Editörler : E.Kayı Han


Kapalı
08 Temmuz 2008 09:17

Sokullu Mehmed Paşa kimdir? Devşirme olduğu ve Türk düşmanlığı yaptığı doğru mudur?

Bosna?nın Vişegard Kazasına bağlı Rudo Nahiyesinin Sokkuloviçi köyünden bir devşirmedir. Sırp olması kuvvetle muhtemeldir. Sokullu Beğ neslinden yani Şahin Oğullarından gelmektedir. 1512 yılında dünyaya gelen Sokullu, Yeşilce Bey tarafından devşirilerek Edirne Sarayı?na getirilmiştir. Oradan İstanbul?a nakledilmiş ve Küçük Oda hizmetiyle Enderun?a alınmıştır. Sırasıyla Hazine Odası ve Hasoda?ya alınan ve de rikâbdârlık, çuhadarlık ve silâhdarlık gibi Saray içi görevlere getirilen Sokullu Mehmed, daha sonra dışarı çıkarak Çaşnigirbaşılık, Kapıcılar Kethüdalığı, 1550?de Rumeli Beylerbeyliği; İran seferindeki başarısı sebebiyle vezirlik makamına yükselmiştir. 1561 yılında

II. Selim?in kızı İsmihan Sultân ile evlenen Sokullu, 1564 yılında II. Vezir ve Semiz Ali Paşa?nın vefatından sonra da veziri azam olmuştur. İki sene Kanuni devrinde, sekiz yıl II. Selim zamanında ve 6 yıl da III. Murad zamanında bu görevi sürdürmüştür.

Kanuni Sultân Süleyman?ın vefatı sırasında 40 gün kadar ölüm haberini gizleyerek tam bir basiret örneği haline gelen Sokullu, II. Selim zamanında manen Padişah makamındadır. Sultân Murad?ın hocası Hoca Sa?deddin Efendi, musahibi Şemsi Ahmed Paşa ve kethüdası Canfedâ Kadın ve benzeri kişilerin aleyhteki gayretleri neticesinde,

III. Murad?ın nazarından düşmüştür. Her ne kadar azledilmese de, fiilen yetkilerini kullanamaz hale gelmiştir. Nişancı Feridun Bey başta olmak üzere en yakın arkadaşları ve yakınları, kendisine sorulmadan görevden uzaklaştırılmıştır. Âdil bir Padişah olan III. Murad bütün tahriklere rağmen, Sokullu?ya zarar vermemekte direnmiştir. Ancak Sokullu, Kabasakal tarafındaki Sarayında İkindi Divanı halindeyken, meczup bir Boşnak tarafından hançerle yaralanmış ve 1579 yılında vefat etmiştir.

Peçevî, bizzat Tiryaki Hasan Paşa?dan dinlediğini söyleyerek, III. Murad?ın tahta çıktığı günden beri Sokullu?yu sevmediğini ifade etmekteyse de, onun ölümünde dahli olmadığını da ilave etmektedir. Her gece teheccüd namazını kaçırmayacak kadar takva sahibi olan Sokullu Mehmed Paşa?nın, vefatından kısa bir zaman evvel, şahadetini istediği nakledilmektedir. III. Murad?ın bu katil olayında dahli bulunduğu şeklindeki iddialar doğru olmasa gerektir. Bu görüşü destekleyecek ciddi bir kaynak mevcut değildir.

Tavîl yani Uzun Mehmed Paşa diye de bilinen Sokullu?nun elbette ki iyi ve kötü yönleri olacak ve 14 yıllık sadrazamlığı döneminde tenkit edilebilecek tasarrufları bulunacaktır. Nitekim yakınlarını ve dostlarını fazlaca tutması ve makamları öncelikle onlara vermesi şeklindeki tenkit bunlardan biridir. Ayrıca İnebahtı felâketinde önemli derecede hissesi bulunmaktadır. Onun babasının bir papaz olması ise, Müslüman olduktan sonra ifa ettiği hizmetler karşısında İslâmiyet açısından hiç bir önem arz etmemektedir. Sadâreti zamanında himaye ettiği İslâm âlimleri, inşâ ettirdiği cami ve medreseler ve Mekke?de tesis ettiği hayır vakıfları ve en önemlisi de ömrünün sonuna kadar tam bir takva hayatı yaşaması, bu tür iddiaların kasıtlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Sokullu?nun müsbet yönleri arasında II. Selim ve III. Murad gibi atalarına asla benzemeyen iki zayıf Padişah zamanında, devleti dirayetle ve büyük bir tecrübe ile idare etmesi başta gelmektedir. Ayrıca Don ve Volga nehirlerinin birleştirilmesi ile sonuçsuz kalan Süveyş Kanalı projesi de Sokullu?ya ait önemli ve ileriyi gördüğünün delili olan fikirlerindendir. Bu özellikleri sebebiyle Hammer ve onu takip eden bazı tarihçiler, Osmanlı Devleti?nin duraklama ve hatta gerileme devrini, Sokullu?nun vefatı ile başlatsalar da, bunu aynıyla kabul etmek çok zordur.

Sokullu?nun tenkit edilebilecek olan yönlerinin başında, 14 yıllık sadrazamlığı döneminde asla serdâr olarak ordunun başında sefere gitmemesi ve Padişahları da bu noktada teşvik etmemesidir. Bu yüzden statükocu, hatta müstebid ve makamını korumakta hırslı bir devlet adamı olarak vasıflandıranlar olmuştur. II. Selim?in tahta çıkışında yeniçerilerin isyanına sebep olan tavırları ve III. Murad?ın tahta çıkışında gösterdiği temellük yani yapmacık tavırlar, onun değerini kısmen düşürmüş olsa bile, bazı araştırmacıların onun hakkında söyledikleri şeyler kanaatimize göre doğru değildir.


erarslan38
Kapalı
08 Temmuz 2008 10:19

Sokullu'nun devşirme olması Fatih'le birlikte başlayan süreçte devletteki devşirme geleneginden gelecek vezir-iazam geleneginin (kul sistemi)temsilcilerindendir. Şu ana kadar Sokullu'yu hep eleştirmişim,hakkında olumsuz şeyler düşünmüşümdür. Fakat elde hainlik yaptıgına dair ,birebir belge olmaması, Türk düşmanlıgı yaptıgını kanıtyamıyor durumuna ve iftiraya girmeme noktasında konuşup yazmamaı engellemiştir.

Kanuni, II. SELİM ve III.Murad gibi padişahlara vezir olacaksın,devlette her şey padişahtan çok senden sorulacak,sadrazam olarak ; ne don-volga'yı gerçekleştirmek için güç sarf edeceksin, ne süveyş kanalı projesini gerçekleştireceksin, ne de ordunun başında savaşa çıkacaksın???????????????BU SORULAR UZATILABİLİR, BEN HALA (HAİN ÇOK KABA OLABİLİR , BELGESİZ OLDUGU İÇİN)DEVŞİRMELERİN ÖZELLİĞİ DİYECEGİM...

KONU GÜZEL, GERİSİ GELİR İNŞALLAH DEDEALİM. EYVALLAH.

17 Kasım 2009 00:00

güncelleyelim, devşirme sokollu ve bugün kü sokullular; ne durumdalar??


İltutmuş
Kapalı
17 Kasım 2009 07:44

sokullunun devşirme olduğu doğrudur... ancak en az sokullu kadar devletine hizmet etmemiş olanların sokulluyu tenkid etmesi nedir?


Gaspirinski
Genel Müdür
18 Kasım 2009 14:36

Doğduğu köy ile anılan, lakabını doğduğu köyden alan ender Osmanlı sadrazamlarından... Hal böyle olunca hakkındaki kayırma, adamcılık gibi suçlamalar ağırlık kazanabilmiş Osmanlı tarihinde.

Başlığı okuyunca ise insanın kanı donabiliyor. İmparatorluk yapısı içerisinde Türk düşmanlığı yapmak! Bir kere böyle bir düşmanlık için Türklük bilinci içerisinde bir fırkanın mevcudiyeti zaruridir. Oysa ki Osmanlı siyasal sisteminde bu tip bir etnik bilinçle hareket eden bir klik/fırka son dönem hariç yoktur. Hal böyle olunca bir Türk düşmanı sadrazamdan ya da kilikten bahsetmek 19.yüzyıl telakkileri/algılamaları ile topyekün Osmanlı değerlendirmesi yapmak demektir. Peki bu anakronik yanılgı Sokollu'yu Türk düşmanı bir hain ilan ettirir mi? Elcevap evet:)

Osmanlı'da etnik bir klik/fraksiyon/fırka görmek için son dönemlere kadar beklemek gerekir. Sokollu döneminde ise bu mümkün değildir. Peki nedir bu tartışma? Bu tartışma bir dönemin bakış açılarını/zihniyet(ler)ini bulunduğu zamandan sökerek başka bir dönemin aydınlatılmasında kullanmanın yarattığı yanılgıdan kaynaklanıyor.Buna anakronik yanılgı deniliyor tarihte. Yani Fatih Sultan Mehmet neden Bizans'a karşı uçak kullanmamış sorusunda düşülen yanılgı:)

Sokullu Sırplık (Sırp olduğu söyleniyor) kaygıları ve duyguları ile Türklük duyguları taşıyan birilerini imha mı etmiş? Ya da Türk İmparatorlu olan Osmanlı'yı komple çökertmek mi istemiş? Yok arkadaşlar böyle bir şey... Sokollu olsa olsa mensubu olduğu sınıfın(devşirmelerin) imtiyazlarını feodal Türkmen kökenlilere karşı kullanmış olabilir.Ama bir dakika! Bu konuda Türk oğlu Türk kabul ettiğimiz Fatih Sultan Mehmet Sokollu'yu geride bırakacak bir gaddarlık içerisindedir(!)Zira Türkmenlerin en hası Çandarlı ailesinin neredeyse kökünü kurutmuştur. Yerlerine devşirme veziriazamları getirme geleneği de Fatihe aittir. Benden duymuş olmayın:) Eee kardeşine kıyacak derecede üniterliği savunan bir hükümdar, feodal Türkmen beylerini neden yaşatsın... Yoksa devlet-i ebed müddet doğar mıydı?


umur samaz
Daire Başkanı
18 Kasım 2009 23:20

Türk düşmanlığı yapıp yapmadığını bilemiyorum.Ancak birinci derece akrabalarından papaz olduğunu duymuştum. Böyle olunca akıllara bir çok soru geliyor tabiki..

Osmanlının bu tarihlerde yapılan uygulamalar neticesinde durağanlığa girdiği de bir gerçek..


dede ali
Kapalı
18 Kasım 2009 23:42

birinci dereceden akrabalarında papaz olması akla hiçbirşey getirmemeli bence...


umur samaz
Daire Başkanı
18 Kasım 2009 23:54

Devşirmelerin iki türlü yapılıyormuş. Bir grup seçilenler diğer bir grup kendi isteğiyle devşirme olanlar.

Böyle bir aileden devşirilmişse sorgulamak gerek diye düşünüyorum..


hakantaoz
Kapalı
19 Kasım 2009 02:11

malesef bir çok konuda olduğu gibi devşirme konusuda bizlere eksiik ve yanlı anlatıldı. kimse çocuğunu al götür müslüman yap savaşlarda savaştır diye gönüllü vermez. bize tarihte bir çok yalan söylendi biride bu devşireme meselesi


dede ali
Kapalı
19 Kasım 2009 05:27

sonuçta müslüman olup,İslama hizmet etmişler bu onlar için büyük bir şereftir...sebep ne olursa olsun,onlar bundan razıdırlar eminim ki...

21 Kasım 2009 23:46

Osmanlıda Devşirme * ....... İlber Ortaylı

Osmanlı tarih ve tetkiklerinde bizi en çok meşgul eden kurumların başında devşirmelik gelir

Devşirme, çok kısa bir tarifle, devletin kapıkulu ocakları olan sipahilerle,yeniçerilerin yenilenmesini temin etmek için ortaya çıkmıştır, çünkü insan ve savaşçı yüzü yenilenmek zorundadır.Hıristiyan çocuklardan devşirme alınmıştır.Niye Hıristiyan çocuklardan diyoruz ? Çünkü Musevi toplumundan,Osmanlılık'ın Musevi kompartımanından devşirme alındığı görülmemiştir.Bunun nedeni antisemitizm veya Yahudilik aleyhtarlığı değildir,Yahudilerin şehir toplumu olmasıdır.

Devşirme kurumunda temel kaidelerden birisi,şehir uşağının ocağa alınmamasıdır ; çünkü şehir uşağının gözü açıktır,muhtelif cereyanlara,akımlara mensup olabilir.Bu yüzden kültür bakımından artık kendine göre bir kişiliğe kavuşmuştur, bir kimlik elde etmiştir.Dolayısıyla bu ocağın gerektirdiği tekdüze, tek yönlü bir kimliğin şehirliye verilmesi mümkün olmayabilir. Bunun dışında Müslümanlardan devşirme alınmadığı söylenir.Bu genel bir kuraldır ama istisnasıda yok değildir.Bazı müslüman köylerden de çocuk devşirilir.Bunu köylerin ahalisi istemiştir. Devşirme emini, tek çocuklu ailelerin, tek erkek çocuğu olan ailelerin çocuğunu devşirmez.

Devşirme işlemi, birkaç yılda bir yapılırdı ve sayı genelde birkaç bin çocukla sınırlı tutulurdu.Bazen sayı 5-6 bine kadar ulaşır ama fazlası olmazdı ve bu olay her yıl yapılmazdı. Bazı Balkan tarihçilerin ve Hıristiyan yazarların ileri sürdüğü gibi yetişen bütün yeni gençlik Osmanlı savaş gücünün içine alınmış,Türkleştirilmiş ve böylelikle Balkanlarda adeta milleti sürükleyecek,ayaklanma yaratacak; belki bağımsızlığı elde edecek sağlıklı genç bir nüfusun yeşermesine müsade edilmemiştir gibi bir hayalperest ifadenin gerçekle ilgisi yoktur.

İlk olarak köy çocuğu tercih edilir, çünkü kendi dini bakımından da kendi dili bakımından da değişmeye en açık köy çocuğudur.Burada kural vardır.İvo Andriç'in romanı Drina Köprüsü'nde yazdığı gibi öyle 3-5 yaşında çocuk sepete konup götürülmez. Devlet, kızamık,kuşpalazı gibi çocukluk hastalıklarıyla uğraşacak durumda değildir, Osmanlı bebek bakıcısı değildir. Okula gidecek yaşa gelmişler devşirilir. Demek ki 9 yaşın üstündeler, gene aynı şekide 14-15 yaşın üzerinde de devşirme alınması pek adet değildir; çünkü böylelerine literatürde "sakallı" diye tabir edilir..Bunların yetiştirilme yaşı geçmiştir.

Genellikle çocuklar kimliklerini unutacak yaşta değillerdi. Yani ileri yaşta da hangi köyden geldiğini, anasını, babasını,akrabalarını hatırlar.Örnekler vardır, Sokoloviç Mehmet Paşa gibi. Sokullu bütün ailesini sonradan aynı şekilde devlet hizmetine almıştır. Herkes kendi yerini bilir. Unutulan şey, çocukların konuştukları dil ve dinleridir.Bunlar belirlimerkezlere getirilir, sünnet edilirler ve ondan sonra ayrılırlar.Çok zeki ve güzel olanları Enderun mekteplerine alırlar ki burada bunlar saray hizmetlileri olacaklardır ve belirli bir kademeden sonra Birun'a çıkmak dediğimiz, yani sancak beyi payesiyle veya ona eşit payelerle devlet hizmetine gireceklerdir.

Dünyada hemen hemen hiçbir devletin protokolü, yüksek zümreye baktığınız zaman Osmanlı Devleti kadar göz alıcı değildir. Çünkü Osmanlı Devlet protokolü hepsi fiziki bakımdan mükemmel,fevkalade zeki ve tüm ırkların en seçkinlerinden meydana gelmiş devlet adamlarından oluşur. Her devşirme bazılarının sandığı gibi zorla alınmaz Hatta bazı fakir köyler çocuklarını bu yolla kurtulacağına, yükseleceğine inanarak gönüllü olurlar. Tabi kaderde bir asker olarak savaşta ölmekte vardı. O alınan çocukların kimisi bir yeniçeri neferi olarak kalacaktır, kimisi de Sokullu Mehmet Paşa,Mahmut Paşa gibi koca imparatorluğun kaderini elinde tutan başvezirler olacaktı.

Enderun dediğimiz mektep, sınıf bulunana bir okul değildir, zaten burda insanlar hizmet içi eğitim görürler, koğuştan koğuşa terfi ederler. Padişah sarayında kendilerini beğendikçe padişaha daha yakın hizmetlere verilirler. Burada sözlü ve yüz yüze bir eğitim görürler. Spor da vardı, resim de , hüsn-ü hat da edebiyat da .

Devşirme bir hayat tarzıdır. Bu çocuklar Türkçe öğrenir. Enderun'a alınmayanlar bile, Türk'e verilmek üzere İstanbul civarındaki köylerdeki köylülerin yanına gönderilir. Yeniçeri adayının burda öğrendiği Türkçe ve din bilgisi de çok önemlidir. Rafine bir medrese dindarlığı verilmiyor bu çocuklara, bir köylünün dindarlığı veriliyor. Her devşirme de köylü değildir, bazen çok öenmli ailelerin çocukları da ikna yoluyla alınabilirdi.

Bu asimilasyon, bu eğitim amalgamı ve kabullenilmesinin nasıl olduğu çok önemlidir.Enderun başı başına bir müessesedir. Burada insanlar birbirleriyle "siz" diye konuşur, laubalilik yoktur. Koğuş zabitleriyle, koğuşun başlarıyla son derece saygılı olmak zorundadırlar. Yeme içme,yıkanma,kalkma,yatma saatleri konusundan büyük bir disiplin içindedirler. İşte buna bazı insanlar ; "Osmanlı Saray Medeniyeti" diyorlar ki bu doğrudur.

Enderun'un dişi bir izdüşümü vardır ; o da Harem' dir. Haremdeki bütün kızlar padişah için toparlanmamıştır. Orada padişaha taktim edilecek, padişahın beğeneceği öncelikli özelliklere sahip bazı kızların olduğu doğrudur. Ama neticede bir takım kızlar orada hizmetli olarak kalır ve asıl önemlisi buradaki Türkçe ve İslam'ı öğrenen ve Osmanlı saray medeniyetinin benimsetildiği bu kzıların bir kısmının Birun'a çıkan Enderun halkıyla baş göz edildiğidir. Dolayısıyla bir kan aristokrasisi, bir hukuki hükümranlık statüsü tespit edilmediği halde , Osmanlı cemiyeti de insanların genel kuralı dışında kalmamaktadır. Orda da insanların evlenmesi yoluyla seçkin bir sınıf yaratılmaktadır. Başarısız olurlarsa derhak o sınıfın dışına itilir. Zaten hukuki hiçbir imtiyazı yoktur.

Devşirmelik 17. asırda azalmıştır. Evliya Çelebi'nin verdiği bilgilere göre IV. Murad zamanında 8.000 kişi kadar, 18. asırda III. Ahmed zamanında 1.000 kişi civarı devşirilmiş. Ancak asrın ortalarında artık Anadolu Türkleri de bu katagoriye girmektedir. Mesela, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Türk devşirmelerinden biridir. 18. asırdan sonra bu müessese pratik de ortadan kalkmaktadır.


yesillimon
Kapalı
22 Kasım 2009 00:12

"kesilen kol yerine gelmez ama tras edilen sakal daha gür biter" sözünün sahbidir.


cilginturk71
Başbakan Müsteşarı
22 Kasım 2009 00:17

İmparatorluğun en fazla istifade ettiği iki devşirmeden birisidir..Diğeri mâlum,Koca Sinan..


ahıskalı70
Aday Memur
25 Kasım 2009 11:37

Arkadaşlar;

Avrupanın ortasından çıkında İstanbul'a kadar bir bakın bakalım,Edirne,Havsa,LüleBurgaz,İstanbul Camiler,Hanlar,Hamamlar,Çeşmeler bu koca Sadrazamın hayır ve hasenatı olup bu millete hatırasıdır."Ainesi iştir kişinin Lafa bakılmaz"Şimde Eyüp Sultandaki kabrinde hesap gününü beklemektedir.Allah Rahmetiyle muamele etsin.Amin


meczup eren
Kapalı
25 Kasım 2009 15:38

DEVŞİRMELER VE DÖNEKLER (1)

Rahmi YILDIRIM

Seçim öncesinde düzen partilerinin birbirlerinden yaptıkları transferler döneklik tartışmasına yol açtı. Sağcı bilinen partileri birleştirmeyi misyon edinen İlhan Kesici?nin solcu sanılan CHP?ye transferi yadırganmadı da sosyal demokrat bilinen Ertuğrul Günay?ın adı artık dönek sıfatıyla birlikte anılıyor. Böyle anılması doğal. Çünkü, döneklik soldan sağadır ve Ertuğrul Günay?ın hayatı sosyal demokrasiyle geçti. Şimdi ise AKP?den aday.

Ertuğrul Günay, transferini ?AKP?yi demokrasi içinde sağlıkla gelişebilmemizin bir garantisi olarak görüyorum. AKP ülke genelinde yaygın ve dengeli destek gören tek parti. Türkiye'de düzenin savunulması safında CHP, düzenin değiştirilmesi safında AKP duruyor. Özgürlük, eşitlik, adalet anlayışını AKP daha temsil ediyor gibi görünüyor Türkiye'de. Dar gelirliler, yoksul kitleler AKP'ye oy veriyor?? söylemiyle gerekçelendiriyor.

CHP?nin düzeni değiştirme iddiasında sol ve demokrat bir parti olmadığı malum. Aksini düşünen sadece kendisini aldatır. Bu noktada Ertuğrul Günay haklı. Ancak, AKP?nin kendisine oy veren yoksullar lehine düzeni değiştirme iddiasına sahip, demokrasi içinde sağlıklı gelişmenin garantisi parti olduğu savı da Ertuğrul?un aldanması ya da aldatmacası.

Anımsatmalı ki, AKP döneminde Türkiye?deki dolar milyarderi sayısı 6?dan 25?e çıktı. Sermayenin amiral holdingi, 2006 yılı net kârını bir önceki yıla göre yüzde 146 oranında artırdı. Bu yılın ilk çeyreğindeki net kârı ise geçen yılın aynı dönemine göre 14?e katlandı.

Bunca kâr azgınlığı AKP döneminde gerçekleşti. Yoksulların payına ise, Ertuğrul Günay?ın önemsediği tek şey, yani inançlarına saygı gösterilmesi düştü. Bir de belediyeler eliyle yoksullara sadaka dağıtılıyor ama sadece partiye oy verecek yoksullara. (Etienne de La Boetie?nin ruhu şad olsun! ?Gönüllü kul olmamaya karar verin, özgürleşeceksiniz? demişti.)

Bilinmeli ki, herkesin inancına ve kimliğine saygı gösterildiği de kuşkulu. Alevi kanaat önderi sanılan Reha Çamuroğlu?nun AKP?ye transferi, AKP döneminde Alevi inancına saygı gösterildiğini kanıtlamaya yetmez.

AKP?nin demokrasi için güvence olduğu savı da Ertuğrul?un aldanması ya da aldatmacası. Hepsi bir yana, çıkardığı AKP?nin çıkardığı ceza yasasına ve uygulamasına bakmak yeterli.

Eklenmeli ki, bunları bilerek transfer olduysa, Ertuğrul Günay ve AKP birbirlerine hayırlı olsunlar! Ertuğrul Günay, İdris Küçükömer?in kerameti kendinde menkul tezlerini doğrulama düşkünlüklerine malzeme olmak zorunda değildi.

Vurgulanmalı ki, Ertuğrul Günay dönmüş değildir. Dönmek ve döneklik kavramları sınıf mücadelesiyle ilintilidir. Döneklik, ezilen sınıf ve katmanların saflarından egemen sınıfın saflarına geçiştir. Bu bağlamda bir düzen partisinden ve ideolojisinden başka bir düzen partisine ve ideolojisine geçiş döneklik değildir. Olsa olsa anlık bireysel çıkara uygun rasyonel bir seçimdir.

* * *

Dönmek ve döneklik, sınıf mücadelesi, dinler savaşı kadar eski bir fenomen. Dinler arası savaşta dönekliğin, yani hidayete ermenin ya da tanassur etmenin konumuzla ilgisi yok. Din özünde, egemen sınıfın yoksul sınıflar nezdinde meşruiyet, rıza ve itaat üretme ideolojisi.

Başka halkların tarihlerinde de dönmek ve döneklik üzerine hayli zengin bir literatür vardır kuşkusuz. Türkiye?de yaşıyoruz. Türkiye?nin tarihindeki döneklik birikimi bizi daha yakından ilgilendiriyor. Tarihimizdeki döneklik birikimi, herhalde başka halkların tarihindeki döneklik birikimine fark atacak dolgunluktadır.

Söylediğimiz gibi, döneklik, ezilen sınıf ve katmanların saflarından egemen sınıfın saflarına geçiştir. Sonrasında, eskiden içinde olduğu saflara ve yol arkadaşlarına kıyasıya saldırganlıktır.

Döneklik, egemen sınıf cephesine geçmek üzere bireysel irade beyanından ibaret değildir. Dönek adayının bireysel tercihi, egemen sınıf aktörlerince kabul edildiğinde, yani devşirildiğinde gerçekleşmeye başlar. Devşirmenin bedeli ya da ödülü, döneğin bireysel enetelektüel ve fiziki yetenekleriyle doğru orantılıdır.

Türkiye?nin mirasçısı olduğu Osmanlı?da merkezi feodal sınıfın hegemonyasının özünde devşirmelik, yani dönmelik vardı. Bütün imparatorluklar böyleydi. Osmanlı, bu hegemonya pratiğinde Bizans?a öykünmüştü. Padişahın hassa ordusu, yani Yeniçeri taburları başlangıçta savaş tutsaklarından oluşturuldu. İmparatorluk sınırları genişleyip hükmedilecek ahali kalabalıklaştığında devşirme sistemine geçildi. Balkan ülkelerinde Hıristiyan köylerine yapılan baskınlarda toplanan çocuklar ya hassa askeri olmak üzere Yeniçeri kışlalarına ya da bürokrat olmak üzere Enderun?a kaydedildiler. Devşirilen asker de bürokrat da aile, katman ve sınıf bağlarından yoksun köksüz bir zümre oluşturdu. En namlı vezirler ve kumandanlar devşirmeler arasından çıktı.

Devşirme sistemi Osmanlı?dan Cumhuriyet?e miras kaldı. Osmanlı dönemindeki gibi hükmedilecek başka ahali kalmadığından elde kalan ahaliden devşirmeyle yetinildi. Devşirilen halk çocukları, kökeni ne olursa olsun, Türk kimliğine kaydedildi. Türk kimliği ve milliyetçiliği ise, başta Türk olmak üzere, egemen sınıf çıkarlarını ezilen ve sömürülen sınıflar nezdinde meşrulaştırmanın ideolojik kalkanı ve kılıcı haline getirildi.

Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya özlemi Türkiye emekçilerinin de özlemi olmaya başladığında, devşirme ve döndürme pratiği de buna uygun bir evrim geçirdi. Devşirme kavramının yerini döneklik ve itirafçılık aldı. İtirafçılar ve dönekler, özellikle darbe haddehanelerinde eritilip formatlanarak, modern devşirmeler olarak emekçilerin üzerine salındı.

?Şalvarı şaltak, eğeri kaltak, ekende ve bicende yok, yiyende ortak? Osmanlı devşirirken ne kadar merhametli ve şefkatli idiyse, emperyalist burjuvazinin yamağı Türkiye burjuvaları da, itirafçı ve dönek devşirirken o kadar merhametli ve şefkatli olabildiler

DEVŞİRMELER VE DÖNEKLER (2)

Seçim öncesinde düzen partileri arasındaki transferlerin döneklik diye adlandırılmasının yanlışlığından, dönekliğin ezilen sınıf ve katmanların saflarından ezen sınıf saflarına geçiş olduğundan, bu bağlamda dönekliğin soldan sağa geçişi ifade ettiğinden ve devşirme geleneğiyle tarihsel akrabalığından söz ediyorduk. Araya, modern devşirme Ufuk Güldemir?in ölümü girdi. Devşirme arkadaşlarının yaktıkları ağıtların birinde geçen ?Öteki Türkiye?de doğdu. Ama sonradan çok sıkı bir ?Beyaz Türk? oldu? cümlesi, tam da ?Devşirmeler ve dönekler? başlıklı yazının ana fikrine karşılık geliyordu. Kaldığımız yerden devam edelim.

* * *

İtirafçılar

Modern devşirmeler olarak itirafçılara ve döneklere sınıf mücadelesinin her anında ve alanında rastlansa da itirafçı ve dönek devşirimi özellikle darbe dönemlerinde zirveye çıkar.

Darbe dönemleri insanların açıkça av hayvanı yerine konduğu dönemlerdir. Ülke baştanbaşa insanların avlandığı bir avlak haline gelir. Sağ olarak avlanan tutsaklar nezarethane hücrelerinde, mahkeme salonlarında, idam sehpalarında açılan can pazarında itirafçılığa zorlanırken, dışarıda da dönek adayları kuluçkadan çıkmaya hazırlanırlar.

Hayattaki en zalim sınav, tutsak edildikten sonra içine düşülen can pazarındaki sınav olsa gerek. Avlanan tutsaktan arkadaşlarını da avlatması istenir.

Kimisi can pahasına da olsa davasına ve yoldaşlarına bağlılıktan, kimliğinden, kişiliğinden ödün vermez, avcıya yardımcı olmaz. Vahşi işkence tezgâhlarında, ?kaçarken vuruldu? ya da ?başını duvara vura vura intihar etti? mizansenlerinde canını verir; ama arkadaşlarını ele vermez.

Teğmen Ömer Yazgan, 1982 Aralık ayında işkenceci zebanilerin ?Ordu içindeki arkadaşların hakkında ifade ver, idam cezanı bozduralım? teklifini hakaret saymıştı. Ömer, sadece bir ay sonra, 28/29 Ocak 1983 gecesi, doğum gününde idam edildi. Ömer de bütün devrimciler gibi yiğitçe karşıladı ölümü. İdamından 10 dakika önce kelepçeli elleriyle yazdığı mektup 24 yıl sonra ailesine verildi. Ömer ailesine veda mesajında, ?Halkımızın yazgısı bu değil. Çok evladını kaybetti. Ama bir gün kazanmayı da öğrenecek. Halkımızın mücadelesi haklıdır, meşrudur. Meşru olmayan, bu zorbaca düzeni sürdürmekten yana olan katillerdir? diyordu.

Hayattaki en zalim sınavda kimisi avcının bildiklerini kabul edip yeni bilgi vermemek, yeni av bölgesi göstermemekle yetinir. Başka yoldaşlarını ele vermemekle sınavı geçmiştir. Yine de avcıya kısmen yardımcı olmakla kimliğinde kişiliğinde bir eksilme hisseder, başkalarını ele vermemekle avunur. Yola devam edeni olur etmeyeni olur.

Zalim sınav kimileri için kalan ömrü boyunca sürecek bir travmaya dönüşür. İşkence ve can korkusuyla çözülen tutsak, kimliğini kişiliğini yitirir. Önüne düştüğü avcıyı yeni avlaklara götürür, başka yoldaşlar avlanır. Dürüstlük ve namus duygusunu hepten yitirmeyeni, arkadaşlarını ele vermenin acısını ömrü boyunca yüreğinde taşır, hep hayatın kıyısında dolanır. Zaten namussuz olanı ise sosyal hayatta her şeyi satacak derecede vicdansızlaşır.

En kahredicisi, çözülmekle kalmayandır. Tutsak jargonunda ?itirafçı? olarak adlandırılır. Avcılar ve savcılar ise ?gerçekçi? derler.

İtirafçı, işkencenin yılgınlığıyla ya da can korkusuyla geçmişine, yoldaşlarına düşman kesilir, öldüresiye kin ve nefret duyar. Geçmişini kusup arkadaşlarını ele vermekle kalmaz, insani yaradılışını da kusar. Kimliğini kişiliğini avcının emrine verir, avcının hizmetine girer.

İtirafçı artık av değil, avcıdır. Yaban hayatının en gizli patikalarını, en gizli korunaklarını bilen becerikli bir avcı. Aldatıcı ötüşü ve çağrısıyla arkadaşlarını kolayca tuzağa düşüren en zaliminden bir avcı. Aldatıcı çağrısıyla pastanede, postanede, hastanede, yolda yolakta, tanıdığı tanımadığı nice arkadaşını tuzağa düşürür, göz-gez-arpacık hizasına getirir. Tuzakta can çekişen arkadaşına işkence edecek derecede vahşileşir. Arkadaşlarının kanlı kesik başlarını tepsiye dizmenin ödülü olarak estetik ameliyatla yüzü değiştirilir, yeni bir kimlik belgesi verilir. Yeni kimlikli ama kişiliksiz itirafçı, tescilli bir insan avcısı olarak hayata devam eder. Gün gelir, avlayamaz olur. Ya kendisini avlar ya da insani yaradılışı kusup herkese ve her şeye ihanet etmekle yarattığı kin ve nefretin bedelini öder.

* * *

Profesyonel tetikçi itirafçılar

İtirafçının en yeteneklisi egemen sınıfın infaz gruplarında profesyonel tetikçi olur. Çünkü ülke, sınıf savaşında egemen sınıfın her türlü caniliği mücadele yöntemi olarak benimsediği, CIA görevlisi David Galula?nın kuramlaştırdığı ?Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı?nın uygulama alanıdır. Özel savaşın eski şefi Tümgeneral Cihat Akyol?un David Galula?dan ilham alarak dediği gibi ?Halkı mukavemetçilerden ayırmak için, sanki ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş gibi, müdahale kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir.?

İtirafçı, ?Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı?nda devlet adına adam öldürme yetkisiyle donatılır. Bir ?infaz grubu?nun 1996 yılında ?iş kazası?nda suçüstü yakalandığı Susurluk Skandalı sonrasında Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş?ın hazırladığı rapor, ?Susurluk olayı nedir?? sorusuyla başlıyordu. Raporda bu soru şöyle yanıtlanmıştı:

?Kasım 1996?dan itibaren faili meçhul olaylar adeta bıçakla kesilir gibi durdu. Susurluk işte budur.?

Rapor?un ileriki sayfalarında faili meçhul cinayetleri ?İnfaz grubu?nun işlediğinden söz ediliyor ve ?İnfaz grubuna kim emir verebilir?? sorusu da şöyle yanıtlanıyordui:

?OHAL bölgesinde bu karar mercii Başçavuşlara, Komiser yardımcılarına, çok daha önemlisi bu yetki, dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu itirafçılara kadar inmiştir. 1996 yılında Kolordu Komutanı?nın her türlü düzensizliğe son vermek için harekete geçmesi, bu adam öldürmedeki keyfîliği bir noktaya kadar önlemiştir.?

Ülke, özel savaşın uygulama alanı, tetikçilerin görevlendirildiği ?infaz grupları?nın cirit alanı haline geldikçe, şiddet şiddeti besler. Askeri konvoylara mayın tuzağı, karakollara saldırı, El Kaide tipi eylem, ?iyi çocuklar? derken hangisi ?ayaklanma kuvveti?nin eylemidir hangisi ?müdahale kuvvetleri?nin eylemidir, bilinmez. Sadece yoksul halk çocuklarının kanı dökülür, ?şehit? ya da ?ölü olarak ele geçirilen? istatistiği kabardıkça kabarır. İşin doğası gereği çeteler de kurulur, gayri meşru kazançlar elde edilir ve paylaşılır. Bu kadarla da kalmaz, ülke, infaz gruplarının cirit alanı olmanın yanı sıra yabancı gizli servislerin kriket ve beyzbol alanı haline de gelir.

İtirafçılar cirit oyuncusudur, tek tek, artık düşman saydıkları eski arkadaşlarını ve onların arkadaşlarını avlarlar.

İtirafçılık sosyal hayatta ve siyasette de geçerli bir olgudur. Egemen sınıf, silahlı mücadele için tetikçi eleman devşirmekle yetinmez, ideolojik/politik mücadele için de eleman devşirir. Devşirme itirafçının bu türüne ?dönek? denir. Dönekler entelektüel tetikçidirler, cirit sahasında oynamaktan çok, kriket ve beyzbol sahasında oynarlar.

Peki, niçin dönerler, niçin entelektüel tetikçi olurlar?

DEVŞİRMELER VE DÖNEKLER (3)

Dönekliğin ezilen sınıf saflarından ezen sınıf saflarına geçiş olduğundan, bu bağlamda soldan sağa geçişi ifade ettiğinden, devşirme geleneğinin tarihsel mirasçısı olduğundan, modern devşirmeler olarak itirafçı ve dönek devşiriminin askeri darbe dönemlerinde, ezilen sınıf mücadelesinin yenilgiye uğradığı dönemlerde zirveye çıktığından söz ediyorduk. İtirafçıların egemen sınıfın silahlı savaş örgütlerinde tetikçi olarak görevlendirildiklerini, döneklerin ise ideolojik/politik savaşın tetikçileri olarak devşirildiklerini söylemiştik.

Dönekler

Söylediğimiz gibi itirafçılık sosyal hayatta ve siyasette de geçerli bir olgudur. İtirafçılığın bu türüne dönmek denir. ?Dönek?lerin kendilerine yakıştırdıkları niteleme ise değişmek.

Olumlu bir anlam taşıması nedeniyle dönekler, geçirdikleri mutasyonu değişmek ve gelişmek olarak yüceltirler. Oysa, şu ya da bu nedenle katıldıkları sol mücadelede iğreti olarak edindikleri kimliği ve kişiliği bırakıp asli kimliklerine ve kişiliklerine kesin dönüş yapmışlardır. Resmi görevlilerin illegalite itirafçılarına yakıştırdıkları ? gerçekçi? adlandırması belki de dar anlamıyla, yani bireysel çıkarını gerçekleştirme anlamıyla, en çok sosyal-siyasal itirafçılara yakışır.

İdeolojiler arası geçişler ideolojilerin tarihi kadar eski olsa da döneklik, esas olarak, ezilen sınıf ve cemaat saflarından ezen sınıf saflarına geçmek, kimliğini, kişiliğini, beynini ve kalmışsa vicdanını egemen sınıfa ve onun ideolojisine kiralamak ya da tapusuyla birlikte satmaktır.

Ezilen sınıf ve katmanların mücadelesi ?sol? mücadeledir, muhalif mücadeledir. ?Sağ? düzeni değiştirme değil, koruma ve sağlamlaştırma amacındadır. Sağ, üretim araçlarının özel mülkiyetine, bireyciliğe, sermayenin üstünlüğüne, insan tabiatının ve düzenin değişmezliğine vurgu yaparken; sol, üretim araçlarının kamusal mülkiyetine, kolektivizme, emeğin üstünlüğüne, düzenin emekçiler yararına değiştirilmesine, insan doğasının iyiye doğru değişeceğine vurgu yapar. Bu yüzden ?dönek? dendiğinde ?sol?dan ?sağ?a geçenler akla gelir. ?Sağ?dan ?sol?a geçiş yadırganmadığı için döneklik olarak adlandırılmasına gerek duyulmamıştır.

Dönekler modern devşirmelerdir. İmparatorluk dönemi devşirmeleri gibi soyuna ve kökenine yabancılaşıp düşmanlaşırlar. Egemen sınıfın ezilen sınıfla silahlı savaşında tetikçi olarak devşirdiği itirafçılardan farklı olarak, dönekler ideolojik/politik savaş için devşirdiği entelektüel tetikçidirler.

Cumhuriyet döneminde soldan sağa dönek devşirimi 1920?lerde başlamasına karşın, itirafçı ve dönek devşirimi esas olarak 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurumsallaştı.

Çünkü, hep muhalefette kalsa ve ezilse de sol dünya görüşü Türkiye?nin tarihinde öncü rol oynadı. Sadece ideolojik düzlemde değil, bilimden sanata kadar entelektüel hayatın her alanında emek eksenli sol dünya görüşü, sermaye eksenli sağ dünya görüşünden daha etkili oldu. Kültürel üretim, neredeyse solun tekelinde gelişti. Türkiye?de solun entelektüel belirleyiciliği, ?sınıfların kalmadığı? (!), ?ideolojilerin öldüğü?(!), ?tarihin sonunun geldiği?(!), sanatta ve bilimde yaratıcılık yerine taklidin önem kazandığı neo-liberalizm döneminde de tam olarak kırılamadı.

Bilinir ki, hangi devlet düzeninde olursa olsun, halkın rıza göstermediği kararları uygulamak bir süre için olanaklı olsa da uzun vadede halkın onay ve sempatisini kazanamayan bir yönetimin ayakta kalması mümkün olmaz. Sınıflı toplumlarda mülk ve servet sahibi sınıfın hegemonyasını halka kabul ettirmenin başlıca yöntemleri zor kullanmak, satın almak, ikna etmek ya da inandırmak olagelmiştir. Modern halkla ilişkilerin doğuşuna değin geçen tarih diliminde iktidarların sürdürülebilir kılınmasında her üç yöntem de ihtiyaç duyulduğu ölçüde uygulanmıştır.

Günümüzde de iktidarları sürdürülebilir kılmanın dördüncü bir yöntemi bulunamamıştır. Bir yenilik olarak, daha doğrusu bir farklılık olarak, geçmişte inandırma ve ikna etmenin daha çok dinsel pratik olarak gerçekleşmesine karşın, günümüzde ikna etme ve inandırmanın,yani ?gönüllü kulluk? üretmenin daha çok halkla ilişkiler pratiği olarak gerçekleşmesinden söz edilebilir.

Türkiye?de halkla ilişkiler, modernleşmenin gecikmesine ve sömürgeleşme süreci olarak gelişmesine paralel olarak 1970?lerden itibaren gelişebildi. 2000?li yıllara değin Türkiye?nin kültürel tarihinde, iletişim ve halkla ilişkiler pratiğinde sağ, sol kadar etkili olamadı, üretken entelektüeller yetiştiremedi. İslamcısı, ülkücüsü, muhafazakârı ve liberali, ufuk açıcı eserler üretmek yerine yontulmamış bir anti-komünizm edebiyatı yapmak ve sola karşı devletin kaba güç kullanımını savunmak ve teşvik etmekle yetindi.

Ne ki, Türk sağının kaba anti-komünist yobazlıkla zihinleri formatlanmış, dünyayı ve insanı algılama yeteneğinden yoksun kadroları, 1980?den sonra emperyalist sermaye ile daha derinliğine entegrasyon sürecine giren Türk kapitalizminin yeni süreci sırtlayacak kadro gereksinmesini karşılamakta yetersiz kaldı. Sermayenin dünyayı algılama ve uyum yeteneğine sahip, verili düzen için meşruiyet üretecek işlek beyinli kadroya ihtiyacı vardı. Türk sağı sermayenin küresel entegrasyon sürecini hemen sırtlayacak kadro ihtiyacını karşılayacak yeterlilikte değildi. Çünkü, ?sol?dan farklı olarak ?sağ?, dünyayı, toplumu ve insanı algılamada ve kavramada, sorgulamaya ve ileriye doğru değişmeye açık bilimi değil, sorgulamaya kapalı inancı esas alıyordu. ?Sağ? sermaye sınıfının gereksindiği kadroyu temin etmekte yetersiz kalınca, ihtiyaç soldan kadro devşirilerek karşılandı. Sadece holding yönetim kurullarında, reklam ve medya sektöründe değil, hükümetlerde bile soldan devşirilen kadrolar görev almaya başladılar.

Kimileri, ruhunu, vicdanını, beynini, kimliğini ve kişiliğini tapusuyla birlikte sermaye sınıfına satarken, kimileri kiraya vermekle başladılar. Kiralıklar da tecrübe süresinin sonunda kadroya dâhil edildiler. İster tapusuyla birlikte transfer olsun, ister kiralık gelsin, tek koşul, devşirmenin devrim ve sosyalizm fikrinden vazgeçmesi, dünyayı değiştirmek yerine kendisini değiştirmesiydi. Onlar da öyle yaptılar. Artık ne sınıf kalmıştı ne de düzeni ezilen sınıflar lehine değiştirme fikri! Aslolan, düzeni değiştirme fikrinin itibarsızlaştırılması, sermaye düzeninin kutsanması ve ezilen sınıfların modern ?gönüllü kulluk? bilincine alıştırılmasıydı.

Rol modeli döneklerden kimi, ?Onlar Uyanırken ? adıyla ?Türk Sosyalistinin El Kitabı?nı yazdıktan sonra 12 Mart darbesi döneminde hapse atılınca uyandırmayı bırakıp kendisi ?uyandı?.

Kimi, yine 12 Mart döneminde Filistin?e yolcu olduktan sonra yoldan çıkıp tapınmadığı, entelektüel silahşoru olmadığı güç bırakmadı; nihayet 1980?lerde ABD emperyalizmini kıble bildi.

Kimi de ciddiye alınacak isyankâr bir geçmişi olmadığı halde, dönekliğin geçer akçe haline gelmesi üzerine kendisine sahte bir sol özgeçmiş uydurup, 1980?lerde ?Elveda Başkaldırı?yı kaleme aldı. ?Psuedo isyankâr? sermaye medyasının amiral gemisinde kaptan köşküne kurulduktan sonra dönek takımının kaptanlığını da üstlendi, her fırsatta dönekliği meşrulaştırmaya koyuldu.

Peki, niçin döndüler? Dönmek bu kadar kolay mıydı? Nasıl oldu da sermaye sınıfı soldan sağa devşireceği bolca dönek bulabildi?

DEVŞİRMELER VE DÖNEKLER (4)

Dönekliğin ezilen sınıf saflarından ezen sınıf safına geçiş olduğundan, Osmanlı?nın devşirme pratiğinin modern mirasçısı olarak itirafçılık ve dönekliğin sol hareketin ezildiği 1980 askeri darbesinden sonra kurumsallaştığından, sermaye sınıfının neo-liberalizm sürecini sırtlayacak kadro gereksinmesini ?sol?dan transfer yoluyla karşıladığından söz ediyorduk.

Alman Sosyal Demokrat Partisi?nin (SPD) eski şeflerinden Willy Brandt?a atfedilen, ?19?unda komünist olmayanın kalbinden, 29?unda kapitalist olmayanın aklından kuşku duymalı? özdeyişinin dönekliği açıkladığı öne sürülse de döneklik, gençken komünist olanın aklı başına geldikten sonra burjuvalaşmasından öte bir olgudur.

Döneklik esas olarak, ?sol?dan ?sağ?a geçmek ve sınıf savaşında, itirafçının burjuvazinin silahlı savaş örgütlerine transfer olup tetikçilik yapması gibi, burjuvazinin ideolojik/politik savaş örgütlerinde entelektüel tetikçilik yapmaktır. Dönekten beklenen, düzeni emekçi sınıflar lehine kökten değiştirme fikrini itibarsızlaştırmak, dönekliği ve sermaye düzenini kutsamaktır.

Bu bağlamda döneklik ahlaki sapmadır, politik ve ideolojik sapmadır.

Ahlaki sapma olarak döneklik

Dönek ahlakı, döneklerin anlatımlarında ikiyüzlülük, sadakatsizlik, aldatmak ve ihanet olarak itiraf edilmektedir.

Peki, niçin ikiyüzlüdürler, niçin sadakatsizdirler, niçin aldatıp ihanet etmektedirler?

İsyan diyalektiği bağlamıyla sınırlı naçizane bir yanıt vermeye çalışalım.

Uygarlık dönemi tarihi, sosyal sınıflar arası savaş tarihidir. Modern sınıflar arası savaş, ideolojik, politik, ekonomik, demokratik cephelerde verilir. İdeolojik politik mücadelenin örgütü parti, ekonomik demokratik mücadelenin örgütü sendika ve derneklerdir. İnsanlar, ezen/ezilen, sömüren/sömürülen çelişkisinin dayattığı hayatın zorlamasıyla sınıf savaşının bir cephesinde bulurlar kendilerini ya da çoğunlukla pasif seyirci olurlar. Edilgen seyircilik de aslında egemen sınıf yararına bir konumdur. Zaten edilgen çoğunluk yüzünden ?Böyle gelmiş böyle gider!?

Böyle gelmiş olsa da hep böyle gider mi? Hep böyle gitmeyeceği bir umuttur. Teğmen Ömer Yazgan?ın idam sehpasına çıkmadan 10 dakika önce kelepçeli elleriyle yazdığı gibi, ?Halkımızın yazgısı bu değil. Çok evladını kaybetti. Ama bir gün kazanmayı da öğrenecek.?

İnsanlar doğrudan sınıf çıkarını ifade eden bir tutumla mücadeleye katıldıkları gibi, sınıf çıkarının dolaylı tezahürü olarak ulusçu, cinsiyetçi, dinsel vs. nedenlerle, hatta bireysel nedenlerle mücadelede taraf olabilirler. Sınıf savaşında sınıf bilincinin çarpıtılmaya en elverişli muharebeleri, ulusçu, cinsiyetçi, dinsel zeminlerde verilir ve çoğunlukla egemen sınıfın lehine gelişir. Çünkü, sınıf ayrımının yok edilmesini hedeflemeyen muharebelerdir.

Ezilen sınıfın saflarında mülksüz emekçilerin yanı sıra, yüzü hem emekçi sınıflara hem egemen sınıfa dönük küçük burjuva sınıfından hatta egemen sınıftan gelen katılımcılar da görülür. Devrim ve sosyalizm dalgasının güçlü olduğu dönemlerde, burjuva ve küçük burjuva aydınlarındaki maceracı ruhun tatminine elverişli bir zemin oluşur, orta ve yüksek gelir gruplarından da bu dalgaya kapılanlar olur. Dalga kırıldığında ya da geri çekildiğinde ise genellikle saf değiştirirler.

Türkiye?de 1980 öncesinde ezilen sınıf adına isyankârlık ve devrimcilik kimilerince geçer akçeydi; kültürel hayatta şöhretin yolu, ezilen sınıflar safında görünmekten, ?sol?da şöhret olmaktan geçiyordu. Sol mücadelenin saflarına, emekçilerin ve (ahlaki anlamıyla) idealizm yüklü gençlerin yanı sıra, şöhret ve serüven heveslileri de doldu. Dönekler çoğunlukla, şöhret olmak, aidiyet ve kimlik gereksinmesini karşılamak, egodaki kimi heves ve eğilimleri tatmin etmek için mücadele kervanına katılan, burjuva ya da küçük burjuva karakterli geçici yol arkadaşları arasından çıktılar. Bu yüzden döneklik çoğunlukla devrim dalgasının güçlü olduğu dönemde baskı altına alınmış asli kimlik ve kişiliğe kesin dönüştür.

Ne ki, dönecek kişi hemen dönmez. Dönekliğin de bir kuluçka dönemi vardır. Döneceğinin işaretlerini en çok kuluçka döneminde verir. Kuluçka dönemi genellikle yenilgi dönemlerine rastlar. Yanı sıra, egemen sınıfın her dönemde geçerli açık zorbalık ve satın alma taktikleri de dönek adayını kuluçkaya yatırır. Dönek adayı isyankâr kimliği zaten iğreti olarak edindiğinden, kulağa hoş gelen mücadele sloganlarını papağan gibi ezberlemekle yetinir. Rahatını bozup fedakârlık etmekte zorlanır, gel keyfim gel bir mücadele tarzı tutturur. Bu dönemde, ortak mücadelenin vicdanında biriktirdiği değerleri artık yük olarak görmeye başlar, hem kendisine hem yol arkadaşlarına karşı ikiyüzlü davranır, aldatmaya ve ihanete hazırlanır.

?Psuedo isyankâr, psuedo dönek?Hürriyet Gazetesi Genel yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök?ün ciddiye alınacak isyankâr bir geçmişi olmasa da, kurguladığı sol özgeçmişe ilişkin anlatımları, dönekliğe götüren ikiyüzlülüğün, sadakatsizliğin, aldatmanın güncesi gibidir.

Gerçekten de Ertuğrul Özkök?ün ciddiye alınacak sol bir geçmişi yoktur. İsyan adına edebildiği tek ?itiraf?, ?1966 yılında Ankara Güniz Sokak'taki küçük öğrenci odamın duvarında yan yana duran posterlerden ikisi Karl Marx ve Rolling Stones'un solisti Mick Jagger'dı? cümlesinden ibarettir. (Hürriyet, 24 Kasım 2001).

Karl Marks posterini gerçekten asmış mıdır, o da kesin değildir. Asmışsa bile yanına kimin posterini astığı da kuşkuludur. Demektedir ki, ?Aynı yıllarda benim odamın duvarında Jimi Hendrix'in ve bir başka Fransız kadın şarkıcı Françoise Hardy'nin fotoğrafı vardı. Yan tarafta ise Karl Marx'ın posteri asılıydı.? (ErtuğrulÖzkök, Hürriyet, 4 Ocak 2004).

Odasındaki poster savaşında kimin galip çıktığı gerçekten muammadır. Che Guevara?nın katledilmesine sözümona ağıt yakarken demektedir ki, ?Che Guevara'nın öldürüldüğü gün. Delikanlılığımın küçük odasının duvarlarındaki poster savaşında James Dean' i hezimete uğratan o sakallı adamın öldürüldüğü gün.? (ErtuğrulÖzkök, Hürriyet, 12 Ekim 1997).

İsyankârlığına gösterebildiği tek tanık Murat Karayalçın?dır. ?Karayalçın?la aynı yıllarda Siyasal Bilgiler?in çatısı altında olmuştuk. İkimiz de solun şu ya da bu kanadında yer almış, çoğu kez ?devletin bakışı? ile ters düşmüştük.?(ErtuğrulÖzkök,Hürriyet, 12 Mart 2003)

Oysa solun şu ya da bu kanadında yer almış, ?devletin bakışı? ile ters düşmüş değillerdi. Dahası, isyan döneminde Murat Karayalçın üniversitede sağcı bir derneğin yöneticisiydi, eşi Neşe Hanım?la tanıştıktan sonra eşinin zorlamasıyla sosyal demokratlığı benimsedi ve Özkök ile birlikte ?solun şu ya da bu kanadında? yer aldıklarına tanıklık ettiği duyulmadı. Yani Murat Karayalçın, psuedo bozacının şıracısı mıdır, belli değildir.

Rol modeli ?isyankâr?, 1970?li yıllarda Paris?te devlet burslusu yüksek lisans öğrencisidir. Paris?teki isyan dalgası zaten geride kalmıştır ve Özkök?ün o tarihlerde isyankâr olduğuna ilişkin açık bir itirafı yoktur. Rivayet odur ki, o tarihlerde merkezi Paris?te bulunan Türkiyeli ve Kıbrıslı Öğrenciler Derneği?nin üyesidir, Türkiye?nin Kıbrıs?a askeri müdahalesini kınayan bildirisini imzalamıştır. Ne ki, Özkök, itiraflarında bu eyleminden hiç söz etmemiştir.

Paris?ten Türkiye?ye döndükten sonra Hacettepe Üniversitesi?ndedir. Hâlâ ?sol?cudur ve eylemlere bile katılmaktadır! ?Bedrettin Cömert öldürüldüğü sabah aynı öfkeyi ben de duymuştum. Ben de aynı öfkeyle sokağa dökülmüş, öğretim üyelerinin hakkı olmadığı halde eylem yapmıştım.? (ErtuğrulÖzkök, Hürriyet, 14 Aralık 2000)

Ne ki, dönemin başka tanıkları da vardır. ?Ben Ertuğrul Özkök'ü sizden önce tanırım... 1978-79'lara gider tarih... Hacettepe Üniversitesi'nin Beytepe Kampüsü koridorlarından... Son sınıf öğrencileri bizler, hocamız Emre Kongar'ın asistanı ?Ertuş?la o zaman tanışmıştık. Bakmayın siz onun şimdi ?eski solcu muhabbetleri? yaptığına... O günlerin sapa köşesine kadar solcu Beytepe'sine dizleri titreyerek gelir; gerçek solcu hocalar ve öğrenci elebaşlarına bir ?lale? yüz ifadesiyle sevimli görünmeye çalışırdı... Onlardan korkmasının nedeninin savunduğu fikirler falan olduğunu sanmayın sakın; o zamanlar üniversite koridorlarında onun gibi omurgasız, renksiz fırıldaklardan hoşlanılmazdı; böyleleri taciz edilirdi...? (Yetkin İşçen, Dördüncü Kuvvet Medya, 1 Şubat 2002)

12 Eylül 1980 darbesi döneminde Bülent Ecevit?in çıkardığı Arayış adlı dergide yazmaktadır. Bazen imzalı bazen imzasız. Mücadele koşulları sertleşmiştir, fedakârlık etmesi gerekmektedir; ama, ahlakı ?aldatmak ve sadakatsizlik? üzerine kurulu dönek adayının zayıf kişiliği, iğreti olarak edindiği asi kimliği taşıyamaz hale gelir; korkunun tutsağı olur. Birkaç ay hapis yatma olasılığı bile yüreğini daraltmaya yeter. İmzasız bir yazısı hakkında soruşturma açılır. Mahkemede yazının gerçek sahibi olduğunu açıklayacak cesareti yoktur. Yazı işleri müdürü Nahit Duru, meslek namusu uğruna olsa gerek, sorumluluğu üstlenip cezaevine girer, 2 ay 15 gün hapis yatar. ? Psuedo isyankâr? yazının gerçek sahibi olduğunu 20 yıl sonra açıklama cesaretini ancak bulur; korkaklığını da ?ortak idealin dayanışma duygusu? ile açıklama yüzsüzlüğünü gösterir:

?Yazdığım bir yazıdan dolayı başka birinin 2 ay 15 gün hapis yatması bende nasıl bir etki yarattı? Bir suçluluk hissettim mi? Çok tuhaf, o kadar fazla hissetmedim. Çünkü o günler, ortak bir idealin ve dayanışma duygusunun yarattığı iklimde yaşıyorduk.? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 27 Temmuz 2004)

Dönek ikiyüzlüdür, sadakatsizdir, korkaktır, her an kaçacakmış gibi mücadelenin kıyısında gezinir. Bırakıp gideceğinin işaretlerini en çok kuluçka döneminde verir. Döneklerin kuluçka dönemi ya zalim sınav anında sona erer ya da buna gerek kalmadan bütün toplumun sınava girdiği cinnet döneminde dönek adayı yumurtadan çıkar. ?Psuedo isyankâr? ise bu kuralın dışındadır. Dönekliğin geçer akçe haline gelmesi üzerine ?Elveda Başkaldırı?yı yazarak, dönekliği sahiplenip kendisine sermaye yapar, ?psuedo dönek? olur ve askeri darbeye methiye düzer:

?Benim de aralarında bulunduğum çok sayıda insanın hayatı bu müdahale sayesinde kurtulmuştur.? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 23 Ağustos 2003)

Özcesi, Ertuğrul Özkök, isyankâr bir geçmişi olmasa da, dönekliğin geçer akçe haline gelmesi üzerine ?durumdan vazife çıkarmış?, kendisine sahte bir sol özgeçmiş uydurup, sahte özgeçmiş itiraflarıyla dönekliğin rol modeli olmuştur. Her şeye karşın, kurguladığı rol modeli, dönekliğin psiko-sosyal-politik anatomisini açıklamaya yeterli ipuçlarını vermektedir.

Özcesi, kuluçkadan çıkan dönek, kendisini kurtarma, egosunu tatmin etme içgüdüsüyle ideolojik ve vicdani yüklerini boşaltır. Yükünden kurtulup hafifleyen, devşirilmeye hazır hale gelen dönek ?iç oğlanı? kaydedilir, önüne dünya nimetleri serilir:

?Aydın Bey bana iyi para veriyor. Aydın Bey hayal edemeyeceğim bir hayat seviyesini bana sağladı. Biraz da primler var tabi. Beykoz konaklarında evim var. Rahat yaşıyorum.? (Habertürk, 23 Eylül 2002)

Kendisine bahşedilen dünya nimetlerinin elbette bir bedeli vardır. Artık kendisinden beklenen, zaten hiçbir zaman içten gelerek benimsemediği düzeni kökten değiştirme fikrini itibarsızlaştırmak, dönekliği ve sermaye düzenini kutsamaktır.

Dönek Ahlakı: İkiyüzlülük, Aldatmak, Sadakatsizlik

Dönek ahlakının, ikiyüzlülük, sadakatsizlik, aldatmak ve ihanet olduğunu söylemiştik.

1980?lerde ?Elveda Başkaldırı?yı kaleme alan ?psuedo isyankâr?, dönek adayının şizofrenisini şöyle itiraf ediyor:

?Öğrencilik yıllarımda, yaşdaşlarım kapılarını hayatın suratına çarpıp devrimcilik yaparken, ben Dr. Jeckyll ve Mr. Hyde gibi ikili bir hayat yaşıyordum. Gündüz devrimci, gece evrimci bir hayat. Gündüz siyasi tartışmalar, gece Ankara'nın diskotekleri .? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 31 Aralık 2003)

?Gündüz devrimci, gece evrimci hayat?, dönek ahlakının samimi itirafıdır. Ancak, samimi itirafını bilimsel kılıfla sarmalamayı da ihmal etmez. Nitekim, ?psuedo dönek? ?İhanete ve dönekliğe methiye? başlığı altında, şunları yazmaktadır:

?Bakın bilim ne diyor.?Aldatmak yeni hayattır.? ?Döneklik hayatta kalabilmektir.? Evet 650 bin saatlik ömürden çıkarılabilecek en büyük ders budur: ?Ne yazık ki atomlar dönektir ve sadakatsizdir.? Yani hayat dediğimiz şey, sadakatsiz bir atomun mahsulüdür. Yeryüzündeki varlıklar soylarını ancak 4 milyon yıl sürdürebiliyormuş. Yaşamak, yok olmamak mı istiyorsunuz: ?Öyleyse, sizi oluşturan atomlar kadar dönek olmalısınız. Kendinize dair her şeyi, biçiminizi, büyüklüğünüzü, renginizi, türünüzü, aklınıza gelebilecek her şeyi değiştirmeye ve bunu tekrar tekrar yapmaya hazır olmalısınız.? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 17 Nisan 2005)

Dönekten beklenen, ezilen sınıf hareketi güçlü olsun olmasın, her fırsatta, dönekliği meşrulaştırmaktır. Ertuğrul Özkök de, öyle yapar; döneğin ahlaki ve ideolojik/politik sapmasını meşrulaştırmaktan geri durmaz. Dönekliğin meşruiyetine bu kez balıkları tanık gösterir.

?Dönen balık? başlığı altında yazdığına göre, 1930 yılında ?Vikingen? adlı bir balina gemisi, Güney Atlantik?te küçük bir adaya gelir. Gemideki araştırmacılar görür ki, burada kanı olmayan bir balık, ?buz balığı? yaşamaktadır. Normalde kandaki kırmızı hücre oranı yüzde 45?tir; ama, buz balığı, 55 milyon yıl önce iklimdeki ani sıcaklık düşüşü üzerine, hayatta kalabilmek içi kanındaki kırmızı hücre oranını yüzde 1?e düşürmüştür. Buz balığının öyküsünden Özkök?ün çıkardığı ders:

?Hayatta kalabilmek için ?kanını? bile değiştirmek zorunda kalan bu canlı, gerçek bir tabiat kahramanıdır. Ve hepimize verdiği hayat bilgisi dersi de şudur: ?Dönüşebilmek, dönebilmek, hayatta kalmanın, ilerlemenin temel kanunudur...? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 18 Şubat 2007)

Ertuğrul Özkök dönmenin, dönüşmenin hayatta kalmanın temel yasası olduğunu savlasa da, bereket, hayat Özkök?ü doğrulamıyor; insan hayatı hayvanların vahşi hayat kurallarına göre yaşanmıyor. Yoksa, evren hep Dünya?nın etrafında dönerdi; Özkök, Ortaçağ?da yaşasa, Engizisyon?a yaranmak için evrenin merkezinin Dünya olduğunu savunmak zorunda kalırdı. Dahası, işçi sınıfı da buz balığı gibi dönüşse, ortada sömürülecek sınıf kalmazdı!..

DEVŞİRMELER VE DÖNEKLER (5)

Modern devşirmeler olarak ezilen sınıf mücadelesinden ezen sınıf safına transfer olan döneklerin öncelikle kişilik bozukluğuna bağlı ahlaki sapma içinde olduklarını, dönek ahlakının kendilerince ?aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet? diye tanımlandığından söz ediyorduk.

İtirafçılık gibi dönmek de sicilini temizleyerek, yeni bir hayat ve o hayata uygun yeni bir kimlik, kişilik ve ahlak edinmektir. Yeni hayatında dönek, yeni ahlakı, kimliği ve kişiliğiyle artık maddi gücü elinde tutan sınıfın hizmetindedir.

Tapulu dönek, kiralık dönek

Aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet ezilen sınıfadır, mazlumadır. Muhabbet ve biat ise artık burjuva sınıfınadır. İtirafçı için olduğu gibi dönek için de kural, itiraf ederek geçmişini kusmak, dahası, ezen sınıfın tetikçiliğini yapmaktır. Entelektüel tetikçi olarak dönek, ihanet ettiği sol değerleri sermayenin pazarında işportaya çıkartacak ya da hastalık diye itibarsızlaştırıp dönekliği meşrulaştıracak, sermaye düzenini kutsayacak ve güce tapınacaktır.

Dünyada ve Türkiye?de sosyalizmin itibarın zirvesinde olduğu yıllarda ?Onlar Uyanırken ? adıyla ?Türk Sosyalistinin El Kitabı?nı yazan kıdemli dönek Çetin Altan da öyle yaptı. 12 Mart 1971 darbesi döneminde hapse atılınca uyandırmayı bırakıp kendisi ?uyandı?. Kendisi uyandıktan sonra ilk olarak halkı defterinden sildi; neo-liberalizm devrinde ise işçi sınıfını da tarihin kefenine sardı ve gönlünün başköşesindeki yeri burjuvaziye verdi.

Kıdemli döneğin sosyalizme meyletmesi, sonra dönüp burjuvaziye biat etmesi, başlı başına kitap konusu olacak ayrıntıda ve önemdedir. Yazı konusuyla sınırlı bir özet, gerçekten eksik kalır. Eksikliği göze alma pahasına bir özet vermek gerektiğinde ilk vurgulanacak nokta, Çetin Altan?ın dönekliği kabul etmediğidir.

Çetin Altan döndüğünü kabul etmez. Zaten dönekler iki türlüdür. Kimi ruhunu, beynini ve vicdanını tapusuyla birlikte satar; kimi de kiraya verir.

Ruhunu, beynini ve vicdanını tapusuyla birlikte satanlar hiperaktif saldırgan döneklerdir, arkadaşlarını ölümcül tuzaklarla avlayan itirafçılar gibidirler. İtirafçı, terk ettiği mücadeleyi mahkûm etmeye, itirafıyla eski yol arkadaşlarını avlamanın erdemli bir davranış olduğuna kendisini ve muhataplarını ikna etmeye çalışır. Tapusuyla transfer olan dönekler de kendi bireysel zafiyetleri yerine hasbelkader katıldıkları mücadeleyi mahkûm ederler, mücadelenin kimi yanlışlıklarını ve aşırılıklarını kolektifleştirirler. Yanlış olan kendileri değil, mücadeledir! Nitekim, rol modeli ?psuedo dönek? de yanlışlığın sol mücadelede olduğunu, yeni başkaldırı ruhunun siyaset düzleminde değil bilim, ekonomik girişimcilik ve iletişim düzleminde aranması gerektiğini söylüyordu: ? ?Elveda Başkaldırı? kitabını yazdım. Komünizmin yıkılışını gazeteci olarak Rusya'da yaşadım. Ve Hürriyet'in genel yayın yönetmeniyim. Ya o yanlıştı. Ya bugün bizler yanlışız...? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 12 Ekim 1997

Elbette mütevazılık edip bugün durduğu noktanın yanlış olabileceğini söylememektedir. İsyankâr bir özgeçmişi olmasa da Ertuğrul Özkök dönekliği sahiplenmekte ve dönekliğe methiye düzmektedir. Çünkü, ruhunun, beyninin ve vicdanının tapusunu vermiştir.

Çetin Altan ise dönekliği sahiplenmez, kabul etmez. Çünkü, tapusuyla satmak yerine kiraya vermiştir. Hayat tecrübesi, entelektüel donanımı ve birikimi, tapusunu elde tutmaya yeterlidir. Bu yüzden kiralık dönektir, döndüğünü bile kabul etmez, çok çok günah çıkartır, değişip geliştiğini, değişimin ve ilerlemenin misyoneri olduğunu savlar. Nitekim, değişimin misyoneri ve filozofu rolünde, kendi tekil günah çıkarmalarını ve nedametini toplu terapiye dönüştürme, ola ki rüzgârın yönü değiştiğinde bir kez daha dönmeye kapıyı açık tutma çabasındadır.

?Elveda proletarya?

Merhaba burjuvazi

Kıdemli döneğin ömrünün bir döneminde sosyalizme meyletmesi, sonra dönüp burjuvaziye biat etmesi, gerçekten de başlı başına kitap konusu olacak ayrıntıda ve önemdedir. Eksik kalma pahasına bir özet verirken vurgulanmalı ki, Ertuğrul Özkök?ün isyankârlığı ve dönekliği ne denli sahte ise Çetin Altan?ınki o denli gerçektir.

Kendi anlatımına göre, paşa torunu olarak köşklerde doğup büyümesine karşın çocukluğunda sevgiden ve ebeveyn ilgisinden yoksun kaldı. ?Sekiz yaşında yatılı okula bıraktılar, bir daha da kimse aramadı. Sevgi görmeyince insan, beğenilmek ister. Sevilmemiş çocuklar farkında olmadan kendilerini beğendirmek isterler. (...) Sevilmemiş insanlar, insanları mahkûm etmeye çalışırlar kendilerini beğenmeye.? (Milliyet Pazar, 7 Nisan 2002, Ahmet Tulgar?la söyleşi.)

Aynı söyleşide, ?Hazin bir hikâyedir benim hayatım? diye acındırır kendisine. Galatasaray Mektebi?nde yatılı okumaktadır. ?Büyük Gözaltı?, ?Bir Avuç Gökyüzü?, ?Viski? romanlarına malzeme yaptığı çocukluk ve gençlik anıları gerçekten ıstırap duyulacak acılıktadır. Çocukluk ve ilk gençlik dönemindeki sevgi, ilgi ve cinsellik açlığının, kendini beğendirme içgüdüsünün çıktısı, düzinelerce kitap, binlerce yazı olarak gelir. Eşi Solmaz Kamuran, ?İpek Böceği Cinayeti? adlı biyografide ?Annesi onu yeteri kadar sevdi mi sevmedi mi, bunun kararını bizler veremeyiz ama, belki de bu sevgi açlığının yirmi bini aşkın köşe yazısı ve kırk iki cilt kitabın yaratılmasında payı vardır...? diye yazar.

Özcesi, Çetin Altan çocukluğunda ve ilk gençliğinde acısını çektiği ilgi, sevgi ve cinsel açlığı doyurma, beğenilme, alkışlanma isteğiyle yüklüdür. Galatasaray Mektebi?nden sonra paşazadeliğin de yardımıyla başladığı gazetecilik yaşamında, alkışlanma isteğini doyuracak olanaklar bulsa da daha fazlasını istemektedir. Devir sosyalistlik devridir, o da sosyalistlikte karar kılar. 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi?nin (TİP) önerisini kabul ederek milletvekili seçilir, yazılarından dolayı açılmış davalarda dokunulmazlık da kazanır. Meclis?te, mitinglerde sosyalizmin sesi olur, alkışlandıkça alkışlanır. O hızla, ? Türk Sosyalistinin El Kitabı?nı yazar. ?Türkiye?nin ezilen horlanan, çağının dışında bırakılmış emekçilerini? kendi gücüyle iktidara gelip kurtulmaya çağırır. (s: 79)

Meclis?te öldüresiye linç girişimi belki de hayatının dönüm noktasıdır. Usul usul TİP ve sosyalizmle arasına mesafe koyar. Zaten, sosyalizmden esinlenen kitle hareketi zirveye ulaşmış, inişe geçmek üzeredir. TİP?in hezimete uğradığı 1969 seçimlerinde yeniden aday olmaz, peşinden 12 Mart 1971 darbesi gelir ve Çetin Altan gözaltına alınır.

Sosyalizm selinin kapıp sürüklediği yüzlerce entelektüelden biriydi. Malum, sel gider kum kalır. Gidenlerden biri de Çetin Altan?dır. ?Büyük Gözaltı?nda can korkusuyla başladığı uyanma serüvenini ?Bir Avuç Gökyüzü? altında tamamladı, nihayet sosyalistliği ?Viski? kadehinde eritti.

Romanındaki adlandırmasıyla ?Rezil Köpek? sosyalistidir ve aslında ?enayilik? etmiştir. ?Önce evinin içini düzelteceğine dünyayı düzeltmeye? kalkmıştır, karısının ömrü ise ?sarhoş beklemekle geçmiştir.? (Viski, s: 263)

Enayiliğinin cezasını görmüş, kurtarmak istediği halk tarafından linç edilmiştir. ?Onun payına düşen ceza daima işkenceydi...? (s: 263).

Dün kendisini alkışlayanları artık başka gözle görmektedir: ?Üstüne doğru yüzlerce kişi geldi mi? Hem de kurtarmak istediğin yüzlerce kişi. Kafana taşlarla sopalarla vurdular mı, beynini parçaladılar, kollarını bacaklarını kopardılar mı ?? (Viski, s: 21)

Artık alkış almadığına göre enayiliğin lüzumu yoktur; kasketli işçinin ağzından ?Boş ver ağabey, bana ne, ben mi kaldım dünyayı düzeltecek?? diye iç hesaplaşmasını yapar.

Sonrası, kendisini alkışlasın alkışlamasın, halka nankörlük ve düşmanlıktır: ?Onlar bizi linç ettikçe biz de onları linç edeceğiz.? (Viski, s: 62)

?Rezil Köpek? dediğini yaptı. Sosyalistlik ?Viski?de erirken, ?Türk Sosyalistinin El Kitabı?ndaki ?Türkiye?nin ezilen horlanan emekçileri?nin yerine, ?yağlı kaygan bataklık? geldi.

Dün kendisini alkışlayan halkı da kendisiyle birlikte ?Viski? kadehinde eritip ?yağlı kaygan bataklığa? gömmekle kalmadı. Neo-liberalizm devrinde Andre Gorz ?Elveda Proletarya?yı yazarak, işçi sınıfını tarihe gömdü! Sınıflar kalmadığına, tarihin sonu geldiğine göre sınıf ve devrim mücadelesi de yoktur, varsa bile burjuvazi en devrimci sınıftır. Artık aslolan devrim değil değişim, uyum, istikrar ve reformdur. Çetin Altan, Andre Gorz?dan geride kalacak değildi, o da işçi sınıfını tarihin çöp sepetine attı:

?İşçi sınıfı artık ilerici bir sınıf değil. (...) Evrensel değişimin bayrağı bugün önce bilimcilerin elinde. Sonra da, işçi sınıfını tarihe doğru süpürerek, yeni teknolojilerle üretim yapanların elinde. Türkiye'de değişimin bayrağına TÜSİAD sahip çıkmaya uğraşıyor .? (Çetin Altan, Sabah, 8 Temmuz 2001)

?Elveda proletarya?

Merhaba emperyalizm

Dönek ahlakının parametreleri ?aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet? diye sıralanır. Aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet ezilen sınıfadır, mazlumadır. Muhabbet ve biat ise artık burjuva sınıfınadır. Ne ki dönek ahlakının yönelimi en güçlü olanadır. Bu yüzden dönmenin, düşmenin sonu gelmez. Devir, emperyalizmin küreselleşme devridir. Döneklik menzilinin son durağı ise emperyalizmdir.

Türkiye?nin kıdemli döneği de bu kuralın dışında kalmadı; o da yerli burjuvanın kapılandığı güce, yani emperyalist burjuvaya kapılandı.

?Türk Sosyalistinin El Kitabı?nda diyordu ki, ?Batı?da emekçi sınıflarına taviz verecek ve sınıflar arası dengeyi az çok sağlayacak yeteneği vardır burjuva sınıfının. Sermayesini iki yüz yıl öncesinden bütün yeryüzünü sömürerek biriktirmeye başlamıştır.? (s: 56)

Hızını alamayarak, iç sömürünün dış sömürüden ayrı tutulamayacağını, sadece dış sömürüye, yani emperyalizme karşı çıkmanın yeterli olmayacağını, her iki sömürüyü birlikte def etmek gerektiğini vurguluyor, ?Gerçekten Türkiye?nin bağımsızlığını isteyenler, bunun içerde devam edecek bir sömürü düzeniyle mümkün olamayacağını anladıkları ölçüde cepheyi güçlendirir ve zaferi yakınlaştırırlar ? diyordu. (s: 73)

Hidayete erip önce yerli halkı, sonra işçi sınıfını ?yağlı kaygan bataklığa? gömdükten sonra, kendisini alkışlayacak efendiyi Türkiye?nin dışında buldu. ?Emperyalizm nedir??, Türk?ün bunu bilmediğine fetva verdi:

?Türkler, ?emperyalizmi, kapitalist devletlerin, yoksul ülkeleri sömürmesi sanıyorlar... Öyle değil mi? Değil. ?Emperyalizm, yoksul ülkelerin sömürülmesi değil, gelişmesini engellemektir. Endüstri üretimine geçemesinler de, kapitalistlerin üretimlerini almayı sürdürsünler, diye. Küreselleşmenin, ?emperyalizmin yeni bir çehresi? olduğunu iddia edenler var. Sen ne diyorsun buna? ?Monizm?den, yani ?komünizm?den, hiçbir şey anlamamış olmak, diyorum. Yeni teknolojilere dayalı bir üretim modeli, dünyadaki 5 milyar yoksulu zengin etmek zorunda. Yoksa hızla artan üretimi kim emecek? Marx'ın vaktiyle saptadığı bir gerçek, şimdi uygulamaya giriyor.? (Çetin Altan, Sabah, 8 Temmuz 2001)

Kıdemli dönek, emperyalist burjuvazinin dünyadaki tüm yoksulları zengin edeceği müjdesini (!) vermekle ve küresel burjuvaziyi aklamakla kalmamış, küresel faşizmin Irak halkı üzerine çullanmasını kadeh kaldırarak kutlamaya da çağırmıştı:

?Irak savaşına falan çok taktırmayın aklınızı. Gelişini alkışlayın 2003 yılının; kimbilir ne beklenmedik sürprizlerle geliyor... Sık sık şaşırıp, şaşırıp kalacağız; fena mı?? (Çetin Altan, Milliyet, 25 Aralık 2002)

?ABD Başkanı Bush, kendine özgü birtakım değişik çıkar hesaplarıyla da saldırsa Saddam?a; 20 ? 25 yılın sonunda, bambaşka bir tablonun ortaya çıkmasına neden olacaktır Yakındoğu?da...(?) Türkiye de, küreselleşme sürecinin içindedir ve gitgide daha çok saydamlaşacaktır. Enseyi karartmayın ve 2003 yılını, "evrensel değişim"e kadeh kaldırarak kutlayın ...? (Çetin Altan, Milliyet, 27 Aralık 2002)

?Irak savaşını da, fazla büyütmeyin gözünüzde. Şayet çıkarsa, daha da hızlı saydamlaşır Türkiye...? (Çetin Altan, Milliyet, 4 Ocak 2003)

Döndüğünü kabul etmeyip Marksizm?i tekeline alsa ve emperyalizmin dünya ölçeğinde sömürü düzeni olmayıp yoksulları zenginleştireceğini, Türkiye?yi saydamlaştıracağını savlasa da hayat kıdemli döneği doğrulamadı. Ne dünya yoksulları zenginleşiyor, ne Irak halkı Saddam?dan kurtulmakla rahata erdi ne de Türkiye saydamlaştı. Zaten Irak halkı acı çekiyor diye Türkiye saydamlaşacaksa saydamlaşmasın daha iyi.

Döneklik yeterince utanılası bir düşkünlüktür. Dönüp düşmenin sonu yoktur. Varsa bile Sigismund Freud ve Haydar Dümen?in uzmanlık alanına girer ki, artık gelecek yazıya.

?Ben orada, çocuk pornosuna duyulan tepkinin altında yatan iki ayrı etkeni birbirinden ayırabilmek için, bir soyutlama yapmaya çalışmıştım. Çocukların zarar görmesi faktörünü bir an için bir kenara bırakarak geride kalana bakmak istemiştim. (...) Kısacası benim derdim anlamaktı. Hem sübyancıyı, hem de ?bizi? anlamak...? (Sabah, 13 Ocak 2002)

Gülay Göktürk?ün sergilediği rezillik tekil değildir. Köşe yazılarına cinsel içerikli fıkralar serpiştiren (kendi adlandırmasıyla) ?Rezil Köpek? Çetin Altan da, Başbakan Erdoğan?ın Bush ile yapacağı görüşmede ele alınacak konulara değinirken, sözüm ona bir sübyancı fıkrası anlatmıştı ki, Göktürk?ün rezilliğinden aşağı kalır değildi. (Milliyet, 11 Ocak 2004)

Döneklik böyle bir şeydir işte. Döndükleri için mi soysuzlaştılar, zaten soysuz oldukları için mi döndüler? İkisi de doğrudur herhalde.

Dönekliğin çukurunda kim bilir başka ne rezillikler, soysuzluklar vardır. Bunca rezilliğe, soysuzluğa karşın, modern devşirmeler olarak, kitle bilincini zehirleyen iletişim endüstrisinin tepe noktalarındadırlar, başköşelerindedirler. Çünkü ?En iyi sağcı soldan dönendir.?

DEVŞİRMELER VE DÖNEKLER (6-SON)

Sınıf mücadelesi bağlamında soldan sağa dönenlerin ahlaki ve ideolojik/politik sapma içinde olduklarından, ideolojik/politik sapmanın ezilen sınıf saflarından ezen sınıf safına geçmek olarak somutlandığından, döneklik menzilinde son durağın emperyalist burjuvaziye biat etmek olduğundan, dönek ahlakının aldatma, ikiyüzlülük, sadakatsizlik ve ihanet olarak tanımlandığından, ahlaki sapmanın menzilinin Sigmund Freud?un uzmanlık alanına kadar uzandığından söz ediyorduk.

* * *

Marks ve Freud

Karl Marks, insanı ?toplumsal varlık? olarak analiz ederken, Sigmund Freud ?bireysel varlık? olarak incelemişti. Benzetmek gerekirse insanın incelenmesinde Marks toplumun röntgenini çekti, Freud kişiliğin röntgenini çekti. Marks?ın hareket noktası toplumun sosyo-ekonomik yapısı, Freud?un hareket noktası insanın psiko-anatomik yapısıydı. Marks insanın yemek, içmek, giyinmek, barınmak, topluca yaşamak gibi gereksinmelerini başa alırken, Freud, cinsellik ve saldırganlık güdülerini en başa koymuştu.

Freud?a göre, insanın kişiliği id, ego ve süper ego ?dan müteşekkildir. İd, doğuştan gelen cinsellik ve şiddet güdüleriyle, yani libido ile yüklüdür; bu güdüleri tatmin ederek doyuma ulaşma peşindedir. Güdülerin doyurulmaması gerilim ve mutsuzluğa yol açar. Ego, doğuştan gelen cinsellik ve şiddet güdülerini tatmin etmek için elverişli şartları ve zamanı kollar, uygun şartlara ve zamana kadar ?id?i baskı altında tutar. Süper ego ise, meşruiyetçi ve ahlakçıdır; toplumsal normları gözeterek, uygun şartları ve zamanı kollar; vicdanı temsil ettiği söylenebilir. Yani, id hazcı, ego gerçekçi, süper ego ahlakçıdır. İnsanın yaşadığı nevroz ve psikoz gibi ruhsal rahatsızlıklar, id, ego ve süper ego arasındaki çatışmalardan kaynaklanır. Rahatsızlığı normalleştirmek için bastırma, reddetme, geri çekilme, yansıtma, yüceltme, sorunu entelektüelleştirme gibi savunma mekanizmaları geliştirilir.

Her iki düşünürün de ortak noktası insanın mutluluğuydu. İnsanın temel gereksinmelerini yemek, içmek, giyinmek, barınmak diye sıralayan Marks insanın mutluluğu ancak geleceğin eşitlikçi sınıfsız toplumunda yakalayabileceğini savunuyordu. Temel güdüleri cinsellik ve saldırganlık olarak gören Freud?un tezlerinden çıkan sonuç ise, ahlak ve meşruiyet kaygısının henüz oluşmadığı ilkel toplum döneminde insanların mutlu olduklarıydı.

Freud?un analizi, insanın evriminde sosyal var oluşu ihmal ettiği için ardıllarınca bile eleştirildi. Frankfurt Okulu?nun kimi üyeleri, Marks ile Freud arasında köprü kurmayı denediler. Erich Fromm?un çalışmaları dikkate değer sonuçlar da üretti.

Döneklerin yeni peygamberi

Döneklerin saf değiştirdikten sonraki peygamberi Freud olmaktadır. Zaten Marks?ı da bilim insanı değil peygamber bellemişler, imanları zayıf olduğundan ihtiyaçları kalmadığında başka peygamber aramışlardır.

Bulunan yeni peygamber Freud?dur. Ne ki, Marks?ı nasıl eksik ve kabaca anladılarsa Freud?u ondan da kaba ve eksik anlayıp benimsemişlerdir. Döneklerin, vicdanı, yani süper egoyu sıfırlayan söylemi ve sapkınlığı, Freud?u mezarında diriltip isyan ettirecek düşüklüktedir.

Dönek ahlakının ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğunu söylüyorduk. ?Gündüz devrimci, gece evrimci? (Ertuğrul Özkök) bir riyakârlık yani. Hasan Yalçın?ın adlandırmasıyla dönekliğin çukurundaki bir ?sapı silik? de bireysel kütüphanesinde Marks?ı arkaya itip Freud?u öne çıkardığında ikiyüzlülükten kurtulduğunu söylüyordu:

?Marks'ın kitabını kütüphanenin en ?cezalı rafı'na; ?yoldaşlardan' daima gizlemek zorunda kalmış olduğum Freud'ün cildini de kütüphanenin en ön rafına koymak cesaretini gösterdiğim gün, şükür ki şükür, riyakarlık bitti! Özgürlüğünü prangalarını parçalayarak elde etmiş bir Roma kölesi gibi, meydan okuyarak, artık kendi ahlak tanımıma sadık biçimde yaşamaya başladım. ? (Hadi Uluengin, Hürriyet, 2 Aralık 2001)

Doğrusu, rüzgârın soldan estiği dönemde Marks, bireysel kütüphanelerin başköşesindeydi; ama, Freud yasağı, döneğin uydurmasıdır, ahlaki zafiyetin başka bir tezahürüdür. Ezilen sınıf safından ayrılmakla özgürleştiğini savlaması, kendisini ?özgürlüğünü prangalarını parçalayarak elde etmiş Roma kölesi? yerine koyması, meydan okumaktan söz etmesi, aşağılık kompleksinin yeterli işaretidir. (Ayrıntılı bilgi için, Hasan Yalçın?ın Dönekler adlı kitabına bakılabilir.)

Freud, döneklerin yeni peygamberidir ve Marks?ı nasıl eksik ve kabaca anladılarsa Freud?u ondan da kaba ve eksik anlayıp benimsemişlerdir. Vicdanı temsil eden süper egoyu neredeyse sıfırlayıp id ve egoyu serbest bırakmışlardır. Geriye, hiperaktif, dizginsiz bir saldırganlık ve kimilerinde pedofiliye varan düşüklükte cinsellik kalmıştır.

?En iyi sağcı soldan dönendir?

Saldırganlık, terk ve ihanet ettiği yol arkadaşlarına ve emekçi sınıflaradır. Çünkü, dönekten ilk beklenen, düzeni emekçi sınıflar lehine kökten değiştirme fikrini itibarsızlaştırmak ve dönekliği kutsamaktır. Onlar da öyle yaparlar. Sığındığı yeni yere yaranmak için çöp sepetini boşaltır gibi vicdanını boşaltıp eski dostlarına saldırırlar. Saldırırken tam da Freud?un tanımladığı türden bir savunma ve kendini haklı çıkarma mekanizması geliştirirler.

Yeni bir ahlak ve kimlik edinmekle, saf değiştirmekle yanlışlık yapmamışlardır. Yanlış olan ?dogmatik sol? mücadeledir, kendilerince yanlıştan arınmışlardır. Artık farkındadırlar ki, devrimcilik bir hastalıktır! ? Bu anlamda solun psikolojisinin çok iyi bir rehabilitasyona ihtiyacı var. Psikolojik rahatsızlıkları var solun. Bu da çok anlaşılır bir şey. Genellikle ezilen insanlar sola geliyor.? (Eski TKP Genel Sekreteri Nabi Yağcı, Referans, 17 Ekim 2005)

Sol mücadele, psikolojik rahatsızlıklarla yüklü cinnet mücadelesiydi, topluca cinnet geçirmişlerdi. Memleketin kültürel zenginliği ve hoşgörüsüyle sarhoş olacak yerde, devrimcilik adına köylülüğe ve taşralığa teslim olmuşlar, aşk ve kadın sözcüklerine yasaklı bir hayat sürmüşlerdi. ?Başkaldırı? ile ?vedalaşmak? ve ?Ruhumuzu daraltan demirperdelerden kurtulmak gerekiyordu? (Ertuğrul Özkök).

Sonunda kurtuldular! Cinnet geçirenlerin, darbe yapıp zulmedenler, zindana atanlar, asanlar, bütün topluma deli gömleği giydirenler değil, ?insanlar eşit, özgür, bağımsız olsunlar? diye hayatlarını verenler olduğunu söylemekle, dönekliğin kurtuluş olduğunu propaganda etmekle görevlidirler artık. Darbe ile gözleri açılmıştır. Kendilerini kurtaran darbeye şükran borçludurlar. ?Benim de aralarında bulunduğum çok sayıda insanın hayatı bu müdahale sayesinde kurtulmuştur.? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 23 Ağustos 2003)

Döneklerden beklenen ikinci hizmet, sol bir jargonla sermaye düzenini kutsamaktır. O hizmeti de eksiksiz yerine getirirler. Değişimin bayrağı artık işçi sınıfının değil, burjuvazinin elindedir; en ilerici parti ANAP ya da AKP?dir (aslında iktidarda hangi parti varsa odur), en ilerici siyasi lider de Turgut Özal ya da Tayyip Erdoğan?dır!

?Kasımpaşa?dan mezun Tayyip Erdoğan; Hegel, Sartre, Derrida okullarından mezun Fransız ve Alman siyasetçilerinin önüne mi geçiyor?? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 31 Ocak 2004)

?Bugün kapitalizmin küreselleşme sürecine gelmesiyle üretim güçleri büyük bir sıçrama gösterdi. Marksizm üzerine konuşup da antiküresel olmayı hiç anlamıyorum. (...) Kim değişimi istiyorsa, onlar değiştirici güçtür. Türkiye?ye dönersek? Bugün AKP değişim istiyor. Evet, değiştirici güçtür işte.? (Nabi Yağcı, Referans, 18 Ekim 2005)

?AKP?yi kesinlikle samimi buluyorum. Bir vatandaş olarak bakıyorum ve ikircimsiz destek veriyorum.? (Nabi Yağcı, Referans, 17 Ekim 2005)

Değişimci ve demokrat olan sadece yerli sermayenin aktörleri değildir! Hatta emperyalizm bile demokrattır artık! Hele AB?yi savunmadan sol olmak bile imkânsızdır!

?Sol olduğum için AB'yi hararetle destekliyorum. Kendimi düne göre daha çok solcu hissediyorum, bugün Marx'ı daha iyi anlıyorum ve bir solcunun AB üyeliğini desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. (...) Türkiye'de AB'ye tam üyeliği savunmadan sol olunamaz. Bu ülkede iç dinamiklerin demokrasiyi ileriye taşıyamadığını herkes görüyor. Eğer iç dinamikler yeterli olsaydı, bu ülke 12 Eylül rejiminin altında 20 yıl yaşamazdı. Ama bir gecede uyum yasaları çıktı. Bunu iç dinamikle mi açıklayacağız şimdi?? (Yağcı, Radikal, 24 Ekim 2005)

Zaten emperyalizmi sömürü düzeni sanmak da yanılsamadır. Bağımsızlık hareketleri silah fabrikatörlerini zengin eden sözde kurtuluş hareketleridir. Türkiye?de yağmanın durmasını Türkler değil, Amerikalılar istemektedir. Türkiye 20?nci yüzyılı ıskalamıştır, ama 21?inci yüzyılı ıskalamasına izin verilmeyecektir. Türkiye, ABD ve AB eliyle demokratikleştirilecek ve Ortadoğu?nun eksen ülkesi yapılacaktır! Enseyi karartmaya lüzum yoktur. (Çetin Altan?ın hemen hemen her yazısı)

Özetle, dönekler, kökünden koparılmış devşirmelerdir, Osmanlı devşirmeleri gibi köklerine balta vururlar. Öyle insafsızca, vicdansızca vururlar ki, sağcılar bile pes demek ihtiyacı duyarlar. 22 Temmuz 2007 seçimi öncesinde CHP?ye transfer olmakla artık ?solcu? sayılan İlhan Kesici, eski ?sağcılık? günlerinde, ?Birader, soldan gelen arkadaşlar liberalizm yarışında bizi bile sollayıp geçiyorlar? demekten kendini alamamıştı. (Aktaran Hasan Yalçın, Dönekler, s: 130)

En becerikli ve şöhretli dönekler eski solcular arasından çıkar. Türk sermayesi 1980?lerde yeni dünya düzenine uyum sürecinde ihtiyaç duyduğu kadroları soldan devşirerek karşılamıştı. ?Solda birçok insan, o dönemin yanlışlıklarını itiraf etti. Solun bağnaz kafaları, bu insanlara hemen ?dönek? yaftası yapıştırdı. Ne var ki, 1980'li yılların yaratıcı insanlarının çoğu, statükocu solun ?dönek? dediği bu insanların arasından çıktı. İslami kesim ise bu itirafları bir türlü yapamadı.? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 2 Mart 2004)

Döneklik zaten soldan sağadır. En becerikli sağcıyı eski solcular arasında bulacağını egemen sınıf eliti de bilir ve döneğin hakkını verir. ?En iyi sağcı soldan dönendir! ? (Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Aktaran Oya Berberoğlu, Akşam, 13 Kasım 2003)

Dönekliğin dibi

İnsan emek rotasından çıkmaya görsün, ahlaki pusulasını da yitirir. Aldatma, sadakatsizlik, ikiyüzlülük ve ihanet, güçlü olana tapınmak, yeterince utanılası bir düşkünlüktür. Değil insan içine çıkmak ve başkalarının yüzüne bakmak, aynaya bile bakmaktan utandırmaya yeterli bir ahlaki düşkünlüktür. Lakin ahlaken düşmenin sonu yoktur. Ezen sınıfla bir olup ezilenin üstüne çullanmak ahlaksızlığının menzili, mülk sahibi sınıfa kaside düzüp yaltaklanmayı, devrimci mücadeleye küfretmeyi, dönekliği ve kurulu düzeni kutsamayı aşıp, döne döne tapındıkları güçte cinsel üstünlük keşfine kadar uzanır. Freud, mezarında isyan etme ihtiyacı duyar.

?Psuedo dönek?, ?Erken kıllanmış çocuk? başlığı altında bir okul anısını anlatmaktadır. Sınıfta sakalı erken çıkmış bir çocuk ve bir de Amerikan pazarından giyinen ?altın saçlı çocuk? vardır. Erken kıllanmış çocuk her fırsatta ?altın saçlı çocuk?la alay etmektedir. ?Birden pantolonunun düğmelerini açtı, organını çıkarıp altın çocuğa gösterdi. Bu sapık hareket karşısında hepimiz donup kalmıştık. Ben az daha tabureden düşüyordum. İşte o an, altın çocuğun gözlerini fark ettim. Gözlerinde o zamana kadar hiç görmediğim bir ateş yanıp söndü. Günler boyu sakin bir biçimde kötü adamın gaddarlıklarını izleyen Gary Cooper gibi, intikam saatinin geldiğine inanmıştı sanki. Gözündeki o ateşle erken kıllanmış çocuğa baktı. Sonra elini pantolonunun önüne attı. Pantolonu amerikandı ve fermuarlıydı. Yavaş bir hareketle onu açtı ve organını çıkardı. Organı, erken kıllanmış çocuğunkinin iki katı büyüklükteydi. Erken kıllanmış çocuk o gün bitti. ? (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 1 Nisan 2001)

Solculuğu ve dönekliği gibi bu anısı da sahte olabilir. Ama malum, doğru ya da yanlış, bu coğrafyada erkeklik tabudur. Dönek, güce ve gücün organına tapınırken sözüm ona bu yerel tabuyu yıkmaktadır. Ve elbette tabu yıkarken yalnız değildir. Kıdemli dönek de, sözüm ona fıkra anlatırken benzer şekilde kendince tabu yıkmakta, gerçekte ise devşirmeler gibi köklerine balta vurmaktadır.

?Eski bir eczane fıkrası vardır. Prezervatif almak için eczaneye gelen bir Afrikalı; derdini anlatamayınca, erkeklik organını tezgahın üstüne çıkarıp yanına da parasını koyar. O sırada bir kovboy girer eczaneye ve Afrikalı?yı organ yarışı yapıyor sanarak; o da, kendi organını çıkarır tezgahın üstüne ve alır parayı... Kovboyunki daha büyükmüş. Bazılarınınki daha büyük olur bazı yerlerde... Anlarsınız ya...? (Çetin Altan, Sabah, 15 Mart 2002).

İnsan emek rotasından çıkıp dönmeye görsün, ahlaki pusulasını da yitirir. Lakin döneklikte ahlaken düşmenin, vicdansızlaşmanın sonu yoktur. Tapındığı güce cinsel üstünlük yakıştırmanın ötesinde, hard-porno ve sübyancılığı savunacak derecede soysuzlaşır.

?Bence biz büyüklerin çocuk pornosunu neredeyse ?insanlığın tanıdığı en büyük suç? haline getirişimizin altında yatan psikolojiye dikkatle bakmamız lazım. (...) Mevcut cinsel ahlak çocuk bedeninin arzulanmasını en büyük cinsel suç olarak görüyor. Ben, arzunun bu lanetlenişini haklı bulmuyorum. Yani, insanların çocuklara zarar vermedikleri sürece ?sübyancı olma hakkı?nı savunuyorum.? (Gülay Göktürk, Sabah, 9 Ocak 2002)

Her türlü ahlak sınırını aşarak sübyancılığı ?hak? ve ?özgürlük? olarak gören Gülay Göktürk, bir sonraki yazısında ?sübyancı olma hakkı?nı düşünce özgürlüğü kapsamında savunduğunu yazacak derecede alçalmış ve eklemişti:

?Ben orada, çocuk pornosuna duyulan tepkinin altında yatan iki ayrı etkeni birbirinden ayırabilmek için, bir soyutlama yapmaya çalışmıştım. Çocukların zarar görmesi faktörünü bir an için bir kenara bırakarak geride kalana bakmak istemiştim. (...) Kısacası benim derdim anlamaktı. Hem sübyancıyı, hem de ?bizi? anlamak...? (Sabah, 13 Ocak 2002)

Gülay Göktürk?ün sergilediği rezillik tekil değildir. Köşe yazılarına cinsel içerikli fıkralar serpiştiren (kendi adlandırmasıyla) ?Rezil Köpek? Çetin Altan da, Başbakan Erdoğan?ın Bush ile yapacağı görüşmede ele alınacak konulara değinirken, sözüm ona bir sübyancı fıkrası anlatmıştı ki, Göktürk?ün rezilliğinden aşağı kalır değildi. (Milliyet, 11 Ocak 2004)

Döneklik böyle bir şeydir işte. Döndükleri için mi soysuzlaştılar, zaten soysuz oldukları için mi döndüler? İkisi de doğrudur herhalde.

Dönekliğin çukurunda kim bilir başka ne rezillikler, soysuzluklar vardır. Bunca rezilliğe, soysuzluğa karşın, modern devşirmeler olarak, kitle bilincini zehirleyen iletişim endüstrisinin tepe noktalarındadırlar, başköşelerindedirler. Çünkü ?En iyi sağcı soldan dönendir.

http://www.ateshirsizi.net/showthread.php/devsirmeler-doenekler-ve-tuerk-kimlik-8948.html?p=26439


meczup eren
Kapalı
25 Kasım 2009 15:41

Devşirmeler, dönekler ve türk kimlik sorunu

--------------------------------------------------------------------------------

Türk Sorunu Yukarıdaki başlık yanlış yazılmış değil; "Kürt Sorunu"ndan değil, bu defa "Türk Sorunu"ndan sözediyoruz. Kuşkusuz, iki sorun birbirleriyle bağlantılı. ?Kürt sorunu?, önce, ciddi bir ?Türk sorunu?nun varlığını bütün vahametiyle ortaya çıkardı.

Ardından da, aciliyetiyle, devasa boyutlarıyla, yarattığı altüst oluşla, insanlık dramı, sosyal sonuçları ve politik önemiyle kaçınılmaz olarak, bunun üzerini örten bir rol oynamaya başladı. Bu, egemenlerin de işine geldiğinden, uzun süre böyle devam etti. Pek çok Kürt ve bu arada daha az sayıda da olsa, aralarında benim de bulunduğum kimi Türkler, bu ?Türk Sorunu?na dikkat çekmeye çalıştılarsa, çabaları, deyim yerindeyse, kaynadı gitti bütün bu toz-duman içinde ve egemenlerin psikolojik savaşının karşısında.

Ama şimdi artık ?Türk Sorunu?ndan kaçmak imkansız hale geldi. Artık, ?Kürt sorununu tartışmak, ona çözüm aramak da, ?Türk Sorunu?yla birlikte yapılmak zorunda. Bir başka ifadeyle, ?Kürt Sorunu,? aciliyetinden, öneminden bir şey kaybetmeksizin, ?Türk Sorunu? olarak da karşımıza çıkıyor. Belki, ?sorun?dan çok bir krizden sözetmek lazım: ?Türk krizi?nden. ?Türk krizi?ni çözmek için de ?Kürt sorununu çözmek gerek...

Benim yıllardan beri tezim şuydu: Kirli Savaş?ın fiziki sonuçları, ölümlerde, yakılan yerleşim yerlerinde, sakatlıkta, hastalıkta, açlıkta, görünür yıkıcı etkilerini daha çok Kürtler üzerinde gösteriyor ama Türkler asıl büyük yıkıma uğruyorlar, çünkü her şeyden önce, manevi yıkıma uğruyorlar, içlerindeki insanı yitiriyorlar, şiddete tapınan, ona müptela, onulmaz moral hastalıklara düçar oluyorlar. Yıllardır Türkiye?nin bütün kurumlarını, değerler sistemini, yaşam tarzını, kültürel birikimini, bireysel-sosyal varoluşunu, giderek, gündelik yaşamdan ekonomiye, dış ilişkilere, siyasete, yargıya, eğitime, tüm yapısını bozuyor, çarpıtıyor, lime lime çürütüyor bu çözümsüzlük karanlığı.

Sonunda, üretim araçlarının, şiddet araçlarının, iletişim araçlarının, kültür ve eğitim araçlarının ortak sahipleriyle hizmetlileri, ülkeyi bugünkü hazin durumuna getirdiler. Hayatın her alan ve boyutunda o denli elle tutulur, çıplak gözle görülür bir korkunçluk boyutuna ulaştı ki halimiz, sözünü ettiğim çarpılma ve çürüme konusunda çok şey söylemeye gerek yok. Kanıtları, içimizde, çevremizde, kendimizle ve başkalarıyla ilişkilerimizde, hayatımızda, her an her yerde.

?Nasıl bu hale geldik,? ne oldu bize,? ?nedir başımıza gelen felaket,? ?ne yaptık bütün bunları hak edecek,? ?ne olacak sonumuz,? yakınmalarının yanıtı hemen oracıkta: Bakın ?Ora?ya, bakın ?Kürt Sorunu?na, Kirli Savaş?a ve içine kıstırıldığımız çözümsüzlüğe, ?Türk Sorunu?nu bütün çıplaklığıyla göreceksiniz. Kürdün trajedisinde, kendi çok boyutlu yıkımınızın, kırımınızın dramını göreceksiniz...

Türkiye bugün öyle kör kuyuların dibine atılıyor ki, artık çıkışın yolları da tükeniyor. Bu kuyunun dibinden kurtulmak için çırpınmaya başladığınızda göreceksiniz; içine düştüğünüz kuyu içindeki kuytuda emperyalizm izin vermez, zehirlediğiniz toplum izin vermez, halka halka örülen bağımlılıklarınız izin vermez çıkışa. Kuyu içinde kör kuyu, her birinde bağlar, zincirler, prangalar, dönüşü olmayan kuytular, pusular, dipsiz uçurumlar yanı başımızda, arkamızda, önümüzde, her yanımızda zulalar...

Boşuna değil, genişletilen savaş eşliğinde, işbirlikçi medyadaki ?ABD-İsrail rehabilitasyonu? operasyonu. Daha 27 Aralık 2007?deki ATV?de, hava operasyonuyla ilgili bir-iki dakikalık ilk haberlerde 10?dan fazla ?ABD desteği? lafı geçirildi, araya incelikle sıkıştırılan ?İsrail yardımı? ile birlikte. Vurulan Kürtler kuşkusuz ama tutsak alınanın Türkler olduğu da kuşkusuz. Talabani, bir uluslararası haber ajansına (UPI), bir tarihte, Kürtleri koruyacağı varsayımıyla, ?ABD ile, İsrail ya da Tayvan?ınki gibi bir stratejik ve kurumsal ilişki istiyoruz...? demişti. Bugün O?nun dramı o istekte yatıyor. Türkünki ise, bütün çelişkileriyle, bunun gerçekleşmiş olmasında...

Şimdi eskilere gitmenin tam zamanı. Bundan, dile kolay, onbeş yıl önce, 18 Aralık 1993?te, şöyle yazmışım Özgür Gündem?de, ?Savaşı Asıl Kaybeden Kim? başlıklı yazımda:

?Bu savaşta asıl kaybeden taraf Türk milleti! Üstelik ayırdına dahi varamadan, hatta onu alkışlayarak, destekleyerek... Yenildikçe ödemek zorunda kaldığı bedel de artıyor, faturayı ödedikçe yenilgisi de derinleşiyor... Sonu olmayan bir kuyuya düşmüş gibi...

Emekçi yığınların, yoksul halkın gencecik çocukları amacını dahi kavramadıkları bir savaşa sürülüyorlar. Ölmeye ya da kardeş bir halkın çocuklarını öldürmeye. Ölünce gül bedenleri toprak oluyor, öldürünce içlerindeki insan gidiyor...

Türk ulusunun artık bu savaşı kaldıracak ekonomik takatı da kalmadı. Egemenler, onun adına yürüttükleri bu savaşta onun alınteri yetmeyince ve öz malını mülkünü de satışa çıkarmaktalar. Bugünkü yoksulluk ve geriliğin artması yetmiyor, giderek, geleceğin de satışa çıkarılmasıyla sonraki kuşaklar da savaşa ipotek ediliyor.

Türk halkı, artık hakkını da arayamıyor. Savaşlarda, herkesten susması istenir, iç disiplin dayatılır, hak arama rafa kaldırılır. Emekçi sadece ölüme gönderilmekle kalmaz, savaşın faturasını da yüklenir, masraflar onun alınterinden kesilir, sömürü yoğunlaşır, sesini de giderek çıkaramaz olur, baskı da onun üzerinde odaklanır. Savaş cephesi onun suskunluğuyla anlam kazanmaya başlar.

Bu savaş nedeniyle de Türkiye?de demokratikleşme yönünde adım atılamıyor, aksine geri gidiliyor, insan hakları her gün daha acımasızca ve daha kolay ihlal ediliyor. Başkasını ezen ulusun kendisinin de özgürleşemeyeceği gerçeğini bu kez kitaplardan değil, yaşayarak öğreniyoruz.

Türk halkı, bu alanda da geleceğini savaşa kurban veriyor. Yeni kurulan özel ordular, özel timler, yarın hak arayan emekçinin, grev yapan işçinin, emekten yana öğrencinin, aydının da üstüne sürülecek.

Dış politika artık Kürde karşı destek uğruna herşeyin satışa çıkarılması pazarlığına dönüşmüş... Borçlu ise, tabii gelecek kuşaklarıyla birlikte yine Türk ulusu.

Ya yanıbaşımızdaki korkunç savaşa ilişkin ondan da korkunç duyarsızlık ve tepkisizlik... Yürekleri nasır bağlayan bir toplumun sonunun ne olacağını şimdiden yaşamın her alanında görüyoruz. Sivas?ta insanların binlerin alkışlarıyla diri diri yakılması, daha önceki benzer cinayetlere duyarsız ve tepkisiz kalmanın toplumda yarattığı moral tahribattan soyutlanabilir mi? Büyük kentlerdeki yargısız infazlara önce tepkisiz kalınıyor, sonra o duyarsızlık giderek her cinayet sonrası balkonlara alkışlarla bayrak asmaya dönüşüyor. Bu savaşta içimizdeki insanı yitirdiğimiz belli değil mi? Bir toplum için bundan daha büyük, bundan daha korkunç bir kayıp olabilir mi?

Toplumsal psikolojimizde ve kültürel yapımızdaki yozlaşma ortada değil mi? Bakın artık insanlarımız spor etkinliklerine ?ölmeye geldik? diye katılıyor, gençlerimiz konserlere elde bayrak ?en büyük Türkiye...? diye gidiyorlar. Bu saldırgan milliyetçilik, bu şovenizm, zaten toplumsal genlerimizde var olan militarizmi nasıl da besliyor, ürkütücü değil mi? Bunun bedelini yine bu ulus, onun geniş emekçi yığınları ödemeyecek mi?

Bu savaşın da körüklediği ?milli birlik ve beraberlik ruhu?, emekçinin asıl ayırdedici insani özelliğini, emeğini yadsımasını, ?sınıfsız ve kaynaşmış bir kitleyiz? aldatmacasına teslimiyetini ve dolayısıyla da bizzat kendi kendine, emeğine, yani içindeki insana ve hayata yabancılaşmasını getirmiyor mu? ?Kutsal devlet? kavramı, sadece sermayenin ana aygıtını yüceltmiyor, ister istemez sömürüyü de kutsayarak, sınıf ruhunu köreltmiyor mu??

Ve bir hafta sonra yakarmışım ?Ruhlarımız Ölmeden? diye:

?Binlerce genç, Türk ve Kürt ne farkeder ki, ölecek. Ocaklar, umutlar, özlemler sönecek. Kardeşlikler düşmanlığa dönüşecek, ölen her gençle, kırılan her fidanla, yakılan her ocak, tarla, her köyle, bizim de içimizdeki insan yitecek.

Türkle Kürdün arasına kurşun, top, bomba girdikçe ayrılıklar derinleşecek, kanın suladığı topraklarda ayrılık otları bitecek.

Bunca şovenizm, bunca militarizm varken, Kürdün yüreğinde bunca özlem, bunca acı varken, Kürt Türk ne farkeder ki, bunca genç ölmekteyken, yüreğimiz nasırlaşırken, barışı nasıl bulacağız? Önce içimizdeki barışı? Öldürürken önce içimizdeki insanı, yüreğimizdeki sevgi nasıl yaşayacak ki?...

Yakılan her Kürt köyünde kuşkusuz yarın yine buğday biçilecek, bugün Vietnam?da olduğu gibi...

Ama ölen çocuklarımız artık hiç geri gelmeyecek ve bizi, önce kendimize, içimizdeki insana ve birbirimize düşman eden bu savaş lanetini hep üstümüzde tutacak, hala Amerika?da olduğu gibi...

Beslerken içimizde bunca şovenizmi, bunca militarizmi, barışı, sevginin gücünü nasıl bulacağız?

Sadece çocuklarımız ölmüyor; iki halkın kardeşliği ölüyor, içimizdeki insan ölüyor, sevgi ölüyor.

Adil bir barış, hemen şimdi, ruhlarımız ölmeden, barış şimdi, hemen şimdi...?

Şimdi belki soracaksınız, ?yazdın da ne oldu? diye. ?Başına gelenler, hapisler değil sorun, bir avuç devrimci sosyalist dışında, Türkler seni hain belledi, Kürtlerse şimdilerde dinlemek bile istemiyorlar? diyeceksiniz.

Belki öyle ama, mücadelenin doğası bu işte. Yılmamak... Eleştiriden öğrenmek elbette ama, bıkmadan-usanmadan ve tutsak olmadan korkuya, söylemek doğru bildiğini...

?Söyledim ve ruhumu kurtardım? diyebilmek için hiç olmazsa...

İnsan kalabilmek için bu hoyrat dünyada...

29 Şubat 2008

www.mavidefter.org

Haluk Gerger


meczup eren
Kapalı
25 Kasım 2009 15:43

Devşirmeler, dönekler ve türk kimlik sorunu

--------------------------------------------------------------------------------

"Türk Sorunu" "Türk Krizi"ne dönüşürken - Haluk Gerger

permalink

Haluk Gerger

Bozgun mudur, Amerikan talimatı mıdır, hatta haydi zorlamayalım ?çevir kazı yanmasın?cıları, önceden hesaplanmış geri çekilme midir, insanlar tartışadursun, son sınır ötesi askeri harekat bir gerçeği yeniden kanıtladı. Olabilindiğince değer yargılarından bağımsız, ?nesnel ve tarafsız? bir bakışla rahatlıkla görülüyor ki, Türkiye Cumhuriyeti, Kürt Sorunu?nu istediği biçimde çözme olanağına sahip değil. Aynı anlama gelmek üzere, Kürt isyanını, askeri yolla bastırma gücünden de yoksun. Bu önerme, Güney?i de, Kuzey?deki askeri-politik-sosyal realiteyi de içerecek biçimde bütüncül anlamıyla ?Kürt Sorunu?nu içeriyor. Emperyalizmin stratejisi ile eldeki askeri gücün düzeyi ve yetenekleri-kapasitesi sonucu ortaya çıkmış bulunan çok boyutlu (askeri-diplomatik-politik-ekonomik) güç dengesi bu gerçeğin görünürdeki nedenlerini anlatıyor. Görünür olanın ardındaki özü de eklediğimizde tablo daha da netleşiyor: Kürt milli uyanışı, aydınlanması, halk desteği ve çok boyutlu örgütlenmesi de şiddete dayalı ?çözüm?ü olanaksızlaştırıyor.

Ne var ki, TC?nin hayatla inatlaşmayı sürdüreceği anlaşılıyor. Barışçıl, adil çözüme ilişkin egemenlik sisteminin niyetsizlik ve yeteneksizliği her geçen gün ortaya çıkıyor. Dolayısıyla da, ?Kürt Sorunu?nda inkara, giderek, kaçınılmaz olarak, imhaya dayandırılmış ?Türk Çözümü?nün olanaksızlığı ölçüsünde oluşan ?Türk Sorunu?nun, ağırlaşarak süreceği kesinlik kazanıyor.

Bütün boyutlarıyla... Politik, Askeri, Ekonomik, Moral...

Toplumun, yönetici ve egemen sınıfların, buna bağlı olarak, düzenin imkanlarının ve aygıtlarının bu sorunu kaldırmadaki sınırları gözönüne alındığındaysa, çok boyutlu çürümenin, giderek, bunalımın, ardından, yıkımın mukadder olduğu görülüyor. Sadece bireyler intiharı seçmiyor. Toplumlar, sınıflar, kurumlar, düzenler, devletler de intihar edebiliyor; ya da, aynı anlama gelmek üzere, hayatla inatlaşmanın tutsaklığında, özyıkıma-kırıma düçar olabiliyorlar. Durkheim, standartlardan, değerlerden, kural ve normlardan kopmuş toplumlarda sıkışıp kalmış bireylerin intihara sürüklendiklerini söyler. Peki ya o toplumlar, sınıflar, yapılar, aygıtlar, giderek, o düzenler, sistemler?.. Şiddeti kutsayanların, şiddete tapınanların, ona tutsak olanların, şiddeti kendilerine karşı da uygulamayacaklarını söylemek mümkün müdür?..

Mümkün olmadığı ortada. Baksanıza, Genelkurmay Başkanlığı, ulusalcı-orducu muhalefet partilerini de ?hain? diye suçluyor, onların Türk Ordusu?na ?PKK?den daha zararlı? olduğunu söylüyor. Şovenizm bumerangı bu kez dönüp en milliyetçileri, en orducuları vuruyor. Genelkurmay, artık ?post modern darbe? peçesini yırtmış, topluma açıktan savaş açmış durumda. Silahlı Kuvvetler Komutanlarının, kendilerine çoktan boyun eğmiş, hükümetlerle, parlamentoyla, medyayla, düzenin muhalif-muvafık siyasi partileriyle kavgaya tutuştuğu bir ülkenin militarizmin doruklarında çırpındığı açık değil mi?

Çözümsüzlük, sorun, çürüme...

Ve şimdi en derininden bunalım...

Belli ki, ardından, kırım üstüne kırım, yıkım üstüne yıkım...

Solkırım, özkırım, soykırım...

"Son fiyaskoyla egemenlik sisteminin nasıl bir kriz içine sürüklendiği ortada. ?Kürt Sorunu?ndaki çözümsüzlüğün ve şiddet inadının, ekonomide, askeri yapıda, dış ilişkilerde, politik istikrarda ve egemenlik yapısının baş aktörleriyle kurumları arasındaki ilişkilerde, gündelik yaşamda, toplumsal ahlak ve değerlerde, ?Türk Sorunu?nu nasıl derin bir ?kriz?e dönüştürdüğünü, hergün bir başka acınası örneğiyle, yaşayarak, görüyoruz. ?Türk Sorunu?nu çözemeyen egemenlerin kendileri de ağır bir krizin içinde debeleniyorlar."

Ne var ki, sorun sadece onlara özgü değil. İşçisi, emekçisi, Kürdü, azınlığı, kadını, genciyle, ezilenlerin de güncel-acil bir sorunu var ezilmişliklerini aşan: Sözünü ettiğim Sorun?un kendi açılarından da yıkıcı krize dönüşmesi olasılığı... Onların Sorun ve krizinin, bizim krizimize yol açması... Bizim krizimizin, onların kendi bunalımlarından çıkışının ölümcül yolu olması... Bir başka ifadeyle, onların krizinin yükünü de bizim sırtlanmamız...

Bu noktada, Marks?ın ?Yahudi Sorunu?na ilişkin söylediklerinden esinlenerek temel bir noktaya dikkat çekmek mümkün. Politik olanın ötesinde, Yahudi halkın insani kurtuluşunun bir gereği olarak, Marks, ?Yahudi Sorunu?nun ortadan kaldırılması için, önce Musevilerin, tanrısı para olan (pratik) ?Judaizm?den kurtarılmaları gereğini söyler. Benzer biçimde, Türklerin, insani kurtuluşları için, tanrısı şiddet olan, kör inançlardan, hurafelerden beslenen çılgın ve tedhişçi ?şoven Türkçülük?ten kurtarılmaları gerekiyor. Kurtulmamız gerekiyor...

Dolayısıyla, sorunu çözmek, kendi krizimizi ortadan kaldırmanın da yolu. Bu bizim işimizse, ?Türk Sorunu?nu çözmek için düzen dışına bakmak gerekiyor.

Öyle ya, bunu, sorunun sorumlusu olan, krizin kaynağını oluşturan Türk burjuvazisinden ve hizmetlilerinden beklemek abes. Bir başka ifadeyle, egemenlere dert anlatarak, kendi çıkarlarını hatırlatarak, aklı yitirmişleri aklı selime davet ederek soruna yaklaşmak, sistemin özünü, doğasını, karakterini, herkesi tutsak alan dinamiklerini anlamamak anlamına geliyor. Bu düzen baştan sona değişecekse, dönüşecekse ve ancak ondan sonra ?Kürt Sorunu? dolayımıyla ?Türk Sorunu? da çözüm yoluna girebilecekse, bunu, değişecek olanın, değişmesi zorunlu olanın, tarihin çöp sepetine atılması gerekenin efendileriyle hizmetlilerinden beklemek akıl işi midir? Aksine, onların konumları öyledir ki, bu durum sadece mukadder yıkımlarının değil, iktidarlarının da kaynağını oluşturmaktadır. Onlar iktidarlarını, bizim kanımız ve canımız üzerinde inşa etmişlerdir, bizim sömürülmemizle, baskılanmamızla beslemektedirler. ?Kriz? tam da iktidarlarının ta kendisidir. Açıktır ki, müşteki olanları, ezilenleri biraraya getirip doğrudan onların karşısına dikmeden bu süreçten çıkış başlatılamaz.

Çağımızda her boyutuyla, burjuvazinin demokratik görevlerinin yerine getirilmesi proletaryaya düşmüyor mu? Düzenden köktenci kopuş bunun ilk koşulu değil mi? Işçi sınıfından ve müttefiki emekçilerden, ezilenlerden başka toplumsal araç, taşıyıcı gösterebilen var mı?

Dolayısıyla, ister ?demokratik,? ister ?sosyalist? devrim deyin, gerçekten de tek bir yol var önümüzde. Kürt-Türk, liberal ya da solcu, rahatsız olan, şiddetle tepki gösteren, korkan, kızan çok ama usanmadan yinelemek gerek: Anahtar sınıf mücadelesinde, devrimci praksiste...

Biliyorum, solcu ya da liberal, Kürt, Türk, pek çok kişi kızıyor, korkuyor bundan ama çıkışın başka yolu yok. Egemenlerin bizi içinde öğüttükleri Gordionun düğümünü ?Sınıf Hareketi?nin inşası, devrimci öncülük, ?sınıf mücadelesi?nin kılıcı, parçalayacak. Tedhişçi ?Türkçülüğün? de, aynı kapıya çıkan ?Türk-Islam sentezi?nin de, ?Mehmetçik liberalizm?in de panzehiri sosyalizmdir.

Başka yolu bilenler ya şimdi konuşsun, ya ebediyen sussunlar, gölge etmesinler...

www.mavidefter.org

**********************************************************************************************************************************************************************************************************************************************

Devşirmeler, dönekler ve türk kimlik sorunu

--------------------------------------------------------------------------------

Bir ırkçının not defterinden...

Susurluk skandalının kilit isimlerinden olan ve Ergenekon zanlısı olarak cezaevinde bulunan eski özel harekatçı İbrahim Şahin'in ajandasından ırkçı fişleme çıktı

Ergenekon bünyesinde muvazzaf teğmen ve Özel Harekâtçı polislerden oluşan S-1 adlı yasadışı bir örgütlenme kurduğu ve suikast hazırlığı yaptığı iddiasıyla tutuklanan eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin?in ?bordo ajandası?ndan Ermeni ve Kürt düşmanlığı çıktı. İddianameye giren bir telefon kaydında, S-1?i kastederek ?Ben Ermenilere karşı kurulan ilk örgütün başkanıyım? diyen Şahin, ajandasında şu notları tutmuş:

?DTP içinde 580 Ermeni, Süryani ve Yezidi var?, ?Hikmet Çetin?in babası PKK?nın ve ASALA?nın para kaynağıdır?, ?Devlet Bahçeli?nin büyük annesi tecavüze uğramış bir Ermeni yetimidir?, ?Mehmet Şahdır, Yozgatlıyım diye övünür, Ermeni?dir?, ?Ahmet Türk?ün dedesi tehcirde din değiştirmiş...?

Şahin?in Ergenekon soruşturması çerçevesinde geçen 7 Ocak?ta Ankara?daki evine yapılan operasyonda ele geçirilen kanıtlardan biri de, S-1 listesinin yanı sıra bordo ajandaydı. Ajandanın ilk sayfasında, kendisi için ?Yalnızkurt? ifadesini kullanan Şahin, bir de Arapça ?Uyan? anlamındaki ?İntebih? sözcüğünü yazmış.

Ajandada dikkat çeken notlar şöyle:

?(...) Suriye gizli servis sorumlusu Garo Palancıyan, Behcet Cantürk?ün teyzesinin kocasıdır. Suriye Kamışlı Asala sorumlusu Ohannes Palancıyan ise Cantürk?ün teyzesi ŞATO?nun oğludur. Bugün İngiltere?de ve bir çok ülkede E.K.Ö.B (Ermeni Kürt Öğrenci Birliği) kurulmuştur ve faaliyeti devam etmektedir. B.Cantürk. Annesi Liceli Hatun Deminciyan isimli bir Ermenidir.?

?Hikmet Çetin?in babası PKK ve Asala?nın para kaynağıdır. 2003?de patrikaneden belgeli olarak isim ve din değiştirmiştir.?

?Ermeni Soysuzlar. Yatağımdaki Düşman Filmi. MHP. Ermeni yetimlere her yıl 200 altın tahsisat bağlanmasını sağlayan Adana Valisi Cemal Paşa?nın kardeşine 12 yaşında bir kız çocuğu verirler. Ama o evlatlığa tecavüz eder, kız hamile kalınca onu karısı yapar

Kızın adı Saadet?tir

Ve bu saadet MHP lideri Devlet Bahçeli?nin büyük annesidir.?

?DTP-HAKOP?UN AKRABALARI. Ahmet Türk 1925?de Türk soyadını almış bu Ermeni. Dedesi tehcirde din değiştirmiş. Tunceli, Elazığ, Erzincan, Sason. Hangi partiden olursa olsun. Ermeni. Mehmet Eymür. Siirtlidir-Ermenidir?

Radikal / 23.08.09


IRadikal ve Sert
Yasaklı
30 Temmuz 2014 19:27

.


RadikaI ve Sert
Yasaklı
06 Ağustos 2014 10:14

.


lRadikal ve Sert
Yasaklı
10 Ağustos 2014 21:22

.


RadikalI ve Sert
Yasaklı
13 Ağustos 2014 17:54

.

Toplam 21 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi