Yeraltı Adamı, kalıpları, insan özgürlüğünün önündeki ?taş duvarlar? olarak görür. Süre giden aynılıklar içerisinde ayrı olan bir davranış veya düşünce, mutlaka bu taş duvara toslayacaktır:
?Sözün gelişi, sana maymundan geldiğimizi kanıtlamışlarsa, bu gerçeği yüzünü buruşturmadan kabul edeceksin. Gövdendeki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce hemcinsininkinden değerli olması gerektiği; erdem, sorumluluk, safsata, boş inanç denen şeylerin hep bu sonuca göre çözümlendiği kanıtlanırsa yine olduğu gibi kabul edeceksin, çünkü matematiğin ?iki kere iki dört eder? kesin sonucu vardır bunlarda. Hele bir karşı durmaya kalkın; ?Aman efendim, nasıl karşı çıkarsınız? Bu, iki kere ikinin dört etmesi kadar açıktır! Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar duvardır vb. vb.? diye bağırırlar. Aman tanrım, herhangi bir sebepten ötürü doğa yasaları ile iki kere ikinin dört ettiği hoşuma gitmiyorsa, bana ne bu yasalardan, bana ne aritmetikten? Duvarı delmeye gücüm yetmiyorsa, ?ille deleceğim? diye yırtınmam elbette; ama önümde yıkmaya gücümün yetmediği bir taş duvar bulunmasına da razı olamam.?? [Dostoyevski, Yeraltından Notlar, İletişim Yay., İst. 2004, s. 28-29, (Çev. Mehmet Özgül)]
Aynı düşünce ve anlayışın, Yusuf Atılgan?ın Aylak Adam?ının da davranışlarına yön verdiğini görmekteyiz. O da tıpkı Yeraltı Adamı gibi toplumun değişmeyen ve farklılıklara tahammülü olmayan kalıplarına karşı çıkar ve ısrarla böyle bir toplum içerisinde yaşayabilmeye ve tutunabilmeye çalışır.
?Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.? (Yusuf Atılgan, Aylak Adam, YKY., İst. 2003, s. 10) diye içinden seslenir, bir Rum kızını öptükten sonra kendisine ?Terbiyesiz, pis sarhoş?? (A.g.e., s. 10) diyen öteki kıza. Sonra, kılığı düzgün bir adamın sokakta simit yemesinin yasak olduğunu bildiği halde gelip geçenlerin dönüp ona bakmalarına aldırmayarak simit yemeye devam eder. (A.g.e., s. 13)
Sokakta kendi kendine sesli gülünemeyeceğini bilmeyenlerin olmadığı bir toplumda, kafasından geçenlere sesli bir şekilde güldüğü bir an, yine etraftaki insanların ona bakıp kaşlarını çatmaları hakkında ?hep ölçülü biçimli mi davranmak gerek??? (A.g.e., s. 18) diye sorar.
Yılbaşı geceleri insanların hindi yemeleri gereklidir; bulamayanlar üzülür ve yılbaşı geceleri eğlenmek de zorunludur. (A.g.e., s., 39) Bir dilenciden sigara ister; amacı, adama sigara içmenin dilencilere yasak olduğunu bilmeyen insanların da dünyada var olduğunu öğretmek istemesidir. (A.g.e., s. 44)
Bir kahvede müşteri olmak için sadece altı gün yeterlidir. ??Yemek yediği lokantalarda garson, ?-Ali beyin çorbası!? ?-Ver Ahmet beyin bayıldısını.? diye bağırdıkça şaşırır.?? (A.g.e., s. 58)
Bir tatlıcıda oturup sokaktan gelip geçen insanları izler. Yaptıkları davranışlar hep birbirinin aynıdır ve insanlardan yenilik beklemek saçmadır. (A.g.e., s. 49)
İşte bütün bu örnekler ?ve romanda daha birçoğu?, insanların düşünce ve davranışlarındaki alışkanlıklar ve aynılıklar arasında ayrı bir insan olarak yaşayabilmeye çabalayan Aylak Adam?ı, Yeraltından Notlar?ın kahramanı ile aynı düzlem üzerinde buluşturur. Normal insanlara göre yaşamın amacının alışkanlık ve rahatlık olduğunu düşünür Aylak Adam:
?Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu.?? (A.g.e., s., 41) der.
Aylak Adam?a göre olduğu gibi Yeraltı Adamı?na göre de, ??kalıplar?? normal insanlar için ?iki kere ikinin dört etmesi gibi kesinlikle huzur demektir.? [Dostoyevski, Yeraltından Notlar, İletişim Yay., İst. 2004, s. 29, (Çev. Mehmet Özgül)]
Bu kalıplar içinde yaşamak huzurlu olmanın yegâne anahtarıdır. Ancak, gerek mizaçları dolayısıyla ve gerekse başka şartların farklı kılıp yabancılaştırdığı Yeraltı Adamı ve Aylak Adam gibi insanlar böyle bir toplum içinde asla huzuru bulamayacaklardır ve onlar yalnızlık ve yabancılığa bir anlamda mahkûm gibidirler.
Kahramanların, yalnız, yabancı ve ayrıksı oluşlarının bir başka tezahürünü, onların gerçek bir isimlerinin olmayışlarında da görmekteyiz. Atılgan?ın Aylak Adam?ının gerçek bir adı olmayıp C diye bahsedilmesi, Yeraltı Adamı?nın ise roman boyunca adından hiç söz edilmemesi bu kişilerin toplumdaki normal insanlar gibi olmadıklarının, ayrıksılıklarının, tanımlanmamışlıklarının ve adeta bir kalıp içinde hapsolunamayan kişiliklerinin somutlaşmış birer şeklidir. Ayrıca gerçek bir isimlerinin olmayışı bize, kendileri gibi olan bütün yabancılaşmış ve yalnız insanları temsil ettikleri fikrini de düşündürmektedir.
Her iki romanın da başkişilerinin karakter yapılarına damgasını vuran ve her iki kahramanda da ortak olan toplumdan kopmuşluk, yabancılaşma ve yalnızlık temalarının, romanda hayata geçirilişleri bakımından birtakım farklılıklar arz ettiği görülmektedir. Bunun, roman karakterlerinin mizaçlarındaki farklılıklardan kaynaklandığı iddia edilebileceği gibi, bu karakterlerin gerek tarihi ve gerekse kültürel olarak farklı toplumların şahısları olmalarından kaynaklandığı da söylenebilir.
Bu farklılıklardan dikkati çeken en önemli özellik bize göre roman karakterlerinin topluma karşı bakışları ve aldıkları tavırdır. Yeraltı Adamı biliyoruz ki, yeraltına çekilmek suretiyle gerçeklerden ve toplumdan bir nebze kaçabilmiştir. Oysa aylak adam, her an gerçeklikle, gerçeğin soğuk yüzüyle burun burunadır. Aslında iki roman da, aynı durum içerisindeki kişilerin farklı yaşam alternatiflerini oluşturmaktadır. Toplumun içinde bulunan, yabancılığı ve farklılığı iliklerine kadar hisseden C?nin durumu, kendini toplumdan soyutlamış olan Yeraltı Adamı?ndan bu anlamda çok daha hüzünlü ve trajiktir.
Yeraltı Adamı?nın hayalleri vardır; gerçek bir sevgiye gereksinme duymaz o yüzden. (A.g.e., s. 75)
Oysa aylak adam ömrü boyunca hep gerçek sevgiyi arayacaktır. Aylar süren hayallerinden sonra toplumu ve insanları idealize edip kafasında şekillendiren Yeraltı Adamı, içinde uyanan sevinç ve coşku ile toplum içine karışmak, insanlarla kucaklaşmak ister. Aylak Adam?da ise bu hayallerin karşılığı sinema?dır. Sinemadan çoğu kez değişmiş olarak çıkar C. Ancak bu toplum, bu insanlar onu yine eski haline döndürmekte gecikmezler. Hatta bu yüzden C, bütün insanları aynı anda sinemaya sokup aynı anda dışarıya bırakmaktan söz eder komik olduğunu bilerek.
Mevcut toplumsal hayata karşı, Yeraltından Notlar?ın kahramanının ağzından dökülen sözler, tam anlamıyla Aylak Adam?ın durumunu da ifade eder niteliktedir. Şöyle söyler Yeraltı Adamı;
?(?) biz, az ya da çok, yaşamak alışkanlığını yitirmiş, aksaya aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek ?canlı yaşam?dan tiksinecek, onun lafını bile işitmek istemeyecek kadar yaşama yabancılaşmışız.?? (A.g.e., s. 152)
Bu yabancılaşmayı Atılgan?ın kahramanının, Yeraltı Adamı?na göre çok daha sert bir biçimde yaşadığını görmekteyiz. Yeraltı Adamı, ?Davranışlarımda bir başkalık görecekler diye ödüm patlıyordu. Aslında başka olmaya kim dayanabilirdi ki!? (A.g.e., s. 60) derken ve kendini toplumdan soyutlayıp yalnız bir yaşamı tercih ederken, Aylak Adam bizzat toplumun içinde bulunarak yabancılaşmayı ve yalnızlığı yaşamakta; insanları, insanlar arasındaki münasebetleri gözlemleyip hayatı sorgulamaktadır. Böylece toplumun ve onu oluşturan bireylerin ikiyüzlülüğünü ya da insanları hayata bağlayan şeyin ne olduğunu Yer altı Adamı?na göre çok daha rahat bir şekilde görüp eleştirebilmektedir. Yeraltına çekilmeyip değerlerini yadsıdığı böyle bir toplum içinde bizzat yaşamaya devam edebilmek gücünü, Aylak Adam?ın roman boyunca sürekli aradığı ?gerçek sevgi?ye ve onu bulabilmek adına yitirmediği ?ümit?? duygusuna borçlu olduğunu görmekteyiz. Aylak Adam;
?Vız gelirsiniz bana. Alay edin bakalım. Hepinize inat, bigün bulacam onu.? (Yusuf Atılgan, Aylak Adam, YKY., İst. 2003, s. 157) demektedir. Ona göre insanların yaşama tutundukları sebeplerin hepsi anlamsız ve gülünçtür. Fakat hayatta gülünç olmayan bir tek yaşama sebebi vardır ki o da ?gerçek sevgi?dir. Bu, hayatın değerli olan tek anlamı ve yaşamaya değer tek amacıdır. Şöyle söyler Aylak Adam:
?Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, ?- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur,? demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi!?? (A.g.e., s. 152-153)
Fakat Aylak Adam insan hayatını sembolize eden dört mevsimlik bu roman boyunca ?gerçek sevgiyi? bir türlü bulamayacaktır. Oysa yanından geçip gitmiştir veya bir tramvayda karşılaşmıştır onunla; hatta el bile sıkışmıştır bilmeden. Kitapta B adıyla karşımıza çıkan kadındır aradığı. Roman sonunda B?nin peşinden koşarak onun bindiği otobüse yetişmeye çalışıp trajik bir biçimde otobüsü kaçıran Aylak Adam?ın macerası şu cümlelerle son bulur;
?Yıllardır aradığını bulur bulmaz yitirmesine sebep olan bu saçma, alaycı düzene boyun eğmiş gibi kendini koyverdi. Şimdi ona istediklerini yapabilirlerdi. Yanındaki polis kolunu sarsıp, ummadığı yumuşak bir sesle sordu:
?Ne oldu? Anlat.
?Otobüse yetişecektim...
Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.? (A.g.e., s. 159)
İncelememize konu olan bu romanların, -her ne kadar farklı kültürlere ait toplumların ve farklı tarihlerin ürünü eserler olsalar bile- bugünün küreselleşmiş dünyasının ve günümüz toplumunun bireylerinin içsel parçalanmışlıklarını ve toplumsal uyumsuzluklarını benzer ve farklı açılardan yansıtmaları bakımından yeniden okunup incelenmesi gereken kitaplar olduğunu düşünmekteyiz.
Şurası bir gerçektir ki, modernleşmenin insanı tutsaklaştırdığı, maddiyatın ve popüler kültürün her alana hâkim olduğu, insani değerlerin yozlaştırıldığı ve maneviyatın unutulduğu günümüz toplumlarında, yalnız ve parçalanmış kişilikleriyle varlığa ve insana yabancılaşmış olan Yer altı Adamı ve Aylak Adam gibi kahramanlar yalnızca romanlarda var olmakla kalmayacaklardır. Böylesine yozlaşmış bir toplum ve böylesine maddileşmiş bir dünya düzeni içerisinde ?gerçek sevgi?yi aramak gibi bir hastalığa (!) tutulmuş olan uyumsuz kişilikli insanlar aramızda ve günlük hayatta daima var olacaklardır.
Yeraltı Adamı, kalıpları, insan özgürlüğünün önündeki ?taş duvarlar? olarak görür. Süre giden aynılıklar içerisinde ayrı olan bir davranış veya düşünce, mutlaka bu taş duvara toslayacaktır:
?Sözün gelişi, sana maymundan geldiğimizi kanıtlamışlarsa, bu gerçeği yüzünü buruşturmadan kabul edeceksin. Gövdendeki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce hemcinsininkinden değerli olması gerektiği; erdem, sorumluluk, safsata, boş inanç denen şeylerin hep bu sonuca göre çözümlendiği kanıtlanırsa yine olduğu gibi kabul edeceksin, çünkü matematiğin ?iki kere iki dört eder? kesin sonucu vardır bunlarda. Hele bir karşı durmaya kalkın; ?Aman efendim, nasıl karşı çıkarsınız? Bu, iki kere ikinin dört etmesi kadar açıktır! Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar duvardır vb. vb.? diye bağırırlar. Aman tanrım, herhangi bir sebepten ötürü doğa yasaları ile iki kere ikinin dört ettiği hoşuma gitmiyorsa, bana ne bu yasalardan, bana ne aritmetikten? Duvarı delmeye gücüm yetmiyorsa, ?ille deleceğim? diye yırtınmam elbette; ama önümde yıkmaya gücümün yetmediği bir taş duvar bulunmasına da razı olamam.?? [Dostoyevski, Yeraltından Notlar, İletişim Yay., İst. 2004, s. 28-29, (Çev. Mehmet Özgül)]
Aynı düşünce ve anlayışın, Yusuf Atılgan?ın Aylak Adam?ının da davranışlarına yön verdiğini görmekteyiz. O da tıpkı Yeraltı Adamı gibi toplumun değişmeyen ve farklılıklara tahammülü olmayan kalıplarına karşı çıkar ve ısrarla böyle bir toplum içerisinde yaşayabilmeye ve tutunabilmeye çalışır.
?Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.? (Yusuf Atılgan, Aylak Adam, YKY., İst. 2003, s. 10) diye içinden seslenir, bir Rum kızını öptükten sonra kendisine ?Terbiyesiz, pis sarhoş?? (A.g.e., s. 10) diyen öteki kıza. Sonra, kılığı düzgün bir adamın sokakta simit yemesinin yasak olduğunu bildiği halde gelip geçenlerin dönüp ona bakmalarına aldırmayarak simit yemeye devam eder. (A.g.e., s. 13)
Sokakta kendi kendine sesli gülünemeyeceğini bilmeyenlerin olmadığı bir toplumda, kafasından geçenlere sesli bir şekilde güldüğü bir an, yine etraftaki insanların ona bakıp kaşlarını çatmaları hakkında ?hep ölçülü biçimli mi davranmak gerek??? (A.g.e., s. 18) diye sorar.
Yılbaşı geceleri insanların hindi yemeleri gereklidir; bulamayanlar üzülür ve yılbaşı geceleri eğlenmek de zorunludur. (A.g.e., s., 39) Bir dilenciden sigara ister; amacı, adama sigara içmenin dilencilere yasak olduğunu bilmeyen insanların da dünyada var olduğunu öğretmek istemesidir. (A.g.e., s. 44)
Bir kahvede müşteri olmak için sadece altı gün yeterlidir. ??Yemek yediği lokantalarda garson, ?-Ali beyin çorbası!? ?-Ver Ahmet beyin bayıldısını.? diye bağırdıkça şaşırır.?? (A.g.e., s. 58)
Bir tatlıcıda oturup sokaktan gelip geçen insanları izler. Yaptıkları davranışlar hep birbirinin aynıdır ve insanlardan yenilik beklemek saçmadır. (A.g.e., s. 49)
İşte bütün bu örnekler ?ve romanda daha birçoğu?, insanların düşünce ve davranışlarındaki alışkanlıklar ve aynılıklar arasında ayrı bir insan olarak yaşayabilmeye çabalayan Aylak Adam?ı, Yeraltından Notlar?ın kahramanı ile aynı düzlem üzerinde buluşturur. Normal insanlara göre yaşamın amacının alışkanlık ve rahatlık olduğunu düşünür Aylak Adam:
?Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu.?? (A.g.e., s., 41) der.
Aylak Adam?a göre olduğu gibi Yeraltı Adamı?na göre de, ??kalıplar?? normal insanlar için ?iki kere ikinin dört etmesi gibi kesinlikle huzur demektir.? [Dostoyevski, Yeraltından Notlar, İletişim Yay., İst. 2004, s. 29, (Çev. Mehmet Özgül)]
Bu kalıplar içinde yaşamak huzurlu olmanın yegâne anahtarıdır. Ancak, gerek mizaçları dolayısıyla ve gerekse başka şartların farklı kılıp yabancılaştırdığı Yeraltı Adamı ve Aylak Adam gibi insanlar böyle bir toplum içinde asla huzuru bulamayacaklardır ve onlar yalnızlık ve yabancılığa bir anlamda mahkûm gibidirler.
Kahramanların, yalnız, yabancı ve ayrıksı oluşlarının bir başka tezahürünü, onların gerçek bir isimlerinin olmayışlarında da görmekteyiz. Atılgan?ın Aylak Adam?ının gerçek bir adı olmayıp C diye bahsedilmesi, Yeraltı Adamı?nın ise roman boyunca adından hiç söz edilmemesi bu kişilerin toplumdaki normal insanlar gibi olmadıklarının, ayrıksılıklarının, tanımlanmamışlıklarının ve adeta bir kalıp içinde hapsolunamayan kişiliklerinin somutlaşmış birer şeklidir. Ayrıca gerçek bir isimlerinin olmayışı bize, kendileri gibi olan bütün yabancılaşmış ve yalnız insanları temsil ettikleri fikrini de düşündürmektedir.
Her iki romanın da başkişilerinin karakter yapılarına damgasını vuran ve her iki kahramanda da ortak olan toplumdan kopmuşluk, yabancılaşma ve yalnızlık temalarının, romanda hayata geçirilişleri bakımından birtakım farklılıklar arz ettiği görülmektedir. Bunun, roman karakterlerinin mizaçlarındaki farklılıklardan kaynaklandığı iddia edilebileceği gibi, bu karakterlerin gerek tarihi ve gerekse kültürel olarak farklı toplumların şahısları olmalarından kaynaklandığı da söylenebilir.
Bu farklılıklardan dikkati çeken en önemli özellik bize göre roman karakterlerinin topluma karşı bakışları ve aldıkları tavırdır. Yeraltı Adamı biliyoruz ki, yeraltına çekilmek suretiyle gerçeklerden ve toplumdan bir nebze kaçabilmiştir. Oysa aylak adam, her an gerçeklikle, gerçeğin soğuk yüzüyle burun burunadır. Aslında iki roman da, aynı durum içerisindeki kişilerin farklı yaşam alternatiflerini oluşturmaktadır. Toplumun içinde bulunan, yabancılığı ve farklılığı iliklerine kadar hisseden C?nin durumu, kendini toplumdan soyutlamış olan Yeraltı Adamı?ndan bu anlamda çok daha hüzünlü ve trajiktir.
Yeraltı Adamı?nın hayalleri vardır; gerçek bir sevgiye gereksinme duymaz o yüzden. (A.g.e., s. 75)
Oysa aylak adam ömrü boyunca hep gerçek sevgiyi arayacaktır. Aylar süren hayallerinden sonra toplumu ve insanları idealize edip kafasında şekillendiren Yeraltı Adamı, içinde uyanan sevinç ve coşku ile toplum içine karışmak, insanlarla kucaklaşmak ister. Aylak Adam?da ise bu hayallerin karşılığı sinema?dır. Sinemadan çoğu kez değişmiş olarak çıkar C. Ancak bu toplum, bu insanlar onu yine eski haline döndürmekte gecikmezler. Hatta bu yüzden C, bütün insanları aynı anda sinemaya sokup aynı anda dışarıya bırakmaktan söz eder komik olduğunu bilerek.
Mevcut toplumsal hayata karşı, Yeraltından Notlar?ın kahramanının ağzından dökülen sözler, tam anlamıyla Aylak Adam?ın durumunu da ifade eder niteliktedir. Şöyle söyler Yeraltı Adamı;
?(?) biz, az ya da çok, yaşamak alışkanlığını yitirmiş, aksaya aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek ?canlı yaşam?dan tiksinecek, onun lafını bile işitmek istemeyecek kadar yaşama yabancılaşmışız.?? (A.g.e., s. 152)
Bu yabancılaşmayı Atılgan?ın kahramanının, Yeraltı Adamı?na göre çok daha sert bir biçimde yaşadığını görmekteyiz. Yeraltı Adamı, ?Davranışlarımda bir başkalık görecekler diye ödüm patlıyordu. Aslında başka olmaya kim dayanabilirdi ki!? (A.g.e., s. 60) derken ve kendini toplumdan soyutlayıp yalnız bir yaşamı tercih ederken, Aylak Adam bizzat toplumun içinde bulunarak yabancılaşmayı ve yalnızlığı yaşamakta; insanları, insanlar arasındaki münasebetleri gözlemleyip hayatı sorgulamaktadır. Böylece toplumun ve onu oluşturan bireylerin ikiyüzlülüğünü ya da insanları hayata bağlayan şeyin ne olduğunu Yer altı Adamı?na göre çok daha rahat bir şekilde görüp eleştirebilmektedir. Yeraltına çekilmeyip değerlerini yadsıdığı böyle bir toplum içinde bizzat yaşamaya devam edebilmek gücünü, Aylak Adam?ın roman boyunca sürekli aradığı ?gerçek sevgi?ye ve onu bulabilmek adına yitirmediği ?ümit?? duygusuna borçlu olduğunu görmekteyiz. Aylak Adam;
?Vız gelirsiniz bana. Alay edin bakalım. Hepinize inat, bigün bulacam onu.? (Yusuf Atılgan, Aylak Adam, YKY., İst. 2003, s. 157) demektedir. Ona göre insanların yaşama tutundukları sebeplerin hepsi anlamsız ve gülünçtür. Fakat hayatta gülünç olmayan bir tek yaşama sebebi vardır ki o da ?gerçek sevgi?dir. Bu, hayatın değerli olan tek anlamı ve yaşamaya değer tek amacıdır. Şöyle söyler Aylak Adam:
?Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, ?- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur,? demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi!?? (A.g.e., s. 152-153)
Fakat Aylak Adam insan hayatını sembolize eden dört mevsimlik bu roman boyunca ?gerçek sevgiyi? bir türlü bulamayacaktır. Oysa yanından geçip gitmiştir veya bir tramvayda karşılaşmıştır onunla; hatta el bile sıkışmıştır bilmeden. Kitapta B adıyla karşımıza çıkan kadındır aradığı. Roman sonunda B?nin peşinden koşarak onun bindiği otobüse yetişmeye çalışıp trajik bir biçimde otobüsü kaçıran Aylak Adam?ın macerası şu cümlelerle son bulur;
?Yıllardır aradığını bulur bulmaz yitirmesine sebep olan bu saçma, alaycı düzene boyun eğmiş gibi kendini koyverdi. Şimdi ona istediklerini yapabilirlerdi. Yanındaki polis kolunu sarsıp, ummadığı yumuşak bir sesle sordu:
?Ne oldu? Anlat.
?Otobüse yetişecektim...
Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.? (A.g.e., s. 159)
İncelememize konu olan bu romanların, -her ne kadar farklı kültürlere ait toplumların ve farklı tarihlerin ürünü eserler olsalar bile- bugünün küreselleşmiş dünyasının ve günümüz toplumunun bireylerinin içsel parçalanmışlıklarını ve toplumsal uyumsuzluklarını benzer ve farklı açılardan yansıtmaları bakımından yeniden okunup incelenmesi gereken kitaplar olduğunu düşünmekteyiz.
Şurası bir gerçektir ki, modernleşmenin insanı tutsaklaştırdığı, maddiyatın ve popüler kültürün her alana hâkim olduğu, insani değerlerin yozlaştırıldığı ve maneviyatın unutulduğu günümüz toplumlarında, yalnız ve parçalanmış kişilikleriyle varlığa ve insana yabancılaşmış olan Yer altı Adamı ve Aylak Adam gibi kahramanlar yalnızca romanlarda var olmakla kalmayacaklardır. Böylesine yozlaşmış bir toplum ve böylesine maddileşmiş bir dünya düzeni içerisinde ?gerçek sevgi?yi aramak gibi bir hastalığa (!) tutulmuş olan uyumsuz kişilikli insanlar aramızda ve günlük hayatta daima var olacaklardır.