Editörler : E.Kayı Han


Yasaklı
04 Şubat 2009 17:41

Kur'an'ı kerimde hz. isanın as. yeryüzüne inişi.

İsrailoğullarına rehber ve peygamber olarak gönderilen Hz. İsa'nın hayatının en önemli kareleri harikülade kuşağında geçmiştir. Mesela daha doğmadan önce Yüce Yaratıcı onu, kendi kudret ve kuvvetine bir delil olması için babasız yaratmış, diğer insanlarda olduğu gibi bir erkeğin dahli olmaksızın anne rahminde teşekkülü başlamış, böylece bu, hakkındaki tartışmaların da başlangıcı olmuştur. Kur'ân onun babasız dünyaya gelişini, beşikteyken konuşmasını, çamurdan canlı bir kuş yapmasını, hastaları iyileştirmesini, ölüleri diriltmesini, İsrailoğullarının evlerinde sakladıkları yemekleri haber vermesini, semadan sofra indirmesini ve Cenâb-ı Hakk?ın onu İsrailoğullarına karşı korumasını bizlere birer mu?cize olarak takdim eder. Zira o, materyalist bir toplumu ta'dil etmek için gönderilmiştir.

Eskiden beri gerek Müslümanlar gerekse Hıristiyanlar arasında hakkında değişik mülahazalar ileri sürülen hususlardan birisi de Hz. İsa?nın kıyamete yakın bir zaman diliminde yeniden yeryüzüne ineceği konusudur. Bu makalede Hz. İsa?nın âhirzamanda yeniden dünyaya gelmesiyle ilgili olarak sadece Kur'ân-ı Kerîm?deki âyetler üzerinde durulacaktır.

Bu âyetler şunlardır:

1. Âl-i İmrân Sûresi, 46.

"Gün geldi, melekler ona: 'Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor. Adı İsa, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur. Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah?a en yakın kullardan olacaktır. Beşiğinde de, yetişkinliğinde de insanlara hitap edip onlarla konuşacak, salih insanlardan olacaktır.' dediler."

2. Nisâ Sûresi, 158-159.

"Doğrusu Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). Ehl-i Kitap'tan hiç kimse yoktur ki ölmeden ona inanacak olmasın. Kıyamet günü gelince de o, onların aleyhinde şahitlik edecektir."

3. Zuhruf Sûresi, 59-61.

"Hayır, o bir tanrı değil, nimetimize mazhar ettiğimiz ve İsrailoğulları için bir örnek yaptığımız bir has kulumuzdu. Şayet yapmak isteseydik, sizin yerinize geçmek üzere melekler yaratırdık. Ama bu, Allah?ın hikmetine aykırıdır. Gerçekten o, kıyamet için bir beyandır. Artık siz, o saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin de Bana tâbi olun. Doğru yol budur."

Şimdi de yukarıdaki âyetler üzerinde tek tek durmaya çalışalım:

Birinci âyet şu şekildedir: "Gün geldi, melekler ona: 'Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor. Adı İsa, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur. Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah?a en yakın kullardan olacaktır. Beşiğinde de, yetişkinliğinde de insanlara hitap edip onlarla konuşacak, salih insanlardan olacaktır.' dediler." (Âl-i İmrân sûresi, 46)

Âyetin baş tarafında Hz. İsa?nın Cenâb-ı Hak tarafından bir kelime, isminin İsa-Mesih, dünya ve ahirette itibarlı, Allah'a en yakın kimselerden olduğu, hem beşiğinde hem de yetişkinliğinde insanlara hitap edeceği yani gerçekleri konuşacağı vurgulanıyor. Hz. İsa?nın çocukluğunda konuşması, doğumdan sonra insanların annesi Meryem?e babasız bir çocuk dünyaya getirdiğinden dolayı attıkları iftiraları bertaraf etmek ve annesinin masumluğunu belirtmek içindir. Âyette asıl konumuzla ilgili olan kısım ise, yetişkinliğinde insanlarla konuşacağının haber verildiği cümledir. Bu cümlede onun konuşacağı yaş devresi "kehl" olarak nitelendiriliyor.

"Kehl"in değişik anlamlarının yanında özellikle müfessirlerin üzerinde durduğu bir husus, insanın olgunluk yaşını ifade etmesidir. Hz. İsa 33 yaş gibi oldukça erken bir yaşta ref edildiğinden, o henüz olgunluk döneminde konuşacağı şeyleri konuşmamıştır. Bu dönemdeki konuşacağı şeyleri ancak semadan indikten sonra konuşacaktır. Nitekim Kurtubî, "kehl" halinde insanlarla konuşmasını, semadan indirildiğinde konuşacağı şeklinde yorumlar ve der ki: "Hz. İsa 33 yaşındaki bir kıvamda indirilecek ve, ?Ey insanlar ben Allah'ın kuluyum!? diyecektir."1 Büyük Müfessir Ebussuud Efendi , Hz. İsa?nın yeryüzüne nüzûlünden sonra konuşacak olmasıdır,2 demektedir. diyor

Âyetten anlaşıldığı üzere Hz. İsa beşikteyken annesinin iffetini dile getirmiş, bununla hem bir peygamber olacağının işareti verilmiş, hem de insanların iftiralarından dolayı son derece zor bir durumda kalan ve zahiri sebeplerle ispat edilmesi oldukça zor görünen annesi Hz. Meryem kurtarılmıştır. İkinci konuşması da birinci kadar önemli olan bir konuşma olacaktır. İhtimaldir ki, kendisine yanlış bir şekilde inanan, onu ilah makamına yerleştiren büyük bir kesime işin gerçeğini anlatmak için konuşacak, bununla hem Muhammedî (s.a.s.) hakikatten uzak o gönülleri asıl mecrasına yönlendirmiş hem de mü?minlerin manevî yönlerini takviye etmiş olacaktır.

Konuyla ilgili yukarıya aldığımız ikinci ayette ise, "Doğrusu Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). Ehl-i Kitaptan hiç kimse yoktur ki ölmeden ona inanacak olmasın. Kıyamet günü gelince de o, onların aleyhinde şahitlik edecektir." (Nisâ sûresi, 158-159) buyurulmaktadır.

Bu âyette Yüce yaratıcı, Hz. İsa?yı öldürmek isteyen kimselerden kurtararak kendi katına yükselttiğini, zira böyle bir şeye gücünün yettiğini bildiriyor. Böyle bir icraatında değişik hikmetler olduğuna işaret etmek için de hikmetini ifade eden Hakîm ismini zikrediyor. Hemen arkasından da, semaya çekilmenin bir devamı niteliğinde olan, yeniden yeryüzüne dönüşünü, bu dönüşte Ehl-i Kitaptan kimselerin kendisine hakiki anlamda inanacaklarını bildiriyor. Âyetin sonunda da kıyamette onlara şahitlik yapmasına vurgu yapılıyor. Görüldüğü üzere âyet üç farklı gerçeği belirtiyor ki, bunlar gökyüzüne çekilme, oradan yeniden yeryüzüne dönüş ve Ehl-i Kitabın inanması ve kıyamette şahitlikte bulunma.

İbn Abbas, Ebû Mâlik, Hasan Basrî ve Katâde?ye göre, Hz. İsa, Deccal?ı öldürmek için kıyamete yakın bir zamanda indiğinde, Ehl-i Kitap onu tasdik edecek, böylece bütün dinler tek bir din haline gelecek ve o da İbrahim dini olan İslâm olacaktır.

Taberî âyetteki bu cümleyi şöyle tefsir etmektedir: "Hz. İsa ölmeden önce, Ehl-i Kitaptan olan herkes ona iman edecektir ve bu husus sadece onlara mahsustur. Bununla da Hz. İsa?dan sonraki zamanlar değil, yalnızca onunla aynı dönemde yaşayanlar kastedilmiştir. İşte bu da, Hz. İsa indikten sonra olacaktır." Daha sonra da Taberî, bu görüşünü şu hadisle desteklemektedir:

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Peygamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler; dinleri de birdir.

Ben, Meryem oğlu İsa?ya insanların en yakınıyım. Zira benimle onun arasında başka bir peygamber yoktur. Şüphesiz o gelecektir. Onu gördüğünüzde tanıyın. O, beyaz-kırmızı arası bir renkte olup saçları kıvırcıktır. Başına ıslaklık değmese de saçlarından adeta damlalar akmaktadır. Üzerinde hafif kırmızıya çalar iki elbise vardır. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, mal çoğalacaktır. İnsanları İslâm?a çağırmak için savaşacak, Allah, onun zamanında İslâm hariç bütün dinleri ortadan kaldıracaktır. Yine Allah onun zamanında Deccal?ın dalaletini ve şerrini yok eder. Onun zamanında bütün bir yeryüzünde emniyet gelir.

Aslanlarla develer, kaplanlarla sığırlar, kurtlarla koyunlar, çocuklarla yılanlar birlikte oynar, ancak birbirlerine zarar vermezler. Sonra da yeryüzünde kırk yıl yaşar. Vefat edince cenaze namazını Müslümanlar kılar."


süküt et
Yasaklı
04 Şubat 2009 17:44

Tefsir sahasında bir otorite olarak kabul edilen İbn Ebî Hâtim de, bundan maksadın Hz. İsa ölmeden önce olduğunu, zira Cenâb-ı Hakk?ın onu kendi katına aldığını, kıyamet kopmadan önce tekrar göndereceğini ve herkesin ona inanacağını belirtir. Keza aynı zamanda Ebû Hureyre, Mücahid, Hasan Basrî ve Katâde?nin de bu görüşte olduklarını söyler.

İmam Maturîdî de, bu âyette kastedilenin Hz. İsa semadan inip de henüz ölmeden, Ehl-i Kitaptan herkesin ona iman edeceğini söyleyerek, bu görüşün de Hasan Basrî?ye ait olduğunu belirtir. Daha sonra konuyla ilgili olarak şu rivayeti aktarır:

Cenâb-ı Hak, Deccal çıktığı zaman Hz. İsa?yı gönderdiğinde, Ehl-i Kitaptan arkada kalanlar ona iman eder. Öyle ki hiçbir Yahudi ve Hıristiyan kalmaz ki, Müslüman olmasın.

Âyetteki: "Ehl-i Kitaptan herkes ölmeden önce ona inanacak" şeklindeki ifadeyi bazı müfessirlerin, Ehl-i Kitabın Resûlullah (s.a.s.)?e inanmaları şeklinde yorumladıklarını görsek de, böyle bir yorum âyetin siyak-sibakıyla uygunluk arzetmemektedir. Zira bu âyette Hz. Peygamber?den (s.a.s.) bahsedilmeyip konunun merkezinde Hz. İsa ve Hz. Meryem vardır. Dolayısıyla buradaki zamirden maksat Hz. İsa?dır.

Buna göre Hıristiyanlar Hz. İsa?nın bir ilah olmayıp ancak Allah Teâlâ?nın bir kulu ve elçisi olduğuna inanacaklar; Yahudiler de Hz. İsa?nın peygamberliğini kabul edeceklerdir.

Konuyla ilgili olan üçüncü âyet ise şudur:

"Hayır, o bir tanrı değil, nimetimize mazhar ettiğimiz ve İsrailoğulları için bir örnek yaptığımız bir has kulumuzdu. Şayet yapmak isteseydik, sizin yerinize geçmek üzere melekler yaratırdık. Ama bu, Allah?ın hikmetine aykırıdır. Gerçekten o, kıyamet için bir bilgidir. Artık siz, o saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin de Bana tâbi olun. Doğru yol budur." (Zuhruf sûresi, 59-61)

Bu âyette ise, Hz. İsa başka değil ancak bir kuldur. İsrailoğulları için her hususta bir örnektir. Onun âhirzamanda nüzûlü ise kıyametin alametlerinden biridir. Dolayısıyla onun hakkında yanlış birtakım inançlara gidilmemelidir, gibi hususlara vurgu yapılmıştır.

Buradaki meselelerden konumuzla ilgili olarak üzerinde duracağımız husus, onun nüzûlünün, kıyametin alametlerinden birisi olduğudur. Hemen şunu belirtelim ki, buradaki zamirden kastedilenin kimliğiyle ilgili farklı mütalaalar olmasına karşın, en fazla kabul edilen ve âyetin siyak-sibakıyla da uygunluk arzeden anlam, maksadın Hz. İsa olmasıdır. Evet, Hz. İsa?nın nüzûlü, kıyametin geldiğinin alametidir. Zira onun nüzûlü, kıyametin kopma şartlarındandır. Yeryüzüne nüzûlü, dünyanın bittiğinin ve kıyametin geldiğinin delilidir. Taberî; İbn Abbas, Mücâhid, Hasan Basrî, Dahhâk, Katâde ve İbn Zeyd?in de aynı görüşte olduklarını belirtir.

Mâturîdî Ekolü'nün kurucusu büyük İmam Ebû Mansûr el-Mâturîdî de, "Bu konuda değişik görüşler vardır." dedikten sonra, ilk görüş olarak, maksadın Hz. İsa olduğunu, buna göre de Hz. İsa?nın semadan ineceğini, inmesinin kıyametin alameti olacağını belirtir ve der ki: "Buna göre âyetin kendinden önceki âyetlerle irtibatı vardır. bu ayetlerin anlamı onu insanlar için âyet ve delil kıldık." demektir.

Dirayet tefsirinin imamlarından kabul edilen Râzî de, âyetteki zamirden maksadın Hz. İsa olduğunu belirttikten sonra, onun kıyamet için bir bilgi olduğunu, yani kendisiyle kıyametin bilindiği alametlerden bir alamet olduğunu vurgulamış, Hz. İsa?nın ilim olarak vasıflandırılmasını da, "Kendisiyle bilgi meydana geldiği için, bir şeye delalet eden şart, ilim olarak isimlendirilmiştir." şeklinde izah etmiştir.

Râzî, "ilim" kelimesiyle ilgili farklı kıraatlerin de olduğunu bildirerek, Hz. İsa?nın nüzûlünün, kıyametin alametlerinden olduğunu hadisten de delil getirerek vurgulamıştır. Râzî?nin konuyu delillendirmek için zikrettiği hadisin meali şöyledir:

"Hz. İsa, elinde mızrağı olduğu halde, Kudüs?teki Efik adındaki tepeye iner. Kılıcı ile Deccal?ı öldürür. Sonra sabah namazında imamın namaz kıldırdığı bir vakitte Beyt-i Makdis?e gelir. Onun geldiğini gören ve namazda cemaate imam olan kimse geriye çekilir. Hz. İsa onu yine ileriye sürer ve o imamın arkasında Hz. Muhammed?in (s.a.s.) dinine göre namaz kılar. Daha sonra domuzları öldürür, haçı kırar, havra ve kiliseleri yıkar ve kendisine inananlar hariç Hıristiyanları da öldürür."

Ülkemizde yetişen büyük sîmalardan biri olan Elmalılı Hamdi Yazır da, bu âyeti şöyle yorumlamaktadır: Muhakkak ki o, saat (kıyamet) için bir ilimdir de, saatin/kıyametin geleceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil, bir alâmettir. Çünkü İsa?nın gerek ortaya çıkışı gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibarıyla, kıyametin meydana geleceğine bir delil olduğu gibi, hadiste haber verildiğine göre, nüzûlü de Kıyametin alametlerindendir.

Ayrıca İbn Abbas, Dahhak ve Katade gibi tefsirde otorite şahsiyetler bu kelimedeki "ayın" harfini fethalı olarak "âlem" okumaktadırlar ki, bu da âyetten maksadın Hz. İsa?nın kıyametin bir alameti olduğunu açıkça göstermektedir.

Her üç âyetten de anlaşıldığı üzere Hz. İsa?nın kıyamete yakın bir zamanda yeniden yeryüzüne geleceği, Ehl-i Kitabın kendisine inanacağı ve onun kıyametin alametlerinden biri olacağı hususları açıkça belirtilmiştir. Ayrıca bu âyetlerin dışında mütevatir derecesine varan bir kuvvette hadisler de bu konuyu desteklemektedir. İlk dönemden itibaren de Müslümanlar arasında kabul görmüş bir konudur. Ayrıca İncillerde de onun yeryüzüne yeniden geleceği, hatta bir kısım kimselerin onun adını kullanarak kendilerinin Mesih olduklarını iddia edecekleri gibi hususlarla ilgili bol miktarda pasajlar bulunmaktadır. Bunlardan birisi şöyledir:

"Bazı kişiler tapınağın nasıl güzel taşlar ve adaklarla süslenmiş olduğundan söz edince İsa, ?Burada gördüklerinize gelince, öyle günler gelecek ki, taş üstünde taş kalmayacak, hepsi yıkılacak!? dedi. Onlar da, ?Peki, öğretmenimiz, bu dediklerin ne zaman olacak? Bunların gerçekleşmek üzere olduğunu gösteren belirti ne olacak?? diye sordular. İsa, ?Sakın sizi saptırmasınlar.? dedi. ?Birçokları, 'Ben oyum.' ve 'Zaman yaklaştı.' diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin. Savaş ve isyan haberleri duyunca telaşlanmayın. Önce bunların olması gerek, ama son hemen gelmeyecek.? Sonra onlara şöyle dedi: ?Ulus ulusa, devlet devlete savaş açacak. Şiddetli depremler, yer yer kıtlıklar ve salgın hastalıklar, korkunç olaylar ve gökte olağanüstü belirtiler olacak."

Bu kadar delile rağmen bir kısım kimselerin bu konuya inanmaması ve sebep olarak da, "Resûlullah (s.a.s.) son peygamberdir, ondan sonra peygamber gelmeyecektir, bu inanç başka dinlerden geçmiştir ve böyle bir Hz. İsa beklentisi insanları tembelliğe iter." şeklindeki düşüncelerin haklı bir gerekçesi de yoktur. Zira Hz. İsa?nın nüzûlüne inanma, Resûlullâh'ın (s.a.s.) peygamberliğinden sonra yeni bir peygamber şeklinde gelmesi değil, aksine Hz. Muhammed?in (s.a.s.) diniyle amel etmesi şeklindedir. Zaten değişik hadislerde de Müslümanlara namaz kılarken imamlık bile yapmayacağı, onun da İslâm ümmetinden bir fert olarak Müslümanların o günkü emirine uyacağı bildirilmektedir.13 Böyle bir inancın başka dinlerde de olduğu meselesine gelince bu da doğru bir yaklaşım değildir. Zira İslâm?daki bir konunun başka dinlerde olması, onun yanlışlığının değil, aksine doğruluğunun delilidir. Çünkü İslâm, kendinden önceki dinlerin bir anlamda özü, bir anlamda da tahrif edilen yönlerinin musahhihidir. Nice İslâmî prensip vardır ki, bunlar bütün dinlerde de vardır. Mesela namaz, oruç gibi İslâm?ın temel şartları bütün dinlerde vardır. Ama hiçbir zaman çıkıp da: "Bunlar başka dinlerde de vardır, dolayısıyla bunlar doğru değildir." demiyoruz. Böyle bir inancın insanları tembellik ve ümitsizliğe atması bahanesine gelince bu da doğru değildir. Tam aksine böyle bir düşünce, insanların ümitsizlik ve tembellik hasletinden uzaklaşmalarına vesile olur. Özellikle günümüzde ezilmiş, hor ve hakir görülmüş, ülkeleri işgale uğramış, dolayısıyla ümit ve azim adına hiçbir şeyi kalmamış toplumlar, hiç yıkılmayacak, azim ve ümidini kaybetmeyecek ve sürekli yükselme ve kazanmanın mücadelesini vereceklerdir.

Şimdi de, konuya temelde şimdiye kadarki İslâm âlimleriyle aynı paralelde bakan, ancak Hz. İsa?nın nüzul keyfiyetini farklı ve oldukça orijinal bir şekilde yorumlayan Bediüzzaman Hazretleri?nin ifadelerine bakalım. Bediüzzaman, eserlerinin değişik yerlerinde Hz. İsa?nın ahirzamanda geleceğini, kendisine ait fonksiyonu eda edeceğini, ancak bu gelişinin iki farklı şekilde olabileceğini ele alır. Ona göre bu geliş, maddî olarak bizzat vücuduyla gelmesi şeklinde olabileceği gibi, âyet ve hadislerde anlatılan ifadelerin yorumu olarak ahirzamanda Hıristiyanlığın tasaffisi şeklinde olabilecektir. Konuyu kendi ifadeleriyle ele alacak olursak, konunun farklı yerlerdeki ele alınışı şöyledir:

Âhirzamanda Hazreti İsa (aleyhisselâm) deccalı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Hâlbuki rivâyetlerde gelmiştir ki: "Yeryüzünde ?Allah Allah? diyenler bulundukça kıyâmet kopmaz." Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl umumiyetle küfre giderler?

Elcevap: Hadis-i sahihte rivâyet edilen: "Hazreti İsa?nın (aleyhisselâm) geleceğini ve Şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, deccalı öldüreceğini" imanı zayıf olanlar istib?ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse hiç istib?ad yeri kalmaz. Şöyle ki:

O hadisin ve Süfyan ve Mehdî hakkındaki hadislerin ifade ettikleri mana budur ki:

Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında, Risalet-i Ahmediye?yi (aleyhissalâtü vesselâm) inkâr edecek Süfyan nâmında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, Şeriat-ı İslâmiye?nin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevî?nin silsile-i nuraniyesine bağlanan, ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek Âl-i Beyt?ten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nurâni, o Süfyan?ın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkâneyi öldürüp dağıtacaktır.


süküt et
Yasaklı
04 Şubat 2009 17:46

İkinci cereyan ise: Tabîiyyûn, maddiyyûn felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vâsıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûnâ hâkimiyet verir. Öyle de, Allah?ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rubûbiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisâtı nev?inden müthiş harikalara mazhar olan deccal ise; daha ileri gidip, cebbârâne sûrî hükûmetini bir nevi rubûbiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlup olan ve bir sineğin kanadını bile îcad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu mâlûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazreti İsa?nın (aleyhisselâm) şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî Îsevîlik Dini zuhur edecek, yani rahmet-i ilâhiyenin semâsından nüzûl edecek.. hâl-i hazır Hıristiyanlık Dini o hakikate karşı tasaffî edecek, hurâfâttan ve tahrifâttan sıyrılacak.. hakâik-i İslâmiye ile birleşecek; mânen, Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyet?e inkılâb edecektir. Ve Kur?ân?a iktida ederek, o Îsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet, metbû makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlup olan Îsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semâvâtta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa (aleyhisselâm), o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık, bir Kadîr-i külli şey?in vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır.. madem Kadîr-i külli şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.

Evet, her vakit semâvâttan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz?eden (Hazreti Cibril?in "Dıhye" suretine girmesi gibi).. ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren.. hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misâliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazreti İsa?yı (aleyhisselâm), İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-yı dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazreti İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm?in hikmetinden uzak değil? Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş.. ve vaad ettiği için elbette gönderecek.

Hazreti İsa (aleyhisselâm) geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır?

İşte, Îsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyet?e inkılâb etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyâmet kopmasına yakın, tekrar bir dinsizlik cereyanı başgösterir, galebe eder ve "el-hukmü lil-ekser" kaidesince, yeryüzünde "Allah, Allah" diyecek kalmayacak. Yani ehemmiyetli bir cemaat, küre-i arzda mühim bir mevkiye sahip olacak bir surette "Allah, Allah" denilmeyecek demektir. Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlup düşen ehl-i hak, kıyâmete kadar bâki kalacak. Yalnız, kıyâmetin kopacağı anında, kıyâmetin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyâmet kâfirlerin başına kopacaktır.14 Kesin ve sahih rivayette var ki, "İsa Aleyhisselâm Büyük Deccalı öldürür."

Görüldüğü üzere Bediüzzaman Hazretleri, konuya farklı bir yorum getirmiş, meseleyi iki yönlü olarak ele almış ve Hz. İsa?nın nüzûl keyfiyetini iki şekilde olabileceğini belirtmiştir. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi de bu meseleyi şu şekilde izah etmektedir:

"Aslında Hz. Mesih?in nüzûlü, Mesihiyet şeklinde değil, Mehdilik ve Muhammedîlik şeklinde olacaktır, denilebilir. Böyle bir gerçeğin tahakkuk keyfiyeti ne şekilde olursa olsun, bence mühim olan her Müslüman?ın Kur?ân?ın ruh ve mânâsını ârızasız temsil edip her zaman bu "menheli?l-azbi?l-mevrûd=tatlı su kaynağı"nın başında durup o temiz, o pak, o nezih kaynaktan yararlanıp ve başkalarını da yararlandırmaktır. Bir diğer önemli husus da, bütün bunları belli şahıslara bağlama yerine, konuyu bir şahs-ı mânevî konusu olarak değerlendirmektir. Yine de bu mesele, çok münakaşası yapılacak bir meseledir. Zira bu konuda öteden beri sevâd-ı azam?ın kabul ettiği esaslar var. Bu esaslar çiğnendiğinde, ciddî iftiraklar doğabilir. Zaten Üstad da, belki elli yerde bu nüzûl ve temsili anlatmış ve ancak onu nûr-u firâsetle bakanlar sezebilir demiştir. O halde, bütün bunları nazar-ı itibara alarak, ahirzamanda Hz. Mesih?in gökten inmesini intizar etmenin bizim vazifemiz olmadığını ifade edebiliriz.

Hıristiyan âleminin İslâm?a iktidâ etmesi meselesine gelince; Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) âhirzamanda yeryüzünü işgal edecek insanların fizyonomilerini çizip resmederken, daha ziyade bazı Uzak Doğu insanlarını âdeta resm ve tarif etmektedir. Bu tariflerde daha çok ablak suratlı, kalkık çeneli, elmacık kemikleri dışarıya çıkık, burunları basık, gözleri çukur insanlar nazara çarpmaktadır. Ayrıca yine bu hadislerde Hz. Mesih ve Mehdi?nin ortaya çıkması ve Hıristiyanlarla Müslümanların bir bütün olarak hareket etmesi de, yeryüzünün bu insanlar tarafından işgal edildiği zamana rastlayacağı vurgulanmaktadır.

Bu hadisle ilgili yorumlarda, Hıristiyanlığın iktidâsının, tamamen İslâmiyet?e dehalet şeklinde olabileceği gibi, içinde bulundukları karışık, bulanık ve kaoslu bir ortamdan sıyrılıp, ıstıfâ (saflaşıp) edip tekrar Hz. Mesih çizgisine gelmeleri şeklinde de olabileceği akıldan uzak değildir. O halde onlar, ihtimal tam mânâsıyla Şeriat-ı İslâmiye?yi benimsemeyecekler ama başları sıkıştığı an Müslümanların vesâyetini kabul edecek ya da günümüzde bazı bölgelerde olduğu gibi, gelip toplu halde Müslümanlığa gireceklerdir. Dolayısıyla, bu birlik ve beraberliği sadece ahir zamanda dünyanın işgal edildiği âna has kılmak yanlış olur. Zira günümüzde de, aynı tür vifak ve ittifak, cüz?î ölçüde de olsa var sayılabilir. Nitekim biz bunu, Komünizm?in yıkılacağı âna kadar belli ölçüde yaşadık; Hıristiyanlıkta sabit kalanlarla bir araya gelerek, inkar-ı Ulûhiyet?e, ateizme karşı bir pakt kurduk. Gelecekte de daha değişik tehlikelere karşı, başka birleşmeler de söz konusu olabilir."

Dipnotlar

1. Kurtubî, el-Camiu liahkami?l-Kur?ân, 4/90-91.

2. Ebus?Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmâdî, İrşâdu?l-Akli?s-Selîm, Dâr?ul-Mushaf, Kâhire ts. 2/37.

3.Taberî, Câmiu?l-Beyan, 6/24-31.

4.Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/406, 437; Hâkim, Müstedrek, 2/595.

5.İbn Ebî Hâtim, Tefsiru?l-Kur?âni?l-azîm, 4/1112-1114.

6.Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te?vîlâtu Ehli?s-Sünne, Tire Necip Paşa Kütüphanesi, 1/Varak 231.

7.Taberî, a.g.e., 25/117.

8.Mâturîdî, a.g.e., 3/Varak 971-972.

9.Râzî, Mefatihu?l-ğayb, 27/191.

10.Râzî, a.g.e., 27/191.

11.Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul ts. 7/57-58.

12.Luka 21/6-10. Ayrıca bkz.: Matta 24/3-51, 25/31-46; Markos 13/3-36...

13.Bkz.: Müslim, İman 71.

14.Mektubat, 15. Mektup, Şahdamar Yay., s.57-60. Bu makalede sadece Kur'ân-ı Kerîm?de meselenin ele alınışı işlenmiştir. Daha geniş bilgi için bkz: Kuzu, Selman, Mehdi, Deccal, Mesih, Merkür Yay., İstanbul 2001; Sarıtoprak, Zeki, İslâm İnancında Nüzûl-u İsa Meselesi, Nil Yay., İzmir 1996.

15.Tirmizi, Fiten 62; Ebû Dâvud, Melâhim 14; Müsned, 3/420, 4:226; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4/529-530.

16.Gülen, M. Fethullah, Prizma 4/198-199.


süküt et
Yasaklı
04 Şubat 2009 18:41

BURDA GÜLÜMSE BURDA.

HIRSINDAN BAŞLIKLARIDA GÖREMİYORSUN


gülümse:)))
Kapalı
04 Şubat 2009 18:47

hırsla ne alakası var yahu.. içinde mesih geçmiyor ben ne edeyim Allah Allah..


süküt et
Yasaklı
04 Şubat 2009 18:49

:))


süküt et
Yasaklı
04 Şubat 2009 20:53

imran duygusal konuşma.

hadi hadislere uydurma diyosun ayetlerede diyecek bişeyin yok herhal.

hadi bir oku bakalım


süküt et
Yasaklı
05 Şubat 2009 18:51

GNCL


süküt et
Yasaklı
05 Şubat 2009 21:44

3. Zuhruf Sûresi, 59-61.

"Hayır, o bir tanrı değil, nimetimize mazhar ettiğimiz ve İsrailoğulları için bir örnek yaptığımız bir has kulumuzdu. Şayet yapmak isteseydik, sizin yerinize geçmek üzere melekler yaratırdık. Ama bu, Allah?ın hikmetine aykırıdır. Gerçekten o, kıyamet için bir beyandır. Artık siz, o saatin geleceğinden hiç şüphe etmeyin de Bana tâbi olun. Doğru yol budur."


süküt et
Yasaklı
08 Şubat 2009 12:38

1. Âl-i İmrân Sûresi, 46.

"Gün geldi, melekler ona: 'Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor. Adı İsa, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur. Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah?a en yakın kullardan olacaktır. Beşiğinde de, yetişkinliğinde de insanlara hitap edip onlarla konuşacak, salih insanlardan olacaktır.' dediler."


süküt et
Yasaklı
11 Şubat 2009 20:46

ewewt kur anı kerimde dedim.


süküt et
Yasaklı
20 Şubat 2009 16:07

GÜNCEL


süküt et
Yasaklı
20 Şubat 2009 16:12

Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı "şahsı manevi" kavramı konusundaki yanlış anlaşılmaya açıklık kazandıran izahlara pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunlardan sadece birkaç tanesi bile, Hz. İsa'nın ve Hz. Mehdi'nin ahir zamanda beraberlerindeki mümin topluluklarının şahsı manevisi ile birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin anlaşılması için yeterlidir.

Hz. İsa Yeryüzüne İkinci Gelişi Konusundaki Şahsi Manevi Yanılgısı Kuran ayetlerinde Hz. İsa'nın ölmediği ancak Allah Katına alındığı haber verilmekte ve çeşitli alametlerle yeryüzüne yeniden döneceği bildirilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) ise, Hz. İsa'nın dünyanın son dönemlerinde mucizevi bir biçimde yeryüzüne döneceğini, Hıristiyanları ve Müslümanları ortak bir din ve ahlakta, İslam dini üzerinde birleştirerek yeryüzüne barış, adalet ve mutluluk getireceğini hadislerinde çok detaylı olarak haber vermiştir. Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde yer alan bu açıklamalar ve işaretler hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık ve detaylıdır.

Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusu Bediüzzaman Said Nursi'nin de eserlerinde sık sık vurguladığı bir konudur. Ancak Bediüzzaman'ın bu konuyu anlatırken kullandığı "şahsı manevi" kavramı günümüzde gerçek anlamından farklı bir şekilde anlaşılabilmekte ve yanlış yorumlanabilmektedir. Oysa Bediüzzaman'ın Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olarak değil bir şahıs olarak yeryüzüne ikinci kez geleceği ve Hz. Mehdi ile birlikte tüm yeryüzüne barış ve huzuru hakim kılacağına dair açıklamaları son derece açıktır.

Her peygamberin ve elçinin çevresinde onun maneviyatının tecellisi olan bir şahsı manevi oluşur. O elçiye tabi olan, onu örnek alan, onun tebliğini izleyenlerin oluşturduğu bir kitle ve hareket de, onun şahsı manevisini oluşturur. Ancak şu çok açıktır ki bir şahıs olmadan onun şahsı manevisinden de söz edebilmek mümkün değildir. Her mümin topluluğunun bir önderi olduğu Kuran'da bildirilen Allah'ın bir adetullahıdır. Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi de şahsı manevi terimini kullanırken Kuran'ın adetullahında olduğu şekilde kullanmıştır.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de kendi talebeleri ve eserleri için de şahsı manevi tabirini kullanırken, bu şahsı manevinin başında yine kendisi bulunmaktadır. Risale-i Nur'un şahsı manevisine, eserler ile onu takip eden talebeler de dahildir, ama nur hareketinin önderi Bediüzzaman da bu ifadeden ayrı tutulamaz.

Hz. İsa da yeryüzüne tekrar geldiğinde, yine ona yakın kişilerden oluşan bir cemaati olacak, başlarında da Hz. İsa olacaktır. Şahıs olmadan şahsı manevisi olması tüm diğer elçilerde olduğu gibi, Hz. İsa için de söz konusu değildir. Nitekim aşağıda yer alan Bediüzzaman'ın sözlerinde, bu konunun hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.

1-... Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı öldürür... (Mektubat, sf. 6)

Bediüzzaman, bu sözünde İsevilik şahsı manevisinin ne olduğunu açıklamaktadır. Bu izahlarından anlaşıldığı gibi, şahsı manevilik şahsı maneviyi temsil etmemektedir. Buradan şu iki sorunun cevabı çok açık olarak anlaşılmaktadır:

İsevilik şahsı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir? Hz. İsa. Hz. İsa kimi temsil ediyor? İsevilik şahsı manevisini.

Bu soruların cevapları da Bediüzzaman'ın Hz. İsa'dan ve şahsı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

2-...ancak hârika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) bir zât olabilir ki: O zât, en ziyade alâkadar ve ekser (birçok) insanların peygamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dır..... (Şualar, sf. 463)

Bediüzzaman'ın bu açıklamasında Hz. İsa için bir zat ifadesi kullanılıyor; İki veya üç değil. Sonra da o zat diye devam edilerek burada bahsedilenin bir şahsı manevi değil, bir şahıs olarak gelecek olan Hz. İsa olduğu tekrar vurgulanıyor. Görüldüğü gibi tüm bunlar hep "tekil" ifadelerdir; ve tümünde de "tek bir şahıstan" bahsedilmektedir, şahsı maneviden değil.

Said Nursi burada ayrıca Deccal'in yaptıklarını ortadan kaldırabilecek mucize sahibi bir kişinin gerekliliğinden bahsediyor. Bu, mucize gösterebilecek tek kişinin de Hz. İsa olduğunu söylüyor. Bir şahsı manevinin mucize göstermesi mümkün olmayacağı için burada da yine bir zat olarak Hz. İsa dan bahsedildiği çok açıktır.

3- ... âlem-i semavatta (gökler aleminde) cism-i beşerîsiyle (insani cismiyle) bulunan şahs-ı Îsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına geçeceğini.... (Mektubat, sf. 60)

Üstad bu sözünde gök aleminde insani bedeni ile bulunan Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden geleceğini ve hak dinin başına geçeceğini söylemiştir. Bediüzzaman'ın burada bir şahsı maneviden bahsetmediği, bir şahıs ifadesi kullandığı net olarak anlaşılmaktadır. Çünkü "madde olarak varlığı olan bir kişi"den bahsettiği, "insan" anlamına gelen "beşer" kelimesinden kolaylıkla anlaşılabilmektedir.

4-...bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın riyaseti (liderliği) altında öldürecek... (Mektubat, sf. 441)

Üstad bu sözünde de Deccal'in sistemine karşı Hz. İsa'nın liderliğinde bir grup Müslümanın mücadelede bulunacağını bildirmiş; Hz. İsa'dan ayrı, cemaatinden ayrı bahsetmiştir.

5-.... İsa Aleyhisselâm'ı nur-u îman (imanın ışığı) ile tanıyan ve tâbi' olan cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin (ruhani mücahidler cemaatinin) kemmiyeti (sayısı).... (Şualar, sf. 464)

Hz. İsa'nın yine imanın nuru ile tanınacağından bahsetmiştir. Bu da onun bir şahsı manevi değil, Hz. İsa'nın zatını kastettiğini göstermektedir.

Ayrıca burada da yine yukarıdaki sözünde olduğu gibi, bir şahsa yani Hz İsa'nın zatına tabi olacak olan bir cemaatten ve Hz. İsa'dan ayrı ayrı bahsedilerek bu konuya açıklık getirilmektedir.

Hattâ "Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder, tâbi' olur." diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye) ve hakikat-ı Kur'aniyenin metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına, tabi olunmasına) ve hâkimiyetine işaret eder. (Şualar, sf. 587)

Bediüzzaman'ın bu sözünde Hz. İsa'nın Hz. Mehdi ile birlikte namaz kılacağı anlatılıyor. Pek çok sahih hadiste de yer alan bu ifade, Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını ve bizzat dünyevi bedenleri ile müminlerin başında bulunacaklarını göstermektedir. Bu izah da yine Mehdi'nin ve Hz. İsa'nın birer şahsı manevi değil birer kişi olarak zuhur edeceklerini açıklayan bir başka delildir. Hz. İsa, yeryüzüne önceki gelişinde de namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah'ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran'da bu konu şöyle bildirilir:

"(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti." (Meryem Suresi, 30-31)

Ahir Zamanda Gelecek Olan Hz. Mehdi Bir Şahsı Manevi Değildir

Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda gönderileceği müjdelenmiş olan, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek çok mübarek ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı yüzyıllardır İslam ümmeti tarafından beklenen müjdeli bir olaydır. Nitekim rivayetlerde Hz. Mehdi'nin çıkış alameti olarak bildirilen olayların pek çoğunun ardıardına gerçekleşmesi, bu zuhurun yakın olduğunun açık bir göstergesidir. Peygamber Efendimiz (sav)'in çok sayıdaki hadisinde, ismiyle, vasıflarıyla ve yapacağı işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen Hz. Mehdi'nin geleceğine dair Kuran ayetlerinde de işari anlamlarda çeşitli müjdeler vardır. Tüm bu bilgiler dikkatlice incelendiğinde Mehdiyet konusunun tartışmaya yer bırakmayacak derecede kesinlik gösterdiği akıl ve vicdan sahibi her insan tarafından kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi'nin açıklamaları da, Kuran'da yer alan işaretler ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle aynı doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı "şahsı manevi" kavramı konusundaki yanlış anlaşılma Hz. Mehdi için de söz konusudur. Rivayetlerden ve İslam alimlerinin izahlarından Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmayacağı, fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine kadar detaylı olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı, açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. Mehdi'nin de kendisinden önceki tüm elçiler gibi bir şahsı manevisi olacaktır. Hatta rivayetlerde bu şahsı manevinin bütün yeryüzünü kaplayacağı bildirilmiştir. Fakat Hz. Mehdi'nin kendisi de bizzat işin başında olacaktır. Dolayısıyla Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi de ona tabi olanlarla birlikte başlarında imam olarak kendisidir. Nitekim Bediüzzaman'ın yazılarında da bu konuyu net olarak açıklayan birçok izah bulunmaktadır. Bediüzzaman'ın aşağıda yer alan sözlerinde Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi değil, bir zatı temsil ettiğine dair açıklamaları, hiçbir ihtilafa yer vermeyecek kadar açık ve nettir.

Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi için kullandığı "o zat" ya da "o şahıs" gibi ifadeler, "şahsı manevi" kavramı konusundaki yanlış anlaşılmalara açıklık getirmektedir.

1- Hem de o eşhasın (o şahısların) şahs-ı manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi (fevkalade eserleri, izleri) o eşhasın (şahısların) zâtlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı hârika (harika şahıslar yani Hz İsa ve Hz. Mehdi) çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. (Sözler, sf. 343-344)

2-Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine (Peygamberimizin nurani soyuna) bağlanan, ehl-i velayet (velilerin) ve ehl-i kemalin (kamil iman sahiplerinin) başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî (nurlu bir şahıs), o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi (münafıklık akımını) öldürüp dağıtacaktır... (Mektubat, sf. 56-57)

3- ...Âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten (Peygamberimizin soyundan) olacak. (Şualar, sf. 442)

4- ...O zât, o taifenin uzun tedkikatı (o topluluğun u-zun araştırmaları, incelemeleri) ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir (öğrencilerdir). Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lâhikası-1, sf. 266-267)

Bediüzzaman bu sözünde "o zat" diyerek hitap ettiği Hz. Mehdi'den ayrı, cemaatinden ayrı olarak söz etmiştir.

5- ...Ben de onlara demiştim:"Ben, kendimi seyyid (Peygamberimiz'in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten (Peygamberimiz'in ailesinden) olacaktır. (Emirdağ Lâhikası-1, sf. 267)

6-O ileride gelecek acib bir şahsın (şaşılan ve hayret uyandıran şahsın) bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, sf. 162)

Bediüzzamanın bu izahları, Mehdi'nin bir şahsı manevi değil, bir kişi olduğunun bir delilini oluşturmaktadır. Bediüzzaman buradaki "acib bir şahıs" ifadesiyle Mehdi'nin bir şahıs olduğunu açıkça belirtmektedir.

Ayrıca Üstad, Mehdi'nin "kumandanlık vasfına" da dikkat çekmektedir. Bir şahsı manevinin kumandanlık sıfatı taşıması söz konusu değildir.

Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu büyük görevde kendisinin de "bu acib şahsın" hizmetkarı olabileceğini ifade ederken Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu tekrar vurgulamaktadır.

7-Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid (içtihad eden büyük İslam alimi), hem en büyük bir müceddid (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid (doğru yolu gösteren kişi), hem kutb-u a'zam (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden (Peygamberimizin soyundan) olacaktır. (Mektubat, sf. 411, 412, 441)

... bir müçtehid

... bir müceddid

... hâkim

... mehdi

... mürşid

... kutb-u a'zam

... bir zât-ı nuranî

Bediüzzamanın bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi tek kişiye ait olacak özelliklerdir. Ayrıca Üstad Hz. Mehdi'nin bir zat-ı nurani olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir zat-ı nuraniden" değil, "şahsı manevi-i nuraniden" bahsederdi. Ayrıca burada kullanılan "bir" kelimesi bu konuyu açıklamaktadır. "Zat" ise zaten yine birlik ifade eden bir kelimedir. Açıkça "bir zat" ifadesi kullanılmıştır; "iki" ya da "birileri" denmemiştir.

Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi ve cemaatinin şahsı manevisinden "ve" ifadesini kullanarak iki ayrı kavram olarak bahsetmesi, bu konuya açıklık getiren bir başka delildir.

8- Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, yâni Mehdi ve şâkirdleri (öğrencileri), Cenâb-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar sünbüllenir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sf. 172) (Kastamonu Lahikası, sf. 72)

Bediüzzaman burada da Hz. Mehdi ve şahsı manevinin ayrı kavramlar olduğunu açıkça ifade etmektedir. Hz. Mehdi ve şakirtleri olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir; Hz. Mehdi'nin zatı ve şakirtleri. Buradaki "ve" kelimesi bu konuya açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ikisinin biraraya gelmesinden Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi oluşmaktadır

9- Hem bu üç vezaifi (vazifeleri) birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi (çürütmemesi) pek uzak, adeta kabil (mümkün) görülmüyor. Ahir zamanda, Al-i Beyt-i Nebevi'nin (asm) (Peygamberimiz'in soyunun) cemaat-i nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden Hazret-i Mehdi de ve cemaatindeki şahs-ı manevi de ancak içtima edebilir (toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, sf. 139) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 186)

Bu sözde de Hz. Mehdi ve cemaatinin şahsı manevisi yine "ve" ifadesiyle birbirinden ayrılmıştır. Bu izahtan Hz. Mehdi ve şahsı manevinin iki ayrı kavramı temsil ettiği anlaşılmaktadır. Demek ki Hz. Mehdi ve şahsı mavnevisi iki ayrı konudur.

10-... Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahsı manevîsinin üç vazifesi var. (Emirdağ Lâhikası-1 sf. 265)

Bediüzzaman'ın bu sözünde ise Hz. Mehdi'nin cemaatinin şahsı manevisinin yerine getireceği üç büyük vazifeden bahsedilmektedir. Bu cemaatin şahsı manevisini temsil eden, başlarındaki kişi de Hz. Mehdi'dir. Ama bu görevi, bu kudsi cemaatin şahsı manevisi yerine getirmektedir. Bediüzzaman'ın bu açıklaması da yine Hz. Mehdi'nin "şahsı manevisi"nin ve "zatının" iki ayrı kavram olarak ele alındığını göstermektedir.

Sonuç

Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı "şahsı manevi" kavramı konusundaki yanlış anlaşılmaya açıklık kazandıran bu izahlara daha pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunlardan sadece birkaç tanesi bile, Hz. İsa'nın ve Hz. Mehdi'nin ahir zamanda beraberlerindeki mümin topluluklarının şahsı manevisi ile birlikte, onlara önderlik ederek zuhur edeceklerinin anlaşılması için yeterlidir.

Bediüzzaman tüm bu sözlerinde "Hz. İsa ve cemaatinin şahsı manevisi" ve "Hz. Mehdi ve onun cemaatinin şahsı manevisi" olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir. Bu "ikisinin biraraya gelmesinden şahsı manevi kavramının oluştuğunu", ancak bu mübarek ve kutlu şahısların şahsı manevileriyle birlikte, bizzat beraberlerindeki müminlere önderlik edeceklerini açıklamaktadır. Üstad, Hz. Mehdi'nin, kendisinden önce gelip geçmiş halifeler, emirler, hükümdarlar gibi cismani bir şahıs olacağını ve Resulullah (sav)'in soyundan gelecek bir zat olarak zuhur edeceğini sözlerinde pek çok defa açıkça ifade etmiştir.

Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, "şahsı manevi" kavramını, onun önderi olan, başındaki şahıstan ayrı, müstakil ve bağımsız değerlendirmek büyük bir hata olur. Kuran'da bahsi geçen tüm mümin topluluklarının başında bir elçi ya da bir kumandan yer almaktadır. Ahir zamanda da Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması gibi dünya tarihinin çok müstesna bir döneminde müminlerin başsız, kendi halinde bir topluluk olarak kalmaları Kuran'da bildirilen adetullaha uygun değildir. (En doğrusunu Allah bilir)

Hz. İsa ahir zamanda yeryüzüne gelecek, müminlere önderlik edecek ve Hz. Mehdi ile birlikte İslam'ın nurunun tüm insanları aydınlatmasına vesile olacaklardır. Hz. Mehdi de bir şahsı manevi olarak değil, bizzat gelip ahir zamanda Müslümanların başına geçecek, onları Allah'ın izniyle içine düştükleri sıkıntı ve zorluklardan kurtarıp huzur adalet nimet ve bolluğa kavuşturacaktır.

Toplam 12 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi