Editörler : E.Kayı Han

22 Nisan 2010 23:00

Midye neden Hanefilerde Haram , Şafiilerde helal?

Bu basit mesele özelinde mezhepler arası farklılığın hepsininde hak olduğunu izah edelim..Umulurki düşünüp anlamak için çaba sarfedilir.


Hakim Alajuan
Kapalı
22 Nisan 2010 23:03

Midye yemek Hanefi mezhebine göre caiz değildir.

?Taze et yemeniz için denizi sizin hizmetinize veren Allah?tır?1 mealindeki âyet-i kerime ile ?Denizde avlanmak ve onları yemek size helâl kılındı ki; hem size hem de yolcu olanlarınıza faydalı olsun?2 mealindeki âyet, denizlerin birer ilâhî nimet deposu olduğunu ve onlardan insanların faydalanabileceğini ifade etmektedir.

Âyet-i kerimelerde, Cenab-ı Hak belirli bir kısmını haramlaştırmadan ve başka hayvanlar gibi boğazlanma şartını koşmadan, bütün deniz hayvanlarının helâl olduğunu bildirmekte, kullarına kolaylığı ve genişliği temin etmektedir. Hattâ mümkün mertebe hayvana eziyet vermekten kaçınılması kaydıyla, onları yakalamak için insana herşeyi kullanabilme müsaadesini vermektedir.

Bilindiği gibi, yaşadıkları yerler bakımından hayvanlar kara ve deniz hayvanları olmak üzere ikiye ayrılır. Karada yaşayan hayvanların hangilerinin yenip yenmeyeceği fıkıh kitaplarında belirtilmiş, ayrılmıştır. Denizde yaşayan hayvanların hangilerinin yenilmesinin helâl, hangilerinin haram olduğu hususunda ise mezhepler arasında farklı görüşler mevcuttur.

Yukarıda meallerini verdiğimiz âyet-i kerimeden hareket eden Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi âlemlerine göre, deniz hayvanlarının, yani suyun içinden başka bir yerde yaşayamayan hayvanların hepsi, nerede bulunursa bulunsun, ister balık şeklinde olsun, isterse başka cins ve şekide bulunsun, helâldir, yenebilir. Yine aynı mezheplere göre, bu hayvanların isimlerinin farklı olması, diri veya ölü olması; yakalayanların Müslüman veya gayrimüslim olması hükmü değiştirmez.

Mâlikî mezhebi hiçbir deniz hayvanını istisna kılmazken, Hanbelî mezhebi yılan balığını habis saydığı için; Şâfiî mezhebi de kurbağa, yengeç ve timsah gibi hem denizde, hem de karada yaşayabilen hayvanların etinin yenilmesini haram olarak vasıflandırmaktadır.

Hanefî mezhebine göre ise, balık sûretinde olmayan deniz hayvanlarının etlerini yemek haramdır. Buna göre, daima suda yaşayan, suda barınan hayvanlardan her çeşit balık eti yenebilir. Kalkan balığı, sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı bu kabildendir. Fakat, diğer su hayvanları caiz değildir. Midye, istiridye, istakoz ve yengeç gibi hayvanların yenilmesi helâl olarak kabul edilmemektedir, haram sayılmaktadır.3

Bu esaslara göre, midye, istiridye gibi deniz hayvanları Şâfiî, Mâlikî ve Hanbeli mezheplerine göre yenebilirken, Hanefî mezhebine göre yenilmemektedir. Hanefî mezhebinin haram saymasının sebebi, bu çeşit hayvanları gerek görünüş, gerekse yenen kısımları itibariyle hoş olmaması, çirkin ve pis sayılmasıdır.

1. Nahl Sûresi, 14.

2. Mâide Sûresi, 96.

3. el-Mezâhibu?l-Erbaa, 2: 5.


Hakim Alajuan
Kapalı
22 Nisan 2010 23:06

Peki Diğer 3 mezhep bu ayetlere dayanıyorken, Hanefiler neden haram demiş? Bu ayetler Hanefiler nezdinde de geçerli , neshedilmemiş , muhkem ayetler değilmi?Evet öyle ama mesele bu kadar basit değil.

İşte bu nedeni anlamak füruata yani fıkhi meselelere ait konularda mezheplerin neden ihtilaf edebileceğinin bir sebebini de öğrenmek anlamına gelecek , o da şudur ki:


az-çok
Müsteşar
22 Nisan 2010 23:10

Helal ve haramı Kuran'ın demesiyle bilirim.


Hakim Alajuan
Kapalı
22 Nisan 2010 23:12

işte az çokcuğum ben de tam oraya geliyordum müsmübarek kardeşim .


Hakim Alajuan
Kapalı
22 Nisan 2010 23:23

Burda da canlı örneğine şahit olduğumuz gibi (uygulamalı ders geçiyoruz) az-çok arkadaşım hanefiler buna haram derken sünnet veya hadise (sünnet lafını duyunca tüylerin diken diken oldu değilmi , seni gidi seni) dayandığını zannetti , öylemi az-çok?


az-çok
Müsteşar
22 Nisan 2010 23:25

müsmubarek iyi birşeye denk geliyorsa sende öylesin hakim kardeş.

22 Nisan 2010 23:31

neden olacak sünnetten :(:():):)


Hakim Alajuan
Kapalı
22 Nisan 2010 23:34

Allah razı olsun az-çok ..Ama kişinin kendini övmesi veya yapılan övgüyü kabul etmesi pek uygun değil dinimizde:)o nedenle sağol yinede. Konuya dönersek ,


Hakim Alajuan
Kapalı
22 Nisan 2010 23:57

Kur'ân-i Kerîm'de deniz avının ve denizden elde edilen yiyeceğin helâl olduğu bildirilmiş[50], Hz Peygamber de deniz hakkında sorulan bir soruya ?Onun suyu temiz, meytesi (içinde ölen) helâl­dir? şeklinde cevap vermiştir. [51]Gerek bu açıklamalar gerekse hakkında özel bir hüküm bulunmayan konularda mubahlığın esas alınması ilkesi suda yaşayan hayvanlarla ilgili hükmün temelini teşkil eder.

1. Balık türleri bütün mezheplere göre helâldir, boğazlama işlemine de gerek yoktur. Şu var ki, Hanefîler'e göre kendiliğinden ölmüş ve su üzerine çıkmış balıklar yenmez. Hanefîler'in bu görüşü sağlık açısından ihtiyatı ter­cih etmiş olmalarından kaynaklanır. Fakat suyun çok sıcak veya soğuk olmasından, buzlar arasına sıkışmaktan, su içine hapsedilmekten ve suyun çekilmesinden ötürü ölen balıklar kendiliğinden ölmüş sayılmaz, yenebilir. Yine, balık avlamak üzere suya balık otu atıldığında balıklar ele geçirilmeden ölse ve onların bu yüzden öldüğü bilinse, keza kılıç balığı gibi büyük balıklar avlandığında sudan çıkmadan başına sert bir cisim vurularak öldürülse, yenebilir.

2. Balık türü dışında kalan (midye, kurbağa, yengeç gibi) su hayvanlarını yemek Hanefîler'e göre helâl değildir. Diğer üç mezhebe göre ise, sadece suda yaşayan her türlü hayvan -kendiliğinden ölmüş bile olsa- yenebilir, helâldir. Şafiî mezhebinde, Hanefîler'in paralelinde bir görüş ile su hayvan­larından eti yenen kara hayvanlarına benzeyenleri helâl, eti yenmeyen kara hayvanlarına benzeyenleri haram sayan bir görüş de vardır.

Hanefîler Mâide sûresinin 3. âyetinde geçen ?meyte? lafzını mutlak şe­kilde yorumlamışlar, ayrıca balık dışındaki türleri ?habâis? (iğrenç şeyler) kapsamında kabul etmişlerdir. Fakihlerin çoğunluğu Mâide sûresinin 96. âyetindeki ?deniz avı? ifadesinin umumunu (kapsamlı oluşunu) esas almışlar ve ayrıca Hz. Peygamberin ?Denizin suyu temiz, ölüsü helâldir? [52]anlamındaki hadisine dayanmış­lardır.

****

Görüldüğü gibi haram diyen hanefilerde yine bu görüşlerini kurana dayandıryorlar..Fark içtihadi olmaktadır.


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 00:05

ilgili ayetler:

İslâm?da helal ve haram hükümlerin konulması ?menfaatin celbi ve mazarratın def?i (yararın sağlanması ve zararın önlenmesi)? ilkesine dayanır. Kur?an?da temiz ve yararlı olan şeyler için ?tayyibât?, pis ve sağlığa zararlı gıdalar için ?habâis? ifadesi kullanılır.

Aşağıdaki ayetlerde bu anlam görülür: ?De ki: Pis olan şeyle, temiz olan eşit değildir. Pis olanın çokluğu hoşuna gitse de bu böyledir.? (Bakara, 2/172) ?Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yeyiniz.? (Mü?minûn, 23/51) ?O peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.? (A?râf, 7/157)

Kur'an'da yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise, insanın tabiatı itibariyle "tayyibât" (iyi ve temiz) görülemeyecek nitelikteki "habâis" (temiz görülmeyen ve iğrenilen) şeylerin yenmemesi gereğidir. Burada geçen "habais"ten olma vasfı insan için zararlı olabilecek şeyleri içine aldığı gibi tabiatı gereği insanın iğrendiği tüm hayvanları da kapsayabilir. İslam alimleri yılan, fare, kaplumbağa, köstebek, kirpi, solucan, sinek gibi hayvanların bu gruba girdiğini ifade etmektedirler. İşte Hanefi mezhebi, midye, kalamar, yengeç, istakoz, ahtapot vb. deniz ürünlerini bu kategoride değerlendirdiği için bu hayvanların etlerinin yenilmesini caiz görmemektedir.

*

ayrıca bu konuda Yine Kuran menşeli diğer bir ölçüde;


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 00:27

Araf 157- Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar,...

***

Evet bizim Hanefi mezhebinin yaklaşımında balık hoş ve temiz karides midye gibi "böcekimsi, içi jelimsi ,deniz haşeratı nevinden " şeylerde pis ve murdar kategorisinde mülahaza edilmiştir..


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 01:19

VE burdan gelelim işin fıkhi kaidelerine :

Ayetlerin Hükümlere Delâlet Etmesi

Daha önce de geçtiği gibi Kur'an-ı Kerîm bize tevatür yolu ile nakledil­diği ve bu yol nakledilenin sıhhati hakkında katiyet ifade ettiği için "sübûtu kat'îdir". Ancak hükümlere delâleti, kat'î olabilir zannî de olabilir.

Delâleti kat'î olan nass: Vârid olduğu şekilde anlaşılan ve sadece bir tek manaya ihtimali olan Kur'an lafzıdır. Meselâ: Miras ayetleri, hadler ve keffaret-lerle ilgili ayetler böyledir. Miras hakkında: "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki misli (vermenizi) emreder..." (Nisa: 4/11-12).

Hadler hakkında: "Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesin" (Maide: 5/38), "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun" (Nur: 24/2), "Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup sonra dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun" (Nur: 24/4), Keffaret hak­kında: "Kadınlardan zihâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönen­lerin kanlarıyla temas etmeden önce bir köleyi azad etmeleri gerekir" (Mücadele: 58/3) buyurulmaktadır. İşte bunlar miras hisselerine, el kesilmesin, zinada yüz sopa, zina iftirasında seksen sopa vurulacağına, zihâr keffaretinde köle azad edileceğine veya oruç tutulacağına veya fakir duyurulacağına "kat'î" olarak delâlet eden nasslardır.

Delâleti zannî olan nass ise birden fazla manaya ihtimali olan Kur'an lafızlarıdır. Meselâ "Boşanmış kadınlar bizzat kendileri "üç kuru" beklesinler" (Bakara: 2/228) ayetindeki "kuru" lafzı (müşterek lafız) bu kabildendir. "Kuru" lafzı lügatte hem "hayız" hem "temizlik" manasına gelen müşterek bir lafızdır. Bu bakımdan bu lafzın bu iki manadan birine delâleti zannî olur kat'î olmaz.

/////////Aynı şekilde "Size meyte = ölmüş hayvan ve kan haram kılınmıştır" (Maide: 5/3) ayetinden "her türlü meyte" nin haram olduğunu anlamak mümkün olduğu gibi "deniz meyte" lerinin dışındakilerin haram olduğunu anlamak da mümkün­dür, çünkü "meyte" lafzı umumîdir. Ayetteki "kan" lafzı da böyledir. Çünkü bundan pıhtilaşan ve akıcı haldeki kanlar kastedilmiş olabileceği gibi hayvan kesildiğinde sadece dışarı akan kan (dem-i mesfuh) da kastedilmiş olabilir. Şu halde müşterek veya umumi veya mutlak lafızlar delâlet ettiği manalardan başka manalara da delâleti muhtemel olduğu için "delâleti zannî" lafızlardır./////

İşte mezhepler arası fıkhi , içtihadi farklılıklar böyle çıkıyor , bu bir örnekti.


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 01:23

DAHA DA DETAYLANDIRISAK;

DÖRDÜNCÜ KAİDE

DELALETİ AÇIK OLMAYAN LAFIZLAR VE MERTEBELERİ

Naslardâ delâleti açık olmayanlardan maksad bizzat siğasıyle maksada delâlet etmeyip kendisinden murad edilenin anlaşılması haricî bir şeye bağlı olan lafızlardır.

Delâleti açık olmayan lafızlar Hanefîlere göre dört kısma ayrılır: Hafî, müşkil, mücmel, ve müteşâbih. Bunların en kapalı olanı müteşabihtir, sonra mücmel, sonra müşkil, sonra hafî gelir. Eğer kapalılık lafızda değil arızî bir sebepten dolayı ise buna "hafî", lafzın kendisinden geliyor ve akıl ile o lafızdan maksadın ne olduğu anlaşılabiliyorsa buna "müşkil", maksadı akıl ile değil an­cak nakil ile anlamak mümkün oluyorsa buna "mücmel", maksadı ne akıl ne nakil ile anlamak mümkün olmuyorsa buna "müteşâbih" denir. Hafî'deki kapa­lılık sîgadan olmadığı halde diğer üçünde sîğadan gelen bir sebepten dolayıdır.

1- Hafî

Hafî: Sığanın haricindeki bir sebepten dolayı kendisinden murad edilene ancak araştırma ile ulaşılabilen lafızdır. Yani lafız olarak manası açık ancak bu mananın bazı fertlere şâmil oluşunda bir kapalılık bulunan lafızdır[1]

Kapalılığın mertebelerinin en aşağı derecede olanı budur. Bunun mu­kabili, mananın açıklık mertebelerinin ilki olan zahirdir.

Hafiye misal: El çabukluğu ve maharetiyle uyanık halde sahibinin ya­nında malını alan kişiye Neşşâl, kabirlerde ölü kefeni soyana da Nebbâş denir. Neşşâlde fazla olarak sahibinin yanında çalma cür'et ve cesaret vasfı da bulun­duğundan hırsızdan farklıdır, dolayısıyle hırsızın hükmü ona da uyar. Nese-mâtü'l-Eshâr haşiyesinde zikredildiğine göre ittifakla onun eli kesilir, çünkü onda "kesme" nin illeti fazlasıyle bulunduğu için kesmeye daha müstehaktır.

Nebbaş (kefen soyucu) ise, koruma altında bulunan sahipli bir mal alma­mış olması açısından vasfı hırsızdan noksandır, bu sebeple Hanefîlerin cum­huruna göre "hırsız" ismi buna uymaz dolayısıyle eli kesilmez, ancak tazir edi­lir. Çünkü kabir, içindekiler için korunak sayılmaz. Ayrıca kefen âdeten arzulanan bir mal değildir. Bu sebeple nebbâşda "hırsızlık" manasını noksan kılan iki vasıf vardır: Koruma olmaması ve mal sıfatının tam olmayışı. Diğer imam­lar ve Ebu Yusuf a göre o da hırsız sayılır ve eli kesilir, çünkü kabir, içindeki­ler için bir korunak, kumaştan ibaret olan kefen istifade edilen bir maldır.

Bir başka misal: "Katil miras olamaz" hadisindeki "katil" umumî bir la­fızdır, amden öldürene de hata ile öldürene de şâmildir. Bunun amden öldürene delâleti açıktır. Hata ile öldürene de şâmil olmasında ise "hata" vasfı sebebiyle bir kapalılık vardır. O halde meselenin araştırılması ve incelenmesi lazımdır: ıvlalikîler hata ile öldürülen mirastan mahrum olmaz, onda öldürme niyeti olma­dığı için bu hadisin umumuna girmez görüşündedirler. Cumhura göre ise on­dan amden öldüren gibi mirastan mahrum olur, çünkü ihtiyatlı ve dikkatli ol­ması lazım gelen yerde gereken dikkat göstermemiştir.

Hafinin hükmü: Lafızdan maksad anlaşılıncaya kadar kapalılığına sebep olan husus üzerinde düşünüp araştırmaktır. Bu sebeple neşşâl ve nebbâş mese­lesinde gördüğümüz gibi âlimler ayrı görüşlere varmışlardır. Neşşal'deki fazla vasıftan dolayı "hırsız" sayılması bazı kitaplarda zikredildiğine göre ittifakla kabul edilirken Nebbaşdaki eksik vasıftan dolayı onda ihtilaf edilmiştir.

2- Müşkil

Müşkil, sığasıyla maksada delâlet etmeyip bilakis maksadı beyan edecek haricî bir karineye ihtiyaç duyan lafızdır[2]

Müşkilin mukabili nassdır.

Hafî ile arasındaki fark: Müşkilde kapalılık lafzın kendisinden kaynakla­nır, maksada delâlet eden bir karîne bulunmadıkça manası anlaşılmaz. Halbuki hafideki kapalılık lafzın haricindeki bir sebebtendir, karîne olmadan kastedilen mana anlaşılabilir. Kapalılığı izale için her ikisinde de düşünme ve araştırmada bulunmak lazımdır.

Müşkildeki kapalılığın sebebi, lafzın bizzat muayyen bir manaya delâlet etmeden iki ve daha fazla manada müşterek olmasıdır. Onun için ancak bir delil ile, tefekkür ve teemmül ile anlaşılır.

Meselâ" " (Bakara: 2/223) ayetindeki lafzı hem " Benim nasıl çocuğum olsun" (Meryem: 19/20) ayetinde ol­duğu gibi "nasıl" manasına hem de " ûBunlar sana nereden geldi" (Âli imran: 3/3.7) ayetinde olduğu gibi "nereden1' manasına gelmektedir. Bu se­bepten Tarlanıza (hanımınıza) nereden (veya nasıl) ister­seniz gelin" ayet-i kerimesinde hangi mananın kastedildiği açık değildir. Dü­şünme ve araştırma neticesinde bunun "nasıl" manası tercih edilmiştir. Yani nasıl olursa olsun: İster oturarak, ister ayakta, ister yan, veya-ön organına

olmak şartıyle- arkadan gelebilirsiniz demektir. Çünkü tarla nesil ve evlad ekilecek yerdir, dübür onun yeri değildir.

Diğer bir misal "Boşanmış kadınlar üç kuru' (beklesinler" (Bakara: 2/228) ayetindeki lafzıdır. Bu kelime hem hayız hem de temizlik mana­sına gelir. Burada hayız mı yoksa temizlik mi murad edildiği açık değildir.

Hanefî ve Hanbelîler "Cariyenin iddeti iki hayızdır" hadisi şerifine daya­narak hayız manasını tercih etmişlerdir. Çünkü iddetin meydana geldiği şeyde cariye ile hür kadın arasında fark yoktur. "İstihazalı kadın kuru' günlerinde namazı bırakır." hadisi de buna delâlet etmektedir. Aynca iddet kadının hamile olup olmadığını anlamak için meşru kılınmıştır, bu da ancak hayızla anlaşılır.

Malikî ve Şafiîler kur'un "temizlik" manasını tercih etmişlerdir. Buna karine olarak da " " kelimesini delil gösterdiler. Çünkü "" yani adedin müennes olması ma'dûdun müzekker olması gerektirir, o da kelimesinin cem'i olan olur, " kelimesinin cem'i değil. Aynca kuru' "te­mizlik" ile tefsir etmek iştikaka daha yakındır, çünkü iddetin manası "toplamak, birleştirmek" demektir ki temizlik müddetinin kanın rahimde toplanma zamanı hayız müddetinin ise kanı dışarı atma zamanı olduğunda şüphe yoktur.

Üçüncü bir misal de "Ancak kadının vazgeçmesi veya nikah bağı elinde bulunan erkeğin vazgeçmesi hali müstesna.." (Bakara: 2/237) ayetinde "nikah elinde bulunan" lafzı bir müşkil lafızdır.

Burda kastedilen koca mıdır, veli midir? Teemmül ve ictihad neticesinde Malikîlerin haricindeki cumhura göre bundan maksad erkek veya kadın olsun "eş" dir. Çünkü vazgeçme ancak başkası lehine mehirden vazgeçme hakkına sahip kişi için düşünülebilir. Buna göre ayetin manası: "Ancak kadın hakkından vazgeçerse veya koca hakkından vazgeçerse" şeklinde olur. Koca, hakkı olan mehrin yarısından vazgeçerse tamamı hanımın olur.

Malikîlere göre bundan maksad velidir, vazgeçecek olan da kadındır. Kadın, yaşı küçük olma veya hacir altında olma gibi tasarruf ehliyetine mani bir hal yoksa bu haktan kendisi vazgeçer, varsa velisi bu hakkı iskat eder. Ayet-i kerimede geçen "kadının vazgeçmesi" ibaresi "buna ehliyeti varsa" demektir. "Nikah bağı elinde bulunan" dan maksad ise velidir.

Râcih görüş birincisidir, çünkü ayet-i kerimeye bazı kayıt ve şartlar ilave etmek delil isteyen hususlardandır.

Müşkilin hükmü: Müşkil lafızdan ne kastedildiğini anlamak hususunda araştırma yapıp ictihad etmenin, sonra başka nasslar veya teşri' kaideleri veya teşri' hikmeti gibi deliller ve karineler yardımıyle ortaya çıkan mana ile amelin vacib olmasıdır.

3. Mücmel

Manası ancak sözü söyleyenin bir ilave bir açıklamasıyla anlaşılabilecek derecede kapalı olan lafızdır. Yani manası akıl ile değil ancak mütekellimden gelen bir nakil ile anlaşılır. Mücmel müfesserin zıddıdır, manası ancak sözün sahibinden istisfar ile anlaşılır.

Mücmelde birden fazla mana olduğu için müşkiîden daha kapalıdır[3]

İcmalin sebebi şu üç şeyden biridir:

Birincisi: Lafzın birkaç manada müşterek olması. Meselâ: Mevâlî lafzı. Birisi "Ben malımın üçte birini mevâlîme vasiyyet ettim" dese onun da hem kendisini azad eden efendileri hem de azad ettiği köleleri bulunsa vasiyeti yapandan bir beyan gelmedikçe maksadı anlaşılmaz. Maksadını açıklamadan ölse, müşterek lafzı bütün manalannda kullanılmasına cevaz vermeyen Hanefî-lere göre bu vasiyet batıldır.

İkincisi: Dilde lafzın garib olması. Meselâ: "insan helû' yaratılmıştır" (Maâric: 70/19) ayetindeki (lafzı garibdir. Allah (c.c.)ın "Kendisine şer dokunduğunda feryad eder, hayır dokunduğunda ise pintileşir" (Meâric: 70/20-21) mealindeki beyanı olmasaydı manası anlaşılmazdı. Kur'an-ı Kerîmdeki "" kelimeleri de mücmeldir. Bunların "kıyamet" demek olduğunu Allah (c.c:) beyan etmeseydi manalan anlaşılamazdı.

Üçüncüsü: Lafzın manasının lugavî manadan ıstılahı manaya nakledil­mesi. "Namaz, zekat, riba = faiz gibi lugavî manasından nakledilip şer'î bir manada kullanılan lafızlar lügat yoluyla anlaşılmadığından Sünnet-i Nebeviyye bunları beyan etmiştir.

Mücmelin hükmü: Muradın tayini hususunda sözün sahibinden bir beyan gelinceye kadar tavakkuf etmektir, çünkü manayı kapalı bırakan odur. Ne laf­zın sığasında ne de haricî karînelerde muradı beyan edecek bir şey bulunmadı­ğından sözün sahibine müracaat edip ne murad ettiğini sormaktan başka yol yoktur.

Eğer, icmal sâri'in sözünde ise, ne murad ettiğini beyan etmesi için ken­disine baş vurulur: Beyan yeterli olursa lafız mücmel'den müfessere intikal eder ve onun hükmünü alır. Namaz, zekat, hac ve benzerlerinde olduğu gibi. Eğer beyan kâfî değilse mücmel müşkil olur ve onun hükmünü alır. O takdirde sâri'den yeni bir beyan ve istifsara ihtiyaç kalmaksızın müctehid bu lafızdaki işkali izale eder. Meselâ "Allah ribâ -faizi haram kıldı" ayetindeki "riba" lafzı Hanefîlere göre mücmeldir. Çünkü riba lügatta ziyadelik demektir, ancak mak-sad bu değildir, zira alış-veriş ancak kâr etmek artış yapmak için meşru kı­lınmıştır. Öyleyse maksad "akidde şart koşulan" ziyadelik sebebiyle alış-veri-şin haram olmasıdır. Bu, sîga üzerinde düşünmekle değil belki başka bir delille bilinir. İşte bu, muradı ne olduğu hususunda mücmeldir. Rasûlullah (s.a.) şu

sözleriyle bu icmali beyan etmiştir: Altın altın ile, gümüş gümüş ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, hurma hurma ile, tuz tuz ile takas edilirse miktarlan aynı ve peşin olacaktır. Kim fazla verir veya fazla isterse riba = faiz alıp-ver-miştir, bunda alan da veren de müsavidir."

Bu beyan yeterli olmayınca fukahâ ictihad etmişler, hükmün illetini araş­tırmışlar Hanefî ve Hanbelîler bunun "kadr ve cins" yani aynı cins şeylerin öl­çek veya tartı ile satılmaları olduğunu, Malikî ve Şafiîler ise altın ve gümüşte nakit = para diğerlerinde ise Malikîler küt ve iddihar yani asıl gıda maddeler ve depolanıp bekletilebilir, Şafiîler de yenilebilir şeyler olma va­sıflarının illet olduğunu tesbit etmişlerdir.

4. Müteşâbih

Müteşâbih, manası kapalı olup beyan edecek haricî bir karine de bulun­mayan ve sâri'in manasını kendisine saklayıp tefsir etmediği lafızdır. Geçen dört çeşidin en kapalı ve mübhem olanı budur[4]

İstikra' (akıl yürütme) ve inceleme neticesinde tesbit edilmiştir ki müteşâbih bu manasıyla amelî şer'î hükümleri beyan eden naslarda bulunmaz. Ancak başka meselelerde bulunur. Meselâ gibi surelerin başındaki hurûfu mukattaalar, Allah'ın eli, gözü, mekanı, inmesi gibi O'nun insanlara benzediği vehmini veren aşağıdaki ayetlerde geçen sıfatlan bu kabildendir: "Allah'ın eli onlarn ellerinin üzerindedir." (Fetih: 48/10); "Bizim gözlerimizin önünde vahyimiz uyarınca gemiyi yap." (Hud: 11/37); "Ve benim gözümün önünde yetiştirilmen için sana kendi sevgimi lütfettim." (Tâ hâ: 20/39); "Üç kişinin konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur, beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunursa bulunsunlar mutlaka O onlarla beraberdir." (Mücadele: 58/7).Bunlar müteşâbih ayetlerdir çünkü Allah (c.c.) el, göz, mekan ve yarattıklarına benzeyen her şeyden münezzehdir.

Allah (c.c.) tan sadır olup da O'nun cisim olduğu ve cihete ihtiyacı ol­duğu vehmini veren fiillere misallerde şunlardır: "Rahman Arş'ın üzerine istiva etti." (Tâ hâ: 20/5); "Melekler saf saf dizilmiş beklerken Rabbin geldiği za­man..." (Fecr: 89/22).

Selefe göre müteşâbihin hükmü: "Onun (müteşâbihin) tevilini ancak Allah bilir" (Âli imran: 3/7) ayet-i kerimesi gereğince bunun manasını Allah'a havale edip zahirine iman etmek ve tevilini araştırmamak. Hurûfu mukattaalara gelince bunlar meydan okuma ve Kur'an-ı Kerîmin başka dilin harflerinden değil Arap dilinin harflerinden meydana geldiğini beyan etmek içindir. Bu sebepten çoğu yerde bu harflerden sonra "kitap" lafzı zikredilir.

Müteahhir âlimlere göre müteşâbih, dile uygun ve Cenab-ı Hakkı O'na layık olmayan şeylerden tenzihe münasib şekilde tevil edilir. Çünkü Cenâb-ı Hakk için el, göz, mekan düşünülemez, dolayısıyle bunların zahirine almak müstehildir, ve bu zahiri tevil etmek vaciptir, mecaz tariki ile de olsa bu lafız­lardan muhtemel bir mana murad edilir. Buna göre "Allah'ın eli" nden maksad kudretidir, "O'nun yüzü hariç her şey helak olacaktır." (Kasas: 28/88) ayetinde "yüz" den maksad zâtıdır. "Rahman Arş'ın üzerine istiva etti." (Tâ hâ: 20/5) ayetindeki istivadan maksad mütemekkin şekilde istila etmesi demektir.

Bu ihtilafın kaynağı "Onun tevilini ancak Allah bilir" ayet-i kelimesindeki lafzı üzerinde vakf yapılıp yapılmaması hususundaki ihtilaftır. Selef

âlimleri burada vakf yapmakta ve devamındaki İlimde derinleşenler cümlesini ibtidâiye (yeni bir cümleye başlangıç) kabul etmektedirler. Buna göre ayetin manası:

"Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşenler ise ona iman ettik, hepsi Rabbimizin karındandır derler" şeklinde olur. Yani ilimde derinleşenler müteşâbihin bilgisini Allah'a havale edip araştırmadan tevil etmeden iman ederler.

Müteahhir âlimler ise burada vakf yapmamakta ve " lafzını "" lafzı üzerine atfetmektedirler. Bunlara göre ilimde derinleşenler, lafızdan muhtemel olan ve Cenâb-ı Hakkı yarattıklarına benzemekten tenzih eden bir mana olmak şartıyle müteşâbihin tevilini yapabilirler.

Görüldüğü gibi hepsi de Cenâb-ı Hakk'ı yaratılan ve sonradan olanlara benzemekten tenzîh etmenin vacib olduğunda ittifak etmektedirler. Selefin gö­rüşü daha ihtiyatlı müteahhirînin görüşü ise aklen daha muhkemdir. Kısacası üçüncü ve dördüncü kaideler şer'î nasslardan delâleti açık olan ve olmayanların beyanına mahsus kaidelerdir. Bunlardan haricî bir karineye bağlı kalmaksızın manası doğrudan doğruya sîğadan anlaşılanlar delâleti açık olanlar, manası an­cak haricî bir karine ile anlaşılanlar ise delâleti açık olmayanlardır.

Delâleti açık olma mertebesindeki farklılığın esası tevil ihtimali olup almamasıdır, açık olmama mertebelerindeki farklılığın esası ise bu kapalılığın izale edilip edilmemesidir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Usûlü Serahsî: 1/167.

[2] Keşfü'l-Esmr. 1/52.

[3] et-Telvîh ale't-Tevzîh: 1/127.

[4] Usûlü Seralısî: 1/169


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 01:25

ÜÇÜNCÜ KAİDE

DELALETİN AÇIK OLMASI VE MERTEBELERİ

Delâletin açık olması, haricî bir şeye bağlı kalmadan lafzın bizzat sîga-sıyle kendisinden murad edilene delâlet etmesidir. Eğer lafzın tevile ve nesha ihtimali yoksa manası açık olması bakımından en üst derecededir ve buna "muhkem" denir. Tevile ihtimali olmadığı halde neshi kabul ederse bu "müfes-ser" dir. Tevil ve tahsîse ihtimali var neshi de kabul ediyor lakin manasını ve kendinden murad olunanı ifade etmek için zikredilmiş ve siyakından asıl maksad da bu olursa buna "nass" denir. Lafız ilk akla gelen manaya delâlet eder an­cak siyakından asıl maksad bu olmazsa bu da "zahir" dir ve bu kısımlardan en az açık alanı budur.

Şu halde delâleti açık olan lafızların mertebeleri dörttür: Zahir, nass, mü-fesser ve muhkem. Muhkem delâleti en açık olanıdır, sonra müfesser, sonra nass sonra zahir gelir.

1. Zahir

Usûlcülere göre zahir haricî bir şeye bağlı kalmadan bizzat sîgası ile kendisinden murad olunana delâlet eden lâkin sevkedilmesinden murad olunan asıl mana bu olmayan ve tevile ihtimali olan lafızdır[1] Meselâ: "Allah alış-verişi helâl faizi haram kıldı." (Bakara: 2/275) ayet-i kerimesi ahş-verişin mubah faizin haram kılınması konusunda zahirdir ancak ayetin sevkedilmesinden maksud olan asıl mana bu değildir. Zira ayet-i kerime "Ahş-veriş de faiz gibidir o niye haram değildir" diyen Yahudilere cevap olarak sevkedilmiştir. Öyleyse bu ayeti kerime bunların hükmünü beyan için değil ahş-verişle faiz arasındaki benzerliği nefyetmek için sevkedilmiştir.

"Size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Adil davra-namamaktan korkarsanız bir tane" (Nisa: 4/3) ayeti evlenmenin mubah oldu­ğunda zahirdir, bu ise ayetin şevkinden murad olunmayan bir manadır, zira bu ayet birden fazla evlenmenin mubah olduğunu beyan etmek için sevkolunmuştur.

Zahirin hükmü: Kat'î ve yakîn olarak lafızdan hemen anlaşılıveren mana ile amel etmenin vacib olmasıdır. Ancak bu manayı terketmeyi gerektiren bir delil bulunur ve tevile ihtimali olursa, yani zahirî manasını terkedip başka bir

mana irade edildiğine dair bir delil bulunur neshi de kabul ederse amel vacib olmaz.

Zahirin tevili, âmm ise tahsise ihtimali olmasıdır. Meselâ: "Alış-verişi helal kıldı" ayeti Rasûlullah (s.a.) in garar satışını ve insanın yanında olmayan şeyi satışı nehyeden hadisleriyle tahsis edilmesi gibi.

Has ise mecazî mana murad edilme ihtimali olmasıdır.

Mutlak ise takyide ihtimali olmasıdır. Meselâ: "Bunların ötesindekiler (kadınlar) size helâl kılınmıştır" (Nisa: 4/24) mutlakmın dörtten fazlasının caiz olmadığını bildiren "ikişer, üçer, dörder" (Nisa: 4/3) ayetiyle ve bir kadının teyzesi veya halasıyle aynı nikah altında toplanmasını nehyeden hadisle takyid edilmesi gibi.

2- Nass

Nass, kelamın sahibi tarafından beraberinde zikredilen bir karineden do­layı manası zahirden daha açık olup sîgasıyle siyakından aslolarak kastedilen manaya delâlet eden, te'vile ihtimali olup nesih ve tahsis kabul eden lafızdır[2] Meselâ: "Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı" ayet-i kerimesi helallik ve ha-ramlıkta alış-verişle faiz arasındaki benzerliğin nefyine delâlet eden bir nassdır ve bu lafızdan hemen anlaşılan bir manadır ve siyakından da asıl maksad bu­dur. Çünkü bu nass Kur'an-ı Kerîmin naklettiğine göre alış-veriş de faiz gibi­dir diyen Yahudilere cevap sadedinde gelmiştir.

"Kadınlardan size helal olanlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın" (Nisa: 4/3) ayeti kadınların mubah olmasının dörtle sınırlandırıldığına delâlet eden bir nassdır. Ayet-i kerime de bu mana için sevkedilmiştir. Buna delâlet eden ka­rine de devamındaki "Adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız bir tane" (Nisa: 4/3) ayetidir.

"Onları iddetleri için (yani iddet bekleyecekleri bir zamanda) boşayın" (Talak: 65/1) ayet-i kerimesi talakın sünnet olan vaktinin beyanına delâlet eden bir nassdır, çünkü ayet-i kerime bunun için sevkedilmiştir.

"Resul size ne getirdiyse onu alın, sizi neden nehyettiyse onu terkedin" (Haşr: 59/7) ayet-i kerimesi ganimet taksiminde Rasûlullah'a itaatin vacib oldu­ğuna delâlet eden bir nasstır, çünkü siyakından maksad budur.

''Yapılan vasiyetten ve borçtan sonra" (Nisa: 4/11) ayet-i kerimesi borcun ve vasiyetin mirasa taksim edilmesi lazım geldiğine delâlet eden bir nassdır. Aynı şekilde hırsızlık ve zina cezasına dâir ayetlerden her biri haddin vacib ol­duğuna delâlet eden naslardır.

Nassın hükmü zahirin hükmü ile aynıdır ki o da, lafızdan ilk nazarda anlaşılan bizatihî ve asıl olarak kastedilen mana ile amel etmenin vacib olması­dır. Ancak lafzın has ise tevile âmm ise tahsise ve aynı zamanda neshe ihtimali vardır. Lakin bu ihtimaller bir delile dayanmadığı için hükmü kat'îdir, yakîni-dir. Ancak nassm tevile ihtimali zahirin ihtimalinden daha uzaktır.

Tevil: Nass veya kısas veya teşri' esasları ve şeriatin ruhu gibi şer'î bir delil ile lafzı, zahir manasından başka bir manaya çevirmektir. Meselâ "Allah alış-verişi helal kıldı"ayetindeki "alış-veriş'in umumi oluşunun, garar satışını, insanın yanında olmayan şeyi satmasını ve meyvanın olgunlaşmadan önce sa­tışını nehyeden hadislerle tahsis edilmesi bir tevildir.

"Size ıneyte ve kan haram kılındı" ayetinde mutlak gelen "kan" in En'am suresi 145. ayetindeki "dem-i mesfuh = akıtılmış kan" ile takyid edilmesi de bir tevildir.

"Her kırk koyunda bir koyun zekat verilir" hadisindeki "koyun"un tevili de şöyledir. Hadisin zahirine bakılırsa koyun için koyundan başkası zekat ol­maz. Ancak bu "her hangi bir maldan koyunun kıymeti verilmesi de yeterli olur" şeklinde tevil olunur, çünkü zekattan maksad fakirin ihtiyacını gidermek­tir.

Musarrâ koyun[3] geri verilirken beraberinde verilmesi vacib olan bir sa' hurma yerine her "hangi bir bedel verilebilir" demek bir tevildir. Çünkü aslolan telef edilen şeyin mislini veya kıymetini vermektir.

Tevil bazan içtihada ve ihtilafa mahal olur. Meselâ zıhar keffaretinde "Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur" (Mücadele: 58/4) ayet-i kerime­sinde Hanefîler altmış ayrı fakirin doyurulması veya bir fakirin altmış gün do­yurulmasına cevaz verdikleri halde Şafiîler buna cevaz vermemişlerdir.

3. Müfesser

Müfesser nass ve zahirden daha açık şekilde manasına delâlet eden lafız­dır. Çünkü tevil ve tahsise ihtimal kalmamıştır, ancak Rasûlullah'ın zamanında neshi kabul eder[4].

Meselâ zina haddi ayeti "Onların her birine yüzer sopa vurun" (Nur: 24/2), kazif haddi ayeti "Onlara seksen sopa vurun" (Nur: 24/4) nasslanndaki "yüz" ve "seksen" lafızları müfesserdir, çünkü bunlar muayyen sayılardır, böyle sayıların ne ziyadeliğe ne noksanlığa ihtimali yoktur.

"Müşriklerin kâffesiyle savaşın" (Tevbe: 9/36) ayetindeki "kâffe" tahsis ihtimalini kaldırmaktadır.

Müfesser bazan sâri' tarafından kapalılığını izale edecek beyâna ihtiyacı olan tafsil edilmemiş bir mücmel olabilir. Sâri' tarafından beyan edilirse tevile ihtimali olmayan bir müfesser haline gelir. Meselâ "namaz, zekat, hac, faiz" la-sağdığı sütün bedeli olarak bir sa' da hurma vermesi sahih hadisle sabittir (Mütercim).

fızları Rasûlullah (s.a.) m kavlî ve fi'lî beyanlanyle açıkladığı lafızlardır. Me­selâ namaz hakkında "Namazı benden gördüğünüz gibi kılın", hac hakkında "Haccınızın ahkamını benden alın" buyurmuşlar, çeşitli hadislerde zekat aksa­mını ve nisablarını beyan etmişler, müteaddid hadislerinde faiz çeşitlerini ve hükümlerini tafsil etmişlerdir. Hadis ıstılahında buna "teşrî'î tefsir" denir yani tefsirin kaynağı bizzat dinin kendisidir.

Mefesserin hükmü: Değişmeyi kabul eden fer'î bir hüküm ise neshe ihti­mali olmakla beraber tevil veya tahsise ihtimal kalmayacak derecede açıklanmış olması sebebiyle, kendisiyle kat'î olarak amelin vacib olmasıdır

Tefsir ile tevil arasındaki fark: Tefsir bizzat sâri' tarafından kat'î bir delil ile maksadın beyan edilmesidir. Tevil ise maksadın zannî-ictihâdî bir delil ile beyan edilmesi olup maksadın tâyininde kat'î değildir.

4- Muhkem

Tevile, tahsise ve nesha ihtimal kalmayacak şekilde siğasıyle manaya açıkça delâlet eden lafızdır[5] Bunlar dinin esası sayılan hükümlerdir. Meselâ Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, Allah'ın il­minin her şeyi kuşattığına iman etme gibi iman esasları; adalet, doğruluk, eşit­lik, ahde vefa, emanete riayet, ana-babaya iyilik, akrabayı ziyaret gibi aklı se­limin kabul ettiği ahlak ve fazilet esasları, bunların zıddı olan zulüm, yalan, in­sanları sınıflara ayırma, ahdi bozma, hiyanet, ana-babaya âsi olma, akraba ile ilgiyi kesme gibi kötü ahlaktan sayılan hususlar.

Ve yine "Sizin Rasûlullah 'ı üzmeniz ve ondan sonra hanımlarını nikah­lamanız ebedî olarak helâl olmaz." (Ahzab: 33/53), zina iftirası atanlar hakkında "Onların şahitliklerini ebedî olarak kabul etmeyin." (Nur: 24/4), cihad hakkında Rasûlullah (s.a.)'ın "Cihad, benim gönderilişimden itibaren ümmetimin sonu deccali öldürünceye kadar devam edecektir." gibi delillerin ebedî ve devamlı olduğunu ifade ettiği cüz'î-fer'î hükümler de muhkem cümlesindendir.

Muhkemin hükmü: Muhkemle tereddütsüz kesin olarak amel etmek va-cibdir, çünkü muhkemin başka manaya ihtimali yoktur. Ne Rasûlullah zama­nında ne de sonra asla nesih ve iptal kabul etmez. Çünkü Rasûlullah 'in vefa­tından sonra Kur'an ve sünnette vârid olan bütün hükümler artık muhkem ol­muştur, nesih ve iptal kabul etmezler.

Özetle: Zahir, nass, müfesser ve muhkemin her biri kat'î ve yakîn hüküm ifade eder. Ancak bunlardan bazıları bazı hallerde zan ifade ederler.

Bunların Tearuzu (Çatışması):

Bu dört çeşidin açıklık ve maksada delâletlerinin kuvvet dereceleri kuvvet ve açıklıklarına göre farklılık arzeder: en kuvvetlisi muhkem, sonra müfesser, sonra nass, sonra zahirdir. Aralarında tearuz olursa nass zahire, müfesser zahir ve nassa ve muhkem hepsine takdim olunur. Çünkü tearuz halinde daha kuv­vetli olan zayıf olana takdim olunur.

Zahir ve nassın tearuzuna misal: "Bunlardan başkaları size helâl kılındı" (Nisa: 4/24) ayet-i kerimesi zahiriyle dört kadından fazlasının da helal olduğunu ifade ederken "Hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın." (Nisa: 4/3) ayeti nassı ile dörtten fazlasının haram olduğunu ifade ettği için nass tercih edilmektedir, çünkü o zahirden daha kuvvetlidir, zira ayetin siyakından asıl maksad nassî manasıdır, zahir mana ise sıyakındaki asıl maksad değildir. Asıl maksud olan ilk nazarda anlaşılan manadır. Bundan dolayı tearuz ettikleri zaman has amma tercih edilir, çünkü has hükümle kastedilen asıl manadır. Halbuki âmmda hüküm asaleten değil belki fertleri zımnında maksuddur. Ayrıca meselâ zahiri, muhtemel olduğu başka bir manaya hamletmek suretiyle nassı takdim etmekle iki delili cemetmek[6] olduğu halde zahirin takdiminde nassı terketmek vardır. Nass ile müfesserin tearuzuna misal: "İstihâza hali olan kadın her namaz için abdest alır" hadisi şerifi istihâzalı kadının bir vakit içinde de olsa her namaz için abdest almasının vacib olduğunu ifade eden bir delildir. Peygamber (s.a.) Fatıma binti Kays'a söylediği "Her namaz vakti için abdest alırsın" hadisi ise birden fazla namaz kılacak olsada sadece her vakit için abdest almasının vacib olduğunu ifade eden ve tevil ihtimali olmayan bir müfesserdir. Bu sebeple ikinci hadis tercih edilir çünkü müfesserdir, müfesser delâlet bakımından nassdan daha açık ve kuvvetlidir. Çünkü onun tefsir edilmesi tevil ihtimalini kaldırmış ve murad edillen mana taayyün etmiştir[7]

Bazı muhakkıklann da işaret ettiği gibi müfesserle muhkemin tearuzuna dair bir misal bulunamamıştır. Ancak bazıları şunu misal göstermişlerdir: Şa­hitlerin durumu hakkındaki "Sizden iki âdil şahit tutun." (Talak: 65/2) ile hadd-i kazif vurulmuş kişilerin şahitliği hakkındaki "Onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin." (Nur: 24/4) ayetlerinden birincisi âdil kişilerin şahitliklerini ka­bul eden başka manaya ihtimali olmayan bir müfesserdir. Bu, hadd-i kazif vu" rulduktan sonra tevbe edenin şahitliğinin kabulünü iktiza eder, çünkü tevbeden sonra artık o da âdildir. İkinci ayette ise açık "te'bid = ebediyyen kabul etmeme bulunduğu için muhkemdir ve tevbe de etse hadd-i kazif vurulanın şahitliği0111 kabul edilmemesini iktiza eder. Bu sebebden Hanefîlere göre muhkem müfes-sere tercih edilerek tevbe etmiş de olsa hadd-i kazif vurulanın şahitliği kabul edilmez.

Muhkemle nassın tearuzuna misal:

"Bunlardan başkaları size helâl kılındı" (Nisa: 4/24) ayeti ile Rasûlullah-'ın hanımları hakkında nazil olan "Ondan sonra onun hanımlarını nikahlama­nız ebedî olarak caiz olmaz" (Ahzab: 33/53) ayetlerinden birincisi, daha önce­sinde zikredilen nikahlanması haram olanların haricindekilerin mubah olduğu hakkında bir nassdır ve Rasûlullah'm hanımlarına da şamildir. Muhkem olup nesih ve tebdile ihtimal olmayan ikinci ayet ise Rasûlullah (s.a.) hanımlarından biriyle nikahlanmamn haram olduğunu ifade ediyor. Tabiatıyle muhkem tercih olunur; çünkü muhkem nassdan daha kuvvetlidir.

Muhkemle zâhirinteâruzuna misal:

"Ondan sonra onun hanımlarını nikahlamanız ebedî olarak caiz olmaz" (Ahzab: 33/53) ayeti ile "Kadınlardan hoşunuza gidenle nikahlanın." (Nisa: 4/3) ayetlerinden birincisi muhkemdir, Rasûlullah'm hanımlanyle nikahlanma­mn haram olduğunu ifade eder. İkincisi ise bütün kadınların mubah olduğu hakkında zahirdir. Muhkem tercih olunur, çünkü o zahirden daha kuvvetlidir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Usûlü Serahsî: 1 /163; Kesfü'l-Esrâr: 1/46.

[2] Usûlü Serahsî: 1/164; et-Telvîh ale't-Tavzîh: 1/125.

[3] Satılırken sütlü görünsün diye bir müddet sağılmayan koyundur. Müşteri aldatıldığını anlayınca geri verirken

[4] Keşfü'l-Esrâr. 1/49.

[5] Usûlü S'erahsî: 1/165.

[6] et-Telvîh ale't-Tavzîh: 1/126.

[7] Keşfü'l-Esrâr.\l5\.

*******

İŞTE BU İLİMLERDEN YOKSUN BİR ŞEKİLDE ELİNE KURANI ALIP ORDAN HÜKÜM ÇIKARMAYA ÇALIŞMAK O MUCİZE KİTABA NE DERECE SAYGISIZLIK OLDUĞU VE ADETA GAZETE YERİNE KONUP O CİDDİYTETTE OKUNDUĞU ANALAŞILMALI..KURANI OKUMAK HERKESİN HARCI , İLACI AMA ONDAN HÜKÜM ÇIKARMAK ALİMLERİN BU İŞTE KENDİMNİ YETİŞTİRMİŞ ALLAMELERİN HARCI.


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 01:29

BİRİNCİ KAİDE

NASSIN ŞER'Î HÜKME DELÂLET YOLLARI

Hanefîler lafzın manaya delalet yollarını dört kısma ayırmışlardır. Bun­lar: Nassın ibaresi, nassın işareti, nassm delaleti ve nassın iktizasıdır. "Nass" dan maksad, manası anlaşılan lafızdır.

1- Nassın İbaresi

"Nassın ibaresi" demek, sözün kendisinden kastedilen manaya delalet etmesi demektir. Yani ister asıl ister ikinci derecede kastedilmiş olsun kelime­den hemen anlaşılıveren manadır. Şer'î naslardan her birinin ibaresinin delalet ettiği bir mana vardır. Bu ya kelimeden bizzat kastedilen manadır -ki asıl kas­tedilen budur- veya asıl olmayıp tâbi (ikinci derecede) olarak kastedilen bir mana olur. İşte buna "tebeî mana denir[1]. Bu ikisi arasındaki fark şu misallerle ortaya çıkacaktır:

"Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı." (Bakara: 2/275) ayet-i kerimesi­nin bir asıl kastedilen manası vardır ki bu alış verişle faizi ayırmaktır. Çünkü ayet-i kerime yine Kur'an-ı kerimin naklettiğine göre "alış-veriş de faiz gibidir" diyen cahiliye insanı ve yahudilere cevap vermek için nazil olmuştur. Bu ayetin teb'an kastedilen başka bir manası daha vardır ki bununla asıl kastedilen mana anlatılmak istenmektedir. İşte o "alış-verişin helal faizin haram olduğunu" ifade etmektedir. Her iki manâ da murad edilmiştir. Ancak birinci mana aslî ikinci manatebe'îdir.

"Beğendiğiniz, (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder ni­kahlayın." (Nisa: 4/37 ayetinin kastedilen manası vardır, birisi aslî diğeri tebe'îdir. Aslî maksud olan mana "helal olan eş sayısının dörtle sınırlı" kalma­sıdır. Çünkü bu ayet-i kerime hanımları arasında adaletsiz davranmaktan çe­kinmediği halde, mallarını yeriz de zulmederiz korkusuyle yetimlerin vesayetini kabul etmekten çekinen vasilerin durumu hakkında nazil olmuştur. Zira onlar sınırsız, istedikleri kadar kadın nikahlıyorlar ve aralarında âdil de davranmı-yorlardı.

Bu ayetten tebe'î (ikinci derecede) maksud olan mana ise nikahın mubah olmasıdır. Asıl maksud olan mananın ifedesine bununla ulaşmak için bu tebe'î olarak zikredilmiştir.

Kur'an-ı Kerîm ve sünnet-i şerifede teşrî' için varid olan nasların ekseri­yeti "ibâratü'n-nas" yolu ile hükümlere delalet eder. Meselâ "Akidlere vefa gös­terin" (Maide: 5/1) ve "Bayi' ve müşteri ayrılmadıkça muhayyerdirler" hadisi şerifi bu kabildendir.

Nassın ibaresinin delâleti haricî manialardan tecerrüd ettiği zaman kat'î hüküm ifade eder. Buna göre eğer nass tahsis edilmiş âmm ise delâlet zannî olur, kat'î olmaz.

2- Nassın İşareti

Bu sözün ne asaleten ne teb'an maksud olmayan lakin sözün bizzat ifade etmek için söylendiği mananın yani lafızdan ilk anlaşılan mananın lâzımı olan bir manaya delâlet etmesidir. Ve nassın, sözün siyakından maksud olmayan, doğrudan kastedilmeyen bir manaya delâleti, ibare ile değil işaretle olur. İşte bu mana iltizamî yani nassdan ilk bakışta anlaşılan aslî hüküm için lâzım olan bir manadır[2]

Meselâ "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı." (Bakara: 2/187) ayeti ibaresiyle ramazanda fecre kadar gecenin her cüzünde münasebette bulunmanın mubah olduğuna, işaretiyle de oruç halinde cünüp olarak sabahlamanın caiz olduğuna delâlet eder. Çünkü fecre kadar münasebe­tin mubah olması kişi cünüp iken fecrin üzerine doğması demektir. İşte bu mana ayetin siyakında maksud değildir, ancak bu, maksud olan mana için ay­rılmaz bir manadır.

"Onların beslenmesi, giyimi maruf şekilde babaya aittir." (Bakara: 2/233) nassı, ibaresiyle süt emziren annelerin nafakasının ve giyiminin anneye değil babaya vacib olduğuna delâlet eder. Buradan (nassın işaretiyle) çocukların nafakası babadan başka hiç kimseye vacib olmadığı manası da çıkar. Çünkü neseb ona aittir. Ayrıca ihtiyaç halinde babanın, evladının malından ihtiyacını giderecek kadar alabileceği manası da çıkar. Çünkü çocuk onun olduğuna göre çocuğunun malı da onundur. Zira lam harfi ihtisas ifade ettiği için çocuğun nesebi hassaten babaya aittir. "Sen de malın da babanındır." hadisi şerifinde açıkça görülen "ihtisas = babaya ait olma" da bu manayı teyid etmektedir. Ancak bu edeb olarak böyledir yoksa mülk müstakildir.

Yine bu ayet-i kerimeden evlilik devam ederken, çocuğunu emzirmek üzere annenin süt anne gibi kiralanmasının caiz olmadığı da anlaşılmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) "Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler" (Bakara: 2/233) ayet-i kerimesi mucibince çocuklarını emziren annelerin nafakasını baba üzerine vacib kılmıştır.et

Burada başka bir "mana-yı lâzım" daha vardır ki şudur: Baba Kureyş kabilesinden ise çocuk Kureyşli olur, dayısıyle anne başka kabileden bile olsa çocuk Kureyş'ten evlenebilmek için küfüvv = denk olur. Ama anne Kureyş'ten baba başka kabileden olsa bu küfüvvü kazanamaz.

Başka bir misal: "Çocuğun hamli ve sütten ayrılması otuz. aydır" (Ahkaf: 46/15) ayet-i kerimesi ibaresiyle annenin çocuk üzerinde ne kadar hakkı oldu­ğunu beyan eder, ayetin siyakı buna delalet etmektedir. İşaretiyle de hamilelik müddetinin en azı altı ay olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü "Sütten ayrılması iki yıldır" (Lukman: 31/14) ayetine göre sütten ayrılma müddeti iki yıldır, geriye otuz aydan hamilelik müddeti için altı ay kalmaktadır.

Dördüncü bir misal: "İş hakkında onlarla istişare yap" (Âli imran: 3/159) ve "Bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun" (Nahl: 16/437 ayet-i kerimelerinden her biri işaret yolu ile ümmetin içinde istişare edilebilecek ve sorulabilecek bir gurubun bulundurulmasının vacib olduğuna delâlet etmektedir.

İbarenin delâleti ile işaretin delâleti tearuz ederse, ibaresiyle sabit olan hü­küm işaretiyyle sabit olan hükme tercih edilir, çünkü o daha kuvvetlidir. Meselâ "Kısas size farz kılındı" (Bakara: 2/178) nassı ibaresiyle amden öldürene kısa­sın farz olduğuna delâlet ederken "Amden adam öldürenin cezası cehennemde ebedî kalmaktır" (Nisa: 4/93) nassı da işaretiyle uhrevî ceza ile iktifa edilerek kısasın terkinin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Ancak birinci hüküm takdim edilerek kısas tatbik edilir.

İşaretin delâleti de ibarenin delâleti gibi kat'î hüküm ifade eder. Ancak bunu kat'îden zannîye çevirecek bir sebeb bulunursa zan ifade eder. Meselâ: Yukarıda geçen "onların maruf şekilde beslenmesi giyinmesi babaya aittir" (Bakara: 2/233) ayet-i kerimesinde de çocuğun babaya tâbi olduğu ifade edilme-sirfe rağmen âlimlerin kölelik ve hürriyet konusunda çocuğun anneye tâbi olma­sında icmâ etmeleri bu kabildendir ve bu ayet-i kerime icmâ ile tahsis edilmiş olur.

3- Nassın Delâleti

Bu, lafzın ibare veya işaret yolu ile değil de hükmün menâtı veya illeti yolu ile delâlet etmesidir. Meselâ, iki hâdisenin hükmün illetinde ortak olması veya meskûtün anhın mantûktan evlâ olması (yani nassın sükût ettiği meselenin hükmü, söylediğinden daha açık olması) ve bunun kıyasa veya içtihada ihtiyaç duymaksızın lafızdan anlaşılması gibi. Buna hitabın fahvası yani gaye ve maksadı denir. İmam Şafiî bunu celî kıyasdan sayar ve Şafiîlerce buna "mefhûmu'l-muvafaka" denir. Bu delâlete "nassın delâleti" denir. Çünkü bununla sabit olan hüküm nassın ibaresi ve işaretinde olduğu gibi sadece lafızdan anlaşılmaz bilakis bu delâlet ancak hükmün menâtı ve illeti vasıtasıyle anlaşılır.

İlletle ortak olduklarına misal: "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir." (Nisa: 4/10) ayet-i kelimesidir. Bu nas, ibaresiyle "haksız yere yetimlerin mallarını yemenin haram olduğuna delâlet ederken delâlet yoluyla da yakmak veya dağıtmak gibi başka şekillerde itlaf etmenin de mutlak haram ol­duğuna delâlet eder. Çünkü dili bilen herkes bu ifadeden maksadın yetimin malını zayi etmekten nehiy olduğunu anlar. Dolayısıyle itlaf etmek de hükmün illetinde yemeye müsavî olduğu için o da haram olur.

Başka bir misal: "Boşanmış kadınlar kendilerini üç kuru' beklet­sinler." (Bakara: 2/228) nassı ibaresiyle rahmin ceninden temiz olup olmadığı­nın anlaşılması için boşananın iddet beklemesi vacib olduğuna delâlet eder. İddetin illeti budur. Dili bilen herkes kadının, hıyarı bulûğ veya dengi olma­ması gibi başka herhangi bir sebeple nikahı feshetmesi halinde de aynı illet mevcud olduğu için iddet vacib olduğunu anlar. Bu nass delâlet yolu ile bunu da ifade etmektedir.

İlletin evleviyyetine misal: "Onlara "öf bile deme onları azarlama" (İsra: 17/23) ayet-i kerimesi ibaresi ile açıkça öf demenin haram olduğuna delâlete eder. Çünkü bu onlara eza vermektedir. Yine bu nass delâlet tariki ile de onlara vurma, sövüp-sayma, aç bırakma gibi muamelelerin haram olduğuna delâlet et­mektedir, zira bunlar "öf" demekten daha ağır eza verir. Çünkü "öf demenin nehyedilmesinden, ana-babaya bundan daha çok eza veren şeylerin nehyedilmiş olması dil bakımından pekâlâ anlaşılmaktadır. O halde meskûtün anhdaki hü­küm mantûkun hükmünden evlâdır. (Yani, nassın sükût geçtiği meselnin hük­mü, söylediğinden daha açıktır). Zira illet birincisinde ikincisinden daha kuvvetlidir.

4- Nassın İktizası

Sözün şer'an muteber olabilmesi için takdir edilmesine ihtiyaç duyulan la­fızdır. Bu delâlete iktiza denilmiştir, çünkü iktiza, taleb etmek ve istemek ma­nasınadır, söz şer'an doğru ve sahih olması için o mukadder manayı taleb eder.

Bunun misali "Ümmetimden hata, nisyan, unutma ve ikrah kaldırılmış­tır" hadisi şerifidir. Bu nass lafzı ve ibaresiyle hata, unutma ve ikrahın bu üm­metten kaldırıldığına delâlet eder ki bu selim bir mana değildir, çünkü fiil ol­duktan sonra kalkmaz. O halde ibareyi düzültmek için mutlaka bir şey takdir etmek lazımdır ki işte bu "günahın veya hükmün kalkması" dır. Yani hatanın, unutmanın ve ikrahın vebali kaldırılmıştır demektir. "Günahın kalkması" ik­tiza ile anlaşılmaktadır.

Başka bir misal: "Köye sor." (Yusuf: 12/823) ayet-i kerimesinde "köy halkına sor" şeklinde takdir etmedikçe kelam sahih olmaz.

"Bu ganimet malları yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan fakir muhacirlerindir" (Haşr: 59/8) ayet-i kerimesi ibaresiyle muhacirlerin fakirliğine delâlet eder. Fakirlik sıfatı ancak Mekke'de terkettiklerinden mülkiyetlerinin zail olması ve onlara istila yoluyle kâfirlerin malik olduğunun takdir edilmesiyle sabit olur. İşte bu iktiza tariki ile anlaşılmaktadır[3]

"Size anneleriniz haram kılındı" (Nisa: 4/23); "Size meyte haram kılındı" (Maide: 5/3) ayet-i kerimelerinin her biri ibareleriyle bunların zatının haram ol­duğuna delâlet eder, halbuki haramlık fiillere taalluk eder. Bu sebeple birinci ayette "nikahlamak" kelimesi ikinci ayette de "yemek" kelimeleri takdir edilir. Yani "Size annelerinizi nikahlamak haram kılındı", "Size meyte yemek haram kılındı" demektir. İşte bu takdir iktizanın delaletiyle sabittir.

Bu Delâletlerin Hükümleri:

Bu dört delâletle hüküm kat'î ve yakîn şekilde sabit olur. Ancak tahsis veya tevil gibi bu delâleti zanna çevirecek bir şey bulunursa zannî olarak sabit olur.

Delâlet kuvvetine göre bu delâletlerin mertebeleri şöyledir: İbare işaretten, işaret delâletten, delâlet iktizadan daha kuvvetlidir. Teârüz ettikleri zaman kuv­vetli takdim olunur.

İbare ile işaretin tearuz ettiğine misal, daha önce de geçtiği gibi "Size kı­sas farz kılındı" (Bakara: 2/178) ayet-i kerimesi ibaresiyle kısasın vücubunu, "Kim bir mümini amden öldürürse cezası ebedî cehennemde kalmaktır" (Nisa: 4/93) ayet-i kerimesi işaretiyle uhrevî ceza ile edilip kısas yapılmamasının ifade etmektedir. Ancak nassın ibaresi takdim edilerek kısasın vücubuna hükmedil-melidir.

Bir başka misal: "Hayzın en azı üç en çoğu on gündür" hadisi şerifinin ifade ettiği hüküm "her kadın ömrünün yarısını oturarak geçirir, namaz kıl­maz" hadisinin ifade ettiği hükme takdim edilir. Çünkü birinci hüküm yani "ha­yız müddetinin en çoğu on gündür" hükmü nassın ibaresiyle sabittir. İkinci hü­küm yani "en çoğu onbeş gündür" hükmü nassın işaretiyle sabittir.

Nassın işaretiyle delâletinin tearuz ettiiğine dair misal: "Kim bir mümini taammüden öldürürse onun cezası ebedî cehennenmdir" (Nisa: 4/93) ayeti işaretiyle amden öldürmede keffaret vacib olmadığını ifade etmektedir. Halbuki "Kim bir mümini hata ile öldürüşe (keffareti) bir mümin köle azad etmektir" (Nisa: 4/92) ayet-i kerimesi delaletiyle amden öldürene de keffaret vacip olaca­ğını ifade etmektedir, çünkü hata ile öldüren keffaret verirse amden öldüren öncelikle vermelidir. Ancak birinci ayetin işaret} ikinci ayetin delâletine takdim edilir, çünkü birinci ayet onun dünyada günahı için keffaret olmadığını, zira onun cehennemde ebedî kalmaktan başka bir cezası olmadığını işaretiyle ifade etmektedir. İşte bu işaret ikinci ayetin -yani amden yapan günahı için keffaret vermeye hata ile yapandan daha layıktır -delâletinden daha kuvvetlidir.^

Nassın delâleti ile iktizasının tearuzuna misal yoktur.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Keşfii'l-Esrâr. 1/67; Usûlü Serahsî: 1/236.

[2] etTelvîh ale't-Tevzîh: 11130; Müsellemü's-Subût: 1/338.

[3] Usûlcüler bu misali nassın işareti için zikrederler. Halbuki doğrusu bu nassın iktizası için misaldir. Çünkü

işaretin delâletinde mana-yı lazım müteahhir olur, halbuki iktizanın delâletinde mütekaddim olur ve sözün doğru

veya sahih olması ona bağlıdır. Şüphesiz ayetteki "fakirler" kelimesinin manayı lâzımı yani mülkiyetin zevali

mütekaddimdir, "fakirler" lafzının muhacirler için kullanılması ancak bu mananın takdir edilmesiyle sahih olur.

Dolayısıyle bu işaretin delâleti babından değil iktizanın delaleti babından olur.

****

İKİNCİ KAİDE

MEFHÛMU'L-MUHÂLEFET

Nassın mefhumu iki çeşittir: Mefhûmu'l-muvâfakat mefhumu'l-muhalefet.

Mefhûmu'l-muvâfakat: Mezkur olan şeyin hükmüne delalet eden lafzın, illetle müşterek oldukları için, meskûtün anh olanın hükmüne de delâlet etmesidir. Meselâ, "onlara öf bile deme" ayet-i kerimesinin onlara vurmanın da öncelikle haram olmasına delâlet etmesi gibi. Bunun hükmü, bu mefhum ile amel etmenin vacib olmasıdır. Çünkü o, hükme mantuktan daha münasibdir. Meskûtün anh mantuka müsavi olduğu zaman da hüküm aynıdır. Yetimin ma­lını haksız yere yemenin haram olmasına müsâvî olan onun malını telef etme­nin de haram olması gibi.

Mefhumu'l-muhalefet: Mantûkun şartlarından biri bulunmadığı için kelamın mezkur için sabit olan hükmünün, meskûtün anh olandan nefyedildiğine delâlet etmesidir.

Hanefîlerce kabul edillen esasa göre "mefhumu'l-muhalefetden çıkan hü­küm alınmaz" Meselâ şer'î nass bir hükmün bir mahalde bir şarta veya gayeye (yani belli bir yere ve zamana) veya adede bağlı olarak var olduğuna delâlet ettiği zaman nassın bunlara bağlı olarak var olan hükmü o nassın mantûkudur, bunların bulunmadığı mahallin hükmü ise mefhumu'l-muhalefetidir. Hanefîler nazarında şer'î nassın mefhumu'l-muhalefetde her hangi bir hükme delâleti yoktur.

,

Mehfumu'I-Muhalefetin Çeşitleri:

"Mehfumu'l-Muhalefet" kaidesinin açıklanabilmesi için onun çeşitlerini açıklamak lazımdır. En mühimleri beş tanedir:

1-Mehfumu's-sıfat Bu, bir sıfatla muttasıf olan lafzın o sı­fatın bulunmadığı yerde hükmün de bulunmadığına delâlet etmesidir. Meselâ "İçinizde, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın" (Nisa: 4/25) ayet-i kerimesi Şafiî, Hanbelî ve Malîkîlere göre imanlı olmadıkları takdirde cariyelerle evlenmenin haram olduğuna delâlet etmektedir. Hanefîlere göre ise onu bu sıfatla takyid etmek o sıfatın bulunmadığı yerde hüküm de bulun-mayacağ.m göstermez, dolayısıyle bu ayet-i kerimede mümin olmayan cariye­lerle evlenmenin hükmüne dair bir delâlet yoktur. Aynı şekilde hür kadınlarla evlenmeye gücü yeten kişinin mümin cariyelerle evlenip evlenemeyeceğinin hükmüne dair de bir delâlet yoktur. "Yahut mesfuh = dışarı akmış kan" (En'am: 6/145) ayet-i kerimesinin mantûku mesfûh kanın haram olmasıdır. Bunun mehfumu'lmuhalifi ise Hanefîlerin haricindeki mezheplere göre mesfûh olmayan yani hayvan kesildiğinde dışarı akmayıp içinde kalan kanın helal olmasıdır.

"Davarın dağda otlayanında zekat vardır"[1] hadisi şerifi Maliki, Şafiî ve Hanbelîlere göre ahırda alefle beslenende zekat olmadığına delâlet ettiği halde Hanefîlere göre delâlet etmez. "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür" hadisi şerifi cumhura göre fakirin geciktirmesinin zulüm olmadığına delâlet eder.

2- Mehfumu'ş-şart Bu, hükmün varlığını bir şarta bağlayan lafzın, şart olmadığı yerde hükmün de olmadığına delâlet etmesidir. Meselâ "(Boşanan kadınlar) eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin" (Talak: 65/6) ayet-i kerimesi Şafiî, Malikî ve Hanebelîlere göre mehfum-ı muhalifi ile hamile olmayan kadın için iddeti boyunca kocasına nafaka vacib olmadığına delâlet ettiği halde Hanefîlere göre etmez. "Eğer gönül rızası ile o mehrin bir kısmını size bağışlarsa onu da afiyetle yiyin" (Nisa: 4/4) ayet-i kerimesi cumhura göre hanımların rızaları olmadan kocalarının mehirden almalarının haram olduğuna delâlet ettiği halde Hanefîlere göre buna delâlet etmez.

3- Mehfumu'l-gaye : Bu, bir hükmü bir sınırla tahdid eden lafzın, o sınırdan sonra o hükmün zıddının sabit olduğuna delâlet etmesidir. Gaye'nin iki lafzı vardır hattâ. "Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden ayırt edinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın." (Bakara: 2/187) ayet-i kerimesi mehfum-ı muhalifi ile gayeden yani fecrin doğmasından sonra yiyip içmenin haram olduğuna, gurub vaktinde gecenin girmesiyle de iftar etmenin cevazına delâlet etmektedir. "Temizleninceye kadar onlara (hanımlara) yaklaşmayın" (Bakara: 2/230) ayet-i kerimesi Şafiî ve Hanbelîlere göre hayızdan temizlendikten sonra istimtanın caiz olduğuna delâlet eder. "Kocası onu (üçüncü defa) boşarsa artık o başka bir koca ile evlenmedikçe ona (eski kocasına) helal olmaz." (Bakara: 2/230) ayet-i kerimesinin mefhum-ı muhalifi şudur: Üç talak verilen kadın başka biri ile ev­lenip boşandıktan sonra ilk kocasına helal olur. Bu cumhura göredir. Hanefîlere göre ise bu mefhum, gayeden sonra hükmün (yani ilk kocasına haramlığın) kalktığına delâlet etmez.

4- Mehfumu'l-aded Bu, hükmü bir adede bağlı ifade eden lafzın, bu adedin olmadığı yerde hükmün olmadığına delâlet etmesidir. Meselâ: "Zina eden kadın ve zina eden erkek, her birine yüzer sopa vurun" (Nur: 24/2) ayet-i kerimesi mehfumu'l-muhalefet'i ile bu sayının yüzden ne fazla ne eksik olmasının caiz olmadığına delâlet eder. "Onlara seksen sopa vurun" (Nur: 24/4) ayet-i kerimesi mehfumu'l-muhalefet'i ile seksenden az ve çok olamayacağına delâlet eder. "Onu-da bulamayan üç gün oruç tutsun" (Bakara: 2/196) ayet-i kerimesi mehfumu'lvmuhalefet'i ile orucun üçten az ve çok olamayacağına delâlet eder. Cumhura göre bu mefhum alınır amel edilir Hanefi'lere göre alınmaz. J

5- Mehfumu'l-lakab veya Mehfumu'l-isim Bundan maksad kendisiyle zât anlatılan ismin mefhumudur. Meselâ: "Muhammed Allah'ın Rasûlüdür" ün mehfumu'l-muhalefet'i Muhammed'in gayrisi değildir demektir. "Anneleriniz size haram kılındı" ayet-i kerimesinin mehfumu'l-muhalefet'i "annelerden gayrisi haram değildir şeklindedir." "Buğdayda sadaka vardır" hadisi şerifinin mefhumu "buğdaydan gayrisinde yoktur" şeklindedir.

Usûlcülerin ittifakla vardıkları hüküm şudur: Mefhumu'l-lakab hüccet de­ğildir, dolayısıyle lakabın mehfumu'l-muhalefet'i hüccet sayılmaz. Çünkü lakabın zikredilmesi ne takyid ne de tahsis ifade eder ve ne de onun dışındakilerden ihtirazı.

Lakab: Nassda isim olarak varid olup, zikredilen hükmün kendisine isnad edildiği zata alem olan câmid lafızdır.

Özetle: Usûlcüler, ister şer'î naslarda ister başkalannda olsun mefhumu'l-lakabın bir hüccet olmadığında ittifak etmişlerdir. Mefhumu sıfat, şart, adet ve gayenin de şer'î nassların dışında yani akidlerde, halkın sözlerinde, müellifle­rin ibarelerinde, fukahanın ıstılahlarında hüccet olduğunda da ittifak etmişler­dir. Meselâ, bir insan "vakfımın geliri fakir akrabama verilsin" dese bu sözün mantûku fakir akrabalarının bu gelirde hak sahibi olduğunun sabit olmasıdır; mehfumu'l-muhalefet'i ise fakir olmayan akrabalarının hakkının olmamasıdır, çünkü insanların örfü ve ıstılahı buna göredir. Ancak bir karine bulunur da bu­radaki kaydın tahsis için olmadığına delâlet ederse bütün akrabası alır.

Ancak usûlcüler şer'î nasslarda sıfatta, şartta, gayede ve adette mehfumu'l-muhalefet'i ile istidlal etme hususunda ihtilaf ettiler. Cumhur, örfü ve halkın kullanımını esas alarak mehfumu'l-muhalefet'in şer'î nasslarda mantûkun hükmünün zıddını isbat etmekte bir hüccet olacağı görüşündedir. Hanefîlere göre ise mehfumu'l-muhalefet bu hallerde hüccet değildir. Çünkü Arap dili üslupları ve şer'î nasslann pek çoğunda zikredilenin dışında kalan hükmü nefyetme kastedilmez. Meselâ "Kâfirlerin fitnesinden korkarsanız,

namazı kısa kılmanızda size bir vebal yoktur." (Nisa: 4/101) ayet-i kerimesinde nass namazı kısaltmanın caiz olması için fitne korkusu bulunmasını şart koşmasına rağmen namaz kılanlar kâfirlerin fitnesinden ister korksun ister korkmasın sefer halinde namaz kısaltılır. 'Himayenizdeki üvey kızlarınızı nikahlamak size haram kılındı." (Nisa: 4/23) nass-ı şerifinde haram olması onun üvey babanın himayesinde olmasını şart koşmasına rağmen ister himayesinde olsun ister olmasın o annesinin kocasına haramdır. Buradaki "himayesinde bulunma" kaydının vakıayı beyan için geldiği, mantukun dışındaki hükmü nefyetme kastedilmediği unutulmamalıdır. Nitekim, faiz mutlak olarak haram kılındığı halde kat kat yenilmesini haram kılan nass da bu kabildendir, çünkü bu mevcud hali ve çoğunlukla yapılanı beyan için getirilmiş bir kayıttır.

Mevcud hali ve çoğunlukla yapılanı beyan etme gibi başka bir hikmet murad edilmiş ise, nassda varid olan kaydın ancak tahsis için ve onun haricin-dekilerden ihtiraz için olduğunu kesin tesbit edersek cumhurun görüşü ercahtır.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ancak Malikîler "Her beş devede bir koyun zekat verilir" hadisinin umum ifade etmesinden dolayı ister merada ister ahırda beslensin bütün hayvanlarda zekatı vacib görmüşlerdir. Delil sâime olmayanda zekat olmamasını gerektirmesine rağmen İmam Malik bunlarda da zekat görmekte, mefhumu'l-muhalifle amel etmemektedir.

*****

BUNLARI BİLMEDEN YANİ FIKIH USULÜNÜ BİLMEDEN , İLGİLİ AÇIKLAYICI HADİSLERE DE MÜRACAAT ETMEDEN KURAN ANLAŞILAMAZ , OKUNUR İSTİFADE EDİLİR , MANALAR ÇIKARILIR AMA FIKHİ SONUÇLAR ÇIKARILAMAZ..HER İLMİN KENDİNE HAS DERİNLİĞİ VARDIR ..FIKIH VE TEFSİRDE ÖMYLEDİR..BU DERİNLİKLERİ BIRAK KONUNUN BAŞLIKLARIONI BİLE BİLMEYEN CEHALET ABİDELERİNİN KURANIN AYETLERİNE BAKARAK HÜKÜM KOYMASI NE BÜYÜK BİR SU-İ EDEB VE NE BÜYÜK BİR HADDİ AŞMIŞLIK.


az-çok
Müsteşar
23 Nisan 2010 07:59

Al-i İmran

(7) O, sana Kitab'ı indirendir. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır" derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.

Hud

(2) Elif Lâm Râ. Bu Kur'an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) "Şüphesiz ben size O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."

Allah herkesin bilmesi gerekenleri herkesin anlayacağı biçimde açık ve net olarak Kuran ile açıklamıştır.


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 11:09

verdiğin ayet dön bir daha bak işstersen , tam senin dediğin tersini demiyormu(o ayet özelinde):

Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar..

*

sen kendini bu derinleşenlerden mi farzediyordun yoksa?


az-çok
Müsteşar
23 Nisan 2010 12:04

Kitabın haram ve helalleri değişmiyor.Açık ve anlaşılır.Merak eden ona bakarsa karıştırmaz.Bilen kitap,ondan daha iyi bileni yok.


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 12:09

Şimdi sana netten bazı milletlerin bazı yeme alışkanlıklarını vercem bana hepsi için Kuyrandaki hükmü söylermisin değerli az-çok kardeşim ;

1. durum:

http://www.vidivodo.com/73549/canli-ahtopot-yiyen-cinliler

Kurana göre helal mı haram (kıvırma veya muğlak bırakma ama lütfen , net sonuç istiyorum , havada kalmasın , nevşehir balonculuğuna dönmesin) mı?


Hakim Alajuan
Kapalı
23 Nisan 2010 12:12

2.durum:

Toplam 120 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi