Editörler : Lanet
09 Ekim 2011 00:40

Tırnak İçinde Hayatlar

İnsanlığın genel olarak otomatik pilota bağlanmış bir hayat sürdürdüğünü düşünüyorum. Temel ihtiyaçların karşılanması ve biyolojik gereksinimlerimiz gibi istemlerimize çok da bağımlı gerçekleşmeyen eylemlerimiz, ezber yaşantılarımızın oluşmasında önemli derecede etkili olmakta. Her ne kadar bu bağımlılığın esaretinde olsak da sosyal bir varlık olan insanın yaşam serüveninde kendisini türdeşlerinden ayıran özellikler barındırdığı da bir gerçek. Birbirinden küçük farklarla ayrılsa da her insanın farklı yönleri mevcut. Ben karşı koyamadığımız ezber yaşantılarımıza rağmen her insanın yürüdüğü yollarda farklı izler bıraktığını, bu izlerin bir yerlerde kesiştiğini ama birbirinden mutlaka bir yerde yine ayrıldığını düşünüyorum.

Birbirimize ne kadar benzersek benzeyelim, belki çok saçma belki çok mantıklı gerekçelerden hareketle tırnak içinde hayatlar yaşadığımız gerçeği gün gibi ortada. Önemli olan tırnağı nerede açıp nerede kapayacağımızı ve tırnağın içini nasıl ve ne şekilde dolduracağımızı bilmemiz. Cümlelerden oluşan uzun bir paragraf olarak düşünürsek insanlığı; bu paragrafların oluşturduğu cümlelerde açacığımız tırnaklar, yolculuğumuzun yorgunluğunu atmada ve keyfini çıkarmada can simidi olacaktır bize.

Günümüzde ezber yaşantıların abartılmasında popüler kültüre aşırı derecede bağımlılığımızın da payı yüksek. Ama popüler kültürün güçlü silgisi bile yaşadığımız hayatın koyu mürekkeple yazılmış kalın cümlelerinin tırnaklarını silemiyor.

Tüm ezber yaşantılara rağmen ayrılıyoruz bir yerlerde birbirimizden; en azından hiçbir silginin tamamen silemeyeceği belirginlikte resmediyoruz suretimizi.


Türkçeci0505
Başbakan Müsteşarı
27 Ocak 2012 20:34

Bugün, şehrime 2 saat uzaklıkta başka bir şehre gittim. Giderken de gelirken de canım çok sıkıldı. Çünkü epeydir bu sonu belli olmayan yolculuğa tahammül ediyorum. Her hafta git gel git gel. Gitgellerden yoruldum. Karla karışık yağmur yağıyordu ve hava da kasvetliydi. 2 saatlik yolu bitiremiyordum. Bu bitmezlikte hayatın bir öyküden mi yoksa bir romandan mı ibaret olduğunu sorgulamaya çalıştım. Belki bir şiir de olabilirdi. Birden kaleme kağıda sarıldım. Yarım saat içinde bir şeyler yazdım. Sonra yazdıklarımı okudum. Hayatın, yazdığım öykü kahramını gibi karmaşık ve bu öykü kahramını gibi herhangi biri olabileceğini düşündüm. Belki de kendime teselli verdim. Belki de...


Türkçeci0505
Başbakan Müsteşarı
27 Ocak 2012 20:45

Başlık da koymamışım. Yazıldığı an koymadıysam şimdi de koymacağım. Hem her öykü başlıklı olmak zorunda mı. Benim öykümün adı yok. Öykümün kendisi başlıbaşına bir ad...

-------------------------------------------------------------------

Gözünü açtı. Esnedi. İçinde bulunduğu duruma tepki gösterdi. Kendine kızdı. Küfretti. Bu sabah da önceki sabahlar gibiydi. Anlamsız günlerin biri daha tekrarlanacaktı. Yüzünü yıkarken aynaya baktı. Küfretti, bu kez kendine. Televizyonu açtı. Spiker hava sıcaklığından bahsediyordu. Hava, mevsim normallerinin üzerinde olacakmış. Büyük bir şehirde küçük bir adam karısını bıçaklamış. Filanca ülkede borçlanma limitleri arttırılmış. Bu haberlere takılmadı, spikerin güzelliğine bakakaldı. ?Harcanıyorsun be güzelim.? Zil çaldı. Kargo: ?Şuraya imza, teşekkür ederim, iyi günler.? Paketi açtı. Oblomov ve Aylak Adam. Kargocu giderken apartman kapısını gürültüyle kapattı. İrkildi. Gözünü açtığındaki ve kendine kızdığındaki uyuşukluktan mahrum hissetti kendini. Sallama bir çay içti, yanında bir şeyler yer gibi yaptı. Saatine baktı: 12.30. Ezan sesi. ?Yine aynı imam, ne okuduğu belli değil, iğrenç bir ses. Böyle imamların canı cehenneme.?. Gazete almaya gitmek istedi. Vazgeçti. Gazeteler ilk çıktığından bu yana aynı şeyi yazıyordu. Aynılıktan nefret ederdi. Herkesin herkes gibi olmasını, sahte gülüşleri, otobüs bekleyen adamın bir başka otobüs bekleyen adam gibi kayıtsızca oturmasını, nasılsınları, hoş geldinizleri, güle güleleri, afiyet olsunları, yine beklerizleri kısaca her ?ları?lardan iğrenirdi.

Telefonu çaldı. Telefonunu hep sessizde bekletirdi. Titreşim: Dırrr, dırrr? Tam açma düğmesini basacaktı ki hapşırdı. Dırrr, dırrr durdu. ?Canı cehenneme.? Tuvalete gitti. Tuvalette bir şiir okudu: " Sözünde durmadi mavi gökler; / Gün karariyor gitgide ölüm." Ellerini yıkarken devam etti: ?Aksam yeli nedameti söyler / Nedamet yer etti bende ölüm.? Küçük bir kız çocuğu çığlığı duydu. Hemen balkona koştu. Ortalıkta kimse yoktu. Bu sesi dün geceki hatırlayamadığı rüyasına yordu. Pembe kareli gömleğini giydi, altına bir keten pantolon çekti. Dışarı çıkacakken gömleğini pantolonunun üzerine verdi. Çok düzenliliği sevmiyordu, çok salaşlığı da. Dikkat çekmemeliydi, herhangi birisi gibi düzenli ya da herhangi birisi gibi düzensiz olmamalıydı. Bu yüzden saçlarını bile taramadı. Kapıdan çıkarken başını eğdi. Geçtiği kapıların, baktığı aynaların çoğu onun boyuna göre değildi. Fabrikasyona ve standartizyona bir kez daha sövdü. Apartmandan çıkarken kapıyı önce yavaşça kapattı. Sonra döndü, kargocunun yaptığını yaptı: Gümmm!

Otobüs durağına doğru yöneldi. Kendisi gibi otobüs bekleyenlerin yüzlerine baktı. Kaçamak bakışlar attı. Sağında duran 40?lı yaşlarında kısa boylu ve şişman adam saatine bakıyordu. Çaktırmadan o da o saate baktı. Şimdi bir kız çocuğuyla annesi durağa gelmişti. Kız çocuğunu ona benzetti. Sonra o kimseye benzemez dedi. Anne, kızına seslendi: ?Uzaklaşma.? Sarışın bir genç kız yanına yaklaştı. Güzeldi. Ona benzetti. Sarışın kız kendisine bakıldığını anladı. Otobüs geldi. Kız çocuğu ve annesi, kısa boylu şişman adam ve sarışın kız otobüse bindi. O binmedi. Otobüs şöförüne eliyle git işareti yaptı. Yürüdü. Çok yürüdü. Çarşıya geldiğinde Atatürk heykelinin altına oturdu. Geleni geçeni seyretti. Yanına bir dilenci yaklaştı. Dilencileri sevmezdi. Kalktı, köşedeki, gazeteciye gitti. Edebiyat dergilerine baktı, adam gibi bir edebiyat dergisi bulamadı. Hiçbir edebiyat dergisi onun ruhunun derinliklerine işleyemiyordu. Gazeteciden alabilecek hiçbir şey bulamadı. O an kendisini dünyanın en yalnız insanı hissetti. Anlaşılamayacağını biliyordu ama yalnızlığını ruhundan gizleyemiyordu. Suyun yüzündeki kabarcıklar gibi belirdi yalnızlığı. Suyun yüzündeki kabarcıklar gibi kayboldu yalnızlığı. İki genç aşığın ellerinde dondurma gördü. Canı dondurma istedi. Dondurmacıya giderken bir arkadaşını gördü: ?Nereden çıktı bu karşıma.? Kısacık konuştular. O an bu küçük şehirden kaçmak istedi, az önce kızdığı yalnızlığını tutunmak istedi yeniden. Caddenin arkası ve kayaların dibindeki tren yoluna geçti. Rayların

Üzerinden ve arasından yürüdü. Hayat felsefisinde ?en fazla ölürüm? vardı. Sessiz bir trendi istediği. Sessizce arkasından yaklaşacak ve onu dümdüz edecekti. O tren hep sesli geliyordu. Sesten ürker, kendini rayların dışına atardı. Sessiz tren bir türlü gelmedi, gelmiyordu. İşte yine yeni bir ses. Trene küfretti, trenciye de el hareketi çekti. Raylardan yola atladı. Karnının acıktığını anladı. Evet anladı, uzun zamandır açlığı biyolojik bir ihtiyaçtan öte zihinsel bir gereksinimdi. Açlığını anladığına şükretti. Aşağı caddede ırmağın kenarında popüler kültür özentisi lokantaların birine girdi. Bir açıkhava lokantasıydı bu. En kirli masaya oturdu. Birilerine kızası vardı: ?Garson, bu masanın hali ne? Garson korktu, masayı temizledi. Bu adam da neyin nesiydi, hiç böyle tuhaf bir adam görmemişti. Yemeğini yedi, yer gibi yaptı. Cebinde parası yoktu. Masaya bir şiir yazdı: ?Parası bile yok cebinde/Birazdan yeller eser yerinde.? Parmağına baktı geçen sene bu zamanlar F??den aldığı yüzüğü çıkardı, masaya koydu. Gümüş bir yüzüktü bu. Ederi, yediği yemekleri karşılamaya yeterdi. ?Bu kirli masaya bu yüzük çok? bile dedi, yüzüğü tekrar parmağına geçirdi ve koşa koşa gitti. Etrafındakilerin kendisine uzaylıymış gibi bakmalarına aldırmadan koştu. Yorulduğunu hissettiğinde durdu, durduğu yerde bir şeyi hatırladı. Onumla ilk burada tanışmıştı, yorulduğunda durduğu bu yerde. İlk öpücüklerinin yeriydi burası, dudaklarının birlikte ıslandığı yer. Ellerini saçlarında burada dolaştırmıştı, gözlerini gözlerinde burada buluşturmuştu. Şimdi yoktu. Tek başınaydı. Buraya geleceğini bilse üçbin yıl daha onu beklerdi burada. Şimdi saatine baktı. Akrep 3?te yelkovan 5?teydi. Rakamları görünce aklına matematik öğretmeni geldi. Matematik özürlü olduğunu anımsadı birden. Sayılarla arası iyi olmamıştı hiçbir zaman. Kafası karışır gibi oldu, aklına ne zaman matematik gelse sarhoş bir adama döner, sağa sola yalpalardı. Matematiği kovdu kafasından. Yalnızlığının anıt devletine yöneldi, evine. Tren yollarından, kaldırımlardan, çakıl taşlarından adımlayarak gitti. Adımlarını tek tek sayıyordu eve giderken. 1,2,86,723. Yedi yüz yirmi dördüncü adımı sayamadı. Dümdüz olmuştu. Birkaç saat önce küfrettiği trenin altında kalmıştı. Kalabalık toplandı. Herkes ona baktı. Telefonlar 112?yi çağırdı. Cankurtaranda gözünü açar gibi oldu. Sonra dayanamadı. Kapandı. Hastaneye vardıklarında ölmüştü. Şimdi toprakla cebelleşmesi başlayacaktı. Karıncalar ve tuhaf canlılar ölü bedenine hücum ederken yine gözünü açar gibi oldu. Ama karıncalar ve canlılar her yanını sarmıştı. Gözü yine kapandı. Karıncalar ve tuhaf canlılarla toprağa karıştı, un ufak oldu. Yoktu artık.


Ş@h-in
Müsteşar
27 Ocak 2012 21:01

Varoluş çizgisinde olduğunuzu düşünüyorum. Bu ince bir çizgidir, bu çizgide kaygı ve ironi önemli yer tutar. Hayatın her yönü; iyisi, kötüsü, sahtesi, gerçeği ele alıp konuşulur. Haliyle sanatın insan için yapıldığı varsayılır.

Bu tarz (varoluş); gruplar, kümeler, desteler, düzineler, cemaatler, tarikatler, buketler, demetler ve herkesler tarafından tehlikeli ve yasak olarak algılanır. Onların dünyasında arılar sarı ve siyah çizgilerden oluşmalıdır. İnsan, yaşlılara yardım edip çocuklara şeker veren bir yaratıktır. Tükürmek ya da küfretmek adı anılmayacak eylemler arasındadır.


Türkçeci0505
Başbakan Müsteşarı
28 Ocak 2012 00:34

Yaşamı kalıplar içine sığdıranları ve belli değer yargıları üzerinden yorumlayanları anlayabilirim. Onlara saygı da duyuyorum. Ancak böyle kişilerin, yaşamı kalıplara sığdırmayanları uzaylıymış gibi görmelerine her gün şahit oluyorum.

Böyle bir yaşam alanı içinde sıkışıp kalıyoruz sonra.

28 Ocak 2012 14:33

İnsan..

Namı diğer Homosapiens.

Nickimi alırken bunu düşünerek almıştım, nedir İnsan ? İnsan olmak nedir ?.

Geçenlerde Stoacı bir filozofun bir yazısını okumuştum, bir yerde.

güzel bir cümleydi. aslında baya bilinen bir şeydi.

herhangi bir akıl tutulması, mantık aforizmas yapılmasına gerek yoktu.

o filozof :

" İnsanlara iyi demeyin çünkü egoları vardır, İnsanlara kötü de demeyin çünkü vicdan sahibidirler. Asıl olan İyi-Kötü olma sorunsalı değil, Zaman-Mekan etkisine göre ne zaman iyi ne zaman kötü olabileceği, İç Tatminini neyin kontrol edeceğidir"

böyle bir şeydi işte, aklımda böyle kalmış.

Gaz Çıkarmak, İdrara çıkmak, Geğirmek, Tükürmek, Hırslanmak, Kıskanmak.

nedense her an yaptığımız "biz"e ait olduğu halde üstünü kapatma yolunu seçtiğimiz duygu ve davranışlar.

belki de İhtiyaç !.

bizler neyiz biliyor musunuz ?

İhtiyaçlarımızın esiri, Duygularımızn kölesi, asla "Lancelleşmeyecek" her daim "Enter" kalacak beşeri bir doğa artığıyız.

dünün varı; yarının yokuyuz.


ayarr
Şube Müdürü
31 Ocak 2012 08:32

etkileyici


Türkçeci0505
Başbakan Müsteşarı
12 Ocak 2013 20:56

Yeni öyküler yazmamın zamanı geldi.


japon-gülü
Kapalı
13 Ocak 2013 12:08

kaçımız istediğimiz hayatı yaşıyoruzki? monoton sıkıcı birbirini tekrar eden günler geceler. dışına bir türlü çıkamadığımız kısır döngü. bir türlü gerçekleşmeyen hayaller. çoğumuzun tutunacak bir hayali bile yok. yarın yaşayacaklarım dakikası dakikasına belli. farklı anca can sıkıcı bi iş çıkar o kadar. ruhum buz kesiyor hayallerimin sıcaklığına tezat

Toplam 8 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi