KAZA NAMAZLARI HUSUSUNDA
Bizde dalga geçme, alay etme tarzı şeyler olmaz (Hakîm abi içindi).
İlgili kaynakları sıralayalım. Sözlerime katılmayanlar KENDİ DÜŞÜNCELERİNİ DEĞİL, lütfen ama lütfen KAYNAK KİTAPLARINI BELİRTEREK cevap versinler. KENDİ FİKİRLERİNİ BELİRTEN arkadaşların yazılarını OKUMAYACAĞIM.
Öncelikle söze alıntı yaptığım kişilerin tanıtımıyla başlamak istiyorum:
***
ABDULHAK-İ DEHLEVİ: Hindistan?ın büyük âlimlerindendir. 1551 de doğup, 1642 de vefat etti. Muhammed Bakibillah hazretlerinin talebelerindendir. Hicaz?da hadis âlimi oldu. Delhi?dedir. Çok kitap yazdı. Medaric-ün-nübüvve ve Merec-ül-bahreyn ve Eşiat-ül-lemeat ismindeki Mişkat şerhi kitapları farisi olup, Hindistan?da basılmıştır.
İBNİ NÜCEYM-İ ÖMER: Ömer bin İbrahim ibni Nüceymi Mısıri, Hanefi fıkıh âlimidir. 1597 senesinde Mısır?da vefat etti. Büyük kardeşi ve hocası olan Zeynelabidin ibni Nüceymi Mısıri yanındadır. İmam-ı Nesefinin Kenz fıkıh kitabını şerh ederek, Nehr-ül-faık adını vermiştir.
İBNİ NÜCEYM ZEYNÜLABİDİN: Zeynelabidin bin İbrahim ibni Nüceymi Mısıri, 1520 de doğup, 1562 de Mısır?da vefat etti. Hanefi fıkıh âlimidir. Eşbah, Zeyniyye, Kebair kitapları ve üsuli fıkıhdan Menar şerhi meşhurdur. Kenz kitabını şerh ederek Bahr-ür-raık adını vermiştir. Yedi cilt olup, bir cilt tekmilesi ile ve İbni Abidinin bunlara Haşiyesi ile birlikte hicri 1311 de Mısır?da ve 1393 [m. 1973] de Beyrut?ta basılmıştır.
ABDULHAKİM EFENDİ: Zahir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin de fıkıh bilgilerinde mahir, veliy-yi kâmil idi. Ruh bilgilerinin mütehassısı idi. 1865 senesinde Van vilayetinin Başkale şehrinde doğup, 1943 de Ankara?da vefat etti. Bağlum?da medfundur. Babası seyyid Mustafa, seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinin oğlu olan, seyyid Ubeydullahın talebesi idi. Seyyid Mustafa çok kâmil idi. Gördüğü kimsenin, hangi namazı kılmadığını, yüzünden anlardı. Bunun babası, seyyid Muhyiddindir. Onun babası, seyyid Muhammed, bunun babası da, seyyid Abdurrahmandır. İmam-ı Ali Rıza bin Musa Kazım soyundan olup, Seyyid oldukları, Irak?taki şeri mahkeme defterlerinde yazılı olduğu gibi, seyyid Abdulkadir-i Geylaninin torunu olan seyyid Abdurrezzakın mübarek el yazısı ile de tasdik edilmiş olduğu, Van mebusu İbrahim Arvas?ın 1952 de bastırdığı Seyahatname-i Kasım-ı Bağdadi kitabında yazılıdır.
Sultan Selim Cami-i şerifi yanındaki Süleymaniyye Medresesinde, tasavvuf müderrisi [profesörü] iken Er-Riyad-üt-Tasavvufiyye kitabını yazmıştır. Tasavvuf hakkında risale büyüklüğünde müteaddid mektupları vardır. Mevlid okunmasının ve tesbih kullanmanın başlangıç ve meşruiyeti hakkında bir risale, Rabıta-i Şerife Risalesi, Sahabe-i Kiram ve Ecdad-ı Peygamberi risaleleri, İslam Hukuku, Keşkul ve Sefer-i Ahiret isimli eserleri, Arabi, Farisi ve Türkçe şiirleri pek kıymetlidir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, öğrendiği fıkıh, tefsir gibi ilimlerin yanında kendisini mânevi yoldan yetiştirecek bir rehbere kavuşma arzusu ile yanıyordu. Diğer taraftan Seyyid Tâhâ-i Hakkâri'nin halifesi Seyyid Fehim-i Arvasi, rüyasında Allahü teâlânın Resulünü gördü. Peygamber efendimiz kendisine; "Abdülhakim'in terbiyesini sana ısmarladım" buyurmuştu.
Nihayet Seyyid Abdülhakim Arvasi, 1878 (H.1295) yılında Seyyid Fehim-i Arvasi hazretlerinin huzuruna kavuştu ve hocasından aldığı ilk emir, tevbe ve istihare oldu. İstiharede şöyle bir rüya gördü:
Seyyid Tâhâ hazretleri, camide, talebesi Seyyid Fehim'e şu emri veriyordu: "Abdülhakimi al, elbisesini soy, cevâzimât-ı hams çeşmelerinde kendi elinle tamamen yıka! Sonra ikimize de imam olsun!.. Seyyid Fehim hazretleri onu alıp cevâzımât-ı hams çeşmelerinde yıkıyor, o da elini onun omuzuna koyarak, sağ ayağını kendisi için serilmiş olan seccadeye bırakıyordu.
Bu rüya onun talebeliğe kabul edildiğine dair gayet açıktı. Tabire muhtaç kısmı sadece cevâzımât-ı hams tabiri idi. Cevâzım cezm'in çoğulu olup kat'i, kesin demektir. Hams yani beş adedi ise âlem-i emrin, latifenin tasfiyesine işaret olduğu açıktı. Rüyanın başka tabire muhtaç olmayan açıklığı ayrı bir ilahi lütuf ve sonsuz bir ihsandı.
Seyyid Abdülhakim Arvasi, gördüğü bu rüyanın tesiri ile büyük bir aşkla ilim tahsil edip, ilimde ilerlediği gibi, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve teveccühleri ile gönlünü nurlandırdı.
Yüksek tahsilini zamanın en büyük âlim ve evliyası Seyyid Fehim Arvasi hazretlerinin huzurunda tamamladı. 1300 hicri sene başında ilm-i sarf, nahv, mantık, münazara, vad', beyan, meani, bedi', belagat, kelâm, usul-i fıkıh, tefsir, tasavvuf, ulum-i hikemiyye yani hikmet-i tabi?iyye (fizik, biyoloji), hikmet-i ilahiyye, riyaziyye (yani matematik, geometri), hey?et (astronomi) gibi zahir ilimlerde icazet (diploma); tasavvufun Nakşibendiyye, Kadiriyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye ve Çeştiyye yollarından hilafet aldı.
***
Sonrasında ise vesikaları sıralayalım. Kabul eden eder, etmeyen tartışmak yerine vesikalarını ortaya koyarsa sevinirim. Kimseyi ikna etmeye uğraşacak değiliz. Vesikalar ortadadır, inanmak isteyen inanır, inanmak istemeyen inanmaz. Zorla değil.
---
Namazın kazaya kalma sebebi önemlidir. Eğer namaz şer?i bir özürle kazaya kalmışsa, mesela, seferde; sel, yırtıcı hayvan, eşkıya, anarşist gibi bir tehlike varsa, namazı oturarak veya hayvan üzerinde ima ile de kılmak mümkün değilse, annenin veya çocuğunun telef olacağı zaman ebenin ve acil ameliyatlarda doktorun müdahalesi esnasında kılınamamışsa ve uyku, unutmak gibi bir özürle namaz kaçırılmışsa, kazayı önce kılmak gerekmez, bahsedilen nafile namazları kılmakta hiç mahzur olmaz. Çünkü namazın bu özürle kazaya kalması günah değildir.
Böyle bir özürle kaçırılan namazlara faite namaz denilmektedir. Çünkü, bir Müslüman namazlarını terk etmez. Ancak yukarıda bildirilen bir özür ile kaçırabilir. Bir özür ile kaçırılmış namaz ile özürsüz, kasten terkedilmiş namazın hükmü aynı değildir. Namazları, bir özürle fevt ederek kazaya bırakmak günah olmadığı için, bunların kazalarını, nafile kılacak kadar geciktirmek de günah olmaz. (Redd-ül muhtar, Halebi, Hindiyye)
Terk edilmiş namazın hükmü ise şöyledir:
Büyük âlim İbni Nüceym?e soruldu ki, kaza namazı olan kimse, sünnetleri kılarken kazaya niyet ederek kılsa, sünnetleri terk etmiş olur mu? Cevabında, (Sünnetleri terk etmiş olmaz. Çünkü sünnetleri kılmaktan maksat, o vakit içinde farzdan başka bir namaz daha kılmaktır. Kaza kılmakla, sünnet de yerine getirilmiş olur.) [Nevâdir-i fıkhiyye fi mezheb-il-eimmet-il Hanefiyye s.36]
Hamza Efendi hazretlerinin Bey? ve Şir?a risalesinin şerhinde, (Kaza borcu var iken, nafile kılmak ahmaklıktır) buyuruluyor. Sünnetlere nafile denir.
---
Kitaplarda, (terk edilen namazlar) demiyor, (fevt edilen namazlar) deniyor. Aşağıya kitapların orijinallerinin fotokopisini koyduk. [1, 2]
Hanefi fıkıh kitapları, (Faite [fevt edilen, bir özürle kaçırılan] namazların kazası) diyor. (Terk edilmiş namazların kazası) demiyor. Çünkü Müslüman, namazını bilerek terk etmez. Ancak gaflet, uyku ve unutmak gibi özürle fevt eder. Namazı terk eden Müslüman, Şafii ve Maliki?de ceza olarak öldürülür. Hanbelî?de ise mürted olduğu için öldürülür. Hanefi?deyse, hapsedilir, kılıncaya kadar dayak atılır. Bu farz namazın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Farz borcu varken, sünnet veya nafile kılarak farzı geciktirmek de, asla caiz değildir.
Bir kimse, hadis-i şerifle kılınması çok övülen kuşluk, evvabin, teheccüt gibi namazları ömründe hiç kılmasa, ahirette niye kılmadın diye sorguya çekilmez. Fakat bir farzı yapmazsa, büyük günah işleyeceği için sorguya çekilir. Âlimlerimizin bildirdiği gibi, kılınması şart olan farzı geciktirip, nafile kılmak ahmaklıktır. Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyurdu ki:
Hazret-i Ali?nin rivayet ettiği, (Farz namaz borcu olanın nafile kılması, doğurması yakın olan hamileye benzer. Doğumu yakınken çocuğu düşürür. Artık bu kadına, hamile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, Allah, nafile namazlarını kabul etmez) hadis-i şerifi gösteriyor ki, farz borcu varken nafileyle meşgul olmak ahmaklıktır. Kaza borcu olanın nafile kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki, elbette kabul olmaz. Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar sermayesi, nafilelerse kazancıdır. Sermaye kurtarılmadan kâr olmaz. (Fütuh-ul-gayb m. 48) [3]
Yolculuğa çıkarken iki rekât namaz kılmalıdır! Kazaya kalmış namazı varsa, kaza kılmalı; çünkü kaza borcu varken nafile kılmak, ahmaklıktır. (Bey ve Şir?a risalesi) [4]
Kitaplarda terk edilen değil, fevt edilen [fevait] ifadelerinin geçtiği yerlerin orijinalleri aşağıdadır:
(1) Redd-ül-muhtar:
(2) Tahtavi:
(3) Fütuh-ul-gayb:
(4) Bey ve Şir?a risalesi:
////////////////////////////////////////
Bir iş için birkaç niyet hususunda:
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Sünnet namazlar da nafiledir. Camiye girince, iki rekat namaz kılmak sünnettir. Buna Tehıyyat-ül-mescid denir. Camiye girince, farz veya sünnet kılmak bunun yerine geçer. Başka namaz kılarken tehıyyat-ül-mescid için de ayrıca niyet gerekmez ise de, niyet edilirse iyi olur.) [Redd-ül Muhtar s.710]
Sünnet kılarken kazaya da niyet edince kaza da sünnet de kılınmış olur. (Necat-ül müminin s.90)
Sünnet kılarken kazaya da niyet gerekir. (Ramiz-ül-mülk Trablus Fetva emini)
Tatarhaniyye?de, (Sünnet kılarken kazaya da niyet daha iyidir) deniyor. (Uyun-ül-besair s.103)
İlk veya son sünnet demeden hepsini farz diye niyet ederek kılanın namazı sahih olur. Çünkü, sünnete, farz diye niyet edilirse, sünnet sahih olur. İlk kıldığı farz, sonraki sünnet olur. (Fetava-i kübra)
Resulullah, beş vakit namazın sünnetlerini kılarken, yalnız, (Allah rızası için namaz kılmaya) derdi. Sünnet demezdi. Farzdan başka namaz kılınca sünnet de kılınmış olur. (Halebi-yi kebir)
Öğlenin farzına dururken, hem farz, hem de sünneti olarak iki niyet yapılırsa, iki imama göre, yalnız farz kılınmış olur. İmam-ı Muhammed?e göre ise, o namaz sahih olmaz. Çünkü, farz ile sünnet ayrı cinsten iki namazdır. İki imama göre, farzı kılınmış olur. Halbuki, camiye girince kılınan herhangi bir namaz, tehıyyat-ül-mescid yerine de geçtiği için, farz kılarken tehıyyat-ül-mescid olarak da niyet etmek de caiz olur. Yalnız farza niyet edince de, iki namaz birlikte kılınmış olur. (İbni Âbidin)
Sünnet, farzdan başka kılınan namaz demek olduğu için, sünnetin kazaya benzerliği tehıyyat-ül-mescid namazının farza benzerliği gibidir. Yani, sünnet kılarken vaktin farzına niyet edilmez ama, kazaya kalmış bir namaza veya başka bir nafileye de niyet edilebilir. (İslam Ahlakı, Tahtavi)
Sünnet yerine kaza kılan, sünneti terk etmiş olmaz. Vaktin farzını kılarken, sünnete de niyet edilirse, sünnet sahih olmaz. Fakat, kaza kılarken sünnete de niyet etmek sahih olur. (Eşbah)
Nafile kılmak isteyen, önce namaz kılmayı adamalı, sonra, nafile yerine, bu adak namazı kılmalı. Sünnet namazları adadıktan sonra kılan, bu sünnetleri kılmış olur. (Dürr-ül Muhtar s.458)
Nezr edilen namazı kılmak vacip olduğu için, vacip sevabı hasıl olur. Sünnet yerine, nezr olunan namaz kılınınca, sünnet de kılınmış olur. (Redd-ül Muhtar)
Sünnetleri önceden nezr edip de, nezir olarak kılmak daha iyidir. (Halebi, Merakıl-felah)
Vaktin sünnetini kılmaya başlarken, vaktin farzı hariç, kaza namazına, yeni abdest alınmışsa sübha namazına, camide ise tehıyyet-ül-mescit namazına, sefere çıkılacaksa tehıyyet-ül-menzil namazına da niyet edilebilir.
Bunların tek istisnası vardır. O günkü farz namazla o günkü sünnet namaza birlikte niyet edilmez. Yani öğlenin sünneti kılınırken o günkü öğlenin farzına da niyet edilmez; ama sünneti kılarken ilk kazaya kalmış bir namaza niyet edilir. Peygamber efendimiz de, (Farz namaz borcu olanın nafileleri kabul olmaz) buyuruyor. Sünnetlerin de, farzlara bağlı nafile namaz olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. (Gunye)
Daha fazla bilgi için: http://www.dinimizislam.com/detay.asp?id=2902
AYRICA;
14. asrın müceddidi olan Seyyid Abdulhâkim-i Arvâsi hazretleri gibi bir Mürşid-i Kâmil birşey dediyse, onu yapmakta endişe duymaya gerek yok artık. Ben bu fikirdeyim. Aksini iddia edenler, iddialarını ispatlamalılardır.
KAZA NAMAZLARI HUSUSUNDA
Bizde dalga geçme, alay etme tarzı şeyler olmaz (Hakîm abi içindi).
İlgili kaynakları sıralayalım. Sözlerime katılmayanlar KENDİ DÜŞÜNCELERİNİ DEĞİL, lütfen ama lütfen KAYNAK KİTAPLARINI BELİRTEREK cevap versinler. KENDİ FİKİRLERİNİ BELİRTEN arkadaşların yazılarını OKUMAYACAĞIM.
Öncelikle söze alıntı yaptığım kişilerin tanıtımıyla başlamak istiyorum:
***
ABDULHAK-İ DEHLEVİ: Hindistan?ın büyük âlimlerindendir. 1551 de doğup, 1642 de vefat etti. Muhammed Bakibillah hazretlerinin talebelerindendir. Hicaz?da hadis âlimi oldu. Delhi?dedir. Çok kitap yazdı. Medaric-ün-nübüvve ve Merec-ül-bahreyn ve Eşiat-ül-lemeat ismindeki Mişkat şerhi kitapları farisi olup, Hindistan?da basılmıştır.
İBNİ NÜCEYM-İ ÖMER: Ömer bin İbrahim ibni Nüceymi Mısıri, Hanefi fıkıh âlimidir. 1597 senesinde Mısır?da vefat etti. Büyük kardeşi ve hocası olan Zeynelabidin ibni Nüceymi Mısıri yanındadır. İmam-ı Nesefinin Kenz fıkıh kitabını şerh ederek, Nehr-ül-faık adını vermiştir.
İBNİ NÜCEYM ZEYNÜLABİDİN: Zeynelabidin bin İbrahim ibni Nüceymi Mısıri, 1520 de doğup, 1562 de Mısır?da vefat etti. Hanefi fıkıh âlimidir. Eşbah, Zeyniyye, Kebair kitapları ve üsuli fıkıhdan Menar şerhi meşhurdur. Kenz kitabını şerh ederek Bahr-ür-raık adını vermiştir. Yedi cilt olup, bir cilt tekmilesi ile ve İbni Abidinin bunlara Haşiyesi ile birlikte hicri 1311 de Mısır?da ve 1393 [m. 1973] de Beyrut?ta basılmıştır.
ABDULHAKİM EFENDİ: Zahir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin de fıkıh bilgilerinde mahir, veliy-yi kâmil idi. Ruh bilgilerinin mütehassısı idi. 1865 senesinde Van vilayetinin Başkale şehrinde doğup, 1943 de Ankara?da vefat etti. Bağlum?da medfundur. Babası seyyid Mustafa, seyyid Taha-i Hakkari hazretlerinin oğlu olan, seyyid Ubeydullahın talebesi idi. Seyyid Mustafa çok kâmil idi. Gördüğü kimsenin, hangi namazı kılmadığını, yüzünden anlardı. Bunun babası, seyyid Muhyiddindir. Onun babası, seyyid Muhammed, bunun babası da, seyyid Abdurrahmandır. İmam-ı Ali Rıza bin Musa Kazım soyundan olup, Seyyid oldukları, Irak?taki şeri mahkeme defterlerinde yazılı olduğu gibi, seyyid Abdulkadir-i Geylaninin torunu olan seyyid Abdurrezzakın mübarek el yazısı ile de tasdik edilmiş olduğu, Van mebusu İbrahim Arvas?ın 1952 de bastırdığı Seyahatname-i Kasım-ı Bağdadi kitabında yazılıdır.
Sultan Selim Cami-i şerifi yanındaki Süleymaniyye Medresesinde, tasavvuf müderrisi [profesörü] iken Er-Riyad-üt-Tasavvufiyye kitabını yazmıştır. Tasavvuf hakkında risale büyüklüğünde müteaddid mektupları vardır. Mevlid okunmasının ve tesbih kullanmanın başlangıç ve meşruiyeti hakkında bir risale, Rabıta-i Şerife Risalesi, Sahabe-i Kiram ve Ecdad-ı Peygamberi risaleleri, İslam Hukuku, Keşkul ve Sefer-i Ahiret isimli eserleri, Arabi, Farisi ve Türkçe şiirleri pek kıymetlidir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, öğrendiği fıkıh, tefsir gibi ilimlerin yanında kendisini mânevi yoldan yetiştirecek bir rehbere kavuşma arzusu ile yanıyordu. Diğer taraftan Seyyid Tâhâ-i Hakkâri'nin halifesi Seyyid Fehim-i Arvasi, rüyasında Allahü teâlânın Resulünü gördü. Peygamber efendimiz kendisine; "Abdülhakim'in terbiyesini sana ısmarladım" buyurmuştu.
Nihayet Seyyid Abdülhakim Arvasi, 1878 (H.1295) yılında Seyyid Fehim-i Arvasi hazretlerinin huzuruna kavuştu ve hocasından aldığı ilk emir, tevbe ve istihare oldu. İstiharede şöyle bir rüya gördü:
Seyyid Tâhâ hazretleri, camide, talebesi Seyyid Fehim'e şu emri veriyordu: "Abdülhakimi al, elbisesini soy, cevâzimât-ı hams çeşmelerinde kendi elinle tamamen yıka! Sonra ikimize de imam olsun!.. Seyyid Fehim hazretleri onu alıp cevâzımât-ı hams çeşmelerinde yıkıyor, o da elini onun omuzuna koyarak, sağ ayağını kendisi için serilmiş olan seccadeye bırakıyordu.
Bu rüya onun talebeliğe kabul edildiğine dair gayet açıktı. Tabire muhtaç kısmı sadece cevâzımât-ı hams tabiri idi. Cevâzım cezm'in çoğulu olup kat'i, kesin demektir. Hams yani beş adedi ise âlem-i emrin, latifenin tasfiyesine işaret olduğu açıktı. Rüyanın başka tabire muhtaç olmayan açıklığı ayrı bir ilahi lütuf ve sonsuz bir ihsandı.
Seyyid Abdülhakim Arvasi, gördüğü bu rüyanın tesiri ile büyük bir aşkla ilim tahsil edip, ilimde ilerlediği gibi, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve teveccühleri ile gönlünü nurlandırdı.
Yüksek tahsilini zamanın en büyük âlim ve evliyası Seyyid Fehim Arvasi hazretlerinin huzurunda tamamladı. 1300 hicri sene başında ilm-i sarf, nahv, mantık, münazara, vad', beyan, meani, bedi', belagat, kelâm, usul-i fıkıh, tefsir, tasavvuf, ulum-i hikemiyye yani hikmet-i tabi?iyye (fizik, biyoloji), hikmet-i ilahiyye, riyaziyye (yani matematik, geometri), hey?et (astronomi) gibi zahir ilimlerde icazet (diploma); tasavvufun Nakşibendiyye, Kadiriyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye ve Çeştiyye yollarından hilafet aldı.
***
Sonrasında ise vesikaları sıralayalım. Kabul eden eder, etmeyen tartışmak yerine vesikalarını ortaya koyarsa sevinirim. Kimseyi ikna etmeye uğraşacak değiliz. Vesikalar ortadadır, inanmak isteyen inanır, inanmak istemeyen inanmaz. Zorla değil.
---
Namazın kazaya kalma sebebi önemlidir. Eğer namaz şer?i bir özürle kazaya kalmışsa, mesela, seferde; sel, yırtıcı hayvan, eşkıya, anarşist gibi bir tehlike varsa, namazı oturarak veya hayvan üzerinde ima ile de kılmak mümkün değilse, annenin veya çocuğunun telef olacağı zaman ebenin ve acil ameliyatlarda doktorun müdahalesi esnasında kılınamamışsa ve uyku, unutmak gibi bir özürle namaz kaçırılmışsa, kazayı önce kılmak gerekmez, bahsedilen nafile namazları kılmakta hiç mahzur olmaz. Çünkü namazın bu özürle kazaya kalması günah değildir.
Böyle bir özürle kaçırılan namazlara faite namaz denilmektedir. Çünkü, bir Müslüman namazlarını terk etmez. Ancak yukarıda bildirilen bir özür ile kaçırabilir. Bir özür ile kaçırılmış namaz ile özürsüz, kasten terkedilmiş namazın hükmü aynı değildir. Namazları, bir özürle fevt ederek kazaya bırakmak günah olmadığı için, bunların kazalarını, nafile kılacak kadar geciktirmek de günah olmaz. (Redd-ül muhtar, Halebi, Hindiyye)
Terk edilmiş namazın hükmü ise şöyledir:
Büyük âlim İbni Nüceym?e soruldu ki, kaza namazı olan kimse, sünnetleri kılarken kazaya niyet ederek kılsa, sünnetleri terk etmiş olur mu? Cevabında, (Sünnetleri terk etmiş olmaz. Çünkü sünnetleri kılmaktan maksat, o vakit içinde farzdan başka bir namaz daha kılmaktır. Kaza kılmakla, sünnet de yerine getirilmiş olur.) [Nevâdir-i fıkhiyye fi mezheb-il-eimmet-il Hanefiyye s.36]
Hamza Efendi hazretlerinin Bey? ve Şir?a risalesinin şerhinde, (Kaza borcu var iken, nafile kılmak ahmaklıktır) buyuruluyor. Sünnetlere nafile denir.
---
Kitaplarda, (terk edilen namazlar) demiyor, (fevt edilen namazlar) deniyor. Aşağıya kitapların orijinallerinin fotokopisini koyduk. [1, 2]
Hanefi fıkıh kitapları, (Faite [fevt edilen, bir özürle kaçırılan] namazların kazası) diyor. (Terk edilmiş namazların kazası) demiyor. Çünkü Müslüman, namazını bilerek terk etmez. Ancak gaflet, uyku ve unutmak gibi özürle fevt eder. Namazı terk eden Müslüman, Şafii ve Maliki?de ceza olarak öldürülür. Hanbelî?de ise mürted olduğu için öldürülür. Hanefi?deyse, hapsedilir, kılıncaya kadar dayak atılır. Bu farz namazın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Farz borcu varken, sünnet veya nafile kılarak farzı geciktirmek de, asla caiz değildir.
Bir kimse, hadis-i şerifle kılınması çok övülen kuşluk, evvabin, teheccüt gibi namazları ömründe hiç kılmasa, ahirette niye kılmadın diye sorguya çekilmez. Fakat bir farzı yapmazsa, büyük günah işleyeceği için sorguya çekilir. Âlimlerimizin bildirdiği gibi, kılınması şart olan farzı geciktirip, nafile kılmak ahmaklıktır. Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyurdu ki:
Hazret-i Ali?nin rivayet ettiği, (Farz namaz borcu olanın nafile kılması, doğurması yakın olan hamileye benzer. Doğumu yakınken çocuğu düşürür. Artık bu kadına, hamile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, Allah, nafile namazlarını kabul etmez) hadis-i şerifi gösteriyor ki, farz borcu varken nafileyle meşgul olmak ahmaklıktır. Kaza borcu olanın nafile kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki, elbette kabul olmaz. Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar sermayesi, nafilelerse kazancıdır. Sermaye kurtarılmadan kâr olmaz. (Fütuh-ul-gayb m. 48) [3]
Yolculuğa çıkarken iki rekât namaz kılmalıdır! Kazaya kalmış namazı varsa, kaza kılmalı; çünkü kaza borcu varken nafile kılmak, ahmaklıktır. (Bey ve Şir?a risalesi) [4]
Kitaplarda terk edilen değil, fevt edilen [fevait] ifadelerinin geçtiği yerlerin orijinalleri aşağıdadır:
(1) Redd-ül-muhtar:
(2) Tahtavi:
(3) Fütuh-ul-gayb:
(4) Bey ve Şir?a risalesi:
////////////////////////////////////////
Bir iş için birkaç niyet hususunda:
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Sünnet namazlar da nafiledir. Camiye girince, iki rekat namaz kılmak sünnettir. Buna Tehıyyat-ül-mescid denir. Camiye girince, farz veya sünnet kılmak bunun yerine geçer. Başka namaz kılarken tehıyyat-ül-mescid için de ayrıca niyet gerekmez ise de, niyet edilirse iyi olur.) [Redd-ül Muhtar s.710]
Sünnet kılarken kazaya da niyet edince kaza da sünnet de kılınmış olur. (Necat-ül müminin s.90)
Sünnet kılarken kazaya da niyet gerekir. (Ramiz-ül-mülk Trablus Fetva emini)
Tatarhaniyye?de, (Sünnet kılarken kazaya da niyet daha iyidir) deniyor. (Uyun-ül-besair s.103)
İlk veya son sünnet demeden hepsini farz diye niyet ederek kılanın namazı sahih olur. Çünkü, sünnete, farz diye niyet edilirse, sünnet sahih olur. İlk kıldığı farz, sonraki sünnet olur. (Fetava-i kübra)
Resulullah, beş vakit namazın sünnetlerini kılarken, yalnız, (Allah rızası için namaz kılmaya) derdi. Sünnet demezdi. Farzdan başka namaz kılınca sünnet de kılınmış olur. (Halebi-yi kebir)
Öğlenin farzına dururken, hem farz, hem de sünneti olarak iki niyet yapılırsa, iki imama göre, yalnız farz kılınmış olur. İmam-ı Muhammed?e göre ise, o namaz sahih olmaz. Çünkü, farz ile sünnet ayrı cinsten iki namazdır. İki imama göre, farzı kılınmış olur. Halbuki, camiye girince kılınan herhangi bir namaz, tehıyyat-ül-mescid yerine de geçtiği için, farz kılarken tehıyyat-ül-mescid olarak da niyet etmek de caiz olur. Yalnız farza niyet edince de, iki namaz birlikte kılınmış olur. (İbni Âbidin)
Sünnet, farzdan başka kılınan namaz demek olduğu için, sünnetin kazaya benzerliği tehıyyat-ül-mescid namazının farza benzerliği gibidir. Yani, sünnet kılarken vaktin farzına niyet edilmez ama, kazaya kalmış bir namaza veya başka bir nafileye de niyet edilebilir. (İslam Ahlakı, Tahtavi)
Sünnet yerine kaza kılan, sünneti terk etmiş olmaz. Vaktin farzını kılarken, sünnete de niyet edilirse, sünnet sahih olmaz. Fakat, kaza kılarken sünnete de niyet etmek sahih olur. (Eşbah)
Nafile kılmak isteyen, önce namaz kılmayı adamalı, sonra, nafile yerine, bu adak namazı kılmalı. Sünnet namazları adadıktan sonra kılan, bu sünnetleri kılmış olur. (Dürr-ül Muhtar s.458)
Nezr edilen namazı kılmak vacip olduğu için, vacip sevabı hasıl olur. Sünnet yerine, nezr olunan namaz kılınınca, sünnet de kılınmış olur. (Redd-ül Muhtar)
Sünnetleri önceden nezr edip de, nezir olarak kılmak daha iyidir. (Halebi, Merakıl-felah)
Vaktin sünnetini kılmaya başlarken, vaktin farzı hariç, kaza namazına, yeni abdest alınmışsa sübha namazına, camide ise tehıyyet-ül-mescit namazına, sefere çıkılacaksa tehıyyet-ül-menzil namazına da niyet edilebilir.
Bunların tek istisnası vardır. O günkü farz namazla o günkü sünnet namaza birlikte niyet edilmez. Yani öğlenin sünneti kılınırken o günkü öğlenin farzına da niyet edilmez; ama sünneti kılarken ilk kazaya kalmış bir namaza niyet edilir. Peygamber efendimiz de, (Farz namaz borcu olanın nafileleri kabul olmaz) buyuruyor. Sünnetlerin de, farzlara bağlı nafile namaz olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. (Gunye)
Daha fazla bilgi için: http://www.dinimizislam.com/detay.asp?id=2902
AYRICA;
14. asrın müceddidi olan Seyyid Abdulhâkim-i Arvâsi hazretleri gibi bir Mürşid-i Kâmil birşey dediyse, onu yapmakta endişe duymaya gerek yok artık. Ben bu fikirdeyim. Aksini iddia edenler, iddialarını ispatlamalılardır.