Editörler : E.Kayı Han
22 Ekim 2007 16:31

Peygamberimiz neden çok evlilik yapmıştır?

benim merak ettigim bi konu var peygamberimiz bir çok evlilik yapmış bildiğim kadarıyla dönemin koşulları itibariyle dul ve sahipsiz bayanları korumak amacıyla üstelik rivayete göre hz ayşe 9 yaşında imiş evlendigi bayanlarla ilişkisinin olmadğını biliyorum ama bu durum o günde bu günde tartışma konusu olmuştur peygamberimizin eleştirildiği bu durum hakkında beni aydınlatırmısınz


su-gibi
Aday Memur
23 Ekim 2007 09:46

bu konuda kimsenin bilgisi yokmu?????????


türkan şoray
Kapalı
23 Ekim 2007 10:15

bence bu konuda öncelikle dikkate alınması gereken husus şu ki,

Peygamberimiz(SAV) zamanındaki toplum hayatında evlilik sayısı BİR değildi. sadece arap toplumunda değil, dünyanın çoğu yerinde rekekler, birden çok çok fazla evlilik yapıyorlardı. hatta araplarda bu sayı üç-beş değil maddi güce göre "yirmi-otuz" bile oluyordu. (kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir toplumda bu eşlere nasıl muamele edildiği ayrı mesele zaten)

işte böyle bir anlayış hüküm sürerken İslam dini evlilik sayısını birden dörde çıkarmamış, aksine o inanılmaz sayıyı kısıtlamıştır. günümüzde çarpıtıldığının aksine bu hüküm, kadın haklarını korumuş ve evlilik hayatına önem verilmesini sağlamıştır.

çok hassas ve çarpıtılmaya müsait bir konu olduğu için Peygamberimiz(SAV)'in evlilikleri konusunu işin ehli olanlar yanıtlarsa iyi olur. saygılar..


murat_44_
Aday Memur
23 Ekim 2007 11:49

S.Aleykum

Arkadaşlar gerçekten hassas bir konu.

Düşünün 25 yaşında 2 kez evlendikten sonra dul kalmış kendisinden 15 yaş büyük (40) bir bayanla evlenip, onunla ölünceye kadar beraber yaşayan, (hazreti hatice isra olayından çok az önce vefat etmişti) onunla yaklaşık 25 yıla yakın zaman evli kalan, kendisi hayattayken başkası ile evlenmeyen, bir peygamber haşa haşa çok evliliği cinsi dürtüleri için mi yaptı sanıyoruz? Yok öyle bir şey. O bazı eşleriyle sadece nikahlanmış zifafa bile girmemiştir. Bazıları ile onları korumaya almak için evlenmiş (yetimleri olduğu için) bazıları ile ailelerinin büyüklüğünden dolayı (aileleri islamı seçsinler diye) evlenmiştir. Batılıların avrupada Hz.Muhammed hakkında sordukları ilk soru çok evliliktir. Onların hatasına düşmeyelim. O zamanki sosyal şartları bir bütün olarak düşünelim. Allaha emanet olun.


murat_44_
Aday Memur
23 Ekim 2007 11:56

Arkadaşlar sizlere temel bir kuralı hatırlatmak istiyorum.

Hz. Muhammed sav in her hareketi ve her sözü Allahın kontrolü altında değil miydi? Peygamberliğin 5 sıfatından birisi de "ismet" (günahsız olma) değil mi? O zaman efendimimiz sav in hata yapması mümkün mü? Belki olayı biz çözemiyor olabiliriz ama o asla hata yapmadı.Herşeyde temel esasları baz alıp düşünmeliyiz. aksi takdirde yanılır dururuz.Allaha emanet olun.


papalina
Aday Memur
23 Ekim 2007 14:29

su gibi çok güzel bi konunuya deinmiş bu benimde çok merak ettigim ve hakkında pek fazla bişe bilmediğim bi konu konuya hakim olanlar lütfen yazıp bizi aydınlatın


İHL_S
Aday Memur
23 Ekim 2007 14:52

sevgili su-gibi kardeşim çok doğru bir soru yazmışsın murat 44 ve türkan şoray gerekli açıklamayı yapmış benim eklemek istediğim ise hz.ayşe evlenirken 9 yaşında denir.arap kültüründe çocuklar doğduğu yaştan itibaren değil ergenlik dönemine girdikten sonra 1,2,3 diye sayılıyor.yani bir kız çocuğu ergenlik dönemine 14,15 yaşında girdiğini düşünürsek 14 + 9 ile hz.ayşe peygamber efendimizle 23 yaşında veya en azından 20 yaşın üzerinde iken evlenmiştir.


fayhatti
Aday Memur
06 Kasım 2007 23:48

gncl


NİHATTT
Aday Memur
07 Kasım 2007 00:06

s.a

Murat arkadaşımız doğru sonuca ulaşmış bildiğim kadarıyla..

Peygamber efendimiz yaşantısıyla insanlara ışık tutuyorsa eğer çok evliliğide elbetteki nefsinin istekleri doğrultusunda yapmadı...


evren mutlu
Kapalı
15 Kasım 2007 15:08

tam olarak bır acıklama yapan olmadı yanı ıcımızı aydınlatan bır acıklama olursa allah razı olsun


sui_zan
Müsteşar Yardımcısı
15 Kasım 2007 15:43

su gibi akıcı bir konu bulda aksın cevaplar be kardeş

15 Kasım 2007 16:18

arkadaşlar bazı konular vardırki örften örfe değişir...bir örfe göre tuhaf gelebilecek bir durum başka bir örfe göre gayet yerinde bir davranıştır...

mesela çoğumuzun babaannesi anneannesi 13-14 yaşlarında evlenmi ve anne ve babalarımızı dünyaya getirmiştir...yani daha bundan 50 sene evvel sandalyeye oturduğu zaman ayağı yere basıyorsa bir kızın evlenmesi toplumsal olarak gayet normal bir davranış iken şimdilerde 13 yaşında bir kız evlendiğinde ana haber bültenlerinin ilk maddesi olarak tuhaf karşılanıyor....

aynı toplumda değişen tek şey topluluğun hayata bakış açısıdır....

şimdi örf kavramını kavradıktan sonra efendimizin evliliklerine bakar isek efendimiz 25 yaşında iken hz.hatice ile evenmiş ve 53 yaşına kadar sadece hz.hatice ile evli kalmıştır..

daha sonra dinen allahın caiz kıldığı yani birden fazla evlilik yapmasına izin verdiği ve sakınca görmediği diğer evlilikleri 53 yaşından sonra gerçekleştirmiştir....

efendimizin diğer insanlardan ayrılan çzelliği onun evlendiği hanımları boşaması halinde o hanımlara başka erkeklerle evliliğin haram olmas ve bu hanımların tüm müminlerin anası sayılmasıdır...

yani aslında o dönemde efendimize göre çok daha fazla evlilik yapan insanların evlendiği eşlerinin sayısının dikkat çekmemesinin nedeni onların boşandığı durumların önem arz etmemesidir...

efendimizin 9 hanımla evlenmesinin nedenleri:onları korumak,kollamak vs.gibi nedenlerledir ve bunu bir çık kişi biliyor...

fakat herkesin kaçırdığı husus şudur efendimizin evliliğini değerlemdirirken o günkü mevcut yapıya göre bunu yapmalıyız...o günkü mevcut yapıda cariye diye bir olay vardır...yani bir kişin belki 1 hanımı vardır ama 1000 tanede cariyesi vardır...

işte efendimizin evlilikleri cinsel amaçlı olarak sadece değerlendirilemez....çünkü durum öyle olsaydı efendimiz evliliği değil cariye edinmeyi tercih ederdi..

ogünün şartlarını ve örfünü bilen gayri müslüm tarihçiler dahi efendimizin yaptığı evlilikleri tuhaf karşılamamıştır....o gün efendimize düşman olan ebu cehiller ebu lehebler efendimize her türlü iftirayı atıp zulmü yaptıkları halde evlilikleri ile ilgili tek kelime laf etmemişlerdir...bu durum dahi o dönemde bu evliliklerin farkedilmeyecek kadar normal bir durum olduğunu anlamamızı sağlamaya yeterlidir...

efendimizin hanımlarından bazıları ile ilişkiye dahi girmediği ise kesinlikle yanlış bir bilgidir...bu bir zulümdür...çünkü hanımlarında yemek uyumak vs.gibi cinselliğide insanlıkları gereği zaruri ihtiyacıdır....efendimizin eşi olmuş ve allah katında helal sayılmış bir konuda terketmesi düşünülemez...

hz.aişe ile 9 yaşında iken evlenmiş fakat zifafa hz.aişe hayız gördükten sonra girmiştir....

hz.aişe ile evliliğindede tuhaf bir dururm yoktur...öyle olsaydı başta ebu cehil ve onun ayak takımı sapık muhammed(sav) demekten geri kalmazlardı sanırım....

yani kaç yaşında evlenilirse bu toplumsal olarak normal karşılanır bunu örf tayin etmektedir....efendimizde yaşadığı örfe göre toplumsal olarak normal birşey yapmıştır ve en azılı düşmanları dahi eleştirmemiştir kendisini...

şimdi zaman ve mekan değişti ve haliyle insanların örfüde değişti işte kendi örfümüzden değerlendirirsek toplumsal olarak tuhaf gelebilir...fakat o zamanki duruma göre değerlendirmeliyiz bu dururmu...

ayrıca şu hususuda gözden kaçırmamalıyız....güneşi bol olan memleketlerde kızlar daha çabuk gelişir ve daha erken hayız görürler....arabistan yeryüzünün en güneşli beldelerindendir ve orada 9-10 yaşına gelen bir kız bizim memeleketimize oranla 15 yaşalrındaki bir kızla aynı gelişimi sergiler kadınsal boyutta....

bizim toplumumuzda boşanmak tuhaf karşılanır bir hal aldığı için gelinlikle girip kefeninle çıkacaksın mantığı örf haline geldiği için evlenmek ve tek evlilikle ölmek doğal bunun dışındakiler tuhaf karşılanır oldu....

durum bu olunca tabiatı bu olmayan insan;özelliklede erkekler zina eder hale geldi...zina ederler ama karılarının yanlarında riyakar davranıp tek eşlilik şöyle böyle edebiyatı parçalarlar....

halbuki allah realiteyi bildiği için erkeğe çok eşlilik hakkı tanımıştır....tarafara boşanma ve başkası ile evlenme hakkı tanımıştır....bunlar efendimiz zamanında tam işleyen hükümlerdi...

bugün doğo illerine gitseniz çok eşlilik doğal karşılanır ama büyükşehrlerde tuhaf bir durumdur bu....işte bu tamamen içinde bulunduğumuz örfe göre değerlendirmemizle alakalı bir durumdur...

kısaca özetlersem;efendimizin evliliklerini değerlendirirken:

1)yaşadığı devri örfü göze almalıyız;kendi örfümüzü değil...

2)dinen değerlendirmeliyiz;yani allahu zülcelal abes dememiş

3)efendimizin hanımları açısından değerlendirmeliyiz;boşanınca başkası ile evlenemiyorlar..

4)efendimizin hanımlarının efendimizle evlenmeden önce dul,fakir kendilerini koruyacak bir kocaya ihtiyaç duyan kişiler olduğunu göze almalıyız...

5)şehvet için olsaydı dulları değil zamanının engüzel genç bakirelerinide alabilirdi...53 yaşını beklemezdi bunuda göz önünde bulundurmalıyız

6)şehvet amaçlı olsaydı hergün ayrı bir cariye edinebilirdi...evlenmeye gerek yoktu...

7)efendimizin evliliklerinde tuhaf bir durum olsaydı yaşadığı devirde kendisine düşman olanlar bunu dillerine dolarlardı her daim söylerlerdi...

15 Kasım 2007 16:28

ayrıca şu hususda belirtmeliyimki bazı alimler(nihat hatipoğluda bunu savunuyor) şöyle diyorlar...arablarda bir kız hayzı gördükten sonra sonra yaşı sayılmaya başlanır;doğduktan sonra değil...

nihat hoca diyorki;birgün mısaırdaydım bir bakkal dükkanında otururken bir kız geldi birşey alıp çıktı....yanında oturduğum bakkalın torunu imiş....sordum kaç yaşında diye 4 yaşında dedi nasıl olur koca kız dedim;adam güldü...biz kız çocukların yaşını hayız gördükten sonra saymaya başlarız demiş...bazı alimlerde yıllar evvel bunu ileri sürüp hz.aişe evlendiğinde aslın 17-18 yaşlarında idi fakat hayızından 9 sene geçmişti demişlerdi...hatipoğlu hoca bu alimlerin ileri sürdüğü görüşünde doğru olabileceğini söylüyor...

15 Kasım 2007 16:35

nasılki bugün müslümanlığı tercih etmiş asil ingiliz bir aile aaa nasıl olurda efendimiz eliyle yemek yer...halbuki çatal bıçak kullanmalı değilmiydi diyemeyeceği gibi..

yine asil bir fransız müslüman aile aaa nasıl olurda efendimiz cübbe ve sarık giyer halbuki paristen pier cardinden giyinmeli değilmiydi diyemeyeceği gibi...

yine nasılki alman bir aile aa nasıl olurda efendimiz kasva adlı deveye biner halbuki merceds c55 e binmeli değilmiydi diyemiyeceği gibi..

çünkü bunlar bunu diyemezler efendimizde belli bir toplumda yaşamış ve dinen haram denilen bir husus olmadıkça toplum nasıl yaşıyorsa oda öyle yaşamıştır...

işte efendimizin evlilikleride aynıdır...örfüne ve dinene uygundur ve bu açıdan değerlendirmek şarttır...

15 Kasım 2007 16:41

Cenab-ı Hakk'ın, "Andolsun ki, Rasûlullah'da sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için bir "üsve-i hasene: en güzel örnek" vardır." (Ahzab, 21) diye takdim etmiş olduğu bir insan hakkında, sû-i zanda bulunmak ve hatta iftiralar atmak cahillikten öte, kötü niyet ve dinden uzak bulunmanın alâmetidir.

Zira Rabbimiz, bize sevgili Peygamberimizi her hususta örnek kılmıştır. Bunların en başında ve en önemlisi aile hayatıdır.

Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- çok evlilik yapmıştır. Ama her bir evliliğinin pek çok sebep ve hikmeti bulunmaktadır. Biz burada Peygamberimizin evlilik hayatının bütün safhalarını ve bütün annelerimizi anlatacak durumda değiliz. Bu bir beşer olarak bizim sınırlarımızı aşacağı gibi, satırlarımız da bunun için kâfî gelmeyecektir.

Ancak bu evliliklerin belli başlı vasıflarını sayacak olursak, herhalde yeterli bir bilgiye ulaşabiliriz. *Efendimizin gençlik devresiyle ile ilgili iffet ve namustan öte bir şey bilinmemektedir. Bu Mekkelilerin takmış olduğu "el-Emîn" isminden de rahatça anlaşılabilir. Yine onu karalamak için fırsat kollayan müşrikler, Peygamber olduğunu söylediği andan itibaren vefat edene kadar, hiçbir zaman Allah Rasûlü hakkında böyle yakışıksız bir iftirada bulunmamışlardır.

*Peygamber Efendimiz, Mekke devri boyunca bir defa evlenmiştir. Hazret-i Hatice validemizle vukû bulan bu evlilik esnasında Peygamberimiz 25 yaşında, Hazret-i Hatice annemiz de 40 yaşında, dul ve çocuk sahibiydi. 25 yıl süren bu evlilik hayatı boyunca, Allah Rasûlü başka bir kadınla evlenmedi. Halbuki örf ve gelenekler başka kadınlarla evlenmesine müsaitti.

*Ancak Hatice annemizin vefatından sonra ev işlerini görmek ve çocuklarının bakımı için, yine yaşlı ve dul bir kadın olan Hazret-i Sevde ile evlendi. Hazret-i Sevde'nin eşi Habeşistan hicretinden sonra orada vefat etmiş ve Hazret-i Sevde yalnız başına ortada kalmıştı. Akrabaları da o müslüman olduğu için baskı yapıyorlardı. Yalnız kalan bu muhtereme hanımın taltîf edilmesi için, Peygamber Efendimiz bu hanımla evlenmiştir. *Medine devri'nin başlamasından itibaren yepyeni bir dönem oluşmaktaydı. O -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bir Peygamber olmanın yanı sıra yeni kurulan devletin başkanı, bir komutan ve çağlara ve bütün insanlara mesajını en güzel şekilde ulaştırması gereken bir eğitimciydi. Evliliklerine de bu vasıfların yansıması çok rahat bir şekilde fark edilir. Onun evlilikleri dînî, içtimâî, iktisâdî ve ahlâkî bir çok sebep ve hikmete dayanmaktaydı.

*Hazret-i Âişe: Peygamberimizin hanımları arasında yalnız Hazret-i Âişe genç ve bakire idi. Yaşı oldukça küçük olmasına rağmen, oldukça zeki ve anlayışlı olan Âişe validemiz sayesinde hanımlara ait fıkıh yerleşecek, peygamberimizin vefatından yaklaşık elli-altmış yıl sonraya kadar bu fıkhî meseleler birinci ağızdan ashâb-ı kirama, onların hanım ve kızlarına, hatta torunlarına ulaştırılacaktı. Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, "Dininizin yarısını Aişe'den öğrenin" buyurmak sûretiyle bu gerçeğe işaret etmiştir. Nitekim Peygamber Efendimizden en çok hadis rivayet eden (muksirûn) 7 şahıstan biri olan Hazret-i Âişe, 2210 hadis rivayet etmiştir. (Anahatlarıyla Hadis, İsmail Lütfi Çakan, s: 99) Bunlardan 194'ü hem Buhârî, hem de Müslim tarafından birlikte (müttefekun aleyh) rivayet edilmiştir.

(Peygamberimiz, Zekai Konrapa)

Ayrıca, Peygamber Efendimiz bu evlilik sayesinde dostluğu çok eskilere dayanan Hazret-i Ebûbekir ile akrabalık bağı da tesis etmiş olacaktı.

*Aynı şekilde Hazret-i Ömer'in kızı Hazret-i Hafsa ile de evlenen Peygamberimiz bu akrabalık bağını gözetmiştir. Eşi, Bedir'de yaralanıp sonra da şehid olan Hafsa validemiz, Hazret-i Ömer tarafından sırasıyla Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Osman'la nikahlanmak istenmiş, fakat onlar bu teklifi karşılıksız bırakınca Hazret-i Ömer hüzünlenmişti. Nihayet hicretin üçüncü senesinde Peygamberimiz Hazret-i Hafsa'yla evlendi. Ve bu evlilik, eski dostların arasını da düzeltmişti.

*Peygamberimizin Hazret-i Zeyneb ile evliliği ise en çok tartışılan ve pek çok hikmetlerle dolu bir evliliktir. Zira Peygamberimiz, halasının kızı olan Zeyneb'i, Zeyneb validemizin çok fazla gönüllü olmamasına rağmen kendi azatlı kölesi Zeyd ile evlendirmiş ve böylece "zengin-fakir, asil-köle" ayırımını yıkmış, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu en yakınları vasıtasıyla göstermiştir. Daha sonra bu evlilik, Zeyneb validemizin ve akrabalarının ısrarlarıyla dayanılmaz hale gelmiş, kocası Zeyd'in Peygamberimize olan boşanma müracaatları da sonuçsuz kalmıştır. Nihayet Zeyd bu hâle dayanamamış, Zeyneb'i boşamıştı. Daha sonra inen âyetlerle (Ahzâb, 37), halasının kızı Zeyneb'le Peygamber Efendimizin nikahı emredilmiştir. Böylece cahiliye devrinin "evlatlığın hanımı ile evlenme yasağı"nı, Peygamberimiz tatbikatıyla kaldırmış ve "öz evlat" ile "evlatlık"ın birbirinden farkı ortaya çıkmıştır.

Bu olay hakkında, "Hazret-i Peygamber Zeyneb'in güzelliğine hayran kalıp da onunla evlenmiştir." şeklinde ileri geri konuşanlar, şu hususları görmezden gelmektedirler:

a. Zeyneb, Peygamberimizin halasının kızıdır. Çocukluğundan beri onu defalarca görmesi mümkündür.

b. Peygamberimiz, Zeyd ile evlendirmeden önce evlilik teklif etse, Zeyneb validemiz bunu seve seve kabul ederdi ve evlenmesine de herhangi bir mani yoktu. Aksine Peygamberimiz, onu elleriyle başka birisiyle evlendirmiş ve Zeyd'in boşanma taleplerini de defalarca reddetmiştir.

Kısacası bütün bu hâdiseler olacaktı ki, İslam'da bir "hukuk" meydana gelebilsin.

*Hayber'deki Yahudi liderinin kızı Safiyye validemiz ile evliliği ise Yahudilerle mevcut münasebetleri düzeltmek içindir.

*Bir kabile reisinin kızı olan Cüveyriye -radıyallahu anha- ile evliliği de binlerce harb esirinin aynı anda özgürlüğe kavuşmasına ve bu vesileyle hidayetlerine sebep olmuştur.

*Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe ile evliliğinde ise Ümmü Habibe'yi taltif etme (ödüllendirme) durumu sözkonusudur. Zira Ümmü Habibe, eşi Habeşistan'da irtidad ettiği ve kendisi çok zor şartlar altında kaldığı halde dinini müdafaa etmiş ve o sırada Mekke'nin lideri olan babası müşrik Ebû Süfyan'a müracaat etmemişti. Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu himayesine alıp, kendisiyle evlenmiş ve onu ortada kalmaktan kurtarmıştı. Aynı zamanda bu evlilikle Mekke müşrikleri arasındaki soğukluk da azalmaktaydı. Rasûl-i Ekrem, sırf şehvet yüzünden evlenmiş olsaydı, Medine'de Muhâcirler ile Ensâr'ın çok güzel kızları vardı. Herhangi bir Müslüman, kızını Peygambere vermeyi şeref sayar, kızlar da "Peygamber zevcesi" ve "müminlerin annesi" olmaya can atardı. Fakat Peygamberimiz bu yola hiç müracaat etmemiştir.

İşte bütün bu ve benzeri bir çok siyasî, dînî ahlâkî ve içtimâî sebeplerden ve bilhassa İslam hukukunda kadınları ilgilendiren konularda yeterli sayıda bilgili, tecrübeli, yetişmiş insan bırakmak gayesiyle Allah Rasûlü, Cenab-ı Hakk'ın izni ve emriyle bir çok hanımla evlenmiştir.

Zira bazı fıkhî meselelerde yalnız bir kadının görüşü kifayet etmeyebilirdi. Bütün iklim, tarih ve zamanları içine alacak olan İslam'ın, özellikle kadın ve aile ile ilgili hukuk anlayışı bir kişiden tam anlamıyla bize kadar gelemeyebilirdi. Üstelik o kadının Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den önce ölmeyeceğini de kimse garanti edemezdi. Bu ise İslam kadın hukukunun ihmal edilmiş olmasına kadar götürebilirdi.

Öyle bir çok mesele vardır ki, hanımlar bunu erkeğe sormaktan utanıp haya edebilir. Fakat aynı meseleyi bir hanıma rahatlıkla sorabilir. Bu sebeple İslam cemiyetinin yetişmiş, bilgili, müslüman hanımlara ihtiyacı vardır.

Acaba Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yaşayan ve bizzat meseleleri ondan öğrenen, iltifat ve nazarlarına muhatab olan zevcelerinden daha bilgili bir kadın düşünülebilir mi?

Bütün bunların ötesinde, onların tamamı yaşadıkları zühd ve takva hayatlarıyla bize ve çocuklarımıza en güzel örneği vermişlerdir.

Kısaca, Peygamberimizin evliliklerinin hikmetlerini şöyle özetleyebiliriz:

1. Peygamberimizin aile hayatı hakkında ümmetin öğrenmesi gereken bütün hususlar, çok farklı ve muhterem kimseler tarafından ümmete intikal ettirilsin. Böylece "üsve-i hasene" olan bir zâtın hiçbir hâli gizli kalmasın. Nitekim, Hazret-i Hatice hariç bütün vâlidelerimizden hadis rivâyet edilmiştir. (Özellikle Hazret-i Âişe) 2. Dinin tamamı en mükemmel bir şekilde öğrenilsin ve öğretilsin.

3. Himayeye muhtaç, dine hizmeti geçmiş hanımlara "mü'minlerin annesi" olma şerefi verilsin. (Hazret-i Sevde, Huzeyme kızı Zeyneb, Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Meymûne)

4. Çeşitli kabile ve cemaatlerle tesis edilen akrabalık sebebiyle düşmanlıkları hafiflesin ve dine meyletmeye başlasınlar. Hidayete vesile olsun. (Hazret-i Cüveyriye, Hazret-i Safiyye, Mariye)

5. Dinin ahkâmı otursun. Allah Rasûlü yeni hükümleri bizzat kendisi tatbik ederek veya akrabalarına tatbik ettirerek, cahiliye geleneklerini yıkmış ve İslâm nizamını oturtmuştur.

6. Çocuklarının bakım ve terbiyesi aksamadan devam etsin. Bu sayede ümmete örnek insanlar yetişsin.

7. Çok yakın ve eski dostluklar, akrabalık bağlarıyla güçlensin ve kalıcı olsun. (Hazret-i Aişe, Hazret-i Hafsa, Cahş kızı Zeyneb)

Değerli okuyucularımız, mâlumunuz olduğu üzere, geçen sayımızda İslâm'ın erkeğe hangi şartlarda birden fazla (yani dörde kadar) evliliğe izin verdiğini açıklamaya çalıştık. Bunun müslüman erkekler için bir emir mâhiyetinde değil, bazı zarûrî durumlarda (hastalık, savaş vb.) adâleti gözetmek şartıyla ruhsat (izin) olduğunu gördük.

Şimdi ise Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin, birden fazla evliliklerini, hangi dînî, içtimâî ve siyâsî sebeplerle yaptığını gördük.

Bugün bazı beylerin, âilelerinden ve toplumdan gizli olarak gûyâ Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in sünnetini îfâ etmek (!) gâyesiyle, herhangi bir zarûret olmadan ve adâlet hassâsiyeti gözetmeksizin yaptıkları evlilik, sizce hiç Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin evliliklerine benziyor mu?

Eğer illâ Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin bir sünnetini yapmak isterlerse, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- daha pek çok hususta sünnetleri vardır. Onlara yönelsinler. Peygamber Efendimizi -sallallâhu aleyhi ve sellem- bahâne edip, böyle bir işe tevessül edeceklerine; kendilerine yıllarını vermiş âilelerine ve daha önemlisi herhallerinden mesûl oldukları çocuklarına yakınlaşıp onları topluma kazandırmak için çabalasınlar.

Tabiî hanımlara da bu hususta biraz daha fazla gayret düşüyor. Zevcelerine gereken ilgi ve muhabbeti gösterip, onların duygu ve düşüncelerinin dışarıya yönelmesine mâni olmalıdırlar.

Velhâsıl, güzel bir toplumun oluşabilmesi güzel insanlarla olur. Bu da başkasını suçlamaya başlamadan önce kendini güzelleştirmekle mümkündür.

http://www.sevdegul.net/modules.php?name=News&file=article&sid=19&mode=thread&order=0&thold=0

15 Kasım 2007 16:48

B. HZ. PEYGAMBERİN EVLİLİKLERİNİN HİKMETLERİ

1. Eğitim ve Öğretime Yönelik Maksatlar:

a. islam dini, en son dindir. Dolayısıyla evrensel olup, bütün insanların ihtiyaçlarına cevap verecek kapasiteye sahip olması lazımdır. Bunun için de, hayatın bütün yönlerine dair bir kısım prensipler getirmelidir. Ev hayatı, aile hayatı, gece hayatı, evdeki münasebetler vs. hepsi açık bir şekilde ortaya konmalıdır ki, insanlar sorularına cevap bulabilsinler. Aksi takdirde, pek çok yönü bilinmeyen, muğlak kalan bir din olur ki, bu takdirde evrensel olması düşünülemez.

Böyle olabilmesi için de, bu dini tebliğ eden peygamberin hayatı, uygulamaları, sözleri, evde tek başına kaldığı zaman ki tutumları, en ince noktasına kadar bilinmeli ve daha sonra gelecek olan insanlara aktarılmalıdır.

Yukarıda dile getirdiğimiz şeyin tahakkuk edebilmesi için, peygamber hanesinde bir değil, birkaç kişinin bulunması zarureti ortaya çıkmaktadır. İşte bunlar da ancak ve ancak O'na en çok yakın olma avantajına sahip olan, hanımları olabilir. İşte Allah Resulü bu ihtiyaçları göz önüne alarak birden fazla kadınla evlenmeyi tercih etmiştir.

b. Kadınlar alemine dair hükümleri öğrenmek için, çoğu zaman Peygamberin hanımları vasıtalık yapıyorlardı. Sayılarının fazla oluşu, vasıtanın genişlemesine, Peygamberle daha fazla görüşmeyi ve kadınların kolayca İslam'ı öğrenmelerine vesile oluyordu. Akraba ve yaş münasebetiyle onların her biriyle ülfet eden bir topluluk vardı. Birkaç kadın olmasaydı, bütün kadınların hususiyetlerini kavramak mümkün olmayacaktı. Böyle olmasaydı ümmet, zevceleri vasıtasıyla peygamberden rivayet edilen binlerce hadisi işitemezdi. Böylece binlerce hüküm, çözümsüz kalacak ve bilinmeyecekti.

c. İslam dininde birçok nokta vardır ki, Peygamberimizin (s.a.s) bunları doğrudan doğruya kadınlara izah etmesine imkan yoktu. Bunlar kadınların harimine ait idi. Onun için Hz. Peygamber'in hanımları tarafından izah olunuyordu. Pek çok hadis, kadınlar tarafından Peygamberimize yöneltilen birçok sualin, Allah Resulü tarafından zevcelerine havale olunduğunu göstermektedir.

d. Sünnet, İslam Peygamberinin sadece sözlerinden ibaret değildir. Bunun yanında O'nun hal ve hareketleri, bazı durumlardaki takrirleri de sünnet sayılmaktadır. Ve bunlar da sözlü sünnet gibi sayılıp, inananlar tarafından birer hayat düsturu olarak kabul edilme mükellefiyeti vardır. İşte burada da devreye yine O'nun zevceleri girmektedir.

e. Zevceler arasında yaşlılar, orta yaşlılar ve gençler bulunması itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli ahkam vaz'ediliyor. Ve bizzat Peygamber (s.a.s) hanesi içinde bulunan bu pakize zevceler sayesinde tatbik imkanı buluyordu.31

f. Her kabileden aldığı kadın, O'nun hayatında ve irtihalinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddi dini hizmete vesile olabiliyor; uzak yakın bütün akrabalarına, zahir ve batın-ı Ahmediye (sav) hususunda tercümanlık yapıyordu. Bu sayede O'nun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur'an'ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu.32

g. Allah Resulü, yaşlı, genç ve orta yaşlı kadınlarla evlendi. Çünkü her yaşın kendisine has problemleri vardır. Resulullah'ın yaşayış tarzını, her yaşa uygun cevabını ümmete nakletmek ve insan için gerekli olan her şeyi onlara aktarmak, nübüvvetin asil bir görevidir ki, bu da yine hanımları vesilesiyle yerine getirebilmiştir.

2. Topluma Yönelik maksatlar:

a. Hz. Peygamberin evlendiği kadınların pek çoğu dul, kimsesiz ve yetimlerle baş başa kalmış kimselerden ibaretti. Kocası ölen, çocuklarıyla baş başa kalan bir hanımın durumunu birazcık hayal edecek olursak, meselenin ne denli önemli olduğunu anlarız. Toplumu meydana getiren bu fertlerin yardımına koşulmalı, ellerinden tutulmalıydı. Onlar da bir kısım mahrumiyetlerden kurtarılmalıydı. İşte bu noktada, Hz. Peygamber devreye giriyor, bu kimsesizlerin kimsesi oluyor ve onların ellerinden tutuyordu.

b. Toplumda, kimsesiz ve dul kadınların yardımına koşmak suretiyle, daha sonra gelen ve aynı şartlarla yüz yüze kalacak olan insanlara, bu mevzuda nasıl davranılması gerektiğini, cemiyetteki böyle bir problemin nasıl çözülebileceğini, bizzat uygulayarak göstermiş oluyordu.

c. Allah Resulü'nün, bazı hanımlarla evlenmesinde, cemiyete ait gözettiği bazı hususlar vardır. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in kızlarıyla evliliğinde, Kureyş ile daha yakın bir bağ kurulmuş oluyordu. Böylece Kureyş'in yakınlaşması sağlanmış oluyor, o dönemde güçlü olan akrabalık hisleri devreye sokularak, İslam'a ısınmaları sağlanıyor, kalplerin, bu davet etrafında çarpması yeğleniyordu.

d. Hz. aişe, Resulullah'ın insanlar arasında en çok sevdiği, İslam'a hiç tereddütsüz giren, vefatından sonra da yerine geçecek olan Hz. Ebubekir'in biricik kızıydı. Ebubekr (r.a)'in yaptığı bir sürü fedakarlık karşısında, O'nun kızını almak suretiyle O'na en güzel bir mükafat vermiş oluyordu. Yine aynı düşünceyi, Hz. Ömer (r.a)'in kızı Hafsa (r.h)'da da görmemiz mümkündür.

----------------

Resulullah'ın çok evlilik hikmetlerinden birisi de, yeni bir kısım hükümlerin konmasına yöneliktir. Öteden beri cahiliye toplumunda yerleşmiş bazı yersiz adetler vardı. Bunların ortadan kaldırılması, yenilerinin ortaya konması gerekiyordu. Bunu da ancak Allah Resulü yapabilirdi. Çünkü böyle bir şeye başkalarının kalkışması mümkün değildi.

----------------

3. Teşrii (kanun koyma noktasında) Maksatlar:

a. Resulullah'ın çok evlilik hikmetlerinden birisi de, yeni bir kısım hükümlerin konmasına yöneliktir. Öteden beri cahiliye toplumunda yerleşmiş bazı yersiz adetler vardı. Bunların ortadan kaldırılması, yenilerinin ortaya konması gerekiyordu. Bunu da ancak Allah Resulü yapabilirdi. Çünkü böyle bir şeye başkalarının kalkışması mümkün değildi.

Buna misal olarak, başkasını oğul edinmeyi verebiliriz. İslam öncesi Arap adetlerinden birisi de, evlatlık edinmeydi. Onlara göre bu adet, öteden beri tevarüs eden örfi bir uygulama olarak telakki ediliyordu. Birisi başkasının çocuğunu evlatlık alıyor, kendi öz evladıymış gibi kabul ederek, miras, talak, evlenme yasağı vs. pek çok konuda onu, öz evlat muamelesine tabi tutuyordu. Resulullah da İslam'dan önce Zeyd b. Harise'yi evlatlık edinmişti. Herkes onu, Zeyd b. Muhammed diye çağırıyordu. Ancak aslı astarı olmayan bu geleneğin kaldırılması gerekiyordu. İşte Zeyd'in boşadığı Hz. Zeynep ile yapılan evlilikle, bu batıl adet ortadan kaldırılmış oluyordu.

b. Bunun yanında bir de, azatlı köleden boşanmış bir hanımla evlenilerek, kölelerin de birer insan olduğu, her yönden diğer insanlara eşit olabileceği, şayet boşanmışlarsa, onların boşamlan bu hammlanyla evlenmede hiçbir sakıncanın olmadığı gösterilmiş oluyordu.

c. Bunun yanında bir de, azatlı köleden boşanmış bir hanımla evlenilerek, kölelerin de birer insan olduğu, her yönden diğer insanlara eşit olabileceği, şayet boşanmışlarsa, onların boşamlan bu hammlanyla evlenmede hiçbir sakıncanın olmadığı gösterilmiş oluyordu.

4. Siyasi Maksatlar:

a. İslam Peygamberinin bazı evlilikleri ise, siyasi amaçlıdır. Bu evliliklerle pek çok kabilenin İslam etrafında bir araya gelmesi sağlanmıştır. Yaratılış gereği olarak şu bir gerçektir ki; kişi, bir kabile veya aileyle evlilik bağı kurduğunda, o kabile veya aileyle aralarında ister istemez bir yakınlaşma ve sevgi meydana geliyor. Aradaki düşmanlıklar kalkıyor, kin ve nefretler siliniyor, yerini sevgi ve hoşgörü alıyor.

Bu gerçeği çok iyi bir şekilde bilen, insan sarrafı Hz. Peygamber, bu vesileyle onları İslam'a yaklaştırmayı yeğlemiştir. Mesela Cüveyriye binti Haris, Safiyye binti Huyeyy ve Remle binti Ebi Süfyan (r.a) ile evlilikleri bu kabildendir. Bu üç annemiz de, toplumda ağırlığı olan kişilerin kızlarıdır. Cüveyriye ile Safiyye (r.h)'nin babaları, Yahudilerin reisleri durumundadırlar. Bunlarla evlenince Yahudilerle arada akrabalık bağı kurulmuş, onlarla daha yakın temas sağlanmış ve bu vesileyle pek çoğunun İslam'la şereflenmesine sebep olunmuştur.

Yine Ebu Süfyan'ın kızı Remle ile olan evlilikte de aynı durum söz konusudur. Bununla taş yürekli, Müslümanların azılı düşmanı Ebu Süfyan yumuşamış, Müslümanlık karşısında teslim-i silah ederek, İslam dinine girmiş ve Emevilerle yakınlık kurulmuş oldu.

b. Bazı kimselerin kalbinde peygambere karşı öyle bir kin ve nefret yerleşmişti ki, evlilik bağı olmasaydı, bu kinin gitmesine imkan yoktu. Böylece evlilik bağı sayesinde, Allah'ın farz kıldığı peygamber sevgisi doğmuştur.

c. Daha sonraki dönemlerde de bu metod, çoğu kimse tarafından kullanılmıştır. Osmanlı tarihine baktığımızda bunun pek çok örneğini bulmamız mümkündür. Padişah hanımlarını incelersek görürüz ki, onlardan bir kısmı, yabancı milletlere mensuptur. Ancak diğer devletlerle daha yakın ilişki kurmak, oralarda aleyhimize olacak bazı durumlardan doğru ve hızlı bir şekilde haber almak vs. gibi düşüncelerle padişahlar, bu hanımlarla evlenmiş böylece devlet ve milletçe büyük faydalar elde edilmiştir.

d. Müslümanların zayıf olduğu dönemlerde ise bu silah, tam tersine kullanılmıştır. Düşmanlarımız, verdikleri hanımlarla, içimizdeki en gizli devlet sırlarını, stratejilerini öğrenmiş hedeflerine kısa yoldan varmayı başarmışlardır.

e. Bugün bile, Müslüman diyeceğimiz devletlerdeki, devleti teşkil eden üst tabakanın, hatta devlet başkanlarının hayatlarına bakacak olursak, pek çoğunun hanımının İngiliz, Fransız, Alman vs. asıllı olduğunu görürüz ki, bu da güçlü devletlerin zayıflara uyguladıkları bir tür elde etme stratejisidir.

Ancak Allah Resulü, bunu her zaman için müsbet yönde kullanmış, bu vesileyle onların İslam'a girmelerini, dolayısıyla dünya ve ukba saadetlerini sağlamıştır.

Bu mevzu ile ilgili olarak Akkad'ın değerlendirmesini de vererek, konuya son verelim: "Bazı müsteşriklerin 'Muhammed (s.a.s)'in dokuz kadınla bir anda evlenmesi, cinsel arzusunun aşırılığına bir delildir.' demelerine karşılık şöyle deriz:

Sizler, hiç evlenmeyen İsa (a.s)'yı, cinsel arzusunun yetersizliğiyle nitelemediğiniz gibi, Muhammed (s.a.s), dokuz kadınla evli olduğundan onu, cinsi arzusunun aşırılığı ile nitelememeniz lazımdır. Biz, her şeyden önce büyük bir insanın, kadını sevip, ondan faydalanmasında bir sakınca görmüyoruz. Bu fıtri bir ihtiyaç olup, ayıp sayılmaz. Canlı mahlukatın fıtratında en köklü his, erkek ile dişinin bir araya gelip birleşmeleridir. Bu his, canlı yaratıkların hepsinde mevcuttur.

Ancak sevgi mecrasını değiştirerek, haddini aşması ve insanı işinden alıkoyup, uğrunda, manası olmayan birtakım şeyleri teklif etmesi, fıtratın değişmesine vesile olur. Her huyun aşırılığı ayıp sayıldığı gibi, bu aşırılık da ayıp sayılır.

Peygamberin (s.a.s) yaptığı şeyleri bilen kimse, kadının, büyük veya küçük herhangi bir işten alıkoyduğunu diyebilir mi?

Hayatında ve ölümünden sonra, Hz. Muhammed (s.a.s)'in daveti ve İslam Devleti tarihinden daha büyük bir tarih yapan kim vardır? Kim diyebilir ki, bu, meşgul olan bir kimsenin işidir. Büyük bir işe kendini verip, Resulullah'ın ulaştığı seviyeye kim yetişebilmiştir?

Çocuk iken hissine mağlup olmadığı gibi, gençliğinde de cahiliyetin her şeyi mübah gördüğü bir zamanda diğer gençler gibi şehvetine ayak uydurmadı.

Belki temizlik, emniyet, ciddiyet ve vakar ile şöhret bulmuştu. Sonra İslam'a davet ettikten sonra O'nu sevmeyenler ve aleyhinde propaganda yapanlar ve ayıbını araştıranlar dahi bu hususta onu ayıplayacak bir şey söylemediler. Ey cemaat! Gelin şu gence bakın, düne kadar kadınlarla şöyle oturup kalkıyor, şunu bunu yapıyordu, bugün de, temizliğe iffete ve şehveti terk etmeğe davet ediyor. Sayılmayacak kadar düşmanı olduğu halde, asla böyle bir söz söylemediler. Böyle bir sözün yeri olsaydı, binlerce kişi bunu, ağzına dolay acaktı.

Hakkında propaganda yapıp, iftiraya yeltenenler, bütün incelikleriyle bize açıklanan evlilik hayatının bütün gerçeklerini unutmuşlardı. Sadece O'na iftira etmek için, mana ve maksadını değiştirecek bir tek şey söylediler. Çok kadınla neden evlendi?

Fakat gençliğinde temizlik ve iffet ile meşgul olduğunu, cahiliyet devrinde, gençlerin mubah ve normal saydıkları bütün lezzet ve şehvetlere hiçbir zaman yanaşmadığını unuttular.

Yirmi beş yaşma gelinceye kadar, mubah olan evliliğe dahi istekli olmadığını, halbuki evlilik, sevimli, soylu aile ve kızlar arasında yeri olan her genç için, kolay olduğu gibi, kendisi için de kolay olduğunu unuttular.

Yirmi beş yaşındayken evlendiği zaman, kırk yaşındaki bir hanımla evlendiğini, elli küsur yaşına gelinceye kadar bir tek hanımla, yani Hz. Hatice ile yetindiğini unuttular.

Bazı soyları bağdaştırmak veya himaye etmek için evlendiğini, güzellik ve şehvetin asla söz konusu olmadığını unuttular.

"Şehvet hissine mağluptur" diye niteledikleri Zatın, birçok günlerinde arpa ekmeğine dahi doyamadığını ve birçok imkanlara sahip olduğu ve onları memnun etmek gayet kolay ve ağır birşey olmadığı halde, zevcelerini memnun etmek için kanaat ve iktisatın ötesine gitmediğini unuttular.

Bir arada bulundurduğu zevcelerin sayısı,tarihçe sabit olduğu gibi,bu gerçeklerin de tarihçe sabit olduğunu unuttular.

Peygamberi lekelemek,O'na iftira etmek ve gerçekten ayrılmak için,bütün bunları unuttular. Halbuki gerçeği arayıp,söylemek ve hatıra getirmek isteselerdi,bunları görmeleri,görmezlikten gelmelerinden daha kolaydı." 33

Buraya kadar söylediklerimizden anlaşılmaktadır ki, Hz.Peygamberin evliliklerinin herbirisi,ayrı bir gayeye mebnidir. O,asla bir kadın düşkünü değildir.

Pek çok kadınla evlenmesi ve bu evliliklerin hepsini gayet arızasız bir şekilde götürmesi dahi, O'nun peygamberlik delillerinden bir tanesini teşkil etmektedir.*

http://www.yeniumit.com.tr/konular.php?sayi_id=47&konu_id=950&yumit=bolum2


suküt_u hayal
Kapalı
15 Kasım 2007 19:14

EFENDİMİZİN EVLİLİKLERİ KONUSUNA GÜZEL CEVAP VERİLDİĞİNİ DÜŞÜNEREK VE BU KONUN IŞIĞINDA GÜNÜMÜZDE BİRDEN ÇOK EVLİLİK YAPMANIN HÜKMÜNÜ AÇALIM İSTERSENİZ...

günümüzde taaddüdü zevcatı eleştiri yağmuruna tutarak islamı karalama kampanyalarında bulunulduğu gözle görülür bir gerçek..

bizlerin bilmediğimiz konularda hemen yorum yapmadan önce o konu hakkında ayet ve hadis araştırmasına girmemiz gerek...

ayetlerde ve hadislerde bulduğumuz hükümleri kabul edip eğer istersek bu hükümlerin hikmetlerini araştırabiliriz...

bu meseleye de bu yaklaşımla gidersek...

1-nisa suresinin 3. ayetinde birden fazla kadınla evlenmeye müsaade edildiği ama bunun şartlara bağlandığını açıkca görebiliriz...

****

Nisa: 3:Ve eğer ki yetimleriniz konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız; o takdirde sizin için hoş (helal, uygun) olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın.

Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini nikâhlayın. Ya da sahibi bulunduğunuz cariyenizi nikâhlayın.

Bu haksızlığa sapmamanız için en uygunudur.

****

şart nedir ADALET...

VE TAVSİYE EDİLENDE TEK EŞLİLİK....

PEKİ ZARURİ KILAN HALLER NELER..

kadının zevceli vazifesi mani olacak bir hastalığa yakalnmış olması ve çocuk sahibi olamaması..

her vicdan sahibi günümüz toplumundaki erkeklerin bu hallerle karşılaştığındaki takındığı tavrı bilir...

ya eşlerini boşamadır bu ya da zina..

sağlamken al hastalandığında bırak anlayışı kadınlarımız içinde haysiyet zedeleyicidir...

bu durumda yapılacak ikinci bir evlilikle belki bir kadının ve çocuklarının toplum nazarındaki durumundan tutunda ekonomik durumuna kadar bir çok konuda kötü hale düşmemesini sağlayacak...

başında bir eşi ekonomik olarakta durumu düzgün olacak...

batıda tek eşlilik artık sözde kaldığı, adını metres koydukları ve diledikleri zaman bırakıp mesuliyetten kaçtıkları ilişkilerin yaşandığı bir gerçek ..ve BİZİM NAZARIMIZDA mesuliyetsiz taaddütü zevcattır bu..

gönül, bu konularda yüce dinimizi karalamaya giden beyinlerin biraz olsun araştırıp,hikmetlerini görmeye çalışıp ona göre eleştirilerini yapmalarını ister...

yukardaki yazılanlar sadece konunun küçük bir detayı bizim göremediğimiz ne hikmetler var ki bu konuda bize yasak edilmemiş..

AMA ŞUNUNDA ALTI ÇİZİLMİŞ..

TAVSİYE EDİLEN TEK EŞLİLİK DİYE...

ZİRA EFENDİMİZ..

iki eşi olupta birine tamamaen meylederken diğerini ihmal eden kimse kıyamet gününde bir yanı felçli olarak gelir...

SÖZLERİ DÖRT DEĞİL BİR EŞİN BİLE MESULİYETİNİ HATIRLATMAYA YETİYOR...


esma_23
Kapalı
15 Kasım 2007 19:23

tekrardan allah razı olsun hasan abi ne güzelde anlatmıştın bize bu konuyu zamanında...

peygamberimizin evliliklerini bir okul gibi düşünelim...her sırada bi annemiz farklı farklı ırklardan değişik yaşlardan...peygamberimiz bize öğretici olarak gönderildi ve evliliklerinde de herbirinin farklı bi hikmeti ve amacı vardı.aile ve evlilik hayatında günümüzde bu kadar sünnet biliniyorsa.hepsi bu evliliklerin bir ürünüdür...o kendi nefsini hiç bir zaman düşünmedi...

15 Kasım 2007 19:24

ARKADAŞLAR BİRAZ UZUNCA OLACAK AMA KONUNUN ÖNEMİNE BİNAEN NİSA SURESİNİN 3-4.AYETİNİN MEALİNİ VE ZUHAYLİNİN TEFSİRİNİ NAKLEDİYORUM...

BUNU YAPMA AMACIM HEM KONUN DAHA KİTABİ İFADELERLE ANLATILMASI,HEM AKLIMIZA TAKILAN BU VE BENZERİ KONULARI TEFSİR KİTAPLARINDA BULABİLECEĞİMİZİ GÖSTERMEK İÇİNDİR...

Dörde Kadar Hanımla Evlenmenin Mübahlığı Ve Mehir Vermenin Vacip Olması

3- Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağmızdan korkarsanız size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet adalet yapamayacağınızdan en­dişe ederseniz o zaman bir yahut sahi­bi olduğunuz cariye (ile yetinin). Bu, sizin haksızlık yapmamanıza daha ya- kındır.

4- Kadınların mehirlerini hoşnutlukla ve bir bağış olarak verin. Bununla be­raber gönül hoşluğu ile ondan size bir kısmını bağışlarlarsa onu da içinize sindire sindire yiyin.

İ'râb:

"Eğer yetim kızlar hakkında" yani yetim kızları nikahlamak hususunda... "onu... yiyin" buyruğunda hitap ya velilere yahut da eşleredir. [18]

Kelime ve İbareler:

"Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağmızdan" yani adalet yapıp zulme meyletmeyeceğinizden. Ayet-i kerimede geçen "kist" adalet demek­tir. Yüce Allah'ın, "Kist yapınız, muhakkak Allah kist yapanları sever." (Hucu-rât, 49/9) buyruğu gibi. Kist aslında zulmetmek anlamındadır. Yüce Allah'ın, "Kasıtlara gelince, onlar da cehennemin odunudurlar." (Cin, 72/157) buyruğun­da bu anlamda kullanılmıştır.

"Adaletli davranamayacağmızdan korkarsanız size helâl olan kadınlar­dan" yani onlardan kalbinizin meylettiği kimseler arasından "ikişer, üçer, dör­der olmak üzere nikahlayın." Bu kelimeler sayı lafızları olup iki iki, üç üç, dört dört, yerine kullanılır.

"Şayet adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz..." nafaka, geceleri yanlarında kalmayı paylaştırmak ve onlara yapacağınız muamele hususunda haklarında adil olamayacağınızdan korkarsanız, "o zaman bir" hanım nikahla­yınız "yahut sahibi olduğunuz cariye" ile yetininiz. Çünkü cariyeler kadınların sahip oldukları haklara sahip değildirler.

"Bu" yani yalnızca dört hanım nikahlamak yahut tek bir kadın ile evlilik yahut cariye ile yetinmek "sizin haksızlık yapmamanıza daha yakındır." Yani böylesi sizin zulme sapmamanıza daha yakındır.

"Kadınların mehirlerini hoşnutlukla ve bir bağış olarak..." yani gönül hoş­luğu ile bir bağış ve bir hibe olmak üzere "verin. Bununla beraber gönül hoşlu­ğu ile size ondan bir kısmını bağışlarlarsa" yani mehirlerinden bir kısmını gö­nül hoşluğu ile size bağışlayacak olurlarsa "onu da içinize sindire sindire yi­yin." Yani böyle bir şeyi yemenizin akıbet itibariyle kötü bir tarafı yoktur, ahi-rette de bundan dolayı sizin için bir zarar söz konusu değildir. [19]

Nüzul Sebebi

Üçüncü ayet-i kerime olan, "Eğer ... korkarsanız" buyruğu ile ilgili olarak Buharî, Müslim, Nesaî, Beyhakî ve başkaları şunu rivayet etmektedirler: Urve müminlerin annesi Hz. Aişe'ye (r. anhâ) bu ayet-i kerime hakkında soru sordu. O da şöyle dedi: "Ey kızkardeşimin oğlu, burada sözü edilen velisinin himaye­sindeki yetim kızdı. Bu adam malında ona ortak olur, malı ve güzelliğinden de hoşlanırdı. Mehrinde adaletli olmadan onunla evlenmek istediğinden dolayı onun dengi olanlara verdiği mehri vermezdi. İşte böyle yapmaları onlara yasak kılındı ve hoşlarına giden kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olarak nikahlama­ları emrolundu."

Said b. Cübeyr, Katâde, er-Rabî, ed-Dahhâk ve es-Süddî de der ki: Yetimle­rin mallarından sakınırlar, ancak kadınlara gereken kıymeti vermez ve dile­dikleri şekilde evlenirlerdi. Kimi zaman adalet yapar, kimi zaman yapmazlar­dı. Yetimlere dair soru sormaları üzerine, "Yetimlere de mallarını verin" diyen ayet-i kerime nazil oldu. Yine şanı yüce Allah, "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız..." ayetini de inzal buyurdu. Yüce Allah buyuruyor ki: Yetimler hakkında adalet yapamamaktan korktuğunuz gi­bi yine kadınlar hakkında da onlara adil davranamamaktan korkunuz. O ba­kımdan haklarının altından kalkmanız mümkün olandan fazlası ile evlenmeyi­niz. Çünkü kadınlar zaaf ve acizlik bakımından yetimler gibidirler. el-Vâlibî (üçüncü tabakadan güvenilir ravilerden Ali b. Rabia b. Nadla)'nin rivayetine göre İbni Abbas'ın da görüşü budur.

"Kadınların mehirlerini hoşnutlukla... verin" mealindeki dördüncü ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak da İbni Ebî Hatim, Ebu Salih'ten şöyle dedi­ğini rivayet etmektedir: Baba kızını evlendirdiğinde mehrini alır, ona bir şey vermezdi. Yüce Allah böyle davranmalarını yasak kılarak, "Kadınların mehir­lerini hoşnutlukla ve bir bağış olarak verin" ayetini indirdi. [20]

15 Kasım 2007 19:26

Açıklaması

Bu ayetlerin konusu nüzul sebebine göre tespit edilebilir. Buna göre konu ya yetimlerin dışında kalan hanımlarla evlenmektir; yani eğer sizden herhangi birinizin himayesinde yetim bir kız bulunur ve böyle bir kıza mehr-i mislini ve­rememekten korkuyor iseniz, bunun dışında hanımlarla evlenmeye yönelin. Çünkü bu durumda olanlar pek çoktur ve bu konuda Allah evlenmek isteyene darlık vermemiştir. Yahut da ayet-i kerime kadınlar hakkında adaletli davran­makla ve birden fazla evlenmeleri halinde onlara zulmü önlemekle ilgilidir. Ya­ni, "Yetimlere de mallarını verin" ayet-i kerimesi nazil olunca, kadınların hak­larında adaleti terk etmekten çekinmemekle birlikte, yetimleri velayetleri altı­na almaktan çekinmeye koyuldular. Çünkü bu durumda herhangi birisinin ni­kâhı altında kimi zaman on kadın bulunur ve bunlar arasında adalet yapma-yabilirdi. İşte bunlara şöyle dendi: Yetimlerin haklarıyla ilgili olarak adaleti terk etmekten çekindiğiniz gibi, kadınlar arasında adaletten uzak durmaktan da korkun, çekinin ve nikâhınız altında tutacağınız kadınların sayısını azaltın.

Korkmaktan kasıt ise bilmektir. Bu ifadeyle, bilinen şeyin korkulacak ve sakınılacak bir şey olduğu anlatılmak istenmiştir.

Yani eğer sizler mehirlerini vermemek suretiyle yahut batıl yollarla yetim­lerin mallarım yemek suretiyle yetimlere haksızlık yapacağınızı bilir yahut hissederseniz, yetim bir kızla evlenmemelisiniz. Onun dışında bir, iki, üç yahut dörde kadar başka kadınlarla evlenebilirsiniz. Birden çok kadınla evlendiğiniz takdirde de adaletle davranmalısınız. Adaletle muamele yapma ve aralarında haklarını pay edebilme imkânını bulabilmeniz için dörtten fazla kadınla evlen­meyiniz. Bu durumda erkeklerin çeşitli durumları söz konusu olur. Kimisi iki hanımla, kimisi üç, kimisi dört hanımla evlenir. Dört sayısı, hanımlar arası adaletin mümkün olabileceği azami sınırdır.

Yüce Allah'ın, "Nikahlayın'' buyruğundaki emir mübahlık ifade eder. Bu, Yüce Allah'ın, "yiyiniz, içiniz" (Bakara, 2/187) buyruklarını andırmaktadır. Bu­nun vücup ifade ettiği de söylenmiştir. Yani Yüce Allah'ın, "İkişer, üçer, dörder olmak üzere" buyruğundan alınmış sayıyı aşmamanın vücubunu ifade ediyor, demektir. Yoksa asıl itibariyle nikâhın vücubunu ifade etmez.

Yüce Allah'ın, "İkişer, üçer, dörder olmak üzere" buyruğunun her bir keli­mesi türünün tekrarına delâlet etmektedir. "ikişer"de iki, ikiye, "üçer"de üç, üçe, "dörder"de dört, dörde delâlet etmektedir. Yani birden çok hanımla evlen­mek isteyen herkes, sözü geçen sayıdan dilediği kadarını nikahlayabilir. Kimi­sinin bu kadar hanımı olabilir, kimisinin olmaz.

Daha sonra Yüce Allah birden çok hanımlar arasında adalete bağlı kalma­nın zorunlu olduğunu pekiştirmektedir. Bu husus da Yüce Allah'ın, "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan..." buyruğundan anlaşılmak­tadır. Bu buyruğunda Yüce Allah şunu zikretmektedir: Sizler birden çok hanım ile evlenmeniz halinde adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız o takdir­de tek bir hanım ile yetinmelisiniz. Birden çok hanımla evlenmek Yüce Al­lah'ın şu buyruğunda açıkça emrolunan adaleti gerçekleştireceğinden yana emin olan kimse için mubahtır: "Hırs gösterseniz bile kadınlar arasında adaleti gözetmeye güç yetiremezsiniz." (Nisa, 4/129). Bu buyruk, kalbî meyil arasındaki adalet hakkında anlaşılabilir. Eğer bu ihtimal olmamış olsaydı, her iki ayetten herhangi bir şekilde birden çok hanımla evlenmenin caiz olmaması sonucu çı­kardı.

Adaletli davranamamak korkusu bu hususta zan ve şüphe halini de kap­sar. O bakımdan ya hür kadınlardan tek bir kadın ile yetinmelisiniz yahut da cariyelerden dilediğiniz kadar cariyeyi odalık almak yoluyla yetinme yoluna gitmelisiniz. Cariyelerin nikahlanma yoluna gidilmemesi ise aralarında her hususta adaletin vacip olmayışındandır. Onlar hakkından istenen yalnızca örfe uygun olarak geçim için gerekli nafakadan ibarettir.

Tek bir kadınla evlenmeyi seçmek yahut da cariye ile yetinme yoluna git­mek, haksızlık ve zulüm yapmamaya daha yakındır. Yüce Allah'ın, "Sizin hak­sızlık yapmamanıza" buyruğundan kasıt, zulüm yapmamanızadır. İmam Şafiî (r.a.)'nin bu, "Haksızlık yapmamanıza" buyruğunu, "Geçindirmekle yükümlü olduğunuz kimselerin sayısının artmamasına daha yakındır" diye tefsir ettiği nakledilmiştir. Buna delil de Kisaî, Asmaî ve Ezherî'nin belirttiklerine göre Arapların fasih olanlarından bir kimsenin geçindirmekle yükümlü olduğu kişi­lerin (aile efradının) sayısı arttığı takdirde bu durumu ifade için (ayet-i kerime­de kullanılan kelime ile aynı kökten gelen) âle, ye'ûlu fiili ve aynı kökten gelen kelimeler kullanmasıdır.

Kısacası zulümden uzak durmak, tek bir kadın ile yetinmenin yahut da cariye ile yetinme yoluna gitmenin teşri edilmesinin sebebidir. Bunda ayrıca hanımlar arasında adaletin şart olduğuna da işaret vardır. Kadınlar arası iste­nen adalet ise maddî adalettir. Yani yanlarında gecelemeyi aralarında eşit pay­laştırmak, yemek, içmek, giyinmek, mesken gibi geçim harcamalarında eşitliği sağlamaktır. Manevî adalet yahut da kalbî yakınlık olan meyil ve sevgi ise, is­tenen bir şey değildir. Çünkü bu, insanın elinde olan bir şey değildir. Bundan dolayı Hz. Aişe'ye diğer hanımlarından daha fazla meyleden Allah Rasulü, Sü­nen kitaplarında Hz. Aişe'den zikredildiğine göre şöyle buyurmuştur: "Allah'ım bu elimde olan şeyleri paylaştırmamam Elimde olmayan şeylerden dolayı da beni sorumlu tutma." Bundan kasıt ise kalbî meyildir. Kişi adalet yapamamak­tan korkacak olursa, birden fazla hanımla evlenmesi haram olur.

Daha sonra Yüce Allah kocalara hitap ederek hanımlarına mehirlerini te­reddütsüz ve gönül hoşluğu ile vermelerini emretmektedir. Bu ise iki eş arasın­da kurulacak sevginin bir sembolü, hanıma olan sevgi ve ona verilen kıymetin bir belirtisidir. İbni Abbas'm görüşüne göre "kadınlara mehirlerini... veriniz" ayetindeki hitap kocalaradır. Önceleri koca mehirsiz olarak evlenir, "Ben sana mirasçı olurum, sen de bana mirasçı olursun" der kadın da buna razı olurdu. Burada ise mehirlerini vermekte ellerini çabuk tutmakla emrolundular.

Hitabın velilere olduğu da söylenmiştir. İbni Ebi Hatim, Ebu Salih'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Erkek (velayeti altında bulunan) dul bir kadını ev­lendirdiği takdirde, mehrini kendisi alır, ondan kadına bir şey vermezdi. Yüce Allah onlara bunu yasakladı ve, "Kadınlara mehirlerini... verin" ayeti nazil oldu.

Eğer kadınların kendileri gönül hoşluğu ile, baskı altında tutulmaksızın ve aldatılmaksızın size bir şey verecek olursa, onu da afiyetle yiyiniz. Yani bu sizin için helâl olur, onu almakta sizin için bir günah yoktur. Dünyada bunun sizden geri isteneceğinden korkmayın, ahirette de bir sorumluluktan çekinme­yin.

Burada "yemek" kelimesi ile onda tasarrufun helâl olduğu kastedilmekte­dir. Özellikle yemekten söz edilmesi ise malî tasarrufların çoğu şekillerinin bu yolla olmasından dolayıdır. Yüce Allah'ın, "Onların mallarını mallarınıza (ka­rıştırarak) yemeyin" buyruğunda olduğu gibi. [21]

15 Kasım 2007 19:28

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

"Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamayacağınızdan korkarsa-nız" ayeti aşağıdaki hususlara delâlet etmektedir:

1- İster yetimlerin mallarını kontrol altında tutulması, ister onlarla evle-nilmesi, ister yetim olmayan eşlerin birden fazla obuası durumlarında adalete bağlı kalmanın vacip olması. İbni Abbas, İbni Cübeyr ve başkaları der ki: Ma­nası şudur: Eğer sizler yetimler hakkında adil olamayacağınızdan korkarsamz aynı şekilde* kadınlar hakkında da korkunuz. Çünkü o dönemde onlar yetimle­re adaletsizlik yapmaktan çekinir, fakat kadınlar hakında adaletsizlikten sa­kınmazlardı.

Aişe (r. anhâ) der ki: İnsanlar bu ayet-i kerimeden sonra kadınlar hakkın­da Allah'ın Rasulüne soru sordular. Yüce Allah da, "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dair fetvayı size Allah veriyor: Kendileri için yazıl­mış olanı onlara vermediğiniz ve onları da nikâhlamayı istediğiniz yetim ka­dınlar hakkında işte Kitap'ta size karşı okunup duranlar..." (Nisa, 4/127) buy­ruğunu indirdi. Hz. Aişe devamla dedi ki: Yüce Allah'ın, "İşte Kitap'ta size karşı okunup duran ayetler" buyruğundan kasıt ise şu, "Eğer yetim kadınlar hakında adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız size helâl olan hanımlardan... nikahlayın" ayetidir." Buyruğun anlamı şudur: Eğer sizler velayetiniz altında bulunan yetimleri nikâhlamakta adaletle davranamayacağınızı bilecek olursa­nız, onların dışında nefsinizin kendilerine meylettiği kadınları nikahlayınız. Bundan maksat ise adaletli davranamama korkusu esnasında yetim kızların nikâhının yasak kılınmasıdır.

2- Hz. Aişe'nin bu teviline göre ayet-i kerime şu görüşü benimseyenlerin lehine bir delildir: Baba ve dededen başka kimseler küçük kızı başkasıyla ev-lendirebilir yahut kendisi onunla evlenebilir. Çünkü bu tevile göre ayet-i keri­me, velisinin, malı ve güzelliği hoşuna gittiğinden dolayı kendisiyle evlenmek istediği fakat ona vereceği mehirde adaletli davranmayan kimsenin himayesin­de bulunan yetim kızlar halanda nazil olmuştur. Yetim kızın, himayesinde bu­lunup da kendisiyle evlenmesi caiz olan en yakın velisi ise amca çocuğudur.

Buna göre ayet-i kerime aynı zamanda amca çocuğunun, himayesinde bu­lunan yetim kız ile evlenmesinin caiz olduğunu ihtiva etmektedir. Onunla evlenmesi caiz olduğuna göre bu nikâhı ya bizzat kendisi yapacaktır yahut da meselâ, o kızın kardeşi bu yetimi amcasının oğluyla evlendirecetir. Durum her ne olursa olsun, baba ve dededen başkasının küçük kızı evlendirme hakkı oldu­ğu ortaya çıkar.

Küçük kızı baba yahut dededen başkası evlendiremez diyen imamlar ise, bu ayet-i kerimeyi bundan başka iki tevilden birisine göre açıklarlar: Bunlar, mehrinde adaletle davranmak yahut da yetimleri velayet altına almaktan çe­kinmek ve burada sözü geçen yetimleri büyük yetim kızlar diye anlamaktır. Aradan fazla bir zaman geçmediğinden ve yakın bir vakte kadar yetim oldukla­rı için de önceki hal nazarı itibara alınır ve bunu mecaz-ı mürsel kabilinden bir ifade olarak ele alırlar.

3- Ergenlik yaşına gelmeden önce yetim kızın nikâhlanmasına Ebu Hanife bu ayeti delil göstererek der ki: Kız ergenlik yaşından önce yetim olur. Ergenlik yaşından sonra ise yetim değil, mutlak olarak kadındır. Buna delil ise şudur: Eğer Yüce Allah ergenlik yaşına gelmiş olanı kastetmiş olsaydı, onun mislinin mehrinden daha aşağısının verilmesini yasaklamazdı. Çünkü bu durumda ka­dının kendisi onu seçebilir; böyle bir şey icma ile caizdir.

Malik, Şafiî ve ilim adamlarının cumhuru ise ergenlik yaşma gelmeden ve bu konuda kızın fikri alınmadan böyle bir nikâhın caiz olmadığı görüşündedir­ler. Çünkü Yüce Allah, "Kadınlar hakkında senden fetva isterler" diye buyur­maktadır. "Kadınlar" ise erkekler arasında yaşı ilerlemişler için kullanılan "adamlar" ismi gibi büyükler hakkında kullanılır. "Adam" adı ise küçüğü kap­samaz. Aynı şekilde "kadın" adı da böyledir; bu ismin kapsamına da küçük kız­lar girmez. Diğer taraftan Yüce Allah, "Yetim kadınlar" (Nisa, 4/127) diye bu­yurmuştur. Orada bundan kasıt, burada sözü geçen yetimlerdir. Nitekim Aişe (r. anhâ) de böyle demiştir. Buna göre yaşı büyük yetim kız da ayet-i kerimenin kapsamına girmektedir. Bu da izni olmaksızın evlendirilemez. Küçük kız ise iz­ni söz konusu olmayacağından evlendirilemez. Eğer bulûğa erecek olursa, ni-kâhlanması caiz olur. Fakat onun izni olmaksızın yine evlendirilemez. Nitekim Darekutnî, İbni Ömer'den de böyle rivayet etmektedir. Buna göre îbni Ömer şöyle demiştir: Dayım Kudâme b. Maz'un kardeşi Osman. b. Maz'un'un kızı ile beni evlendirdi. Muğire b. Şu'be kızın annesinin yanma gitti, mal vaadinde bu­lundu ve kızı kendisi için istedi. Durumu Resulullah (s.a.)'a götürülünce Kudâ­me şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü bu, kardeşimin kızıdır. Ben ise babasının va­sisiyim. Bu konuda ben ona karşı kusurlu davranmadım. Faziletini ve akraba­lığını bildiğim birisi ile onu evlendirdim. Resulullah (s.a.) ise şöyle dedi: "Bu küçük yetim bir kızdır. Yetim kız ise kendi işini kendisi halletmeye daha bir hak sahibidir." Böylelikle kız benden alındı ve Muğire b. Şu'be ile evlendirildi.

4- Hz. Aişe'nin ayet-i kerimeyi tefsirine göre, tayin edilen mehir fasit olur yahut miktarında aldatma bulunursa mehr-i mislin vacip olacağını göstermek­tedir. Çünkü Hz. Aişe şöyle der: "Onun mehri ile ilgili uygulamanın asgarisi ile (mehr-i misli sayılabileck asgari miktar ile nikahlanır)."

5- Yetim kız baliğ olur, velisi de onun mehrini adaletle verecek olursa, onunla evlenmesi caizdir. Nikahlayan da nikahlanan da -Hz. Aişe'nin tefsirine göre- o olur. Ebu Hanife, Evzâî, es-Sevrî ve Ebu Sevr de bu görüştedir. Yani ni­kâh akdi tek bir akdedici taraf ile akdedilebilir.

Züfer ve Şafiî ise der ki: Sultanın (hakim ve yöneticinin) izni olmadıkça yahut da başka bir kızın velisi olan bir başkası evlendirmedikçe caiz olmaz. Çünkü velayet akdin şartlanndandır. Zira Resulullah (s.a.) Beyhakî'nin İmrân ve Aişe (r. anhumâ)'den rivayetine göre şöyle buyurmuştur: "Velisiz ve adaletli iki şahit olmaksızın nikâh olmaz." Buna göre nikahlayan ile nikâhlananın bu­lunması ve şahitlerin birden fazla olması vaciptir.

6- Ayet-i kerimede eşlerin dörde kadar olmasının caiz oluşuna delâlet var­dır. Bir erkeğin aynı anda dörtten fazla hanım ile evlenmesinin caiz olamaya­cağım da göstermektedir. Çünkü sayı muhataplara genişlikten söz edilirken zikredilmiştir. Eğer bu sayıdan fazlası mubah olsaydı, böyle bir durumda zikre­dilmesi gerekirdi.

Burada sözü geçen ikişer, üçer ve dörder sayısı dokuz hanımla evlenmenin mubah olduğuna delil değildir. Peygamber (s.a.)'ın dokuz hanım ile evlenmiş olduğu ve nikâhı altında dokuz hanımı bir arada topladığı ile bu görüş destek­lenemez.

Ashab-ı kiram ve tabiînin ise dörtten fazla kadınla evlenilemeyeceğine da­ir icması bu görüşü reddetmektedir. Bu hususta zaten kimsenin haklı bir görü­şü yoktur. Malik, Muvatta'ında Nesaî ve Darekutnî de Sönenlerinde Resulul­lah (s.a.)'ın Sakîfli Ğaylan b. Umeyye'ye -İslâm'a girdiğinde on tane hanımı vardı- şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Bunlardan dört tanesini seç ve diğer­lerinden ayrıl."

7- İmam Malik, Davud ez-Zâhirî ve Taberî bu ayet-i kerimenin zahirini ile­ri sürerek arada bir fark gözetmeksizin hürlerin de kölelerin de dört kadın ile evlenmelerinin meşru olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çünkü Yüce Allah'ın, "Size helâl olan kadınlardan... nikahlayın" buyruğunun kapsamına köleler de dahil­dir. O bakımdan kölelerin de hür kimseler gibi dört kadın nikahlamaları caiz­dir. Kölelerin bu şekilde dört kadın ile evlenmeleri izne bağlı değildir. Çünkü köleler yaşama hakkına sahip oldukları gibi, nikahlama hakkına da sahiptir­ler.

Hanefîler ve Şafiîlerin görüşüne göre ise bir köle nikâhı altında iki kadın­dan fazlasını bir arada tutamaz. Çünkü el-Leys'in rivayetine göre el-Hakem şöyle demiştir: Resulullah (s.a.)'m Ashabı kölenin ikiden fazla kadını nikâhı al­tında bulunduramayacağını kabul etmiş ve şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın, "Size helâl olan kadınlardan... nikahlayın" buyruğunda hitap, köleleri kapsa­mına almaz. Çünkü bu buyruk, hoşuna giden bir kadın oldu mu onu nikahlaya­bilecek güce sahip olan bir insanı kapsamına alır. Kölenin ise böyle bir şeye im­kânı yoktur. Zira kölenin nikâhı ancak efendisinin izni ile caizdir. Zira Pey­gamber (s.a.) İbni Mace'nin İbni Ömer'den rivayetine göre şöyle buyurmuştur:

"Efendisinin izni olmaksızın evlenen her bir köle zina etti demektir." Diğer ta­raftan Yüce Allah, "Şayet adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz o za­man bir yahut sahibi olduğunuz cariye (ile yetinin)" diye buyurmaktadır. Bu­nun kapsamına ise kölelerin girmesine imkân yoktur. Çünkü kölelerin mülki­yeti yoktur. Yine Yüce Allah'ın, "Gönül hoşluğu ile size ondan bir kısmını ba­ğışlarlarsa..." buyruğu da köleleri kapsamına almaz. Çünkü köle mülk edine­mez. Aksine köleye bağışlanan bir şey de efendisine ait olur. Bu durumda yiyen köle değil, efendi olur.

Nikâhı altında dört kadın bulunduğu halde beşinci kadın ile evlenenin ce­zası nedir?

İlim adamlarının bu konuda farklı görüşleri vardır. Malik, Şafiî ve Ebu Sevr der ki: Eğer yasak olduğunu biliyorsa ona had vurulur.

ez-Zührî de der ki: Eğer yasak olduğunu biliyorsa recmedilir. Eğer bilmi­yor ise zinanın iki cezasının asgarisi uygulanır ki bu da sopadır, kadına da mehri verilir. Bunlar birbirlerinden ayrılır ve ebediyyen birbirleriyle evlene-mezler.

Ebu Hanife ise şöyle der: Bu gibi durumlarda ona hiç bir şekilde had uy­gulanmaz.

Ebu Yusuf ve Muhammed der ki: Haram olan evlilik hakkında had uygu­lanır, bunun dışındaki nikâhlarda ise uygulanmaz. Meselâ, mecusî bir kadın ile veya tek bir akitte beş kadınla evlenmesi, mut'a yoluyla evlenmesi, şahitlik yoluyla evlenmesi, efendisinin izni olmadıkça bir cariye ile evlenmesi gibi.

7- Zulmetmekten korkulması halinde tek bir kadın ile yetinmek vaciptir. Çünkü Yüce Allah'ın, "Şayet adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz o za­man bir (ile yetinin)" buyruğu, "Şayet kadınların birden çok olması halinde aralarında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız" demektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Çok gayret gösterseniz bile kadınlar arasında ada­leti gözetmeye güç yetiremezsiniz." (Nisa, 4/159). O bakımdan kim adalet yapa­mayacağından korkarsa tek bir kadın ile yahut da cariyeleri ile yetinsin. Çün­kü cariyeler arasında gün paylaşımı vacip değildir, fakat müstehaptır. Buna ri­ayet eden güzel bir iş yapmış olur, etmeyen için ise bir vebal yoktur.

Bundan sonraki, "Kadınlara mehirlerini hoşnutlukla... verin" ayeti de aşa­ğıdaki hususları göstermektedir:

1- Hanıma mehrin verilmesinin vacip obuası.

Ödenmesi gerekli bir mehir olmaksızın kadınların ırzı mubah değildir. Akit esnasında bu mehir ister tespit edilsin, ister edilmesin. Ama mehir kadın­dan istifade etmenin bir karşılığı değildir. Çünkü Yüce Allah şehvetin karşılan­ması, çocuk sahibi olmak gibi nikâhın faydalarını eşler arasında müşterek bir fayda olarak takdir etmiştir. Bundan ayrı olarak Yüce Allah kocaya karısına mehir vermesini emretmiştir. O bakımdan bu doğrudan Allah tarafından bir bağıştır. Bu hususta icma vardır, görüş ayrılığı yoktur. Yüce Allah'ın şu buyruğu da açıklamakta olduğumuz ayet-i kerimeye benzemektedir: "Onları yakınla­rının izniyle nikahlayıp mehirlerini de güzellikle kendilerine verin." (Nisa, 4/25).

Yine mehrin azamî sınırının olmadığı üzerinde ilim adamları icma etmiş­tir. Ancak ileride Yüce Allah'ın, "Onlardan birisine yüklerle (mehir) vermiş ol­sanız bile..." (Nisa, 4/20) buyruğunun açıklanmasında geleceği üzere asgari miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptirler.

2- Mehirden feragat etmek.

Kadının kocasına mehrinin tümünü yahut bir kısmını vermesi caizdir. Bu mehir ister muayyen olarak kabzedilmiş olsun, ister zimmette alacak olsun fark etmez. İşte bu hem mehrin hibe edilmesini hem ibra edilmesini kapsa­maktadır. Şu kadar var ki kocaların hanımlarının verdikleri şeyler hakkında ihtiyat göstermeleri gerekir. Çünkü burada şart gönül hoşluğu ile verilmesi di­ye ifade edilerek, "Bununla beraber gönül hoşluğu ile ondan bir kısmını bağış­larlarsa" diye buyrulmaktadır. Bu da size hibe ederlerse demektir. Bununla, mehirden feragat edilmesi konusunda riayet edilmesi gereken hususun, dolaylı yada dolaysız bir zorlama, kötü geçim ya da aldatma söz konusu olmaması ge­rektiğini bildirmektedir.

Yüce Allah'ın, "Gönül hoşluğu ile size... bağışlarlarsa" buyruğunun genelli­ği kadının mehrini kocasına hibe etmesinin caiz olduğunu göstermektedir. Ka­dın ister bakire, ister dul olsun fark etmez. Fukahanın cumhuru bu görüştedir. Ancak İmam Malik bakirenin mehrini kocasına hibe etmesini kabul etmez. Böyle bir yetkiyi, mehrin mülkiyeti kadının kendisinin olmakla birlikte, veliye vermiştir.

İlim adamları, evlendirme yetkisine sahip olan kadının mehrini kocasına bağışlaması halinde, bunun kadın hakkında (aleyhine olmak üzere) geçerli ol­duğu ve bu mehirden geri dönemeyeceğini ittifakla kabul etmişlerdir.

Nikâh akdi sırasında kadın kocasına kendisinden başkasıyla evlenmemek şartı karşılığında mehrinin bir kısmını almaktan vazgeçecek olursa, İbnül-Kâ-sım'ın Malik'ten rivayetine göre bir şey almaya hakkı yoktur. Çünkü kadın ko­casına caiz olmayan bir şart koşmuştur.

İbni Abdülhakem der ki: Erkek bu şarta aykırı hareket edecek olursa, ka­dın mehr-i mislinin tamamını kocasından geri alır. Çünkü erkek kendisi aley­hine bir şart koşmuş ve bu şartı yerine getirme karşılığında bir bedel almıştır. Kadının da bunun karşılığını ondan alması bir hakkıdır. Erkeğin ise bu şarta riayet etmesi gerekir. Çünkü Hâkim'in Enes'ten rivayetine göre Resulullah (s.a.), "Müslümanlar şartlarına bağlıdırlar" buyurmaktadır.

3- Kocanın mehri almasının mübahlığı.

Kocanın, az önce sözü geçen "gönül hoşluğu ile" olması şartı ile eşinin ba­ğışladığını alması helâldir. Bu konuda koca için dünya ve ahirette herhangi bir sorumluluk yoktur. Yüce Allah'ın, "Onu yiyin" buyruğundan kasıt, şeklen yemek değildir. Bundan kasıt hangi yolla olursa olsun mübahlıktır. Yüce Allah'ın, "Şüphe yok ki zulümle yetimlerin mallarını yiyenler..." (Nisa, 4/10) buyruğu ile de kastedilen bizatihi yemek değildir. Şu kadar var ki maldan faydalanma yol­larının en mükemmeli olduğundan dolayı çeşitli "tasarruflar"dan "yemek" diye söz edilmiştir.

Yüce Allah'ın, "Cuma günü namaz için çağrıldığında Allah'ı anmaya ko­şun ve alışverişi bırakın." (Cuma, 62/9) buyruğu da bunu andırmaktadır. Bura­da alışverişin şekli kastedilmektedir. Asıl maksat, nikâh ve buna benzer kişiyi Yüce Allah'ı anmaktan alıkoyan her şeydir. Fakat alışverişin söz konusu edil­mesi, Yüce Allah'ı anmaktan alıkoyan şeylerin en önemlisi olmasından dolayı­dır.

4- Sahih halvet halinde mehrin vacip olması.

el-Cessâs [22] Yüce Allah'ın, "Kadınlara mehirlerini hoşnutlukla ve bir bağış olarak verin" buyruğunu kendisiyle sahih halvette bulunulan kadına tam me-hir vermenin vacip olduğuna delil göstermiştir; velev ki duhulden (kendisiyle ilişkiden) önce boşanmış olsun. Dikkat edilecek olursa ayet-i kerime ister ken­disi ile halvette bulunulsun, isterse bulunulmasın bütün kadınlar hakkında umumidir. Şu kadar var ki Yüce Allah'ın, "Kendilerine mehir tayin etmiş iken, hanımları onlara dokunmadan boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını verin." (Ba­kara, 2/237) buyruğu kendisi ile halvette bulunulan kadına mehrin yansından fazlasının gerekmediğini göstermektedir. Bu ayet hususî bir ayettir. Hususî olan bir ayet ise umumî olana takdim edilir. [23]

Toplam 51 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi