Editörler : E.Kayı Han


Kapalı
25 Aralık 2008 11:38

Halil İnalcik ile Tarih Anlayışımız Üzerine Söyleşi...

?OBJEKTIF TARİH OLMAZ?

* Okullarda tarihin önemi gençlere yeterince anlatılmıyor. Kitaplar cazip değil. Tarih ezberlemek hoşuna gitmiyor gençlerin. Talim Terbiye beni davet etti. Artık bunu değiştirmek istiyorlar. Kronolojik tarih yerine hem daha akılda kalıcı hem çocukların kafasını çalıştıracak bir tarih bilgisi olsun isteniyor.

Türkiye genç nüfusa sahip bir ülke. Fakat gençlerimiz tarihten pek hoşlanmıyor. Sizce neden?

Aslında tarihin yorumlanması, tarih bilgisi belli sosyal gelişmelerin ve anlayışların etkisi altındadır. Her devirde tarih başka türlü yorumlanır.

Objektif tarih diye bir şey yok mudur yani?

Olamaz. Mesela Bursa?ya, İstanbul?a, bugün kültür bakımından yaklaşıyoruz. Bundan 50 sene önce Yunan istilası talan vardı, hamasi bir şekilde yaklaşıyorduk. Yani her dönemin yorumlaması başka türlü olur. İktisadi, siyasi, kültürel doğrultulara göre değişir. 2. Dünya Harbi?nden beri tarih, sosyal tarih, iktisadi tarih, kültür tarihi önem kazandı.

Sizin gençlik yıllarınız. Yanılmıyorsam bu tip tarihçiliğin öncüsü Fernand Braudel?i okuyor ve tercüme ediyorsunuz...

Braudel ve onun okulu Ananes. İlk defa Ömer Lütfi Barkan ve ben bu gelişmeleri memlekete soktuk. Şimdi bakıyorum üniversite gençliği daha çok bu konular üzerinde çalışıyorlar. Bu da çok iyi tabii. Mesela Bursa şehrini kim fethetti nasıl fethetti değil de Bursa nasıl gelişti, buradaki ticaretin önemi, buradaki sosyal sınıflar vs. Bu tip bir tarihçilik önem kazandı.

Siz Bursa sicillerinde çalışarak buradaki sosyal sınıf ayrışmalarını ortaya çıkarmıştınız.

Bursa?da ölmüş kişilerin sicilleri var. Ölünce onun mirası kadı tarafından tespit ediliyor. Yani sahanına, ibriğine kadar yazılıyor orada. Ve daha sonra bunlar taksim ediliyor. Ben 700 ölünün mirasını inceledim. Ve o zamanki Bursa?da sınıfları tespit ettim. En yüksek sınıf mesela yüzde 5 çıktı. Orta sınıf yüzde 20 çıktı. Bu tamamen Bursa?nın sosyal hayatını ortaya koyan bir çalışmaydı. Burası çok önemli bir ticaret merkezi. İpek sanayi çok gelişmiş. Avrupa?ya Rusya?ya ipekliler ihraç etmiş.

Siz tekstil sektörüyle ayrıca da ilgilendiniz. Yakında çıkacağını duyduğumuz bir çalışmanız var. Türk tekstil tarihi üzerine. Biraz söz eder misiniz?

Evet. Yakında çıkacak. İş Bankası Kültür yayınları talip oldu kitaba. Orada Türkiye?de halıcılık, pamuk sanayi, ipekçilik üzerine çeşitli zamanlardaki çalışmalarımı birleştirdim. Tekstil bizde her zaman çok önemli olmuştur biliyorsunuz. Endüstrinin motoru deniyordu bir aralık. Şimdi sallanmaya başladı. Çin rekabeti dolayısıyla. Onu da inceledim. Onu da ekliyorum kitaba. Güzel bir kitap olacak.

Tarih şuurundan söz açmak istiyorum?

Konferansta ifade ettiniz. Tarihi hurafelerden bahsettiniz. Tarih şuurunun oluşması için elbetteki temel bir tarih bilgisi gerekiyordur. Lise müfredatında tarih dersi önemli bir yere sahip. Ama nedense bu tarih şuuru oluşturmuyor. Sizce neden?

Şimdi biz tarihçiler iki kısma ayrılır. Kimisi arşivlerde araştırma yapar. Ciddi bilimsel metotlarla çalışır. Ve hakikatleri ortaya çıkarmaya çalışır. Bir de bunları geniş kitlelere intikal ettirmek için yazanlar vardır. Amerika?da böyle çok tarihçi vardır. Bir şehri alır, yahut bir endüstri kolunu. New York şehrinin sos-yal hayatı; fabrikalar nasıl gelişti falan filan. Bu ikincisini biz yapamayız. Ben arşivlerde çalışıyorum. Kaynakları eşelemeye çalışıyorum. Rivayetlerin hakiki arka planını keşfetmeye çalışıyorum. Osman Gazi için yerleşmiş bir mit var. Konuşmamda ifade etmeye çalıştım. Kanun yapmış deniyor mesela. Tımarın oğluna verilmesi kanununu çıkarmış deniyor.

Tımar meselesi bütün 14. ve 15. asırda bir mesele olmuştur. Bir adam 30-40 sene savaşıyor. Tımarı büyüyor. 15 bin akçalık büyük bir tımar oluyor. Fakat öldüğü zaman devlet tarafından bu tımar parçalanır. Tabii babasının tımarını kaybeden insan için bu büyük bir kayıptır. Osman Gazi?ye atfedilen kanun, Bundan sonra babasının tımarı aynen oğluna geçsin diyor. Tabii bu babasının tımarını kaybetmek istemeyenlerin muhitinden geliyor. Tarihçi bunu keşfedecek. Bu Osman Gazi?nin ağzına konuluyor ki sizin dedeleriniz böyle bir kanun koymuştur, diyebilmek ve buradan istifade edebilmek için.

Siz arşivlerde çalışarak çok önemli tarihi gerçekleri ortaya çıkarıyorsunuz. Peki tarih öğretimi için önerileriniz nelerdir. Mesela lise tarih ders kitaplarını incelediniz mi? Sizce nasıllar? Tarihten sınıfta mı kaldık yoksa?

Tarih kitapları ve tarih öğretimi bugüne kadar pek iyi olmadı. Bu doğru. En baştaki sualinizde ifade ettiniz. Gençler pek hoşlanmıyor tarihten. Çünkü tarih her döneme göre başka bir şekilde ele alınıyor ve yorumlanıyor. Okullarda ise tarihin önemi gençlere yeterince anlatılmıyor. Kitaplar cazip değil. Tarih ezberlemek hoşuna gitmiyor gençlerin. Talim Terbiye beni davet etti. Artık bunu değiştirmek istiyorlar. Kronolojik tarih yerine hem daha akılda kalıcı hem çocukların kafasını çalıştıracak bir tarih bilgisi olsun isteniyor.

Bu yeni bir gelişme mi? Henüz kitaplara yansımamış olsa gerek.

Evet evet. Daha yeni. Ben orada tematik bir tarih öğretimi olsun dedim. Mesela şehir temasını ele alalım. Şehir tarihte nasıl ortaya çıktı? İlk şehirler nasıldı? Anadolu?da şehir tipleri nasıldır? Böylece çocuklar, gençler tarihe ilgi duyabilirler. Tarihi sevebilirler.

Öneriniz kabul edildi mi?

Evet edildi.

Yani yeni kitaplar buna göre mi yazılacak?

Evet. Yeni mektep kitapları buna göre yazılacak. Mesela az önce değindim. Osman Gazi, tarih kitaplarında anlatıldığı gibi değil. Bunu neden halka intikal ettiremiyoruz? Bir kere mektep kitabı yazanlar birbirinden alır. Yeni diye piyasaya sürülen kitaplar önceki kitaplardan kopyalanarak hazırlanır genellikle. Kolay iş yani. Ve çok para getirir. 100 binlerce basılıyor. Birkaç kişinin elinde böyle bir tekel oluşmuş durumda. Bu kadar önemli meselelerimiz böyle yürüyor işte. Yeni hükümet bunu bertaraf etmeye çalışıyor. Bu kitapların yeniden yazılması gerekir. Sözünü ettiğim sosyal tarih anlayışıyla. Talim Terbiye?ye çağrıldığımız zaman, Bu konularda isim yapmış 40-50 kişi çağrıldı Talim Terbiye?ye. Teklif ettik ve kabul edildi.

Önümüzdeki ders yılı için böyle bir çalışma gündemde mi?

Bilemiyorum. Karar alındı ama ne zaman uygulamaya geçilir doğrusu bir bilgim yok.

Ne zaman gerçekleşti bu toplantı.

5-6 ay evvel Talim Terbiye?de gerçekleştirildi. Ciddi bir yenileme isteği ve teşebbüsü var. Türkiye değişiyor.

Müspet bir değişim görüyorsunuz siz...

Evet. Politika hayatımız için en büyük tehlike bağnazlık. İki türlü bağnazlık var bizde. Birincisi Atatürkçülüğü benimseyenlerin bunu böyle değişmez bir bağnazlık haline getiriyorlar. Sanki asla tadil edilemez ilkeler konulmuş gibi bağnazca bir Atatürkçülük yapıyorlar. Oysa Atatürk ilim zihniyetinde bir adamdı. İkinci bağnazlık da İslam zihniyetinde olan kimilerinin bağnazlığı. Bu karşılıklı bağnazlık sayesinde türban politik bir kutuplaşmanın sembolü haline getirilmiştir. Bağnazlık kültürü öldürüyor. Siyaseti karmaşaya götürür. Ülkede anarşi doğurur.

Sizce Türkiye?nin en birinci meselesi nedir?

Bence Türkiye?nin en büyük meselesi, hepimiz için, herkes için ekonomidir. Ekonomimiz çok şükür o büyük buhrandan sonra yoluna girdi. Ama bir münevver çıkıyor ortaya bir laf atıyor ve ortam karışıyor. Bu da ister istemez ekonomiyi etkiliyor. Bir istikrarsızlık havası yaratılmak isteniyor. Bunlar ekonomiyi sarstığından bana göre çok tehlikeli şeylerdir. Allah korusun, Ecevit zamanındaki gibi bir kriz gelirse işsizlik olacak, diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerimiz kötüleşecek. Bakın, o krizde, Orta Asya?daki nüfuzumuz sıfıra indi. Demek istiyorum ki temel meselemiz ekonomiktir ve hükümet bunu iyi anlamış durumdadır. Mesela işsizliği ortadan kaldırmak için bu konut meselesini ortaya attı.

Bence oldukça müspet bir girişimdir ve iyi de sonuç vermiştir. Bunu Roosevelt de yapmıştı; ekonomik depresyondan sonra. Kamu işlerini canlandırarak işsizlere iş bulmaya ve ekonomiyi canlandırmaya çalışmıştı. Bizi tehdit eden önemli olay tekstil sektörüyle ilgilidir. Çinlilerin ucuz emekle büyük sanayi mallarını piyasaya sürmesi bizi fazlasıyla sıkıntıya sokmuştur. Çünkü Türk işçisi Çin işçisine nazaran hayat seviyesi yüksek bir kesimdir. Fabrikaya giderken servis istiyor, sigorta istiyor, televizyon istiyor, beyaz eşya istiyor... Tabii ki işçimizin hayat standardı yüksek olacak. Ama Çinli böyle değil. Bizim büyük handikabımız budur. Dışarıdaki ucuz emeğe karşı mücadele edebilmek.

Ekonomimizin her an çıkabilecek bir krizden etkilenecek kadar dışa bağımlı olması kötü değil mi?

Elbette ki bu önemlidir. Ama şunu kabul etmek gerekir ki Türkiye eski Türkiye değildir. Osmanlı?nın şanlı günlerinde değiliz. Fakat bugünkü durumumuz da sadece bugünle alakalı değildir. İstiklalin yolu ekonomiden geçer. Bu doğru ama kuvvetli ve büyük bir devlet olmanın yolu da yüksek teknolojiye sahip olmakla ilgilidir. Bu da üniversitelere, eğitime yaptığımız yatırımla doğrudan alakalı. Maalesef üniversitelerimiz çok zayıf. Doğru dürüst kütüphaneleri yok. Kitap bile alamıyorlar. Amerika?yı Amerika yapan, kütüphaneleri ve üniversiteleridir. Devamlı olarak dışarıdan beyin çekiyorlar. Her büyük devlet diğer devletleri etkisi altına almaya çalışır.

ABD?nin güçlü bir devlet olduğu ortada. Bu durumu, ABD?nin stratejik hedeflerini benimsemenin doğal nedeni olarak göremeyiz öyle değil mi?

Görmüyoruz zaten. Türkiye ABD?nin Irak politikasına direnecek kadar güçlü bir devlettir. Direniyor da. Bundan sonra da direnmeye devam edecektir.

-----

Bursa Osman Gazi Belediyesi, 6-9 Nisan tarihleri arasında ?Bursa?nın Fethi ve Osman Gazi?yi Anma Şenlikleri?nin ikincisini gerçekleştirdi. Bir grup gazetecinin ve çok önemli akademisyenlerin konuk edildiği şenlikte ?Payitaht Bursa?da Kültür ve Sanat? konulu bir de sempozyum düzenlendi. Sempozyuma, başta Prof. Halil İlancık olmak üzere, Prof. Mustafa Kara, Prof. İlhan Tekeli, Prof. Hüseyin Algül, Prof. Günay Kut gibi pek çok önemli akademisyen katıldı. Bursa?da çok keyifli ve bilgilendirici iki gün geçirdik. Osman Gazi Belediyesi, Bursa?nın harap haldeki tüm tarihi yapılarına hayat vermeye çalışıyor. Restorasyon çalışmaları hızla devam ediyor.

Osmanlı fütuhatının en önemli özelliği olan ?şenlendirme? politikasını, İmparatorluğa 150 yıl payitahtlık yapmış Bursa?da uyguluyor. Viran olmuş tarihi mekanları, işlevine ve aslına uygun olarak yeniden yapıyor. Dünyadaki 4 arastalı köprüden biri olan ve 1442 yılında yapılan Irgandı Köprüsü düne kadar bakımsız ve harap haldeydi. Şimdi ise çarşısıyla birlikte hayat verilen Irgandı, geleneksel el sanatlarının icra edildiği ve sergilendiği bir sanat köprüsü olmuş.

16. yy?da Halvetiye Dergahı olarak kurulan, 1925?te tekkelerin kapatılmasıyla terk edilen Karabaş-ı Veli Dergahı, yeniden Bursa halkının uğrak yeri haline gelmiş. Karabaş-ı Veli Dergahı Kültür Merkezi?nde her akşam sema gösterisi düzenleniyor. Görülmeye değer bir başka yer de Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi. Uluumaylar, karı koca hayatlarını adamışlar bu müzeyi kurabilmek için. Bir tek yüzüğün ardından kilometrelerce yol gitmişler. Bütün maddi imkanlarını bu müzenin içinde yer alan kıyafet ve takıları toplayabilmek için harcamışlar. Ve nihayet emekleri, Kültür Bakanlığı ve Osman Gazi Belediyesi?nin katkılarıyla müzeye dönüşmüş. Gerçekten de şahane bir iş başarmışlar.

Kapılarıyla, hanlarıyla, camileriyle, türbeleriyle, müzeleriyle tam bir tarih ve kültür şehri Bursa. Orada bulunduğumuz iki gün zarfında hem sempozyumu takip ettik hem adım adım şehri gezdik. Ayrıca şenliğin ve sempozyumun onur konuğu, Bursalıların sonsuz hürmet ettiği, değer verdiği, yaşayan en büyük tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık?la sohbet etme imkanı bulduk. Yaşına rağmen insanı kendisine hayran bırakacak bir zihin açıklığına sahip.

Hafızası inanılmaz. Onu dinlemek müthiş keyifli ve ufuk açıcıydı. Hoca, sempozyumda, Osmanlının kuruluşuyla ve Osman Gazi?yle ilgili yerleşik mitlere atıfta bulunarak, dönemin kaynaklarından yaptığı derinlemesine araştırmalarının sonuçlarını bizlerle paylaştı. Bursa?nın, Osmanlı?nın ilk değil 3. payitahtı olduğunu, Bursa?dan önce Karacahisar ve Yenişehir?in, yönetim merkezi olması açısından payitaht kabul edilebileceğini, Osman Gazi?nin genellikle derviş görünümlü resmedildiğini fakat kendisinin kılıçlı kalkanlı bir alp olduğunu ifade etti.

Osmanlı hanedanının doğuşu olarak, İznik kuşatmasından hemen önce Bizans ordusunun yenilgiye uğratıldığı 27 Temmuz 1302 tarihini uygun gördüğünü, 1326?da Bursa?nın fethiyle Osmanlı devletinin imparatorluğa doğru ilk önemli adımı attığını belirtti. İnalcık, sohbetimiz sırasında, özellikle tarih bilincinin öneminden ve gençlerin tarihe merakını sağlamanın gereğinden söz etti. Halil İnalcık?a Türkiye?ye, düşünce hayatımıza kattığı değerden ötürü şükran borçluyuz. Allah ömrüne bereket katsın

Gerçek Hayat / 286


onur erarslan
Kapalı
29 Aralık 2008 22:16

objektif bakışla tarih olmayacagı belli bir durum olacak sanırım...

bir de Osmanlının kuruluşunun 1302 tarihinde gerçekleşmesi meselesi var ki; 1299 diye götürüyoruz işi...eyvallah dostum..


dede ali
Kapalı
29 Aralık 2008 22:18

sence kaç?


onur erarslan
Kapalı
29 Aralık 2008 22:30

dostum bilinen tarih 1299'dur.

İlber ve Halil hoca , 1302 diyorlar...nedenini sorgulamak gerekir se, kabul etmek lazımdır 1302'yi...

çünkü aşiretten bylik haline geçilmesi, ilk beylik adımlarının atılması 1302 tarihini gösteriyor...ama 1299 demeye devam ediyoruz...


dede ali
Kapalı
29 Aralık 2008 22:46

benim çocukluk aşkım 1299,onu kabul ederim.


onur erarslan
Kapalı
29 Aralık 2008 22:50

benim aşkımda o tarih...keşke ( bir keşkem daha çıktı) tarihi verileri bir netleştirebilsek dostum...


dede ali
Kapalı
29 Aralık 2008 22:53

ömrümüz yeter mi bilmem.herkes sevdiğini kıymetli görsün..şimdi 3 yıl için tartışmaya gerek yok ama...anlaşırız bee dostum..

06 Ağustos 2009 22:45

Halil İnalcık, ?Atatürk ve Demokratik Türkiye?

Özdemir İNCE - 12 Ağustos 2007 Pazar, Hürriyet

KİTABINA "Atatürk ve Demokratik Türkiye" adını verdiği, Atatürk ile Demokratik Türkiye?yi birlikte kullanmaya cesaret ettiği için Halil İnalcık?a (1918) teşekkür etmek istiyorum.

Kırmızı Yayınları?na da böyle bir kitabı yayınladığı için. Çünkü AKP?yi destekleyen Cihangirligillere, "butik" solcularına ve başıbozuk goşistlere, neoliberallere ve elbette İslamcılara göre Atatürk ile demokrasi sözcüklerini yan yana kullanmak mümkün değildir; Atatürk ve dönemine diktatörlük ve faşizm sıfatları yaraşır.

Kafalarının içini ve takıyyelerini çok iyi bildiğim için 1980?den bu yana bu güruh ile mücadele etmekteyim. "Güruh" sözcüğü için okurlarımdan özür dilerim ama 1923-1950 arası Cumhuriyet dönemini faşist sıfatıyla tanımlamak için birbiriyle yarışan insanları başka bir sözcükle ödüllendiremem.

PANKÜRDİSTLER

Cumhuriyet kendisiyle birlikle kanlı ve yeminli düşmanlarını ve muhaliflerini birlikte getirdi. Atatürk en yakın arkadaşlarının muhalefetiyle mücadele etmek zorunda kaldı. Cumhuriyet de kurucu kadroda yer alan bazı çapsızın ihanetine uğradı.

1923?ten bu yana Cumhuriyet?in iki düşmanı vardı: Pantürkistler ile panislamistler. Bu ikisi Osmanlı İmparatorluğu?nu kurtarmak için "muasır medeniyetçiler" ile birlikte yola çıkmış olan rakiplerdi. Pantürkistler düşmanlığı fazla sürdürmediler ama onların yerini pankürdistler aldı 1925?ten itibaren.

1980?den, özellikle de 28 Şubat?tan sonra İslamcılar, Kürtçüler ve uzaktan kumandalı neoliberaller, Cumhuriyet ve TSK?ya karşı görülmemiş bir karalama kampanyası başlattılar. Başta Atatürk?ün Söylev?i olmak üzere yazılmış bütün tarih kitaplarını "resmi ideoloji"nin borazanı "resmi tarih" olmakla suçladılar. Ardından Ermeni ve Kürtçü tezlerini savunan kendi alternatif tarihlerini ileri sürdüler. Ve özellikle ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinde kabul ve destek gördüler. "Destek" diyorsam desteğin türlü çeşitlisi.

OKU, ADAMOL

"Tarihçilerin Kutbu", "Tarihçilerin Everest?i" Halil İnalcık Hoca?yı da resmi tarihçiler sınıfına sokar mı bu fantirifitton tarihçiler? Bilemem. Ama Cumhuriyet?in payandaları birer birer altından çekilirken, Anayasa?nın 2, 3 ve 4. maddelerinin değiştirilerek Cumhuriyet?in niteliklerinin yeniden tanımlanmasını isteyen gençlerin Halil İnalcık Hoca?nın kitabını okuması gerektiğini düşünüyorum. Adam olmak için!

Çin?de Atatürk üzerine araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hu Zhenhua, Çin halkına önderlik yapan Sun Yatsen gibi Atatürk?ü de çocukluğundan bu yana çok iyi bildiğini söylüyor: "Çünkü bizim ülkemizde yıllardan beri lisede mecburi ders kitabı olarak okutulan Yakınçağ ve Çağdaş Dünya Tarihi kitabı, Mustafa Kemal ve onun önderliğindeki Türk devrimini de içermektedir. Hatta kitabın ilk sayfasında Lenin ve Gandi?yle birlikte Atatürk?ün de portresi bulunmaktadır" (Cumhuriyet, 27.07.07).

HEPSİNESIFIR!

Çinlilerden daha iyisi beklenemezdi zaten. Küllisi toplum mühendisliği ürünü kalas, küllisi ezberci, hamısı faşist ve Kemalist. Cumhuriyet devrimlerinin tepeden inme yapıldığını ileri süren tarihçi Mete Tunçay, hepsine sıfır verip sınıfta çaktırır billahi!

06 Ağustos 2009 22:53

http://www.kitaphaber.net/devlet-i-aliyye-halil-inalcik/

http://www.kitaphaber.net/tanzimat-halil-inalcik-mehmet-seyitdanlioglu/

okuyup yoruma devam edin, eklenmedi sayfaya..

06 Ağustos 2009 23:58

Devlet-i Aliyye / Halil İnalcık

.

ÖMER ERDEM

Radikal Kitap

19.6.2009

İnalcık 'birbirinden ayrı iki tarihi süreç' ten hareketle önce verileri toplar, karşıt görüşlere bakar sonunda kendi hükmünü verir. Boşluk bırakmaz. Denge gözetir. Karşıtlıklara değer verir.

Halil İnalcık?ın tarihçiliğinin en ayırıcı tarafı yazma üslubudur.

Tarih profesörü gibi değil amatör bir meraklı gibi yazar. Yazarken çok yönlü düşündüğü, meseleleri bir noktadan değil birbirini tetikleyen açılardan görmeye çalıştığı da görülür. Bilgi şüphesiz temel dayanaktır ancak bilgi de bulunmuş, kurgulanmış, yoğrulmuş hatta yaşanmış bir şey değil midir? Bilim adamı soğukkanlılığı kültür altyapısı ile harmanlanır tecrübeyle tartılır ve cümleler arkeolojik birer gösterge olmaktan çıkarak bugüne ait canlı birer vakaya dönüştürülür. Sanırım İnalcık böylesi bir hedef gütmeksizin bu sonuca varmaktadır. Tarihi olaylar, savaşlar, devletler, hükümdarlar, çatışmalar silsilesinden öte, iktisat tarihinin, dinin ve sosyo kültürel yaşayışın paralelinde algılıyor olması, edebiyat başta olmak üzere diğer sanatlara sırt çevirmemesi onun okunurluğu yanında farklılığını da artıran faktörlerden sayılır.

Devlet-i ?Aliyye?yi okurken bize kılavuzluk eden temel duygu, yalınlık içindeki derin bağlam zenginliği oldu. Elbette, tarih sorun olduğu kadar sorudur ve tarihi gerçekliklere sadık kalmak, tabiatı gereği ayrıntıları bilemeyecek durumdaki okuru kandırmamak bilim ahlakıyla ilgili olduğu kadar tarihsel bir görevdir.14. yüzyılda ortaya çıkan bir Türkmen beyliğinin yarım asırda bir büyük imparatorluğa dönüşmesi elbette bir büyük sorudur ve yazar entelektüel bir merakla, felsefi yaklaşımlarla kurcalar konuyu. Sonuca varmak, yöntem yanında kaynaklara hakim olmak da başka donanımlar ve yetenekler gerektirir. Ki, İnalcık ?birbirinden ayrı iki tarihi süreç?ten hareketle önce verileri toplar, karşıt görüşlere bakar sonunda kendi hükmünü verir. Dini, ticareti, coğrafyayı hiç unutmaz. Sebepleri yan yana getirirken boşluk bırakmaz. Denge gözetir. Karşıtlıklara değer verir. Nitekim, Gaza ruhunun yeniden canlanması bir yandan Moğollara bağlıdır bir yandan da Haçlılara. Ve Osman Gazi?nin ortaya çıkması mucizelerin değil tarihin kendi sonucudur ve tarih kendisinden başka bir şey değildir. Gaza ruhunu görmeden Osmanlı?yı anlamak zordur ve ona göre ?Osmanlı Devleti bir gazi devleti olarak doğmuş ve bu geleneği sürdürmüştür? . Ve bu gelenek literatürsüz değildir.

Mektep kitaplarında hiç sözü edilmeyen ancak tarihin asıl kurucusu sayılan ayrıntılar geçitidir de kitap. 1361?deki Sazlı-Dere Savaşı?nı görmeden, Osmanlıların Avrupa?da tutunmalarını açıklamak zorlaşır.İnalcık şunu söylemek ister bu bilgi ayrıntılarıyla, tarihçi tarihi bugüne doğru değil geçmişe doğru da düzelterek yeniden yazar, yazmalıdır.Yazar Fatih üzerine otoritedir ve en değerli çalışmalardan birisini bu konuda yapmıştır. Kitap boyunca kronolojik öncelik değil tarihsel süreklilik birbirine paralel olarak ele alınır. Böylelikle, tarih bir geçmiş dökümü değil, oluşların ve olduruşların alanına dönüştürülür. Bu vesileyle dikkatli okur, I.Mehmed?in Merkeziyetçi Hükümranlığın yeniden kurucusu olduğunu, Timur?un Anadolu Beylikleriyle iş tuttuğunu, Ahmedi?nin Fetret devrine kaynaklık edecek bir Gazavatname yazdığını, idare ve icra alanında mutlakiyetin en etkin aracı olarak ?gulam? kul sisteminin Fatih tarafından nasıl etkin kullanıldığını, Fatih?in siyasi tercihleri ile şeri tercihlerini yönlendirmedeki ayrıksılığını, yine Fatih?in vakfiyesinde:

Hüner bir şehr bünyad etmektir.

Reaya kalbin abad etmektir.

beytinin yazılı olduğunu, Osmanlı?nın vakıf müesseselerini en ileri noktaya götürmüş İslam devleti olarak öne çıktığını da öğrenebilirsiniz.

Halil İnalcık?a göre tarihin içindeki her bir ayrıntı büyük parçaya doğru çalışır. 1478?de Kadı Muhyiddin?in yaptığı sayım neleri göstermez? Bir imparatorluk başkentini yorumlamak bilgilerle daha da aydınlanır. Özet gibi başlıklar elbette derinlikler içerirler. Osmanlı devlet anlayışı çok bağlaşık bir yapıdır esasında ve ?Osmanlı Sultanları, kökenleri eski Mezopatamyaya kadar giden geleneksel Orta- Doğu devlet anlayışına uyarak toprak ve tebaa üzerinde doğrudan kontrol kurmayı temel bir siyaset olarak seçmişlerdir. İnalcık?ın çifthane sistemi yorumları bizce özel olarak okunmayı hak eder. Kitap boyunca, tarihçi ile tarihi birlikte yaşarlar birbirine ayna olurlar.

İNALCIK SEÇME ESERLER II, DEVLET-İ ?ALİYYE

Halil İnalçık, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,

07 Ağustos 2009 00:10

Tanzimat : Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu

Yazar Halil İnalcık MEHMET SEYITDANLIOĞLU

Tanzimat Dönemi, Osmanlı için bir dönüşümün başlangıcı sayılır. İlk 'Demokratikleşme' adımı olarak kabul edilmesi gereken bir dönem. Tanzimat sadece bir batılılaşma hamlesi değil, hukuki, sosyal, ekonomik olarak yeniden yapılanmanın adıdır. İmparatorluk içindeki tüm sosyal, etnik yapı aynı hukuki şemsiyenin altına alındığından, tam anlamıyla 'tebaa?dan vatandaşlığa' geçişin de adıdır.

Osmanlı Tarihi üzerine otorite olarak kabul edilen Halil İnalcık ve değerli tarihçi Mehmet Seyitdanlıoğlu?nun, yalnız tarihçilerin değil farklı disiplinlere mensup değerli yazarların kaleminden çıkma makalelerinden derlediği bu kitap, Osmanlı?nın bu sürecini siyasi, iktisadi, kültürel boyutlarda ele alıyor.


Gaspirinski
Genel Müdür
07 Ağustos 2009 23:25

En iyi Osmanlı tarihçisi...


çocuuk
Müsteşar
07 Ağustos 2009 23:34

başlığa bak.

hatırladım bu başlığı inalcık ile yapılan söyleşi kitabının adından geliyor.kutub olarak kabul etmeyenlerin kellesi gitmiyordur inşaallah.

07 Ağustos 2009 23:36

kardeş, kabul ediliyor ama kelle almıyoruz buna inanmayanlardan....

hele ki senin yüregin varken, kelleni Hak yoluna koymuşken..


çocuuk
Müsteşar
07 Ağustos 2009 23:48

üstadın kutub olması içün islam hukukunda uzman olması lazım derim o da onda yok o olmayınca çocuk onu neylesin.

07 Ağustos 2009 23:53

genel kabuldur,yorum yapmam üstad bu konuda...


çocuuk
Müsteşar
08 Ağustos 2009 00:00

ortada adam kalmayınca kutbiyet de böyle oluyor doğru yerin altındakileri saymazsak üstadın genel kabul olduğunu biliyorum.ama gel gör ki usta bu tarih benim için genel kabul değil


Gaspirinski
Genel Müdür
08 Ağustos 2009 16:39

çocuk arkadaş "üstadın kutub olması içün islam hukukunda uzman olması lazım derim o da onda yok o olmayınca çocuk onu neylesin." demiş.Neden bir Yeniçağ-Osmanlı tarihçisinden İslam hukukunda uzman olmasını beklediğini tam anlayamadım. İslam hukukunun verilerinden elbette bir Osmanlı tarihçisi hissedar olmalıdır.Ama Osmanlı tarihinde kutup olmak için İslam Hukukunu sular seller gibi bilmenin çok büyük ehemmiyeti neden olsun? Üstad İnalcık'ın uzmanlığı Yeniçağ tarihi olup daha çok Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi üzerine araştırmaları vardır.Bu alanları aydınlatmak konusunda gerçekten mükemmel bir bilgiye ve tahlil yeteneğine sahiptir üstad. Makalelerini okuyunuz lütfen. Şu an Türk tarih kurumu Belleten, Belgeler ve Kongre bildirileri ücretsiz yayınlıyor. Üye olup şipariş verip indirebiliyorsunuz.

İlber Ortaylı, Murat Bardakçı, Ahmet Akgündüz,Mustafa Armağan (Ak Knez mi desem yoksa, nasıl olsa Gündüz Alp'i Knez Alp diye okumuştu bu Osmanlı alimi) gibi arkasında duracak bir medya ordusu olmadığından pek meşhur olamasa da o gerçekten Türkiye'de en ciddi tarihçilerin biridir.

08 Ağustos 2009 19:09

kutup sayıp saymamak kişiye göre degişiyor ama tüm tarihçiler ( sosyalciler degil ama),

"kutup olarak inalcık hocayı,ilber ortaylı ise üstad "diye anılır.anılmaya da devam edecek, henüz o iki üstadı geçen çıkmadı......

çıkarsa o zaman tekrar konuşuruz...


çocuuk
Müsteşar
08 Ağustos 2009 19:19

adama bak ya sanki biz millet inalcığı beğenmiyor dedik

okumadan yazmayalım lütfen sadece ortada adam kalmadı nakıs insanlar pir oldu dedik varsa bir hatamız düzeltin.sosyalcilere atıfta bulunmuşun hayırdır canın mı sıkıldı yoksa bizi deniyorsun.

zaten sevmiyorum bana anlatılanları zorlama istersen

08 Ağustos 2009 19:23

bende sevmiyorum kardeş kızma da......

"kel ölünce sırma saçlı, kör ölünce?? mühür gözlü olurmuş" derler...

sosyale atıfım, seni kırmasın...egitimcim benim..

Toplam 23 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi