Hasan DEMİR
[email protected]
...........................................................
Türk'ün dilini kesenler
Almanlaşmış Cem efendinin Almanya'daki Türk çocukları arasında Türkçe konuşmanın yasaklamak istemesini savunması üzerine yazdıklarımızı okuyan bir dost, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün de, büyük şirket toplantılarında İngilizce konuşulmasını önerdiğini hatırlattı.
Olup bitenlere baktıkça insan, ister istemez, "Neredeeen nereye?" diye hayıflanmak ihtiyacı duyuyor.
Yıl 1931.
Atatürk diyor ki:
"- Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, âhenkli dilimizi kullansınlar."
Atatürk'ün bu özlemi dile getirmesinden iki yıl sonra, İstanbul'da, bir "Vagon-Li" hadisesi yaşanır.
Bu hadisenin ne olduğunu kısa bir süre önce Hakk'ın rahmetine kavuşan, "Yalan Söyleyen Tarih Utansın" müellifi Mustafa Müftüoğlu'ndan nakledelim:
Bilindiği gibi, "Vagon-Li", Yataklı Vagonlar Şirketi'dir. Beynelmilel bir şirket? Dünyanın birçok yerlerinde olduğu gibi, Türkiye'de de şubesi bulunan bir müessese!..
İşte, bu şirketin İstanbul'da Beyoğlu Acentasında vukubulan bir olay, Vagon-Li şahlanışına sebep olmuştur!.. Şöyle ki: 21 Şubat 1933 Salı günü, Vagon-Li'nin Beyoğlu Acentasına müracaat eden bir tüccar, o günkü Ankara treni için bir bilet ister. Tüccara muhatap olan Naci Bey adındaki şirket memuru, o günkü trende boş ye olmadığını söyler, bu sırada Şirketin Galata Acentasına da telefon edilerek bilet olup olmadığı sorulur ve elbette ki bütün bu konuşmalar Türkçe cereyan eder.
Naci Bey adlı memur, bu şekilde bir müşteriye bilet temini için uğraşırken; Acentanın müdürü, birden yerinden fırlar ve orada bulunan memurlara Naci Bey'i göstererek sorar:
'- Bu adam böyle nece anırıp duruyor? Türkçe mi?' Ve sonra memura dönerek bağırır: 'Burada resmî dilin Fransızca olduğunu bilmiyor musunuz? Size sopa ile mi hareket etmeli?"
Müdürün bu küstahça hareketine karşı, Naci Bey:
'- Ben Türk'üm. Benim memleketimde resmî dil Türkçe'dir. Hattâ siz bile Türkçe öğrenmelisiniz!" diye cevap verir. Müdür bu cevap üzerine büsbütün küstahlaşır ve memura 10 lira (1933'de çok yara) nakdî ceza verir. Ve Naci Bey bu kere:
'- Ne diye ceza veriliyor?... Kendi memleketimde kendi dilimi konuşmam suç mudur?' derken, Müdür, kükrer:
'- Sizi on beş gün için kovuyorum!' deyiverir? Ve böylece, Türkiye'de Türkçe konuştuğu için hakarete maruz kalan memur, acenteyi terk eder!.. Bilâhare, diğer vazifeliler, müdüre, yaptığı hareketin doğru olmadığını, arkadaşlarının Türkçe konuşmakta haklı olduğunu, verilen cezanın kaldırılmasını söylerlerse de, küstah müdürün cevabı şu olur:
'- Ya o gider yahut ben!'
Bu müessif olay matbuata akseder ve ertesi günkü gazeteler olayı bütün teferruatıyla yazar? O yıllarda Üniversite gençliği bütünüyle milli şuura sahiptir. Milli şuur sahibi bu gençler, meşhur Razgard hâdisesine karşı ayaklanmış, Çanakkale Şehitliği için ilk teşebbüs bu gençlerden gelmiştir. Milli Türk Talebe Birliği'nde toplanan bu gençlerin başında Demokrat Parti iktidarı yıllarında Maarif Vekilliği yapan ve o yıllarda Mühendis Mektebi talebesi olan Tevfik İleri gibi kimseler vardır.
Vagon-Li Acentasında vukuu bulan Türkçe'ye tecavüz hâdisesi üzerine işte bu gençler hemen harekete geçmiş ve toplanan muazzam gençlik kütlesi Beyoğlu'na çıkarak sonrada adı 'Konak' olan Tokatlıyan Oteli'ndeki Vagon-Li Acentası önüne gelmişlerdir. O gün İstiklâl Caddesi tamamen Üniversite gençliği ile dolmuş ve Beyoğlu'nda hayat felce uğramıştır!
Acente önünde konuşan gençlerden biri, 'Dilimize saygı gösterilmesini bilmeyenleri affetmeyecek ve onları saygılı hale getirmesini bileceğiz." Demiş, bir ara gençlerden bir kısmı acenteyi tamamen tahrip etmiş, bilahare Vagon-Li'nin Galata Acentesi önüne gidilmiş ve tahripten orası da nasibini almıştır.
Yüksek Tahsil Gençliği'nin Türkçe'nin muhafazası bahsinde gösterdiği bu hassasiyet, o günlerde yurt çapında alâka uyandırmış ve bu hâdiseden hemen sonra İstanbul'daki gayritürkler, vapur, tramvay v.s. gibi nakil vasıtalarıyla umumî yerlerde hep Türkçe konuşmak mecburiyetinde kalmışlardır.
Vagon-Li Hadisesi'nin ertesi günü yirmiye yakın genç yakalanmışsa da, bilahare serbest bırakılmışlardır."
Çünkü o devir Atatürk devridir?
Ya şimdi!!..
Yine geçtiğimiz günlerden bir örnek verelim.
Trajik ve ibret dolu bir örnek:
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Namık Tan, TED Ankara Koleji Vakfı Okulları'nın gelenek haline getirdiği sohbet toplantılarından birinde yaptığı konuşmada sık sık İngilizce kavram ve kelimeler kullanıyor.
Tan'ın bu haline bir öğrenci 1933'te Vagon-Li hadisesini içine sindiremeyen Türk gençleri gibi bir genç içerliyor ve itiraz ediyer :
"- Türkçe'nin bu kadar kirlendiği bir dönemde? Türkçe'yi kullanırken daha özenli olmamız gerekmez mi? "
Bu seviyeli ve ders yüklü soruya milletimizi dış âleme karşı savunmak durumunda olan Türk Dışişleri sözcüsünün verdiği cevaba bakınız:
" -Türkçe hususunda çok tutucu olmamak gerekir. Türkçe çok zengin bir dil değil. Kullandığımız kelimeler arasında Arapça? Farsça kelimeler de bulunuyor. Kendimizi küçük alanlara sıkıştırmamalıyız. Başka lisanlardan intikal eden kelimeleri de kullanmak gerekir."
Bir başka öğrenci dayanamayıp sorar:
" - Bir Türk olarak başka dillerin etkisinde kalarak kendimizi nasıl ifade edebiliriz?"
Dışişleri sözcüsü Namık Tan öğrencinin bu haklı, ilmî ve bu millî hassasiyet sinmiş sorusuna ise şu cevabı verir:
" - Önemli olan kendimizi nasıl ifade ettiğimiz değil? ne söylediğimizdir."
İşte bizim "Neredeeen nereye!" diye içimizi sızlatan, Türkçe'nin ve tabii Türk'ün, Türkiye'nin hali-pür melâli..
Hasan DEMİR
[email protected]
...........................................................
Türk'ün dilini kesenler
Almanlaşmış Cem efendinin Almanya'daki Türk çocukları arasında Türkçe konuşmanın yasaklamak istemesini savunması üzerine yazdıklarımızı okuyan bir dost, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün de, büyük şirket toplantılarında İngilizce konuşulmasını önerdiğini hatırlattı.
Olup bitenlere baktıkça insan, ister istemez, "Neredeeen nereye?" diye hayıflanmak ihtiyacı duyuyor.
Yıl 1931.
Atatürk diyor ki:
"- Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, âhenkli dilimizi kullansınlar."
Atatürk'ün bu özlemi dile getirmesinden iki yıl sonra, İstanbul'da, bir "Vagon-Li" hadisesi yaşanır.
Bu hadisenin ne olduğunu kısa bir süre önce Hakk'ın rahmetine kavuşan, "Yalan Söyleyen Tarih Utansın" müellifi Mustafa Müftüoğlu'ndan nakledelim:
Bilindiği gibi, "Vagon-Li", Yataklı Vagonlar Şirketi'dir. Beynelmilel bir şirket? Dünyanın birçok yerlerinde olduğu gibi, Türkiye'de de şubesi bulunan bir müessese!..
İşte, bu şirketin İstanbul'da Beyoğlu Acentasında vukubulan bir olay, Vagon-Li şahlanışına sebep olmuştur!.. Şöyle ki: 21 Şubat 1933 Salı günü, Vagon-Li'nin Beyoğlu Acentasına müracaat eden bir tüccar, o günkü Ankara treni için bir bilet ister. Tüccara muhatap olan Naci Bey adındaki şirket memuru, o günkü trende boş ye olmadığını söyler, bu sırada Şirketin Galata Acentasına da telefon edilerek bilet olup olmadığı sorulur ve elbette ki bütün bu konuşmalar Türkçe cereyan eder.
Naci Bey adlı memur, bu şekilde bir müşteriye bilet temini için uğraşırken; Acentanın müdürü, birden yerinden fırlar ve orada bulunan memurlara Naci Bey'i göstererek sorar:
'- Bu adam böyle nece anırıp duruyor? Türkçe mi?' Ve sonra memura dönerek bağırır: 'Burada resmî dilin Fransızca olduğunu bilmiyor musunuz? Size sopa ile mi hareket etmeli?"
Müdürün bu küstahça hareketine karşı, Naci Bey:
'- Ben Türk'üm. Benim memleketimde resmî dil Türkçe'dir. Hattâ siz bile Türkçe öğrenmelisiniz!" diye cevap verir. Müdür bu cevap üzerine büsbütün küstahlaşır ve memura 10 lira (1933'de çok yara) nakdî ceza verir. Ve Naci Bey bu kere:
'- Ne diye ceza veriliyor?... Kendi memleketimde kendi dilimi konuşmam suç mudur?' derken, Müdür, kükrer:
'- Sizi on beş gün için kovuyorum!' deyiverir? Ve böylece, Türkiye'de Türkçe konuştuğu için hakarete maruz kalan memur, acenteyi terk eder!.. Bilâhare, diğer vazifeliler, müdüre, yaptığı hareketin doğru olmadığını, arkadaşlarının Türkçe konuşmakta haklı olduğunu, verilen cezanın kaldırılmasını söylerlerse de, küstah müdürün cevabı şu olur:
'- Ya o gider yahut ben!'
Bu müessif olay matbuata akseder ve ertesi günkü gazeteler olayı bütün teferruatıyla yazar? O yıllarda Üniversite gençliği bütünüyle milli şuura sahiptir. Milli şuur sahibi bu gençler, meşhur Razgard hâdisesine karşı ayaklanmış, Çanakkale Şehitliği için ilk teşebbüs bu gençlerden gelmiştir. Milli Türk Talebe Birliği'nde toplanan bu gençlerin başında Demokrat Parti iktidarı yıllarında Maarif Vekilliği yapan ve o yıllarda Mühendis Mektebi talebesi olan Tevfik İleri gibi kimseler vardır.
Vagon-Li Acentasında vukuu bulan Türkçe'ye tecavüz hâdisesi üzerine işte bu gençler hemen harekete geçmiş ve toplanan muazzam gençlik kütlesi Beyoğlu'na çıkarak sonrada adı 'Konak' olan Tokatlıyan Oteli'ndeki Vagon-Li Acentası önüne gelmişlerdir. O gün İstiklâl Caddesi tamamen Üniversite gençliği ile dolmuş ve Beyoğlu'nda hayat felce uğramıştır!
Acente önünde konuşan gençlerden biri, 'Dilimize saygı gösterilmesini bilmeyenleri affetmeyecek ve onları saygılı hale getirmesini bileceğiz." Demiş, bir ara gençlerden bir kısmı acenteyi tamamen tahrip etmiş, bilahare Vagon-Li'nin Galata Acentesi önüne gidilmiş ve tahripten orası da nasibini almıştır.
Yüksek Tahsil Gençliği'nin Türkçe'nin muhafazası bahsinde gösterdiği bu hassasiyet, o günlerde yurt çapında alâka uyandırmış ve bu hâdiseden hemen sonra İstanbul'daki gayritürkler, vapur, tramvay v.s. gibi nakil vasıtalarıyla umumî yerlerde hep Türkçe konuşmak mecburiyetinde kalmışlardır.
Vagon-Li Hadisesi'nin ertesi günü yirmiye yakın genç yakalanmışsa da, bilahare serbest bırakılmışlardır."
Çünkü o devir Atatürk devridir?
Ya şimdi!!..
Yine geçtiğimiz günlerden bir örnek verelim.
Trajik ve ibret dolu bir örnek:
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Namık Tan, TED Ankara Koleji Vakfı Okulları'nın gelenek haline getirdiği sohbet toplantılarından birinde yaptığı konuşmada sık sık İngilizce kavram ve kelimeler kullanıyor.
Tan'ın bu haline bir öğrenci 1933'te Vagon-Li hadisesini içine sindiremeyen Türk gençleri gibi bir genç içerliyor ve itiraz ediyer :
"- Türkçe'nin bu kadar kirlendiği bir dönemde? Türkçe'yi kullanırken daha özenli olmamız gerekmez mi? "
Bu seviyeli ve ders yüklü soruya milletimizi dış âleme karşı savunmak durumunda olan Türk Dışişleri sözcüsünün verdiği cevaba bakınız:
" -Türkçe hususunda çok tutucu olmamak gerekir. Türkçe çok zengin bir dil değil. Kullandığımız kelimeler arasında Arapça? Farsça kelimeler de bulunuyor. Kendimizi küçük alanlara sıkıştırmamalıyız. Başka lisanlardan intikal eden kelimeleri de kullanmak gerekir."
Bir başka öğrenci dayanamayıp sorar:
" - Bir Türk olarak başka dillerin etkisinde kalarak kendimizi nasıl ifade edebiliriz?"
Dışişleri sözcüsü Namık Tan öğrencinin bu haklı, ilmî ve bu millî hassasiyet sinmiş sorusuna ise şu cevabı verir:
" - Önemli olan kendimizi nasıl ifade ettiğimiz değil? ne söylediğimizdir."
İşte bizim "Neredeeen nereye!" diye içimizi sızlatan, Türkçe'nin ve tabii Türk'ün, Türkiye'nin hali-pür melâli..