Vakfetmek meselesinde, her şeyi birbirine bağlı bir hâlde otomatik olarak güzelleştirmek vardır. Çünkü vakfediş; tesbih tanelerinin içinde, onları bir araya getiren iplik gibidir. Ya da ilgisiz özellikte olanları dışta bırakıp da ilgili özellikte olanları kendisine çeken bir mıknatıs gibi. İpliği koparsanız, taneleri bir arada ne kadar tutabilirsiniz? Ya da mıknatısı aradan çıkarsanız kesret hâlinde onca parçayı bir bütüne nasıl sarabilirsiniz?
Hele ki insanda;
Parça parça bir yığın özelliği teker teker gerçekleştirmeye kalkışsanız, gözden kaçan nice hususları fark etmek mümkün oluyor mu? Olmuyor. Bir de canı istemezlik oluşunca pek çok güzel vasıftan mahrum kalınmıyor mu? Kalınıyor.
Yani;
Kendini denize adamayan damla, üç adım sonrası tükeniyor; buhar olup gidiyor.
Vakıf insanı olabilen ise;
Kendisi bir zerre bile olsa, denize adandığı için her nefeste Bakilik sonsuzluk kapısında. O, gaye ve gayreti nisbetinde bütün bir güzelleşmeye otomatik olarak mazhar. Onun ömründe her şey Hakk?a götüren bir vesileden ibaret. Meselâ para;
Vakıf insanı nazarında; fukaraya merhamet, şefkat ve Allah yolunda hizmet için vesile.
Çünkü vakıf insanları, hayatlarını;
Hayra, ilme, gönüllerin fethine ve insanlığın hidayetine vakfetmişlerdir. İçlerindeki gayret de muhabbet de, Hakk?a sadakat damarlarıyla örülüdür. Onlar, lâyıkıyla hizmetin fedakarlık bahçesinde nadide çiçekler yetiştirirler. Meleka vasıflarıyla bambaşkalık arz ederler. Zira ömürlerini, gerçek güzele, Rahman?a adamışlardır.
Heyhat;
Bu dünyada hayatlarını ateşten yaratılmış şeytana adayanlar da var. Onların da kendilerini bulacakları yer, her hâlde kızgın alevlerin ortası...
Bunca sözün açtığı pencerede;
Şimdi;
Yaşayışımızın ve amellerimizin rengine, ahengine, gidişatına ve özelliklerine bir kez daha ve gören bir gözle bakalım ve soralım:
Kendimizi neye vakfettik?
«Vakfetmek» kelimesi, biraz özel gibi, herkesi alâkadar etmiyor sanki. Değil. Çünkü adını başka türlü koysak da, aslında herkes kendisini bir şekilde bir şeylere vakfediyor. Söylediğinizde üzerine kondurmuyor olsa da; kimi paraya, kimi makama, kimi oyuna, kimi rezalete, kimi hidâyete. Kimi arabalara, kimi televizyonlara. Kimisi toprağa, kimisi yaprağa. Kimi yerlere, kimi göklere...
Şuraya veya buraya...
Herkes, adanmışça bir hayat yaşıyor. Bazen bazıları, çok basit bir şeye bile kendisini öylesine adıyor ki, ondan mahrum olmamak için ömrünü ortaya koyuyor. Haberlerde görüyoruz; biri, birisini öldürmüş. Sebebi: İncir çekirdeği. Küçücük bir çekirdeğe, bir ömrü gömmek Değer mi?
Nasıl değsin?
Ya değer zannedenler?
Ah onlar!
Onlar; eğer kendilerini, ebedî diriltecek ve yeşertecek olana adasalardı; bırakın bir ömrü, bir tek nefesi bile yanlış yere harcamayı çok görürlerdi. Bir incir çekirdeğine değil, yığınla hazinelere dahî tek nefes kurban etmezlerdi. Her şeyi yalnızca o nefesin sahibine fedâ ederler ve sonsuz huzura kavuşurlardı. Kendilerini, ancak hakikî muhabbet ve merhametin ilâhî potasında yoğururlardı.
Devranda;
Gönlün sancılı mevsimleri yüzünden kalpleri katılaşsa, hemen Hazret-i Peygamber?in şu tâlimatına kulak verirlerdi:
?Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakire yedir, yetimin başını okşa!? (Ahmed bin Hanbel,
Şu ayeti de bilhassa yaşarlardı:
?(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zannederler. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.?
Ayette övülen fakirlerin sıfatları gayet açık. Onlara hayır işleyenlere de zımnen aynı övgüler var. Çünkü iki taraf da kendilerini Hakk?a vakfetmiş durumda.
Ya biz?
Tetkik edelim:
Kendimizi neye vakfettik?
Hayra mı şerre mi? Cimriliğe mi cömertliğe mi?
Kendimizi neye vakfettik?
İlme mi, cehalete mi?
Kendimizi neye vakfettik?
Dünyaya mı, âhirete mi? Doğruya mı yanlışa mı? Dosta mı düşmana mı?
Vakfetmek meselesinde, her şeyi birbirine bağlı bir hâlde otomatik olarak güzelleştirmek vardır. Çünkü vakfediş; tesbih tanelerinin içinde, onları bir araya getiren iplik gibidir. Ya da ilgisiz özellikte olanları dışta bırakıp da ilgili özellikte olanları kendisine çeken bir mıknatıs gibi. İpliği koparsanız, taneleri bir arada ne kadar tutabilirsiniz? Ya da mıknatısı aradan çıkarsanız kesret hâlinde onca parçayı bir bütüne nasıl sarabilirsiniz?
Hele ki insanda;
Parça parça bir yığın özelliği teker teker gerçekleştirmeye kalkışsanız, gözden kaçan nice hususları fark etmek mümkün oluyor mu? Olmuyor. Bir de canı istemezlik oluşunca pek çok güzel vasıftan mahrum kalınmıyor mu? Kalınıyor.
Yani;
Kendini denize adamayan damla, üç adım sonrası tükeniyor; buhar olup gidiyor.
Vakıf insanı olabilen ise;
Kendisi bir zerre bile olsa, denize adandığı için her nefeste Bakilik sonsuzluk kapısında. O, gaye ve gayreti nisbetinde bütün bir güzelleşmeye otomatik olarak mazhar. Onun ömründe her şey Hakk?a götüren bir vesileden ibaret. Meselâ para;
Vakıf insanı nazarında; fukaraya merhamet, şefkat ve Allah yolunda hizmet için vesile.
Çünkü vakıf insanları, hayatlarını;
Hayra, ilme, gönüllerin fethine ve insanlığın hidayetine vakfetmişlerdir. İçlerindeki gayret de muhabbet de, Hakk?a sadakat damarlarıyla örülüdür. Onlar, lâyıkıyla hizmetin fedakarlık bahçesinde nadide çiçekler yetiştirirler. Meleka vasıflarıyla bambaşkalık arz ederler. Zira ömürlerini, gerçek güzele, Rahman?a adamışlardır.
Heyhat;
Bu dünyada hayatlarını ateşten yaratılmış şeytana adayanlar da var. Onların da kendilerini bulacakları yer, her hâlde kızgın alevlerin ortası...
Bunca sözün açtığı pencerede;
Şimdi;
Yaşayışımızın ve amellerimizin rengine, ahengine, gidişatına ve özelliklerine bir kez daha ve gören bir gözle bakalım ve soralım:
Kendimizi neye vakfettik?
«Vakfetmek» kelimesi, biraz özel gibi, herkesi alâkadar etmiyor sanki. Değil. Çünkü adını başka türlü koysak da, aslında herkes kendisini bir şekilde bir şeylere vakfediyor. Söylediğinizde üzerine kondurmuyor olsa da; kimi paraya, kimi makama, kimi oyuna, kimi rezalete, kimi hidâyete. Kimi arabalara, kimi televizyonlara. Kimisi toprağa, kimisi yaprağa. Kimi yerlere, kimi göklere...
Şuraya veya buraya...
Herkes, adanmışça bir hayat yaşıyor. Bazen bazıları, çok basit bir şeye bile kendisini öylesine adıyor ki, ondan mahrum olmamak için ömrünü ortaya koyuyor. Haberlerde görüyoruz; biri, birisini öldürmüş. Sebebi: İncir çekirdeği. Küçücük bir çekirdeğe, bir ömrü gömmek Değer mi?
Nasıl değsin?
Ya değer zannedenler?
Ah onlar!
Onlar; eğer kendilerini, ebedî diriltecek ve yeşertecek olana adasalardı; bırakın bir ömrü, bir tek nefesi bile yanlış yere harcamayı çok görürlerdi. Bir incir çekirdeğine değil, yığınla hazinelere dahî tek nefes kurban etmezlerdi. Her şeyi yalnızca o nefesin sahibine fedâ ederler ve sonsuz huzura kavuşurlardı. Kendilerini, ancak hakikî muhabbet ve merhametin ilâhî potasında yoğururlardı.
Devranda;
Gönlün sancılı mevsimleri yüzünden kalpleri katılaşsa, hemen Hazret-i Peygamber?in şu tâlimatına kulak verirlerdi:
?Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakire yedir, yetimin başını okşa!? (Ahmed bin Hanbel,
Şu ayeti de bilhassa yaşarlardı:
?(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zannederler. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.?
Ayette övülen fakirlerin sıfatları gayet açık. Onlara hayır işleyenlere de zımnen aynı övgüler var. Çünkü iki taraf da kendilerini Hakk?a vakfetmiş durumda.
Ya biz?
Tetkik edelim:
Kendimizi neye vakfettik?
Hayra mı şerre mi? Cimriliğe mi cömertliğe mi?
Kendimizi neye vakfettik?
İlme mi, cehalete mi?
Kendimizi neye vakfettik?
Dünyaya mı, âhirete mi? Doğruya mı yanlışa mı? Dosta mı düşmana mı?