Editörler : alex 10
21 Kasım 2011 20:16

Mor menekşeler

Mor beyaz,Hacettepe Unutulmaz

İnanılmaz mahallenin inanılmaz futbol takımı....

Hacettepe' nin 1962' de 1. lige çıkışı çok renkli olmuştu. Ön elemelerde fırtına gibi esmişler, Şekerspor, Altın, Hilal ve Vefayı teker teker yenmişler ama asıl gürültüyü dönemin flaş ekibi Beyoğluspor' u yenerek çıkarmışlardı. Böylelikle baraj maçını oynamaya hak kazanmışlar, Bursa' da yaplacak maçta ise o yılların güçlü takımı Demirspor' la karşılaşacaklardı. Bu arada deplasmana takımla beraber taraftarında gitmesi ilk kez Hacettepe' nin hayata geçirdiği bir yenilikti. Hemde ne yenilik ! İnanılır gibi değildi.

Deplasmandaki maçlara 2-3 bin kişilik kalabalıklarla gidebiliyorlardı. Bursa' daki maça da yine cümbür cemaat gitmiş, tribünlerdeki yerlerini almışlardı. Maç karşılıklı gollerle geçmiş ve Hacettepe son on dakikaya 2-1 yenik durumda girmişti. Bu arada futbolcularda da adım atacak hal kalmamıştı. Takımla tribün bütünleşmesi işte tam bu noktada harekete geçmiş; taraftarlar takımlarının imdadına yine en iyi bildikleri yöntemle yetişmişlerdi. Kavgayla !

Eski kalecilerden Orley İhsan, rakip takımın taraftarlarının üstüne saldırıya geçmiş ve ortalık karışmıştı. O günkü kavgada yer alan "Nay nay nom Erol" un anlatımına göre karşı tarafa 40 yaralı vermişler, kendilerinde ise başta kendisi olmak üzere 4 yaralı ile bu cengi atlatmışlardı. Bu arada istedikleri olmuş, maça tam yarım saat ara verilmiş, takım nefes alma imkanı bulmuştu. Maç tekrar başladığında ise artık taraftarın görevi bitmiş, iş teknik direktöre kalmıştı. O da üstüne düşeni dahiyane bir taktikle yerine getirmişti. Teknik direktör Sabri Kiraz, erilen bu yarım saatlik aradan sonra sol kanatta oynayan Susak Yılmaz' ı sağiçe almış bu değişiklikle rakibin tüm oyun planını alt üst etmeyi başarmışt, Susak' ta bu değişikliği attığı nefis golle taçlandırmış ve maçı 2-2' ye taşımıştı. Hacettepe 1. ligdeydi artık..

Sert abiler..

Mahallenin ve futbol takımının en renkli simalarından biride Karagöz Kemal' di. Asıl adı Kemal Sevilen olan Karagöz' ün lakabı babasından dolayıyda. Ünlü karagöz sanatçısı Hayali Küçük Ali olarak bilinen Mehmet Muhittin Sevilen' in oğluydu. Dünya ya geldiği hacettepe' de soyadı gibi çok sevilmiş, kuruculuğuna tanıklık ettiği Hacettepe futbol kulübünün de sembol isimlerinden biri olmuştu. Ama Karagöz' ün asıl ünü , kabadayılığından gelmişti. Üzerinde toplu iğne dahi taşımayan mert biri olarak ünü tüm Ankara' ya yayılmıştı. Akli dengesi bozuk birinin kaçırdığı kız çocuğunu, polisten önce davranarak güçlü kuvvetli bilekleriyle elinden almış, küçük kızın hayatını kurtarması tam bir şehir efsanesi olmuştu. Hacettepe sert abilerin, ağır delikanlıların harman olduğu yerdi, ama efsanevi "Kabadayı Üçlemesi" Ankara' da herkese korku veriyordu.

Kabadayı Mehmet, Sarı Veli (dayı), Karagöz Kemal

Karagöz Mehmet Ankara çapında tanınan bir kabadayıydı. Lakabı gibi soyadı da Kabadayı olan Mehmet mahalleli tarafından son derece mert, iyiliksever bilinmesine karşın aynı zamanda çok sert, acımasız ve gaddar biri olarak da tanınıyordu. O yıllardaki yakın korumasının ismi bile Kabadayı Mehmet' in nasıl bir kabadayı olduğunu bizlere iyi anlatır. Yakın koruması: Dündar Kılıç. Kabadayı Mehmet' in ünü Hacettepe' nin dışına taşmış, işlettiği kumarhanesiyle Ankara' nın gayri-meşru hayatını kontrol eder olmuştu. Ancak kuşkusuz dçnemin Ankara' sında yanlız değidi. Altındağ' lı Kürt Cemali ' de şehrin güçlülerindendi. Üzerinden elli yıl geçmesine rağmen halen nasıl olduğu bilinmeyen müthiş bir cinayetle Kürt Cemali öldürüldü. Kabadayı Mehmet' in açtığı kulübe davetli olarak kumara gelen Kürt Cemali bir tartışma sonrası konuşan silahlardan çıkan kurşunların hedefi olmuş ve oracıkta ölmüştü. 50 yıldır bu cinayet üzerine yapılan tartışmalar bitmez. Şüpheli olarak Kabadayı Mehmet ve Dündar Kılıç aranır. Anlatılana göre kulübün ışığı bir an için söndürülmüş ve karanlıkta kimin kime ateş ettiği belli olmayan bir çatışma çıkmış, ortalık durulduğunda Kürt Cemali' nin cesedi ile karşılaşılmıştı. Cinayetten sonra Ankara kaynayan bir kazana dönmüş, infial içindeki Kürt Cemali' in yakınları ve Altındağ' lılar yürüyüş yapmış, intikam yemini etmişti. Cenazesi büyük bir kalabalıkla kaldırılmış, gazeteler günler boyu bu olayı manşetten vermişlerdi.

Artık Hedefteki Yer Hacettepe? ydi

Yıllar sonra Dündar Kılıç ?O an bizi yakalayanı Ankara? ya vali yaparlardı? diyerek o günkü durumu özetler. Kürt Cemali? nin ardından ağıtlar, şiirler yakılacak, hatta yıllar sonra Haldun Taner? in Keşanlı Ali Destanı adlı oyunun da Kürt Cemali için yazdığı söylenecekti. Bu olay kabadayının yakasını ölünceye dek bırakmayacak, birkaç gün sonra teslim olup cezasını yatmaya başlayacaktı. Arsı sıra cinayetten sorumlu tutulan Dündar Kılıç da teslim olacak cinayete iştirakten yargılanarak, cezasını Ankara Ulucanlar cezaevinde çekecekti.

Bu arada mahalle de Sarı Veli? ye kalmıştı. Mahallenin Veli Dayı dediği Sarı Veli, Kabadayı Mehmet? in en yakın arkadaşıydı. İçtikleri su ayrı gitmezdi. İki kabadayı sırt sırta verip tüm dövüşlerden çıkmış, aynı cezaevinde aynı yatağı paylaşmış, can doztlarıydı. Ama kabadayının cezaevinden çıkmasından sonra ne olmuşsa olmuş, iki can dostunun arasına çekememezlik girmiş, yolları ayrılmıştı.

Ardından belkide Hacettepe tarihindeki en dramatik olay yaşanmış, Kabadayı Mehmet en yakın arkadaşı Sarı Veli? yi öldürmştü. ?Ölümün ve raconun çocukları? artık birbirlerine de kıymaktaydı. İki büyük aileninde arası açılmıştı. Hacettepeliler aradan geçen onca yılda, bu olayı iki kabadayının arasına girenlerin hazırladığını düşünürler.

Bu kez çalar Kabadayı için çalmaktadır. Hayatı boyunca hiç ağladığı görülmeyen Kabadayı? nın, öldürdüğü yakın arkadaşı Sarı Velinin mezarını ziyaret ettiğinde, gözlerinin dolduğu anlatılır. En yakın arkadaşını katletmiş, yakın koruması Dündar ise çoktan İstanbul? a yerleşmiştir. Savunmasız kalan Kabadayı için beklenen son gecikmez. Yıllar önce işlediği cinayetin bedelini ödeme zmanı gelmiştir. Kabadayı Mehmet, Kürt Cemali? nin yakınlarınca öldürülür.

Kabadayı Mehmet ve Sarı Veli ölmüş, Karagöz Kemal se zaten onlar kadar kıyıcı olmadığı için kabuğuna çekilmiştir. Dündar Kılıç çoktan İstanbul? u mesken tutmuştur.

Hacettepe artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır.

Menekşelerin Hüznü

Bu isyankar mahalle, daha birçok kez mahkeme tutanaklarına, adliye koridorlarına düşecektir düşmesine ama mahallenin yaşadığı en büyük ve en son sarsıntı ise İhsan Doğramacı ile olacaktır. Hacettepe? ye bir Hastane projesini hazırlayan Doğramacı, ilkin mahallenin tepkisiyle karşılaşır. Özellikle furbol takımının kapanacağı endişesi, Hacettepeliler? i ayağa kaldırır. Ancak İhsan Doğramacı dahiyane bir sözle mahallenin gönlünü alır: ?Hacettepe? yi Arsenal yapacağım.?

Takım için kurulan bu fantastik hayal bir tarafa, evler için yatırılan istimlak bedelleri daha iyi yaşam hayalinde olan mahalle sakinleri çin bulunmaz bir nimet olmuştur. Birer ikişer istimlak bedelleri bankadan çekilmeye başlanır. Zamanında harbiye öğrencilerine bile ölümüne direnen bu ele avuca sığmayan mahalle, belki de kendisini tümden yok edecek bu harekata beklenen direnci gösterememştir. Halen tüm Hacetepeli? lerin anlayamadığı bir teslimiyetle ?hastane projesi? için evlerini boşaltmaya başlarlar.

Böylelikle ?En arızalı semt? ayıklanmış ve kendilerine Hacettepeli deyip ceket omuzdan yürüyenler, kentin dört bir yanına savrulmuştu.

Artık anlatılacak sıkı hikayeler dışında sarılacakları tek bir birliktelikleri kalmıştı: Futbol takımı.

Ancak o da mahallenin dağılmasını izleyen yıllarda 1. Ligde zor tutunmaya başlamıştı. 1968? de 1. Lige veda eden Hacettepe bir daha 1. Lig yüzünü göremeyecek 2.ve 3.lig derken amatör kümeye kadar düşecekti. Kulübün geleceğini kurtaracağım diye alan Melih Gökçek? in son hamlesiylede tarih olacaktı. Keçiörengücü adını alan kulüp Hacettepeli? lerin açtığı iptal davalarına aldırmaksızın kendi yoluna devam eder. Artık Hacettepe ile hiçbir ilgisi kalmayan kulübü geri almak için açılan davanın itiraz süresini kaçıran Hacettepeli? lere ise her zamanki duyguları miraz kalır: Öfke !

Bu gün Hacettepe? yi sevenler Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği? nin lokalinde toplanan bu ?Ankara? nın Eski Fırtınaları?, mor renkli örtülerin serili olduğu masalarda oturup, anılarını yad ediyorlar. Ölen arkadaşlarının cenazelerini Hacettepe bayrağı serip kaldırıyor, birbirlerinden bahsederken abimizdir, kardeşimizdir sözlerini eksik etmiyorlar. Çok uzun yıllar önce mahalleden ayrılan Karagöz Kemal? in Çanakkale? de oturduğu evin dış boyasında yaşayan Mor Beyaz renkler, belki de son sığındıkları bir liman gibi duruyor. Dernek eski başkanı Lütfi Yanar? ın öncülüğünde biraraya gelen Tık Tık Sami, Baba Kazım, Santrafor Hayri ve eski başkan Cemal, geçen günleri bugünmüş gibi anlatırken; ellerinden alınan mahallelerine inat, gelecek kuşaklarla paylaşacakları Hacettepe öykülerine sıkı sıkıya sarılıyorlar.


caki
Şube Müdürü
23 Kasım 2011 21:19

mor beyaz hacettepe unutulmaz ...


oktkor
Müsteşar
23 Kasım 2011 21:20

Bizim takımımız. Öğrencilikte 50 tl'ye kombine ilaç gibi gelmiştir.


caki
Şube Müdürü
25 Kasım 2011 23:13

menekşe morlar ...


Tsubasa06
Yasaklı
04 Nisan 2012 18:22

KENARIN DİRENİŞİ: ANKARA?YA KARŞI HACETTEPE

Funda Şenol ? Levent Cantek

Bu çalışmada merkez-kenar karşıtlığı temel alınarak, Cumhuriyet?in inşa sürecinde merkeze (İstanbul?a ve Osmanlı payitahtına) karşı kurulmuş, ancak kendisi yeni bir merkez oluşturmuş Ankara?nın, kenarlarından biri olan Hacettepe mahallesiyle ilişkileri ele alınmıştır.

Yüzyıl başlarında tek özelliği ortasından geçen trenyolu ve çapı giderek küçülen sof kumaş üretimi ve ticareti olan Ankara, romantizmin sembolü, payitahtın İstanbul?u için ?uzak bir şehir?di. İstanbul?un işgali ile birlikte Anadolu?nun dört bir yanına kan pompalayan bir ?kalp? konumuna gelen şehir, savaş sonrası genç Cumhuriyet?in ?terakki çizgisinin vitrin şehri? olacaktı. Saltanat?ı, geçmişi ve Cumhuriyet?e muhalefeti temsil eden ?İstanbul?a rağmen? ?yoktan varedilen? şehrin kuzey-güney doğrultusu Alman şehir plancısı Jansen?in imar planı uyarınca gelişerek ?muasır?laşacaktı. Modern şehir planlaması, kent kültüründeki içine kapalılık ve parçalanmışlığı yoketme amacı taşır ve bir eritme potası içinde kent sakinlerini biraraya getirmeyi hedefler. Ama birarada bulunması istenen kent sakinleri o kenti temsil edebilecek niteliğe sahip kişilerdir. Izgara biçiminde planlanmış kent sokaklarına özenle serpiştirilirler. Hemşehrilik bağlantıları, akrabalık, muhaliflik potansiyeli ve bunları güçlendiren mahallelilik kimliği modern kentliliğin mekandaki etkilerini silmeye çalıştığı unsurlardır. Farklılıklar mümkün olduğunca geri plana itilir ve kent bu farklılıkların karşılaşma ve çatışma mekanı olmaktan çıkarılmaya çalışılır. Kentsel mekanın doğal düzensizliğine zorla da olsa bir düzen getirilir. Çünkü akılcı ve verimli bir kent planlaması bunu gerektirmektedir. Bu yöndeki tüm çabalara karşın, doğu-batı eksenindeki eski Ankara hiç hesapta olmayan bir biçimde göç alarak büyüyecektir. Göçle birlikte gündelik yaşam kalıpları farklı bir nüfus, şehrin imar dışında tutulan bölgelerine egemen olarak, ?medeni? Ankara?yı rahatsız edecektir.

Kenar şehrin en dikkate değer ve belki de en ?isyankar? mahallesi Hacettepe?dir. Diğer birçok mahallenin aksine, Ankara?nın en az birkaç kuşaklık ?yerli?lerinden oluşan Hacettepe, futbol takımı ve kabadayılarıyla ünlüdür. Merkez ile ilişkilerini hiçbir zaman sağlıklı olarak kuramamış olan mahalle, 1959 yılından başlayarak 1971 yılında tamamlanan istimlakler sonucunda, yerine Hacettepe Hastanesi?nin kurulmasıyla tarihe karışmıştır. Ahalisi şehrin muhtelif yerlerine (genellikle de yoksul ve orta sınıfın yaşadığı yerlere) dağılmıştır.

I

Bu çalışma, sözlü tarih yöntemiyle, Ankara?nın çeşitli semtlerine dağılmış Hacettepelilerle görüşmeler yapılarak hazırlanmıştır.

Görüşülenlerin büyük bir kısmı erkek ve en genci kırk yaşın üzerindedir. Hacettepe Mahallesi?nin istimlak edilmesiyle Ankara?nın çeşitli bölgelerine taşınan bu insanlar, bugün Hamamönü?nde bulunan Hacettepe?yi Sevenler Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği?nin lokalinde biraraya geliyorlar. Genellikle iskambil türü kağıt oyunları oynayarak, kimi zaman saz çalıp türküler söyleyerek ama daha çok konuşarak vakit geçiriyorlar. Argonun kullanımı, lakaplar, takılmalar ve göndermeler geçmişi çağrıştırıyor. Konuşulan kişilerin çoğu, Hacettepe hakkında olumlu bir tablo çiziyor. Mahalle hakkında anlatılanlar, geçmişe-güzel günlere duyulan özlemle hikayeleştiriliyor. Hacettepe?nin paylaşmacı ve dayanışmacı komşuluk ilişkilerinden, hayatlarında bir daha bulamadıkları ?bambaşkalığından? bahsediyolar. Mahallenin alt kültürlere özgü yasadışılıkları genellikle tatlı bir anı, zararsız bir eylem ya da bir savunma olarak tanımlanıp aktarılıyor. Şiddet hikayeleri bile ustalıkla bir Hacettepe güzellemesine dönüştürülebiliyor. Konuşmacılar, evlerinin istimlak edilerek farklı bölgelere taşınmak zorunda bırakılmalarını kendilerine yapılmış bir haksızlık olarak üzüntüyle anlatıyorlar. Mahallenin benzersizliğine olan vurguları ve nesnellikten uzak tanımlamaları bu zorunlu kopuşla doğrudan ilgili gözükmektedir. Mahallenin kısa tarihine bakacak olursak, Hacet Tepesi, Dilek Tepesi ya da daha eskilerde Hacı Tepesi olarak geçen Hacettepe, şehrin alışveriş merkezi sayılabilecek çeşitlilikte dükkanın da bulunduğu bir yerdi. Ankaralıların dilek diledikleri, adak adadıkları, namazgah olarak kullandıkları söylenen yer, esasen bir yerleşim bölgesiydi. Semtte çok sayıda adak yeri, yatır, mezar vardı. Semt sakinleri bunun nedeninin zamanında fakirlikten veya hasta yatağında vasiyet edilmesinden dolayı ölülerin evlerinin bahçesine gömülmesi, bu sıradan mezarlara da zamanla bir kutsiyet yüklenerek, namının dilden dile dolaşması olduğunu söylüyorlar. Bugün Hacettepe Hastanesi?nin bulunduğu yerde kurulu olan Hacettepe Mahallesi,Sıhhiye-Cebeci yolunun kuzeyindeki ağaçlık tepenin çevresinde, Erzurum Mahallesi, Samanpazarı ve Hamamönü semtleri arasında konumlanıyordu. (ASETAT) Tek bir arabanın bile zor geçebileceği kadar dar sokakları olan mahalle, çoğunluğu yüzyıl başlarında inşa edilmiş eski Ankara evlerinden oluşuyordu. Nüfusun büyük bölümü birkaç kuşaktır Ankara?da yerleşikti. Ankara?nın ilçelerinden (Kalecik, Haymana gibi) ve diğer Orta Anadolu şehir, kasaba ve köylerinden çalışmak üzere gelip yerleşenler varsa da sayıları oldukça sınırlıydı. Gelenler de burada bir yakınları veya hemşehrileri olduğundan ya da ev kiraları daha ucuz olduğundan burayı tercih ediyordu. Çünkü göçmenlik Choldin?in kavramsallaştırmasına başvuracak olursak, Giriş İskelesi işlevi gören, özel bir yakınlık ilişkisine ihtiyaç duyuyordu. Hacettepe örneğinde, göç edenler büyük şehre, özellikle de Cumhuriyet?in ilk yıllarında yeni rejimin gündelik hayattaki yansımalarına uyarlanabilmek ya da en azından bunlara karşı hazırlıklı olmak için tanıdıklarının yanına sığınıyor ve ilk zamanların maddi ve manevi sıkıntılarını böyle atlatmaya çalışıyorlardı.

II

Mahallenin ortasında bütün sokakların açıldığı ve bir alışveriş merkezi işlevi de gören meydan vardı. Bu meydanda iki ayrı kahvenin dışında, kasap, tatlıcı, yoğurtçu, kalaycı, kunduracı, manav ve bakkal dükkanları bulunuyordu. Meydanın vitrinini ve kamusal yaşantının candamarını kahveler oluşturuyordu. Mahallelinin dilinde bu meydan ?kahvenin ora? olarak ifadelendiriliyordu. Kahve?deki kamusal yaşantıya tabii ki sadece erkekler katılabiliyordu. Bizim Kıraathane ile Alaaddin Abi?nin kahvesi mahallenin erkekleri için hayati bir öneme sahipti. Öncelikle haber alışverişinin yapıldığı yerlerdi. Mahallenin tüm erkekleri bir biçimde kahveye uğrar ve kesintisiz sohbete bir yerinden katılır veya konuşmalara kulak misafiri olurdu. Mahallenin birkaç kez üst üste seçim kazanan muhtarı Zeynel Balaban DP propagandasını kahvede yapardı. Sohbete katılabilen ve söylediği sözü dinletebilenler ise genellikle mahallenin namlı kişileri, kabadayılar, ihtiyarlar olurdu. Özellikle kabadayılar, kahvelerin ahalisi içinde merkezi bir öneme sahiptiler. Bu kahvelerde tüketilen içki, uyuşturucu ve oynanan kumar onların denetimindeydi. Zaten kahvelerin işletmesi de çoğu zaman bu kabadayıların elinde olur, onların mekânı olarak anılırdı. Kendilerine meydan okuyanlarla da yine bu mekânlarda yüzleşir, gerekirse vuruşurlardı. Kabadayılar arasındaki kavgalar, bu kalabalığın önünde ve özellikle aleni bir biçimde gerçekleşiyordu. Bentderesi, Rüzgarlı, İsmetpaşa?daki bar, pavyon gibi eğlence mekânlarında kabadayılar arasında yaşanan sürtüşmeler de Hacettepe kahvehanelerine kaçınılmaz biçimde sirayet ederdi. Gece yaşananlar, gündüz kahvenin dilinde yeniden üretilirdi.

Kahvehaneler bir eğlence merkezi olma özelliği de taşıyorlardı. Özel günlerde, Ramazan ayı boyunca, gölge oyunu, kavuklu ve pişekar gösterileri düzenleniyordu. Mahallenin komiklik ve taklit yapan insanları vardı ve bunların göndermeleri Cemmaat içi bir dilin şifrelerini çözerek anlaşılır hale geliyordu. Gülme ve mizah, cemaat içi ilişkileri ve yakınlaşmayı arttırıyordu. Ayrıca mahalleye elektriğin geldiği 50?li yıllarda kahvehanelerde radyonun kamusal kullanıma açılması, haber dağılımına katkı sağladığı gibi, gündelik hayata da renk katıyordu. Mahalle kahvelerindeki kumar partileri bir oyun olmaktan çıkıp, bir gösteriye de dönüşebiliyordu. Mahallenin usta kumarcıları ve onların namını duyup gelmiş, başka semtlerin kumarcıları geniş bir seyirci kitlesinin önünde hünerlerini sergiliyorlardı. Hacettepe Futbol Takımı?nın maçlarına gitmek için mahallenin erkekleri ve çocuklarının toplandıkları mekân da yine kahvehanelerin önüydü. Hacettepe Futbol Takımı?nın zaferleri bu kahvelerin önünde toplanan kalabalık tarafından bir karnaval havasında kutlanıyordu. Mahallenin erkek nüfusu, sokakları dolduruyor, içiyor, küfrediyor, coşkulu naralar atıyordu. Yenilginin hüznü de aynı şiddetle yaşanıyordu. Ama bu kez rakip takım taraftarlarıyla çatışmaya dönüşerek.

Hacettepe'nin öne çıkan özelliklerinden biri de şehrin yeraltı dünyasına - ya da kenar-şehire - hükmeden kabadayılarıydı. Bu kabadayıların her biri birer efsane olarak dilden dile anlatılan olayların kahramanıydılar. Bunların elinden çıkan bir cinayet, bir kız kaçırma, bir yaralama olayı bir kahramanlık öyküsüne dönüştürülüveriyordu. Bunda mahalleliye karşı bonkör ve korumacı tavırlarının da etkisi vardı. Hatırı sayılır bir kabadayı bir gün gelip mahalleden ayrılmak zorunda kalsa bile mahallenin üzerinden ?elini çekmiyordu?. Örneğin zamanında ünlü Kabadayı Mehmet?in korumalarından biri olan Dündar Kılıç, Mehmet?in öldürülüşünden sonra İstanbul?a göç etmiş ve mahalleden otuz yılı aşkın bir süre ayrı kalmış olmasına rağmen, ölümüne kadar muhtaç Hacettepelilere ayni ve nakdi yardım sağlamış, iş imkânı yaratmış, okutmuştu. Mahallenin namlı kabadayıları kendilerine mallarını, namuslarını, hatta canlarını emanet etmek isteyenleri geri çevirmezlerdi. Kabadayılar, dışarıdan hemen tanınabilecek biçimde kıyafetler giyer, etraflarındaki yakın arkadaşları ve korumalarıyla birlikte dolaşırlardı: Kabadayı Mehmet, belde kuşak, bir tarafta tabanca, bir tarafta bıçak ve ceket omuzda hatırlanıyor. Oturacağı zaman etrafındakilere ?Hurşit, tut bakalım? diye ceketini tuttururmuş. Bütün konuşmacıların önemle üzerinde durduğu, korku ve hayranlıkla karışık biçimde anlattığı Kabadayı Mehmet, yer altı ve suç dünyasıyla ilişkilerine karşın, içki, sigara ya da esrar kullanmayan, namus ve adalet gibi kavramlarla kurallar koyan, oldukça karizmatik biriydi. En yakın arkadaşı sayılan Sarı Veli?yi öldürerek hapse girmesine karşın mahalleli bunu, ?arabozucular, laf taşıyıcılar? yüzünden yaşanmış bir olay olarak niteliyor. Bir kez daha, kuralları koyan, istisnai saydığı hallerde kendisine onları çiğneme hakkı tanıyor ve bu da o kuralların sultasında yaşayanlarca sineye çekiliyor.

Şimdi biraz da konutlardan bahsedelim. Hacettepe evleri kerpiç ve ahşap karışımı bir malzemeden yapılıyordu. Birkaç evin çevrelediği geniş avlular vardı ve Hacettepeliler, mahalleli kadınların ve çocukların gündelik hayatlarının büyük bölümünün geçtiği bu yere ?hayat? diyorlardı. Hayatta özellikle yaz aylarında çocuklar oyun oynuyor, kadınlar nöbetleşe yaktıkları maltızda yemek pişiriyorlar, çay içip sohbet ediyorlar, gözleme yapıyorlar, kışlık nevalelerini hazırlıyorlardı. Kadınların varolma mekanları neredeyse sadece bu hayatlardı. Bunun dışında yanlarında bir erkek olmadan gidebildikleri bir yer yoktu. Ara sokakların darlığı sebebiyle evlerin cepheleri birbirine çok yakındı, bu da komşuluk ilişkilerini hem sıkılaştırıyor, hem de toplumsal denetimi ağırlaştırıyordu. Hacettepe?nin bu tipik evlerinin yanı sıra üç katlı, konağımsı ve kaliteli malzemeden, yani betondan yapılmış evler de vardı. Bunlar semtin zenginlerinin evleriydi. Bu evler yola daha yakın ve avluları arkaya, bakımlı bir bahçeye bakıyordu. Evin mahremiyetini korumak için, gündelik hayatın döndüğü, kadın ve çocukların sık indiği bahçe ve avlu bu evlerin arka tarafında yer alıyordu. Ama pencereleri yola bakıyordu. Yol, akan bir su gibiydi. Nasıl ki medeniyetler su kenarına kurulursa, susuz yerlerde de yol kenarına kuruluyordu. Böylece zamanın akışına dahil olunuyor, müdahale ediliyor, gözleniyor, izleniyor, can sıkıntısı önleniyordu. Ama tekrarlayalım, bu görece zenginlerin harcıydı. Futbol, kahve alışkanlığı, içki, esrar, sigara, kumar, bahçe kültürü, süs havuzları, kümes, tandır yemekleri, hamur işleri, ateşli-ateşsiz her tür silah, Esenpark Gazinosu?ndan sızan şarkılar-türküler Hacettepeli için Bourdieu?nun sembolik sermaye olarak adlandırdığı şeylerdi. Ev içleri birkaç aile birarada yaşadığından onların asgari ihtiyaçlarına yanıt verebilecek biçimde döşeniyordu: Yer yatakları, büyükler için sedirler, çocukları yıkamak için geniş bakır leğenler, su ısıtmak için boy boy ibrikler, yatak-döşek koymak için geniş oyuklar ve onları örten işlemeli patiska örtüler, duvarda aile büyüğünün resmi ve mahallelinin kavgacı ve gözünü budaktan sakınmaz özelliğini simgeleyen bir kama veya silah.

Mahalleli, bahar ve yaz aylarında Mamak, Kayaş ya da Gazi Orman Çiftliği gibi Ankara?da nadir bulunan yeşil alanlara giderek topluca eğleniyor, piknik yapıyordu. Ama hem Çiftlik hem de Çubuk?a gitmenin zaman ve para açısından oldukça yüklü bir maliyeti vardı. Ankara için büyük bir yenilik olan ve çok rağbet gören çiftlikteki Marmara ve Karadeniz Havuzları delikanlılar ve erkek çocuklar için bulunmaz bir eğlence yeriydi. Öte yandan yazları açıkhava sinemaları, kışlarıysa kapalı sinemalar önemli eğlence olanaklarındandı. Aileler için Türk filmleri, gençler içinse kovboy ve macera filmleri tercih edilen türler oluyordu. Kadınlar için kadınlar matineleri düzenleniyordu. Çocuklukla delikanlılık arasında gidip gelen erkeklerin en büyük eğlencesi ise geceleri, ceplerine doldurdukları bir avuç leblebi eşliğinde Hacettepe Parkı?nın kuytu köşelerinde ya da fidanlığın içinde daha ucuz olduğu ve su, bardak, buz vs. gibi fazla merasime gerek duymadığı için şarap içmek, uzaktan uzağa duyulan, Esenpark Gazinosu?nda çalan müzikleri dinleyerek demlenmekti. Şaraba alışıldıktan sonra sıra kimileri için esrara da geliyordu. Mahalle içinde esrar satılmasa da, mahalleli esrar satıcıları vardı. Esrar bulmak bu sebeple çok zor değildi. Rakı içmek ise racon işiydi. Biraz daha paralı olmayı, mezeyle, demlenerek, yavaş içmeyi gerektiriyordu. Bentderesi, İsmetpaşa ya da Samanpazarı-Hamamönü çevresindeki lokantalar ve içkili yerlerde çoğunlukla rakı tüketiliyordu. Mahallenin delikanlıları için buralarda içmek, oradan pavyonlara geçerek devam etmek ?büyümenin? ?ben buradayım? demenin-kişiliğin göstergesiydi.

Mahallede kadın-erkek ilişkileri oldukça sorunluydu. Dışarıdan herhangi birinin mahallenin kızlarına yaklaşması ? söz konusu kız bu konuda gönüllü olsa bile ? imkânsızdı. Mahalleden birisiyle flört eden bir genç kız ise ? ki bunu gerçekleştirmek çok zordu ? onunla evlenmek zorundaydı. Flörtün tabu olarak görülmesine rağmen, mahallenin delikanlıları bir kız için aralarında kavga edebilir, birbirlerini yaralayabilirlerdi. Aynı durum mahallede yaşayan bir kadını kendisine ?dost? edinen kabadayılar için de söz konusu olabilirdi. Ancak bu tür vakalarda rakibin akıbeti daha karanlık olurdu. Mahallenin içe dönük baskıcılığı ve ahlakçılığı, yaşanan yılların koşullarıyla eşlenerek ifadelendiriliyor: ?O zamanlar değil Hacettepe?de, hiçbir yerde kadın-erkek ilişkisi-flört, şimdiki gibi mümkün değildi?. Oysa, aynı insanlar Bulvar?da kız arkadaşlarıyla ?turlayan?ları, ?muhallebi çocuğu? olarak adlandırıyorlar.

Bu katı ahlâkçı anlayışın varlığına rağmen, mahallelinin dini ritüeller konusunda çok fazla titiz olmadığı söylenebilir. Mahalle meydanında bulunan mescide yaşlıların dışında ancak belirli zamanlarda ? bayram sabahları, teravih namazları ? rağbet ediliyordu. Ezan okuyan müezzin aynı zamanda mahallenin manavıydı. Ezan okurken dükkanına giren-çıkan olup olmadığını gözleyen manav çoğu zaman asıl işine odaklanamadığı için, kahvedekilerden küfür de yemekteydi. Dine karşı bu ilgisizlik, mahallenin oldukça genç olan nüfusuna bağlı olduğu gibi, Hacettepe dışında yaşanan sosyo-ekonomik gelişmelere, Cumhuriyet laisizminin ağırlıklı yerine bağlanabilir. Konuşmacıların bir kısmı mahalledeki mescidlerde ve kimi evlerde, şehir dışından gelen öksüz ve yetim çocuklara Kur?an kursu verildiğinden, bu konuda da Kemal Pilavoğlu adlı, sonraları hapis cezası alan ve İmralı?ya sürgün edilen birinin oldukça etkin olduğundan söz ediyorlar. Ancak aynı konuşmacıların neredeyse tamamı, küçük yaşta bu kurslara değil de mahalle dışındaki mescidlere gittiklerini anlatıyorlar. Bu tercih, mahallelinin Pilavoğlu tarikatının farkında olduğunu ve ona katılmaktan kaçındığını göstermekte. Din adamlarına ve tarikatlara olan mesafelilikleri onları sakallı, ticani, din tüccarı biçiminde tanımlarken sarih bir biçimde ortaya çıkıyor.

Hacettepe?nin en önemli özelliği, cemaatvari ilişkilerini kimi zaman yoğun bir dayanışmacılık içinde sürdürüyor görünmesiydi. Hemen hemen herkesin kişisel özelliklerine atıfta bulunan, mahallenin kolektif bilincinde yer edecek bir lakabı vardı: Parlatır Mustafa, Dişi Bakkal, Diksaç Nevzat, Japon Ali, Orley İhsan. Bu lakaplar, kişinin mahalle yaşantısı içerisindeki ilişkilerinin yoğunluğuna göre, bazen ismini unutturacak derecede süreklilik kazanır, kimi zaman da unutulur ya da bir yenisiyle yer değiştirirdi. O yüzden bugün Hacettepelilerle konuşurken, ?Hangi Osman, hangi Ali?? türü sorularla sıklıkla karşılaşılmakta, yaşayanlar çoğunlukla lakaplarıyla hatırlanmaktadır. Bu lakapların yanı sıra insanlar memleketlerinin ismiyle de çağrılmaktadırlar. Mahallenin bir veya birkaç evinde yan yana ya da yakın oturan ve aynı memleketten olanları, hemşerililiği tanımlayan ifadeler de kullanılıyordu: Kalecikliler, Sungurlulular, Amasyalılar gibi. Mahalle hayatının içine karıştıkça hemşeriliğe gönderme yapan lakaplar yerlerini karakter özelliklerine gönderme yapanlarla değiştiriyorlardı.

Hacettepe, alt sınıfların (işçi, küçük esnaf, küçük memur v.b.) yaşadığı, küçük-büyük herkesin şehrin çeşitli yerlerinde çalışmak zorunda olduğu bir yerdi. Bu nedenle biraz palazlananlar veya mahallenin keşmekeşinden tedirgin olanlar ?özellikle memur aileleri - mahalleden ayrılıp daha nezih semtlere göç ediyorlardı. Semtin Merkez?le, dış dünyayla bağlantısını yine bu memur aileleri ve üniversite ve lise öğrencisi gençler sağlıyordu. Bu dünyaya doğrudan maruz kalan bu kesim de semtten en önce kaçıp gidenler oluyordu. Biraz mürekkep yalamış olanlar, iyi aile çocukları, hassas bir karaktere sahip olanlar, geliri biraz artanlar Cebeci, Keçiören, Abidinpaşa gibi semtlere yerleşiyorlardı. Dolayısıyla semt bir cemaat bağıyla Merkez?in korktuğu kadar koşulsuz bağlı değildi. Mahalle gelir seviyesi düşerek mahalleye taşınmak zorunda kalanlar ile şehre yeni gelenlerin oluşturduğu nüfus ile de göç alıyordu. Mahallede kısa bir süre kalmış olsa da ilginç bir Hacettepeli profili daha vardı: mahalleyle ilgili istimlak kararı alındıktan ve asıl Hacettepeliler şehrin başka semt ve mahallelerine taşındıktan sonra, onların boşalttığı evlerde son ana kadar ?kaçak? oturan yeni bir göçmen nüfusu. Bunların bir bölümü halen hastane civarında sağlam kalan tek tük evlerde oturuyorlar.

Hacettepe Mahallesi?nin adının suç ve belayla birarada anılır olması mahallenin futbol takımı kurma girişimi sırasında engelleyici bir unsur olarak kendini göstermişti. Mahallenin onbeş-onaltı yaşındaki gençleri kendilerinden on yaş kadar büyük ve ?Apça? diye hitap edilen Fahri Kabadayı?ya giderek bir futbol takımı kurmak istediklerini, yardımcı olmasını istemişlerdi. Mahallelinin yardımı ve Fahri Apça?nın çabalarıyla bir takım kuruldu. Ancak, bundan kısa süre sonra Fahri Apça, polis tarafından evinden alınarak, Birinci Şube?de sabaha kadar sorguya çekildi. ?Bu cemiyeti neye istinaden, hangi sebeple? kurmak istediği ısrarla soruldu. Apça?nın ?bu cemiyeti, kötü muhitin (İstanbul?un Kasımpaşa?sı, Ankara?nın Hacettepe?si) kötü şöhretini silmek için? kurduğunu söylemesi de polise pek inandırıcı gelmedi. Yine de serbest bırakıldı. Kabadayı, bu olaydan sonra Hacettepeli gençlere bir yerlerde boşboğazlık, kavga yapmamalarını tembihledi. Dönem Ankara?sının en etkili ismi Vali Nevzat Tandoğan?dı. Kulübün kurulabilmesinin tek yolunun onunla konuşmak olduğu düşünüldüğünden rica minnet bir randevu alındı. Eli yüzü düzgün, mürekkep yalamış Hacettepeliler Valilik makamına çıktılar. Fahri Kabadayı o sıkıntılı anı şöyle anlatır:

?Hiç kimseyi içeri koymuyorlar, disiplinli bir vaziyet var, biz de 26-27 yaşlarındayız, genciz; komiser beye ?Vali Bey?le görüşeceğiz? dedik. Sertçe ?Oturun şuraya!? dedi. Geçip salona oturduk. Yanımdaki Suat Bey daha da küçük, 16-17 yaşında. O sırada komiser geldi. Buyurun dedi. İçeri girdik, Suat paravanın arkasında, ben ayakta duruyorum. Nevzat Bey de evrak imza ediyor. Kafasını kaldırdı, ?Buyurun oturun? dedi, oturduk. Makamına yazılan yazıyı ve ekli olan tüzüğü verdik, okudu, ilk sözü ? hiç unutmam ? şu oldu: ?Ben, dedi, Hacettepe semtini yakacağım.? Haklıydı da davasında. Çünkü o zamanlar, bir aile tepeye çıkamıyordu. Her gün kavga, dövüş, içki alemleri falan olduğundan, şikayet çok fazla oluyordu. Karakollar mütemadiyen hakkımızda rapor yazıyordu, onun için, haklı idi. Ben, Sayın Vali Bey, biz bu cemiyeti kuracağız, bizim cemiyetimizin gayesi, bu kötü insanları yola getirmek olacak, eğer siz de bize yardımcı olursanız, tahmin ederim bu işler düzelecek ve eseriniz, kıymetli eseriniz tarihi bir şekilde anılacak? dedim. Reis muavinini çağırttı. ?Tahsin Bey dedi, buyurun bir evrak var, bakın bakalım? dedi. Birbirlerine de göz kırptılar. O sırada Nevzat Tandoğan dedi ki ?Ben size yardımcı olurum. Eğer sizin niyetiniz iyi ise, ben de yardımcı olurum? dedi.?

Tandoğan?ınkine benzer bir tavır sonradan, dönemin Başbakanı Menderes tarafından da sergilenecekti. Menderes makam arabasıyla sık sık semtin yakınına geliyor ve etrafındakilere ?N?olacak bu çöplük?? diye söyleniyordu.

Kulübün renkleri Hacettepe parkının menekşelerinin rengi olan mor ve beyazdı. (ASETAT) Tamamı Hacettepeli gençlerden kurulu takım üçüncü kümede-mahalli ligde oynadığı maçlarda sürekli galip geliyordu. Üç yılda üç şampiyonluk kazandı. Üç küme atlayarak Ankara 1. Ligine yükseldi. 1953-54?te ilk kez Ankara şampiyonu oldu. Profesyonel lig kurulana kadar 1955-56 ve 1957-58?de bu şampiyonlukları yineledi. Bu başarıda, sonraki yıllarda Ankara?nın ünlü kabadayıları olacak olan Karagöz Kemal, Orle İhsan, Kabadayı Mehmet?in takımda yer almasının ne derece etkisi olduğunu bilebilmek mümkün değil. Ancak Hatay milletvekili Mustafa Deliveli?nin başkanlığında birinci lige kadar çıkan ve sürekli olarak orta-alt sıralarda mücadele eden Hacettepe?nin seyircileri nezdinde bu kabadayıların büyük etkisi vardı. Kabadayılar o kadar etkiliydi ki, Bursa?da yapılan 1961-62 Sezonu birinci lige yükselme maçlarında takımın yorulduğunu ve eleneceğini farkeden Orle İhsan kasten büyük bir kavga çıkartarak maça ara verilmesini sağlamıştı. Böylelikle takım dinlenme fırsatı bulmuş ve şampiyon olarak birinci lige çıkma başarısını gösterebilmişti. İç sahada oynanan maçlarda saat kulesinin altında maraton tarafında toplanan Hacettepe seyircisi, deplasman takımlarının tezahüratlarından hazzetmiyordu. Eğer yakında ise kendi deyişleriyle ?kibarca uyarılıyor?, karşı tarafta ise Kabadayılar tribün önüne gidip, hiç ses etmeden yürüyorlardı. Ankaralı olup onları tanımayacak yok gibiydi. Hele Ankaralı olup da İstanbul takımlarına tezahürat yapmak ve daha önemlisi şehir ve Hacettepe hakkında ahlaka mugayyir konuşmak baştan suçtu. Bu belirli bir risk içeriyor, Hacettepelilerle karşılaşacak olanlar tarafından ?kibarca uyarılma? tehlikesi taşıyordu. Elbette her şeyin bir ölçüsü vardı, özellikle sahada oynanan futbol gereği yaşananlar kimi zaman aynı kabadayıların koruması altında saha dışına aksettirilmiyordu. Hacettepe?nin açık farkla mağlup oynadığı bir maçın sonlarına doğru rakip takım, bir de penaltı kazanmıştı. Ancak, penaltıyı kullanan oyuncu Hacettepe?yle alay ederek orta sahaya kadar gerilmiş, sonra yürüyerek topun yanına gelmiş, kaleye doğru vurmak yerine bilerek taca atmıştı. Mağlubiyetin üzerine tüy diken, şimdilerin deyimiyle ?centilmenlik dışı? hareket Hacettepe taraftarlarını çileden çıkartmıştı. Maç bitiminde mahalleli futbolcuyu stad dışında beklemeye başlamıştı. Hacettepeli ünlü kabadayı Karagöz Kemal, soyunma odasına giderek yaptıklarını tasvip etmese de bu ?terbiyesiz? futbolcuyu korumasına alarak dışarıya kendisi çıkartmıştı.

Hacettepe istimlaklerinin yoğun olarak yaşandığı yıllarda futbol takımının önce ikinci lige ve ardından mahalli kümeye kadar düşmesi, bu travmatik etkiyi arttırmıştı. Farklı yerlerde yaşayan Hacettepeliler hafta sonları maç sırasında biraraya gelebilirken, takımın ilgisizlikle giderek düşen başarı grafiği buna da ket vurmuş gözükmekteydi. Takımın taraftarı olabilecek genç nüfus Hacettepe Üniversiteli öğrencilerden oluştuğunda, bir mahallenin bütünüyle silindiği belgelenmiştir onlara göre. Takım, Seksenli yılların ikinci yarısında Keçiören Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından Hacettepe adını ve ruhunu sürdürmek niyetiyle alınsa da, adı çok geçmeden Keçiörengücü olarak değiştirilecek, mahallenin adını taşıyan o ünlü takım tamamen yok olacaktı.

III

Yaşadığımız dönemde iktidar savaşı mekân üzerinden yapılıyor. İslamî yaşam adacıkları, Alevi mahalleleri, siteler v.s. gibi. Hacettepeli ise istimlak, yani mekandan izlerinin silinmesi sürecine karşı koymuyor. Gereği gibi mücadele etmiyor, mekanını savunmuyor. Örneğin, istimlak karşılığında bankaya yatırılan paraları mahallelinin çoğu gidip alıyor ve istimlaki onaylamış oluyor. Hukuki mücadele için biraraya gelmeyi reddediyorlar. Hükümetten aldıkları cüzi bedelle hemen gidip başlarını sokacak küçük birer dair alıyor ve Hacettepe?deki birkaç katlı, bahçeli, büyük evlerinin karşılığı olarak bu kutu gibi apartman dairelerine kanaat ediyorlar. Özellikle istimlakin hızının arttığı günlerde semt hakkında yayılan kötü söylentiler ve işlenen birkaç cinayet semtle olan son bağlarını da koparmalarına neden oluyor. En büyük tesellileri ise Hacettepe Hastanesi projesinin fikir babalarından İhsan Doğramacı?nın futbol kulübüne sahip çıkacağı ve onu geleceğin Arsenal?i yapacağı yolundaki vaadleri. Oysa kısa zaman sonra bu sözlerin tutulmadığı görülüyor. Ancak iş işten geçmiş oluyor. Böylece de Hacettepeli mekan üzerinden yapılan iktidar savaşını kaybetmiş ve hiç mücadele etmeden maçı karşı takıma vermiş oluyor.

Bugün bir üniversitenin adı olarak yaşamakla birlikte, kavgaları, kabadayıları ve futbol takımıyla ünlü ?asıl? Hacettepe toplumsal hafızada yer almamaktadır, Ankara?ya ilişkin tarih araştırmalarında sözü geçmemektedir, genç kuşak için ise bir hastanenin ve üniversitenin adından ibarettir.


Tsubasa06
Yasaklı
05 Nisan 2012 18:12

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-18751-34-oteki-hacettepenin-oykusu.html

öteki hacettepe ...


yakari1910
Yasaklı
06 Nisan 2012 18:07

Mor beyaz hacettepe unutulmaz ...


asagiyukari
Yasaklı
14 Nisan 2012 10:51

menekşe morlar ...


gattusso
Yasaklı
03 Ağustos 2012 16:23

mor beyaz hacettepe unutulmaz


gattusso
Yasaklı
03 Ağustos 2012 17:31

semtimiz erkek semti kıskandırıyor herkesi ...


gattusso
Yasaklı
04 Ağustos 2012 15:30

Hacettepe'mizde yaprak dökümü sürüyor. Başarılı kalecimiz Metin Uçar Turgutluspor'la anlaştı.


gattusso
Yasaklı
04 Ağustos 2012 16:25

hamam önündeyiz 17.30


gattusso
Yasaklı
04 Ağustos 2012 18:28

menekşe morlar ...


gattusso
Yasaklı
05 Ağustos 2012 12:51

Şehitler ölmez vatan bölünmez (kapalıyız)


arakan1910
Aday Memur
05 Ağustos 2012 19:20

Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez ...


Totti-1910
Şef
06 Ağustos 2012 14:47

2012-2013 sezonunda , Spor Toto 3. Lig ise 3 grupta oynanacak takımımız .2. Grupta mücedele edecek grubumuz daki takımlar:

Manavgat Evrenseki,

Bursa Nilüferspor,

Belediye Bingölspor

Aydınspor 1923

Batman Petrolspor,

Adıyamanspor,

İskenderunspor 1967

Menemen Belediyespor,

Gebzespor,

Derince Belediyespor

Kilimli Belediyespor,

Refahiyespor, Silivrispor,

Dardanelspor,

Ümraniyespor,

4 Eylül Belediyespor,

Yalıspor

06 Ağustos 2012 18:25

menekşe morlar


camihocasi
Yasaklı
06 Ağustos 2012 21:04

bende galatasaray sandım :)


phantom25
Müsteşar
06 Ağustos 2012 22:39

mor menekşeler orduspor diye biliyordum


ertugsar
Yasaklı
07 Ağustos 2012 02:16

mor menekşe deyince benim aklıma ali samiyende bir gs-fener maçı geliyor,maçtan önce gsliler ve stat hoparlöründen bu şarkı çalınıyordu ,maç bitiminde ise fenerliler söylüyordu bu şarkıyı, bir mahsun mor menekşe ağlıyormu ne ????? ve gs o maça mor menekşe bir formayla çıkmıştı ve zannederim son çıkışlarıydı.

07 Ağustos 2012 05:00

mor forma o maçla beraber tarih olmuştu . Ardanın formalar hakkında söyledikleri de patlak verince pembeli ve morlu formalardan vazgeçilmişti diye hatırlıyorum :))

Toplam 22 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi