Başlık da koymamışım. Yazıldığı an koymadıysam şimdi de koymacağım. Hem her öykü başlıklı olmak zorunda mı. Benim öykümün adı yok. Öykümün kendisi başlıbaşına bir ad...
-------------------------------------------------------------------
Gözünü açtı. Esnedi. İçinde bulunduğu duruma tepki gösterdi. Kendine kızdı. Küfretti. Bu sabah da önceki sabahlar gibiydi. Anlamsız günlerin biri daha tekrarlanacaktı. Yüzünü yıkarken aynaya baktı. Küfretti, bu kez kendine. Televizyonu açtı. Spiker hava sıcaklığından bahsediyordu. Hava, mevsim normallerinin üzerinde olacakmış. Büyük bir şehirde küçük bir adam karısını bıçaklamış. Filanca ülkede borçlanma limitleri arttırılmış. Bu haberlere takılmadı, spikerin güzelliğine bakakaldı. ?Harcanıyorsun be güzelim.? Zil çaldı. Kargo: ?Şuraya imza, teşekkür ederim, iyi günler.? Paketi açtı. Oblomov ve Aylak Adam. Kargocu giderken apartman kapısını gürültüyle kapattı. İrkildi. Gözünü açtığındaki ve kendine kızdığındaki uyuşukluktan mahrum hissetti kendini. Sallama bir çay içti, yanında bir şeyler yer gibi yaptı. Saatine baktı: 12.30. Ezan sesi. ?Yine aynı imam, ne okuduğu belli değil, iğrenç bir ses. Böyle imamların canı cehenneme.?. Gazete almaya gitmek istedi. Vazgeçti. Gazeteler ilk çıktığından bu yana aynı şeyi yazıyordu. Aynılıktan nefret ederdi. Herkesin herkes gibi olmasını, sahte gülüşleri, otobüs bekleyen adamın bir başka otobüs bekleyen adam gibi kayıtsızca oturmasını, nasılsınları, hoş geldinizleri, güle güleleri, afiyet olsunları, yine beklerizleri kısaca her ?ları?lardan iğrenirdi.
Telefonu çaldı. Telefonunu hep sessizde bekletirdi. Titreşim: Dırrr, dırrr? Tam açma düğmesini basacaktı ki hapşırdı. Dırrr, dırrr durdu. ?Canı cehenneme.? Tuvalete gitti. Tuvalette bir şiir okudu: " Sözünde durmadi mavi gökler; / Gün karariyor gitgide ölüm." Ellerini yıkarken devam etti: ?Aksam yeli nedameti söyler / Nedamet yer etti bende ölüm.? Küçük bir kız çocuğu çığlığı duydu. Hemen balkona koştu. Ortalıkta kimse yoktu. Bu sesi dün geceki hatırlayamadığı rüyasına yordu. Pembe kareli gömleğini giydi, altına bir keten pantolon çekti. Dışarı çıkacakken gömleğini pantolonunun üzerine verdi. Çok düzenliliği sevmiyordu, çok salaşlığı da. Dikkat çekmemeliydi, herhangi birisi gibi düzenli ya da herhangi birisi gibi düzensiz olmamalıydı. Bu yüzden saçlarını bile taramadı. Kapıdan çıkarken başını eğdi. Geçtiği kapıların, baktığı aynaların çoğu onun boyuna göre değildi. Fabrikasyona ve standartizyona bir kez daha sövdü. Apartmandan çıkarken kapıyı önce yavaşça kapattı. Sonra döndü, kargocunun yaptığını yaptı: Gümmm!
Otobüs durağına doğru yöneldi. Kendisi gibi otobüs bekleyenlerin yüzlerine baktı. Kaçamak bakışlar attı. Sağında duran 40?lı yaşlarında kısa boylu ve şişman adam saatine bakıyordu. Çaktırmadan o da o saate baktı. Şimdi bir kız çocuğuyla annesi durağa gelmişti. Kız çocuğunu ona benzetti. Sonra o kimseye benzemez dedi. Anne, kızına seslendi: ?Uzaklaşma.? Sarışın bir genç kız yanına yaklaştı. Güzeldi. Ona benzetti. Sarışın kız kendisine bakıldığını anladı. Otobüs geldi. Kız çocuğu ve annesi, kısa boylu şişman adam ve sarışın kız otobüse bindi. O binmedi. Otobüs şöförüne eliyle git işareti yaptı. Yürüdü. Çok yürüdü. Çarşıya geldiğinde Atatürk heykelinin altına oturdu. Geleni geçeni seyretti. Yanına bir dilenci yaklaştı. Dilencileri sevmezdi. Kalktı, köşedeki, gazeteciye gitti. Edebiyat dergilerine baktı, adam gibi bir edebiyat dergisi bulamadı. Hiçbir edebiyat dergisi onun ruhunun derinliklerine işleyemiyordu. Gazeteciden alabilecek hiçbir şey bulamadı. O an kendisini dünyanın en yalnız insanı hissetti. Anlaşılamayacağını biliyordu ama yalnızlığını ruhundan gizleyemiyordu. Suyun yüzündeki kabarcıklar gibi belirdi yalnızlığı. Suyun yüzündeki kabarcıklar gibi kayboldu yalnızlığı. İki genç aşığın ellerinde dondurma gördü. Canı dondurma istedi. Dondurmacıya giderken bir arkadaşını gördü: ?Nereden çıktı bu karşıma.? Kısacık konuştular. O an bu küçük şehirden kaçmak istedi, az önce kızdığı yalnızlığını tutunmak istedi yeniden. Caddenin arkası ve kayaların dibindeki tren yoluna geçti. Rayların
Üzerinden ve arasından yürüdü. Hayat felsefisinde ?en fazla ölürüm? vardı. Sessiz bir trendi istediği. Sessizce arkasından yaklaşacak ve onu dümdüz edecekti. O tren hep sesli geliyordu. Sesten ürker, kendini rayların dışına atardı. Sessiz tren bir türlü gelmedi, gelmiyordu. İşte yine yeni bir ses. Trene küfretti, trenciye de el hareketi çekti. Raylardan yola atladı. Karnının acıktığını anladı. Evet anladı, uzun zamandır açlığı biyolojik bir ihtiyaçtan öte zihinsel bir gereksinimdi. Açlığını anladığına şükretti. Aşağı caddede ırmağın kenarında popüler kültür özentisi lokantaların birine girdi. Bir açıkhava lokantasıydı bu. En kirli masaya oturdu. Birilerine kızası vardı: ?Garson, bu masanın hali ne? Garson korktu, masayı temizledi. Bu adam da neyin nesiydi, hiç böyle tuhaf bir adam görmemişti. Yemeğini yedi, yer gibi yaptı. Cebinde parası yoktu. Masaya bir şiir yazdı: ?Parası bile yok cebinde/Birazdan yeller eser yerinde.? Parmağına baktı geçen sene bu zamanlar F??den aldığı yüzüğü çıkardı, masaya koydu. Gümüş bir yüzüktü bu. Ederi, yediği yemekleri karşılamaya yeterdi. ?Bu kirli masaya bu yüzük çok? bile dedi, yüzüğü tekrar parmağına geçirdi ve koşa koşa gitti. Etrafındakilerin kendisine uzaylıymış gibi bakmalarına aldırmadan koştu. Yorulduğunu hissettiğinde durdu, durduğu yerde bir şeyi hatırladı. Onumla ilk burada tanışmıştı, yorulduğunda durduğu bu yerde. İlk öpücüklerinin yeriydi burası, dudaklarının birlikte ıslandığı yer. Ellerini saçlarında burada dolaştırmıştı, gözlerini gözlerinde burada buluşturmuştu. Şimdi yoktu. Tek başınaydı. Buraya geleceğini bilse üçbin yıl daha onu beklerdi burada. Şimdi saatine baktı. Akrep 3?te yelkovan 5?teydi. Rakamları görünce aklına matematik öğretmeni geldi. Matematik özürlü olduğunu anımsadı birden. Sayılarla arası iyi olmamıştı hiçbir zaman. Kafası karışır gibi oldu, aklına ne zaman matematik gelse sarhoş bir adama döner, sağa sola yalpalardı. Matematiği kovdu kafasından. Yalnızlığının anıt devletine yöneldi, evine. Tren yollarından, kaldırımlardan, çakıl taşlarından adımlayarak gitti. Adımlarını tek tek sayıyordu eve giderken. 1,2,86,723. Yedi yüz yirmi dördüncü adımı sayamadı. Dümdüz olmuştu. Birkaç saat önce küfrettiği trenin altında kalmıştı. Kalabalık toplandı. Herkes ona baktı. Telefonlar 112?yi çağırdı. Cankurtaranda gözünü açar gibi oldu. Sonra dayanamadı. Kapandı. Hastaneye vardıklarında ölmüştü. Şimdi toprakla cebelleşmesi başlayacaktı. Karıncalar ve tuhaf canlılar ölü bedenine hücum ederken yine gözünü açar gibi oldu. Ama karıncalar ve canlılar her yanını sarmıştı. Gözü yine kapandı. Karıncalar ve tuhaf canlılarla toprağa karıştı, un ufak oldu. Yoktu artık.
Başlık da koymamışım. Yazıldığı an koymadıysam şimdi de koymacağım. Hem her öykü başlıklı olmak zorunda mı. Benim öykümün adı yok. Öykümün kendisi başlıbaşına bir ad...
-------------------------------------------------------------------
Gözünü açtı. Esnedi. İçinde bulunduğu duruma tepki gösterdi. Kendine kızdı. Küfretti. Bu sabah da önceki sabahlar gibiydi. Anlamsız günlerin biri daha tekrarlanacaktı. Yüzünü yıkarken aynaya baktı. Küfretti, bu kez kendine. Televizyonu açtı. Spiker hava sıcaklığından bahsediyordu. Hava, mevsim normallerinin üzerinde olacakmış. Büyük bir şehirde küçük bir adam karısını bıçaklamış. Filanca ülkede borçlanma limitleri arttırılmış. Bu haberlere takılmadı, spikerin güzelliğine bakakaldı. ?Harcanıyorsun be güzelim.? Zil çaldı. Kargo: ?Şuraya imza, teşekkür ederim, iyi günler.? Paketi açtı. Oblomov ve Aylak Adam. Kargocu giderken apartman kapısını gürültüyle kapattı. İrkildi. Gözünü açtığındaki ve kendine kızdığındaki uyuşukluktan mahrum hissetti kendini. Sallama bir çay içti, yanında bir şeyler yer gibi yaptı. Saatine baktı: 12.30. Ezan sesi. ?Yine aynı imam, ne okuduğu belli değil, iğrenç bir ses. Böyle imamların canı cehenneme.?. Gazete almaya gitmek istedi. Vazgeçti. Gazeteler ilk çıktığından bu yana aynı şeyi yazıyordu. Aynılıktan nefret ederdi. Herkesin herkes gibi olmasını, sahte gülüşleri, otobüs bekleyen adamın bir başka otobüs bekleyen adam gibi kayıtsızca oturmasını, nasılsınları, hoş geldinizleri, güle güleleri, afiyet olsunları, yine beklerizleri kısaca her ?ları?lardan iğrenirdi.
Telefonu çaldı. Telefonunu hep sessizde bekletirdi. Titreşim: Dırrr, dırrr? Tam açma düğmesini basacaktı ki hapşırdı. Dırrr, dırrr durdu. ?Canı cehenneme.? Tuvalete gitti. Tuvalette bir şiir okudu: " Sözünde durmadi mavi gökler; / Gün karariyor gitgide ölüm." Ellerini yıkarken devam etti: ?Aksam yeli nedameti söyler / Nedamet yer etti bende ölüm.? Küçük bir kız çocuğu çığlığı duydu. Hemen balkona koştu. Ortalıkta kimse yoktu. Bu sesi dün geceki hatırlayamadığı rüyasına yordu. Pembe kareli gömleğini giydi, altına bir keten pantolon çekti. Dışarı çıkacakken gömleğini pantolonunun üzerine verdi. Çok düzenliliği sevmiyordu, çok salaşlığı da. Dikkat çekmemeliydi, herhangi birisi gibi düzenli ya da herhangi birisi gibi düzensiz olmamalıydı. Bu yüzden saçlarını bile taramadı. Kapıdan çıkarken başını eğdi. Geçtiği kapıların, baktığı aynaların çoğu onun boyuna göre değildi. Fabrikasyona ve standartizyona bir kez daha sövdü. Apartmandan çıkarken kapıyı önce yavaşça kapattı. Sonra döndü, kargocunun yaptığını yaptı: Gümmm!
Otobüs durağına doğru yöneldi. Kendisi gibi otobüs bekleyenlerin yüzlerine baktı. Kaçamak bakışlar attı. Sağında duran 40?lı yaşlarında kısa boylu ve şişman adam saatine bakıyordu. Çaktırmadan o da o saate baktı. Şimdi bir kız çocuğuyla annesi durağa gelmişti. Kız çocuğunu ona benzetti. Sonra o kimseye benzemez dedi. Anne, kızına seslendi: ?Uzaklaşma.? Sarışın bir genç kız yanına yaklaştı. Güzeldi. Ona benzetti. Sarışın kız kendisine bakıldığını anladı. Otobüs geldi. Kız çocuğu ve annesi, kısa boylu şişman adam ve sarışın kız otobüse bindi. O binmedi. Otobüs şöförüne eliyle git işareti yaptı. Yürüdü. Çok yürüdü. Çarşıya geldiğinde Atatürk heykelinin altına oturdu. Geleni geçeni seyretti. Yanına bir dilenci yaklaştı. Dilencileri sevmezdi. Kalktı, köşedeki, gazeteciye gitti. Edebiyat dergilerine baktı, adam gibi bir edebiyat dergisi bulamadı. Hiçbir edebiyat dergisi onun ruhunun derinliklerine işleyemiyordu. Gazeteciden alabilecek hiçbir şey bulamadı. O an kendisini dünyanın en yalnız insanı hissetti. Anlaşılamayacağını biliyordu ama yalnızlığını ruhundan gizleyemiyordu. Suyun yüzündeki kabarcıklar gibi belirdi yalnızlığı. Suyun yüzündeki kabarcıklar gibi kayboldu yalnızlığı. İki genç aşığın ellerinde dondurma gördü. Canı dondurma istedi. Dondurmacıya giderken bir arkadaşını gördü: ?Nereden çıktı bu karşıma.? Kısacık konuştular. O an bu küçük şehirden kaçmak istedi, az önce kızdığı yalnızlığını tutunmak istedi yeniden. Caddenin arkası ve kayaların dibindeki tren yoluna geçti. Rayların
Üzerinden ve arasından yürüdü. Hayat felsefisinde ?en fazla ölürüm? vardı. Sessiz bir trendi istediği. Sessizce arkasından yaklaşacak ve onu dümdüz edecekti. O tren hep sesli geliyordu. Sesten ürker, kendini rayların dışına atardı. Sessiz tren bir türlü gelmedi, gelmiyordu. İşte yine yeni bir ses. Trene küfretti, trenciye de el hareketi çekti. Raylardan yola atladı. Karnının acıktığını anladı. Evet anladı, uzun zamandır açlığı biyolojik bir ihtiyaçtan öte zihinsel bir gereksinimdi. Açlığını anladığına şükretti. Aşağı caddede ırmağın kenarında popüler kültür özentisi lokantaların birine girdi. Bir açıkhava lokantasıydı bu. En kirli masaya oturdu. Birilerine kızası vardı: ?Garson, bu masanın hali ne? Garson korktu, masayı temizledi. Bu adam da neyin nesiydi, hiç böyle tuhaf bir adam görmemişti. Yemeğini yedi, yer gibi yaptı. Cebinde parası yoktu. Masaya bir şiir yazdı: ?Parası bile yok cebinde/Birazdan yeller eser yerinde.? Parmağına baktı geçen sene bu zamanlar F??den aldığı yüzüğü çıkardı, masaya koydu. Gümüş bir yüzüktü bu. Ederi, yediği yemekleri karşılamaya yeterdi. ?Bu kirli masaya bu yüzük çok? bile dedi, yüzüğü tekrar parmağına geçirdi ve koşa koşa gitti. Etrafındakilerin kendisine uzaylıymış gibi bakmalarına aldırmadan koştu. Yorulduğunu hissettiğinde durdu, durduğu yerde bir şeyi hatırladı. Onumla ilk burada tanışmıştı, yorulduğunda durduğu bu yerde. İlk öpücüklerinin yeriydi burası, dudaklarının birlikte ıslandığı yer. Ellerini saçlarında burada dolaştırmıştı, gözlerini gözlerinde burada buluşturmuştu. Şimdi yoktu. Tek başınaydı. Buraya geleceğini bilse üçbin yıl daha onu beklerdi burada. Şimdi saatine baktı. Akrep 3?te yelkovan 5?teydi. Rakamları görünce aklına matematik öğretmeni geldi. Matematik özürlü olduğunu anımsadı birden. Sayılarla arası iyi olmamıştı hiçbir zaman. Kafası karışır gibi oldu, aklına ne zaman matematik gelse sarhoş bir adama döner, sağa sola yalpalardı. Matematiği kovdu kafasından. Yalnızlığının anıt devletine yöneldi, evine. Tren yollarından, kaldırımlardan, çakıl taşlarından adımlayarak gitti. Adımlarını tek tek sayıyordu eve giderken. 1,2,86,723. Yedi yüz yirmi dördüncü adımı sayamadı. Dümdüz olmuştu. Birkaç saat önce küfrettiği trenin altında kalmıştı. Kalabalık toplandı. Herkes ona baktı. Telefonlar 112?yi çağırdı. Cankurtaranda gözünü açar gibi oldu. Sonra dayanamadı. Kapandı. Hastaneye vardıklarında ölmüştü. Şimdi toprakla cebelleşmesi başlayacaktı. Karıncalar ve tuhaf canlılar ölü bedenine hücum ederken yine gözünü açar gibi oldu. Ama karıncalar ve canlılar her yanını sarmıştı. Gözü yine kapandı. Karıncalar ve tuhaf canlılarla toprağa karıştı, un ufak oldu. Yoktu artık.