasa ve muvaffak olmasa idim, Türk halkı ölecek idi, yok olacak idi? .

Hakim sınıfların ihtiyacına göre yazılmış tarih, işe, geçmişi tahrif ederek, geçmişte yaşanmış olana dair tabular oluşturarak, bazı olayları öne çıkarıp önemini abartıp, bazılarını yok sayarak, değilse önemsizleşirerek, karartarak, silikleştirerek, kişiyi yüceltip, kişiye tapınmaya dayalı bir kişi kültü yaratarak, ama hepsinden önemlisi geçmişin bilinmesi istenmeyen kısımlarını unutturup, hafıza kaybı [amnésie] yaratatmakla mümkün oluyor. Kimi zaman yok saymaya yok etme eşlik eder, kitapların yakılması, kütüphanelerin ateşe verilmesi, o toplumun geçmişini çağrıştıran araçların tahrip edilmesi, tarihi eserlerin yok edilmesi gibi. Kimi zaman da yaşanmış bir olay efsaneleştirilir, yaşanmış bir başka olay yok sayılır, veya gerçekleştirilmiş olan ne varsa bir tek şahsiyete [lidere] mâl edilir. Kişiyi yüceltmekten, kişi kültü yaratmaktan amaç, sadece tarihi tahrif etmek, kafaları bulandırmak değildir, böylece tarihin gerçek öznesi olan kitlelerin rolü yok sayılır. Öyle bir anlayış yerleştirilir ki, sanki tarih büyük adamların elinde oyuncaktır. Böyle yazılmış bir tarih de kaçınılmaz olarak elitist, erkek merkezli ve militaristtir. Dolayısıyla, bize miras kalan tarih ?gerçek tarih? değil, aracın direksiyonundakilerin ?uygun ve gerekli gördüğü? ısmarlama üzerine üretilmiş tarihtir.

Geleceği kurmak için ?tarihten ders çıkarmak?, bu amaçla da tarihi öğrenmek gerektiği söylenir Oysa asıl amaç tam da bunun tersini yapmakla ilgilidir. Egemen sınıflar toplumun geleceğini karartmak için geçmişini karatmak durumundadırlar. Tarih eğitiminin amacı insanların [özelikle de genç nesillerin] geçmişleriyle, tarihleriyle, atalarıyla gurur duymasını sağlamaktır. Geçmişle gurur duymak için de geçmiş şanlı olmalıdır. İşte devlet tarihçisi bu aşamada devreye girer ve şanlı bir geçmiş imalatına girişir. Fakat, tarihçinin misyonunu gerçekleştirebilmesi için önce tarihin bir uzmanlık alanı, tarihçinin de ?toplumsal hafıza uzmanı?, bilminden sual olmaz otorite sayılması gerekir. Aslında bu, bir tür seçme, ayıklama, yok sayma, velhasıl temizlik operasyonudur. Tarihçi utanılacak ne varsa yok sayar, üstünden atlar, ?geçmişin kirlerini temizler?, boş kareleri doldurur? Şanlı bir geçmiş kurgusuyla amaçlanan sadece gurur duyulacak bir geçmiş yaratmak değildir. Şanlı geçmiş bu gün yaşanan kötülükleri unutturma işlevi de görür. Fakat bellek [hafıza] kaybı yaratmaktan amaç bununla da sınırlı değildir. Böylece iktidar sahipleri [büyük gaspçılar ve şürekâsı], sadece ayrıcaklıklı konumlarını güvence altına almış olmazlar, işledikleri insanlık suçlarının, katliamların, kıyıcılığın ve zulmün hesabının sorulmasını da engellemeyi amaçlarlar. Hafıza kaybı yaratma amacı gerçekleştiğinde egemen sınıflar masumiyetlerini de kanıtlamış olurlar? Dolayısıyla resmi tarih zalimlerin zulmünün cezasız kalmasını sağlar, bir tür berat ettiricidir, Ermeni sorununa dair bağnaz ?resmi refleks? İttihatçıların işlediği insanlık suçunun hatırlanmasını engellemek içindir. Eğer bu vesileyle yalanlardan biri deşifre edilir, açığa çıkarsa, başka yalanların da çorap söküğü gibi ortalığa dökülme riski vardır ki, böyle bir şey büyük gaspçıların ve ideolojik uşaklarının korkulu rüyasıdır.

Siyasetçiler, devlet adamları ve sözcüleri sık sık ?tarih tarihçilere bırakılmalıdır? derler. Aslında bununla ?tarih benim tarihçilerimden başkasına bırakılamaz? demek isterler? Bu yüzden toplumsal bellek alanı [toplum hafızası densin], önemli bir ideolojik mücadele alanı, dolayısıyla sınıf mücadelesini angaje eden birşeydir. Resmi tarih [ve ona dayanan resmi ideoloji de] yalana, tahrifata yok saymaya, adıyla çağırmamaya [sözde Ermeni soykırımı? gibi], tabulaştırmaya, kişi kültüne [Mustafa Kemalin putlaştırılması] vb. dayandığı için, mantikî, etik, bilimsel iç tutarlılıktan yoksun, inandıcılığı şüpheli, son derece kırılgan bir tarih versiyonudur. Son dönemde efsane ürecilerinin yeniden arzı-endam etmesi [Şu Çılgın Türkler? ve bezeri zorlamalar] tam da söyediğim durumla ilgilidir... Bu yüzden resmi tarihin sadece tarihçiler, akademik statünün gardiyanları tarafından savunulması mümkün değildir. Resmi tarih yasalar, mahkemeler tarafından da korunmaya muhtaçtır. Herhangi biri ?resmi tarihi? teşhir edip, ?gerçek tarihe? ulaşmaya kalkar, ?mayınlı alana girer?, rejimin tabularına dokunursa, karşısında sadece devlet tarihçisini, ?zihin gardiyanlarını? bulmaz, polisi, savcıyı, yargıcı, nihayet hapisaneyi de bulur? Durum böyleyken, devlet tarihçisinin rejim tarafından ödüllendirilmesi, tarafsız bilimin timsali sayılması, burjuva düzeninin bir ironisidir? Elbette bu, resmi tarihe karşı çıkıp ?başka?, ?farklı? bir tarih versiyonu oluşturmayı amaçlayanın yazdığı tarihin mutlaka gerçek tarih olduğu anlamına gelmez. Asla böylesi bir kesinlik söz konusu değildir . Devlet tarihçisi [resmî terihçi] değil, öyleyse söylediği muteberdir diye bir kural yoktur ve olmamalıdır. Bu resmi tarihe karşı çıkan, resmi tarihi teşhir etme niyeti taşıyan tarihçinin, sadece yöntem üstünlüğüne sahip olduğu anlamına gelir. Yalanın karşısında durmak, geçmişe ezilen, sömürülen sınıflar, gerçeğe ihtiyacı olan ?asıl tarih yapıcılar?, tarafından bakmak, asıl misyonu yalan üretmek olan ?devlet tarihçisine? göre ?gerçeği yakalamak bakımından daha avantajlı durumda olmaktır. Dolayısıyla, resmi tarihe karşı çıkanın bilimsel yetkinliğe sahibolması, bilimsel ögelerin diyalektik bütünlüğünü yakalaması, kendinden beklenen yüksekliğe çıkabilmesi gerekir.

Genel bir çerçevede geçerli olan durum, Türkiye söz konusu olduğunda daha da belirgindir. Böylesine köşeli, bağnaz bir resmi tarih versiyonu oluşturup, genç nesillerin zihnini yalanla dordurmanın nedeni, iktidar sahiplerinin meşruiyet sorunuyla ilgilidir. Egemen sınıfın egemenliği sadece zora, çıplak şiddete dayanarak sürdürülemez. Kaba kuvvet, çıplak şiddet, iktidar olmayı sağlasa da, iktidarın kalıcı olabilmesi için ideolojik egemenlik [gönüllü kabullenme] gereklidir. Fakat, insanların [toplumun] bilincine nüfûz edebilme yeteğine sahip bir egemen ideoloji, sadece lafla, nutukla, kahramanlık ayinleriyle, bıktırıcı törenlerle, marşlarla, şanlı geçmiş masallarıyla, düşmanı denize dökme edebiyatıyla, vb. mümkün olmaz. Kitlelerin bilincine nüfuz edecek, yanılsama yaratacak ideoloji bile bir maddi arka planı varsayar. Velhasıl kitlelerin ?yeni düzenin? durumlarını iyileştireceğine inanmaları, ikna olmaları gerekir. İkna olmaları için de maddi dünyada asgari düzeyde de olsa birşeylerin değişmesi, gerçekleşmesi gerekir.

İşte bir darbeyle Cumhuriyeti kuran İttihatçı kliğin maddi dünyada kitlelere teklif edeceği fazla birşeyin olmaması, onların egemen ideoloji üretme yeteneklerini zaafa uğratıyordu. Gönüllü kabullenme anlamında bir egemen idieoji oluşturmanın mümkün olmadığı koşullarda, bağnaz bir resmi ideoloji oluşturmaya mecburdular. Resmi ideoloji de ancak resmi tarihe dayandırılabilirdi ve öyle oldu. Mustafa Kemal kliğinin bir darbeyle kurduğu Cumhuriyet, emekçi halk çoğunluğunun yaşam koşullarını iyileştirici birşeyler teklif etme yeteneğine sahip değildi. Bir kere Cumhuriyet [ zaten gücü ve etkinliği kalmamış Halife Sultanın sahneden çekilmesi dışında] hiçbir köklü yenilik içermiyordu. Sadece gaspçıların sömürü, yağma ve talanı güvence altına alınmıştı. Gaspçıların durumu da emekçi çoğunluk aleyhine güvence altına alınabildiğine göre, kemalist kliğin önderliğindeki bürokrat, toprak ağası, komprador burjuvazi ittifakı, kitlelerin bilincine nüfûz edecek bir egemen ideoloji oluşturamazdı. İşte maddi plandaki bu zaaf, ideoloji dünyasına daha çok yaslanarak telafi edilmeye çalışılınca, ortaya garip bir resmi tarih ve resmi ideoloji versiyonu çıktı. Eğer 1923 ten sonra toprak ağalarına ve hazineye ait topraklar yoksul ve topraksız köylülere dağıtılsaydı, küçük çiftçilere kredi ve tarımsal girdi kolaylıkları sağlanabilseydi, işçilerin yaşam koşullarını iyileştirici bazı düzenlemeler yapılsaydı, devlet-toplum yabancılaşmasını hafifletici kimi yöntem ve araçlar devreye sokulabilseydi, sınırlı da olsa halk iradesinin tecellisinin yolu açılabilseydi, vb. yukarda söylediğim ?maddi geri plan? kısmen de olsa gerçekleşmiş olabilirdi. [Hakim sınıf ittifakınını yapısı vekonumu böyle bir açılama engeldi]. Tam tersi gündeme geldi, toprak ağalarının toprakları 1923 sonrasında daha da genişledi? Devlet-toplum yabancılaşması derinleşti, her türlü demokratik açılımın önü kesildi? Bağnaz diktarörlüğün ideolojik alanı önemsemesinin, tarihi tahrif etmek ve yeni bir tarih versiyonu oluşturmak için Türk tarih tezi, Türk dil tezi gibi gülünç çabalar ve zorlamalar içine girmesi, yeni olduğunu söyleyen iktidarın kitlelere teklif edecek yeni birşeyi olmamasıyla ilgiliydi. Kendisi eski olan yeni birşey teklif edebilir miydi? Bu yüzden Türkiye?deki rejim her zaman ideolojik alanı önemsemiştir.

Okullarda okutan tarih gerçeğin tarihi olmaktan çok ideolojik bir kurgudur. Genel bir çerçevede de CHF [Cumhuriyet Halk Fırkası] kongresinde Mustafa Kemal?in sunduğu Büyük Nutuk?a dayanıyor. Bir ülkenin tarihi sadece bir siyasi şahsiyetin hikaye ettiğine dayandırıla bilir mi? Mustafa Kemal?in yapılan herşeyi kendisine mal etmesi ve olayları öyle hikaye etmesi işin doğası gereğidir. Bir kere Nutukta anlatılanlarla gerçekte yaşanlar arasında bariz uyumusuzluk var. İkincisi, yakın tarih yazılırken ekseri Birinci emperyalistler arası savaş yok sayılıyor. Aslında emperyalist savaş atlanarak, geçiştirilerek yazılan tarihin bir kiymet-i harbiyesi olması mümkün değildir. Aynı şekilde 1908 de geçiştiriliyor. Oysa, asıl kırılma noktası resmi tarihin ısrarla ileri sürdüğü gibi 1923 değil, 1908?dir. Daha önce başka yerde yazdığım gibi [Yediyüz-Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi] 1923 sonrasında kurulan rejim ?İkinci İttihatçı rejiminden başka birşey değildi. Üçüncüsü de, kişi kültü yaratmayı, kişiye tapınmayı marifet sayan bir tarih anlayışı, modernite sonrası dönemin toplumuna yakışmaz... Fakat Türkiyenin tarihinde ve o tarihin hiçbir döneminde bir modernite devrimimin ve aydınlanmanın yaşanmamış olması, hâlâ kişi kültünü sürdürmeyi mümkün kılıyor. Gerçek durum böyledir ama Cumhuriyet modernitenin ve aydınlanmanın timsâli sayılıyor? Bu durum Türkiye?deki bilimsel-entellektüel azgelişmişliğin rahatsız edici bir göstergesidir ve bilimsel-entellektüel azgelişmişlikle resmi tarih ve resmi ideoloji birbirlerini karşılıklı olarak yeniden üretiyor.

İradi olarak geçmişi yok saymak mümkündür ama geçmişi yok etmek mümkün değildir. Resmi tarihin yok saydığı, yok etmek için onca çaba harcadğı gerçeklerin aradan onca zaman geçmesine rağmen, öcünü alırcasına ve inatla gündemdeki yerini alması bu yüzdendir. Geçmiş bu günkü zamanda bizde varolmaya. bizimle yaşamaya devam ediyor. Tarih sağır ve dilsiz değildir, duyup söylemeye devam ediyor ve edecek ama bu kendiliğinden olacak birşey değildir. Eğer tarihimize sahip çıkarsak, yalancıları, tahrifatçıları, efsane ve tabu imalatçılarını teşhir edebilirsek, tarih bizi özgürleştirecektir. Bu yüzden ünlü İngiliz tarihçisi Martin Bernal?in dediği gibi: ?Tarih tarihçilere, akademik statünün gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir.?


hawin.
Yasaklı
02 Ağustos 2010 22:08

belki cahil halka istediğiniz tarihi dayatabilirsiniz;

ama o sadece sizin uydurduğunuz bir tarih olmaktan asla öteye gidemeyecek;

hiçbirşey SÖZDE (örn.ermeni- kürt soykırımlrı vs.) değildir.

sizlerin kabul etmediği resmi ideoloji ruhunun ANAYASANIN ÖZÜ olduğunu söylesem bunu da inkar edersiniz herhalde :) ancak günümüzde verilen hukuk eğitiminde bile bu açıkça dile getiriliyorken siz yine TIN tabi.

herzaman söylemişimdir ( zihniyet olarak) cahil birisine asla laf anlatamazsınız...

02 Ağustos 2010 23:07

hawin tarihi dayatmalarla asimilasyonla yada inkar yolu ile hiç bir halka geçmişi unutturulamaz ha bu sadece kagıt üzerinde kalır okullarda ders olarak verilebilir ama kendi tarihini bilen kimseye bunu inkar ettiremezsiniz tarih yanlı yazılıp saklı kalıgı sürece milletler,halklar geçmişleri ile yüzleşemez!!


hawin.
Yasaklı
02 Ağustos 2010 23:30

neslihan..

özünde derdimiz farklı değil;

ancak insanlar öyle bir hale getirilmişki, soru sormuyor , eleştirmiyor, okumuyor, ve üstelik önüne sunulan herşeyi değişmez doğrular olarak algılıyor...

halbuki sen de bilirsinki türkiyede bir resmi ideoloji vardır, ve bu ideoloji hayatımızın her safhasında karşımıza çoğu zaman bir duvar olarak çıkıyor...

HERŞEYİN HİÇ DURMADAN DEĞİŞİME UĞRADIĞI BU DÜNYADA

TÜRKİYEDE HİÇBİŞEY DEĞİŞMİYOR...

haksızlık etmemek lazım bazı değişimler de yaşamıştır türkiye örn : 1960, 1980, 12 martta, 28 şubatta, 27 nisanda vs...

tanıdık geldi değil mi bu tarihler :)) neyse

evet

türkiye, yaşanan değişimleri darbelerle eski köhnemiş haline getirdiği tarihler..

dünyanın hiçbir ülkesinde geşmişinde bu kadar darbe olan başka bir ülke olmadığını biliyor muydun ,,türkiye herzaman bu utancıyla da gurur duymuştur..

sana bir soru sormak istiyorum

sence türkiye bu ideolojik dayatmalarla (siyasal, dinsel, ekonomik, hukuksal,kültürel, vs..) nereye varabilir? yani ufukta ne var?

02 Ağustos 2010 23:59

sence türkiye bu ideolojik dayatmalarla (siyasal, dinsel, ekonomik, hukuksal,kültürel, vs..) nereye varabilir? yani ufukta ne var?

hawin.

---------------------------------------------------------------

hawin hep söylerim ve sözlerimide arkasındayım inkar,asimilasyon ,yok etme ,dayatmalarla bir yere varılmaz ülke olarak zaten tam anlamı ile kaos içerindeyi halklar olarak ise bir bilinmezlik kısır bir döngü içerisinde çırpınıp duruyoruz yargının dibe vurdugu,ekonomik,siyasal,kültürel ve sosyal anlamda çözümsüzlügün tamda ortasında bulundugumuz şu dönmede sonumuz; EMPERYALİZM'in Cadı kazanında topyekün yani halklar olarak yahni olmak YAZIK Kİ


yare söyle
Kapalı
03 Ağustos 2010 00:57

bu konunu açılış amacı da neye hizmet ettiği belirlendi sanırım....

hala asimilasyon,Türk milleti bünyesinde ugranılan fazla nimetler) siz onada eksiklik diyeceksiniz ya)

kemalist ideolojinin arkasına sıgınıp, inönünde gaziye yaptıgını yapmak....sezarın britüse didigi gibi: sende mi britüs...


hawin.
Yasaklı
03 Ağustos 2010 01:04

ezber, ezber ezber :(((

kaplumbağalara benziyorsunuz...hani içinde bütün hayatını yaşadığı o küçük kabuk var ya....aynen öyle.

yaw kardeşim en azından konuşmaya yüzünün olması için makaleyi okusaydın...


yare söyle
Kapalı
03 Ağustos 2010 01:09

o ezber düşünceler degil mi, sana bunları yazdıran .....

ilk cümleniz begenmeyince, hakaretler.....

"bana dostunu söyle, sana kim oldugunu söyleyeyim" der bir Türk atasözü......

"oku, baban gibi eşek olma " diye de bir sözümüz var degil mi bu arada??


hawin.
Yasaklı
03 Ağustos 2010 01:27

ben bu ülkenin vatandaşıysam eğer senden farklı düşünceler önesürüyorsam söylediklerim ezber değildir...ama bu basit çıkarımı bile yapamamışsın maalesef.

ben en ufak bir hakaret yazdıklarımda görmüyorum..keza asla kimseye (çizmeyi aşmadığı sürece ) hakaret etmem...haa siz kaplumbağa benzetmesini hakaret olarak algılamış olmalısınız...ancak düşünme yeteneğine sahip bir birey olsaydın eğer onun hakaret olmadığını hemen anlardınız...ama anlayamamışsınız maalesef..

keşke siz de babanız gibi olsaydınız da ben bukadar maalesefi sıralamasaydım....tabi siz burda ne demek istediğimi yine anlamadınız maalesef..

**************

her neyse

bu gün hiç yapmadığım bişey yaptım : siz gibi birisine gereğinden çok fazla cvp verdim.ama umarım boşa gitmez de kafanızda en azında 1 soru işareti kalır...


yare söyle
Kapalı
03 Ağustos 2010 11:46

babam gibi olabilseydim, sen bu hayatta olamazdın sen.yaşama hürriyetini aihm sine bile bildiremezdin....

çapını kadar yazabiliyorsun, beynindeki dogmaları ezberletilmiş savsaklamaları anca yazabiliyorsun....

dönüp bir tarihe bak, " ya devlet başa, ya kuzgunleşe" dedirtme bu millete....

hala sesi çıkmıyorsa, bu islamın Türklere verdiği ahlaktan geliyor....

erdogan gibi kıvırmayı da biliyorsun, suçlamayı da...nasreddin hoca:

"hırsızın hiç mi suçu yok "demiş ya.....dilerim aklın firavun gibi bogulurken kendine gelmez...


yare söyle
Kapalı
03 Ağustos 2010 14:55

Omurgası Kırık Aydınlar:

Türk Tarih Tezi'nin Doğrulandığından Haberiniz Var Mı?

BATI MERKEZLİ TARİHE BAŞKALDIRAN ADAM: ATATÜRK

Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri Kurtuluş Savaşı sonrasında Batı Merkezli Tarihe Başkaldırmasıdır. Atatürk biyografilerinde ve yakın tarih anlatımlarında nedense hep gözardı edilen bu gerçek, Atatürk'ü Atatürk yapan en önemli neteliklerinden birdir.

Kurtuluş Savaşı'yla Batı emperyalizminin siyasi oyunlarını bozan Atatürk, 1930'larda ortaya atıp, yerli ve yabancı bilim insanlarının tartışmasına açtığı Türk Tarih Tezi'yle de Batı emperyalizminin kültürel oyunlarını bozmuştur. Bu durumdam çok rahatsız olan Batı, Attatürk'ün olümünden hemen sonra Türk Tarih Tezi'ni ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir.

Sömürgeci Batı, 19. yüzyılda kurmaca bir tarih ve dil tezi geliştirerek, bu tezlerle Doğu'yu "köksüzleştirip" sömürmek istemiştir. Batının Doğuyu sömürmek için ileri sürdüğü bu tarih ve dil tezlerinin temel mantığı Doğudaki bütün eski ileri uygarlıklara HİNT AVRUPALI DAMGASI VURARAK sahip çıkmak üzerine kuruludur. Böylece Anadolu'da, Mezopotamya'da, Hindistan'da vb eski ileri uygarlıklara sahip çıkan Batı bu topraklarda yaşayan Doğu toplumlarını, "Bu topraklar geçişte bizimdi..." diyerek bu topraklardan atmaya çalışmıştır....İşte Atatürk, Türk Tarih Tezi ile Batı'nın bu ırkçı ve kurmaca tarih tezine, yani Batı Merkezli Tarih Tezi'ne başkaldırmıştır.

Üstelik Atatürk'ün bu başkaldırısı, "omurgası kırık aydınlarımızın" iddia ettiği gibi "kurmaca" değil tamamen "bilimsel" bir başkladırıdır. Çünkü Türk Tarih Tezi'ni kanıtlmaya çalışan bilim insnaları, Sümerolog Landsberger, Hititolog Güntenbirk, Antropolog E. Pitard gibi dünyaca ünlü bilim insanlarıdır...

Dahası sıkı durun, Atatürk'ün 1930'larda ileri sürdüğü, Hititlerin, Sümerlerin, Etrüsklerin Türklüğü ve Türklerin ilk yerleşip medeniyet kurdukları yerlerden birinin Anadolu olduğu biçimindeki tezlerin birçoğu bugün (2010) modern bilim tarafından kabul edilmektedir.

Resim 62 olarak küçültüldü. Gerçek boyutları [ 720 x 621 ]

İşte, OMURGASI KIRIK AYDINLARIMIZIN BİLMEDİĞİ GERÇEKLER:

ANTİK KAYNAKLARDA TÜRK ADI

Türk adının ilk görüldüğü yerlerden biri Anadolu ve civardır. Bilim insanlarına göre Türk adının ilk geçtiği kaynaklardan biri Museviliğin kutsal kitabı Tevrat?tır. Tevrat?ta Nuh?un oğullarından biri olan Yafes?in oğlu Gumar (Gomer), onun da oğlu Tugarma?dır. Avam Galanti, Tevrat?ta geçen bu Tugarma sözcüğüyle Türklerin kastedildiğini ileri sürmüştür. Tugarma?nın ise, Uygur, Tiros, Avar, Hun, Barsil, Zarna, Kozar (Hazar), Sanar, Bulgar, Sabir adlı oğulları olmuştur. Tugarma sözcüğü Tevrat?ta dört kez geçmektedir: (Tekvin Mahlukat Bab 10, paragraf 3; Tevazrih-i Evvel, Bab 1, paragraf 6; Hezekiyel, Bab 27, paragraf 14; Hezekiyel, Bab 38, paragraf 6)

Galanti?ye göre, Tugarma (Thorg-ama), MÖ 250?den sonra Tork, Turk, Türk olarak söylenmiştir.

Tevrat?ta geçen bu isimlerden bazıları, ?Türk soylu? kavimlerle ilişkilendirilmektedirler. Örneğin, ?Aşkenaz?ın İskitler?, ?Gomer?in Kimmer?, ?Madia?nın Med?, ?Tiras?ın Tura veya Turan? olduğu ileri sürülmüştür.

Türk adı, Tevrat dışında en eski antik kaynaklarda da karşımıza çıkmaktadır. Eski ve ortaçağ yazarlarından Hekataios, Hesiodos, Heredot, Strabon, Pliny, Pomponius Mela, Ptolemaeus, Horeneli Moses, Annanius Shirakatsius eserlerinde Türklerden söz etmişlerdir.

İsveçli El Tabbert Stralenberg, Herdot?un ?IV. Tarih? kitabında tasvir edilen Hakas kabilesinin, ?Asya?dan Avrupa?ya göç etmiş ve Herodot?un devrine kadar orada yaşamış olan İskitlerin çocukları? olduklarını belirtmiştir (Stralenberg, 1888, s.3,4).

E. İ. Eyhvald, Herodot?un ?Türragetler? ve ?Türklerden? söz ettiğini belirtmiştir. (Kitap IV, 21). Herodot, Dnestr (Dinyester)in üst katına Türkleri yerleştirmiştir.

Pliny ve Pomponius Mela?nın bahsettikleri Türk kabileleri Strabon?da Türragetler (Tyrrhen) olarak geçmektedir. Ayrıca Satrabon?un yazılarında Uygur Türklerinden de söz edilmektedir.

Başta Herodot olmak üzere Antik çağ yazarları, Orta ve Kuzey İtalya?da MÖ. 900-700 yılları arasında güçlü Etrüsk devletini kuran ?Tyrrhenus?lardan söz etmişlerdir. Bu Tyrrhenus sözcüğüyle kastedilen Turanlılardır. ?Y? harfinin ?u? okunduğu dikkate alınacak olursa ?Tyrrhen?in, ?Turan? sözcüğünün Yunanca telafuzu olduğu kolayca anlaşılacaktır. İlk olarak İsac Taylor?un 18. yüzyılda yaptığı çalışmalardan sonra bugün birçok bilim insanı Etrüsklerin Türk kökenli olduğunu kabul etmektedir.

Tyrrhenler, Truva Savaşı?ndan sonra Truva şehri yakılıp yıkılınca oradan kurtulup İtalya?ya göç etmişlerdir (Aenias?ın torunları). Tyrrhenuslar, Türk İskit (Saka)?lerle birleşerek Tyrr-Saka (Tursaka) adını almışlardır.

Prof. Manfred Korfmann, Truva Savaşı sonrasında şehirden kaçanlar arasında Turcilerin de bulunduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, Turcilerin ve Tyrrhenler?in ataları olan Truvalılar da Türk kökenli bir topluluktur.

ANADOLU VE CİVARINDA ÖN TÜRK DEVLETLERİ

Arkeolojik kazılar sonunda Ön Türklerin ilk yaşam alanlarından birinin Mezopotamya?dan Doğu Anadolu?ya oradan İç Batı Anadolu?ya kadar uzanan bölgeler olduğu anlaşılmıştır. Örneğin, Elamlılar, Kaslar, Hurriler, Urartular, Hattiler, Subarlar ve Turukalar Kuzey Mezopotamya ve Anadolu civarında yaşamış Türk kavimlerinden birkaçıdır.

Sümerler gibi Mezopotamya?da yaşayan Asyenik Elamlar Türkçe gibi ?bitişken? bir dil kullanmışlardır. Türkçe ve Elamca şekil ve yapısal bakımdan birbirine o kadar çok benzemektedir ki Hamit Zübeyir Koşay?ın ifadesiyle ?Her iki dil arasında aynılık? vardır. Bu aynılığın en açık kanıtlarından biri, her iki dildeki çok sayıda ortak kelimedir. Elamlılar, MÖ. 3. Binyıl ortalarında Sümerlerden aldıkları çivi yazısını kullanmaya başlamışlardır. Elam adı, Türkçede, ?İl-em? (benim ilim), ?El-em? biçimlerinden zamanla ?Elam? haline dönüşmüştür.

Mezopotamya ve Anadolu civarında yaşayan Türk kavimlerinden biri de Kaslardır. I. Binin ilk yarısında Zagros Dağları civarında varlık gösteren Kasların dilleri Türkçeyle akrabadır. Kas hükümdarlarının isimleri öz Türkçedir. Hatta bu isimlerden bazıları Göktürk Yazıtlarında bile karşımıza çıkmaktadır.

MÖ. 3. Bin yılın ortalarından itibaren Mezopotamya?da Yukarı Dicle bölgesinde ortaya çıkan ve zamanla Ön Asya?ya yayılan Hurriler de Türk kökenlidir. E. Forer gibi bazı bilim insanları Hurrilerin Türklerle akraba olduğunu ileri sürmüştür. Türkçe gibi ?bitişken? bir dil kullanan Huriler, Hitit çağında Anadolu?un en etkili kavimlerinden biridir. Hurricede sözcükler arka arkaya gelen son ekler aracılığıyla türetilmektedir. Hurice ve Türkçe arasındaki benzerlik ortak kelime hazinesinden çok iki dilin yapısal özellikleriyle ilgilidir. Hurriler uzun süre Anadolu?nun doğu ve güneydoğu bölgelerine egemen olmuşlardır. MÖ. 2. Binlerde Hititler başta olmak üzere birçok kavimi derinden etkileyen Hurriler, MÖ. 1. Binde tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

MÖ. 600 ile 900 arasında Doğu Anadolu?da Van merkez olmak üzere hüküm süren Urartular da Anadolu?daki Ön Türk kavimlerinden biridir. Urartuca da Türkçe gibi ?bitişken? bir dildir. Urartucanın Hitnt-Avrupa dilleriyle hiçbir bakımdan benzerliği yoktur. Urartuca yine bitişken bir dil olan Hurriceyle de akrabadır. Aslında her iki dilin aynı kaynaktan doğduğu ve MÖ. 3. Binde birbirinden ayrıldığı kanıtlanmıştır.

MÖ. 3. Binlerde İç Anadolu?da yaşayan ve Hititleri derinden etkileyen Hattiler, Hint-Avrupalı olmayan bir dil kullanan Asyenik kavimlerden biridir. Hattiler de Sümerler, Elamlılar, Huriler ve Urartular gibi ?bitişken? bir dil kullanmışlardır. Hattice birçok bakımdan Türkçeye benzemektedir.

Mezopotamya ve Anadolu arasında yaşayan Ön Türk kavimlerinden biri de Subarlardır. Azeri dil bilgini Firudun Agasıoğlu Celilov, MÖ. 3.ve 4. Binyıllarda Dicle?nin yukarısında Asurlarla Urartular arasında Subarların (Su kenarında yaşayan insalar) yaşadıklarını ileri sürmüştür.

Subarların biraz aşağısında Türk dilli Kumanlar, Gutiler, Lulular, Urmiye Gölü?nün güneyinde ise yine Türk dilli Turukalar yaşamaktadır.

Ayrıca yine Mezopotamya ve Doğu Anadolu arasında Kumug, Kaşgal, Güger, Salur gibi Türk dilli halklar yaşamaktadır.

Son zamanlarda yeniden Türk Tarih Tezi?nin izini süren bazı Türk bilim insanları, yaptıkları araştırmalar ve incelemeler sonrasında Kuzey Mezopotamya ile Doğu Anadolu arasında Ön Türklerin yaşadıklarını tesbit etmişlerdir. A. Erzen başkanlığında ve Prof. Kılç Kökten, Prof Oktay Belli, Prof. Muvaffak Uyanık, Prof. Ersin Akok, Prof W.Freh ve Prof E. Feigel?den oluşan bir gurup arkeolog ve eski çağ tarihi uzmanı Doğu Anadolu bölgesinde yaptıkları araştırmalar sonunda çok önemli sonuçlar elde etmişlerdir.

Prof. Arif Erzen, Kafkaslardan Kuzey Suriye ve Irak?a kadar uzanan yükesk Anadolu yaylasında MÖ. 4. Binlerde Ural-Altay dili konuşan hakların oluşturduğu çok güçlü bir kültürün var olduğunu ileri sürmüştür.

ŞARTAMHARİ METNİ VE TÜRKİ KRALLIĞI

MÖ. 2350-2150 tarihleri arasında Mezopotamya?da çok büyük bir imparatorluk kurmuş olan Akad hükümdarlarından Naramsin, ?Şartamhari Metni? olarak bilinen ve ?Mücadelenin Kralı? anlamına gelen yazılı kaynakta, MÖ. 2000?lerde Anadolu?da Türklerin yaşadıklarını belirtmiştir. Adı geçen belge üç kopya halinde ele geçirilmiştir: İlki, Mezopotamya Babil?de, ikincisi Mısır Tel el Amarna (Mısır)?da, üçüncüsü de Anadolu Hattuşaş (Boğazköy)?ta ele geçirilmiştir.

Hattuşaş arşivinde ?KBO-III, 13? sıra numarasıyla belirtilen bu yazılı belge Hitit çivi yazısıyla (MÖ.1750- 1200) Akadca orjinalinden kopya edilerek taşa yazılmıştır. H. G. Gütterbock tarafından çözümlenen bu belgede Akad Kralı Naramsin?e karşı 17 Anadolu kralının güçlerini birleştirerek harekete geçtikleri anacak yenildikleri anlatılmaktadır. Burada bizim için önemli olan bu 17 kraldan birinin TURKİ kralı İlşu-Nail adlı kral olmasıdır.

Aynı olaydan bahseden Delaporte da ?Les Hittites? (Hititler) adlı eserinde Sargon?un üçüncü halefi Naramsin?e karşı Kuzey Mezopotamya ve Anadolu?da 17 krallığın bir kualisyon kurduğunu ve bu krallıklar arasında TOURKİ kralının da olduğunu ve ?İlloushoumail?in ?Tourki? karlı olduğunu söylemiştir.

Şartamhari Metni?nin 15. satırında yer alan ?TURKİ kralı? ifadesi çok açık bir şekilde Anadolu?da MÖ. 2000?lerde adıyla sanıyla Türklerin yaşadıklarını göstermektedir.

Şartamhari Metni Kral Naramsin?e Aittir.

Eski Çağ?da Anadolu?da ?Türk olmadığını? iddia eden Prof. Ekrem Akurgul, Turki Krallığı?ndan söz edilen Şartamhari Metni?nden hiç söz etmezken, Doç. Dr. Ekrem Memiş, Şartamhari Metni?ninde geçen Turki Krallığı?nı, Nuh?un Yafes adlı oğlunun torunlarından ?Thorg-ama? nın kurduğunu iddia etmiştir.

MARİ TABLETLERİ VE TURUKKU KRALLIĞI

Ayrıca Fırat kıyısında Mari bölgesinde ele geçirilen tabletlerin (MÖ.4000-2000) 13 tanesinde TURUKKU adlı bir kavimden söz edilmektedir. Sadi Bayram, bu tabletlerin Türkçe tercümelerini yayınlamıştır.

Önce Sümerlerin, daha sonra da Asurlular ve Babillerin egemenliğinde kalan Mari şehri, bugünkü Suriye sınırları içerisindeki Tell Hariri kentidir. Fransız Arkeoloji Enstitiüsü?nün 1933-1939 yılları arasında yaptığı kazılarda ortaya çıkarılan Mari şehrindeki kraliyet sarayında Asurlulara ait MÖ. 1870-1740 yılları arasında yazılmış bir çok çivi yazılı tablet bulunmuştur. Bugün Louvre Müzesi?nde sergilenen Akadca yazılmış bu tabletlerin metinleri Fransıza tercümeleriyle birlikte Georges Dossin tarafından 1950 yılından itibaren yayınlanmaya başlanmıştır.

Dört cilt halinde yayınlanan bu Mari tabletlerinin 13 tanesinde toplam 22 defa ?Turuku?, ?Turukku?, ?Turukki, ve ?Turuk? biçiminde bir kavim adı geçmektedir.

Bu tabletlere şöyle birkaç örnek vermek mümkündür:

16 numaralı tablet : ?...Uyuyanları uyandıran ve uyandırdıklarına hiç tayın vermeyen Turukkular gibi yapacağız?.

21 numaralı tablet : ?...Bu akından beri Turukkular?ın sayısı fazla görünmüyor. Fakat artabilir. Onlar gelmeye devam edecekler.?

22 numaralı tablet : ?...Bana yazdığın Turukkular?la ilgili haberler değişti.?

23 numaralı tablet : ?... Bana Turukkular hakkında yazmıştın. Turukkular?ın çıkış hareketinde bulundukları gün çok meşgul olduğumdan sana haber veremedim.?

87 numaralı tablet : ?...Kral bana herşeyden önce, Turukkular?ın hücum ettiklerini, Nithim?i kuşattıklarını yazdı.?

Güneydoğu Anadolu?da yaşayan, savaşçılıkları ile Orta Asya Türk akıncılarını andıran, ana merkezden yaklaşık 400 km. uzaklaşıp, düşman ordugâhlarına saldıran bu Turukkular, Türk?ten başka kim olabilir?

Bu tabletlerde ayrıca Asur Kralı Şamsi Addu?nun oğlu İsme Dagan?ın Turukularla barış imzaladıktan sonra, Turukulardan Zazaya?nın kızını oğlu Mutasgur?a gelin almıştır.

Yine bu tabletlerde Turukuların Asurlulara Ahazim bölgesinden saldırdıkları anlatılmaktadır. Burada sözü edilen ?Ahazim? bölgesi MÖ. 2300?lerde Türklerin ve Hurrilerin yerlişim bölgesi olan ?Harizm? bölgesi olmalıdır. ?Harizm? adı da büyük ihtimalle ?Hurri? sözcüğünden gelmektedir.

MÖ. 2000?LERDE ANADOLU'DA TÜRK ADI

Batı merkezli tarihin esiri bilim insanlarınca ?MÖ.2000?lerde Anadolu?da Türk yoktur!? denmesine karşın arkeolojik, filolojik ve etnolojik bulgular Eski Çağ?da Anadolu?da Türklerin yaşadığını göstermektedir.

Türklerin MÖ 2. Binlerde Kuzey Mezopotamya ve Doğu Anadolu civarında yaşadıklarını kanıtlayan bu belgelerden biri Asurlulara ait tabletlerde geçen ve Arkeolog Dossin?in, ?TUUR? ve ?TURAN? biçiminde okumuş olduğu bir kelimedir.

Antik Çağda İç Anadolu?da, Kilikya ve Kapadokya bölgesi civarında kullanılan bazı kral, tanrı ve yer yurt adlarının, Çin kaynaklarında görülen, ?Türk? adının türevlerine fazlaca benzerlik göstermesi, ?MÖ. 2000?lerde Anadolu?da Türklerin yaşadığı? tezini güçlendirmektedir. J. G. Frazer bir yazısında bu konuda şu düşüncelere yer vermiştir:

?Bütün dağlık Batı Kilikyası?nın, sonraları Greklerce Zeus diye sayılıp kabul edilen, bir tanrıyı kişiliğinde simgeleyen papaz krallar tarafından yönetildiğini biliyoruz. Bu kralların çoğunun adı ya Ajaks ya da TEUKEROS idi. Bu adlar Kilikyalı adların Grekçeye çevrilmiş biçimleri idi.

Teukeros sözcüğü Kilikya krallarında sık sık rastlanan TRAK, TROK, TURKU ve TROKA adlarının Grek söyleyişine uydurulmasından ileri gelmişe benziyor.

Unutulmamalıdır ki, Korikos mağarasında ?Kilikya?da- Zeus?un papazlarının adları arasında sık sık Tarkuvaris, Tarkumbiyos, Tarkimos, Trokoarbasis ve Trukumbigremis gibi adların arasında Grekçe Teukuros adı görülür. Hitit tanrısı Teşüp?ün bir adının da Torkom olduğu unutulmamalıdır.?

Kilikya ve Kapadokya krallarında sıkça rsatlandığı söylenen bu adlar çok tanıdıktır. Türk adının zaman içindeki ses değişimi izlendiğinde geçmişte Türklere, ?Trak?, ?Türü?, ?Töre?, ?Türük?, ?Turuk?, ?Tork? gibi adlar verildiği görülecektir. Dolayısyla Kilikya krallarına verilen ?Trak?, ?Trok?, ?Turku? gibi adların değişik coğrafyalarda Türklere verilen adlara birebir benzemesi, ilk çağda Kilikya ve Kapadokya bölgesinde yaşayan halkın ?Türk kökenli? olabileceğini düşündürmektedir. Bilindiği gibi bu bölge daha sonra Hititlerin yerleşeceği İç Anadolu ve civarıdır.

Selahi Diker, ?Kapadokya? adının da Türkçe olabileceğini ileri sürmüştür. Kapadokya adının Akamen Elamcasıyla: ?Ka-ut-ba-du-ka? biçiminde yazıldığını ve Türkçe ?Kt-batuk-ya? yani (Het-batuk-ya) biçiminde yazılması gerektiğini ileri süren Diker, bu sözcüğün anlamının ise: ?Hatti halkının battığı ülke? olması gerektiğini belirtmiştir. Diker, Hatti-Hitit ve Türkçe Battı-Batık szöcükleri arasındaki ilişkiye dikkat çekerek: ?Her ne kadar adını Galata sınırındaki Kappadoks ırmağından aldığı söyleniyorsa da (Strabon, s.291) bu bizim yorumumuzu değiştirmez. Zira, bu ırmak adı da hemen hemen aynı etimolojiye sahiptir: Kappadoks ? Kappadok-s Türkçe Kt-patuk ?su ?Hattilerin battığı ırmak?? biçiminde bir değerlendirme yapmıştır.

Anadolu?da MÖ. 2. Binlerde Türklerin yaşadıklarını gösteren en önemli kanıtlardan biri Antik kaynaklardaki bazı yer adlarıdır. Örneğin, Antik kaynaklarda Anadolu?da TAUR adını taşıyan dağlardan söz edilmektedir (Pontus Tauru, Anadolu Tauru). Taur sözcüğü ?dağlı insanlar?, ?dağlılar? anlamında Türkçe kökenli bir yer adıdır. Tau/taw/tav ?dağ? ve ar/er ?insanlar? sözcüklerinden oluşmuştur.

BULAMAÇ HÖYÜK HEYKELİ VE ÖN TÜRKLER

Erzurum?un Pasinler ilçesi yakınlarında Bulamaç Höyük kazısında MÖ. 1100-1500 yılları arasına tarihlendirilen bir insan başı heykelciği bulunmuştur. Yapılan analizler sonucunda yumurta büyüklüğündeki insanbaşı heykelciğinin Proturklere ait olduğu anlşılmıştır.

Pasinlerde, MÖ. 1100-1500 yıllarına ait heykelcikte, Orta Asya Türk eserlerinde bulunan ?bıyık?, ?keçi sakal? gibi detaylar yeralmaktadır. Heykel başının en öenmli özelliği göz, ağız, bıyık ve sakalının Asyetik unsurlar barındırmasıdır. Yrd. Doç. Dr. A. Semih Güneri, bulunan arkeolojik eserler hakkında yaptığı açıklamada, ?Türkçe konuşan kabilelerin MÖ. 3000?den itibaren Doğu Anadolu?ya gelişlerine ilişkin arkeolojik belgeleri 10 yıllık çalışmayla gün ışığına çıkardıklarını? belirterek, ?Ermenilerin yörede 6. Yüzyıldan itibaren yaşadığı iddia ediliyor. Bulamaç Höyük kazılarında Türklerin buralara 1000 yıl daha erken geldiğini kanıtlayan bulgular bulduk? demiştir.

DPT tarafından desteklenen OTAK (Orta Asya?da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları) projesi kapsamında Pasinler Ovası Bulamaç deresi yakınlarından bulunan Bulamaç Höyük I?de Ortaçağ ve Urartu dönemi arasındaki kültürlere, Bulamaç Höyük II?de ise Son Tuç çağına ait surlar ve küplere rastlanmıştır.

Bulamaç Höyük kaızlarında bulunan baş heykelciği, Türklerin Anadolu?da 3500 yıldır yaşadığını kanıtlayan son arkeolojik bulgulardan biri olması bakımından son derece önemlidir.

HAKKARİ TAŞLARI VE ÖN TÜRKLER

?Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.? sözü aslında bilimi tanımlamak için kullanılabilecek en güzel ifadelerden biridir; çünkü bilimde ?mutlak doğru? diye birşey yoktur. Tarih biliminde de yeni bilgi ve bulgular eski bilgi ve bulguları değiştirir. Tarih ve arkeoloji bilimleri öteden beri tarihi gerçeklerin değişebileceğini göstermiştir. Örneğin, yeni bulunan Hakkari Taşları, Eski Türk Tarihi hakkında bilinenleri değiştirecek türdendir.

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Veli Sevin ve eşi Doç Dr. Necla Sevin başkanlığında bir ekip tarafından 1998?de Hakkari?de yapılan kazılarda ele geçirilen 13 adet dikili taş, başlangıçta Batılı bilim çevrelerinde heyecan yaratmış, dünyaca ünlü ?National Geograpic? dergisi bu konuda 2 sayfalık bir yazıya yervermiş, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü?nün yayın organı olan ?Archeology? dergisi de 2000 yılı Ağustos sayısında Veli Sevin?in kazı çalışmalarına tam 8 sayfa ayırarak, Hakkari Taşları?nı dünyaya duyurmuştur. National Geographic Dergisi?nin haberinde Hakkari Taşları?nın Anadolu, Orta Asya ve Avrasya uygarlıklarıyla ilgili ip uçları vereceğini belirtmesi son derece anlamlıdır.

Hakkari Taşları?nı bulan Veli Sevin o günlerde Hürriyet gazetesine verdiği bir demeçte şunları söylemiştir:

?Üç yıl önce kepçeyle kazı yapan bir kişi, tarihi kalıntıları görünce valiliğe haber verdi. Kültür Bakanlığı kazı başlattı. Bölgede dikilitaşlarla birlikte, içinde 50?ye yakın iskelet ve bazı eşyalar günışığına çıkarıldı. Bunlar çok önemli arkeolojik eserler. Dikilitaşların dönemin kralları tarafından oluşturulan sitelerde kullanılmak üzere yapıldığını belirledik. Yaptığımız çalışmaların meyvelerinin uluslar arası dergilerde yeralması ve Türkiye?den övgüyle sözedilmesi bizi grurlandırdı. Önümüzdeki yaz (2001) dikilitaşların kökenini araştırmak üzere Doç. Dr. Necla Sevin?le birlikte Orta Asya?ya giderek araştırmalar yapacağız.?

Hakkari Taşları, Türk Tarih Tezi üzerinde yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Artık bilim insanlarımızın, ?Antik çağlarda Anadolu?da Türk yoktu, Türkler 1071?de Anadolu?ya girdi!? biçimindeki ?genel kabulun? esiri olmaktan kurtulup 1998 yılında Hakkari?de bulunan taşlara göz atmaları gerekmektedir.

Hakkari Taşları, Türklerin ilk yaşadıkları yerlerden birinin Doğu Anadolu ile Hazar Denizi arasındaki bölge, yani Kafkaslar olabileceğini düşündürtmektedir.

MS. 6. yüzyıl Çin kaynakları, Türklerin atalarının Hsi Hai (Batı Denizi)?nin batı kıyılarında yaşadıklarını, sonraları buradan doğuya doğru göç ederek Turfan Havzası ve Ergenokon?a yerleştiklerini yazmaktaydı. Kimi tarihçiler, Çince Batı denizi denilen yerin Hazar Denizi olduğunu ileri sürerken, kimileri Batı denizinin Aral ya da Isık gölleri civarları olduğunu ileri sürmektedir.

Hakkari Taşları diye adlandırılan bulgular, ilk dikildikleri şekli koruyan, insan biçiminde ve 13 adet dikili taştır. En ilginci söz konusu taşlar eski Anadolu ve Ön Asya kültürüne yabancı özellikler taşımaktadır. Ön yüzlerinde kabartma ve çizgi tekniğiyle yapılmış resimler vardır. Taşlar cepheden görünen çıplak ve güçlü bir erkek figürü biçiminde yontulmuştur. Balta, hançer, mızrak, topuz gibi madeni silahlarla donatılmış figürler birer kahraman savaşçıya benzemektedirler. Çadır resimleri, yaşamlarını bozkır çadırlarında geçirdiklerini göstermektedir. Figürlerin üzerindeki işaretlerden taşların ait olduğu toplumun at kullanmayı da bildikleri anlaşılmaktadır.

?Hatta tüm koşum donanımlarıyla betimlenmiş bir süvari figürü Yakın Doğu?nun bilinen en eski örneği durumundadır. Dikili taşlardan ikisi silahsız kadınlara aittir. Bunlardan biri 3.30 metre boyundadır. Yerel bir hanedana ait bu taşlar, İÖ. 1450 ile 1000 yılları arasında ölmüş ataları anma amacıyla bir tür mezar taşı olarak yapılmıştır.?

Eski Çağ Tarihçisi Veli Sevin, Hakkari Taşları?nın Ön Türklere ait olduğunu düşünmektedir. Sevin: ?Orta Asya ile Şaşırtıcı Paralellik? başlığı altında Hakkari Taşlarıyla Orta Asya?da ele geçirilen Türklere ait dikili taşları karşılaştırmıştır:

?Hakkari taşları, gerek ikonografik, gerekse felsefi açıdan kuzeyin Avrasya bozkır inanışlarına yakın özellikler taşır. (?) Hakkari taşlarının en ilginç yönü, kahraman figürlerinin göğüsleri üzerinde sıkı sıkıya (olasılıkla deriden) bir kırba (tulum) taşımasıdır. Merkezi konumlu bu içki kabı tüm sahnenin odak noktasıdır. Bu kabın simgesel açıdan büyük önem taşıdığı, savaşçının tüm kahramanlıkları ile silah ve eşyalarından ön plana alınarak belirginleştirilmiştir. En erken örnekleri Hakkari ve İran Azerbaycan?ında ortaya çıkan bu ilginç poz, taşları Batı Avrupa ve Güney Rusya ?Ukrayna?daki en eski benzerlerinden ayırır. (?) Buna karşılık Orta Asya?da Kırgızistan, Kazakistan, Batı Çin ve Moğolistan?da yüzlerce benzer söz konusudur. Hakkari taşlarıyla Orta Asya?dakiler arasındaki paralellik şaşırtıcıdır.?

Sevin, Hakkari Taşları?nın Orta Asya?daki örneklerden daha eski olduğunu, dolayısıyla bilinenin aksine Anadolu?dan Orta Asya?ya tersine bir göçün söz konusu olabileceğini ifade etmektedir.

Veli Sevin, yaptığı araştırmalar sonunda Hakkari Taşları?nı MÖ. 2030-1690 arasına tarihlendirmiştir. Bu tarihlendirme MÖ.2.Binyılın ortalarına denk gelmektedir ki, aynı dönemde Anadolu?da Hitit İmparatorluğu hüküm sürmektedir. Üstelik Hitit İmparatorluğu, Hakkari Taşları?nın bulunduğu Doğu Anadolu?ya kadar yayılmıştır. Bu durum Hakkari Taşları?nı yaratan uygarlıkla Hititler arasında bir ilişki olabileceğini göstermektedir. Veli Sevin de bu duruma dikkat çekerek Hakkari Taşları, Hititler ve Orta Asya arasında bir ilişki olduğunu ima etmektedir:

?İÖ. 2. Binyılın ortalarında Anadolu?da Hitit İmparatorlarının hüküm sürdüğü yüzyıllarda Hakkari yaylalarını yurt tutmuş bir hanedana ait bu türde taşlar Yakındoğu?ya büyük çapta yabancıdır. Ancak, Azerbaycan ve İran Azerbaycanında, Hazar Denizi?nin batı ve güneybatısındaki Aşhanekeran, Dübendi ve Erdebil yakındaki Meshkin Shar Ovası?nda çok sayıda stelin ( dikili taşın) varlığı bilinmektedir. Güneydoğu Anadolu?da Garzan Ovası ve Antakya yakınındaki Tell Açana?nın V. Tabakasında benzer birkaç örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte çıplak savaşçı avcıları betimleyen bu türde stellerin en erken örnekleri İÖ. 4. Binyılın ikinci yarısında Kuzey Karadeniz Bölgesi, özellikle Ukrayna ve Kırım?da görülür. Bunlar zaman içinde batıda Portekiz ve İspanya?dan, doğuda Moğolistan ve Çin?e yayılan geniş bir coğrafyada binlerce örnekle ortaya çıkar.

Orta Asya?da İÖ. 3000?den İS. 12, 13. yüzyıllara değin çok uzun bir süre çeşitli halklarca kullanılmışlardır. Kırgızistan, Kazakistan, Altay, Sbirya bölgeleri, Tuva yöresi ve Moğolistan?da geniş alanlara dağılan Orta Asya stellerinin en çarpıcı özelliği Hakkari?dekiler gibi iki ellerinde daima bir kap tutuyor olmalarıdır. Bu özellik derin anlamları olan simgesel bir sözlük görünümündedir. Binlerce yıldır unutulmayan bu gelenek Hakkari stelleri ile Orta Asya stellerini birbirine yaklaştırır.?

Veli Sevin, Hakkari Taşları?nı yaratan uygarlığı Orta Asya?ya bağlarken MÖ. 2.Binlerde Doğu Anadolu?da yaşayan bir Orta Asyalı kavimden, Turukkular?dan da söz etmektedir.

1998 yılında Hakkari Taşları?nın bulunmasıyla ?Eski Anadolu?da Türk olmadığı? genel kabulüne çok ciddi bir darbe vurulmuştur. Söz konusu taşlar, eski Anadolu?da Türklerin yaşadığının en güçlü kanıtlarından biridir. Eski Çağda Anadolu?da Türklerin yaşadığını gösteren, Hakkari Taşları, ?Hititlerin Türklüğü Tezi?nin üzerinde daha fazla düşünülmesi gerektiğini ve ?Türklerin Anadolu?ya 1071?de girdikleri? bilgisinin artık sorgulanması gerektiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

GEN ARAŞTIRMALARI: TÜRKLER 40.000 YILDIR ANADOLU'DA

Atatürk?ün, ?Anadolu en aşağı 7000 yıllık Türk beşiğidir? düşüncesi ve bu düşünce doğrultuda ortaya atılan Türk Tarih Tezi 21. yüzyılda ?bugün- yapılan ?gen araştırmalarıyla? doğrulanmaktadır.

Genetik bilimindeki başdöndürücü gelişmeler, sadece geleceğe değil geçmişe de ışık tutmaktadır. DNA moleküllerinin dizlişi toplumsal köken araştırmalarında büyük kolaylıkalr sağlamaktadır. Bugün, Natonal Geographic dergisinin yürüttüğü ?Genografi? projesi kapsamında dünyanın gen haritasının çıkarılmasına çalışılmaktadır. Tarih, ekeoloji ve entroploji bilimlerinin günümüzdeki en büyük yardımcılarından biri ?genetik? bilimidir. Ancak Türkiye bu konuda dünyanın birhayli gerisinde kalmıştır.

Dünyadaki Bu genetik araştırmalaraı yakından takip eden az sayıdaki bilim insanlarından biri Timuçin Binder?dir. Kaliforniya Üniversitesi?nde Antropoliji eğitimi alan ve İTÜ İnsan ve Toplum Bilimi Bölümü?nde öğretim üyeliği yapan Antropolog Timuçin Binder, gen araştırmalarının ?Anadolu Türklerinin büyük bir bölümünün 40 bin yıldır bu toraklarda yaşadıklarını? gösterdiğini belirtmiştir.

Gen araştırmalarına göre 1071 ve sonrasında Orta Asya?dan Anadolu?ya gelenlerin oranının yüde 10/15 arasında olduğunu belirten Timuçin Binder, 10 Aralık 2007?de Sabah gazetesine verdiği demeçte şu değerlendirmeleri yapmıştır:

?Türkiye?de yaşayan insanların büyük bölümünün 40 bin yıl önce de bu topraklarda yaşamış olmaları? Yani Türkler 1071 yılında Anadolu?ya gelmedi. Hatta 40 bin yıldır buradan kıpırdamamışlar. Bu topraklara aitler. Orta Asya?dan geldiği söylenenler buralı aslında.

Orta Asya?dan Anadolu?ya göç oldu ama, gelenlerin sayısı çok az! Gen araştırmaları bugün Türkiye?de yaşayan insanların ne kadarının Orta Asya kökenli olduğunu ortaya çıkarıyor. Buna göre Türkiye?nin genetik yapısı Tarih Öncesi dönemde bugünkü şeklini alıyor. Orta Asya?dan göç edenlerin sayısı yüzde 10/15 civarında. Dolyaısıyla gelenler nüfüs yapısını da değiştirmemişler. Hiç de ?Orta Asya?dan Anadolu?ya bir kısrak başı gibi uzanan? bir durum söz konusu değil. (1071) Orta Asya göçü bir efsane. Zaten gelen az sayıdaki insanın geni de çok daha kalablaık toplulukların (Anadolu?ya daha önce gelen Türklerin) içinde kaybolmuş. Ayrıca (1071ve sonrasında) gelenlerin Türk mü, İranlı mı veya Afgan mı olduğunu da bilmek zor.?

40 bin yıldır Anadolu?da yaşayan ve Anadolu?nun ?dip kültürünü? meydana getiren insanların ?bizim atalarıumız? olduğunu belirten Binder, Anadolu?ya sonradan gelen Türklerin, Anadolu?daki insanlarla (Ön Türklerle) kaynaşıp karıştıklarını da şöyle ifade etmiştir:

?Anadolu?da, Orta Asya?dan göç etmeyen yüzde 85/90?ın anlatılmayan öyküsü ve öyküleri var. Orta Asya göçünden önce Anadolu?da yaşayanların bizimle ilgisi yokmuş gibi başka topluluklar olarak gösteriliyor. Bizim atalarımız olarak gösterilmiyor. Onlar vardı, nacak biz gelince gittiler gibi anlatılıyor. Ama bu raştırmalar bunun öyle olmadığını gösteriyor. Onlar bizim atalarımız.?

Antropolog Timuçin Binder?in, ?gen araştırmalarına? dayanarak 2007 yılında aktardığıu bu bilgiler, ?Hititlerin Türklüğü? tartışmasından çok daha ?radikal? ve çok daha ?önemli? başka tartışmaları gündeme getirmektedir. Gen araştırmaları, MÖ 2000?lerde Anadolu?da yaşayan Hitilerden çok önce (MÖ.38.000?lerde) bu topraklarda Türklerin yaşadığını ortaya çıkarmaktadır. Nitekim gerçekten de arkeolojik ve filolojik bulgulgular, Hitit öncesi Anadolu?da yaşayan Hattilerin, Hint-Avrupai dil kullanmayan Asyenik bir kavim olduğunu göstererek, bu gen araştırmalarını desteklemektedir.

ÖN TÜRKLERİN ANA VATANLARI ANADOLU VE CİVARIDIR

MÖ. 3.. hatta 4.Binlerde Doğu Anadolu?da Türklerin yaşadığını belirten bilim insanlarından biri de Osman Nedim Tuna?dır. Tuna: 40 yıllık araştırmaları sonunda: ?Türklerin en az MÖ. 3500?lerde Türkiye?nin doğu bölgesinde bulunduğu tespit edilmiştir.? demektedir.

Sümerlerle Türkler arasındaki ilişki konusunda 40 yıl çalışan Osman Nedim Tuna?ya göre MÖ. 3500?lerde Anadolu?da Türkler yaşıyordu. Tuna şöyle demektedir: ?Şu halde Türkler daha MÖ. en az 3500?lerde bugünkü Türkiye?nin doğusunda oturuyorlardı??

Güney Anadolu?da İslahiye yöresi?nde Gedikli?de bulunan ve M.Ö.3000 sanlarına ait olduğu tespit edilen, yüzeyi 20x21 m, derinliği 2.50/3m. olan, Ateş Evi?nde, 159 toprak kül kabı ve yanık kemikler bulunuştur. Yapılan analizler sonunda bu buluntuların Türklere ait olduğu ve Türk kültürüne ait izler taşıdığı belirlenmiştir.

Selahi Diker, 35 yıllık araştırmalar sonunda kaleme aldığı ?Anadolu?da On Bin Yıl, Türk Dili?nin Beş Bin Yılı? adlı çalışmasında, Anadolu?nun çok eski çağlardan beri ?Türklerin ana yurdu? olduğunu ileri sürmektedir: ??(Anadolu) Türk kültür tarihini on bin yıl öncesine götürebiliriz. (?.) Türkler bundan 8300 yıl öncesinde Anadolu?da yaşamıştır.?

ANADOLU'DA ÖN TÜRKLERE AİT KAYA RESİMLERİ VE YAZITLARI

Ön Türk araştırmacısı Kazım Mirşan?a göre Türkler, MÖ.15.000?lerde Anadolu?ya gelmişlerdir.

?Bugün, Türkiye?de Orta Asya, Yenisey, Aral, Balkaş, Pamir, Kazakistan, Kırgızistan, Tamgalı Say, Talas, Issıq Kölü, Başkurtistan v.s mevcut onbinlerce pigtogram (mağara resmi), petroglif (yazıelemanlı kaya resmi- tamga) ve yüzlerce yazıtın aynısı ya da yakın benzeri geniş bir coğrafyaya dağılmış olarak Anadolu?da da mevcuttur. Bunlar Türklerin Anadolu?da -17.000 öncesine varan varlığının kanıtlarıdır.

Sadece Doğu Anadolu yaylasında, tarihleri MÖ. 15.000, 1000 olarak tesbit edilen tam 45.000 kaya üstü yazıtı ve mağara resmi mevcuttur. Kazım Mirşan tüm bu kaya resimleri ve yazıtlarına eserlerinde yer vermiştir.?

Kazım Mirşan?ın, Batı merkezli tarihin kölesi bilim insanlarına bir türlü kabul ettiremediği bu kanıtlar, (kaya üstü yazıları ve mağara resimleri) Anadolu?yu Orta Asya?ya bağlamakta ve Türklerin MÖ. 15.000?lerde Anadolu?da yaşadıklarını göstermektedir.

?Yazıt, tamga ve mağara resimlerindeki bu ayniyet ve yakın benzerlik ?en azından? Orta Asya Türk yurdu ile Anadolu insanı arasındaki bağın açık göstergeleridir.?

Özellikle Doğu Anadolu yüksek yaylasındaki 40 bin civarındaki kaya resmi arasında Kazakistan?daki Kara-Tau sembol ve şekillerine benzer resimlern bulunması bu resimleri yapanların ortak kökenli olduklarını göstermektedir.

Anadolu?daki Ön Türk yazıtlarının belli başlıları şunlardır:

1. Van-Hakkari, Tir-i Sin Yaylası Yazıtları

2. Gavaruh Vadisi

3. Hırkanis Suyu Mezar Vadisi

4. Pagan Köyü

5. Başet Dağı

6. Put (Yedi Salkım Köyü)

7. Cudi Dağı

8. Varagöz Yaylası

9. Çilgiri Yazıtı

10. Van Ahtamar Yazıtı

11. Erzurum Cunni Mağarası

12. Oy-Onul Trabzon Mağara Yazıtları

13. Sinop Tersane Kapıüstü Yazıtı

14. İstanbul Fikirtepe Toprak Kabı

15. Kemerburgaz Mağarası Toprak Kabı

16. Erenköy UW-ON Yazıtı

17. Ödemiş Damgaları

18. Side Hamam Yazıtı

19. Midas (At-Esiç Öz) Yazıtı

Prof. Dr. Hamit Zübeyr Koşay tarfından bulunan Erzurum Cunni mağarasındaki resimleri Divan-ı Lügat-it Türk ve Cami?ül Tevarih?teki Anadolu Türkmen aşiretlerinin damgalarıyla karşılaştıran Kazım Mirşan çok önemli benzerlikler keşfetmiştir.

Cunni mağarasına kazınmış olan yazılar, Ön Türklerin Doğu Anadolu yaylasından Anadolu içlerine doğru ilerlediklerini göstermektedir.

Cunni mağarasında iki ayrı çeşit Ön Türkçe yazıt bulunmuştur. İlk gurupta OQ İSİLİS, ON İSİLİS ve OQ ANILIS sözcükleri okunmuştur.

İsilis: etiliş, ediliş; Oq: ok olma, yok olma; Anılıs: angılış, anlayış, anlamlarındadır.

Cunni mağarasındaki yazılar, yaklaşık olarak MÖ 3000?lere tarihlendirilmiştir. Kazım Mirşan?a göre buradaki ISUB ÖG Alfabesi (Tarihteki ilk Türk alfabelerinden biri) Ön Mısır?a gitmiş ve Mısır Hiyerogliflerinin temelinde yer almıştır.

Kazım Mirşan?ın ısrarla üzerinde durduğu eski Anadolu topluluğu Friglerdir. Yazıları henüz tam olarak çöülemeyen Batı Anadolu?nun ?tarımcı? toplumu Frgilerin ?Türk kökenli? olduğunu idda eden Kazım Mirşan, Batılı bilim insanlarının temel yanılgısının, Frig yazıtlarını Hint-Avrupai dil kurallarıyla çözme ısrarı olduğunu belirtmiş ve kendisinin bu yazıtları Ön-Türkçe olarak okuduğunu ileri sürmektedir.

SAHİ, FİRİGLERİN KÖKENİ NEYDİ?

Frig yazıtlarını okumak için 2008 yılında Eskişehir'e gelen Fransız Milli Bilimsel Araştırma Merkezi üyesi Prof. Dr. Drew-Bear, araştırma ve incelemelerinden sonra, "Türkiye?de Frig esintileri var. Frig Vadisi?nde yetişen Türkler, Friglerin torunları" açıklamasını yapmıştır. 1969?dan beri Grekçe ve Latince taşları okuyan Prof. Dr. Thomas Drew-Bear, Anadolu?daki yazıtları okumakla ve yayımlamakla görevli olan Prof. Bear, araşatırma ve incelemelerinden sonra şunları söylemiştir:

"Frig yerlileri bir dağ tanrıçası olan Kibele?ye tapıyorlardı. Roma?da bile Frig halkının özellikleri görülüyor. Frigler, Anadolu?da oldukları için çok gelişmiş bir medeniyete sahipti. Frig alfabesinin Fenikelilerden geldiği anlaşılıyor. Ancak Frigler söz konusu alfabeyi geliştirdi. Friglerin kendilerin özgü dilleri vardı. En eski Frig belgeleri MÖ 7 ve 8. yüzyıllara ait kaya anıtlarıdır. Midas şehrinde yazılı anıtlar ve kabartmalar var. Frig devletinin yıkılmasının ardından Frigce yazılmamaya başlandı. Ancak, MÖ 2. yüzyılın ikinci yarısında Frigce yazılara tekrar rastlıyoruz. Bu yüzyılın ardından Frigler artık kayalara değil mermer ve kalker taşlara yazdı. Yıkımın ardından Roma İmparatorluğu ile Anadolu?da barış hüküm sürmeye başladı. Halk zenginleşti. Anadolu?dan ayrılmayan Frig halkı tekrar canlandı ve dillerini konuşmaya, yazmaya başladı?.

Frigler, sunakların ve mezarların üzerine yazılar yazıyordu. Mezar başlarına ölenlerin isimlerini, yaşlarını, neden öldüklerini, akrabalarının isimlerini ve ölenlerin mesleklerini yazıyorlardı. Ölenler için şiirler de yazıyorlardı. Bu şiirler Frig halkının ne kadar kültürlü olduğunun kanıtıdır. Genç ölen bir kızın mezarında ?Yazık, evlenmeden öldü. Çiçek açılmadan soldu? yazıyor. Genç bir erkeğin mezarında da ?Kendi annesine ve babasına bakamadı? yazıyor. Mezarlarda lanetlemeler de var. Mezarlarda ?bir kişi mezara zarar verirse tanrılar onu cezalandırsın?, ?kendi çocuklarının ölümlerini görsün?, ?evi yansın?, ?evlenemesin?, ?ne toprak, ne de deniz onu taşısın? gibi korkunç lanetlemeler var."

Friglerin sunaklardaki yazılarda da ?Adalet Tanrısı?ndan? bahsettiklerini ifade eden Drew-Bear, "Bundan Frig döneminde bu topraklarda adaletsizlik olduğu anlaşılıyor. Bu tanrı Frigya dışında bulunmaz. Frigler Adalet tanrısını iki erkek figürü olarak betimlerdi. Birinin elinde ölçü, diğerinin elinde bir tartı vardı. Ancak, kısa olmasından dolayı bazı Frig yazılarını çözemiyoruz. Uzun yazılar çıkarsa Frig alfabesinin hepsini çözebiliriz" demiştir

Frig halkının genellikle tarım ve hayvancılıkla uğraştığını belirten Drew-Bear, Friglerin birçok bakımdan Anadolu Türklerine yakın olduklarını şöyle ifade etmiştir:

"Frigler tarımla uğraşıyordu. Gelişmiş bir tarım kültürü bulunuyordu. Atları, öküzleri ve katırları vardı. Kağnı kullanıyorlardı. Kadınların başları örtülüydü. Türkiye?de Frig esintileri var. Frig Vadisi?nde yetişen Türkler, Friglerin torunları. Yani Frigler hala Frigya?da yaşıyor. Frig Vadisi?ne Doğu?dan, Kuzey?den ve Afrika?dan göçler olsa da Friglerin torunları hala bu vadide."

İŞTE "TÜRKLERİN SAKLI TARİHİ"....

ATATÜRK'ÜN 1930'LU YILLARDA ORTAYA ATTIĞI VE YERLİ YABANCI YÜZLERCE BİLİM İNSANININ ARAŞTIRMALARIYLA BİÇİMLENEN TÜRK TARİH TEZİ BUGÜN (2010) DOĞRULANMAKTADIR. ANCAK, 80 YILDIR ATATÜRK'ÜN TARİH VE DİL TEZLERİYLE DALGA GEÇEN OMURGASI KIRIK AYDINLARIMIZ HALA UTANIP SIKILMADAN TÜRK TARİH TEZİNİ CİDDİYE ALMAMAKTADIRLAR.

KENDİ TARİHİNE VE KÜLTÜRÜNE DÜŞMAN BU OMURGASI KIRIKLAR, ATATÜRK'ÜN TARİH VE DİL TEZLERİNİ HALA "IRKÇILIK" OLARAK ADLANDIRMA AYMAZLIĞINI VE UTANMAZLIĞINI GÖSTEREBİLMEKTEDİRLER.

Türk Tarih Tezi hergeçen gün daha da doğrulanmaktadır. Ancak omurgası kırık aydınlarımız hala o eskiyi türküyü çığırmaktadır!

(Günümüzün bir omurgası kırık aydınının TARAF gazetesinde kaleme aldığı Türk Tarih Tezi'yle dalga geçen yazısı için bkz. http://www.taraf.com.tr/roni-margulies/ ... ita-mu.htm)

YUKARIDAKİ YAZI: SİNAN MEYDAN'IN Ağustos ayında piyasaya çıkacak olan ATATÜRK VE TÜRKLERİN SAKLI TARİHİ adlı kitabından alıntıdır. İlk kez burada yayınlanmıştır.

--------------------------------------------------------------------------------

Sinan MEYDAN / 9 Haziran 2010 ~ sinanmeydancom.tr.gg

--------------------------------------------------------------------------------

_________________

--------------------------------------------------------------------------------

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.


hawin.
Yasaklı
03 Ağustos 2010 18:06

yani siz açıkça:

babam değil

ama , ben eşşeğim... diyorsunuz....

eee

walla siz de kusura bakmayın artık çünkü

ben sizin o dilinizden anlamam...


yare söyle
Kapalı
03 Ağustos 2010 21:16

dünyadaki en güzel gözlü mahluk eşektir...

eşeklik bana kaldıysa ona da eyvallah...

ama senin gibi , içiyle dışı bir olmayan, agzımda dedigiyle ,gönlünden geçen şeref??li biri degilim: çok şükür havin efendi...

bilim dediğine de gelmiyorsun , insan olmaya da niyetin yok....

dagda dolaşırken yakma kandili,

fersiz gözlerimi daglama gurbet....

diyecek kadar düşmedik daha Türk milleti olarak..

eşkiya dünyaya hükümdar olmaz...

yazacaklar var ama ipsizlerle kuyuya da inilmez ki....

Toplam 28 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi