TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOBEDİSİNDE ABDULLAH İBN SEBEYE BAKIŞ:
Abdullah b. Sebe hakkındaki bilgilerin tek kaynağı Seyf b. Ömer?dir. Osman zamanında İslâm?ı kabul etmiş, ancak bir müddet sonra müslüman beldelerde sapık fikirler yaymaya başlamıştır. Önce Hicaz?da iken sonra Basra (Makrîzî?ye göre Basra?ya 33?te [653] gelmiştir, bk. el-Ḫıṭaṭ, IV, 175), Kûfe ve Dımaşk?a gitmiş, buralarda başarılı olamayınca Mısır?a geçmiştir.
Diğer bazı yazarlar da Abdullah b. Sebe?yi sebeiyye?nin kurucusu olarak gösterirken, onun görüşlerini benimseyen Abdullah b. Sevdâ adında Hîreli bir yahudiden de söz ederler (bk. Bağdâdî, s. 212, 213; İsferâyînî, s. 72).
Yine eşari kelamcısı ve şafi fakihi olan İsferayini veya Hatip el Bağdadi , Abdullah ibn sevdadan bahsetmekle beraber Abdullah ibn sebe adında birinin olmadığını söylemişlerdir. Bu tarihçiler de, sevdadan bahsederken de, bu şahsın benimsenen görüşleri ortaya çıkaran ilk kişi değil, bu görüşleri yayan kişi olarak değerlendirmişlerdir. Sebe ve sevdanın aynı kişi mi yoksa farklı kişiler olduğu konusunda da görüş birliğine varılamamıştır.Hatta bazıları bahsedilen bu şahsı, haricilerin lideri olarak bile görmüşlerdir.Farklı künye ve nisbelerle anılan Abdullah b. Sebe ile İbnü?s-Sevdâ?nın aynı şahıs mı, yoksa iki ayrı şahıs mı olduğu, Ebû Halef el-Kummî tarafından iddia edildiği gibi İbn Sebe?nin, Abdullah b. Vehb er-Râsibî?nin lakabı mı olduğu, hatta onun tarihî bir şahsiyet olma ihtimali yanında, bir sembol veya bir lakap mı teşkil ettiği sorularına kesin cevap bulabilmek, mevcut rivayetler ışığında mümkün değilidİr. Bu çelişkiler bile, bu şahsın gerçekte yaşamadığı konusunda ipucu vermektedir.
İbn Sebe ile ilgili bilgilerin tek kaynağı olan ve Hârûnürreşîd?in hilâfeti sırasında öldüğü bildirilen Seyf b. Ömer, hemen bütün biyografi âlimlerine göre, zayıf ve metrûktür. ?Rivayetlerinin büyük çoğunluğu itibar edilmeyecek ve uyulmayacak derecede münker hadislerdir?; ?uydurduğu hadisleri güvenilir kimselere (sika) atfederek rivayet eder?; ?hadis uydurur?; ?rivayetleri boştur? gibi ifadelerle eleştirilmiş bir kimsedir (bk. Zehebî, II, 255, 256; İbn Hacer, IV, 295, 296). Diğer yandan Seyf b. Ömer?in bu rivayeti, İbn Sa?d ve o devrin hadiselerini ciddi bir şekilde ele alan Belâzürî gibi iki önemli Sünnî, Nasr b. Müzâhim el-Minkārî ve Ya?kūbî gibi Şiî kaynaklarda bulunmamaktadır. Bu durum, Seyf b. Ömer?in rivayetinin doğruluğu ve dolayısıyla İbn Sebe?nin tarihî şahsiyeti hakkında birtakım şüphe ve tereddütlerin doğmasına sebep olmuştur. Nitekim Tâhâ Hüseyin, Ali Hüseyin el-Verdî, Kâmil Mustafa eş-Şeybî, Ali Sâmî en-Neşşâr gibi müslüman yazarlar, Israel Friedlaender, M. Hodgson ve W. M. Watt gibi Batılı müellifler, İbn Sebe hakkındaki bilgilerin tutarsızlıklarını göstermeye çalışmışlardır.
İbn Sebe için söylenenler ne olursa olsun, İslâm tarihinde Hz. Ali hakkında aşırı fikirler ileri süren ve Sebeiyye adı ile anılan bir topluluğun veya bir fırkanın müphem de olsa var olduğu bir gerçektir. Sebeiyye?nin varlığı için ?müphem? tâbiri kullanılmıştır; çünkü bu mezhebe mensup olarak Abdullah b. Sebe, İbnü?s-Sevdâ -ki bu ikisi muhtemelen aynı şahıstır- ve bir de meçhul bir sahâbî olan Rüşeyd el-Hecerî dışında hiçbir ismin verilmemiş olması, doğrusu şüpheye yol açmaktadır (krş. Nâşî, s. 23; W. Montgomery Watt, s. 73). Gerçi Ziyâd b. Ebîh, meşhur sahâbî Hucr b. Adî?nin Sebeiyye?den olduğunu söylerse de bunun siyasî bir karalama olduğu açıktır. Bununla birlikte Sebeiyye?ye nisbet edilen görüşlerin, yaklaşık olarak hicrî 80 (699) yılında ilk defa ortaya konmuş olduğu söylenebilir (krş. W. Montgomery Watt, s. 73). İbn Sa?d?ın, Kûfe?nin ileri gelen fakihi İbrâhim en-Nehaî?den (ö. 96/714) bahsederken, onun ne Sebeî ne de Mürciî olduğu yolundaki ifadesi, bu ismin hicrî 90?larda kullanılmakta olduğunu gösterir. Zührî de İbnü?l-Hanefiyye?nin oğlu Ebû Hâşim?in (ö. 98/716) Sebeiyye hadislerini toplamakta olduğunu söylerken bu hususu teyit etmiş olur (bk. İbn Hacer, VI, 16). Ancak bu durumda da Sebeiyye adının gerçek bir fırkaya mı delâlet ettiği, yoksa bunun Hz. Ali hakkında aşırı fikirler ileri süren, ölümünü inkâr ederek ona mehdî gözüyle bakanların bir sıfatı mı olduğu hususu meçhul kalmaktadır. Esasen Malatî?nin, Gāliyye?yi anlatırken Sebeiyye?yi dört ayrı kola ayırarak bazılarının Keysâniyye ve Harbiyye gibi fırkalarla aynı görüşleri savunur durumda olduğunu söylemesi de bu şüpheyi teyit eder mahiyettedir.Hatta Bazı araştırmacılar, zayıf ve metrûk bir râvi olan Seyf?in kendi içinde de tutarsız olan bu haberleri, kaynaklarda adı hiç geçmeyen Yezîd el-Faka?sî gibi râvilerin ağzından uydurduğunu ileri sürmüşlerdir
Bütün bu açıklamaların ışığı altında, çeşitli isimlerle anılan Abdullah b. Sebe ile Sebeiyye adının gerçek bir varlığının bulunduğu hususu oldukça şüpheli görünmektedir. Aslında söz konusu adların gerçek şahıstan gelmiş olması da zaruri değildir. Çünkü benzeri bir belirsizlik Keysâniyye adının ortaya çıkışında da göze çarpmaktadır. Sebeiyye, Sebe kabilesinden (bk. Kehhâle, Muʿcemü ḳabâʾili?l-ʿArab, II, 498) türemiş olabilir. Hatta takma bir isim olup perde arkasındaki hakiki isimleri unutturmuş olabilir; daha kötü ve sevimsiz kılınması için Abdullah b. Sebe diye bir fert uydurulmuş ve bulunmuş olabilir. Bu arada, mezhebin ve ilgili isimlerin altında birtakım hakikat unsurlarının yatması da mümkündür. İbn Sebe?nin Hz. Ali tarafından cezalandırılması hikâyesi, onun aşırı şiî görüşlere karşı çıktığını göstermek üzere, daha sonraları uydurulmuş olabilir. Esasen şiîler?in, Sakīfe olayında olduğu gibi, sonradan ortaya çıkan birtakım iddiaları başa götürmek gibi bazı alışkanlıkları da vardır.
Son olarak, Abdullah b. Sebe ve Sebeiyye adı, o günün siyasî ve içtimaî şartları içinde, müslüman çoğunluğunun veya siyasî ve ilmî otoritenin benimsediği görüşlerin dışında, Hz. Ali ve Ehl-i beyt hakkında İsrâiliyat ile süslenmiş aşırı fikirler taşıyan ve İslâm ümmetinin birliğini bozmak ve fitne çıkarmak maksadıyla bozguncu faaliyetlerde bulunan şahıs ve zümreler için bir takma ad veya kötüleyici yafta ve hatta muhalifler için kullanılan aşağılayıcı bir slogan olarak da ortaya konmuş olabilir.(TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOBEDİSİ)
Görüldüğü gibi Türkiyet Diyanet Vakfı , abdullah ibni sebe adında birinin yaşamış olduğuna dair rivayetlerin tutarsız ve şüpheli olduğunu bildirmektedir.
Seyf ibn ömerden rivayet alan ehli sünnetten sayılan alimleri inceleyelim :
Hicrî altıncı yüzyılda (XII) yaşayan İbnu Asâkir, bu masalı, Seriyy b. Yahyâ'nın Şuayb'den rivâyetiyle Seyf b. Ömer adlı birisinden alıyor. Yedinci yüzyıl (XIII) târihçilerinden İbni Esîr, "Târih'ul-Kâmil"inde, Tabarî'den, sekizinci yüzyıl (XIV) târihçilerinden İbni Haldun, "El-Mubtede'u ve'l-Haber"inde gene Tabarî'den, Ebü'l-Fidâ', "El-Muhtasar"ında İbni Esîr'den, İbni Kesîr, "El-Bidâyetu ve'n-Nihâye" de gene ondan, İbni Ebî-Bekr, "E't-Temhîd"inde Seyf'ten ve İbni Esîr'den, Zehebî "Târih'ul-İslâm"ında, Tabarî'den ve Seyf'ten, X. yüzyılın ilk yıllarında (XVI) ölen Mîr Hond, "Ravzat'us-Safâ" da Tabarî'den, oğlu Gıyâsüddîn, "Habîb'üs-Siyer" de, "Ravzat'us-Safâ" dan nakletmekte. Görülüyor ki bunların içinde, bu masalı İbni Ebî-Bekr, İbni Esîr'den ve Seyf'ten, İbni Asâkir, Seyf'ten, Zehebî, Seyf ve Tabarî'den, öbürleri doğrudan doğruya Tabarî'den rivâyet ediyorlar. Sonra gelen doğulu ve batılı târihçilerle müsteşrıklerin hepsinin kaynağı, Taberî'dir. Taberî de bunu, Seriyy b. Yahyâ adlı birisinden, Şuayb vasıtasiyle rivâyet ediyor. Zehebî, bir rivâyette Yezîd adlı birinden, o, Atıyye'den, o da Seyf'ten nakletmekte; öbür rivâyeti, gene Seyf'e dayanmakta.
Tabarî'yi Seyf'e bağlayan Seriyy kimdir? Seriyy b. Yahyâ b. Ayâs 167 de, yâni Tabarî'nin doğumu 224 olduğuna göre o, doğmadan elli yedi yıl önce ölmüştür. Şa'bî'nin amcasının oğlu Seriyy b. İsmâil olmasına hiç imkân yok; çünkü o zât, 103 hicrîde ölmüştür, kaldı ki Taberî Seriyy b. Yahyâ diye bu adamın babasının adını da anmakta. Seriyy b. Yahyâ b. Seriyy, 327 de ölmüştür; fakat bu zat, ne kimseden bir şey rivâyet etmiştir, ne de ondan rivâyet eden var. Râvîlerden olup 258 de ölen Seriyy b. Âsım b. Sehl ise Zehebî'nin "Mizân'ül-İ'tidâl" ve "Lisân'ül-Mizân" ında yalancılıkla belirtilmektedir. Şuayb bilinmeyen biridir. Zehebî'nin senedindeki Atıyya, 110 da ölen Atıyyat'ül-Avfî mi, yoksa 121 de ölen Atıyya b. Kays mi? Birincisi olamaz, çünkü Seyf'in ölümü 170 ten sonradır; öbürüyse Şamlıdır; Seyf'le hiç görüşmemiştir; Yezîd el fakasinin de kim olduğu belli değildir. Türkiye Diyanet Vakfı islam ansiklobedisinde de yezid el fakasi gibi bir ravinin kayıtlarda bulunmadığı belirtilmiştir.
Bilahare bu konuda en son, en geniş ve gerçekten son noktayı koyan eser büyük muhakkik ve yazar Allame Seyyid Murtaza Askeri'nin "Abdullab b. Saba Masalı" isimli çalışmasıdır. Bu eser gerçekten de şaşılacak kadar geniş, etraflı ve ilmidir. Yazar eserinde, önce İbn-i Saba'nın eski ve çağdaş tarihçiler tarafından hangi kitaplarda ve nasıl anıldığını araştırmış, sonra bunların her birinin kaynaklarını tespit etmiş, sonunda asli kaynakların bu husustaki rivayetlerinin tek bir adamdan, yani Seyf b. Ömer'den geldiğini bulup bu zat hakkında muhaddislerle rical bilginlerinin kanaatlerini belirtmiştir.
Allame Askeri, her sözünü, her hükmünü kaynaklarla ispatlamaktadır. Bu değerli ve gerçekten de tarihi değiştirecek kadar önemli eseri yazarken doksan dokuz kitaba başvurduğunu, ayrıca sondaki bibliyografyada, her eseri kaydederken, müellifinin doğum ölüm yıllarını, eserin basım yerini ve tarihini de gösterdiğini anarsak bu kitabın ehemmiyetini birazcık belirtmiş oluruz.
Seyf'in, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından önce toplayıp göndermek istediği Üsame ordusu ve vefatından sonraki Sakıyfe olayı hakkındaki rivayetlerini yazıp bu rivayetin değerlerini, olayların muhaddisler ve müverrihler tarafından zikredilen rivayetlerle karşılaştırarak belirtmiş, kasıtlı yalan söyleyen, ayrıca da yalan söylemek hastası olan Seyf'in, olayları nasıl maksatlı olarak, yahut hastalığına uymak suretiyle değiştirdiğini, nasıl anadan doğmamış, gün yüzü görmemiş adamlar icad ettiğini, onlara nasıl olağan üstü olaylar yamadığını, nasıl inanılmaz, şaşılacak masallar uydurduğunu meydana çıkarmıştır.
bu kitabın Merhum Profesör Abdülbaki Gölpınarlı tarafından kısaltılarak yaptığı tercümeye müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz. Burada son olarak sadece kitabın Seyf b. Ömer ile ilgili kısa bir bölümünü, kitaba ulaşma imkanı bulunmayan kimseleri tümden mahrum bırakmamak için buraya alıyoruz: Bin yıldan fazla bir zamandır Sabailer masalı bilginlerin ağızlarında dolaşmaktadır; hepsi söylediklerini, ondan nakletmektedir. Şu halde, gerçeğe ulaşmak ve rivayetlerinin ne derece gerçekten uzak, yahut ne derecede değerli olduğunu anlamak için Seyf'in kim olduğunu bilmemiz icab eder. Seyf b. Ömer, Temim boyunun Useyyid şubesindendir ve bu yüzden ona Useyyidiyy-i Temimi, bazı da Temimiyy-i Burcumi derler. Burcumi, beracim sözüne nisbet bildiren bir kelimedir; Temim boyundan birkaç şube, birbirleriyle uzlaşmış, ahidleşmiş, bundan dolayı da bunlara "Beracim" denmiştir. Seyf, Bağdat'ın Kufe şehrinde yerleşmişti. Ölümü, Harun-ür Reşid'in zamanında, hicretin 170. yılından (786) sonradır. "İsmail Paşa", onun 200 hicride, Reşid'in hilafeti zamanında öldüğünü yazar; fakat Reşid'in ölümü 193 hicridedir (809).
Seyf'in Rivayetleri:Seyf, o çağın tarihçilerinin adetince tarihi olayları senetlerle nakletmiştir; bu yüzden de naklettiği efsaneler, tarihi ve doğru sanılmıştır. Bir hikayeyi birkaç kısma böler, her bölüm için de bir sened uydurur. Bu tarzda iki kitap telif etmiştir:
1)- El-Fütuh'ul-Kebir-u va'r-Ridde
Bu kitap, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatına yakın bir zamandan Osman'ın hilafetine kadar olan hadiseleri ihtiva eder; Ebu Bekr'in hilafetine muhalif bulunan, onun hilafetini kabul etmeyen Müslümanlarla savaşına, "Mürtedlerle savaş" adını vermiştir. Ondan sonra Roma'nın doğusundaki fütuhatla Şam, Filistin ve İran'ın İslam eline geçmesi konularını işler; naklettikleri tamamiyle gerçekten uzaktır; hepsi de masal tarzında yazılmıştır.
2)- El-Cemel ve Mesiru Aişetu ve Ali
Bu kitapta, Osman aleyhindeki kıyamdan, Osman'ın öldürülmesinden ve Cemel savaşından bahseder. Bütün konuların incelenmesinden anlaşılmaktadır ki bu kitap, Ümeyyeoğulları'nın yaptıklarını tevil ve onları savunmak için yazılmıştır.
Seyf, bu iki kitabında, yüz elliye yakın kahramanı, Hz. Peygamber'in sahabesi arasında anmaktadır ki bunların hiç biri, Hz. Peygamber'i görmek şöyle dursun, varlık âlemine ayak basmamıştır. Hattâ bunlar arasında, Mu'cem'ül-Büldân, Merâsıd'ül-İttılâ' gibi İslâm coğrafya kitaplarına geçen bâzı şehirler de, bu kahramanlara nisbetle anılmıştır ki bu şehirlerin hiç biri, hiçbir vakit kurulmamıştır!
Bu adam, Hz. Peygamber'in son zamanda, Üsâme ordusunu sevke gayret etmesi, vefâtlarından sonra I. Halife'ye bey'at edilmesi, I. Halife'nin zamanında zekât vermeyenler hakkında öyle haberler yayıyor ki bunların hiç birinin, hem Şîa, hem Ehlisünnet hadis kitaplarında ve hadislere dayanan târihlerde, gerçekle en küçük ve en uzak bir ilgisi bile yok.
Seyf, bu iki kitaptan ayrıca bazı rivayetler de uydurmuştur ki bunlar, bugüne dek birçok İslam tarihine asli ve en büyük kaynak olmuştur.
Taberi, Seyf'in rivayetlerini, tarihinde, hicri on birinci yıldan otuz altıncı yıla kadar olan olaylarda nakleder. Ondan sonra İbni Asakir, büyük tarihinde Şam'da yaşamış olan kişilerin hal tercemelerini yazarken Seyf'ten nakillerde bulunur. 436'da (1044) vefat eden İbni Abd-ül Birr, "el-İstiab" kitabında, 630'da (1232) vefat eden İbn'ül-Esir, "Üsd'ül-Gaabe" kitabında, 748'de (1347) vefat eden Zehebi, "Tecrid" kitabında, 852'de vefat eden (1448) İbn-i Hacer, "El-İsabe" isimli eserinde, Sahabenin hal tercemelerinde Seyf'in sahabe arasına kattığı ve onlar için hal tercemeleri yazdığı kişileri de almışlardır. Bunların incelemesinden anlaşılmaktadır ki bu kahramanlardan yüz elliye yakın kişi, hiçbir suretle ve hiçbir zaman varlık alemine ayak basmamışlardır. Seyf b. Ömer'in muhayyilesi, onları yaratmıştır. Seyf, bunları, Hz. Peygamberin (s.a.a) zaman-ı saadetini idrak edenler arasında göstermiş, bu yüzden, hal tercemeleri uydurulan muhayyel kişiler de sahabe arasında zikredilmiştir. [1]
İslam memleketlerine ait ve coğrafyaya dair eser yazanlardan Yakuut-i Hamevi (626 H.1228), "Mucem-ül Büldan" adlı eserinde, Saffiyyüddin, "Marasıd-ül İttıla"adlı kitabında Seyf'ten rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu bakımdan Seyf, yalnız İbn-i Saba adlı tarihi kahramanı yaratmakla kalmamış daha yüzlerce tarihi masallar uydurmuş, yüzlerce kahramanlar icat etmiştir. Bu masallar yüzlerce hadis tefsir tarih coğrafya, edebiyat ve ensab kitaplarına geçmiştir.
Örneğin ; Halifeler mektebine (Ehl-i Sünnet'e) mensup "Peygamberin Ashâbının biyografilerini yazan yazarlar", Ashâbı tanımak ve kimin sahâbî olup kimin olmadığını belirtmek için özel bir kural koymuşlardı, bu cümleden olmak üzere İbni Hacer "El-İsâbe" adlı eserinde şöyle yazar:"... Kimin sahabî olduğunun anlaşılması için önderlerin -halifelerin- üstü kapalı olarak belirttikleri kıstaslardan biri de İbn-i Ebî Şeybe'nin "El-Musannaf" adlı eserinde geçen ve kesinlikle sahih kabul edilen şu rivâyettir: "Halifeler arasında, savaşlarda komutanları sadece Ashâptan olanlar arasından seçmek bir gelenekti -ilk iki halifenin yöntemi ve sünnetiydi-"[El-İsâbe, C.1, S.13.].
Halbuki, "Kesinlikle sahihtir" diye tanıttıkları bu rivâyet, aslında Taberî'yle İbn-i Asâkir'in müsnedlerinde kendi senetleri olarak gösterdikleri Seyf b. Ömer, Ebu Osman, Hâlid ve Ubâde'den naklettikleri rivâyetteki şu cümledir:
"...Komutanlar, sahâbe arasından seçilirdi; sahâbe arasında böyle önemli bir görevi üstlenecek biri bulunmazsa, sahâbe olmayanlar da seçilebiliyordu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2151.]
Taberî bir başka rivâyette Seyf'ten şöyle nakleder:"... Ömer, savaşın üstesinden gelebilecek birini bulursa, onu komutan olarak atamayı ihmal etmezdi. Sahâbe arasından böyle birini bulamadığı zamanlarda ise "tabiin" arasından, iyi isim yapmış ve bu özelliğe sahip birini seçerdi. Müslümanlarla mürtedler arasındaki savaşlara katılanların böyle bir göreve seçilme şansı yoktu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2457-2458.]
Yukarıda bahsi geçen her iki rivâyetin de ilk kaynağı, yalancılık ve zındıklıkla suçlanmakta olan Seyf b. Ömer et-Temimi'dir [ Seyf bin Ömer Tamimi'nin biyografisi için bkz: Abdullah bin Saba, C.1.]. Seyf bu kuralı Ebu Osman'dan duyduğunu söylemekte, o da Hâlid ve Ubâde'den naklettiğini belirtmektedir. Halbuki Seyf b. Ömer, rivâyetlerinde ondan (Ebu Osman'dan) "Yezid b. Useyd El-Ğassânî" adıyla sözetmektedir ki, gerçekte bu isimde bir râvî mevcut olmayıp tamamen Seyf'in uydurduğu isimlerden biridir! [Ae, C.1, S.117. Ayrıca, yazarın henüz basılmamış "Uydurma Râvîler" eserine de bakılabilir.] Görüldüğü gibi seyf ibn ömer, hadis nakli yönünden zayıf olduğu gibi, tarihsel yönü de zayıftır. Çünkü bazı olayları naklederken bu olay içinde geçmesini istediği hayal ürünü bir olan bir kişiyi hayatta yaşamış gibi gösterebilmektedir.Bu durumu psikayatri dalında uzmanlar bir çeşit hastalık olarak tanımlamaktadırlar.Yani nadir olarak görülen bu durumda bazı insanlar kafalarında yarattığı bazı düşünceleri ve duyguları toplum nezdinde geçerli kılmak için bir çeşit somutlaştırma taktiği uygulamaktadır.Bunu da kafasındaki düşünce ve duyguları taşıyan sanki başka bir insan varmış gibi lanse etmekte ve bu durumun temelinde de düşüncelerini daha inandırıcı kılma gayesi yatmaktadır.Böyle bir psikoloji içinde bulunan bir insanın geçerli kılmak istediği düşünceleri doğru kabul eden insanların da ilmi seviyesi ya çok düşüktür ya da gerçek islamı tanımaktadan son derece uzaktır.
İbn Sebe ile ilgili bilgilerin tek kaynağı olan ve Hârûnürreşîd?in hilâfeti sırasında öldüğü bildirilen Seyf b. Ömer, hemen bütün biyografi âlimlerine göre, zayıf ve metrûktür. Seyf'in rivayetlerinin değerini anlamak, gerçek yahut zayıf olduğunu, rivayetlerine güvenilip güvenilemeyeceğini bilmek için rical kitaplarına müracaat etmemiz gerekir.
Ehl-i Sünnet'in Rical Kitaplarına Göre Seyf'in Durumu:
1)- Hicri 232'de (846)vefat eden Yahya b. Muin, onun hakkında "Hadisi zayıf ve gevşektir" der; bir kere de, "Onda hayır yoktur" hükmünü verir.
2)- 303'de (915) vefat eden sahih sahibi Neseiye göre "Zayıftır; hadisini terk etmişlerdir; ne güvenilir, ne de emindir"
3)- 316'da (928) vefat eden Ebu Davud, "Değersizdir; çok yalan söyler" hükmünü verir.
4)- 327'de (938)vefat eden İbni Ebi-Hatem, "Hadisini terk etmişlerdir" demektedir.
5)- 353'de (964) vefat eden, İbn-üs- seken "Zayıftır" hükmünü vermektedir.
6)- 354'de (965), vefat eden İbn-i Hıbban, "Uydurduğu hadisleri inanılır kişilere atfederek nakleder" demekte ve "Zındıklıkla töhmetlenmiştir; hakkında, hadisi uydurur demişlerdir" diye tavsif etmektedir.
7)- 385'te (995) vefat eden Darekutni, "Zayıftır, hadisini terk etmişlerdir" der.
8)- 405'te (1014) vefat eden Hakim Nişaburi, "Hadisini terk etmişlerdir; zındıklıkla töhmetlenmiştir" hükmünü verir.
9-) 817'de (1414) vefat eden Kamus sahibi Füruzabadi, "Zayıftır" demektedir.
10-) 852'de (1448) vefat eden İbn-i Hacer, aynı hükmü vermektedir.
11-) 911'de (1505) vefat eden Suyuti, "Pek zayıftır" hükmüne varmaktadır.
12-) 923'de (1517) vefat eden Safiyyuddin, "Onu zayıf saymışlardır" sözünü söylemektedir.
Seyf ibn ömerin tarihçiliği hakkındaki değerlendirmeler ise daha çok Taberinin eserinde yer alan rivayetlerine dayanılarak yapılmıştır.Seyfin kabilesi Temim eksenli,çok ayrıntılı ve oldukça zengin renkli rivayetleri bilhassa şarkiyatçılar tarafından değerlendirimiş ve hakkında pek çok yayın yapılmıştır.Bunlar arasında suriye fetihleriyle ilgili olarak Michael Jan de Goeje,onu izleyen Julüus Wellhausen ve Leone Caetani, seyfin özellikle fetihlerin tarihini diğer ravilerden bir kaç yıl önce gösteren rivayetleri nakletmesini eleştirmişler ve onun haberlerine güvenilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Sir Hamilton Alexander Roskeen Gibb ve E. Landau Tasseron gibi şarkiyatlar ise seyfin eyyam edebiyatındaki anlatış tarzıyla ayniyet arz eden , şiir malzemeleriyle süslenmiş ve fetihleri roman tarzında yazan , canlı , ayrıntı ve hadisleri cesaretle ele alan rivayetlerinin kabilevi tarafgirliğine rağmen bilhassailk devir islam tarihinin iç amillerine dair sağladığı bilgiden dolayı asla ihmal edilmemesi gerektiğini ve onların rivayetlerinde isnadı kullanmalarının da hadis geleneğine bağlı kaldıklarını gösterdiğini, tenkit edilecek bazı hususların seyften daha çok onun ravilerine ait olduğunu söyleyerek fetihlerle ilgili rivayetlerine yapılan eleştirilere cevap vermişlerdir. ( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi)
Görüldüğü gibi seyf ibn ömerin tarihçi yönünü de bir kısım şarkiyatçılar güvenilir bulmamış, bir kısım şarkiatçılar ise tarihsel yönüne olumsuz bakan şarkiyatların bu davranışlarının sebebinin sefyten çok ravileriyle ilgili hususuna dikkat çekmekle beraber seyfin tarihsel olayları naklederken eyyam edebiyatı anlatış tarzıyla yani tarihsel olayları hayalci, destansı ve romansal bir anlatım tarzıyla ve buna ilaveten kendi kabilesinin düşünce yapısının etkisi altında kalarak yazdığını da itiraf etmişlerdir.Oysaki tarihsel olaylar, öznellikten tamamen uzak ve nesnelikle bağdaştığı ölçüde yazılırsa gerçeğe en yakındır.Dolayısyla seyf ibn ömerin tarihsel yönüne güvenmek, gerçekle bağdaşmaz.Zehebi ve İbni hacerin ise sefy ibn ömerin tarihsel yönüne güvenmeleri ise tamamen mezhep taassubundan kaynaklanmaktadır.Yine seyfin ilk fitneyle ilgili rivayetlerinin , aynı zamanda olaya şahit olanlara ulaşan ve güvenilir raviler yoluyla aktarılan en eski üç rivayetle uyumlu olduğunu söyleyen yusuf b. reşid ise 20. yüzyıl tarihçilerindendir.Günümüze yakın tarihçiler içersinde yer alıp emevi yanlısı politika bu tarz bazı tarihçilerin , emevileri aklayan seyf ibn ömerin tarihsel yönüne güvenilir bakması da şaşırtıcı değildir.
Seyf ibn ömerin tarihsel yönünün güvenilir olmadığına dair sunni deliller üzerinden sadece bir tane örnek verelim :
Halifeler mektebine mensup "Peygamberin Ashâbının biyografilerini yazan yazarlar", Ashâbı tanımak ve kimin sahâbî olup kimin olmadığını belirtmek için özel bir kural koymuşlardı, bu cümleden olmak üzere İbni Hacer "El-İsâbe" adlı eserinde şöyle yazar:
"... Kimin sahabî olduğunun anlaşılması için önderlerin -halifelerin- üstü kapalı olarak belirttikleri kıstaslardan biri de İbn-i Ebî Şeybe'nin "El-Musannaf" adlı eserinde geçen ve kesinlikle sahih kabul edilen şu rivâyettir: "Halifeler arasında, savaşlarda komutanları sadece Ashâptan olanlar arasından seçmek bir gelenekti -ilk iki halifenin yöntemi ve sünnetiydi-"[El-İsâbe, C.1, S.13.].
Halbuki, "Kesinlikle sahihtir" diye tanıttıkları bu rivâyet, aslında Taberî'yle İbn-i Asâkir'in müsnedlerinde kendi senetleri olarak gösterdikleri Seyf b. Ömer, Ebu Osman, Hâlid ve Ubâde'den naklettikleri rivâyetteki şu cümledir:"...Komutanlar, sahâbe arasından seçilirdi; sahâbe arasında böyle önemli bir görevi üstlenecek biri bulunmazsa, sahâbe olmayanlar da seçilebiliyordu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2151.]
Taberî bir başka rivâyette Seyf'ten şöyle nakleder:"... Ömer, savaşın üstesinden gelebilecek birini bulursa, onu komutan olarak atamayı ihmal etmezdi. Sahâbe arasından böyle birini bulamadığı zamanlarda ise "tabiin" arasından, iyi isim yapmış ve bu özelliğe sahip birini seçerdi. Müslümanlarla mürtedler arasındaki savaşlara katılanların böyle bir göreve seçilme şansı yoktu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2457-2458.]
Yukarıda bahsi geçen her iki rivâyetin de ilk kaynağı, yalancılık ve zındıklıkla suçlanmakta olan Seyf b. Ömer et-Temimi'dir [Seyf bin Ömer Tamimi'nin biyografisi için bkz: Abdullah bin Saba, C.1.]. Seyf bu kuralı Ebu Osman'dan duyduğunu söylemekte, o da Hâlid ve Ubâde'den naklettiğini belirtmektedir. Halbuki Seyf b. Ömer, rivâyetlerinde ondan (Ebu Osman'dan) "Yezid b. Useyd El-Ğassânî" adıyla sözetmektedir ki, gerçekte bu isimde bir râvî mevcut olmayıp tamamen Seyf'in uydurduğu isimlerden biridir! [Ae, C.1, S.117. Ayrıca, yazarın henüz basılmamış "Uydurma Râvîler" eserine de bakılabilir.]
Bu rivayetler hadis değildir.Hadis, Peygamberin sözleri demektir.Yani ömerin savaşlarda komutan olarak atayacağı kişileri sadece sahabelerden veya sahabe olmayanlardan seçeceği hususu sonuçta bir tarihsel olaydır.Görüldüğü gibi seyf ibn ömer, halifeler tarihinde gerçekleşen bazı meselelerle ilgili rivayetleri anlatırken bile verdiği ravi zincirleri arasında meçhul raviler bulunmaktadır.
Abdullah b. Saba konusuna gelince, bir çok muhakkikin de ortaya koyduğu gibi bu olay masaldan başka bir şey değil ve esasen Abdullah b. Saba diye bir kimse asla dünyaya gelmemiştir ki bu kadar olayın da müsebbibi olmuş olsun!! Evet bu sadece kuru bir iddia değil, sağlam delillerle ispat edilmiş bir meseledir.
Abdullah b. Saba'nın varlığı hakkında ilk olarak şüpheye düşen, Mısırlı meşhur yazar ve tarihçi Dr. Taha Huseyn'dir. O "El-Fitnet-ül Kübra" adlı kitabının birinci cildinde, İbn-i Saba ve faaliyeti hakkında bilgi verenlerin, bu destanı bu kadar dallandırıp budaklandıranların, hem kendilerine, hem tarihe ihanet ettiklerini söyler. İbn-i Sa'd'in "Tabakat" adlı eserinde, Osman'ın hilafetinden, halkın ayaklanmasından bahsedilirken İbn-i Saba'nın anılmadığına, Belazuri'nin "Ensab-ül Eşraf" isimli kitabında, bu hususta hiçbir söz edilmediğine, yalnız Taberi'nin Seyf b. Ömer'den bu hikayeyi naklettiğine, nazar-ı dikkati çeker. Müslüman tanınan bir Yahudi'nin, İslam şehirlerinde gezip dolaşarak Müslümanları ayaklandırmaya çalıştığı, hatta bu işi başardığı halde valilerden hiçbirinin bu işe el atmamasının, onu tutmamasının, Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'le Ebu Huzeyfe'nin oğlu ve Ammar hakkında Osman'a mektup gönderildiği halde İbn-i Saba'dan bahsedilmemesinin, hele Beyt-ül-Malı istediği gibi sarfetmesi yüzünden Ebu Zerr'in, Muaviye aleyhinde bulunmasının, İbn-i Saba'ya kanmasından meydana gelmesinin mümkün olamayacağını söyler; bu hususta, Ebu Zerr'in Osman'a, "Zekat vermekle bu iş bitmez; yoksullara da bakmak, açları da doyurmak, malını Allah yolunda harcamak gerek" dediği vakit mecliste bulunan Ka'b-ul Ahbar'ın, farz olan zekat verildikten sonra nesne gerekmez demesi üzerine Ebu Zerr'in, Ka'ba, "Ey Yahudi karısının oğlu, bu sözlerle ne işin var senin; dinimizi bize sen mi öğreteceksin?" diyerek üstüne yürüdüğünü anlatıp böyle bir zatın, İbn-i Saba gibi bir Yahudi dönmesine kanamayacağını bildirir ve İbn-i Saba'nın, Emevilerle Abbasiler devrinde, Şia düşmanları tarafından uydurulduğu hükmüne varır. (Aynı kitap; Seyyid Cafer Şehidi tercümesinden, S.209-212). II. cildindeyse, tarihçilerin, Osman zamanındaki ayaklanmada ve Cemel savaşında İbn-üs Sevda'dan, yani Abdullah b. Saba'dan ve ona uyanlardan bahsettikleri halde, Sıffin savaşında adını bile anmadıklarını söyler. Belazuri'nin, ondan ancak, İbn-üs-Sevda'nın, bazı kimselerle Ali'ye baş vurup, Ebu Bekir hakkındaki fikrini sorduğunu, Ali'nin onlara sert bir şekilde cevap verip Mısır elden gitmişken, taraftarları şehit edilmişken, bunlarla oyalanmanın gerekmediğini bildirdiğini, bir de mektup yazarak faydalanmaları için bunu halka okunmasını buyurduğunu anlatır. Ancak Belazuri'ye göre İbn-üs-Sevda, Abdullah b. Vehebi Hamedani'dir; Abdullah b. Saba değildir. Belazuri'nin, Osman ve Ali zamanındaki kargaşalılıklarda İbn-üs Sevda'dan bahsetmediğini, Taberi'nin ve onu kaynak edinenlerin bunu ortaya attıklarını, sonra da unutulup gittiğini bildiren eleştirmeci, muhaddislerin, Taberi'ye uymakla beraber bir de Taberi ile onu kaynak ittihaz edenlerin anlamadıkları olayı, yani İbn-üs-Sevda ile ona uyanların Ali'ye Allah'lık isnad etmeleri yüzünden yakılarak öldürüldüklerini bildirip Ali'nin kısa süren hilafeti zamanında Muhacirlerle Ensar'ın, Tabiinin sağ oldukları bir çağda tarihçilerin böyle mühim bir vakadan bahsetmemelerinin mümkün olamayacağını kaydederek kanaatini pekiştirir (Aliyyün ve Benuh; Muhammed Ali Halili tarafından farsçaya çevirisi: Ali ve Ferzandaneş; aynı kitap, S. 212-214).
Dr. Taha Huseyn'den sonra İbn-i Saba hakkında şüpheye düşen zat, Bağdat Üniversitesi profesörlerinden Dr. Aliyy-ül Verdi'dir. "Vu'az-üs Salatin" adlı kitabında, bu husustaki rivayetleri, sosyal yönden eleştirip Müslümanların böyle bir adama kanmalarının mümkün olamayacağını, fakat her sosyal olayda, bu çeşit muhayyel kişilerin töhmet altına alındığını, olaya uydurma sebepler bulunduğunu, Osman zamanındaki mal-mülk sahiplerinin, zenginlerin de bu isyanın yükünü böyle muhayyel bir kişiye yüklediklerini söylemekte ve bu konuda bir çok delil, belge ve bilgi sunmaktadır. (Muhammed Ali Halili'nin "Nakş-ı Vu'az der İslam" adlı farsça çevirisinden naklen, s.214-217)
Muhammed Huseyn Al-u Kaşif-il Gıta da "Asl-uş Şiati ve Usuluha" adlı cidden çok değerli eserinde, İbn-i Saba'nın, Mecnun, Ebi Hilal ve benzerleri gibi hurafi bir destan kahramanı olduğu kanaatini izhar eder (Arapça ve Farsçasından naklen, S.223).
Bunlardan başka Lübnanlı büyük alim ve yazar Abdullah'is-Subeyti de "El-Mehdeviyyetü fi-l İslam" adlı kitabında, Abdullah b. Saba'nın, o kadar faaliyetine rağmen ele geçirilememesinin, o kadar şehirleri gezip halkı ayaklandırmaya çalıştığı, birçok taraftarlar elde ettiği, yapmak istediğini başardığı halde aleyhinde bir takipte bulunulmamasının, hele ashabın ulularını bile kendi inancına çekebilmesinin ve nihayet bu adamın Musevilik tarihinde adının bile anılmamasının mümkün olamayacağını bildirerek bunun, ancak siyasi bir maksatla ve taassup yüzünden ortaya atılmış uydurma bir adam olduğu kanaatine varmaktadır (Aynı, S.224-336).
Abdullah ibn Sebe kimliğini de gizlemiş !
Sebe faliyetlerine başlayınca güvenliği için kimliğini söylemeden kendini islam dinine mensup biriyim şeklinde tanıtmış veya farklı ortamlarda kendini farklı şekilde tanıtarak gerçek kimliğini gizlemiş ! Peki bu sebe hicri 35-34 veya hicri 33' ten önce yani müslümanım diye gözükmeye başlamadan önce de gerçek kimliğini gizliyormuymuş ?! Çünkü gerçek kimliğini faliyetlere başladığı dönemde gizlemesi gerekiyor. Faliyetlere başlamadan önce yani müslümanım demeden önce yahudi iken de gerçek kimliğini gizlemiş olması anlamsızdır ve zaten bu yönde de iddiaları yoktur.Madem müslümanım dedikten sonra bazı önemli sahabeleri peşinden sürükleten veya bir çok grubu etkileyecek kadar önemli olan bu şahsiyetin sözde yahudi olarak yaşadığı dönemde, çevresi bu şahsın kimliğini kesin bir şekilde bilmesi gerekir ve mutlaka kayıtlara yansırdı. Oysa bu şahsın müslümanım demeden önceki yahudi olarak yaşadığı döneme de ait kimliği hakkında kesin bir şekilde yine bilgi yoktur. İkinci bir husus bu şahıs osman zamanında kendini müslüman olarak tanıtmaya başlamış. Bu şahsın osmanın aleyhine onu ölüme götürecek kadar uydurma haberler yaydığı da iddia ediliyor.Kendini sadece olumsuz yönde eleştiren bazı önemli sahabeleri cezalandıran osman nedense, bu sebeyi cezalandırmamış ?! Sebe güvenliği için kimliğini gizlediğinden dolayı yakalanamamış desek, osmanın en azından onun yakalanması için bir heyet hazırlaması gerekiyordu.Çünkü bu kişi ne kadar da gerçek kimliğini gizlese hicaz,basra,kufe,şam ve mısır gibi bölgelerde, sebe masalını yazanların iddialarına göre hep aynı görüşlerini yaymaya çalışmıştır.Bu nedenle osmanın farklı bölgelerde, yaydığı görüşleri belli olan bu şahsı yakalatması basit bir olay arz etmektedir. Fakat , ortada osmanın onun yakalanması için bir çalışma başlattığına dair herhangi bir bilgi de yoktur.Tüm bu durumlar bile böyle bir şahsın asla yaşamadığını kanıtlamaya yeter.
Bu asılsız iftirayı atanların verdiği tutarsız bilgilerden bir kaç tane örnek :
1. Hicazda görünmesi : İbni sebenin hicazda ortaya çıkması,basradan ve şamdan önce olduğundan hicri 30 senesinden öncedir.Hicazın tarihine baktığımızda daha detaylı bilgi bulunmamaktadır.Bundan anlaşılıyorki ibn sebe hicazda ikamet etmeye imkan bulamamış,oradan basraya geçmiştir. ( Taberi 4/340-341)
Bu iddianın sahipleri sebenin müslümanlar arasında ortaya çıkış tarihini ilk önce hicri 35 yılı ve daha sonra ise bu tarihten de önce hicri 30 yılı olarak gösteriyorlar.Yani iddialarına göre hicri 30 yılından önce müslümanlar arasında görünmemiştir.Bu şahsın insanları saptırmak için müslüman memleketlerini hicazdan başlayarak dolaşmaya başladığını, bir taraftan da Hicazda hicri 30' dan önce görüldüğünü söylüyorlar.Görüldüğü gibi iddialarına kendileri bile inanmakta güçlük çekiyorlar.Hicri 30 yılı yaklaşık 650 yılına dek gelmektedir.Osman zamanı 644 yılında başlamıştır. 644 yılından önce ve osman zamanına en yakın süreçler ise ömer zamanına dek gelir.Şimdi iddia sahibi, hicazda görünmesi hicri 30' dan öncedir demiş ! Örneğin ; 644 yılı hicri 30 'dan önce olduğu gibi sonuçta 635 yılı da hicri 30'dan öncedir. İddia sahibi, iddiasında hicri 30'dan önce belli bir yıl belirtmediği için , biz bu şahsiyetin ortaya çıkış zamanını örneğin 635 veya 638 yılı gibi de düşünebiliriz.Bu yıllar ise ömer zamanına dek gelmektedir.Bu durumda, ne hayret vericidir ki ömerin ve onun makamını korumak adına her yerden ve her türlü haberi ömere ulaştıran adamların, ne hükmetse bu şahısdan bir türlü olmamıştır ! Şimdi iddia sahibi, olur mu (!) biz hicri 30'dan önce dedik ama , 644 yılından önce yani osman zamanının başlamasından önceki herhangi bir yıl için demedik ki diyebilir... Bu durumda kendilerine sormak lazım. O zaman neden iddianın içeriğinde bunu belirtemedin acaba !? Yoksa, uydurduğunuz hikayenin bu safhasında takılıp kaldınız mı ?! Ama tabi size göre, bu hikayenin tam osman zamanında başlaması lazım ki, daha kolay senaryolar bulunabilsin ! Yoksa osman ve taraftarlarının günahını kim alacak ?!
2. Basrada görünmesi : İbni amir basra valisi olduktan (hicri 29) 3 yıl sonra ( yani hicri 32) İbn sebe hakimin evinde misafir olmuş ve bir grup sebenin yanına gelerek onun görüşlerini benimsemişler ve ibni sebe kendisini dinleyen kulaklar bulmuş. Osmanın basra valisi ibn amir, sebenin geldiğini haber aldığında onu yanına çağırır ve kim olduğunu sorar.O da, islamiyete rağbet ve kendilerine yakın olmak istediğini söyler.İbn amir de ona nerden bileyim böyle olduğunu der ve onu basradan çıkarır ! Aynı zamanda iddia sahipleri sebenin mısırda görünmesi olayını anlatırken , basrada ortaya attığı fikirlerden dolayı kovulduğundan (!) bahsediyorlar. Şimdi bu rivayetlerin birer masal olduğu aşıkardır. İddia sahipleri şuna karar versinler. Basra valisi bu şahsın kim olduğunu ve amacını tam bilmediği için basradan çıkarmış mı yoksa ortaya attığı fikirlerden dolayı kovmuş mu? Eğer vali onu basradan bu şekilde sorguya çekerek çıkarmış ise bu gerçek dışıdır Çünkü ; sebe dedikleri şahsın, hakimin evine geldiğini basra valisine haber veren kişiler , hakimin evinde insanlara bu tarz şeyler anlattığını söylememişler mi? İddiaya göre sebe hicri 32 yılından hicri 33 yılında bir zamanda kadar basrada kalacak ve bu süre zarfında gerek hakimin evinde gerekse başka yerde empoze etmek istediği görüşlerini anlatacak ve hatta bunu bazılarına benimsetecek ve bu durum tarihin kaydettiği kadar açık olacak ama hakimin evinden onu yanına çağıran basra valisinin sebenin bu süre zarfı boyunca , bu faliyetlerinden haberi olmayacak!!! Sonuçta, iddiaya göre ibni sebenin görüşleri bellidir . Bu senaryoya göre hz Ali ile ilgili görüşlerini de anlattığı açıktır. Zaten esas amacının da bu olduğu söyleniyor. Mesela ; hz Aliyi ilahlaştırmak, hz Aliyi vasi görmek, Peygamberin ve hz Alinin tekrar dünyaya geleceğine inanmak, ebubekir ve ömere kötü söz söylemek ve vs. Bu görüşler ise osmanın aleyhine olan görüşlerdir. Bölgeye yabancı biri geliyor ve kendisini dinleyenlere sıradan şeyler anlatmadığı gibi osman aleyhine de olacak şeyler anlatıyor.Bu haber mutlaka osmanın basra valisinin kulağına da gelir ve vali sebeyi göz altına alırdı. Dikkat edilirse sebenin mısırda görünmesi olayını anlatırlarken ne diyorladı , buraya gelmeden önce de gittiği basrada görüşlerinden dolayı kovuldu. Basra valisi dışında birileri tarafından kovulması olayı da çelişki içerir.Çünkü basrada görünmesi olayı anlatılırken valinin yanınına çağrılmadan önce görüşlerini bir kısım insana benimsettiğinden bahsediliyor. Görüşlerini benimsemeyenler kovmuş ise yine valinin haberi olurdu ve bu şahsı göz altına alırdı. Eğer vali tarafından kovulmuş ise bu olay yine gerçek dışıdır.Çünkü daha önce de belirttiğim gibi yaymak istediği görüşler ciddi anlamda osmanın aleyhine olan görüşlerdir. Bu durumda valinin onu kovması değil onu göz altına alması gerekirdi. Anlattıkları rivayete nerden bakarsak bakalım gerçek dışıdır yani senaryodur.İbni sebe gibi birinin yaşadığını düşünenler, acaba gerçekten kendileri de gönülden inanıyorlar mı?! Yoksa Ehlibeytin gerçek ve makam değerinin gün geçtikçe ortaya çıkması zorlarına gittiğinden dolayı bu masalı kabullenmek zorunda mı kalıyorlar ?!!!
3. Kufede görünmesi : Sebe basradan çıkarıldıktan sonra kufeye geldi (hicri 33), oradan da çıkarılınca, mısıra yerleşti ve buradan basradaki ve kufedeki adamları ile haberleşti.Senaryonun kahramanı abdullah ibn sebe kufede emellerini gerçekleştirmeye çalışmış , başarılı olamamış ve oradan da kovulmuş ! Şimdi Allah (cc.) insana akıl vermiştir. Osman zamanında kufede şam valisi olan muaviyenin adamları cirit atıyorlardı.Muaviyenin ajanları osmanın ve muaviyenin aleyhine söz söyleyenleri ya tutukluyorlardı veya cezalandırıyorlardı. Osman zamanında kufe biri çıkacak, osman aleyhine olacak şekilde ciddi anlamda haberler yayacak ama muaviyenin adamları bu adamı sadece kufeden kovmakla yetinecek ! Bilindiği gibi emeviler kendi saltanatını tehlikeye sokacak davranışlarda bulunanları cezalandırıyorlardı.Fakat ünlü sahabelere çevreden tepki almamak için ciddi anlamada ceza veremiyorlardı.
4. Şamda görünmesi : Bu şahsın hicazda görünmesi olayı anlatılırken , hicri 30'dan önce hicazda fikirleri yaymaya başlıyor ama oradan başarılı olamayınca basraya geçtiği belirtiliyor. Şamda görünmesi olayı anlatılırken ise hicri 30'da ilk defa şama geliyor ve orda ebu zer ile buluşup onu muaviyeye karşı kışkırtıyor ! Hicri 30 gibi basraya mı geçiyor yoksa şama mı geçiyor ?! Ayrıca , şamda görünmesi olayını anlatırlarken diyorlarki, şamda ikinci kez görünmesi de kufede hicri 33 ' te çıkarıldığı yıldır ! Şama hicri 33' te tekrar geldiği bu yıl yaymak istediği görüşleri şamlılara empoze edemez ve burdan kovulup mısıra geçer.Dikkat edilirse bu şahıs daha önce kufeden çıkarıldığında yani hicri 33' te mısıra yerlemişti.Burda bir kopukluk var herhalde bu kopukluğa ya hakim olamamışlar ya da bir kılıf bulamamışlar.
5. Mısırda görünmesi : Kufede görünmesi olayı anlatılırken, kufeden hicri 33 yılında çıkarılmış ve oradan da mısıra yerleştiği belirtiliyordu. O halde bu iddiaları gereği mısırda hicri 33' te gözükmesi lazımdır. Mısırda görünmesi olayı anlatılırken ise iddia sahipleri işin içinden çıkamayınca bir hesap yapıyorlar ve bu seferde diyorlarki mısırda görünmesinin hicri 34 yılında olduğu anlaşılıyor ! Tabi, dünyaya hiç gelmemiş birini ordan oraya oraya geçirirlerken, elbette böyle bir çelişkiye yakalanacaklardır.
Senaryonun en ilginç yanına ise şamda ikinci kez gözükmesi olayında rastlıyoruz.Yani bu masal kahramanı , osman zamanında hicazda faliyetlerine başlıyor ( hicri 30'dan önce) ve osmana bağlı memurların bundan haberi olmuyor, hicazdan basraya geçiyor ( hicri 32 ) , burda da fikirlerini yaymaya çalışıyor ve hatta burda bir kısım insana bu fikirleri benimsetiyor ve bundan osmanın basra valisinin de haberi olmuyor ve burdan da kufeye geçiyor (hicri 33) aynı şekilde görüşlerini burda yaymaya çalışıyor ve burda da muaviyenin adamlarının haberi olmuyor, kufeden de çıkarılınca aynı yıl mısıra geçiyor ve bir taraftan da şama hicri 33 ' te ikinci kez geliyor ve diyorlarki, hicri 33 te şamda rolünü icra edemiyor ve şamlılar bu şahsa yüz vermeyip , şamdan kovuyorlar !!! Bu sebe dedikleri şahsın görüşleri genelde hz Aliyi yüceltmek ve ebubekir, ömer ve osmanı aşağılamak değil midir ?! Şamda valilik yapan muaviye gibi birinin döneminde şama gelip, bu tarz görüşleri empoze etmeye çalışacak ve her yerde adamları olan muaviyenin de bu şahıstan veya bu şahsın yaymaya çalıştığı görüşlerinden haberi olmayacak !!! Hadi diyelim şamda sadece ebu zere ve diğer insanlara empoze etmeye çalıştığı görüş, muaviyenin serveti ile ilgili görüşleri olsun. Sonuçta bu da muaviyenin şamdaki valilik makamını sarsacak haberler yaymak demektir. Muaviye gibi biri, ebu zeri kışkırtan bu şahsı yakalatıp ceza vermiyor ve bu şahıs cemel savaşında sonra tarih sahnesinden siliniyor!!! Bu şahsın ebu zeri gizli bir şekilde kışkırttığını varsayarsak o zaman bu durumdan o dönem ve sonraki dönem yaşayan bazı sunni tarih yazarlarının nasıl haberi oluyor da, her yerde ajanları olan muaviye gibi birinin neden haberi olmuyor ?! Kaldıki anlatıldığına göre bu şahıs şamda ebu zer dışındaki bazı insanlara da bu görüşlerini empoze etmeye çalışmıştır.Yani şamda faliyetini gizli bir şekilde yürütmesi mümkün değildir. Çünkü yine iddialarına göre şamlılar yüz vermiyor ve oradan kovuyorlar. Tüm bu durumlardan muaviyenin haberi olmuyor ve adam elin kolunu sallaya sallaya şamı terk ediyor !!! Şu hususu da değinmek olaya daha fazla ışık tutmaktadır.Ebu zer, muaviyenin bazı harcamalarını ve müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarfetmeyip biriktirmelerini şiddetle eleştirmesiyle zenginler alehyine bir hareketin başlamasına yol açmıştı.Ebu zer , muaviyenin şikayeti üzerine osman tarafından medineye çağrıldı.Hilafetin dünyevi bir iktidar haline gelmesinden endişe eden ebu zer tenkitlerini devam ettirince kendi isteğiyle rebezeye gönderildi. ( Buhari, zekat, 4 / İbni Sad 4, 227 ) Ayrıca onun zorla gönderildiği de söylenmektedir. ( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi ) Görüldüğü gibi muaviye osmanı ebu zere şikayet ediyor ve buna rağmen ebu zer tenkitlerine medine de devam ediyor ve en sonunda başka bir yere sürülüyor ve bu süreçte her yerde adamları olan hem osmanın hem de muaviyenin ebu zeri kışkırtan abdullah ibn sebe denilen kişiden haberleri olmuyor !!! Dahası da buhari ve ibn sad ebu zerin muaviyeye karşı olan bu davranışlarında abdullah ibn sebe denilen şahsın rolünden bahsetmemektedir.
Sebe masalını nakledenlerin kendileri de bu masala inanmıyorlar ama maksat şiiliği karalamak olsun da öküz altından buzağı da ararlar. Ayrıca, Peygamber efendimizin övdüğü ve hakkında sahih hadisler bulunan ve yahudi düşmanı olan ebu zer acaba nasıl oldu da , yahudilikten geldiği söylenen bu kişiye kanıverdi ?! (Başka başlık altında paylaştığım üzere tam tersine ebu zer değil, ebu hureyrenin bazı rivayetleri tahrif olunmuş tevrattaki rivayetlerle benzerlik göstermektedir.Kendi içlerinde bulundukları durumu, şiilerin üzerine yükleme peşindedirler.)
Şimdi kısaca yine sunni kaynaklardan cemel savaşının sebebleri ile ilgili bilgilere yer verelim.
Vakidinin rivayetlerinde osmana çok ağır hakaretler yöneltilmiş ve ashabın büyükleri osmana karşı yürütülen hareketle doğrudan ilişkilendirilmiştir.Belazuri ise, vakidinin rivayetlerinin şiddetini daha da artırmıştır.Seyf bin ömere dayanan rivayetlerin ortak özelliği ise osman ve diğer sahabelerin suçsuz kabul edilmesidir.Hadis konusunda zayıf ve metruk kabul edilen seyf ibn ömer , fitneyi körükleyen gizli elin sebe olduğunu iddia etmiştir. Osmanın halifeliğinin ilk yıllarından itibaren osmanın veya valilerinin bazı uygulamaları çeşitli grubların şikayetlerine sebep olmuş, bu şikayetler halifeliğinin ikinci yarısında daha da artmış ve bilhassa halifeliğinin son yıllarında ani zenginleşmenin ardından yaşanan ekonomik krizden en fazla etkilenen garnizon şehirleri kufe,basra ve mısırsa uygun bir ortam bulmuştur. Osmanın ve valililerinin bazı icraatlarını propaganda amacıyla kullanan muhaliflerin tenkitlerinin başında osmanın önemli devlet görevlerine akrabalarını tayin etmesi geliyordu.Osman muhtemelen idarede birlik ve beraberliği daha kolay sağlama arzusuyla önemli valiliklere ve devlet katipliği görevine yakın akrabalarını tayin etmişti. Bu tayinler neticesinde devletin bütün idari kademeleri bazılarının liyakati tartışılan ümmeyyeoğullarının eline geçmiş oluyordu.Hz Ali ve diğer ileri gelen sahabelerin de eleştirdiği bu uygulama,halifenin valilere karşı beklenen sertlikte davranmaması ve onlara mal bağışlarında bulunması kendisine karşı şikayetleri daha da yoğunlaştırmıştır. ( osmanın yakın akrabalarına mal bağışlarında bulunması hususunu osman dosyasında yine sunni deliller üzerinden paylaşmıştım.) Osmana karşı ilk ciddi muhalefet kufede ortaya çıktı.Valilerin bazı söz ve uygulamaları kufede bazı kabile lidelerinin iddiasını güçlendirdi.Osmanın Kufe valisi velid bin ukbe, bir cinayetin faillerine kısas uygulaması yüzünden katillerin yakınlarının düşmanlığına hedef oldu.Valiyi içki içmekle itham eden bu şahıslar , osmana şikayette bulunarak valinin görevden alınmasını sağladılar.Osman bu valinin yerine yine yakın akrabası olarak atadığı said b. as,mecliste '' sevadı ırak kureyşin bahçesidir '' sözüyle osmanın temsil ettiği kureyş hakimiyetini hedef alan kabilecilik hareketini körükledi.Meclistekilerden eşter en nehai, Allahın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu araziler nasıl kureyşin çiftliği oluyor, diyerek tartışma başlattı.Daha sonra bu kişiler osmana şikayet edilerek muaviyenin yanına gönderildi.Humusa sürgün edilen bu kişiler osmandan izin alarak tekrar kufeye döndüler.Osman aleyhine faliyetlerini daha da hızlandırdılar.Bu hareket ırakın ikinci büyük merkezi basrada yankı bulmuştu.Fitneden en az etkilenen merkezlerden olan suriyede ise ebu zer muaviyenin baz harcamalarını ve müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini şiddetle eleştirmesiyle zenginler aleyhine bir hareketin başlamasına yol açmıştı.Hilafetin dünyevi bir iktidar haline gelmesinden endişe eden ebu zer tenkitlerini devam ettirince rebezeye gönderildi.Ebu zerin zorla gönderildiği de söylenmektedir.Fitnenin diğer önemli merkezi mısırda osman ve valisine karşı şiddetli bir muhalefet başlatılmıştı.Muhalefetin liderliğini, osmanın himayesinde büyüyen ve istediği valilik görevine tayin edilmeyince mısıra giderek oraya yerleşen muhammed b. ebu huzeyfe ile hz Alinin himayesinde büyüyen muhammed b. ebubekir yapıyordu.Valilikten azledildikten sonra filistine çekilen amir b. asın da mısırdaki muhalefeti gizlice desteklediği rivayetleri de vardır. Muhalifelerin halkı tahrik için kullandıkları diğer şikayet konuları şunlardır : Osmanın önemli devlet görevlerine tayin ettiği yakınlarına devlet hazinesinden büyük miktarlarda bağışlarda bulunması, kureyşin ileri gelenlerinin medinedne ayrılıp fethedilen bölgelere yerleşmelerine ve geride bıraktıklar arazilerin göç ettikleri yerlerdekilerle değiştirilmesine izin vermesi, oralarda çok miktarda mülk edinmelerine göz yumması, bazı sahabelere fethedilen şehirlerde iktalar verilmesi, kuranı kerimi istinsah ettirmesinden sonra diğer kuran nushalarını yaktırması, kureyş adına kabilecilik yapan bazı valilere ses çıkarmaması, Peygamber tarafından Taife sürülen amcası hakem b. ebul asın medineye dönmesine izin vermesi, kendisini eleştiren ebu zer, ammar b. yasir ve abdullah ibn mesud gibi sahabeleri çeşitli şekillerde cezalandırması, medine civarındaki baz arazileri beytülmal develeri için koruluk haline getirmesi, hac için mekkede bulunduğu sırasa farz namazları mukimler gibi kılması,mescidi nebevi inşaatında önceden kullanılmayan bazı malzemeleri kullandırması,Resurullahtan intikal eden hilafet mühürünü birierise düşürmesi. Ayrıca osman, ganimetlerin önemli bir kısmını yakınlarına tahsis etmek ve diğer akrabalarındna bazılarına haksız yere mal ve toprak vermekle itham ediliyordu.Dedikodular artınca osman müfettişler göndererek vilayetlerdeki durumu öğrenmek istedi.Mısırda muhalifeler tarafından yanıltığı bildirilen ammar b yasir hariç müfettişler olumlu haberlerle döndüler.Söylentilerin devam etmesi üzerine hicri 33'te hac dönüşünde valilelerini medineye çağırarak onlarla bir toplantı yaptı.Söylenenlerin bir tertip olduğunu,dolayısıyla endişe edilecek bir durum bulunmadığını söyleyen valilerin çözüm tekliflerini aldıktan sonra muhalifelerin cihadla meşgul edilmesini, elebaşlarının öldürülmesini, işin valilere bırakılmasıni,mal karşılığında gönüllerinin alınmasını,kufedeki bazı şahısların tahsisatlarının kesilmesini emretti. Osman ayrıca valilerine insanları fitneden uzak tutmaya çalışmalarnı itidalli davranmalarını tavsiye etti.Hicri 35 yılında ise mısırdan bir heyet validen şikayet için medineye geldi.Osman onları kalabalık bir heyet ile birlikte dinledi.Kendisine yöneltilen ithamlara cevap verdi ve bu arada bazı icraatlarının hata olduğunu da kabul etti.Ganimet mallarıyla ilgili isteklerini uygun görüp geri dönmelerini sağladı.Şeval ayında ise kufe,basra ve mısırdan 3 grup medineye geldiler.Hz Ali,talha,zubeyr ve Peygamberin hanımlarıyla görüşerek valiler hakkında şikayetlerini aktardılar ve onlardan kendilerini osmanın huzuruna çıkarmalarını istediler.Teklifleri reddedilince geri döndüler. Osmanı halifelikten indirmekte kararlı olan asile, osmanı savunmak için toplanan medinenilerin dağılmasını ve ani baskınla şehirde kontrolü ele geçirmek için plan yaptılar ve bulundukları mevkileri terk ederek memleketlerine doğru yola çıktılar. Fakat bu 3 grup ansızın geri döndüler ve tekbirler halinde medineye girerek osmanın evini kuşattılar.Dönüş sebebi olarak da osman tarafından eski mısır valisine yazılan ve liderlerinin ölümle cezalandırılmasını emreden bir mektubu ele geçirdiklerini söylediler.Osman böyle bir mektup yazmadığını belirtmesine rağmen evinin etrafında mevzilendiler.Ayrıca bu muhalif grubların medineye tekrar geri dönüşlerini haklı göstermek için uydurdukları anlaşılan bu mektubun halifenin bilgisi dışında katibi mervan tarafından yazıldığı rivayetleri de vardır.Osmanın öldürülebileceğini hiç düşünmeyen medineliler evlerine kapanıp mecbur kalmadıkça dışarı çıkmadılar.Şehirde sayıları oldukça artmış olan köleler ve işsiz güçsüz bedeviler de isyancılara katılmıştı.Muhasara altında bulunan osmanın öldürülmesine son 10 gün kalaya kadar imamlık yapmasına göz yumdular.Osman bu süre zarfında şikayetleri dinledi ve ithamlara cevap verdi.Bir çok meselede onları ikna etmeyi başardı.Konuşmalarından birinde hz Alinin tavsiyesine uyup asilerin şikayet ettiği bazı uygulamalarının hata olduğunu kabul etti,bundan sonra Allahın kitabı ve Peygamberin sünnetine uygun hareket edeceğine söz vererek sukuneti sağladı. Ancak buna karşı çıkan mervanın onun ziniyle yaptığı konuşma ortalığı yeniden karıştırdı.Hz Ali ve ümmü habibe, mervanın konuşmasına çok öfkelenerek kenara çekildiler. Asiler, daha sonra eyaletlerden gönderilen askeri birliklerin yaklaştığının duyulması üzerine acele ederek osmanın evinin kapsını yaktılar ve bitişikteki evden içeriye giren bir kaç mısırlı kuran okumakta olan osmanı öldürdü. Bazı tarihçiler isyanı siyasal,ekonomik ve sosyal değişikliklere bağlamıştır.Fetihlerin duraklamasıyla birlikte ganimet gelirleri azalınca garnizon şehirlerinde yaşayan muharip sınıfın geçimi düzenli vergi gelirlerine bağlı halde gelmiş ve asker maaşlarının ödenmesinde sıkıntı başlamıştı.Birden bire zenginleşmenin kaçınılmaz sonucu olan iktisadi buhran , yönetimi tasarruf yapmaya ve askerlerin maaşlarını azaltmaya mecbur etmişti.(İA, IX, 429). Bu sırada fetih ordularında çoğunluğu şehitlik ve gazilik yerine sadece ganimet için cephelere koşan askerler teşkil ediyordu.Bu sıkıntılar karşısında onlar önceki ganimetlerin nereye gittiğini, kendi hakları saydıkları fethedilmiş arazilerin durumunu sorgulamaya başladılar.Öte yandan valilerin yanı sıra ashabın ileri gelenlerinden küçük bir grubun büyük servetler edinmesi kıskançlıklara yol açmıştı.Bu gelişmeler cahiliye dönemi kabilecilik anlayışını yeniden ortaya çıkardı.İbn haldun, fetihlerde büyük rol oynamış arap kabilelerinin cahiliye damarlarının kabardığını , yönetimi elinde tutan muhacirler , ensar ve hicaz halkına karşı bir hareket başlattıklarını söylemektedir. ( el, iber ,II / 2, sf. 138 ) İsyanın osmanın devralıp değiştiremediği gelişmelerin bir sonucu olduğunu belirtien Duri de isyanın birinci derecede kabilelerin kureyşe isyanını sembolize ettiği görüşündedir. ( ilk dönem islam tarihi sf.104) . Kureyşi hilafeti tekeline almakla suçluyan kabile resileri,vergi gelirlerinin büyük kısmını hala mediniye gönderilmesne karşı çıkarak müslümanların malı saydıkları fey gelirlerinin eyaletlerde dağıltılmasını istiyordu.Bu olumsuzluklar hz Alinin Resurullahın vasisi olduğu,onun hakkını gasb eden osmanın halifelikten uzaklaştırılıp hakkın sahibine verilmesi iddiasını kalkan edinen abdullah ibn sebe ve kureyş yönetiminden kurtulmak isteyen kabile resilerinin fitne ateşini tutuşturmasııyla bir isyana dönüştürdü.Bazı tarihçiler, abdullah ibn sebe gibi müslümanları birbirine düşürmek isteyen art niyetli şahıslar olmadan böyle bir hareketin gerçekleşebileceğenin pek mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. (Yusuf el -Iş, sf.64)
Osman öldürülünce hz Aliye medinede biat edilmiş fakat diğer vilayetlerin durumu henüz aydınlanmamıştı.Hz Ali, kendisine biata yanaşmadıkları için osman tarafından tayin edilen valililerin bir kısmını değiştirme kararı almış, bunu öğrenen talha b. ubeydullah basra, zubeyr b. avvam da kufe valiliğini istemiş ancak onların bu isteği kabul edilmemişti. ( Taberi I,3069, 3082 ) Bunun üzerine talha ve zubeyr, hz Aliden umre için medineden ayrılma izni istemişler, bu izinde 4 ay sonra verilmişti. Ayşe , hilafetinin son dönemlerinde osmanı çeşitli vesilelerle tenkit etmiş halifenin şehri terk etmemesi ricasına rağmen isyan başladıktan sonra hac için mekkeye gitmişti.Haccını tamamlayarak medineye dönmek üzere yola çıkan fakat osmanın öldürülüp hz Alinin halife seçildiğini öğrenen ayşe geri döndü ve mekkede halka hitaben osmanın mazlum olarak öldürülüğü yolundaki meşhur konuşmasını yaptı.Bu arada osmanın ölümünden ayşeyi sorumlu tutanlar da olmuşsa da ayşe bu iddiaları reddetmiştir.Bu esnada medinedeki emevi ailesi , osmanın basra ve yemen valileri ile talha ve zubeyr b. avvam mekkeye giderek ayşeye katıldılar. ( Taberi, I, 3099 ) Mekkede osmanın kanını talep etmek için ayşenin önderliğinde oluşan bu topluluk medineye giderek isyancılara karşı çıkmak yerine osmanın basra valisi abdullah b. amirin ısrarı üzerine basraya gitmeye karar vermişlerdi.Mekkeden basraya yol alırken zafer kazanılması durumunda halifenin kim olacağını tartışmaya başladılar.Talha, zubeyr ve osmanın oğullarından birinin halife olması gerektiği yolundaki tartışmalar sürerken, osmanın kufe valisi said b as hilafetin ümmeyye oğullarından alınamayacağını,dolayısyla osmanın oğullarından birinin halife olması gerektiğini ileri sürerek taraftarlarıyla birlikte topluluktan ayrıldılar.Böylelikle ayşe,talha ve zubeyr b avvam 1000 kişilik bir kuvvetle basra önlerine ulaşabildiler.Yolda köpek havlamaları duyan ayşe nerede olduklarını sormuş,haveb suyu civarında bulunduklarını öğrenince, Peygamberin zevcelerine hitaben '' acaba hanginize havep köpekleri havlayacak ? '' dediğini ( Müsned, VI, 52, 97 ) hatırlamış ve onun bu hareketi tasvip etmediğine kani olarak yola devam etmekten vazgeçtiğini söylemişti.Bunun üzerine abdullah b. zübeyr, bulundukları yerin adını belirleyen rehberin yanıldığını ısrarla söylemiştir.Zubeyr b. avvam da '' Belki Allahu Teala senin sayende muminlerin arasını düzeltecektir '' diyerek ayşeyi yola devam etmeye ikna etmişlerdi.Ayşe ve beraberindekiler basra önlerine gelince abdullah b. amiri, basralıları kendi taraflarına çekmek için şehre gönderdiler.Ayrıca ayşe ahnef b. kays gibi basranın ileri gelenlerine mektuplar yazdı.Diğer taraftan hz Alinin basra valisi osman b. huneyf, ayşenin kuvvetleriyle birlikte basra yakınlarına geldiğini öğrenince maksatlarını öğrenmek için kendilerine imran b. huseyin ile ebul esved ed düeliyi gönderdi.Ayşe gayelerinin isyancıların bozduğu barış ve düzeni geri getirmek,osmanın katillerini cezalandırmak ve müslümanların arasını düzeltmek olduğunu bildirmiştir.Talha ve zubeyr b avvam da aynı görüşlere katıldıklarını ayrıca kendilerinin hz Aliye zorla biat ettirildiklerini söylemişlerdi.Bu gelişmeler üzerine basralılar ikiye ayrılmış ve sert tartışmalar yaşanmıştır.Bu arada hz Ali de 3000 kişilik bir kuvvet ile medinden ayrılmıştı. Basrada olup bitenler hakkında bilgi alınca hemen osman b. huneyfe bir mektup göndererek talha ve zubeyr b avvamın kendisine biatları sırasında hiç bir şekilde zor kullanılmadığını bildirmişti.Bunun üzerine osman b. huneyfe hz Alinin haklılığını ileri sürerek diğerlerinin basrayı terk etmelerini isredi.Onlar da kendilerinin haklı olduğunu iddia ederek osman b. huneyfenin basrayı terk etmelerini istediler. Netice de bir akşam namazı sırasında ani bir baskınla osman b. huneyfe ve adamları esir alındı.Ayşe onun öldürülmesine engel olduğu gibi serbest bırakılmasını da sağladı fakat osman b. huneyfenin saçı sakalı kökünden kazınmış , kaş ve kirpikleri de yolunmuştu.Osman b. huneyf ve adamları zukarda konaklamış bulunan hz alinin yanına giderek durumu anlattılar.Bu arada beytülmal ele geçirildi ve idaresine ayşenin abdurrahman getirildi.Basralı taraftarlarından müşterek biat alan talha ve zubeyr b. avvam kumandayı birlikte yürüteceklerdi.Ayşe basrayı ele geçirmekle beraber buranın tam desteğini sağlayamamış, basranın önde gelenlerinden Ahnef b. kays ile kabilesi temimin bir kolu olan Beni sadı bir türlü ikna edememişti.Kufeyi kazanmak veya bu şehrin hz Aliye fiilen destek olmasını önlemek amacıyla kufenin ileri gelenlerine mektuplar gönderdi.Hz. Ali de hemen hemen aynı günlerde kufenin desteğini sağlamak amacıyla şehre arka arkaya üç heyet gönderdiyse de bir sonuç alamamıştır.Vali ebu musa el eşari tarafsız kalmayı tercih ediyordu.Bunun üzerine malik b. eşter, hz Alinin izniyle duruma el koymak için kufye gitti ve ebu musanın konağın ele geçirdi.Hz. Ali, kuvvetlerini kufe dışında topladıktan sonra basraya doğru hareket etti ve şehrin dışında zaviye mevkiinde konakladı.Daha zukardan ayrılmadan anlaşma ümidiyle ayşenin karargahına sahabeden kake b. amiri elçi olarak göndermişti.Kake basraya giderek ayşe,talha ve zubeyr b. avvam ile görüşmüş , kendilerini,hz Alinin halifeliği etrafında toplandıkları takdirde katilleri cezalandırmanın kolaylıkla mümkün olabileceği yolunda ikna etmeye çalışmış, onlar da hz Alinin bu görüşte olması durumunda barışı kabul edebileceklerini bildirmişlerdi. ( Taberi, I, 3156,3157) Hz Alinin talha ve özellikle zubeyr b. avvam ile bizzat görüşmesi de olumlu sonuç verdi.Hatta zubeyr b. avvam , Hz Alinin kendisine, Peygamberin Ali ile haksız yere mücadele edeceğine dair sözlerini hatırlatması üzerine bu işten vazgeçmek istediğini ayşeye bildirdi.Ancak oğlu abdullah b. zubeyr, kendisini korkaklık ve döneklikle suçladı.Bu sırada kimse ne olduğunu anlamadan iki tarafta kendisini savaşın içinde buldu.Halbukise taraflar adamlarına,karşıdan bir saldırı olmadan savaşı başlatmamalarını emretmişlerdi. (Taberi, I, 318 ) Bir rivayete göre osmanın katline iştirak edenlerden bir grup, barış sağlandığı takdirde cezalandırılacaklarını düşünerek savaşı başlatmıştı.Hz Ali ve ayşe savaşın durması için çaba sarf ettiler.Ayşe bu esnada kab b. sura ön saflara geçip barış diye bağırmasını ve kuranın hakemliğini istemesin emretti Fakat kab bu sırada öldürüldü.Ayşe, kendi safınddakilerin kaçmasın önlemeye çalışıyor ve şiddetlenen savaş ayşenin etrafında cereyean ediyordu.Hz Ali , savaşın ayşenin bindiği devenin etrafında cereyan ettiğini görünce devesinin öldürülmesini emretti ve devenin öldürülmesiyle savaş da sona ermiş oldu.Ayşe savaşı devenin üzerinden idare ettiği için bu savaşa cemel savaşı denmiştir.Ayşe yara almadan kurtulmuştu.Talha ise savaşın daha başlarında mervan b. hakem tarafından atılan okla öldürülmüştü.Zubeyr b. avvam ise savaş meydanından uzaklaşmakta iken vadissibada ahnef b. kaysın kabilesine mensup bir kişi tarafından öldürüldü.Savaş sonunda Hz Ali, ayşeyi bir heyetle medineye gönderdi. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi)
Bütün bu delillerden hareketle osmanın öldürülmesi ve cemel savaşının başlamasınınl sebeblerine değinelim.
1. Öncelikle vakidi, belazuri ve ismini burda belirtmediğim sunni ekolün itibar ettiği bir çok tarihçi fitnenin seyf ibn ömerin iddia ettiği gibi değil, tamamen osmanın yanlış uygulamalarından kaynaklandığını belirtmişlerdir. Bunların çoğu yukarda belirtilmesiyle beraber en önemlileri osmanın önemli devlet kademelerine en yakın akrabalarını getirmekle kalmayıp, onlara devlet hazinesinden mal bağışlarında bulunması ve osmanın kufe,basra ve mısır gibi önemli yerlerde valilik yapan akrabalarının kabilecelik anlayışını devam ettirerek , diğerlerini ötekileştirmeleridir.Osmanın yanlış uygulamalarının başında gelen bu sebepler tarihin kaydettiği gerçeklerdir.Bu gerçekler osmana olan muhalefetin başlamasına sebeb olmuştur.Bu muhalefetin başlamasını , seyf ibn ömerin iddia ettiği abdullah ibn sebe adında şahsa bağlamak, osmanın sözü edilen yanlış uygulamalarda bulunmadığını ileri sürmek demektir ki bu da, vakidi ve belazuri gibi önemli tarihçileri silip atmak demektir.Böyle bir davranışında gerçeğ uygun olmadığı aşıkardır.
2. Peygamber efendimizin övdüğü, hakkında sahih hadis bulunan ve yahudi düşmanı ebu zerin, birilerine göre yaşadığı iddia edilen hz Aliyi ilahlaştıran sebe gibi birine inanarak muaviyeye karşı çıkması inanılması mümkün olmayan bir şeydir. Ebu zer, elbette muaviyenin uygulamalarına en çok karşı çıkanların başında geliyordu. Fakat ebu zer ve diğerlerinin bu tutumu, muaviyenin Allahın kitabı ve Peygamberin sünnetiyle uyuşmayan uygulamalarda bulunmasından kaynaklanıyordu. Muaviyenin bu uygulamalarına sunni deliler üzeriden muaviye başlığı altına yer vermiştim.Ayrıca, seyf ibn ömerin bu iddiasını kabul etmek demek Peygamber efendimizin ebu zer hakkındaki övücü sözlerini kabul etmemek ve seyf ibn ömerin şahsiyetini ise ebu zerden daha güvenilir görmek demektir.Seçim ise iddia sahiplerinindir.
3. Mısırda, muhalefetin liderliğini, istediği valilik görevine tayin edilmeyen muhammed b. ebu huzeyfe, valilikten azledildilen samir b. asın ve hz. Alinin himayesinde büyüyen ebubekirin oğlu muhammed b. ebubekir yapıyordu.Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda vardır. (Hz Ali diyorki, muhammed b. ebubekir ebubekirin sulbündendir fakat benim terbiyem ile büyümüştür.) Görüldüğü gibi mısırda osmana muhalefet , seyf ibn ömerin iddia ettiği gibi bir kışkırtma yüzünden değil, bu kişilere istedikleri valilik verilmediğinden dolayıdır. Muhammed bi ebubekire gelince bu kişinin osmana muhalefeti ise hz Alinin terbiyesi ile büyümüş olmasındandır.Çünkü hz Alinin, osmana bazı konularda yer yer muhalefet etmesini konu alan sunni kaynakları başka bir başlıkta paylaşmıştım.Tabiki, hz Ali osmanın hilafetini hiçbir şekilde meşru görmüyordu.Hatta bu konuda cübbeli ahmet hocanın itirafları bile vardır. Ayrıyeten bu konuyla bazı sunni delilleri de ilgili yerlerde paylaşmıştım.
4.Osmanın Peygamber efendimizin lanetlediği ve Taife sürgün ettiği hakemi tekrar medineye gelmesine izin verdiği de kaynaklarda sabittir. Bu uygulamaya karşı çıkan ebu zer, ammar bin yassir ve abdullah ibn mesud gibi önemli sahabler osman tarafından cezalandırılmıştır.Medinede, osmana karşı bazı sahabelerin bu tutumlarında seyfin iddia ettiği sebenin mi rolü olmuştur (?!) yoksa bu önemli sahabeler Peygamberin sünnettine bağlı kalmak istedikleri için mi osmana karşı çıkıyorlardı ? Yani osmana muhalefet sadece kufe,basra ve mısır gibi şehirlerde değil medine de mevcuttu.Bu etken de, osmana karşı muhalefetin başlamasını, osmanın kendi icralarından kaynaklandığını doğrulamaktadır.
5. Osman kendisine olan muhalefetin arttığını sezince vilayetlerdeki durumu öğrenmiş için müfettişler göndermiş ve ammar bin yasir hariç müfettişler olumlu görüş bildirmişler.Yine dedikodular devam edince osman bu sefer tayin ettiği valileri medineye çağırarak toplantı yapmış ve yine bu rda osmanın kendi valileri endişenelecek bir durum olmadığını bildirmişlerdir. Peygamber efendimizin ammar bin yasiri övdüğünü nakleden sunni kaynakları yok sayarak (!), ammar bin yasirin birilerinin var olduğunu iddia ettiği sebecilere uyduğunu (!) varsayalım. Peki, bu osmanın diğer bütün müfettişleri , ammar bin yasiri sebecilerin kandırdığını osmana bildirmemişler midir ?! Müfettişler böyle bir durumdan bahsetmediği gibi , osmanın kendi valileri de endişe edilecek bir durumun olmadığını söylemişlerdir. Müfettişler sebe denilen şahsı fark etmemişler ise , böyle bir şahıs ortalıkta geziyorsa bu şahsa dair herhangi bir haber almamaları mümkün değil de, hadi diyelim fark etmemiş olsunlar, peki ortalıkta gezen bu şahıstan osmanın valilerinin nasıl haberi olmamıştır?! Daha önce de belirttiğim gibi bu şahıs, ne kadar da kimliği gizlese yaydığı fikirlerin ortak özelliği osmana muhalefeti başlatmak veya artırmak değil midir ? Yani böyle bir şahıs kendini belli etmese bile, bu müfettişler ve osmanın valileri osmana karşı piyasada bazı muhalifelerin dilinde dolaşan , bu muhalif ve kışkırtıcı fikirlerin farkında olmamaları mümkün değildir. Yine de osmanın valilerinin endişe edilecek bir durumun olmadığını söylemelerinin sebebi, kendi makamlarını korumak içindir.Bunun böyle olduğu da aşıkardır.Yine mısırdan medineye, osmanın mısır valisini şikayet için gelen heyete osmanın kendi bazı uygulamalarının hatalı olduğunu kabul ettiğini söylemesi de kendisine olan muhalefetin nasıl başladığını gözler önüne sermektedir.
6. Medineye tekrar geri dönüp osmanın evini kuşatan muhalifler, geri dönüş sebebi olarak osmanın eski mısır valisine yazılan ve liderlerinin öldürülmesini emrettiğine dair mektubu ele geçirmiş olduklarını söylemişlerdir.Osmanın kendisi böyle bir mektup yazmasa bile, sonuçta valilerine daha önce muhalif liderlerinin öldürülmesi emrini sözlü olarak vermişti.Ayrıca, bu mektubu osmanın bilgisi dışında mervanın yazdığına dair rivayetler olduğu belirtilmiştir.Osman muhasara altında iken bu grubların da şikayetlerini dinliyor ve hz Alinin tavsiyesi üzerine osman yine uygulamalarının hatalı olduğunu kabulleniyor ve bundan sonra Allahın kitabı ve Peygamberin sünnetine uyacağına dair de söz veriyor.Görüldüğü gibi osman burda da muhaliflerin ortaya çıkmasına sebep olan hatalarını kabul etmektedir. Bu aşamada osman medinede sukuneti sağlamışken, mervan bu duruma karşı çıkıyor ve osmandan izin alarak bir konuşma yapıyor ve ortalık yeniden karışıyor.Mervanın bu osmanın bu konuşmasından rahatsız olmasının sebebi, Peygamberin uygulamasına bağlı kalacağına dair söz vermesidir.Çünkü osmanın Peygamberin uygulamasına bağlı kalması demek, Peygamberin kendi zamanında medineden Taife sürgün ettiği babası hakemi medineye tekrar getiren osmanın, bu sefer hakemi tekrar sürgün yeri Taife göndermesi demekti.Ayrıca osmanın Peygamberin uygulamalarına bağlı kalacağına dair söz vermesi de samimi değildir çünkü mervanın sukuneti bozacak konuşmasına izzin vermiştir. Sukunet sağlanmışken mervanın bu konuşmasına sinirlenen hz Ali, ümmü habibe ve diğerleri kenara çekilmişlerdir.Türkiye Diyanet Vakıf sadece hz Ali ve ümmü habibenin kenara çekildiklerini belirtmiştir.Bu komiktir.Çünkü osmanın ve mervanın bu hareketlerinden dolayı sinirlenerek kenara çekilen sadece hz. Ali ve ümmü habibe değildi . Yanlarında sahabelerin ileri gelenlerinden de insanlar vardı.Konu bu olmadığı için buraya girmeye gerek yoktur. Osmanı muhasara altında alan bu grublar, önemli sahabelerin kenara çekişilini fırsat olarak görürler ve osmanın evine girerek onu öldürürler.Burda olaya daha da fazla ışık tutacak mesele mervanın osmanın ağzıyla muhalifelere mektup yazdığı rivayetidir.Bu rivayetin doğru olduğunu kanıtlayan delil ise, osman medinede sukuneti sağlamışken, mervanın buna karşı çıkarak sukuneti bozması ve hem hz Ali ile yanındakileri hem de isyancıları daha fazla kızdırmasıdır.Bu durumda muhalifelere yazılan mektupları sebenin yazdığına dair olan iddialarınız nerde kaldı ?!!! Yine bu durum bile tek başına sebe adlı şahsın hayal ürünü bir şahıs olduğunu kanıtlamaktadır.
7. Osman muhasara altında iken, Türkiye Diyanet Vakfının da belirttiği üzere osmanın öldürülebileceğini hiç düşünmeyen medineliler evlerine kapanıp mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamışlardır.Kaynaklarda verilen bilgiye dikkat edilirse Medinelilerin bu davranışları osmanın bir ara sukuneti sağlamasından sonra değil öncedir.Yani osmanın muhasara altına alındığı süreçtedir.Acaba medineliler gerçekten de hem de muhasara altından bulunan osmanın öldürebilceğini düşünememişler mi (?!) yoksa medineliler de osmanın kendisinin de kabul ettiği Kurana ve sünnete uymayan davranışlarından bıktıkları için osmanın güvenliği konusunda gevşek davranıp oralı mı olmamışlardır ?! Demekki osmana muhalefet sadece vilayetlerde değil, daha önce de belirttiğim gibi medine halkı içinde de mevcuttu.Çünkü osman Peygamberin övdüğü ebu zer, ammar bin yasir ve abdullah ibn mesud gibi önemli sahabeleri cezalandırmıştı.Bu duruma medine halkının bazı ileri gelenleri de tepki göstermişlerdi. Hatta yine kaynaklarda geçen bilgiye göre ayşe bile, hilafetinin son dönemlerinde osmanı çeşitli vesilelerle tenkit etmiş halifenin şehri terk etmemesi ricasına rağmen isyan başladıktan sonra hac için mekkeye gitmiştir. Osmanın muhasara altındayken ayşeye medineyi terk etme diye ricada bulunmasının sebebi, isyancılar için caydırı olabileceğini düşünmesidir.Fakat bu isyan zamanından önce osmanın aleyhine konuşmaları bulunan ve isyancıların medine bulunmasına rağmen ayşenin medineyi terk etmesinin tesadüf olması inandırıcı değildir.Ayşenin osman aleyhine olan konuşmalarını yine sunni deliller üzerinden başka bir başlıkta paylaşmıştım. Seyf ibn ömer, ünlü sahabeleri sebe yönlendiriyor iddiasını ayşe için de yapmış mıdır acaba ?!!! Ayrıca ayşenin osmanın ölümüne göz yummasını sadece bugünkü bazı tarihçiler değil, osmanın ölüm haberi yayıldığında o günler bile bunda ayşeyi sorumlu tutan sahabeler olmuştur.Tabi ayşe haliyle bu iddiaları reddedecektir. Tarihi araştırmalarını aklın ve mantığın ölçüsünde analiz eden rasyonel bir araştırmacı diyebilirmi ki (!) , ayşe bu iddiaları reddettiğine göre osmanın ölümüne göz yummamıştır. Ayşenin osmanı neden istemediğinin hususu da yine sunni deliller üzerinden ispatlanan başka bir durumdur.Aynı şekilde osman kuşatma altında bulunurken talha ve zubeyr bin avvam ne yapıyorlardı !? Acaba talha ve zubeyr bin avvamın da isyanclar karşısında susup osmanı yanlız bırakmaları da mı sebenin fikriydi (?!) yoksa talha ve zubeyr b. avvamın osmanın makamında gözleri mi vardı ?!
8. Hz Ali, kendisine biata yanaşmadıkları için osman tarafından tayin edilen valililerin bir kısmını değiştirme kararı almış, bunu öğrenen talha b. ubeydullah basra, zubeyr b. avvam da kufe valiliğini istemiş ancak onların bu isteği kabul edilmemişti. Seyf ibn ömer, hz Aliye biata yanaşmayan osman tarafından tayin edilen bazı valileri hz Aliye kışkırtanın sebe olduğunu da iddia etmiş midir?! Ama bunu iddia etmez çünkü , mesele hz Ali olunca, seyf ibn ömere göre ilgili valileri birinin kışkırtmasına gerek yoktur zaten bu valilerin hz Aliye karşı bu davranışları doğrudur !!! Ayrıca talha ve zubeyr b. avvam istedikleri valiliklere kavuşamayınca mekkeye giderek ayşenin safına katıldıkları bellidir.Mekkede osmanın kanını talep etmek için ayşe,talha ve zubeyr b. avvam önderliğinde oluşan bu topluluk medineye giderek isyancılara karşı çıkmak yerine osmanın basra valisi abdullah b. amirin ısrarı üzerine basraya gitmeye karar veriyorlar ! Öncelikle burda dikkat çeken husus, ayşenin önderliğinde toplanan insanların önce medineye giderek olayın tam olarak nasıl geliştiğini hz Aliden dinlemeleri ve isyana katılan önemli isimlerin kim olduklarını öğrenmeye çalışmaları gerekirken, basra valisi abdullah b. amirin ısrarı üzerine basraya yönelmişlerdir.Görülüyorki ayşe,talha ve zubeyr b. avvam için abdullah b. amir, hz Aliye göre daha üstün konumdadır.Burda kilit noktayı oynayan en husus ise, ayşenin önderliğinde toplanan bu grublar, daha mekkeden basraya yol alırken, hz Aliye karşı savaşmayı niyetlerine koyup savaşı kazanmaları esnasında halifenin kim olacağının hesabını yapmaya başlamaları ve aynı zamanda talha ve zubeyr b. avvamın basra önlerine geldiklerinde kendilerine elçi gönderen hz Alinin basra valisine , kendilerinin hz Aliye zorla biat ettirildiklerini söylemeleri ve yine basra taraftarlarından müşterek biat almaları da onların esas amaçlarının , osmanın kanını talep etmek değil, anlaşıldığı gibi hilafetini istemedikleri hz Aliyi devirmek için osmanın öldürülmesi bahanesiyle fırsat ortamları yaratmak olduğunu göstermektedir.Zira , hz Alinin hilafetiyle ilgili bir sıkıntıları olmasaydı ve gerçekten esas niyetleri osmanın intikam almak olsaydı öncelikle mekkeden alalacele basaraya değil önce medineye gidip hz Alinin bu meseleler hakkındaki konuşmasını dinlerlerdi.yine bu deliller de gösteriyorki cemel savaşının çıkmasının sebebi, ebubekir zamanında hz Alinin hilafetini istemeyenlerin, osmandan sonra da hz Alinin hilafetini istemeyişleridir.Daha sonra birileri bu durumu ört bas etmek için , kafalarındaki kendi emellerine uygun bir şekilde kurdukları senaryoları inandırıcı kılabilmek için bir hayal ürünü kahraman yaratmışlardır.
9. Ayşe basra önlerine geldiğinde Peygamberin sözünü hatırlayarak hatasını anlayıp geri dönmek istediğinde abdullah bin zubeyr ile zubeyr b. avvamin ayşeyi yola devam etmeye yani basrada hz Aliye karşı örgütlenmeye ikna etmişlerdir.Sonuçta onların bu davranışları da savaşa davetiye çıkarmaktır.Seyf ibn ömer, abdullah ibn zubeyr ve zubeyr bin avvami da sebe yönlendiriyor demiş midir ?! Yoksa hayal ettiği sebeye rol yüklerken burda bir kılıf uyduramamış mıdır ?!
10. Yine, dikkat edilirse hz Ali, cemal savaşının başlamaması için elinden geleni yapmıştır.Hz Ali bu savaşın başlamaması için elinden geleni yaparken, taraftalarından kendisine karşı çıkan olmuş mudur?! Hayır... Eğer hz Ali sukuneti sağlıyor diye, kendi tarafından bu duruma karşı çıkanlar olsaydı, hz Ali tarafındaki insanları sebe yönlendiriyor iddiasını sürdürenler bir dayanak bulmuş olurdu. Sonuçta iddia sahiplerine göre, yaşadığını iddia ettikleri sebenin amacı, osmana karşı insanlar örgütleyip onun ölümüne yol açarak, cemel savaşının çıkmasına sebebiyet vermek değil miydi ?! Yani iddiaya göre sebebin ilk amacının hz Ali tarafındakileri yönlendirmesi lazımdır.Diğer taraftakiler zaten osman taraftarlığını yapmaktadır.Bu iddia sahipleri böyle bir dayanak bulamadıkları gibi cemel savaşını başlatan grub ayşe, talha ve zubeyr b. avvamın tarafı olmuştur. Sonuçta abdullah b. zubeyr , babasını korkaklıkla suçlamıştır. Aynı şekilde abdullah b. zubeyre onun tarafında olanlar da destek veriyorduki, babasını böyle bir şeyle suçlama cesaretini buluyordu. Bu durumda, seyf ibn ömerin yaşadığını söylediği sebenin hz Ali tarafındakileri değil, ayşe, talha ve zubeyr b. avvam tarafındakileri yönlendirdiğini söylemesi gerekir. Seyf ibn ömer ve onun iddiasını doğru bulanlar, taraflar arasında anlaşma sağlanıyorken, birden bire abdullah ibn zubeyri ve onu destekleyenleri de sebenin yönlendirdiğini iddia etmişler midir ?!!! Hatta o anlar anlaşma sağlanması durumunda kendilerinin cezalandırılacağını düşünen osmanın katline iştirak edenlerin savaşı başlattığına dair de rivayetler vardır veya abdullah ibn zubeyrin babasına karşı böyle bir harekette bulunmasına destek verenler de belki en azından belki bu kişilerdi. Şimdi bu rivayet irdelendiğinde, birilerinin osmanın ölümüne sebeb olan ve sukunet sağlandığında kendilerinin cezalandırıldığını düşünen bu kişileri sebenin yönlendirdiği iddiası tamamen boş bir iddiadır.Çünkü ; hem yukardaki ve hem de burda açıklamadığım bir çok sunni kaynak, osmana olan muhalefetin başlamasına sebe gibi bir şahsın değil, osmanın yanlış yönetim uygulamalarından kaynaklandığını ortaya koymaktadır.Hatta osmanın kendisine muhalefet doğruracak yönetimdeki yanlış uygulamalarından bir çok örnek sahih kaynaklarda sabittir.Tüm bu delillerden anlaşılıyorki, seyf. ibn ömer, hem osmanı ve osmanın ölürülmesinden sonra cemel savaşının çıkmasına sebebiyet veren ayşe ,talha ve zubeyr b. avvamı aklamak için senaryolar yazmıştır.Bu senaryoları da inandırıcı kılıp topluma kabul ettirebilmek içinde bir somutlaştırma taktiği uygulamıştır.Bu taktik seyf ibn ömerin sadece bu konularda uyguladığı taktik değildir.Yan seyf ibn ömerin anlattığı bazı tarihsel olayların kahramanları yeryüzüne ayak bile basmamıştır.Aslında bu durumu bazı uzmanlar bir çeşit hastalık olarak tanımlamaktadır.Mesela; dünyada bazı insanlar yanlış fikirlerini topluma daha rahat empoze etmek hayaliyle, işte falanca da şöyle demişti, falanca da böyle demişti diyerek örnekleme yapma ihtiyacı hissederler.Halbukise, o falancalar diye nitelendirdiği insanlar, dünyada yoktur.Sadece kendi yanlış fikirlerini gerçek gibi göstermek pahasına bu yola başvururlar.Yani seyf ibn ömer gibi insanlar hala hayatta vardır. Seyf ibn ömerden farkları ise, onun kadar hayal dünyalarınıın geniş olmamasıdır.Bu psikolojik sorunları olan insanların ortaya attıkları yalanların ortaya çıkarılması için Allah cc. her zaman bir ipucu ve açık kapı bırakmıştır.Tabi, gerçeği bulmak isteyene... Peki, hayalci insanlara inananlara ne diyelim ?!
Bu masal, yüzyıllar boyunca söylenmiş durmuştur; hâlâ da söyleyenler, uykusu gelenleri uyutanlar var. Abdullah b. Sebâ Yemen Yahudilerindenmiş. Müslüman olmuş, fakat Musevi iken Yûşa' hakkındaki kanaatini İslâm'da Alî'ye tatbik etmiş. Her Peygamberin bir vasıysı olduğu, Hz. Muhammed'in vasıysinin de Alî bulunduğu fikrini ortaya atmış. Hz. Peygamber'in son zamanlardaki tekrar dünyaya geleceği inancı da bu adamın icadıymış. İbnu Emet'is-Sevdâ, yâni Kara Halayığın oğlu diye anılan bu zatın, Kûfe, Basra, Şam ve Mısır illerini dolaşıp düşüncesini yaydığı, Ebû-Zerr, Ammâr, Ebû-Bekr'in oğlu Muhammed, Ebû-Huzeyfe'nin oğlu Muhammed, Üdays oğlu Abdürrahman, Sûhân oğlu Sa'saa gibi kadirleri yüce ashâbı, Mâlik'ül-Eşter gibi büyük tâbiîleri kandırdığı, onları da kendi düşüncelerine yardımcı yaptığı, sonunda III. Halife aleyhindeki ayaklanmayı başarıp onun öldürtülmesini sağladığı söylenegelmiştir. Hz. Alî'ye bey'atten sonra Talha ve Zübeyr'in, Ümm'ül-Mü'minin Âişe'yi de kendilerine uydurup Basra'ya gitmelerinden ve Küçük Cemel olayından sonra iki taraf uzlaşmışken Abdullah, kendine uyanları kışkırtmış, iki tarafa geçen Sebeîler, geceleyin birden saldırmışlar, böylece de Cemel savaşı olmuş. Hattâ Ebû-Zerr, servetin biriktirilmemesi hususunda bile bu adama uymuş; Şam'da Muâviye'yle arası bu yüzden açılmış. Abdullah b. Seba da bu fikri Mezdekîlerden almış. İbni Sebâ, hulûl inancını da yaymış. Ona nazaran Alî, Allahın mazharıymış, bu yüzden İbni Sebâ'ya inananlar, onun peygamber, Alî'nin de Allah olduğunu kabul etmişler. Hz. Alî, bir rivâyette onu, yetmiş kişiyle yaktırmış, bir rivâyette de Medâin'e sürdürmüş. İlk Gaalî, yâni Alî hakkında aşırı inanç sahibi fırka, ondan türemiş (Ebî-Muhammed'il-Hasan b. Mûsâ'n-Nevbahtî: Fırk'uş-Şîa; Muhammed Sâdık Âlu Bahr'il-Ulûm'un hâşiyeleriyle; Necef-Haydariyye Mat. 1355 H.1936, s.22-23; Hâc Abdullah'ul-Mamkaanî: Tenkıyh'ul-makaal fî Ahvâl'ir-Ricâl, Necef-1349, II, s.183-184). Ne gariptir ki Ebû-Zerr sürülürken, Abdullah b. Mes'ûd ve Ammâr dövülürken, III. Halife'nin aleyhinde bulunanlar, her yerde felâketlere uğrarken bu adama hiç kimse dokunamıyor; hiçbir yerde tâkıybe uğramıyor ve Cemel savaşından sonra bu adam, tarih sahnesinden çekili veriyor!
Abdullah ibn sebeye nispet edilen görüşlerin varlığı da , sebeyi fırkası olarak adlandırılan bu inanışın şiilik ile hiç bir alakası olmadığını da ortaya koymaktadır.
İşte diğer bir çok uydurma masal gibi Abdullah b. Saba olayının da uydurulmasında baş aktör olan Seyf b. Ömer, Sünni camiada bile rical ilminde önde gelen alimler tarafından bu şekilde taz'if edilmektedir. Dolayısıyla onun rivayetlerinin hiç bir değeri olamaz. Ama maalesef bütün bu açık gerçeklere rağmen Abdullah b. Saba masalı hakkında yazılan bu tarihi eser kırk yılı aşkın bir zamandır bütün İslam aleminde defalarca yayınlanmasına rağmen (ki Türkçe'ye de büyük bilim adamı Merhum Profesör Abdülbaki Gölpınarlı tarafından kısaltılarak tercüme edilmiş ve 1974 yılından beri defalarca yayınlanmıştır), henüz bir kısım gafil veya garez sahibi kimseler bu rivayetleri sakız gibi ağızlarında dolaştırmaktadırlar.
Abdullah telkinlerine şöyle başlamıştır: ?İnsanların, Îsâ?nın döneceğine inandıkları halde Muhammed?in döneceğini kabul etmemeleri şaşılacak şeydir. Halbuki Allah, ?Ey Muhammed! Kur?an?a uymayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere (meâd) döndürecektir? (el-Kasas 28/85) buyurmaktadır. Binaenaleyh dünyaya yeniden dönmeye Muhammed Îsâ?dan daha lâyıktır.? Genel kabul görmüş şii itikadında böyle bir inanış sözkonusu değildir.
Daha sonra Abdullah, her peygamberin bir vasîsinin olduğunu, Hz. Peygamber?in vasîsinin de Ali olduğunu telkin etmeye başlamış, ardından da şu fikirlerini yaymaya çalışmıştır: ?Resûlullah?ın hilâfet hakkındaki vasiyetini çiğneyerek başa geçenler (Ebû Bekir ve Ömer) en büyük zulmü işlemişlerdir. Osman da aynı durumdadır. Bu inanış ise şii itikadının temelini oluşturur.Fakat, bu inanışın doğruluğunu sunni kaynaklarla ispatlamak mümkündür.Bu inanışı böyle bir şahsiyetin ortaya çıkardığını kabul edenler,kendi bazı sunni alimlerini de bu şahsiyetin yönlendirdiğini kabul etmek zorundadırlar.
Sebeye nispet edilen bir diğer görüşe göre de , ?Hz. Ali ölmemiştir. O kıyametten önce dönüp asâsıyla Araplar?ı yola getirecek ve dünyayı adaletle dolduracaktır. Şii itikadından böyle bir şey sözkonusu değildir.Şiiler,hz Alinin evladından olan 12. İmam Mehdi as mın zuhur edeceğine inanmaktadırlar.
Taberî, Cemel Vak?ası?nı anlatırken, Seyf b. Ömer?den naklen Abdullah b. Sebe ile ilgili ayrıntılı bilgiler verir (bk. Târîḫ, I, 3163-3165). Buna göre, Abdullah ve daha sonra her biri Hâricîler?in ileri gelenlerini teşkil edecek olan İlbâ b. Heysem, Adî b. Hâtim, Sâlim b. Sa?lebe el-Absî, Şüreyh b. Evfâ ve diğerleri, Cemel Vak?ası?ndan bir gün önce tarafların anlaşmaya varacaklarını farkedince, hemen gizli bir toplantı düzenlemiş ve iki taraf arasında barış yapılırsa bunun kendileri için ölüm demek olacağını ileri sürerek, her ne suretle olursa olsun, ertesi gün savaşın başlatılması hususunda karar almışlardır. Bu işte de en büyük rolü Abdullah b. Sebe oynamıştır. Taberî?de Abdullah b. Sebe için Seyf b. Ömer?den naklen verilen bilgiler bu kadardır. Bu rivayet, sonraki tarihçiler ve mezhepler tarihi yazarlarınca hemen hemen aynı ifadelerle nakledilmiştir. Dikkat edilirse; haricilr ile abdullah ibn sebenin cemel savaşınn başlatılması için işbirliği yaptığından söz edilmektedir.Oysaki sebeye nispet edilen din anlayışı ile haricilerin din anlayışları taban tabana zıttır.Çünkü hariciler ebubekir ve ömerin hilafetinin tamamını, osmanın hilafetinin ilk altı yılını, hz Alinin hilafetinin ise tahkime kadar olan kısmını meşru kabul ederler.Sonuçta hariciler ebubekir ve ömeri, hz Aliden üstün görmektedirler.Sebe diye adlandırdıkları şahıs ise hz Alinin ilk imam olduğunu fikrini ortaya atmış ve hatta hz aliyi ilahlaştırma derecesine kadar yükseltmiştir.Ebubekir ve ömeri de hz Alinin hakkını gasp edenler olarak görmüştür.İmamet anlayışları birbirine zıt olan insanların işbirliği yapmaları da mümkün olamayacağı için cemel savaşını çıkartanların bu grubların olmaları mümkün değildir.Bazı sahabeleri aklamak uğruna bir günah keçisi seçmişlerdir.
Bu iddiayı ileri sürenler her şeyden önce farkında olmadan Sahabe hakkındaki kendi görüşlerini çürütmektedirler. Zira onlar sahabenin tümden adil olduklarına inanıp neredeyse hiç bir hata ve yanlışta bulunmadıklarında son derece ısrarlı davranıyor ve onları eleştirenlere en ağır ithamlarda bulunmaktan çekinmiyorlar. Evet "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz" rivayetini nakleden de yine onlar. Sahabî ismini taşıyanların hepsi istisnasız böyle bir özelliğe sahiplerse ve her biri birer hidayet yıldızı iseler, nasıl oluyor da hepsi birden, bir Yahudi dönmesinin oyununa geliyorlar?! Öyle ki onları birbirine düşürüp binlerce insanın katline yol açan kanlı savaşlara sürükleyebiliyor?! Diyelim ki bir defalığına böyle bir oyuna gelip bir yanlışı yaptıklarını doğal karşıladık, acaba sonraki olaylarda neden akıllarını başlarına toplayıp önceki yanlıştan ders alarak bu oyunları bozmadılar?!
Keşşi itiraf etmiş!
El keşşi , rical isimli kitabında bazı ehli ilmin şöyle söylediklerini naklediyor : Abdullah inb sbe yahudi idi müslüman oldu. Hz Aliye tabi oldu. ( Yahudi iken taşkınlıkta bulunurdu ve Yuşa bin Nun Musa as.'mın vasisiydi diyordu.) Resurullahın vefatınndan sonra da hz Ali hakkında da aynısını söyledi.İlk önce açıkca hz Alinin imamlığının farz olduğunu söyledi ve kendilerine karşı gelenleri kafirlikle itham etti.Bunun için şiaya muhalife olanlar diyorki : Rafiziliğin temel inançları yahudilikten gelmiştir.
Böyle bir yazı kaleme alan şahsa sormak lazımdır. Keşşi neyi itiraf etmiştir ?! Birincisi Keşşi bu iddada bulunanların neden böyle bir iddia bulunduklarını onların kendi bazı kaynaklarından almıştır.Ayrıca Keşşi bu iddia sahiplerine de ehli ilim diye hitap etmemiştir.Bu yazıyı kaleme alan şahıs, gerçeğin üstünü kapatmak için çok bocalıyor ve başarılı olduğunu zannediyor.Dikkat edildiyse Keşşi, şiaya muhalif olanların yukarda saydığı bazı nedenlerden dolayı rafiziliği yahudi birisinin kurduğunu iddia ettiklerini söylemiştir. Öncelikle şunu söyleyelimki Keşşi, Yuşa bin Nunun Musa as.'mın vasisi olduğunu ve hz Alinin imamiyetiniin farz olduğunu da bilmektedir.Bunu sunni kaynaklarla da kanıtlamak mümkündür.
- Selman-ı Farisi, Resulullah (saa)'a: ?Senin vasin kimdir?? diye sordu. Resulullah (saa) ona şöyle buyurdu: ?Ey Selman, kardeşim Musa'nın vasisi kimdi?? Selman dedi ki: ?Yuşa bin Nun idi.? O zaman Resulullah (saa) şöyle buyurdu:"Vasim, varisim, borcumu ödeyen ve vadettiklerimi yerine getiren Ali bin Ebi Talib?dir"
(Ahmet bin Hanbel ?Fedail?us Sahabe? c.2, s.615, Hadis No: 1052 / Tabari "Zehair'ul Ukba" s.71 ve "Riyad'ul Nadara" c.3, s.138 /Menkıb-ı Ahmet bin Hanbel c.1, Hadis no: 172 /Müttaki el-Hindi "Muntahab'ul Kenz" c.5, s.32 ve "Kenz'ul Ummal"c.6, s.156 /İbni Hacer Askalani ?Tehzib et-Tehzip? c.3, s.106 /Künci eş-Şafii "Kifayet üt-Talip" s.293 /Heysemi "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.113 /İbn-i Teymiyye "Minhac'üs Sünnet" c.3, s.6)
- Hz.Ali'den naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: "Allahu Teala her peygambere bir Vasi kıldı: Şit'i Adem'in vasisi kıldı, Yuşa'yı Musa'nın vasisi kıldı, Şem'un'u İsa'nın vasisi kıldı, benim vasim de Ali'dir. Benim vasim, vasilerin en hayırlısıdır, ben davet edici, Ali de aydınlatıcıdır."
(Seyyid Muhammed Salih et-Tirmizi "el-Kevkeb üd-Dürri" s.118 /Seyyid Ali bin Şehabettin eş-Şafii el-Hamadani ?Meveddet?ül Kurba? s.48 Lahur Bas.)
- Abdullah bin Ömer dediki:''Selmanı Farisi yanımızdan geçiyordu.Aramızdan biri ona dediki:Şu gelene sorsanız,Peygamberden sonra aramızda olan,ebubekir ve ömerden daha faziletli olan insanın kim olduğunu sizlere bildirirdi.Hazır olanlar Selmana sordular.Selman bize dediki:''İsteseydim,sizlere Peygamberden sonra ümmetin ve aranızda oturan ebubekir ve ömerden daha faziletli olan adamın kim olduğunu bildiririrdim.
Selman yoluna devam edince arkasından gelip ona dediler ki:''Ey ebu abdullah,o adamın kim olduğunu bize söyleseydin.''Bunun üzerine selamn şöyle buyurdu:Resurullaha hastalığı şiddetli olduğu vakitte,yanına geçip ona sordumki:''ey Resurullah vasiyet ettin mi?
Resurullah bana buyurduki:''Ey selman,vasi olanların kim olduğunu biliyormusun?Ben de dedimki:''Allah ve Resurlu daha iyi bilirler.''
Bunun üzerine Resurullah şöyle buyurdu:''Ademin vasisi şitti,nitekim kendisi Ademden sonra en faziletli olan idi.Nuhun vasisi Sam idi.Nuhtan sonra da geri kalanların en faziletlisi Sam idi.Musanın vasisi Yuşa idi.Yuşa,Musanın terk ettiklerinin en fazilietlisidir.İsanın vasisi ise Şemun bin Ferhiya idi.Şemun İsanın terk ettiklerinin en faziletlisi idi.Ben de Aliyi vasi kıldım ve kendisi terk ettiklerimin en faziletlisidir.''(Tırmizi,Menakıbı Murdaviyye sf.118 veya 128 / Tırmizi,el Kevkeb ed-Dürri sf.133)
Hz Musa dağda 40 gün boyunca kalmıştı.Yerine kavmi sapıtmasın diye kardeşi Hz Harunu bırakmıştı.Peygamber efendimiz de Tebuk seferine giderken,yerine hz Aliyi bırakarak senin bana konumun harunun musaya olan konumu gibidir demiştir.Hz Musa kuranı kerimde Yarabbim ailemden bana bir yardımcı kıl (aslında bu kelime halifem kıl şeklindedir.Arapça lügattan ilgili ayetteki kelimenin yardımcıdan ziyade halife kelimesine karşılık geldiği görülür.) ve sonraki ayette kardeşim hz Harunu demektedir.Hz Ali de Peygamber efendimizin ehlibeytindendir ve aynı zamanda kardeşi konumundadır.Peygamberlerin vasileri yani halifeleri zaten onları yardımcıları sayılırlar.Tarihte bütün Peygamberlerin yardımcıları,kendisinden sonra da vasisi olmuşlardır.Hz Harun, hz Musadan önce vefat ettiğinden dolayı hz Yuşa,Hz Musanın yardımcısı olmuştur.Yani hz Harun da hz Yuşa da,Hz Musanın yardımcısı idiler.Hz Musa vefa ettikten sonra hz Yuşa,Hz Musanın vasisi konumunda görevine devam etmiştir.Bütün akil,nakil ve mantıki durumlar Peygamberler hayatta iken,yardımcısı olan insanların,Peygamberin vefatından sonra görevinin devam ettiğini kabul ederler.Çünkü,Peygamberlerin yardımcısı konumunda olan insanlar,Peygamber hayatta iken,kendisi dışında nasıl en üstün ve en hayırlı olan insanlarsa,aynı zamanda Peygamber vefat ettikten sonra da, en üstün ve en hayırlı insan konumunda olmaya devam ederler.Nitekim Hz Yuşa da,Hz Musadan sonra görevine devam etmişti.Peygamber efendimiz en başta verdiğim hadisde harunun musaya konumundan bahsediyor.Nitekim hz Musa ile Hz. Harun arasındaki bağlantıya baktığımızda,Hz. Harun hayatta iken,Hz Musanın dışında en üstün ve en hayırlı insandı.Sonuçta aralarında böyle bir bağlantı vardı.Peygamber efendimiz bu benzetmeyi yaptığına göre hz Ali de,Peygamber efendimiz hayatta iken,onun dışında en üstün ve en hayırlı insan konumuna gelmektedir.Kaldıki,Peygamber efendimizin hz Aliye senin bana konumun Harunun musaya konumu gibidir dedikten hemen sonra 'fakat benden sonra Peygamberlik yoktur' diyerek sözüne devam etmesi,kendisinden sonra da hz Aliyi en üstün ve en hayırlı insan olarak gördüğüne de kanıttır.Cuveyni bu duruma karşı çıkarak, Hz. Harun hz Musadan önce vefat etti dolayısıyla bu durum hz Alinin görevinin Peygamberden sonra devam etmediğine kanıttır demiştir.Cuveyninin bu iddiası tamamen gerçek dışıdır.Cüveyni gibi alimler,dikkat edilirse hz Harun vefat edince,Hz Yuşanın Hz Musanın yardımcısı seçildiğinden bahsetmezler.Nitekim hz Yuşa,hz Musadan sonra da görevine etmiştir.Bu durum cuveyninin, sözkonusu hadisin devamında 'fakat benden sonra Peygamberlik yoktur ' ifadesini de göz ardı ederek böyle bir yargıya varması da,bilerek veya bilmeyerek gerçeğin üstünü kapatmaya çalıştığını gösterir.Cuveyni gibi alimlere şu soruyu sormak yerinde olacaktır:Musa Peygamberden önce yardımcısı olan Hz Harun vefat ettikten sonra,hz Musa vefat edene kadar yardımcısız mı kalmıştır?Hz Yuşa, hz harunun görevini devralmıştır.Hz Musaya yardımcı olan, yani onun dışında en üstün insan olan hz Yuşanın görevi doğal olarak hz Musadan sonra da devam etmiştir.(Haşa) hz Musa vefat edince de,hz Yuşanın görevine bitmiştir derseniz,O zaman Hz Musadan sonra kim vasi,halifesi olmuştur?Elbette,hz Yuşa,Hz Musadan sonra da görevine devam etmiştir.Hz Musadan önceki Peygamberlerin de kendisinden sonra vasileri vardı.Allah Teala Peygamberlerin vefatından sonra toplumun başını boş bırakmamıştır.Peygamber vefat ettikten sonra Allah cc dinini kimler koruyacaktır?Halkın seçtikleri mi,yoksa Allah Tealanın tayin ettiği vasiler mi? Tüm bu durumlar ışığında cüveyni gibi alimlerin iddiaları rahatlıkla çürütülmektedir. Konuya dönecek olursak, yuşa bin nunun hz Musanın vasisi olduğunu Peygamber efendimiz hayatta iken söylemiştir ki ,bunca sahih sunni kaynakta yer almıştır. Böyle bir durumu sebe dedikleri kişinin çıkardığını iddia etmek Peygambere iftira atmak demektir.Peygambere iftira atan ise Allaha cc. iftira atmış sayılır.Hz. Alinin imamiyetinin farz olduğuna dair bir çok sunni delil vardır ki , ben onları ayrı bir başlık altında paylaştığımdan dolayı burda paylaşma gereği duymuyorum.
Yine, Keşşi rical kitabında sf. 75' de , ebu hamza es sumaliden şöyle nakletmiştir : Ali bin Hüseyin dediki, Allah cc bizim adımıza yalan konuşanlara lanet etsin.Ben Abdullah bin sebeyi hatırladım.Bedenimde ki tüyler diken diken oldu.O, kendisine ait olmayan büyük bir şey iddia etmişti.Allah ona lanet etsin. Allaha andolsun ki , Ali as. Allah Resulune kardeş olmuş bir kimseydi.O , Allah yanında keramete sahip, Allah ve Resulune itaat etmekle çalışmıştı.Allah Resulude, Allah yanında Allah Resulu de, keramete sahip olmak için ona itaat etmekle çalışmıştı.
Bu rivayetin uydurma olduğu bellidir. Birincisi Ali bin Hüseyin, sebeyi hatırladım derken fiilen görmüş müdür yoksa gerek kendi zamanında daha öncekilerden aldığı duyumlar üzerine mi hatırladım demiştir ?
Eğer hatırladım kelimesinden kasıt fiilen görme manasında ise böyle bir şey mümkün olamaz.Çünkü, iddialara göre osman sebeyi fiilen görmeyecek ve ondan hiç bahsetmeyecek ve osmandan sonra hz Ali sebeyi görecek ve onu sürgün edecek veya bir ceza verecek, hz Aliden sonraki süreçlerde hz Hasan ve hz Hüseyin sebeyi fiilen görmedikleri gibi sebeden de bahsetmeyecekler ama hz Hüseyinden sonraki imam Ali bin Hüseyin sebeyi fiilen görecek !!! Ali bin Hüseyinin sebeyi fiilen görme hususu doğru olsaydı Ali bin Hüseyinden önce hz Hüseyin ve hatta hz Hasanın da sebeyi fiilen görmesi ve en azından sebeden bahsetmeleri gerekirdi.
Eğer hatırladım kelimesinden kasıt birilerinden duyma manasında ise yine böyle bir durum sözkonusu olamaz.Çünkü Ali bin Hüseyin sebeyi kimlerden duyup da onu hatırladım diye bir cümle kullanıyor ?! Bilindiği gibi Keşşiye göre de Ali bin Hüseyin Ehlibeytten olduğu için masumdur ve ilim sahibidir.Makamı böyle olan bir insanın birilerinden duyduğu bir kişi hakkında böyle bir yorumda bulunması mümkün değildir. Yine Ali bin Hüseyin bunu kendinden önceki imam olan Hz Hüseyinden duydu ise, hz hüseyin kendi zamanında sebeden neden bahsetmemiş midir ?! Tüm bu durumlar gözönüne alındığında Ali bin Hüseyin adına yalan konuşulduğunu anlıyoruz.Peygamber adına bile yalan konuşanların Ali bin Hüseyin hakkında da yalan konuşmaları şaşırtıcı değildir. Böyle bir yaşasaydı hz. Hasan ve hz. Hüseyin de sebeden bahsederlerdi.
Nevbahti ise, firakuş şia kitabında diyorki : İlk şii fırkası hz Alinin fırkasıdır.Onlar Peygamber zamanında Ali şiası olarak isimlendirilirdi.Onlar Peygamberden osnra hz Aliye bağlılıkları ve onun imametine itikad etmeleri ile tanınmışlardır.Mikdad bin esved, selmanı farisi,ebu zer, ammar bin yasir. ve Ali şiasını seven diğer kimseler onlardandır.Bu ümmet içinde şia olarak isimlendirilen özellikle bu kimselerdir.Nevbahti diyorki : Masumluğuna, doğumunun pak olmasına,ilmineve adaletine göre İmam Ali imamete ve Peygamberin rehberlik makamına layık olmuştur.Peygamber gadri hum ve bir cok yerde onun hakkında nas belirtmiş. Ona adı ile nesebiyle,kendisi ile işaret etmiştir.Ümmeti onun imametine tabi etmiştir.Onu ümmet için önder olarak belirtmiştir.Onu ümmetin üzerine emirul mu'mın olarak tayin etmiştir.Onu cemaate veli tayin etmiştir.Cemaate bildirmiştirki, onun kendisine olan nispeti hz Harunun Hz. Musaya olan olan nispeti nispeti gibidir.Bir farkla ki ondan sonra peygamber yoktur.Görüldüğü gibi Nevbahti şia fırkasını , hak fırka olarak keydetmiştir ve kendisi de şia fırkasındandır. O bu kitapta şialıktan ayrılıp, sapık fırkaları da kaydetmiştir.O fırkalardan biri de sebeiyye fırkasıdır.Nevbahtinin firakuş şia adlı eserinde sf. 58' e baktığımızda bu konuda konuşanların getirdikleri delilin hiç bir senedi yoktur.Yani Nevbahtinin söylediği bu rivayet bir hikayedir.Senedi olmayan bir hikaye olduğu için de Müllif bunun için hiç bir sened sunmamıştır.Öncelikle şunu söyleyelimki Nevbahti tabiki de, böyle bir iddianın doğru olduğuna inandığından dolayı değil, bir kısım insanlar böyle inanıyor diyerek, onların iddiasını nakletmiştir.Nehbavti bu iddiaya inansa, şia fırkasını hak olarak göstermez ve kendisi de şialıktan çıkmış olurdu.Burda, Nevbati hz Alinin imametinin vacip olması fikrini meşhur eden sebedir şeklinde bir iddiaya yer veriyor. Şunu da belirtelimki, bir çok sunni kaynak incelendiğinde bile hz Alinin imametinin nass ile sabit olduğuna dair sunni deliller de mevcuttur.Bu fikrin dayanağı Kuran ve sahih hadislerdir.Dolayısıyla bu fikrin dayanağı olan nassı sebe diye iddia edilen şahıs dışında da ve hatta ebubekir zamanında da böyle bir nassın olduğuna inanan sahabeler vardı.Kaldıki, sebenin hayali bir şahsiyet olduğunu da kanıtlamıştık.Nevbahti yine bu iddialara yer verirken şöyle diyor : Sebe, Alinin düşmanlarından beraat izhar eden ilk kimsedir.Buna istinaden şianın muhalifleri demişler ki, reddetme fikri yahudilerden alınmadır. Görüldüğü gibi nevbati de Keşşi gibi şianın muhalifelerinin görüşlerine yer vermiştir. Aynı zamanda şunu da ekleyelim ki, hz Alinin düşmanlarından uzaklaşmak gerektiği konusunda Peygamber efendimizin sahih hadisleri bir çok sunni kaynakta da geçmektedir. Böyle bir iddiaya inananlar, acaba kendi sunni kaynaklarında yer alan bu bilgileri nakleden sunni alimleri de sebenin yönlendirdiğini söylüyorlar mı?!!!
Bazı şia alimleri sebenin varlığına inanmamış ve bazıları da inanmıştır.Öncelikle şunu belirteyim ki, sebenin varlığını kabul etmeyen şia alimleri hakkında değerlendirme yapmaya gerek duymuyorum.Çünkü zaten onlar doğru olanı düşünmüşlerdir.Sebenin varlığına inanan şia alimleri ise bu konuda kapsamlı bir araştırma yapmadan hem seyf ibn ömerden nakledilip piyasada gezen rivayetlere istinaden hem de yine seyf ibn ömerin piyasaya sürdüğü sözkonusu aslı olmayan rivayetleri sahiplenen başka ravilerden alarak , sebenin var olabileceğini düşünmüşlerdir.İsmini belirtmeye gerek duymadığım bu şia alimleri bu durumlardan dolayı hem sebenin var olabileceğine inanmışlar hem de onun melun olduğunu söylemişlerdir.Şimdi bazı şia alimlerinin, eserlerinde yer verdikleri sebeye yüklenen rollerden bahsedelim :
1. Hz. Alinin Peygamberin gerçek vasisi olduğuna inanmaktadır.
2. Hz Alinin imametinin nassa dayandığı fikrini ve aynı zamanda da hz Alinin düşmanlarından uzaklaşma fikrini yaymaya çalışan ilk insandır.
3. Ebubekire, ömere ve osmana kötü sözler söyleyen ve onlardan teberri eden ilk kişi olma özelliğini taşımaktadır.
4. Hz. Alinin ölmediğine inanmaktadır.
5. Hz Alinin peygamber olduğuna inanmaktadır.
6. Kendisinin Peygamber olduğuna ve hz Alinin ise ilah olduğuna inanmaktadır.
Şimdi aklı selim sahibi insanlara soralım : Öncelikle sebe denilen şahsın, iddia sahiplerine göre yaydığı bütün fikirler bellidir. Fakat, sözde bu şahsın belli olan bu fikirleri arasında hangisine inandığı da tam olarak belli değildir. Hz Aliyi vasi mi, Peygamber mi, yoksa İlah olarak mı görmektedir ?! Yoksa şiiliği karalamak isteyenler,hayal ettikleri bu şahsiyete bir takım roller yüklerken yalanda hızını alamamışlar mıdır ?! Bu şahıs yaşamış bir şahsiyet olsaydı,toplulukları akıllıca arkasından sürükleyebilmek için belli inanışa sahip olması gerekirdi. Çünkü , hz Aliye bir yerde vasi, bir yerde Peygamber , başka bir yerde ise ilah demesiyle fazla taraftar bulamayacağını bilirdi. Ama maalesef bu senaryo sahipleri , bu durumu akıl edememişlerdir. Yazılan bu senaryoları da bazı şia alimlerinin birbirinden habersiz olarak eserlerine alması da, onların sebenin varlığını kabulleri konusunda cahilliklerini göstermektedir. Eğer birbilerinden haberleri olsaydı, hz Alinin imametinin nassa dayandığını söyleyen birinin , hz Aliye peygamberlik ve ilah demesinin mümkün olamayacağını veya hz Aliye ilah diyen bir insanın hz Aliye aynı zamanda peygamber ve vasi demesinin mümkün olamayacağını ortaya çıkarırlar ve böyle bir uyumsuzluktan dolayı da bu karekter sahibinin tarihte yaşamadığı sonuca varırlardı.Çünkü bir insana yüklenen roller konusunda her kafadan bir ses çıkması, bu karekterin anca hayali bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.Aynı zamanda sebenin varlığını kabul şia alimleri onun melun olduğunu ve şiilikle alakası olmadığını söylemişlerdir. Dolayısıyla eserlerinde varlığını kabul ettikleri sebenin tutarsız görüşlerine yer vermekle birlikte onu şiiliğin kurucusu olarak düşünmemişlerdir.Çünkü her şia alimi, Peygamberin vefat etmeden önceki zaman süreçlerinde kendisinden sonra Ehlibeytin imametine ve masumiyetine inanılması uyarısında bulunduğunu ve kendisinden sonra da Ehlibeyte taraftarlık yapılması gerektiğini ve ehlibeytin dostlarına dost, düşmanlarına düşman olma emrini verdiğini bilmektedir. Bu durumu sunni delillerle de kanıtlamak mümkündür.Yine sebenin varlığını kabul eden şia alimleri de biliyorlarki, bu şahsiyet hz Aliyi Peygamber veya İlah olarak da kabul etmektedir.Oysaki şiilik itikadında böyle bir anlayış bulunmaz.Hz Ali, şiilik itikadında ilk imamdır.Yani, Peygamberden sonra en üstün makam kabul edilen 12 imamların ilkidir. Sonuç olarak, bazı şia alimlerinin varlığını kabul ettikleri sebenin yukarda bahsi geçen tutarsız rollerinden yola çıksak bile, gerek hz Alinin Peygamberin vasisi kabul edilmesi hususunun sunni kaynaklarda da geçtiği üzere Peygamber zamanında belirlenmiş olması gerekse hz Alinin ilahlaştırılması hususunun da şiiliğin itikadında bulunmamasından dolayı bu şahsiyeti şiiliğin kurucusu olarak görmezler.Aynı zamanda, Hz Alinin imameti ve masumiyetiyle ilgili delilleri kabul etmeyen veya hayatının bir bölümünde kabul edip daha sonra kabul etmemeye başlayan bir insan da zaten şia sayılmaz.Sitelerde iftira içerikli metin hazırlayanlar,kaleme aldıkları yazıda sebenin varlığını kabul eden şia alimleri listesine yer verirken zeynel abidin, Muhammed bakır ve imam caferi sadık adına da yalan söylemeyi ihmal etmemişlerdir.Daha önce de belirtiği gibi bu imamlar sebenin varlığından bahsetmişler ise, bu imamlardan önceki İmam Hasan ve İmam Hüseyin neden sebeden bahsetmemişlerdir ?! Yoksa İmam Hasan ve İmam Hüseyin döneminde, uydurdukları yalanı nakledecek bir ravi mi bulamamışlardır ?! Aynı şekilde, bu kadar önemli bir meseleyi ortaya çıkaran sebe denilen şahıstan 6. İmam olan Caferi sadıktan sonra gelen imamlar olan Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed Taki,Ali Naki ve Hasan Askeri neden bahsetmemiştir ?! Yoksa yine ayn şekilde Caferi sadıktan sonra gelen imamlar döneminde de, uydurulan bu senaryonun naklini sağlayacak yalancı ravi mi bulamamışlardır ?!!!
Yine bu listede bir iddiya yer vermişlerki, ne şiiliğin kelime manasından haberdarlardır ne de zeydilik inanışından haberdarlardır ... Diyorlarki,Şii Zeydi imamlarından İbnil Murteda (t. 840 h.) diyor ki: Şiiliğin kaynağı İbni Sebedir, çünkü nasla imamlığı meydana çıkaran odur. (Tacul Arus s. 5-6)
Bu iddiayı neresinden ele alırsak alalım, iddia sahinin bu konuda da hiç bir bilgisi olmadığını anlıyoruz.Birincisi ; zeydi imamlarının 12 imam şiası ile yolları zeynel abidinden sonra ayrılmaktadır.Çünkü zeydiler, Zeynel abidinden sonra Muhammed Bakıra değil, onun kardeşi zeyd bin aliye biat ederler.Dolayısıyla zeydi imamlarının, 12 imam şialığına belli bir imamdan sonra muhalif olmuşlardır. İkincisi şii zeydi imamı diye bir tabir kullanılmıştır. Daha önce de belirttiğim gibi, şia kelimesinin manasının taraftar demek demektir. Ali taraftarlarına ise Ali şiası denilmektedir.Yani hz Aliye yapılan bu taraftarlık sadece hz Ali döneminde değil, aynı zamanda ebubekir döneminde de hz Aliye taraftarlık yapmak demektir.Tabi,ebubekir halife seçildiğinde insanların çoğu ona biat edince artık ve hz Ali ve sayıları çok az olan taraftarları yani şiaları maslahat gereği susmak zorunda kalmışlardır. İlgili tarihsel süreçte zamanla şia kelimesinde kastın hz. Ali taraftarları demek olduğu anlaşılır hale gelmiştir.Fakat şia kelimesinin kastediği ehlibeyte olan bu taraftarlık, ehlibeytin imameti ve masumiyetini kabul etmek manasındaki taraftarlıktır.Böyle bir taraftarlığı sürdürenlere 12 imam şiası denir.Bizim davamız 12 imamlara sırasıyla taraftarlık yapmaktır.Çünkü Peygamber efendimiz, kendisinden sonra 12 imamların geleceğini bildirmişti.Yine bu durum, bazı sunni kaynaklarda da geçmektedir. Oysaki zeydiler, tüm bu delillere rağmen ebubekir ve ömerin de hilafetinin meşru olduğunu savunurlar.Şii inanşında ise ebubekir ve ömerin hilafeti meşru kabul edilmez.Hal böyle iken, iddia sahibinin şii zeydi diye bir tabir kullanması onun bu konulara vakıf olmadığını göstermektedir.Üçüncüsü, iddia sahibine göre zeydiler de bir çeşit şii ise , o zaman zeydiler kendilerine için şii tabiri kullanmışlar mıdır , yoksa kullanmamışlar mıdır ?! Şii zeydi imamı dedikleri sözkonusu şahıs, şiiliğin kaynağı sebedir diyorsa, o halde kendisi zeydilere şii ünvanına vermemesi gerekir.Eğer kendisine şii ünvanını verirse, sebe hakkındaki değerlendirmesinin bu şekilde olmaması gerekir. Yine 12 imam şialarına baktığımızda, şii alimlerinin çok az bir kısmı asılsız rivayetlerden etkilenerek bu şahsın yaşadığına inanabilmişler fakat yaşadığına inandıkları bu şahsı da kötülemişlerdir. Yani, şiiliğin kurucusu böyle bir karekter olsaydı, bütün şia alimlerinin az bir kısmı değil, bir çok kısmı da bu karekterin yaşadığına inanırdı ve hatta ondan övgüyle bahsedelerdi. Bu durumda da zaten bu şahsın doğum tarihi, soyu ve kabilesi konusunda bütün şia kaynaklarından net bir bilgi olurdu.Halbukise, şia kaynaklarının çok azında bu konuda bilgi yer almakla birlikte, sözde bu şahsiyetin kimliği hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır.Demekki sözkonusu şia alimleri, bu konuda yeterli araştırmayı yapmamıştır. Şianın kabul ettiği en sahih kaynakta ise, böyle bir şahsın yaşamadığına dair sunni deliller ile de desteklenmiş geniş ve etraflıca bilginin verildiğini önceden belirtmiştim.
Tüm bu çelişkiler gösteriyorki 12 imam şialarını karalamak için ellerinden geleni yapmışlar.Onlar ne kadar uğraşsa da Allah cc. nurunu tamamlayacaktır.
Şimdi iddia sahiplerinin, bazı inkârcıların ibni Sebeyi inkâr etmelerinin nedeni diye açıkladıkları asılsız reddiyelerini inceleyelim:
Birinci olarak diyorlar ki , insanlar arasında ibni Sebenin haberlerinin yayılmasında tek kaynak Taberidir ve bu haberlerin tamamı Seyf bin Ömerin rivayetlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla İbni Sebenin haberleri tek bir kaynaktandır. Cerh ve Tadil âlimleri Seyfin zayıf biri olduğunu söylemişlerdir.
Cevapları :
A) İbni Sebe hakkında ki haberlerin tek kaynak Taberi olması ve bu haberlerin tamamının Seyf bin Ömerin rivayet etmesi
İddia sahibinin cevapları
Bu şüphe geçersizdir. Çünkü Seyfden tek rivayet eden Taberi değildir. Seyften bazı rivayetler vardır Taberide bu rivayetler yoktur. Örnek:
1- İbni Asakir yoluyla (t. 871 h.) kendi Tarih kitabında (29//9) Seyf bin Ömerden rivayet var Taberide yoktur.
2- Maliki (t. 741 h.) yoluyla Temhid ve Beyan kitabında (s. 54) Seyf bin Ömerden rivayet var Taberi de yoktur.
3- Zehebi yoluyla (t. 748 h.) İslam Tarihi kitabında (2/122-123) Seyf bin Ömerden rivayet var, yine bu rivayet de Taberide yoktur.
Bu üç yolla gelen rivayetler gösteriyor ki: İbni Sebe hakkındaki haberleri veren Seyf bin Ömerin bildirdiği rivayetleri sadece bildiren Taberi değildir. Demek ki bu haberlerin tek kaynağı Taberi değildir.
İddia sahibinin verdiği bu cevap , iddialarının doğru olduğunu göstermez. Çünkü ; seyf ibn ömerden en çok Taberi rivayet etmekle birlikte, aynı zamanda İbni asakir , Maliki, ve zehebinin de rivayette bulunması, seyf ibn ömerin tarihsel yönünü güvenilir kılmaz.Yani , seyf ibn ömerden sadece Taberi değil, başkaları da rivayette bulunabilir.Önemli olan seyf bin ömerin nasıl bir karektere sahip olduğudur.
B) Seyf bin Ömerin Cerh ve Tadil âlimlerince zayıf bilinmesi
İddia sahibi seyf ibn ömerin hadis nakli yönünden güvenilir olmadığını itiraf ediyor fakat iddiasını doğru kılmak için bu sefer de seyf ibn ömerin tarihsel yönünün güvenilir olduğunu ileri sürüyor.İleri sürdükleri bu iddialarının yanlış olduğunu yani seyfin tarihsel yönünün de nedne güvenilir olmadığını yukarda açıklamıştım.
C) İbni Sebe hakkındaki haberlerin kaynağı sadece Seyf bin Ömer olması
Bu şüphe de doğru değildir. Bazı rivayetler vardır ki Seyf, senetlerinde yoktur. Araştırmalarımızda gördüğümüz şudur ki İbni Sebe hakkında ki rivayetlerin kaynağı tek Seyf bin Ömer değildir. Burada birkaç nassı İbni Asakirden bildireceğiz, hiçbirinin senedi Seyf bin Ömere dayanmıyor. İbni Asakir?in tarihini bizzat seçmemizin nedeni ise, Taberide olduğu gibi, bildirdiği haberleri rivayetlerine dayandırmasıdır.
Birincisi: İbni Asakirin zikrettiği ve senedini el Şabiye dayandırdığı haberdir. Dedi ki: İlk Allaha yalan söyleyen Abdullah bin Sebedir.
İkinci rivayet: İbni Asakirin senediyle Ammar el Dehniye dayandırdığı haberde diyor ki: Eba el Tufeylden duydum diyor ki: Ali minberdeyken Müseyyib bin Necbenin İbni Sevdayı getirdiğini gördüm, Ali buyurdu ki: Onun suçu ne Dedim ki: Allaha ve resulüne yalan söylüyor.
Üçüncü rivayet: İbni Asakirin senedi ile Zeyd bin Vehbe dayandırdığı haberde diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki: Ben bu siyahiden beriyim.
Dördüncü rivayet: İbni Asakirin Şube senediyle, o da Selemeden naklen diyor ki: Seleme dedi ki:
Eba el Zaradan duydum o da Hazret-i Alinin şöyle dediğini bildirdi: Bu siyah yağ küpünden ben beriyim.
Beşinci rivayet: İbni Asakirin Şube senediyle o da Seleme bin Kehil o da Zeydden naklen dedi ki: Ali bin Ebi Talip buyurdu ki: Abdullah bin Sebeyi kast ederek - Ben bu siyah yağ küpünden beriyim - çünkü o Ebi Bekir ve Ömer hakkında ileri geri konuşuyordu-
Altıncı rivayet: İbni Asakirin senediyle Seleme bin Kehil o da Haciyye bin Adıy el Kendiden naklen dedi ki: Hazret-i Aliyi minberde gördüm şöyle buyuruyordu: Şu Allah ve Resulüne yalan söyleyen siyah yağ küpünü -İbni Sevdayı kast ediyor- cezalandırmamda beni kim mazur görmezki! Bunu öldürdüğüm için bazı kimseler beni kınamayacak olsa, Nehr ahalisinin kanlarına benim sebep olduğumu iddia ettikleri gibi bunlardan bir tepe oluştururdum. [Bunların hepsini öldürür, üstüste koyardım.]
Yedinci rivayet: İbni Asakirin senediyle Ebu Ahvas o da Mugireden o da Semmakdan naklen dedi ki: Ali, İbni Sevdanın Hazret-i Ebu Bekir ve Ömerin üstünlüğü hakkında ileri geri konuştuğunu duyunca hemen onu çağırdı bir de kılıç istedi. [Öldürmekten vazgeçti] Onunla konuştu ve benim bulunduğum şehirde bulunmayacaksın dedi. Medayine sürgün etti. İbni Asakir, Tarih Dimaşik (29/7-10)
İddia sahiplerinin, iddialarını doğru kılmak için ileri sürdükleri bu cevaplar da asılsızdır.Çünkü ya senetleri kopuktur ya bazı ravileri meçhuldur ya da ilgili bazı ravileri güvenilir değildir.Tabi onlara göre güvenilir olabilir ama bize göre neden güvenilir değildir , onları da açıklayalım:
Birinci iddialarına baktığımızda, öncelikle şabi h.103 ' te, ibni asakir ise h.571 ' te vefat etmiştir.İddia sahibleri, ibni asakirin senedini şabiye dayandırdığı bu rivayetin ravi zincirini belirtmemiştir. Dolayısıyla ravilerin güvenilirliliği veya meçhul olup olmadığı hakkında bir tespit yapılamadığından , ileri sürdükleri bu rivayet bir şey ifade etmez. Kaldıki, şabi hakkında yapılan ufak bir araştırma bile, rivayetin bizlerce güvensiz olduğunu gözler önüne serer.Bitekim ,şabi hz Aliyi görmesine rağmen ondan hadis nakletmemiştir. ( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi ). Bu durumu öğrenen ibni hacer hemen devreye girerek şabiyi savunma moduna girmiş ve şabinin hocaları arasında hz Aliyi de göstermiştir.Yine ibni hacerin mezhep taasubuyla hareket ettiği bellidir.Madem şabinin hocaları arasında hz Ali de var ise, kaynaklarda sabit olduğu üzere şabi , hz Aliden neden hadis nakletmemiştir ?! Yine sunni kaynaklarda belirtildiği üzere şabi, hz Aliden hadis nakletmiyor ama Ehlibeyte düşmanlık yapan mugıre bin şubeden hadis naklediyor !!! Yine şabinin, yukarda belirttiğim İmam Hüseyinin muhalifelerini şiileriyle öven aşa hemdan ile de hısımlığı bulunmaktadır. Dolayısıyla şabi ile aşa hemdan yakın munasebetlerde bulundukları da bellidir.Bu insanların Ehlibeyt ile araları iyi değildir.Sebe senaryosunu gerçekmiş gibi göstererek kendi görüşlerini haklı çıkarmak için, bu tarz insanların piyasaya sürdükleri rivayetleri delil olarak gösteren iddia sahiplerinin kimin tarafında oldukları da bellidir.
İkinci iddialarına baktığımızda, ammar el dehni meşhul bir ravidir.Yani kayıtlarda geçmemektedir. Eba el tufeyli incelediğimizde; tufeyl bir amr olamaz , zaten bu zat h. 12' de vefat etmiştir. İbn tufeyl de olamaz bu zat da h. 58'de vefat etmiştir.Görüldüğü gibi Eba el tufeyl meçhul bir ravidir.Yani şiiliği karalamak isteyenlerin, kendi kafalarında kurdukları senaryoları , canlandırıp gerçekmiş gibi göstermek için, uydurdukları bir şahsiyettir.
Üçüncü iddialarına baktığımızda; iddia sahibi ibni asakirin , zeyd bin vehbe dayandırdığı rivayetin senedindeki ravi zincirini vermemiştir. İbni asakir h. 571 ' de vefat etmiştir. Zeyd bin vehbe ise h.83'de vefat etmiştir. Yani, aradaki raviler güvenilir midir , değil midir veya meçhul mudur, değil midir şeklinde bir tespit yapılamamaktadır.Bundan dolayıdır ki, iddia sahibinin ileri sürdüğü bu rivayet bir şey ifade etmez.
Dördüncü iddialarına baktığımızda ; öncelikle eba al zaranın hz Aliyi gördüğüne ve selemenin de eba al zaradan duydum dediğine göre, burdaki seleme ibn ebu seleme olabilir.Çünkü ibn ebu seleme h.83' te vefat etmiştir. Yine, rivayette ibn ebu selemeden naklettiği söylenen şube, şube bin haccac olamaz.Çünkü şube b. haccac h. 82-87 ' yıllarında doğmuş, h.160'da vefat etmiştir. İbn ebu seleme ise , h.83' te vefat ettiğinden dolayı, şube bin haccac doğduğunda en dib ihtimalle 1 yaşındaydı.Dolayısyla rivayetteki şube, şube bin haccac değil, h. 50 ' de vefat eden muğıre bin şubedir. Mugıre bin şubenin karekteri ise bize göre bu rivayetin ne derece güvensiz bir rivayet olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü; mugıra bin şube, makamını korumak için muaviyeye oğlu yezidi valiaht yapmasını öneren kişidir. ( TDV İslam Ansilobedisi)
Beşinci iddialarına baktığımızda ; yine bu rivayetin senedindeki seleme bin kehil meçhul ravilerdendir. Aynı şekilde senedinde yer alan muğıre bin şube ise, bize bahsettiğim nedenden dolayı güvenilir bir ravi değildir.
Altıncı iddialarına baktığımızda; bu rivayetin senedinde de meçhul ravilerden seleme bin kehil bulunmaktadır.
Yedinci iddialarına baktığımızda ; semmak adlı şahsın ilgili rivayeti naklettiğinden bahsedilmektedir. Öncelikle semmakın kimliği hakkında biraz bilgi verelim.Kûfe?de doğdu, İcl kabilesinin âzatlılarındandır. Kaynaklarda İbnü?s-Semmâk olarak tanınan birkaç şahsın bulunması, künyesinin Ebû Ca?fer, Ebû Amr, Ebü?l-Abbas gibi farklı şekillerde verilmesi, ayrıca Ebû Amr Osman b. Ahmed el-Bağdâdî?nin de (ö. 344/955) İbnü?s-Semmâk diye tanınması ve bazı sûfîlerin sözlerini rivayet etmesi (İbnü?l-Esîr, I, 559; Sülemî, s. 42) bir isim karışıklığına yol açmıştır. ( TDV İslam Ansiklobedisi ). Biz , İbnus semmak ebul abbası , sözkonusu rivayetib ravisi olarak kabul ettiğimizde, kaynaklarda vefat tarihinin h. 183 olduğu geçmektedir.Sözkonusu rivayet incelediğinde ibnus semmak , olay yaşandığında bizzat şahit mi olmuştur yoksa o da başka birinden mı duymuştur ? ! Hz Ali, h. 40' ta vefat etmiştir.Semmağın h. 183'te vefat ettiği bilindiğine göre, iddiacıların yaşandığını ileri sürdüğü bu olaya semmağın şahit olması imkansız gibi bir şeydir.Geriye semmağın bu olayı bir başkasından duyma ihtimali kalmaktadır. Sözkonusu kişi ise belirtilmediğinden dolayı bu rivayet asılsızdır. Bu rivayetin bize göre güvenilir olmadığını kanıtlayan diğer bir husus ise senedinde yine muğıre bin şubenin olmasdır. Muğıre bin şube, muaviyeye hayatta iken, oğlu yezidin kendisinden sonra halife olması için, yezidi veliaht yapma tavsiyesinde bulunan bir şahıs olduğunu daha önce belirtmiştim. Kerbela olayının yaşanmasına sebebiyet veren en son şahıslardan biri olan muğıre bin şube, Ehlibeytin karşısında olan bir insandı. İlgili rivayetin güvenilir olduğuna hala da inanan şahıslar varsa , bu şahısların muğıre bn şubenin de güvenilir bir insan olduğunu kabul etmeleri gerekir.Çıkarları için yezid taraftarlığı yapan muğıre bin şubenin güvenilir olduğunu kabul edenler ise, yezidin tarafında olduklarını kabul etmek zorundadırlar.Bizler ise İmam Hüseyin tarafında olduğumuz için, yezidin halife olmasına katkı sağlayan muğıre bin şeubeyi güvenilir görmemekteyiz.Gerçi gümünüzde bazı sunni hocalar, yezide hazreti demekteler ve hatta yezidi aklamaya çalışmaktadırlar.Bu onların kendi seçimidir.
Diğer rivayetleri tek tek incelemeye gerek duymuyorum.Son olarak sebeyle ilgili bilgilerin seyf ibn ömerle sınırlı değildir iddiasıyla ilgili vereceğim bir kaç delil de yine bu iddialarının güvensiz ve meçhul ravilere dayandığını ortaya koymaktadır.
1. Aşa Hemadan (Ölümü h. 84) Divanının (s.148)de İbni Sebenin adı geçmektedir. Hatta, (Sebeci) küfür, hakaret kelimesi olarak kullanılmıştır. Mesela, Elmuhtar bin Ebi Abid elsekafi ve Kufeli ileri gelen destekcilerini, Basraya kaçtıktan sonra aşağıda ki beyt ile Eaşa Hemadan hiciv etmiştir:Sizin Sebeci olduğunuzu gördüm. / Küfrün bekçileri ben sizi bilirim.
Bu rivayetin güvenilir olmadığı bellidir.Öncelikle, kaynağı aşa hemdan olan bu divandaki sözkonusu rivayetin naklini sağlayan raviler kimlerdir ?! Yani aşa hemdan h.84'te vefat ettikten sonra onun bu divanını günümüze ulaştıran ravi zincirinde kimler vardır ?! Görüldüğü gibi verilmeyen ravi zinciri güvenilir midir , değil midir (?!) yoksa ravi zinciri meçhul mudur (?!) , belli değildir. Aynı zamanda bu rivayetin güvenilir olup olmadığını anlamak için aşa hemdan hakkında çok kısa bir bilgi vermek de yeterli olacaktır. Aşa hemdan emevi kumandanı ibnül eşas abdurrahman b. muhammedi şiirleriyle desteklemiştir. ( TDV İslam Ansiklobedisi) İbnül eşas abdurrahman b. muhammed ise kerbela olayından önce hz Hüseyinin kufeye gönderdiği amcası Müslim b. Akilin kaldığı evi ubeydullah bin ziyada ihbar edip, Müslimin öldürülmesine sebep olan insandır. ( TDV İslam Ansiklobedisi ) Görüldüğü gibi aşa hemdan, Hz. Hüseyine muhalif olarak kerbela olayının yaşanmasına sebebiyet veren insanlardan bir tanesi olan ibnül eşas abdurrahman b. muhammedi desteklemiş bir insandır.Sonuç itibariyla şiilere göre Hz. Hüseyinin karşısında olan insanları destekleyenler güvenilir değildir. Hz. Hüseyine muhalif olanları destekleyenler ve bu destekleyenleri de güvenilir bulanlar hz Hüseyinin tarafında sayılmazlar.
2. Dr. Sefer El Havalinin Zahiratül irca fil fikril islami kitabında (1/345-361) yazdığına göre, Sebeciler, Hasan bin Muhammed bin elhanefiyenin (tevellüd h.95) İrca kitabında da geçmektedir. Nitekim Dr. El Havali, burada Hasana dayandırılan ircanın manasından bahsetmekte ve bu konuda ilim ehlinin sözlerini de zikr etmektedir. Yine El Havali, İbni Ebi Ömer el Adninin, (Kitabül İmam s. 249'da) şöyle dediğini bildirmektedir:Sebecilerin iddialarından biri de şudur: İnsanlarda bulunmayan vahye, biz ulaştık derler.
Bu rivayet de gevenilir değildir. Çünkü, kaynaklarda da belirtildiği üzere Hasan b. Muhammed?e nisbet edilen Kitâbü?l-İrcâʿın sıhhati konusunda kesin hüküm vermek güçtür. Zehebî ve İbn Hacer gibi İslâm tarihçileriyle Madelung ve J. van Ess gibi Batılı araştırmacıların risâlenin sahih olduğunu kabul etmelerine karşılık yine bir Batılı araştırmacı olan Michael Cook, Kitâbü?l-İrcâʿın isnadındaki râvi zincirine, râvilerdeki zaaflara ve Kûfe menşeli oluşuna dayanarak Hâricîler ve Şiîler?e karşı durumlarını sağlamlaştırmak amacıyla Kûfeli Mürciîler?in Hasan b. Muhammed?e isnat ettikleri uydurma bir risâle olduğunu ileri sürer. (Early Muslim Dogma, s. 68-88 ve tür.yer.) ( TDV İslam Ansiklobedisi) . Zehebi ve İbn Hacer, bazı meselelere mezhep taassubuyla baktıkları için , sözkonusu eserdeki bilgiler kendi inanışlarına uygun düşmüş ve bu yüzden irca kitabına sahih gözüyle bakmışlardır.Oysa, hasan b. muhammed, bu kitabı yazdığı için daha sonradan pişmanlık duymuştur. Nitekim, hasan b. muhammed?in Kitâbü?l-İrcâʿdan dolayı hayli tenkit aldığı ve, ?Keşke ölseydim de bu kitabı yazmasaydım? dediği de nakledilir. (İbn Sa?d, V, 328). Dolayısıyla sunni kesime dahil olan bazı alimler bile, bu eserin taraflı bir şekilde yazıldığını itiraf etmişlerdir. Kaldıki bırakın hz Aliyi, bir insanın Peygambere yakın olması bile ona illa dokunulmazlık zırhı kazandırmaz.Örneğin, hz Nuhun hanımı ve oğlunun yine hz Lutun hanımının kafir olarak öldüğü Kuranda geçmektedir. Dokunulmazlık kazanma statüsüne erişme anca Kuranın ve Peygamberin sözleri sayesinde gerçekleşir.
İbn ebi ömer el adniye gelince, tırmizi , müslim, nesai,ibn mace gibi Kutibe sitte alimleri ondan hadis nakletmişlerdir.Fakat eserlerine, kitabul imamda geçen sebeyle ilgili meseleye yer vermemişlerdir.Demekki, bu kutibe sitte alimleri,sebeye şüpheyle bakmışlar ve güvenilir bir bilgi olarak değerlendirmediklerinden dolayı eserlerinde böyle bir senaryoya yer vermemişlerdir.Kaldıki, kitabul imamda geçen sebecilerin , insanlarda bulunmayan vahye ulaştıkları da inancı da, şii inanışıyla alakası olmayan bir inanıştır.
3.Furazdak da (t.116 h.) Divanında (s.242-243) Dir el Cemacim savaşında Abdurrahman bin El Eşasa karşı devrime kalkan Irak eşrafını ve destekçilerini (Sözlerinde vefa göstermez Sebeciler, tilkiden daha sinsidir onlar...) gibi beytler ile Sebeciler diyerek hiciv etmektedir.
Bu rivayetinde sahih olmadığını anlamak için bir emevi şairi olan ferezdak hakkında biraz bilgi vermek yeterli olacaktır.Uzun bir ömür süren Ferezdak genellikle dinî vecîbelere karşı ilgisiz kalmış, hayatının sonuna kadar içkiye ve eğlenceye olan düşkünlüğü devam etmiştir.Şeytanı hicveden şiirinde ortaya koyduğu gibi zaman zaman hayatında dindarlık dönemleri görülmüşse de bunların pek uzun sürmediği anlaşılmaktadır. Övdüğü kimseleri daha sonra hicvettiği için Ferezdak?ın methiyelerinde samimi olmayıp menfaat düşüncesinin ön planda bulunduğu söylenir. Şiirlerinde müstehcenliğe (edebe aykırılık) yer vermesi, bazan bunların arasına Kur?an âyetlerinden ifadeler serpiştirmesi onun inancının zayıflığını ve vicdanî endişesi bulunmadığını göstermektedir. Devrindeki ve daha sonraki Arap şairlerini etkileyen gücüne rağmen şiirlerinde az da olsa kaba, çirkin ve muğlak kelimeler vardır. Onun zayıf iradeli ve korkak olduğu, methi ve hicvi birer silâh gibi kullandığı, hatta zaman zaman başka şairlerin şiirlerinden aldığı parçaları kendisine mal ettiği görülmektedir.( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi ) .
Görüldüğü gibi , yine sebe senaryosuna inananlar kendi görüşlerini gerçekmiş gibi gösterebilmek için içkici, eğlenceye düşkün ve menfatine göre de hareket edebilen, şiirlerinde edebe aykırı ve çirkin unsurları bulunduran bir şahsın rivayetini güvenilir bulup , bazı insanlara delil olarak gösterebilmektedirler. Ayrıca sebenin gerçek olduğu iddiasını sürdürmeye devam edenler, böyle bir karekteri güvenilir bulma hususunu,kendilerine yakıştırmak zorundadırlar.
4.İmam Taberi, tefsirinde (3/119) Katade bin Deame el sudusi el Basri (t. 117 h.)nin şöyle dediğini nakil etmektedir: Katade, âl-i imran suresinin, (Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar) mealindeki yedinci âyet-i kerimesini okuduğu zaman (bunlar Hurufiler ve Sebeciler değil ise kimdir) yani onların tâ kendileridir demiştir.
Bu rivayet de güvenilir değildir.Çünkü Taberi h.310'dan vefat etmiş, Katade bin diame ise h. 117' de vefat etmiştir.Taberi kendisinden 117 yıl önce vefat eden Katade bin diamden doğrudan rivayette bulunamaz. İddia sahibi burda da kaynağı katade olduğu iddia edilen ilgili rivayetin Taberiye bağlayan ravi zincirini yine vermemiştir ! Acaba ilgili rivayetin naklini yapan zincirdeki raviler güvenilir değil midir yoksa bu raviler meçhul mudur ?!
Buraya kadarki ortaya çıkardığımız durumlar , sebenin varlığı konusunda deliller seyf bin ömerle sınırlı değildir iddiasının bize göre gerçeği yansıtmadığını doğrulamaktadır. Ama iddia sahipleri, Ehlibeyte muhalif olanları ve muhalif olanları destekleyen ravileri güvenilir görebilirler.Daha önce dediğim gibi bu onların seçimi ve sorunudur.Hesap günü ise sadece ahirete de kalmayabilir...
Böyle bir şahsın yaşadığına dair olan iddialara inananlar ise akıl ve mantıkla hiç bir şekilde bağdaşmayacak davranış sergilemektedirler. Bu şahsın hicri 30 yılında yani 650 yılında faliyetlerine başladığını kabul edelim.Aynı zamanda bu şahıs 656 yılında cemel savaşıyla görevini sonlandırıyor ! Aynı zamanda hicri 30 yılından önce de kastedebilecekleri süreci yani osman zamanının başlangıcı olan 644 yılından da hesaplamaya başlayalım.Gerçi iddia sahipleri, bu sürec hakkında da herhangi bir bilgi sunmamışlardı ! Hadi, biz bu süreci de ele alalım. Bu durumda faliyetleri 6 ila 12 arası arası sürmüş olacaktır. O dönemde hem ulaşım hem de haberleşme teknolojisi günümüzdeki gibi değildi. Buna ilaveten o dönemlerde insanlardaki inanç sistemi de bugüne göre daha çok kalıplaşmış düzeydeydi. Yani böyle bir anlayışa toplumlarda bazı grublara , yeni fikirleri aşılayabilmek için belirttiğimiz süreden çok daha fazla zamana ihtiyaç vardır. İşin başka bir boyutu da bu şahsın yaydığı tüm fikirler ne kadar da belli olsa, birbirleriyle çelişmektedir. Yani; hz Aliye hem vasi, hem peygamber hem de ilah diyebilmektedir. Akıl sahiplerine yine soralım : Hz. Aliye bu vasıfları aynı anda yükleyen bir insanın bu kadar süre içinde, taraftar bulması mümkün olabilir mi ?! Günümüzde bile sosya medya ağı yaygın olarak kullanıldığı halde yeni fikirleri sözkonusu insanların çoğu kabul etmesi epey bir zaman almaktadır. Hatta insanların çoğu görüşlerinden vazgeçmeyebilmektedir. Kaldıki o dönemlerde, internet diye bir şey de yoktu. Bu duruma bir de , iddia sahiblerine göre bu şahsın yaydığı fikirlerin birbiriyle çelişkili olduğu hususu ile bu çelişkili fikirleri bir de gizli gizli yayması hususu eklendiğinde , bu kadar sürede bir ekol veya mezhep kurmanın kesinlikle mümkün olmaması görülmektedir. Sonuçta, belirtilen süreler içinde, yaklaşık 5-6 bölgeyi dolaşıp, bir çok grubu hem çelişkili fikirler üzerinden hem de dinin temel konularıyla ilgili hususlarda etkileyerek devlet başkanın ve cemelde binlerce kişinin ölümüne sebeb olması mümkün olabilir mi?! Tüm bu durumlar dikkate alındığında, bu şahsın bu tarz fikirlerini, inanç sistemi yerleşmiş olan ve birbirlerine uzak farklı bölgelerdeki binlerce insana kabul ettirmesi anlayışı komiktir. Bunlardan dolayıdırki, iddia sahiplerinin kendileri bile sosyal medyaya yazdıkları sözkonusu iddialarına kendileri bile inanmakta herhalde güçlük çekiyorlardır. Ama maksatları illa hakkı batılla örtmekse, bu senaryo onlara şeytan vesvesiyle elbette tatlı gelmiştir.
Olayın en önemli ilginç bir tarafı da yukarda kısaca değindiğimiz gibi bu şahsın cemel savaşından hemen sonra ortadan kaybolmasıdır.Bilindiği gibi Cemel savaşı 656 yılının aralık ayında, Sıffın savaşı ise 657 yılının temmuz ayında gerçekleşmiştir. Cemel savaşının ortaya çıkmasında baş rolde yer aldığı iddia edilen sözde sebe adlı şahsın, yaklaşık 5 ay sonra gerçekleşen hem de şii ve sunni ayrılığın daha da derinleştiği bir savaş olan Sıffın savaşında rol almaması böyle bir şahsiyetin yaşamadığı hususunda tüm gerçeği gözler önüne sermektedir. Eğer bu şahıs cemel savaşında hemen sonra yani Sıffın savaşı başlamadan vefat etti ise, bu yönde ölüm tarihi konusunda herhangi bir bilgi olurdu ve en azından cemel ve sıffın savaşı arasındaki süreçte bu şahıstan bahsederlerdi. Cemel savaşından sonraki akıbeti hakkında herhangi bir bilginin bulunmaması , bu senaryonun hak yolu olan şiiliği karalamak uğruna birileri tarafından uydurulduğunu göstermektedir. Sonuçta bu iddia psikolojik sorunları olan bir kişiden yola çıkmış ve yola çıktıktan sonra bu iddiaya şiiliğin karşısında durup ve şiilere ayet ve sahih hadisler ışığında cevap veremeyeler bu yüzden tutunacak bir dal aradıkları için kulak verip eserlerine almışlar yani inansalar da inanmasalar da, mezhepsel bakış açısının verdiği duyguyla kabul etmek işlerine gelmiştir. Yani, mezhepsel bakış açılarına haklı bir yön bulmak için bu rivayetlerin kabul görmesi adına başkalarına da aktarmak için çabalamışlardır. Yukardaki rivayetleri nakleden ele almadığımız diğer ravilerin durumu da bundan ibarettir. Bu yüzden iddia edilen bu şahsiyet hakkında rivayetleri yukarda tek tek incelemeye aslında gerek duymadım. Bazı sunni alimler ise ellerindeki deliller ışığında bu şahsiyetin yaşadığına dair rivayetlere veya bazı rivayetleri bu şahsiyetin ortaya çıkardığına dair iddialara kulak asmamışlardır.Çünkü ; sözkonusu bu sunni alimler de biliyorlar ki, yukarda da biraz yer verdiğim , hz Alinin Peygamberden sonraki vasiliği ile ilgili rivayetlere sunni kaynaklarda da rastlamak mümkündür.Hem de sahih sunni kaynaklarda...
Son olarak ' şii ' kelimesinin manası, gerçeğin ortaya çıkmasında olayı daha da aydınlatacaktır. Şia kelimesi, Arapçada peşinden gitmek, bir kimsenin taraftarı olmak, ayrılmak, yayılmak gibi anlamlar içeren ?şya? kökünden gelir; fırka, bölük, taraftarlar, bir işi gerçekleştirmek için bir kimsenin çevresinde toplanan zümre anlamındadır. Kelimenin tekili şii olup teşeyyü biçimindeki mastar kullanımı da mevcuttur. ( bkz. Arapça lügat ) Şîa kelimesinin ilk dönemlerde sözlük mânası çerçevesinde ?taraftar? anlamıyla kullanıldığı görülmektedir.Yani her hangi bir insanın taraftarı anlamında kullanılmıştır. Şiatu Ali şeklinde isim tamlamasıyken Hz. Ali?ye tabi olanları; Şiatü?l Aleviyye şeklinde sıfat tamlamasıyken ise Ali taraftarlarını belirtir.Hz. Ali Cemel Vak?ası dönüşünde muhaliflerini niçin öldürdüğünü soran kişiye, ?Onlar da benim şîamı öldürdüler? cevabını vermiştir . ( Hz. Ali burda benim şiamı derken benim taraftarlarımı manasında söylemiştir.Çünkü Arapça lügatta şia kelimesinin taraftar anlamında kullanılır. ) Kelime ?şîatü Osmân? ve ?şîatü Alî? şeklinde izâfetle kullanıldığında osman ile Hz. Ali?ye tâbi olanları, ?eş-şîatü?l-Aleviyye? ve ?eş-şîatü?l-Abbâsiyye? şeklinde kullanıldığında ise Hz. Ali ve Abbas oğulları taraftarlarını belirtir. Şîatü Osmân zamanla el-Osmâniyye, Şîatü Alî ise eş-Şîa biçiminde terim anlamı kazanmıştır. ( Görüldüğü gibi osman taraftarlarına da şiatü osman deniyordu.Lügattaki karşılığı taraftar olan şia kelimesi osman taraftarlarını belirtmek için de kullanılmıştır.Yani taraftar kelimesinin Arapçada söyleniş biçimi şia kelimesine karşılık gelmektedir.) Şia kelimesi, terim olarak Resûl-i Ekrem?in vefatının ardından devlet başkanlığının Hz. Ali?ye ve onun evlâdından belli kimselere intikal etmesi gerektiğini savunan grupları ifade eder. Ebü?l-Hasan el-Eş?arî?ye göre bu zümreye Şîa denilmesi Hz. Ali?ye taraftar olmaları, sahâbîler içinde onu en üstün kabul etmeleri dolayısıyladır (Maḳālât, s. 65). Şehristânî daha geniş bir çerçeve çizerek Şîa?nın, Hz. Ali?nin imâmetinin Resûlullah?tan gelen açık veya kapalı deliller ve vasiyet yoluyla sabit olduğunu, bir engel bulunmadığı takdirde imâmetin Ali evlâdınca yürütüleceğini, imamların büyük ve küçük günahlardan korunduğunu, imâmetin dinde toplumun tercihine bırakılamayacak temel bir rükün özelliği taşıdığını kabul edenler olduğunu ileri sürer (el-Milel, I, 162). İbnü?n-Nedîm?in kaydettiğine göre Hz. Ali kendi taraftarlarını şîa yanında evliya, asfiya, ashap (dostlar, arkadaşlar) gibi kelimelerle nitelemiştir (el-Fihrist, s. 223).
Bu delillerden de anlaşıldığı üzere Ali taraftarlarına Alinin şiaları denmiştir.Fakat zamanla şia kelimesi terimsel anlam kazanarak, Alinin şiaları yerine sadece şia kelimesi de kullanabilir olmuştur.Yani şialar dendiğinde Alinin taraftarları anlaşılmıştır.Aynı zamanda şia kelimesi, nadiren Ehlibeyt dışında da her hangi bir insanın taraftarı anlamında da kullanılabilmiştir.Çünkü sözlük anlamında taraftar,destekçi,dost manalarını ifade etmektedir. Ehlibeytin imametine ( Peygamberden sonra Hz. Aliyi ilk halife kabul etmek ), masumiyetine inanan ve Ehl-i Beyt'e dostlarına dost, düşmanlarına da düşman olanlar Ehlibeytin gerçek anlamdaki şiileridir.Bu taraftalar örneğin ; Selmanı Farisi, Ebu Zer, Ammar bin Yasir, Mikdad ve vs gibi insanlar tarihi kaynaklara göre ebubekire biat etmek istememişler ve dönemin gerçek imamının Hz. Ali olduğuna inanmışlardır. Şia kelimesinin manasını açıklaşmıştım.Hz Aliye şialık yapmanın yani taraftarlık yapmanın gerekçelerinin temeli Resulullah'ın zamanında atılmıştır. Zira Şia ile sunnilik arasındaki ihtilafi konuların başında "İmamet ve Hilafet" konusu gelmektedir. Bu konuda Şia imametin nassa dayandığına ve Resulullah'tan sonra imam olacak kimsenin Allah ve Resulü tarafından tayin edildiğine ve bunun Hz. Ali (a.s) olduğuna inanmaktadır.Bu inanışın doğruluğuna dair delilleri sunni kesimin ehli sünnetten saydıkları kaynaklardan da göstermektedirler. Şiiliğin Abdullah b. Saba tarafından uydurulduğunu iddia eden kimseler, önce şia kelimesinin manasını öğrensinler. İlk başta bu noktada bile, tarafımıza uydurma rivayetler üzerinden iftira atanların ilim seviyesinin ne derece zayıf olduğu zaten bellidir.Şialık yani taraftarlık yaptığımız Ehlibeytin gerçek makam ve değerini anlatan bir çok sunni kaynaktaki bilgilerin söz konusu yahudi tarafından uydurulduğunu söylemeleri gerekir. Bu da demektir ki bir çok sahabe, tabiin ve tabiini görenler bu yahudi tarafından aldatıldığı gibi, bugün islam camiasında itibar gören sözkonusu hadisleri nakleden onlarca kaynağın yazarının da bu konuda aldatılmış olmalarıdır. Şiiliği yahudi asıllı birisinin kurduğunu iddia edenlerin amacı acaba, kendi inanışlarının şekillenmesinde rol oynayan ebu hureyre, kabul ahbar ve buna benzer kişilerin güvenilir bir insan olduklarını mı kanıtlamaktır ?! Ebu hureyre, kabul ahbar gibi kişilerin yahudilikten dönerek müslüman oldum diyen insanlardır.Bu ve benzeri kişiler güvenilir bir insan olamazlar.Birincisi bu kişiler sunni camidaki bazı alimler tarafından da güvenilir görülmemiştir. Mesela; ebu hureyrenin öyle rivayetleri vardır ki ne kurana ne sahih hadislere ne de akla ve mantığa uymaktadır.İkincisi ; ebu hureyre ve kabul ahbarın öyle rivayetleri vardır ki kuran ile değil tahrif olunmuş tevratla uyuşmaktadır.Ebu hureyre ve kabul ahbarın sözkonusu rivayetlerinin tahrif olunmuş tevratdaki bazı rivayetlerle örtüşmesi şiilere atılan iftiranın sebebi konusunda ışık tutmaktadır.Ebu hureyre ve kabul ahbar gibi insanların kuranla ve sahih hadislerle uyuşmayan , tahrif olunmuş tevratla uyuşan bazı rivayetlerini yeri geldiği zaman başka bir başlık altında paylaşacam.
İşte Abdullah b. sebe, seyf bin ömerin kendi kafasında uydurduğu masal kahramanından, bu yaptığı işler de, bu uydurma şahsa yaptırılan uydurma işlerden başka hiçbir şey değil; gerçekte yaşamamış bir adamdır. Fakat Seyf'e, düşünmeden inananlar, rivâyetlerini, incelemeden alanlar, bilhassa Taberî'den rivâyette bulunanlar, Sünnî olsun, böyle bir adamın yaşadığına inanmışlar, İslam ülkelerini sömürme siyasetinin ortaya attığı müsteşrıklerse onun Yemenli oluşunu, Yahudilikten dönmüş olmasını, III. Halife aleyhine yakalananların Mısır ve Irak'tan gelmelerini, Şîîliğin daha fazla İran'da yayılmasını, İmâm Huseyn'in zevcelerinden birinin, son İran hükümdarının kızı bulunmasını, türlü bağlantılarla süsleyip püsleyerek bu masala bir de dinî-siyasî ve içtimaî ilmek atmışlar, çeşitli kanaatler uydurmuşlardır (Seyyid Murtazâ'l-Askerî'nin «Abdullah b. Sebâ'» adlı târihî tenkıyd ve tahlile dayanan kitabına, Seyyid Ahmed-i Zincânî tarafından "Merd-i efsâneî-i târîh, Rivâyethâ-yı Seyf; Abdullah b. Sebâ' ve Gavgaa-yı Sakıyfe" adlı Farsçaya tercemesine, Tehran?Cilt-i evvel, I. Basım, 1384 H. ve Esed Hayder'in "El-İmâm'us'Sâdık ve'l-Mezâhib'il-Erbaa" adlı kitabına b. Cüz. VI, Necef-i Eşref, 1383 1963, s.247-282).
Ahzap 33. ayetin bizlere Ehlibeytin gerçek makam ve değerini zaten anlatmaktadır . Bunun yannda, bir çok sunni kaynakta da sahih senetle nakledildiği üzere hz Ali, Peygamber efendimizden sonra ilk imamdır. Ahzap 33. ayetin tefsiriyle ilgili ayrıntılı bazı bilgilere sunni deliller üzerinde başka bir çalışmada yer verdim. Elimizdeki ayet ve sahih hadisler, bu iddianın asılsızlığını kanıtlamaya zaten yeter. Hala da aksini düşünenler ilgili ayet ve sahih hadislere karşı gelmiş olduklarını kabul etmek zorundadırlar. Eğer , Ahzap 33. ayet hz Alinin Peygamberden sonra en hayırlı ve en üstün insan olduğunu göztermez diyenler varsa, bu ayetin tefsiriyle ilgili yaptığımız çalışmayı inceleyebilirler. Sebe konusunda ise bazı insanlar ne kadar da hakkın üstünü kapatmaya çalışsalar, Allahu Teala Kuranda şöyle buyurmaktadır : Onlar ağızları ile Allahın nurunu söndürmeye çalışıyorlar.Halbuki kafirler istemeseler de , Allah nurunu tamamlayacaktır. (saf 8 ) Son cümleyi yazmak istemezdim fakat sebe konusunda şiilere iftira atanlar yazdıkları senaryonun sonuna , bu ayeti eklemişlerdir. Ben de aynı şekilde, bu ayetin veridiği mesajı onlara haklı olarak iddia ediyorum.
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOBEDİSİNDE ABDULLAH İBN SEBEYE BAKIŞ:
Abdullah b. Sebe hakkındaki bilgilerin tek kaynağı Seyf b. Ömer?dir. Osman zamanında İslâm?ı kabul etmiş, ancak bir müddet sonra müslüman beldelerde sapık fikirler yaymaya başlamıştır. Önce Hicaz?da iken sonra Basra (Makrîzî?ye göre Basra?ya 33?te [653] gelmiştir, bk. el-Ḫıṭaṭ, IV, 175), Kûfe ve Dımaşk?a gitmiş, buralarda başarılı olamayınca Mısır?a geçmiştir.
Diğer bazı yazarlar da Abdullah b. Sebe?yi sebeiyye?nin kurucusu olarak gösterirken, onun görüşlerini benimseyen Abdullah b. Sevdâ adında Hîreli bir yahudiden de söz ederler (bk. Bağdâdî, s. 212, 213; İsferâyînî, s. 72).
Yine eşari kelamcısı ve şafi fakihi olan İsferayini veya Hatip el Bağdadi , Abdullah ibn sevdadan bahsetmekle beraber Abdullah ibn sebe adında birinin olmadığını söylemişlerdir. Bu tarihçiler de, sevdadan bahsederken de, bu şahsın benimsenen görüşleri ortaya çıkaran ilk kişi değil, bu görüşleri yayan kişi olarak değerlendirmişlerdir. Sebe ve sevdanın aynı kişi mi yoksa farklı kişiler olduğu konusunda da görüş birliğine varılamamıştır.Hatta bazıları bahsedilen bu şahsı, haricilerin lideri olarak bile görmüşlerdir.Farklı künye ve nisbelerle anılan Abdullah b. Sebe ile İbnü?s-Sevdâ?nın aynı şahıs mı, yoksa iki ayrı şahıs mı olduğu, Ebû Halef el-Kummî tarafından iddia edildiği gibi İbn Sebe?nin, Abdullah b. Vehb er-Râsibî?nin lakabı mı olduğu, hatta onun tarihî bir şahsiyet olma ihtimali yanında, bir sembol veya bir lakap mı teşkil ettiği sorularına kesin cevap bulabilmek, mevcut rivayetler ışığında mümkün değilidİr. Bu çelişkiler bile, bu şahsın gerçekte yaşamadığı konusunda ipucu vermektedir.
İbn Sebe ile ilgili bilgilerin tek kaynağı olan ve Hârûnürreşîd?in hilâfeti sırasında öldüğü bildirilen Seyf b. Ömer, hemen bütün biyografi âlimlerine göre, zayıf ve metrûktür. ?Rivayetlerinin büyük çoğunluğu itibar edilmeyecek ve uyulmayacak derecede münker hadislerdir?; ?uydurduğu hadisleri güvenilir kimselere (sika) atfederek rivayet eder?; ?hadis uydurur?; ?rivayetleri boştur? gibi ifadelerle eleştirilmiş bir kimsedir (bk. Zehebî, II, 255, 256; İbn Hacer, IV, 295, 296). Diğer yandan Seyf b. Ömer?in bu rivayeti, İbn Sa?d ve o devrin hadiselerini ciddi bir şekilde ele alan Belâzürî gibi iki önemli Sünnî, Nasr b. Müzâhim el-Minkārî ve Ya?kūbî gibi Şiî kaynaklarda bulunmamaktadır. Bu durum, Seyf b. Ömer?in rivayetinin doğruluğu ve dolayısıyla İbn Sebe?nin tarihî şahsiyeti hakkında birtakım şüphe ve tereddütlerin doğmasına sebep olmuştur. Nitekim Tâhâ Hüseyin, Ali Hüseyin el-Verdî, Kâmil Mustafa eş-Şeybî, Ali Sâmî en-Neşşâr gibi müslüman yazarlar, Israel Friedlaender, M. Hodgson ve W. M. Watt gibi Batılı müellifler, İbn Sebe hakkındaki bilgilerin tutarsızlıklarını göstermeye çalışmışlardır.
İbn Sebe için söylenenler ne olursa olsun, İslâm tarihinde Hz. Ali hakkında aşırı fikirler ileri süren ve Sebeiyye adı ile anılan bir topluluğun veya bir fırkanın müphem de olsa var olduğu bir gerçektir. Sebeiyye?nin varlığı için ?müphem? tâbiri kullanılmıştır; çünkü bu mezhebe mensup olarak Abdullah b. Sebe, İbnü?s-Sevdâ -ki bu ikisi muhtemelen aynı şahıstır- ve bir de meçhul bir sahâbî olan Rüşeyd el-Hecerî dışında hiçbir ismin verilmemiş olması, doğrusu şüpheye yol açmaktadır (krş. Nâşî, s. 23; W. Montgomery Watt, s. 73). Gerçi Ziyâd b. Ebîh, meşhur sahâbî Hucr b. Adî?nin Sebeiyye?den olduğunu söylerse de bunun siyasî bir karalama olduğu açıktır. Bununla birlikte Sebeiyye?ye nisbet edilen görüşlerin, yaklaşık olarak hicrî 80 (699) yılında ilk defa ortaya konmuş olduğu söylenebilir (krş. W. Montgomery Watt, s. 73). İbn Sa?d?ın, Kûfe?nin ileri gelen fakihi İbrâhim en-Nehaî?den (ö. 96/714) bahsederken, onun ne Sebeî ne de Mürciî olduğu yolundaki ifadesi, bu ismin hicrî 90?larda kullanılmakta olduğunu gösterir. Zührî de İbnü?l-Hanefiyye?nin oğlu Ebû Hâşim?in (ö. 98/716) Sebeiyye hadislerini toplamakta olduğunu söylerken bu hususu teyit etmiş olur (bk. İbn Hacer, VI, 16). Ancak bu durumda da Sebeiyye adının gerçek bir fırkaya mı delâlet ettiği, yoksa bunun Hz. Ali hakkında aşırı fikirler ileri süren, ölümünü inkâr ederek ona mehdî gözüyle bakanların bir sıfatı mı olduğu hususu meçhul kalmaktadır. Esasen Malatî?nin, Gāliyye?yi anlatırken Sebeiyye?yi dört ayrı kola ayırarak bazılarının Keysâniyye ve Harbiyye gibi fırkalarla aynı görüşleri savunur durumda olduğunu söylemesi de bu şüpheyi teyit eder mahiyettedir.Hatta Bazı araştırmacılar, zayıf ve metrûk bir râvi olan Seyf?in kendi içinde de tutarsız olan bu haberleri, kaynaklarda adı hiç geçmeyen Yezîd el-Faka?sî gibi râvilerin ağzından uydurduğunu ileri sürmüşlerdir
Bütün bu açıklamaların ışığı altında, çeşitli isimlerle anılan Abdullah b. Sebe ile Sebeiyye adının gerçek bir varlığının bulunduğu hususu oldukça şüpheli görünmektedir. Aslında söz konusu adların gerçek şahıstan gelmiş olması da zaruri değildir. Çünkü benzeri bir belirsizlik Keysâniyye adının ortaya çıkışında da göze çarpmaktadır. Sebeiyye, Sebe kabilesinden (bk. Kehhâle, Muʿcemü ḳabâʾili?l-ʿArab, II, 498) türemiş olabilir. Hatta takma bir isim olup perde arkasındaki hakiki isimleri unutturmuş olabilir; daha kötü ve sevimsiz kılınması için Abdullah b. Sebe diye bir fert uydurulmuş ve bulunmuş olabilir. Bu arada, mezhebin ve ilgili isimlerin altında birtakım hakikat unsurlarının yatması da mümkündür. İbn Sebe?nin Hz. Ali tarafından cezalandırılması hikâyesi, onun aşırı şiî görüşlere karşı çıktığını göstermek üzere, daha sonraları uydurulmuş olabilir. Esasen şiîler?in, Sakīfe olayında olduğu gibi, sonradan ortaya çıkan birtakım iddiaları başa götürmek gibi bazı alışkanlıkları da vardır.
Son olarak, Abdullah b. Sebe ve Sebeiyye adı, o günün siyasî ve içtimaî şartları içinde, müslüman çoğunluğunun veya siyasî ve ilmî otoritenin benimsediği görüşlerin dışında, Hz. Ali ve Ehl-i beyt hakkında İsrâiliyat ile süslenmiş aşırı fikirler taşıyan ve İslâm ümmetinin birliğini bozmak ve fitne çıkarmak maksadıyla bozguncu faaliyetlerde bulunan şahıs ve zümreler için bir takma ad veya kötüleyici yafta ve hatta muhalifler için kullanılan aşağılayıcı bir slogan olarak da ortaya konmuş olabilir.(TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOBEDİSİ)
Görüldüğü gibi Türkiyet Diyanet Vakfı , abdullah ibni sebe adında birinin yaşamış olduğuna dair rivayetlerin tutarsız ve şüpheli olduğunu bildirmektedir.
Seyf ibn ömerden rivayet alan ehli sünnetten sayılan alimleri inceleyelim :
Hicrî altıncı yüzyılda (XII) yaşayan İbnu Asâkir, bu masalı, Seriyy b. Yahyâ'nın Şuayb'den rivâyetiyle Seyf b. Ömer adlı birisinden alıyor. Yedinci yüzyıl (XIII) târihçilerinden İbni Esîr, "Târih'ul-Kâmil"inde, Tabarî'den, sekizinci yüzyıl (XIV) târihçilerinden İbni Haldun, "El-Mubtede'u ve'l-Haber"inde gene Tabarî'den, Ebü'l-Fidâ', "El-Muhtasar"ında İbni Esîr'den, İbni Kesîr, "El-Bidâyetu ve'n-Nihâye" de gene ondan, İbni Ebî-Bekr, "E't-Temhîd"inde Seyf'ten ve İbni Esîr'den, Zehebî "Târih'ul-İslâm"ında, Tabarî'den ve Seyf'ten, X. yüzyılın ilk yıllarında (XVI) ölen Mîr Hond, "Ravzat'us-Safâ" da Tabarî'den, oğlu Gıyâsüddîn, "Habîb'üs-Siyer" de, "Ravzat'us-Safâ" dan nakletmekte. Görülüyor ki bunların içinde, bu masalı İbni Ebî-Bekr, İbni Esîr'den ve Seyf'ten, İbni Asâkir, Seyf'ten, Zehebî, Seyf ve Tabarî'den, öbürleri doğrudan doğruya Tabarî'den rivâyet ediyorlar. Sonra gelen doğulu ve batılı târihçilerle müsteşrıklerin hepsinin kaynağı, Taberî'dir. Taberî de bunu, Seriyy b. Yahyâ adlı birisinden, Şuayb vasıtasiyle rivâyet ediyor. Zehebî, bir rivâyette Yezîd adlı birinden, o, Atıyye'den, o da Seyf'ten nakletmekte; öbür rivâyeti, gene Seyf'e dayanmakta.
Tabarî'yi Seyf'e bağlayan Seriyy kimdir? Seriyy b. Yahyâ b. Ayâs 167 de, yâni Tabarî'nin doğumu 224 olduğuna göre o, doğmadan elli yedi yıl önce ölmüştür. Şa'bî'nin amcasının oğlu Seriyy b. İsmâil olmasına hiç imkân yok; çünkü o zât, 103 hicrîde ölmüştür, kaldı ki Taberî Seriyy b. Yahyâ diye bu adamın babasının adını da anmakta. Seriyy b. Yahyâ b. Seriyy, 327 de ölmüştür; fakat bu zat, ne kimseden bir şey rivâyet etmiştir, ne de ondan rivâyet eden var. Râvîlerden olup 258 de ölen Seriyy b. Âsım b. Sehl ise Zehebî'nin "Mizân'ül-İ'tidâl" ve "Lisân'ül-Mizân" ında yalancılıkla belirtilmektedir. Şuayb bilinmeyen biridir. Zehebî'nin senedindeki Atıyya, 110 da ölen Atıyyat'ül-Avfî mi, yoksa 121 de ölen Atıyya b. Kays mi? Birincisi olamaz, çünkü Seyf'in ölümü 170 ten sonradır; öbürüyse Şamlıdır; Seyf'le hiç görüşmemiştir; Yezîd el fakasinin de kim olduğu belli değildir. Türkiye Diyanet Vakfı islam ansiklobedisinde de yezid el fakasi gibi bir ravinin kayıtlarda bulunmadığı belirtilmiştir.
Bilahare bu konuda en son, en geniş ve gerçekten son noktayı koyan eser büyük muhakkik ve yazar Allame Seyyid Murtaza Askeri'nin "Abdullab b. Saba Masalı" isimli çalışmasıdır. Bu eser gerçekten de şaşılacak kadar geniş, etraflı ve ilmidir. Yazar eserinde, önce İbn-i Saba'nın eski ve çağdaş tarihçiler tarafından hangi kitaplarda ve nasıl anıldığını araştırmış, sonra bunların her birinin kaynaklarını tespit etmiş, sonunda asli kaynakların bu husustaki rivayetlerinin tek bir adamdan, yani Seyf b. Ömer'den geldiğini bulup bu zat hakkında muhaddislerle rical bilginlerinin kanaatlerini belirtmiştir.
Allame Askeri, her sözünü, her hükmünü kaynaklarla ispatlamaktadır. Bu değerli ve gerçekten de tarihi değiştirecek kadar önemli eseri yazarken doksan dokuz kitaba başvurduğunu, ayrıca sondaki bibliyografyada, her eseri kaydederken, müellifinin doğum ölüm yıllarını, eserin basım yerini ve tarihini de gösterdiğini anarsak bu kitabın ehemmiyetini birazcık belirtmiş oluruz.
Seyf'in, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından önce toplayıp göndermek istediği Üsame ordusu ve vefatından sonraki Sakıyfe olayı hakkındaki rivayetlerini yazıp bu rivayetin değerlerini, olayların muhaddisler ve müverrihler tarafından zikredilen rivayetlerle karşılaştırarak belirtmiş, kasıtlı yalan söyleyen, ayrıca da yalan söylemek hastası olan Seyf'in, olayları nasıl maksatlı olarak, yahut hastalığına uymak suretiyle değiştirdiğini, nasıl anadan doğmamış, gün yüzü görmemiş adamlar icad ettiğini, onlara nasıl olağan üstü olaylar yamadığını, nasıl inanılmaz, şaşılacak masallar uydurduğunu meydana çıkarmıştır.
bu kitabın Merhum Profesör Abdülbaki Gölpınarlı tarafından kısaltılarak yaptığı tercümeye müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz. Burada son olarak sadece kitabın Seyf b. Ömer ile ilgili kısa bir bölümünü, kitaba ulaşma imkanı bulunmayan kimseleri tümden mahrum bırakmamak için buraya alıyoruz: Bin yıldan fazla bir zamandır Sabailer masalı bilginlerin ağızlarında dolaşmaktadır; hepsi söylediklerini, ondan nakletmektedir. Şu halde, gerçeğe ulaşmak ve rivayetlerinin ne derece gerçekten uzak, yahut ne derecede değerli olduğunu anlamak için Seyf'in kim olduğunu bilmemiz icab eder. Seyf b. Ömer, Temim boyunun Useyyid şubesindendir ve bu yüzden ona Useyyidiyy-i Temimi, bazı da Temimiyy-i Burcumi derler. Burcumi, beracim sözüne nisbet bildiren bir kelimedir; Temim boyundan birkaç şube, birbirleriyle uzlaşmış, ahidleşmiş, bundan dolayı da bunlara "Beracim" denmiştir. Seyf, Bağdat'ın Kufe şehrinde yerleşmişti. Ölümü, Harun-ür Reşid'in zamanında, hicretin 170. yılından (786) sonradır. "İsmail Paşa", onun 200 hicride, Reşid'in hilafeti zamanında öldüğünü yazar; fakat Reşid'in ölümü 193 hicridedir (809).
Seyf'in Rivayetleri:Seyf, o çağın tarihçilerinin adetince tarihi olayları senetlerle nakletmiştir; bu yüzden de naklettiği efsaneler, tarihi ve doğru sanılmıştır. Bir hikayeyi birkaç kısma böler, her bölüm için de bir sened uydurur. Bu tarzda iki kitap telif etmiştir:
1)- El-Fütuh'ul-Kebir-u va'r-Ridde
Bu kitap, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatına yakın bir zamandan Osman'ın hilafetine kadar olan hadiseleri ihtiva eder; Ebu Bekr'in hilafetine muhalif bulunan, onun hilafetini kabul etmeyen Müslümanlarla savaşına, "Mürtedlerle savaş" adını vermiştir. Ondan sonra Roma'nın doğusundaki fütuhatla Şam, Filistin ve İran'ın İslam eline geçmesi konularını işler; naklettikleri tamamiyle gerçekten uzaktır; hepsi de masal tarzında yazılmıştır.
2)- El-Cemel ve Mesiru Aişetu ve Ali
Bu kitapta, Osman aleyhindeki kıyamdan, Osman'ın öldürülmesinden ve Cemel savaşından bahseder. Bütün konuların incelenmesinden anlaşılmaktadır ki bu kitap, Ümeyyeoğulları'nın yaptıklarını tevil ve onları savunmak için yazılmıştır.
Seyf, bu iki kitabında, yüz elliye yakın kahramanı, Hz. Peygamber'in sahabesi arasında anmaktadır ki bunların hiç biri, Hz. Peygamber'i görmek şöyle dursun, varlık âlemine ayak basmamıştır. Hattâ bunlar arasında, Mu'cem'ül-Büldân, Merâsıd'ül-İttılâ' gibi İslâm coğrafya kitaplarına geçen bâzı şehirler de, bu kahramanlara nisbetle anılmıştır ki bu şehirlerin hiç biri, hiçbir vakit kurulmamıştır!
Bu adam, Hz. Peygamber'in son zamanda, Üsâme ordusunu sevke gayret etmesi, vefâtlarından sonra I. Halife'ye bey'at edilmesi, I. Halife'nin zamanında zekât vermeyenler hakkında öyle haberler yayıyor ki bunların hiç birinin, hem Şîa, hem Ehlisünnet hadis kitaplarında ve hadislere dayanan târihlerde, gerçekle en küçük ve en uzak bir ilgisi bile yok.
Seyf, bu iki kitaptan ayrıca bazı rivayetler de uydurmuştur ki bunlar, bugüne dek birçok İslam tarihine asli ve en büyük kaynak olmuştur.
Taberi, Seyf'in rivayetlerini, tarihinde, hicri on birinci yıldan otuz altıncı yıla kadar olan olaylarda nakleder. Ondan sonra İbni Asakir, büyük tarihinde Şam'da yaşamış olan kişilerin hal tercemelerini yazarken Seyf'ten nakillerde bulunur. 436'da (1044) vefat eden İbni Abd-ül Birr, "el-İstiab" kitabında, 630'da (1232) vefat eden İbn'ül-Esir, "Üsd'ül-Gaabe" kitabında, 748'de (1347) vefat eden Zehebi, "Tecrid" kitabında, 852'de vefat eden (1448) İbn-i Hacer, "El-İsabe" isimli eserinde, Sahabenin hal tercemelerinde Seyf'in sahabe arasına kattığı ve onlar için hal tercemeleri yazdığı kişileri de almışlardır. Bunların incelemesinden anlaşılmaktadır ki bu kahramanlardan yüz elliye yakın kişi, hiçbir suretle ve hiçbir zaman varlık alemine ayak basmamışlardır. Seyf b. Ömer'in muhayyilesi, onları yaratmıştır. Seyf, bunları, Hz. Peygamberin (s.a.a) zaman-ı saadetini idrak edenler arasında göstermiş, bu yüzden, hal tercemeleri uydurulan muhayyel kişiler de sahabe arasında zikredilmiştir. [1]
İslam memleketlerine ait ve coğrafyaya dair eser yazanlardan Yakuut-i Hamevi (626 H.1228), "Mucem-ül Büldan" adlı eserinde, Saffiyyüddin, "Marasıd-ül İttıla"adlı kitabında Seyf'ten rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu bakımdan Seyf, yalnız İbn-i Saba adlı tarihi kahramanı yaratmakla kalmamış daha yüzlerce tarihi masallar uydurmuş, yüzlerce kahramanlar icat etmiştir. Bu masallar yüzlerce hadis tefsir tarih coğrafya, edebiyat ve ensab kitaplarına geçmiştir.
Örneğin ; Halifeler mektebine (Ehl-i Sünnet'e) mensup "Peygamberin Ashâbının biyografilerini yazan yazarlar", Ashâbı tanımak ve kimin sahâbî olup kimin olmadığını belirtmek için özel bir kural koymuşlardı, bu cümleden olmak üzere İbni Hacer "El-İsâbe" adlı eserinde şöyle yazar:"... Kimin sahabî olduğunun anlaşılması için önderlerin -halifelerin- üstü kapalı olarak belirttikleri kıstaslardan biri de İbn-i Ebî Şeybe'nin "El-Musannaf" adlı eserinde geçen ve kesinlikle sahih kabul edilen şu rivâyettir: "Halifeler arasında, savaşlarda komutanları sadece Ashâptan olanlar arasından seçmek bir gelenekti -ilk iki halifenin yöntemi ve sünnetiydi-"[El-İsâbe, C.1, S.13.].
Halbuki, "Kesinlikle sahihtir" diye tanıttıkları bu rivâyet, aslında Taberî'yle İbn-i Asâkir'in müsnedlerinde kendi senetleri olarak gösterdikleri Seyf b. Ömer, Ebu Osman, Hâlid ve Ubâde'den naklettikleri rivâyetteki şu cümledir:
"...Komutanlar, sahâbe arasından seçilirdi; sahâbe arasında böyle önemli bir görevi üstlenecek biri bulunmazsa, sahâbe olmayanlar da seçilebiliyordu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2151.]
Taberî bir başka rivâyette Seyf'ten şöyle nakleder:"... Ömer, savaşın üstesinden gelebilecek birini bulursa, onu komutan olarak atamayı ihmal etmezdi. Sahâbe arasından böyle birini bulamadığı zamanlarda ise "tabiin" arasından, iyi isim yapmış ve bu özelliğe sahip birini seçerdi. Müslümanlarla mürtedler arasındaki savaşlara katılanların böyle bir göreve seçilme şansı yoktu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2457-2458.]
Yukarıda bahsi geçen her iki rivâyetin de ilk kaynağı, yalancılık ve zındıklıkla suçlanmakta olan Seyf b. Ömer et-Temimi'dir [ Seyf bin Ömer Tamimi'nin biyografisi için bkz: Abdullah bin Saba, C.1.]. Seyf bu kuralı Ebu Osman'dan duyduğunu söylemekte, o da Hâlid ve Ubâde'den naklettiğini belirtmektedir. Halbuki Seyf b. Ömer, rivâyetlerinde ondan (Ebu Osman'dan) "Yezid b. Useyd El-Ğassânî" adıyla sözetmektedir ki, gerçekte bu isimde bir râvî mevcut olmayıp tamamen Seyf'in uydurduğu isimlerden biridir! [Ae, C.1, S.117. Ayrıca, yazarın henüz basılmamış "Uydurma Râvîler" eserine de bakılabilir.] Görüldüğü gibi seyf ibn ömer, hadis nakli yönünden zayıf olduğu gibi, tarihsel yönü de zayıftır. Çünkü bazı olayları naklederken bu olay içinde geçmesini istediği hayal ürünü bir olan bir kişiyi hayatta yaşamış gibi gösterebilmektedir.Bu durumu psikayatri dalında uzmanlar bir çeşit hastalık olarak tanımlamaktadırlar.Yani nadir olarak görülen bu durumda bazı insanlar kafalarında yarattığı bazı düşünceleri ve duyguları toplum nezdinde geçerli kılmak için bir çeşit somutlaştırma taktiği uygulamaktadır.Bunu da kafasındaki düşünce ve duyguları taşıyan sanki başka bir insan varmış gibi lanse etmekte ve bu durumun temelinde de düşüncelerini daha inandırıcı kılma gayesi yatmaktadır.Böyle bir psikoloji içinde bulunan bir insanın geçerli kılmak istediği düşünceleri doğru kabul eden insanların da ilmi seviyesi ya çok düşüktür ya da gerçek islamı tanımaktadan son derece uzaktır.
İbn Sebe ile ilgili bilgilerin tek kaynağı olan ve Hârûnürreşîd?in hilâfeti sırasında öldüğü bildirilen Seyf b. Ömer, hemen bütün biyografi âlimlerine göre, zayıf ve metrûktür. Seyf'in rivayetlerinin değerini anlamak, gerçek yahut zayıf olduğunu, rivayetlerine güvenilip güvenilemeyeceğini bilmek için rical kitaplarına müracaat etmemiz gerekir.
Ehl-i Sünnet'in Rical Kitaplarına Göre Seyf'in Durumu:
1)- Hicri 232'de (846)vefat eden Yahya b. Muin, onun hakkında "Hadisi zayıf ve gevşektir" der; bir kere de, "Onda hayır yoktur" hükmünü verir.
2)- 303'de (915) vefat eden sahih sahibi Neseiye göre "Zayıftır; hadisini terk etmişlerdir; ne güvenilir, ne de emindir"
3)- 316'da (928) vefat eden Ebu Davud, "Değersizdir; çok yalan söyler" hükmünü verir.
4)- 327'de (938)vefat eden İbni Ebi-Hatem, "Hadisini terk etmişlerdir" demektedir.
5)- 353'de (964) vefat eden, İbn-üs- seken "Zayıftır" hükmünü vermektedir.
6)- 354'de (965), vefat eden İbn-i Hıbban, "Uydurduğu hadisleri inanılır kişilere atfederek nakleder" demekte ve "Zındıklıkla töhmetlenmiştir; hakkında, hadisi uydurur demişlerdir" diye tavsif etmektedir.
7)- 385'te (995) vefat eden Darekutni, "Zayıftır, hadisini terk etmişlerdir" der.
8)- 405'te (1014) vefat eden Hakim Nişaburi, "Hadisini terk etmişlerdir; zındıklıkla töhmetlenmiştir" hükmünü verir.
9-) 817'de (1414) vefat eden Kamus sahibi Füruzabadi, "Zayıftır" demektedir.
10-) 852'de (1448) vefat eden İbn-i Hacer, aynı hükmü vermektedir.
11-) 911'de (1505) vefat eden Suyuti, "Pek zayıftır" hükmüne varmaktadır.
12-) 923'de (1517) vefat eden Safiyyuddin, "Onu zayıf saymışlardır" sözünü söylemektedir.
Seyf ibn ömerin tarihçiliği hakkındaki değerlendirmeler ise daha çok Taberinin eserinde yer alan rivayetlerine dayanılarak yapılmıştır.Seyfin kabilesi Temim eksenli,çok ayrıntılı ve oldukça zengin renkli rivayetleri bilhassa şarkiyatçılar tarafından değerlendirimiş ve hakkında pek çok yayın yapılmıştır.Bunlar arasında suriye fetihleriyle ilgili olarak Michael Jan de Goeje,onu izleyen Julüus Wellhausen ve Leone Caetani, seyfin özellikle fetihlerin tarihini diğer ravilerden bir kaç yıl önce gösteren rivayetleri nakletmesini eleştirmişler ve onun haberlerine güvenilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Sir Hamilton Alexander Roskeen Gibb ve E. Landau Tasseron gibi şarkiyatlar ise seyfin eyyam edebiyatındaki anlatış tarzıyla ayniyet arz eden , şiir malzemeleriyle süslenmiş ve fetihleri roman tarzında yazan , canlı , ayrıntı ve hadisleri cesaretle ele alan rivayetlerinin kabilevi tarafgirliğine rağmen bilhassailk devir islam tarihinin iç amillerine dair sağladığı bilgiden dolayı asla ihmal edilmemesi gerektiğini ve onların rivayetlerinde isnadı kullanmalarının da hadis geleneğine bağlı kaldıklarını gösterdiğini, tenkit edilecek bazı hususların seyften daha çok onun ravilerine ait olduğunu söyleyerek fetihlerle ilgili rivayetlerine yapılan eleştirilere cevap vermişlerdir. ( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi)
Görüldüğü gibi seyf ibn ömerin tarihçi yönünü de bir kısım şarkiyatçılar güvenilir bulmamış, bir kısım şarkiatçılar ise tarihsel yönüne olumsuz bakan şarkiyatların bu davranışlarının sebebinin sefyten çok ravileriyle ilgili hususuna dikkat çekmekle beraber seyfin tarihsel olayları naklederken eyyam edebiyatı anlatış tarzıyla yani tarihsel olayları hayalci, destansı ve romansal bir anlatım tarzıyla ve buna ilaveten kendi kabilesinin düşünce yapısının etkisi altında kalarak yazdığını da itiraf etmişlerdir.Oysaki tarihsel olaylar, öznellikten tamamen uzak ve nesnelikle bağdaştığı ölçüde yazılırsa gerçeğe en yakındır.Dolayısyla seyf ibn ömerin tarihsel yönüne güvenmek, gerçekle bağdaşmaz.Zehebi ve İbni hacerin ise sefy ibn ömerin tarihsel yönüne güvenmeleri ise tamamen mezhep taassubundan kaynaklanmaktadır.Yine seyfin ilk fitneyle ilgili rivayetlerinin , aynı zamanda olaya şahit olanlara ulaşan ve güvenilir raviler yoluyla aktarılan en eski üç rivayetle uyumlu olduğunu söyleyen yusuf b. reşid ise 20. yüzyıl tarihçilerindendir.Günümüze yakın tarihçiler içersinde yer alıp emevi yanlısı politika bu tarz bazı tarihçilerin , emevileri aklayan seyf ibn ömerin tarihsel yönüne güvenilir bakması da şaşırtıcı değildir.
Seyf ibn ömerin tarihsel yönünün güvenilir olmadığına dair sunni deliller üzerinden sadece bir tane örnek verelim :
Halifeler mektebine mensup "Peygamberin Ashâbının biyografilerini yazan yazarlar", Ashâbı tanımak ve kimin sahâbî olup kimin olmadığını belirtmek için özel bir kural koymuşlardı, bu cümleden olmak üzere İbni Hacer "El-İsâbe" adlı eserinde şöyle yazar:
"... Kimin sahabî olduğunun anlaşılması için önderlerin -halifelerin- üstü kapalı olarak belirttikleri kıstaslardan biri de İbn-i Ebî Şeybe'nin "El-Musannaf" adlı eserinde geçen ve kesinlikle sahih kabul edilen şu rivâyettir: "Halifeler arasında, savaşlarda komutanları sadece Ashâptan olanlar arasından seçmek bir gelenekti -ilk iki halifenin yöntemi ve sünnetiydi-"[El-İsâbe, C.1, S.13.].
Halbuki, "Kesinlikle sahihtir" diye tanıttıkları bu rivâyet, aslında Taberî'yle İbn-i Asâkir'in müsnedlerinde kendi senetleri olarak gösterdikleri Seyf b. Ömer, Ebu Osman, Hâlid ve Ubâde'den naklettikleri rivâyetteki şu cümledir:"...Komutanlar, sahâbe arasından seçilirdi; sahâbe arasında böyle önemli bir görevi üstlenecek biri bulunmazsa, sahâbe olmayanlar da seçilebiliyordu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2151.]
Taberî bir başka rivâyette Seyf'ten şöyle nakleder:"... Ömer, savaşın üstesinden gelebilecek birini bulursa, onu komutan olarak atamayı ihmal etmezdi. Sahâbe arasından böyle birini bulamadığı zamanlarda ise "tabiin" arasından, iyi isim yapmış ve bu özelliğe sahip birini seçerdi. Müslümanlarla mürtedler arasındaki savaşlara katılanların böyle bir göreve seçilme şansı yoktu."[Taberi Tarihi, C.1, S.2457-2458.]
Yukarıda bahsi geçen her iki rivâyetin de ilk kaynağı, yalancılık ve zındıklıkla suçlanmakta olan Seyf b. Ömer et-Temimi'dir [Seyf bin Ömer Tamimi'nin biyografisi için bkz: Abdullah bin Saba, C.1.]. Seyf bu kuralı Ebu Osman'dan duyduğunu söylemekte, o da Hâlid ve Ubâde'den naklettiğini belirtmektedir. Halbuki Seyf b. Ömer, rivâyetlerinde ondan (Ebu Osman'dan) "Yezid b. Useyd El-Ğassânî" adıyla sözetmektedir ki, gerçekte bu isimde bir râvî mevcut olmayıp tamamen Seyf'in uydurduğu isimlerden biridir! [Ae, C.1, S.117. Ayrıca, yazarın henüz basılmamış "Uydurma Râvîler" eserine de bakılabilir.]
Bu rivayetler hadis değildir.Hadis, Peygamberin sözleri demektir.Yani ömerin savaşlarda komutan olarak atayacağı kişileri sadece sahabelerden veya sahabe olmayanlardan seçeceği hususu sonuçta bir tarihsel olaydır.Görüldüğü gibi seyf ibn ömer, halifeler tarihinde gerçekleşen bazı meselelerle ilgili rivayetleri anlatırken bile verdiği ravi zincirleri arasında meçhul raviler bulunmaktadır.
Abdullah b. Saba konusuna gelince, bir çok muhakkikin de ortaya koyduğu gibi bu olay masaldan başka bir şey değil ve esasen Abdullah b. Saba diye bir kimse asla dünyaya gelmemiştir ki bu kadar olayın da müsebbibi olmuş olsun!! Evet bu sadece kuru bir iddia değil, sağlam delillerle ispat edilmiş bir meseledir.
Abdullah b. Saba'nın varlığı hakkında ilk olarak şüpheye düşen, Mısırlı meşhur yazar ve tarihçi Dr. Taha Huseyn'dir. O "El-Fitnet-ül Kübra" adlı kitabının birinci cildinde, İbn-i Saba ve faaliyeti hakkında bilgi verenlerin, bu destanı bu kadar dallandırıp budaklandıranların, hem kendilerine, hem tarihe ihanet ettiklerini söyler. İbn-i Sa'd'in "Tabakat" adlı eserinde, Osman'ın hilafetinden, halkın ayaklanmasından bahsedilirken İbn-i Saba'nın anılmadığına, Belazuri'nin "Ensab-ül Eşraf" isimli kitabında, bu hususta hiçbir söz edilmediğine, yalnız Taberi'nin Seyf b. Ömer'den bu hikayeyi naklettiğine, nazar-ı dikkati çeker. Müslüman tanınan bir Yahudi'nin, İslam şehirlerinde gezip dolaşarak Müslümanları ayaklandırmaya çalıştığı, hatta bu işi başardığı halde valilerden hiçbirinin bu işe el atmamasının, onu tutmamasının, Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'le Ebu Huzeyfe'nin oğlu ve Ammar hakkında Osman'a mektup gönderildiği halde İbn-i Saba'dan bahsedilmemesinin, hele Beyt-ül-Malı istediği gibi sarfetmesi yüzünden Ebu Zerr'in, Muaviye aleyhinde bulunmasının, İbn-i Saba'ya kanmasından meydana gelmesinin mümkün olamayacağını söyler; bu hususta, Ebu Zerr'in Osman'a, "Zekat vermekle bu iş bitmez; yoksullara da bakmak, açları da doyurmak, malını Allah yolunda harcamak gerek" dediği vakit mecliste bulunan Ka'b-ul Ahbar'ın, farz olan zekat verildikten sonra nesne gerekmez demesi üzerine Ebu Zerr'in, Ka'ba, "Ey Yahudi karısının oğlu, bu sözlerle ne işin var senin; dinimizi bize sen mi öğreteceksin?" diyerek üstüne yürüdüğünü anlatıp böyle bir zatın, İbn-i Saba gibi bir Yahudi dönmesine kanamayacağını bildirir ve İbn-i Saba'nın, Emevilerle Abbasiler devrinde, Şia düşmanları tarafından uydurulduğu hükmüne varır. (Aynı kitap; Seyyid Cafer Şehidi tercümesinden, S.209-212). II. cildindeyse, tarihçilerin, Osman zamanındaki ayaklanmada ve Cemel savaşında İbn-üs Sevda'dan, yani Abdullah b. Saba'dan ve ona uyanlardan bahsettikleri halde, Sıffin savaşında adını bile anmadıklarını söyler. Belazuri'nin, ondan ancak, İbn-üs-Sevda'nın, bazı kimselerle Ali'ye baş vurup, Ebu Bekir hakkındaki fikrini sorduğunu, Ali'nin onlara sert bir şekilde cevap verip Mısır elden gitmişken, taraftarları şehit edilmişken, bunlarla oyalanmanın gerekmediğini bildirdiğini, bir de mektup yazarak faydalanmaları için bunu halka okunmasını buyurduğunu anlatır. Ancak Belazuri'ye göre İbn-üs-Sevda, Abdullah b. Vehebi Hamedani'dir; Abdullah b. Saba değildir. Belazuri'nin, Osman ve Ali zamanındaki kargaşalılıklarda İbn-üs Sevda'dan bahsetmediğini, Taberi'nin ve onu kaynak edinenlerin bunu ortaya attıklarını, sonra da unutulup gittiğini bildiren eleştirmeci, muhaddislerin, Taberi'ye uymakla beraber bir de Taberi ile onu kaynak ittihaz edenlerin anlamadıkları olayı, yani İbn-üs-Sevda ile ona uyanların Ali'ye Allah'lık isnad etmeleri yüzünden yakılarak öldürüldüklerini bildirip Ali'nin kısa süren hilafeti zamanında Muhacirlerle Ensar'ın, Tabiinin sağ oldukları bir çağda tarihçilerin böyle mühim bir vakadan bahsetmemelerinin mümkün olamayacağını kaydederek kanaatini pekiştirir (Aliyyün ve Benuh; Muhammed Ali Halili tarafından farsçaya çevirisi: Ali ve Ferzandaneş; aynı kitap, S. 212-214).
Dr. Taha Huseyn'den sonra İbn-i Saba hakkında şüpheye düşen zat, Bağdat Üniversitesi profesörlerinden Dr. Aliyy-ül Verdi'dir. "Vu'az-üs Salatin" adlı kitabında, bu husustaki rivayetleri, sosyal yönden eleştirip Müslümanların böyle bir adama kanmalarının mümkün olamayacağını, fakat her sosyal olayda, bu çeşit muhayyel kişilerin töhmet altına alındığını, olaya uydurma sebepler bulunduğunu, Osman zamanındaki mal-mülk sahiplerinin, zenginlerin de bu isyanın yükünü böyle muhayyel bir kişiye yüklediklerini söylemekte ve bu konuda bir çok delil, belge ve bilgi sunmaktadır. (Muhammed Ali Halili'nin "Nakş-ı Vu'az der İslam" adlı farsça çevirisinden naklen, s.214-217)
Muhammed Huseyn Al-u Kaşif-il Gıta da "Asl-uş Şiati ve Usuluha" adlı cidden çok değerli eserinde, İbn-i Saba'nın, Mecnun, Ebi Hilal ve benzerleri gibi hurafi bir destan kahramanı olduğu kanaatini izhar eder (Arapça ve Farsçasından naklen, S.223).
Bunlardan başka Lübnanlı büyük alim ve yazar Abdullah'is-Subeyti de "El-Mehdeviyyetü fi-l İslam" adlı kitabında, Abdullah b. Saba'nın, o kadar faaliyetine rağmen ele geçirilememesinin, o kadar şehirleri gezip halkı ayaklandırmaya çalıştığı, birçok taraftarlar elde ettiği, yapmak istediğini başardığı halde aleyhinde bir takipte bulunulmamasının, hele ashabın ulularını bile kendi inancına çekebilmesinin ve nihayet bu adamın Musevilik tarihinde adının bile anılmamasının mümkün olamayacağını bildirerek bunun, ancak siyasi bir maksatla ve taassup yüzünden ortaya atılmış uydurma bir adam olduğu kanaatine varmaktadır (Aynı, S.224-336).
Abdullah ibn Sebe kimliğini de gizlemiş !
Sebe faliyetlerine başlayınca güvenliği için kimliğini söylemeden kendini islam dinine mensup biriyim şeklinde tanıtmış veya farklı ortamlarda kendini farklı şekilde tanıtarak gerçek kimliğini gizlemiş ! Peki bu sebe hicri 35-34 veya hicri 33' ten önce yani müslümanım diye gözükmeye başlamadan önce de gerçek kimliğini gizliyormuymuş ?! Çünkü gerçek kimliğini faliyetlere başladığı dönemde gizlemesi gerekiyor. Faliyetlere başlamadan önce yani müslümanım demeden önce yahudi iken de gerçek kimliğini gizlemiş olması anlamsızdır ve zaten bu yönde de iddiaları yoktur.Madem müslümanım dedikten sonra bazı önemli sahabeleri peşinden sürükleten veya bir çok grubu etkileyecek kadar önemli olan bu şahsiyetin sözde yahudi olarak yaşadığı dönemde, çevresi bu şahsın kimliğini kesin bir şekilde bilmesi gerekir ve mutlaka kayıtlara yansırdı. Oysa bu şahsın müslümanım demeden önceki yahudi olarak yaşadığı döneme de ait kimliği hakkında kesin bir şekilde yine bilgi yoktur. İkinci bir husus bu şahıs osman zamanında kendini müslüman olarak tanıtmaya başlamış. Bu şahsın osmanın aleyhine onu ölüme götürecek kadar uydurma haberler yaydığı da iddia ediliyor.Kendini sadece olumsuz yönde eleştiren bazı önemli sahabeleri cezalandıran osman nedense, bu sebeyi cezalandırmamış ?! Sebe güvenliği için kimliğini gizlediğinden dolayı yakalanamamış desek, osmanın en azından onun yakalanması için bir heyet hazırlaması gerekiyordu.Çünkü bu kişi ne kadar da gerçek kimliğini gizlese hicaz,basra,kufe,şam ve mısır gibi bölgelerde, sebe masalını yazanların iddialarına göre hep aynı görüşlerini yaymaya çalışmıştır.Bu nedenle osmanın farklı bölgelerde, yaydığı görüşleri belli olan bu şahsı yakalatması basit bir olay arz etmektedir. Fakat , ortada osmanın onun yakalanması için bir çalışma başlattığına dair herhangi bir bilgi de yoktur.Tüm bu durumlar bile böyle bir şahsın asla yaşamadığını kanıtlamaya yeter.
Bu asılsız iftirayı atanların verdiği tutarsız bilgilerden bir kaç tane örnek :
1. Hicazda görünmesi : İbni sebenin hicazda ortaya çıkması,basradan ve şamdan önce olduğundan hicri 30 senesinden öncedir.Hicazın tarihine baktığımızda daha detaylı bilgi bulunmamaktadır.Bundan anlaşılıyorki ibn sebe hicazda ikamet etmeye imkan bulamamış,oradan basraya geçmiştir. ( Taberi 4/340-341)
Bu iddianın sahipleri sebenin müslümanlar arasında ortaya çıkış tarihini ilk önce hicri 35 yılı ve daha sonra ise bu tarihten de önce hicri 30 yılı olarak gösteriyorlar.Yani iddialarına göre hicri 30 yılından önce müslümanlar arasında görünmemiştir.Bu şahsın insanları saptırmak için müslüman memleketlerini hicazdan başlayarak dolaşmaya başladığını, bir taraftan da Hicazda hicri 30' dan önce görüldüğünü söylüyorlar.Görüldüğü gibi iddialarına kendileri bile inanmakta güçlük çekiyorlar.Hicri 30 yılı yaklaşık 650 yılına dek gelmektedir.Osman zamanı 644 yılında başlamıştır. 644 yılından önce ve osman zamanına en yakın süreçler ise ömer zamanına dek gelir.Şimdi iddia sahibi, hicazda görünmesi hicri 30' dan öncedir demiş ! Örneğin ; 644 yılı hicri 30 'dan önce olduğu gibi sonuçta 635 yılı da hicri 30'dan öncedir. İddia sahibi, iddiasında hicri 30'dan önce belli bir yıl belirtmediği için , biz bu şahsiyetin ortaya çıkış zamanını örneğin 635 veya 638 yılı gibi de düşünebiliriz.Bu yıllar ise ömer zamanına dek gelmektedir.Bu durumda, ne hayret vericidir ki ömerin ve onun makamını korumak adına her yerden ve her türlü haberi ömere ulaştıran adamların, ne hükmetse bu şahısdan bir türlü olmamıştır ! Şimdi iddia sahibi, olur mu (!) biz hicri 30'dan önce dedik ama , 644 yılından önce yani osman zamanının başlamasından önceki herhangi bir yıl için demedik ki diyebilir... Bu durumda kendilerine sormak lazım. O zaman neden iddianın içeriğinde bunu belirtemedin acaba !? Yoksa, uydurduğunuz hikayenin bu safhasında takılıp kaldınız mı ?! Ama tabi size göre, bu hikayenin tam osman zamanında başlaması lazım ki, daha kolay senaryolar bulunabilsin ! Yoksa osman ve taraftarlarının günahını kim alacak ?!
2. Basrada görünmesi : İbni amir basra valisi olduktan (hicri 29) 3 yıl sonra ( yani hicri 32) İbn sebe hakimin evinde misafir olmuş ve bir grup sebenin yanına gelerek onun görüşlerini benimsemişler ve ibni sebe kendisini dinleyen kulaklar bulmuş. Osmanın basra valisi ibn amir, sebenin geldiğini haber aldığında onu yanına çağırır ve kim olduğunu sorar.O da, islamiyete rağbet ve kendilerine yakın olmak istediğini söyler.İbn amir de ona nerden bileyim böyle olduğunu der ve onu basradan çıkarır ! Aynı zamanda iddia sahipleri sebenin mısırda görünmesi olayını anlatırken , basrada ortaya attığı fikirlerden dolayı kovulduğundan (!) bahsediyorlar. Şimdi bu rivayetlerin birer masal olduğu aşıkardır. İddia sahipleri şuna karar versinler. Basra valisi bu şahsın kim olduğunu ve amacını tam bilmediği için basradan çıkarmış mı yoksa ortaya attığı fikirlerden dolayı kovmuş mu? Eğer vali onu basradan bu şekilde sorguya çekerek çıkarmış ise bu gerçek dışıdır Çünkü ; sebe dedikleri şahsın, hakimin evine geldiğini basra valisine haber veren kişiler , hakimin evinde insanlara bu tarz şeyler anlattığını söylememişler mi? İddiaya göre sebe hicri 32 yılından hicri 33 yılında bir zamanda kadar basrada kalacak ve bu süre zarfında gerek hakimin evinde gerekse başka yerde empoze etmek istediği görüşlerini anlatacak ve hatta bunu bazılarına benimsetecek ve bu durum tarihin kaydettiği kadar açık olacak ama hakimin evinden onu yanına çağıran basra valisinin sebenin bu süre zarfı boyunca , bu faliyetlerinden haberi olmayacak!!! Sonuçta, iddiaya göre ibni sebenin görüşleri bellidir . Bu senaryoya göre hz Ali ile ilgili görüşlerini de anlattığı açıktır. Zaten esas amacının da bu olduğu söyleniyor. Mesela ; hz Aliyi ilahlaştırmak, hz Aliyi vasi görmek, Peygamberin ve hz Alinin tekrar dünyaya geleceğine inanmak, ebubekir ve ömere kötü söz söylemek ve vs. Bu görüşler ise osmanın aleyhine olan görüşlerdir. Bölgeye yabancı biri geliyor ve kendisini dinleyenlere sıradan şeyler anlatmadığı gibi osman aleyhine de olacak şeyler anlatıyor.Bu haber mutlaka osmanın basra valisinin kulağına da gelir ve vali sebeyi göz altına alırdı. Dikkat edilirse sebenin mısırda görünmesi olayını anlatırlarken ne diyorladı , buraya gelmeden önce de gittiği basrada görüşlerinden dolayı kovuldu. Basra valisi dışında birileri tarafından kovulması olayı da çelişki içerir.Çünkü basrada görünmesi olayı anlatılırken valinin yanınına çağrılmadan önce görüşlerini bir kısım insana benimsettiğinden bahsediliyor. Görüşlerini benimsemeyenler kovmuş ise yine valinin haberi olurdu ve bu şahsı göz altına alırdı. Eğer vali tarafından kovulmuş ise bu olay yine gerçek dışıdır.Çünkü daha önce de belirttiğim gibi yaymak istediği görüşler ciddi anlamda osmanın aleyhine olan görüşlerdir. Bu durumda valinin onu kovması değil onu göz altına alması gerekirdi. Anlattıkları rivayete nerden bakarsak bakalım gerçek dışıdır yani senaryodur.İbni sebe gibi birinin yaşadığını düşünenler, acaba gerçekten kendileri de gönülden inanıyorlar mı?! Yoksa Ehlibeytin gerçek ve makam değerinin gün geçtikçe ortaya çıkması zorlarına gittiğinden dolayı bu masalı kabullenmek zorunda mı kalıyorlar ?!!!
3. Kufede görünmesi : Sebe basradan çıkarıldıktan sonra kufeye geldi (hicri 33), oradan da çıkarılınca, mısıra yerleşti ve buradan basradaki ve kufedeki adamları ile haberleşti.Senaryonun kahramanı abdullah ibn sebe kufede emellerini gerçekleştirmeye çalışmış , başarılı olamamış ve oradan da kovulmuş ! Şimdi Allah (cc.) insana akıl vermiştir. Osman zamanında kufede şam valisi olan muaviyenin adamları cirit atıyorlardı.Muaviyenin ajanları osmanın ve muaviyenin aleyhine söz söyleyenleri ya tutukluyorlardı veya cezalandırıyorlardı. Osman zamanında kufe biri çıkacak, osman aleyhine olacak şekilde ciddi anlamda haberler yayacak ama muaviyenin adamları bu adamı sadece kufeden kovmakla yetinecek ! Bilindiği gibi emeviler kendi saltanatını tehlikeye sokacak davranışlarda bulunanları cezalandırıyorlardı.Fakat ünlü sahabelere çevreden tepki almamak için ciddi anlamada ceza veremiyorlardı.
4. Şamda görünmesi : Bu şahsın hicazda görünmesi olayı anlatılırken , hicri 30'dan önce hicazda fikirleri yaymaya başlıyor ama oradan başarılı olamayınca basraya geçtiği belirtiliyor. Şamda görünmesi olayı anlatılırken ise hicri 30'da ilk defa şama geliyor ve orda ebu zer ile buluşup onu muaviyeye karşı kışkırtıyor ! Hicri 30 gibi basraya mı geçiyor yoksa şama mı geçiyor ?! Ayrıca , şamda görünmesi olayını anlatırlarken diyorlarki, şamda ikinci kez görünmesi de kufede hicri 33 ' te çıkarıldığı yıldır ! Şama hicri 33' te tekrar geldiği bu yıl yaymak istediği görüşleri şamlılara empoze edemez ve burdan kovulup mısıra geçer.Dikkat edilirse bu şahıs daha önce kufeden çıkarıldığında yani hicri 33' te mısıra yerlemişti.Burda bir kopukluk var herhalde bu kopukluğa ya hakim olamamışlar ya da bir kılıf bulamamışlar.
5. Mısırda görünmesi : Kufede görünmesi olayı anlatılırken, kufeden hicri 33 yılında çıkarılmış ve oradan da mısıra yerleştiği belirtiliyordu. O halde bu iddiaları gereği mısırda hicri 33' te gözükmesi lazımdır. Mısırda görünmesi olayı anlatılırken ise iddia sahipleri işin içinden çıkamayınca bir hesap yapıyorlar ve bu seferde diyorlarki mısırda görünmesinin hicri 34 yılında olduğu anlaşılıyor ! Tabi, dünyaya hiç gelmemiş birini ordan oraya oraya geçirirlerken, elbette böyle bir çelişkiye yakalanacaklardır.
Senaryonun en ilginç yanına ise şamda ikinci kez gözükmesi olayında rastlıyoruz.Yani bu masal kahramanı , osman zamanında hicazda faliyetlerine başlıyor ( hicri 30'dan önce) ve osmana bağlı memurların bundan haberi olmuyor, hicazdan basraya geçiyor ( hicri 32 ) , burda da fikirlerini yaymaya çalışıyor ve hatta burda bir kısım insana bu fikirleri benimsetiyor ve bundan osmanın basra valisinin de haberi olmuyor ve burdan da kufeye geçiyor (hicri 33) aynı şekilde görüşlerini burda yaymaya çalışıyor ve burda da muaviyenin adamlarının haberi olmuyor, kufeden de çıkarılınca aynı yıl mısıra geçiyor ve bir taraftan da şama hicri 33 ' te ikinci kez geliyor ve diyorlarki, hicri 33 te şamda rolünü icra edemiyor ve şamlılar bu şahsa yüz vermeyip , şamdan kovuyorlar !!! Bu sebe dedikleri şahsın görüşleri genelde hz Aliyi yüceltmek ve ebubekir, ömer ve osmanı aşağılamak değil midir ?! Şamda valilik yapan muaviye gibi birinin döneminde şama gelip, bu tarz görüşleri empoze etmeye çalışacak ve her yerde adamları olan muaviyenin de bu şahıstan veya bu şahsın yaymaya çalıştığı görüşlerinden haberi olmayacak !!! Hadi diyelim şamda sadece ebu zere ve diğer insanlara empoze etmeye çalıştığı görüş, muaviyenin serveti ile ilgili görüşleri olsun. Sonuçta bu da muaviyenin şamdaki valilik makamını sarsacak haberler yaymak demektir. Muaviye gibi biri, ebu zeri kışkırtan bu şahsı yakalatıp ceza vermiyor ve bu şahıs cemel savaşında sonra tarih sahnesinden siliniyor!!! Bu şahsın ebu zeri gizli bir şekilde kışkırttığını varsayarsak o zaman bu durumdan o dönem ve sonraki dönem yaşayan bazı sunni tarih yazarlarının nasıl haberi oluyor da, her yerde ajanları olan muaviye gibi birinin neden haberi olmuyor ?! Kaldıki anlatıldığına göre bu şahıs şamda ebu zer dışındaki bazı insanlara da bu görüşlerini empoze etmeye çalışmıştır.Yani şamda faliyetini gizli bir şekilde yürütmesi mümkün değildir. Çünkü yine iddialarına göre şamlılar yüz vermiyor ve oradan kovuyorlar. Tüm bu durumlardan muaviyenin haberi olmuyor ve adam elin kolunu sallaya sallaya şamı terk ediyor !!! Şu hususu da değinmek olaya daha fazla ışık tutmaktadır.Ebu zer, muaviyenin bazı harcamalarını ve müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarfetmeyip biriktirmelerini şiddetle eleştirmesiyle zenginler alehyine bir hareketin başlamasına yol açmıştı.Ebu zer , muaviyenin şikayeti üzerine osman tarafından medineye çağrıldı.Hilafetin dünyevi bir iktidar haline gelmesinden endişe eden ebu zer tenkitlerini devam ettirince kendi isteğiyle rebezeye gönderildi. ( Buhari, zekat, 4 / İbni Sad 4, 227 ) Ayrıca onun zorla gönderildiği de söylenmektedir. ( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi ) Görüldüğü gibi muaviye osmanı ebu zere şikayet ediyor ve buna rağmen ebu zer tenkitlerine medine de devam ediyor ve en sonunda başka bir yere sürülüyor ve bu süreçte her yerde adamları olan hem osmanın hem de muaviyenin ebu zeri kışkırtan abdullah ibn sebe denilen kişiden haberleri olmuyor !!! Dahası da buhari ve ibn sad ebu zerin muaviyeye karşı olan bu davranışlarında abdullah ibn sebe denilen şahsın rolünden bahsetmemektedir.
Sebe masalını nakledenlerin kendileri de bu masala inanmıyorlar ama maksat şiiliği karalamak olsun da öküz altından buzağı da ararlar. Ayrıca, Peygamber efendimizin övdüğü ve hakkında sahih hadisler bulunan ve yahudi düşmanı olan ebu zer acaba nasıl oldu da , yahudilikten geldiği söylenen bu kişiye kanıverdi ?! (Başka başlık altında paylaştığım üzere tam tersine ebu zer değil, ebu hureyrenin bazı rivayetleri tahrif olunmuş tevrattaki rivayetlerle benzerlik göstermektedir.Kendi içlerinde bulundukları durumu, şiilerin üzerine yükleme peşindedirler.)
Şimdi kısaca yine sunni kaynaklardan cemel savaşının sebebleri ile ilgili bilgilere yer verelim.
Vakidinin rivayetlerinde osmana çok ağır hakaretler yöneltilmiş ve ashabın büyükleri osmana karşı yürütülen hareketle doğrudan ilişkilendirilmiştir.Belazuri ise, vakidinin rivayetlerinin şiddetini daha da artırmıştır.Seyf bin ömere dayanan rivayetlerin ortak özelliği ise osman ve diğer sahabelerin suçsuz kabul edilmesidir.Hadis konusunda zayıf ve metruk kabul edilen seyf ibn ömer , fitneyi körükleyen gizli elin sebe olduğunu iddia etmiştir. Osmanın halifeliğinin ilk yıllarından itibaren osmanın veya valilerinin bazı uygulamaları çeşitli grubların şikayetlerine sebep olmuş, bu şikayetler halifeliğinin ikinci yarısında daha da artmış ve bilhassa halifeliğinin son yıllarında ani zenginleşmenin ardından yaşanan ekonomik krizden en fazla etkilenen garnizon şehirleri kufe,basra ve mısırsa uygun bir ortam bulmuştur. Osmanın ve valililerinin bazı icraatlarını propaganda amacıyla kullanan muhaliflerin tenkitlerinin başında osmanın önemli devlet görevlerine akrabalarını tayin etmesi geliyordu.Osman muhtemelen idarede birlik ve beraberliği daha kolay sağlama arzusuyla önemli valiliklere ve devlet katipliği görevine yakın akrabalarını tayin etmişti. Bu tayinler neticesinde devletin bütün idari kademeleri bazılarının liyakati tartışılan ümmeyyeoğullarının eline geçmiş oluyordu.Hz Ali ve diğer ileri gelen sahabelerin de eleştirdiği bu uygulama,halifenin valilere karşı beklenen sertlikte davranmaması ve onlara mal bağışlarında bulunması kendisine karşı şikayetleri daha da yoğunlaştırmıştır. ( osmanın yakın akrabalarına mal bağışlarında bulunması hususunu osman dosyasında yine sunni deliller üzerinden paylaşmıştım.) Osmana karşı ilk ciddi muhalefet kufede ortaya çıktı.Valilerin bazı söz ve uygulamaları kufede bazı kabile lidelerinin iddiasını güçlendirdi.Osmanın Kufe valisi velid bin ukbe, bir cinayetin faillerine kısas uygulaması yüzünden katillerin yakınlarının düşmanlığına hedef oldu.Valiyi içki içmekle itham eden bu şahıslar , osmana şikayette bulunarak valinin görevden alınmasını sağladılar.Osman bu valinin yerine yine yakın akrabası olarak atadığı said b. as,mecliste '' sevadı ırak kureyşin bahçesidir '' sözüyle osmanın temsil ettiği kureyş hakimiyetini hedef alan kabilecilik hareketini körükledi.Meclistekilerden eşter en nehai, Allahın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu araziler nasıl kureyşin çiftliği oluyor, diyerek tartışma başlattı.Daha sonra bu kişiler osmana şikayet edilerek muaviyenin yanına gönderildi.Humusa sürgün edilen bu kişiler osmandan izin alarak tekrar kufeye döndüler.Osman aleyhine faliyetlerini daha da hızlandırdılar.Bu hareket ırakın ikinci büyük merkezi basrada yankı bulmuştu.Fitneden en az etkilenen merkezlerden olan suriyede ise ebu zer muaviyenin baz harcamalarını ve müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini şiddetle eleştirmesiyle zenginler aleyhine bir hareketin başlamasına yol açmıştı.Hilafetin dünyevi bir iktidar haline gelmesinden endişe eden ebu zer tenkitlerini devam ettirince rebezeye gönderildi.Ebu zerin zorla gönderildiği de söylenmektedir.Fitnenin diğer önemli merkezi mısırda osman ve valisine karşı şiddetli bir muhalefet başlatılmıştı.Muhalefetin liderliğini, osmanın himayesinde büyüyen ve istediği valilik görevine tayin edilmeyince mısıra giderek oraya yerleşen muhammed b. ebu huzeyfe ile hz Alinin himayesinde büyüyen muhammed b. ebubekir yapıyordu.Valilikten azledildikten sonra filistine çekilen amir b. asın da mısırdaki muhalefeti gizlice desteklediği rivayetleri de vardır. Muhalifelerin halkı tahrik için kullandıkları diğer şikayet konuları şunlardır : Osmanın önemli devlet görevlerine tayin ettiği yakınlarına devlet hazinesinden büyük miktarlarda bağışlarda bulunması, kureyşin ileri gelenlerinin medinedne ayrılıp fethedilen bölgelere yerleşmelerine ve geride bıraktıklar arazilerin göç ettikleri yerlerdekilerle değiştirilmesine izin vermesi, oralarda çok miktarda mülk edinmelerine göz yumması, bazı sahabelere fethedilen şehirlerde iktalar verilmesi, kuranı kerimi istinsah ettirmesinden sonra diğer kuran nushalarını yaktırması, kureyş adına kabilecilik yapan bazı valilere ses çıkarmaması, Peygamber tarafından Taife sürülen amcası hakem b. ebul asın medineye dönmesine izin vermesi, kendisini eleştiren ebu zer, ammar b. yasir ve abdullah ibn mesud gibi sahabeleri çeşitli şekillerde cezalandırması, medine civarındaki baz arazileri beytülmal develeri için koruluk haline getirmesi, hac için mekkede bulunduğu sırasa farz namazları mukimler gibi kılması,mescidi nebevi inşaatında önceden kullanılmayan bazı malzemeleri kullandırması,Resurullahtan intikal eden hilafet mühürünü birierise düşürmesi. Ayrıca osman, ganimetlerin önemli bir kısmını yakınlarına tahsis etmek ve diğer akrabalarındna bazılarına haksız yere mal ve toprak vermekle itham ediliyordu.Dedikodular artınca osman müfettişler göndererek vilayetlerdeki durumu öğrenmek istedi.Mısırda muhalifeler tarafından yanıltığı bildirilen ammar b yasir hariç müfettişler olumlu haberlerle döndüler.Söylentilerin devam etmesi üzerine hicri 33'te hac dönüşünde valilelerini medineye çağırarak onlarla bir toplantı yaptı.Söylenenlerin bir tertip olduğunu,dolayısıyla endişe edilecek bir durum bulunmadığını söyleyen valilerin çözüm tekliflerini aldıktan sonra muhalifelerin cihadla meşgul edilmesini, elebaşlarının öldürülmesini, işin valilere bırakılmasıni,mal karşılığında gönüllerinin alınmasını,kufedeki bazı şahısların tahsisatlarının kesilmesini emretti. Osman ayrıca valilerine insanları fitneden uzak tutmaya çalışmalarnı itidalli davranmalarını tavsiye etti.Hicri 35 yılında ise mısırdan bir heyet validen şikayet için medineye geldi.Osman onları kalabalık bir heyet ile birlikte dinledi.Kendisine yöneltilen ithamlara cevap verdi ve bu arada bazı icraatlarının hata olduğunu da kabul etti.Ganimet mallarıyla ilgili isteklerini uygun görüp geri dönmelerini sağladı.Şeval ayında ise kufe,basra ve mısırdan 3 grup medineye geldiler.Hz Ali,talha,zubeyr ve Peygamberin hanımlarıyla görüşerek valiler hakkında şikayetlerini aktardılar ve onlardan kendilerini osmanın huzuruna çıkarmalarını istediler.Teklifleri reddedilince geri döndüler. Osmanı halifelikten indirmekte kararlı olan asile, osmanı savunmak için toplanan medinenilerin dağılmasını ve ani baskınla şehirde kontrolü ele geçirmek için plan yaptılar ve bulundukları mevkileri terk ederek memleketlerine doğru yola çıktılar. Fakat bu 3 grup ansızın geri döndüler ve tekbirler halinde medineye girerek osmanın evini kuşattılar.Dönüş sebebi olarak da osman tarafından eski mısır valisine yazılan ve liderlerinin ölümle cezalandırılmasını emreden bir mektubu ele geçirdiklerini söylediler.Osman böyle bir mektup yazmadığını belirtmesine rağmen evinin etrafında mevzilendiler.Ayrıca bu muhalif grubların medineye tekrar geri dönüşlerini haklı göstermek için uydurdukları anlaşılan bu mektubun halifenin bilgisi dışında katibi mervan tarafından yazıldığı rivayetleri de vardır.Osmanın öldürülebileceğini hiç düşünmeyen medineliler evlerine kapanıp mecbur kalmadıkça dışarı çıkmadılar.Şehirde sayıları oldukça artmış olan köleler ve işsiz güçsüz bedeviler de isyancılara katılmıştı.Muhasara altında bulunan osmanın öldürülmesine son 10 gün kalaya kadar imamlık yapmasına göz yumdular.Osman bu süre zarfında şikayetleri dinledi ve ithamlara cevap verdi.Bir çok meselede onları ikna etmeyi başardı.Konuşmalarından birinde hz Alinin tavsiyesine uyup asilerin şikayet ettiği bazı uygulamalarının hata olduğunu kabul etti,bundan sonra Allahın kitabı ve Peygamberin sünnetine uygun hareket edeceğine söz vererek sukuneti sağladı. Ancak buna karşı çıkan mervanın onun ziniyle yaptığı konuşma ortalığı yeniden karıştırdı.Hz Ali ve ümmü habibe, mervanın konuşmasına çok öfkelenerek kenara çekildiler. Asiler, daha sonra eyaletlerden gönderilen askeri birliklerin yaklaştığının duyulması üzerine acele ederek osmanın evinin kapsını yaktılar ve bitişikteki evden içeriye giren bir kaç mısırlı kuran okumakta olan osmanı öldürdü. Bazı tarihçiler isyanı siyasal,ekonomik ve sosyal değişikliklere bağlamıştır.Fetihlerin duraklamasıyla birlikte ganimet gelirleri azalınca garnizon şehirlerinde yaşayan muharip sınıfın geçimi düzenli vergi gelirlerine bağlı halde gelmiş ve asker maaşlarının ödenmesinde sıkıntı başlamıştı.Birden bire zenginleşmenin kaçınılmaz sonucu olan iktisadi buhran , yönetimi tasarruf yapmaya ve askerlerin maaşlarını azaltmaya mecbur etmişti.(İA, IX, 429). Bu sırada fetih ordularında çoğunluğu şehitlik ve gazilik yerine sadece ganimet için cephelere koşan askerler teşkil ediyordu.Bu sıkıntılar karşısında onlar önceki ganimetlerin nereye gittiğini, kendi hakları saydıkları fethedilmiş arazilerin durumunu sorgulamaya başladılar.Öte yandan valilerin yanı sıra ashabın ileri gelenlerinden küçük bir grubun büyük servetler edinmesi kıskançlıklara yol açmıştı.Bu gelişmeler cahiliye dönemi kabilecilik anlayışını yeniden ortaya çıkardı.İbn haldun, fetihlerde büyük rol oynamış arap kabilelerinin cahiliye damarlarının kabardığını , yönetimi elinde tutan muhacirler , ensar ve hicaz halkına karşı bir hareket başlattıklarını söylemektedir. ( el, iber ,II / 2, sf. 138 ) İsyanın osmanın devralıp değiştiremediği gelişmelerin bir sonucu olduğunu belirtien Duri de isyanın birinci derecede kabilelerin kureyşe isyanını sembolize ettiği görüşündedir. ( ilk dönem islam tarihi sf.104) . Kureyşi hilafeti tekeline almakla suçluyan kabile resileri,vergi gelirlerinin büyük kısmını hala mediniye gönderilmesne karşı çıkarak müslümanların malı saydıkları fey gelirlerinin eyaletlerde dağıltılmasını istiyordu.Bu olumsuzluklar hz Alinin Resurullahın vasisi olduğu,onun hakkını gasb eden osmanın halifelikten uzaklaştırılıp hakkın sahibine verilmesi iddiasını kalkan edinen abdullah ibn sebe ve kureyş yönetiminden kurtulmak isteyen kabile resilerinin fitne ateşini tutuşturmasııyla bir isyana dönüştürdü.Bazı tarihçiler, abdullah ibn sebe gibi müslümanları birbirine düşürmek isteyen art niyetli şahıslar olmadan böyle bir hareketin gerçekleşebileceğenin pek mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. (Yusuf el -Iş, sf.64)
Osman öldürülünce hz Aliye medinede biat edilmiş fakat diğer vilayetlerin durumu henüz aydınlanmamıştı.Hz Ali, kendisine biata yanaşmadıkları için osman tarafından tayin edilen valililerin bir kısmını değiştirme kararı almış, bunu öğrenen talha b. ubeydullah basra, zubeyr b. avvam da kufe valiliğini istemiş ancak onların bu isteği kabul edilmemişti. ( Taberi I,3069, 3082 ) Bunun üzerine talha ve zubeyr, hz Aliden umre için medineden ayrılma izni istemişler, bu izinde 4 ay sonra verilmişti. Ayşe , hilafetinin son dönemlerinde osmanı çeşitli vesilelerle tenkit etmiş halifenin şehri terk etmemesi ricasına rağmen isyan başladıktan sonra hac için mekkeye gitmişti.Haccını tamamlayarak medineye dönmek üzere yola çıkan fakat osmanın öldürülüp hz Alinin halife seçildiğini öğrenen ayşe geri döndü ve mekkede halka hitaben osmanın mazlum olarak öldürülüğü yolundaki meşhur konuşmasını yaptı.Bu arada osmanın ölümünden ayşeyi sorumlu tutanlar da olmuşsa da ayşe bu iddiaları reddetmiştir.Bu esnada medinedeki emevi ailesi , osmanın basra ve yemen valileri ile talha ve zubeyr b. avvam mekkeye giderek ayşeye katıldılar. ( Taberi, I, 3099 ) Mekkede osmanın kanını talep etmek için ayşenin önderliğinde oluşan bu topluluk medineye giderek isyancılara karşı çıkmak yerine osmanın basra valisi abdullah b. amirin ısrarı üzerine basraya gitmeye karar vermişlerdi.Mekkeden basraya yol alırken zafer kazanılması durumunda halifenin kim olacağını tartışmaya başladılar.Talha, zubeyr ve osmanın oğullarından birinin halife olması gerektiği yolundaki tartışmalar sürerken, osmanın kufe valisi said b as hilafetin ümmeyye oğullarından alınamayacağını,dolayısyla osmanın oğullarından birinin halife olması gerektiğini ileri sürerek taraftarlarıyla birlikte topluluktan ayrıldılar.Böylelikle ayşe,talha ve zubeyr b avvam 1000 kişilik bir kuvvetle basra önlerine ulaşabildiler.Yolda köpek havlamaları duyan ayşe nerede olduklarını sormuş,haveb suyu civarında bulunduklarını öğrenince, Peygamberin zevcelerine hitaben '' acaba hanginize havep köpekleri havlayacak ? '' dediğini ( Müsned, VI, 52, 97 ) hatırlamış ve onun bu hareketi tasvip etmediğine kani olarak yola devam etmekten vazgeçtiğini söylemişti.Bunun üzerine abdullah b. zübeyr, bulundukları yerin adını belirleyen rehberin yanıldığını ısrarla söylemiştir.Zubeyr b. avvam da '' Belki Allahu Teala senin sayende muminlerin arasını düzeltecektir '' diyerek ayşeyi yola devam etmeye ikna etmişlerdi.Ayşe ve beraberindekiler basra önlerine gelince abdullah b. amiri, basralıları kendi taraflarına çekmek için şehre gönderdiler.Ayrıca ayşe ahnef b. kays gibi basranın ileri gelenlerine mektuplar yazdı.Diğer taraftan hz Alinin basra valisi osman b. huneyf, ayşenin kuvvetleriyle birlikte basra yakınlarına geldiğini öğrenince maksatlarını öğrenmek için kendilerine imran b. huseyin ile ebul esved ed düeliyi gönderdi.Ayşe gayelerinin isyancıların bozduğu barış ve düzeni geri getirmek,osmanın katillerini cezalandırmak ve müslümanların arasını düzeltmek olduğunu bildirmiştir.Talha ve zubeyr b avvam da aynı görüşlere katıldıklarını ayrıca kendilerinin hz Aliye zorla biat ettirildiklerini söylemişlerdi.Bu gelişmeler üzerine basralılar ikiye ayrılmış ve sert tartışmalar yaşanmıştır.Bu arada hz Ali de 3000 kişilik bir kuvvet ile medinden ayrılmıştı. Basrada olup bitenler hakkında bilgi alınca hemen osman b. huneyfe bir mektup göndererek talha ve zubeyr b avvamın kendisine biatları sırasında hiç bir şekilde zor kullanılmadığını bildirmişti.Bunun üzerine osman b. huneyfe hz Alinin haklılığını ileri sürerek diğerlerinin basrayı terk etmelerini isredi.Onlar da kendilerinin haklı olduğunu iddia ederek osman b. huneyfenin basrayı terk etmelerini istediler. Netice de bir akşam namazı sırasında ani bir baskınla osman b. huneyfe ve adamları esir alındı.Ayşe onun öldürülmesine engel olduğu gibi serbest bırakılmasını da sağladı fakat osman b. huneyfenin saçı sakalı kökünden kazınmış , kaş ve kirpikleri de yolunmuştu.Osman b. huneyf ve adamları zukarda konaklamış bulunan hz alinin yanına giderek durumu anlattılar.Bu arada beytülmal ele geçirildi ve idaresine ayşenin abdurrahman getirildi.Basralı taraftarlarından müşterek biat alan talha ve zubeyr b. avvam kumandayı birlikte yürüteceklerdi.Ayşe basrayı ele geçirmekle beraber buranın tam desteğini sağlayamamış, basranın önde gelenlerinden Ahnef b. kays ile kabilesi temimin bir kolu olan Beni sadı bir türlü ikna edememişti.Kufeyi kazanmak veya bu şehrin hz Aliye fiilen destek olmasını önlemek amacıyla kufenin ileri gelenlerine mektuplar gönderdi.Hz. Ali de hemen hemen aynı günlerde kufenin desteğini sağlamak amacıyla şehre arka arkaya üç heyet gönderdiyse de bir sonuç alamamıştır.Vali ebu musa el eşari tarafsız kalmayı tercih ediyordu.Bunun üzerine malik b. eşter, hz Alinin izniyle duruma el koymak için kufye gitti ve ebu musanın konağın ele geçirdi.Hz. Ali, kuvvetlerini kufe dışında topladıktan sonra basraya doğru hareket etti ve şehrin dışında zaviye mevkiinde konakladı.Daha zukardan ayrılmadan anlaşma ümidiyle ayşenin karargahına sahabeden kake b. amiri elçi olarak göndermişti.Kake basraya giderek ayşe,talha ve zubeyr b. avvam ile görüşmüş , kendilerini,hz Alinin halifeliği etrafında toplandıkları takdirde katilleri cezalandırmanın kolaylıkla mümkün olabileceği yolunda ikna etmeye çalışmış, onlar da hz Alinin bu görüşte olması durumunda barışı kabul edebileceklerini bildirmişlerdi. ( Taberi, I, 3156,3157) Hz Alinin talha ve özellikle zubeyr b. avvam ile bizzat görüşmesi de olumlu sonuç verdi.Hatta zubeyr b. avvam , Hz Alinin kendisine, Peygamberin Ali ile haksız yere mücadele edeceğine dair sözlerini hatırlatması üzerine bu işten vazgeçmek istediğini ayşeye bildirdi.Ancak oğlu abdullah b. zubeyr, kendisini korkaklık ve döneklikle suçladı.Bu sırada kimse ne olduğunu anlamadan iki tarafta kendisini savaşın içinde buldu.Halbukise taraflar adamlarına,karşıdan bir saldırı olmadan savaşı başlatmamalarını emretmişlerdi. (Taberi, I, 318 ) Bir rivayete göre osmanın katline iştirak edenlerden bir grup, barış sağlandığı takdirde cezalandırılacaklarını düşünerek savaşı başlatmıştı.Hz Ali ve ayşe savaşın durması için çaba sarf ettiler.Ayşe bu esnada kab b. sura ön saflara geçip barış diye bağırmasını ve kuranın hakemliğini istemesin emretti Fakat kab bu sırada öldürüldü.Ayşe, kendi safınddakilerin kaçmasın önlemeye çalışıyor ve şiddetlenen savaş ayşenin etrafında cereyean ediyordu.Hz Ali , savaşın ayşenin bindiği devenin etrafında cereyan ettiğini görünce devesinin öldürülmesini emretti ve devenin öldürülmesiyle savaş da sona ermiş oldu.Ayşe savaşı devenin üzerinden idare ettiği için bu savaşa cemel savaşı denmiştir.Ayşe yara almadan kurtulmuştu.Talha ise savaşın daha başlarında mervan b. hakem tarafından atılan okla öldürülmüştü.Zubeyr b. avvam ise savaş meydanından uzaklaşmakta iken vadissibada ahnef b. kaysın kabilesine mensup bir kişi tarafından öldürüldü.Savaş sonunda Hz Ali, ayşeyi bir heyetle medineye gönderdi. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi)
Bütün bu delillerden hareketle osmanın öldürülmesi ve cemel savaşının başlamasınınl sebeblerine değinelim.
1. Öncelikle vakidi, belazuri ve ismini burda belirtmediğim sunni ekolün itibar ettiği bir çok tarihçi fitnenin seyf ibn ömerin iddia ettiği gibi değil, tamamen osmanın yanlış uygulamalarından kaynaklandığını belirtmişlerdir. Bunların çoğu yukarda belirtilmesiyle beraber en önemlileri osmanın önemli devlet kademelerine en yakın akrabalarını getirmekle kalmayıp, onlara devlet hazinesinden mal bağışlarında bulunması ve osmanın kufe,basra ve mısır gibi önemli yerlerde valilik yapan akrabalarının kabilecelik anlayışını devam ettirerek , diğerlerini ötekileştirmeleridir.Osmanın yanlış uygulamalarının başında gelen bu sebepler tarihin kaydettiği gerçeklerdir.Bu gerçekler osmana olan muhalefetin başlamasına sebeb olmuştur.Bu muhalefetin başlamasını , seyf ibn ömerin iddia ettiği abdullah ibn sebe adında şahsa bağlamak, osmanın sözü edilen yanlış uygulamalarda bulunmadığını ileri sürmek demektir ki bu da, vakidi ve belazuri gibi önemli tarihçileri silip atmak demektir.Böyle bir davranışında gerçeğ uygun olmadığı aşıkardır.
2. Peygamber efendimizin övdüğü, hakkında sahih hadis bulunan ve yahudi düşmanı ebu zerin, birilerine göre yaşadığı iddia edilen hz Aliyi ilahlaştıran sebe gibi birine inanarak muaviyeye karşı çıkması inanılması mümkün olmayan bir şeydir. Ebu zer, elbette muaviyenin uygulamalarına en çok karşı çıkanların başında geliyordu. Fakat ebu zer ve diğerlerinin bu tutumu, muaviyenin Allahın kitabı ve Peygamberin sünnetiyle uyuşmayan uygulamalarda bulunmasından kaynaklanıyordu. Muaviyenin bu uygulamalarına sunni deliler üzeriden muaviye başlığı altına yer vermiştim.Ayrıca, seyf ibn ömerin bu iddiasını kabul etmek demek Peygamber efendimizin ebu zer hakkındaki övücü sözlerini kabul etmemek ve seyf ibn ömerin şahsiyetini ise ebu zerden daha güvenilir görmek demektir.Seçim ise iddia sahiplerinindir.
3. Mısırda, muhalefetin liderliğini, istediği valilik görevine tayin edilmeyen muhammed b. ebu huzeyfe, valilikten azledildilen samir b. asın ve hz. Alinin himayesinde büyüyen ebubekirin oğlu muhammed b. ebubekir yapıyordu.Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda vardır. (Hz Ali diyorki, muhammed b. ebubekir ebubekirin sulbündendir fakat benim terbiyem ile büyümüştür.) Görüldüğü gibi mısırda osmana muhalefet , seyf ibn ömerin iddia ettiği gibi bir kışkırtma yüzünden değil, bu kişilere istedikleri valilik verilmediğinden dolayıdır. Muhammed bi ebubekire gelince bu kişinin osmana muhalefeti ise hz Alinin terbiyesi ile büyümüş olmasındandır.Çünkü hz Alinin, osmana bazı konularda yer yer muhalefet etmesini konu alan sunni kaynakları başka bir başlıkta paylaşmıştım.Tabiki, hz Ali osmanın hilafetini hiçbir şekilde meşru görmüyordu.Hatta bu konuda cübbeli ahmet hocanın itirafları bile vardır. Ayrıyeten bu konuyla bazı sunni delilleri de ilgili yerlerde paylaşmıştım.
4.Osmanın Peygamber efendimizin lanetlediği ve Taife sürgün ettiği hakemi tekrar medineye gelmesine izin verdiği de kaynaklarda sabittir. Bu uygulamaya karşı çıkan ebu zer, ammar bin yassir ve abdullah ibn mesud gibi önemli sahabler osman tarafından cezalandırılmıştır.Medinede, osmana karşı bazı sahabelerin bu tutumlarında seyfin iddia ettiği sebenin mi rolü olmuştur (?!) yoksa bu önemli sahabeler Peygamberin sünnettine bağlı kalmak istedikleri için mi osmana karşı çıkıyorlardı ? Yani osmana muhalefet sadece kufe,basra ve mısır gibi şehirlerde değil medine de mevcuttu.Bu etken de, osmana karşı muhalefetin başlamasını, osmanın kendi icralarından kaynaklandığını doğrulamaktadır.
5. Osman kendisine olan muhalefetin arttığını sezince vilayetlerdeki durumu öğrenmiş için müfettişler göndermiş ve ammar bin yasir hariç müfettişler olumlu görüş bildirmişler.Yine dedikodular devam edince osman bu sefer tayin ettiği valileri medineye çağırarak toplantı yapmış ve yine bu rda osmanın kendi valileri endişenelecek bir durum olmadığını bildirmişlerdir. Peygamber efendimizin ammar bin yasiri övdüğünü nakleden sunni kaynakları yok sayarak (!), ammar bin yasirin birilerinin var olduğunu iddia ettiği sebecilere uyduğunu (!) varsayalım. Peki, bu osmanın diğer bütün müfettişleri , ammar bin yasiri sebecilerin kandırdığını osmana bildirmemişler midir ?! Müfettişler böyle bir durumdan bahsetmediği gibi , osmanın kendi valileri de endişe edilecek bir durumun olmadığını söylemişlerdir. Müfettişler sebe denilen şahsı fark etmemişler ise , böyle bir şahıs ortalıkta geziyorsa bu şahsa dair herhangi bir haber almamaları mümkün değil de, hadi diyelim fark etmemiş olsunlar, peki ortalıkta gezen bu şahıstan osmanın valilerinin nasıl haberi olmamıştır?! Daha önce de belirttiğim gibi bu şahıs, ne kadar da kimliği gizlese yaydığı fikirlerin ortak özelliği osmana muhalefeti başlatmak veya artırmak değil midir ? Yani böyle bir şahıs kendini belli etmese bile, bu müfettişler ve osmanın valileri osmana karşı piyasada bazı muhalifelerin dilinde dolaşan , bu muhalif ve kışkırtıcı fikirlerin farkında olmamaları mümkün değildir. Yine de osmanın valilerinin endişe edilecek bir durumun olmadığını söylemelerinin sebebi, kendi makamlarını korumak içindir.Bunun böyle olduğu da aşıkardır.Yine mısırdan medineye, osmanın mısır valisini şikayet için gelen heyete osmanın kendi bazı uygulamalarının hatalı olduğunu kabul ettiğini söylemesi de kendisine olan muhalefetin nasıl başladığını gözler önüne sermektedir.
6. Medineye tekrar geri dönüp osmanın evini kuşatan muhalifler, geri dönüş sebebi olarak osmanın eski mısır valisine yazılan ve liderlerinin öldürülmesini emrettiğine dair mektubu ele geçirmiş olduklarını söylemişlerdir.Osmanın kendisi böyle bir mektup yazmasa bile, sonuçta valilerine daha önce muhalif liderlerinin öldürülmesi emrini sözlü olarak vermişti.Ayrıca, bu mektubu osmanın bilgisi dışında mervanın yazdığına dair rivayetler olduğu belirtilmiştir.Osman muhasara altında iken bu grubların da şikayetlerini dinliyor ve hz Alinin tavsiyesi üzerine osman yine uygulamalarının hatalı olduğunu kabulleniyor ve bundan sonra Allahın kitabı ve Peygamberin sünnetine uyacağına dair de söz veriyor.Görüldüğü gibi osman burda da muhaliflerin ortaya çıkmasına sebep olan hatalarını kabul etmektedir. Bu aşamada osman medinede sukuneti sağlamışken, mervan bu duruma karşı çıkıyor ve osmandan izin alarak bir konuşma yapıyor ve ortalık yeniden karışıyor.Mervanın bu osmanın bu konuşmasından rahatsız olmasının sebebi, Peygamberin uygulamasına bağlı kalacağına dair söz vermesidir.Çünkü osmanın Peygamberin uygulamasına bağlı kalması demek, Peygamberin kendi zamanında medineden Taife sürgün ettiği babası hakemi medineye tekrar getiren osmanın, bu sefer hakemi tekrar sürgün yeri Taife göndermesi demekti.Ayrıca osmanın Peygamberin uygulamalarına bağlı kalacağına dair söz vermesi de samimi değildir çünkü mervanın sukuneti bozacak konuşmasına izzin vermiştir. Sukunet sağlanmışken mervanın bu konuşmasına sinirlenen hz Ali, ümmü habibe ve diğerleri kenara çekilmişlerdir.Türkiye Diyanet Vakıf sadece hz Ali ve ümmü habibenin kenara çekildiklerini belirtmiştir.Bu komiktir.Çünkü osmanın ve mervanın bu hareketlerinden dolayı sinirlenerek kenara çekilen sadece hz. Ali ve ümmü habibe değildi . Yanlarında sahabelerin ileri gelenlerinden de insanlar vardı.Konu bu olmadığı için buraya girmeye gerek yoktur. Osmanı muhasara altında alan bu grublar, önemli sahabelerin kenara çekişilini fırsat olarak görürler ve osmanın evine girerek onu öldürürler.Burda olaya daha da fazla ışık tutacak mesele mervanın osmanın ağzıyla muhalifelere mektup yazdığı rivayetidir.Bu rivayetin doğru olduğunu kanıtlayan delil ise, osman medinede sukuneti sağlamışken, mervanın buna karşı çıkarak sukuneti bozması ve hem hz Ali ile yanındakileri hem de isyancıları daha fazla kızdırmasıdır.Bu durumda muhalifelere yazılan mektupları sebenin yazdığına dair olan iddialarınız nerde kaldı ?!!! Yine bu durum bile tek başına sebe adlı şahsın hayal ürünü bir şahıs olduğunu kanıtlamaktadır.
7. Osman muhasara altında iken, Türkiye Diyanet Vakfının da belirttiği üzere osmanın öldürülebileceğini hiç düşünmeyen medineliler evlerine kapanıp mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamışlardır.Kaynaklarda verilen bilgiye dikkat edilirse Medinelilerin bu davranışları osmanın bir ara sukuneti sağlamasından sonra değil öncedir.Yani osmanın muhasara altına alındığı süreçtedir.Acaba medineliler gerçekten de hem de muhasara altından bulunan osmanın öldürebilceğini düşünememişler mi (?!) yoksa medineliler de osmanın kendisinin de kabul ettiği Kurana ve sünnete uymayan davranışlarından bıktıkları için osmanın güvenliği konusunda gevşek davranıp oralı mı olmamışlardır ?! Demekki osmana muhalefet sadece vilayetlerde değil, daha önce de belirttiğim gibi medine halkı içinde de mevcuttu.Çünkü osman Peygamberin övdüğü ebu zer, ammar bin yasir ve abdullah ibn mesud gibi önemli sahabeleri cezalandırmıştı.Bu duruma medine halkının bazı ileri gelenleri de tepki göstermişlerdi. Hatta yine kaynaklarda geçen bilgiye göre ayşe bile, hilafetinin son dönemlerinde osmanı çeşitli vesilelerle tenkit etmiş halifenin şehri terk etmemesi ricasına rağmen isyan başladıktan sonra hac için mekkeye gitmiştir. Osmanın muhasara altındayken ayşeye medineyi terk etme diye ricada bulunmasının sebebi, isyancılar için caydırı olabileceğini düşünmesidir.Fakat bu isyan zamanından önce osmanın aleyhine konuşmaları bulunan ve isyancıların medine bulunmasına rağmen ayşenin medineyi terk etmesinin tesadüf olması inandırıcı değildir.Ayşenin osman aleyhine olan konuşmalarını yine sunni deliller üzerinden başka bir başlıkta paylaşmıştım. Seyf ibn ömer, ünlü sahabeleri sebe yönlendiriyor iddiasını ayşe için de yapmış mıdır acaba ?!!! Ayrıca ayşenin osmanın ölümüne göz yummasını sadece bugünkü bazı tarihçiler değil, osmanın ölüm haberi yayıldığında o günler bile bunda ayşeyi sorumlu tutan sahabeler olmuştur.Tabi ayşe haliyle bu iddiaları reddedecektir. Tarihi araştırmalarını aklın ve mantığın ölçüsünde analiz eden rasyonel bir araştırmacı diyebilirmi ki (!) , ayşe bu iddiaları reddettiğine göre osmanın ölümüne göz yummamıştır. Ayşenin osmanı neden istemediğinin hususu da yine sunni deliller üzerinden ispatlanan başka bir durumdur.Aynı şekilde osman kuşatma altında bulunurken talha ve zubeyr bin avvam ne yapıyorlardı !? Acaba talha ve zubeyr bin avvamın da isyanclar karşısında susup osmanı yanlız bırakmaları da mı sebenin fikriydi (?!) yoksa talha ve zubeyr b. avvamın osmanın makamında gözleri mi vardı ?!
8. Hz Ali, kendisine biata yanaşmadıkları için osman tarafından tayin edilen valililerin bir kısmını değiştirme kararı almış, bunu öğrenen talha b. ubeydullah basra, zubeyr b. avvam da kufe valiliğini istemiş ancak onların bu isteği kabul edilmemişti. Seyf ibn ömer, hz Aliye biata yanaşmayan osman tarafından tayin edilen bazı valileri hz Aliye kışkırtanın sebe olduğunu da iddia etmiş midir?! Ama bunu iddia etmez çünkü , mesele hz Ali olunca, seyf ibn ömere göre ilgili valileri birinin kışkırtmasına gerek yoktur zaten bu valilerin hz Aliye karşı bu davranışları doğrudur !!! Ayrıca talha ve zubeyr b. avvam istedikleri valiliklere kavuşamayınca mekkeye giderek ayşenin safına katıldıkları bellidir.Mekkede osmanın kanını talep etmek için ayşe,talha ve zubeyr b. avvam önderliğinde oluşan bu topluluk medineye giderek isyancılara karşı çıkmak yerine osmanın basra valisi abdullah b. amirin ısrarı üzerine basraya gitmeye karar veriyorlar ! Öncelikle burda dikkat çeken husus, ayşenin önderliğinde toplanan insanların önce medineye giderek olayın tam olarak nasıl geliştiğini hz Aliden dinlemeleri ve isyana katılan önemli isimlerin kim olduklarını öğrenmeye çalışmaları gerekirken, basra valisi abdullah b. amirin ısrarı üzerine basraya yönelmişlerdir.Görülüyorki ayşe,talha ve zubeyr b. avvam için abdullah b. amir, hz Aliye göre daha üstün konumdadır.Burda kilit noktayı oynayan en husus ise, ayşenin önderliğinde toplanan bu grublar, daha mekkeden basraya yol alırken, hz Aliye karşı savaşmayı niyetlerine koyup savaşı kazanmaları esnasında halifenin kim olacağının hesabını yapmaya başlamaları ve aynı zamanda talha ve zubeyr b. avvamın basra önlerine geldiklerinde kendilerine elçi gönderen hz Alinin basra valisine , kendilerinin hz Aliye zorla biat ettirildiklerini söylemeleri ve yine basra taraftarlarından müşterek biat almaları da onların esas amaçlarının , osmanın kanını talep etmek değil, anlaşıldığı gibi hilafetini istemedikleri hz Aliyi devirmek için osmanın öldürülmesi bahanesiyle fırsat ortamları yaratmak olduğunu göstermektedir.Zira , hz Alinin hilafetiyle ilgili bir sıkıntıları olmasaydı ve gerçekten esas niyetleri osmanın intikam almak olsaydı öncelikle mekkeden alalacele basaraya değil önce medineye gidip hz Alinin bu meseleler hakkındaki konuşmasını dinlerlerdi.yine bu deliller de gösteriyorki cemel savaşının çıkmasının sebebi, ebubekir zamanında hz Alinin hilafetini istemeyenlerin, osmandan sonra da hz Alinin hilafetini istemeyişleridir.Daha sonra birileri bu durumu ört bas etmek için , kafalarındaki kendi emellerine uygun bir şekilde kurdukları senaryoları inandırıcı kılabilmek için bir hayal ürünü kahraman yaratmışlardır.
9. Ayşe basra önlerine geldiğinde Peygamberin sözünü hatırlayarak hatasını anlayıp geri dönmek istediğinde abdullah bin zubeyr ile zubeyr b. avvamin ayşeyi yola devam etmeye yani basrada hz Aliye karşı örgütlenmeye ikna etmişlerdir.Sonuçta onların bu davranışları da savaşa davetiye çıkarmaktır.Seyf ibn ömer, abdullah ibn zubeyr ve zubeyr bin avvami da sebe yönlendiriyor demiş midir ?! Yoksa hayal ettiği sebeye rol yüklerken burda bir kılıf uyduramamış mıdır ?!
10. Yine, dikkat edilirse hz Ali, cemal savaşının başlamaması için elinden geleni yapmıştır.Hz Ali bu savaşın başlamaması için elinden geleni yaparken, taraftalarından kendisine karşı çıkan olmuş mudur?! Hayır... Eğer hz Ali sukuneti sağlıyor diye, kendi tarafından bu duruma karşı çıkanlar olsaydı, hz Ali tarafındaki insanları sebe yönlendiriyor iddiasını sürdürenler bir dayanak bulmuş olurdu. Sonuçta iddia sahiplerine göre, yaşadığını iddia ettikleri sebenin amacı, osmana karşı insanlar örgütleyip onun ölümüne yol açarak, cemel savaşının çıkmasına sebebiyet vermek değil miydi ?! Yani iddiaya göre sebebin ilk amacının hz Ali tarafındakileri yönlendirmesi lazımdır.Diğer taraftakiler zaten osman taraftarlığını yapmaktadır.Bu iddia sahipleri böyle bir dayanak bulamadıkları gibi cemel savaşını başlatan grub ayşe, talha ve zubeyr b. avvamın tarafı olmuştur. Sonuçta abdullah b. zubeyr , babasını korkaklıkla suçlamıştır. Aynı şekilde abdullah b. zubeyre onun tarafında olanlar da destek veriyorduki, babasını böyle bir şeyle suçlama cesaretini buluyordu. Bu durumda, seyf ibn ömerin yaşadığını söylediği sebenin hz Ali tarafındakileri değil, ayşe, talha ve zubeyr b. avvam tarafındakileri yönlendirdiğini söylemesi gerekir. Seyf ibn ömer ve onun iddiasını doğru bulanlar, taraflar arasında anlaşma sağlanıyorken, birden bire abdullah ibn zubeyri ve onu destekleyenleri de sebenin yönlendirdiğini iddia etmişler midir ?!!! Hatta o anlar anlaşma sağlanması durumunda kendilerinin cezalandırılacağını düşünen osmanın katline iştirak edenlerin savaşı başlattığına dair de rivayetler vardır veya abdullah ibn zubeyrin babasına karşı böyle bir harekette bulunmasına destek verenler de belki en azından belki bu kişilerdi. Şimdi bu rivayet irdelendiğinde, birilerinin osmanın ölümüne sebeb olan ve sukunet sağlandığında kendilerinin cezalandırıldığını düşünen bu kişileri sebenin yönlendirdiği iddiası tamamen boş bir iddiadır.Çünkü ; hem yukardaki ve hem de burda açıklamadığım bir çok sunni kaynak, osmana olan muhalefetin başlamasına sebe gibi bir şahsın değil, osmanın yanlış yönetim uygulamalarından kaynaklandığını ortaya koymaktadır.Hatta osmanın kendisine muhalefet doğruracak yönetimdeki yanlış uygulamalarından bir çok örnek sahih kaynaklarda sabittir.Tüm bu delillerden anlaşılıyorki, seyf. ibn ömer, hem osmanı ve osmanın ölürülmesinden sonra cemel savaşının çıkmasına sebebiyet veren ayşe ,talha ve zubeyr b. avvamı aklamak için senaryolar yazmıştır.Bu senaryoları da inandırıcı kılıp topluma kabul ettirebilmek içinde bir somutlaştırma taktiği uygulamıştır.Bu taktik seyf ibn ömerin sadece bu konularda uyguladığı taktik değildir.Yan seyf ibn ömerin anlattığı bazı tarihsel olayların kahramanları yeryüzüne ayak bile basmamıştır.Aslında bu durumu bazı uzmanlar bir çeşit hastalık olarak tanımlamaktadır.Mesela; dünyada bazı insanlar yanlış fikirlerini topluma daha rahat empoze etmek hayaliyle, işte falanca da şöyle demişti, falanca da böyle demişti diyerek örnekleme yapma ihtiyacı hissederler.Halbukise, o falancalar diye nitelendirdiği insanlar, dünyada yoktur.Sadece kendi yanlış fikirlerini gerçek gibi göstermek pahasına bu yola başvururlar.Yani seyf ibn ömer gibi insanlar hala hayatta vardır. Seyf ibn ömerden farkları ise, onun kadar hayal dünyalarınıın geniş olmamasıdır.Bu psikolojik sorunları olan insanların ortaya attıkları yalanların ortaya çıkarılması için Allah cc. her zaman bir ipucu ve açık kapı bırakmıştır.Tabi, gerçeği bulmak isteyene... Peki, hayalci insanlara inananlara ne diyelim ?!
Bu masal, yüzyıllar boyunca söylenmiş durmuştur; hâlâ da söyleyenler, uykusu gelenleri uyutanlar var. Abdullah b. Sebâ Yemen Yahudilerindenmiş. Müslüman olmuş, fakat Musevi iken Yûşa' hakkındaki kanaatini İslâm'da Alî'ye tatbik etmiş. Her Peygamberin bir vasıysı olduğu, Hz. Muhammed'in vasıysinin de Alî bulunduğu fikrini ortaya atmış. Hz. Peygamber'in son zamanlardaki tekrar dünyaya geleceği inancı da bu adamın icadıymış. İbnu Emet'is-Sevdâ, yâni Kara Halayığın oğlu diye anılan bu zatın, Kûfe, Basra, Şam ve Mısır illerini dolaşıp düşüncesini yaydığı, Ebû-Zerr, Ammâr, Ebû-Bekr'in oğlu Muhammed, Ebû-Huzeyfe'nin oğlu Muhammed, Üdays oğlu Abdürrahman, Sûhân oğlu Sa'saa gibi kadirleri yüce ashâbı, Mâlik'ül-Eşter gibi büyük tâbiîleri kandırdığı, onları da kendi düşüncelerine yardımcı yaptığı, sonunda III. Halife aleyhindeki ayaklanmayı başarıp onun öldürtülmesini sağladığı söylenegelmiştir. Hz. Alî'ye bey'atten sonra Talha ve Zübeyr'in, Ümm'ül-Mü'minin Âişe'yi de kendilerine uydurup Basra'ya gitmelerinden ve Küçük Cemel olayından sonra iki taraf uzlaşmışken Abdullah, kendine uyanları kışkırtmış, iki tarafa geçen Sebeîler, geceleyin birden saldırmışlar, böylece de Cemel savaşı olmuş. Hattâ Ebû-Zerr, servetin biriktirilmemesi hususunda bile bu adama uymuş; Şam'da Muâviye'yle arası bu yüzden açılmış. Abdullah b. Seba da bu fikri Mezdekîlerden almış. İbni Sebâ, hulûl inancını da yaymış. Ona nazaran Alî, Allahın mazharıymış, bu yüzden İbni Sebâ'ya inananlar, onun peygamber, Alî'nin de Allah olduğunu kabul etmişler. Hz. Alî, bir rivâyette onu, yetmiş kişiyle yaktırmış, bir rivâyette de Medâin'e sürdürmüş. İlk Gaalî, yâni Alî hakkında aşırı inanç sahibi fırka, ondan türemiş (Ebî-Muhammed'il-Hasan b. Mûsâ'n-Nevbahtî: Fırk'uş-Şîa; Muhammed Sâdık Âlu Bahr'il-Ulûm'un hâşiyeleriyle; Necef-Haydariyye Mat. 1355 H.1936, s.22-23; Hâc Abdullah'ul-Mamkaanî: Tenkıyh'ul-makaal fî Ahvâl'ir-Ricâl, Necef-1349, II, s.183-184). Ne gariptir ki Ebû-Zerr sürülürken, Abdullah b. Mes'ûd ve Ammâr dövülürken, III. Halife'nin aleyhinde bulunanlar, her yerde felâketlere uğrarken bu adama hiç kimse dokunamıyor; hiçbir yerde tâkıybe uğramıyor ve Cemel savaşından sonra bu adam, tarih sahnesinden çekili veriyor!
Abdullah ibn sebeye nispet edilen görüşlerin varlığı da , sebeyi fırkası olarak adlandırılan bu inanışın şiilik ile hiç bir alakası olmadığını da ortaya koymaktadır.
İşte diğer bir çok uydurma masal gibi Abdullah b. Saba olayının da uydurulmasında baş aktör olan Seyf b. Ömer, Sünni camiada bile rical ilminde önde gelen alimler tarafından bu şekilde taz'if edilmektedir. Dolayısıyla onun rivayetlerinin hiç bir değeri olamaz. Ama maalesef bütün bu açık gerçeklere rağmen Abdullah b. Saba masalı hakkında yazılan bu tarihi eser kırk yılı aşkın bir zamandır bütün İslam aleminde defalarca yayınlanmasına rağmen (ki Türkçe'ye de büyük bilim adamı Merhum Profesör Abdülbaki Gölpınarlı tarafından kısaltılarak tercüme edilmiş ve 1974 yılından beri defalarca yayınlanmıştır), henüz bir kısım gafil veya garez sahibi kimseler bu rivayetleri sakız gibi ağızlarında dolaştırmaktadırlar.
Abdullah telkinlerine şöyle başlamıştır: ?İnsanların, Îsâ?nın döneceğine inandıkları halde Muhammed?in döneceğini kabul etmemeleri şaşılacak şeydir. Halbuki Allah, ?Ey Muhammed! Kur?an?a uymayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere (meâd) döndürecektir? (el-Kasas 28/85) buyurmaktadır. Binaenaleyh dünyaya yeniden dönmeye Muhammed Îsâ?dan daha lâyıktır.? Genel kabul görmüş şii itikadında böyle bir inanış sözkonusu değildir.
Daha sonra Abdullah, her peygamberin bir vasîsinin olduğunu, Hz. Peygamber?in vasîsinin de Ali olduğunu telkin etmeye başlamış, ardından da şu fikirlerini yaymaya çalışmıştır: ?Resûlullah?ın hilâfet hakkındaki vasiyetini çiğneyerek başa geçenler (Ebû Bekir ve Ömer) en büyük zulmü işlemişlerdir. Osman da aynı durumdadır. Bu inanış ise şii itikadının temelini oluşturur.Fakat, bu inanışın doğruluğunu sunni kaynaklarla ispatlamak mümkündür.Bu inanışı böyle bir şahsiyetin ortaya çıkardığını kabul edenler,kendi bazı sunni alimlerini de bu şahsiyetin yönlendirdiğini kabul etmek zorundadırlar.
Sebeye nispet edilen bir diğer görüşe göre de , ?Hz. Ali ölmemiştir. O kıyametten önce dönüp asâsıyla Araplar?ı yola getirecek ve dünyayı adaletle dolduracaktır. Şii itikadından böyle bir şey sözkonusu değildir.Şiiler,hz Alinin evladından olan 12. İmam Mehdi as mın zuhur edeceğine inanmaktadırlar.
Taberî, Cemel Vak?ası?nı anlatırken, Seyf b. Ömer?den naklen Abdullah b. Sebe ile ilgili ayrıntılı bilgiler verir (bk. Târîḫ, I, 3163-3165). Buna göre, Abdullah ve daha sonra her biri Hâricîler?in ileri gelenlerini teşkil edecek olan İlbâ b. Heysem, Adî b. Hâtim, Sâlim b. Sa?lebe el-Absî, Şüreyh b. Evfâ ve diğerleri, Cemel Vak?ası?ndan bir gün önce tarafların anlaşmaya varacaklarını farkedince, hemen gizli bir toplantı düzenlemiş ve iki taraf arasında barış yapılırsa bunun kendileri için ölüm demek olacağını ileri sürerek, her ne suretle olursa olsun, ertesi gün savaşın başlatılması hususunda karar almışlardır. Bu işte de en büyük rolü Abdullah b. Sebe oynamıştır. Taberî?de Abdullah b. Sebe için Seyf b. Ömer?den naklen verilen bilgiler bu kadardır. Bu rivayet, sonraki tarihçiler ve mezhepler tarihi yazarlarınca hemen hemen aynı ifadelerle nakledilmiştir. Dikkat edilirse; haricilr ile abdullah ibn sebenin cemel savaşınn başlatılması için işbirliği yaptığından söz edilmektedir.Oysaki sebeye nispet edilen din anlayışı ile haricilerin din anlayışları taban tabana zıttır.Çünkü hariciler ebubekir ve ömerin hilafetinin tamamını, osmanın hilafetinin ilk altı yılını, hz Alinin hilafetinin ise tahkime kadar olan kısmını meşru kabul ederler.Sonuçta hariciler ebubekir ve ömeri, hz Aliden üstün görmektedirler.Sebe diye adlandırdıkları şahıs ise hz Alinin ilk imam olduğunu fikrini ortaya atmış ve hatta hz aliyi ilahlaştırma derecesine kadar yükseltmiştir.Ebubekir ve ömeri de hz Alinin hakkını gasp edenler olarak görmüştür.İmamet anlayışları birbirine zıt olan insanların işbirliği yapmaları da mümkün olamayacağı için cemel savaşını çıkartanların bu grubların olmaları mümkün değildir.Bazı sahabeleri aklamak uğruna bir günah keçisi seçmişlerdir.
Bu iddiayı ileri sürenler her şeyden önce farkında olmadan Sahabe hakkındaki kendi görüşlerini çürütmektedirler. Zira onlar sahabenin tümden adil olduklarına inanıp neredeyse hiç bir hata ve yanlışta bulunmadıklarında son derece ısrarlı davranıyor ve onları eleştirenlere en ağır ithamlarda bulunmaktan çekinmiyorlar. Evet "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz" rivayetini nakleden de yine onlar. Sahabî ismini taşıyanların hepsi istisnasız böyle bir özelliğe sahiplerse ve her biri birer hidayet yıldızı iseler, nasıl oluyor da hepsi birden, bir Yahudi dönmesinin oyununa geliyorlar?! Öyle ki onları birbirine düşürüp binlerce insanın katline yol açan kanlı savaşlara sürükleyebiliyor?! Diyelim ki bir defalığına böyle bir oyuna gelip bir yanlışı yaptıklarını doğal karşıladık, acaba sonraki olaylarda neden akıllarını başlarına toplayıp önceki yanlıştan ders alarak bu oyunları bozmadılar?!
Keşşi itiraf etmiş!
El keşşi , rical isimli kitabında bazı ehli ilmin şöyle söylediklerini naklediyor : Abdullah inb sbe yahudi idi müslüman oldu. Hz Aliye tabi oldu. ( Yahudi iken taşkınlıkta bulunurdu ve Yuşa bin Nun Musa as.'mın vasisiydi diyordu.) Resurullahın vefatınndan sonra da hz Ali hakkında da aynısını söyledi.İlk önce açıkca hz Alinin imamlığının farz olduğunu söyledi ve kendilerine karşı gelenleri kafirlikle itham etti.Bunun için şiaya muhalife olanlar diyorki : Rafiziliğin temel inançları yahudilikten gelmiştir.
Böyle bir yazı kaleme alan şahsa sormak lazımdır. Keşşi neyi itiraf etmiştir ?! Birincisi Keşşi bu iddada bulunanların neden böyle bir iddia bulunduklarını onların kendi bazı kaynaklarından almıştır.Ayrıca Keşşi bu iddia sahiplerine de ehli ilim diye hitap etmemiştir.Bu yazıyı kaleme alan şahıs, gerçeğin üstünü kapatmak için çok bocalıyor ve başarılı olduğunu zannediyor.Dikkat edildiyse Keşşi, şiaya muhalif olanların yukarda saydığı bazı nedenlerden dolayı rafiziliği yahudi birisinin kurduğunu iddia ettiklerini söylemiştir. Öncelikle şunu söyleyelimki Keşşi, Yuşa bin Nunun Musa as.'mın vasisi olduğunu ve hz Alinin imamiyetiniin farz olduğunu da bilmektedir.Bunu sunni kaynaklarla da kanıtlamak mümkündür.
- Selman-ı Farisi, Resulullah (saa)'a: ?Senin vasin kimdir?? diye sordu. Resulullah (saa) ona şöyle buyurdu: ?Ey Selman, kardeşim Musa'nın vasisi kimdi?? Selman dedi ki: ?Yuşa bin Nun idi.? O zaman Resulullah (saa) şöyle buyurdu:"Vasim, varisim, borcumu ödeyen ve vadettiklerimi yerine getiren Ali bin Ebi Talib?dir"
(Ahmet bin Hanbel ?Fedail?us Sahabe? c.2, s.615, Hadis No: 1052 / Tabari "Zehair'ul Ukba" s.71 ve "Riyad'ul Nadara" c.3, s.138 /Menkıb-ı Ahmet bin Hanbel c.1, Hadis no: 172 /Müttaki el-Hindi "Muntahab'ul Kenz" c.5, s.32 ve "Kenz'ul Ummal"c.6, s.156 /İbni Hacer Askalani ?Tehzib et-Tehzip? c.3, s.106 /Künci eş-Şafii "Kifayet üt-Talip" s.293 /Heysemi "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.113 /İbn-i Teymiyye "Minhac'üs Sünnet" c.3, s.6)
- Hz.Ali'den naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: "Allahu Teala her peygambere bir Vasi kıldı: Şit'i Adem'in vasisi kıldı, Yuşa'yı Musa'nın vasisi kıldı, Şem'un'u İsa'nın vasisi kıldı, benim vasim de Ali'dir. Benim vasim, vasilerin en hayırlısıdır, ben davet edici, Ali de aydınlatıcıdır."
(Seyyid Muhammed Salih et-Tirmizi "el-Kevkeb üd-Dürri" s.118 /Seyyid Ali bin Şehabettin eş-Şafii el-Hamadani ?Meveddet?ül Kurba? s.48 Lahur Bas.)
- Abdullah bin Ömer dediki:''Selmanı Farisi yanımızdan geçiyordu.Aramızdan biri ona dediki:Şu gelene sorsanız,Peygamberden sonra aramızda olan,ebubekir ve ömerden daha faziletli olan insanın kim olduğunu sizlere bildirirdi.Hazır olanlar Selmana sordular.Selman bize dediki:''İsteseydim,sizlere Peygamberden sonra ümmetin ve aranızda oturan ebubekir ve ömerden daha faziletli olan adamın kim olduğunu bildiririrdim.
Selman yoluna devam edince arkasından gelip ona dediler ki:''Ey ebu abdullah,o adamın kim olduğunu bize söyleseydin.''Bunun üzerine selamn şöyle buyurdu:Resurullaha hastalığı şiddetli olduğu vakitte,yanına geçip ona sordumki:''ey Resurullah vasiyet ettin mi?
Resurullah bana buyurduki:''Ey selman,vasi olanların kim olduğunu biliyormusun?Ben de dedimki:''Allah ve Resurlu daha iyi bilirler.''
Bunun üzerine Resurullah şöyle buyurdu:''Ademin vasisi şitti,nitekim kendisi Ademden sonra en faziletli olan idi.Nuhun vasisi Sam idi.Nuhtan sonra da geri kalanların en faziletlisi Sam idi.Musanın vasisi Yuşa idi.Yuşa,Musanın terk ettiklerinin en fazilietlisidir.İsanın vasisi ise Şemun bin Ferhiya idi.Şemun İsanın terk ettiklerinin en faziletlisi idi.Ben de Aliyi vasi kıldım ve kendisi terk ettiklerimin en faziletlisidir.''(Tırmizi,Menakıbı Murdaviyye sf.118 veya 128 / Tırmizi,el Kevkeb ed-Dürri sf.133)
Hz Musa dağda 40 gün boyunca kalmıştı.Yerine kavmi sapıtmasın diye kardeşi Hz Harunu bırakmıştı.Peygamber efendimiz de Tebuk seferine giderken,yerine hz Aliyi bırakarak senin bana konumun harunun musaya olan konumu gibidir demiştir.Hz Musa kuranı kerimde Yarabbim ailemden bana bir yardımcı kıl (aslında bu kelime halifem kıl şeklindedir.Arapça lügattan ilgili ayetteki kelimenin yardımcıdan ziyade halife kelimesine karşılık geldiği görülür.) ve sonraki ayette kardeşim hz Harunu demektedir.Hz Ali de Peygamber efendimizin ehlibeytindendir ve aynı zamanda kardeşi konumundadır.Peygamberlerin vasileri yani halifeleri zaten onları yardımcıları sayılırlar.Tarihte bütün Peygamberlerin yardımcıları,kendisinden sonra da vasisi olmuşlardır.Hz Harun, hz Musadan önce vefat ettiğinden dolayı hz Yuşa,Hz Musanın yardımcısı olmuştur.Yani hz Harun da hz Yuşa da,Hz Musanın yardımcısı idiler.Hz Musa vefa ettikten sonra hz Yuşa,Hz Musanın vasisi konumunda görevine devam etmiştir.Bütün akil,nakil ve mantıki durumlar Peygamberler hayatta iken,yardımcısı olan insanların,Peygamberin vefatından sonra görevinin devam ettiğini kabul ederler.Çünkü,Peygamberlerin yardımcısı konumunda olan insanlar,Peygamber hayatta iken,kendisi dışında nasıl en üstün ve en hayırlı olan insanlarsa,aynı zamanda Peygamber vefat ettikten sonra da, en üstün ve en hayırlı insan konumunda olmaya devam ederler.Nitekim Hz Yuşa da,Hz Musadan sonra görevine devam etmişti.Peygamber efendimiz en başta verdiğim hadisde harunun musaya konumundan bahsediyor.Nitekim hz Musa ile Hz. Harun arasındaki bağlantıya baktığımızda,Hz. Harun hayatta iken,Hz Musanın dışında en üstün ve en hayırlı insandı.Sonuçta aralarında böyle bir bağlantı vardı.Peygamber efendimiz bu benzetmeyi yaptığına göre hz Ali de,Peygamber efendimiz hayatta iken,onun dışında en üstün ve en hayırlı insan konumuna gelmektedir.Kaldıki,Peygamber efendimizin hz Aliye senin bana konumun Harunun musaya konumu gibidir dedikten hemen sonra 'fakat benden sonra Peygamberlik yoktur' diyerek sözüne devam etmesi,kendisinden sonra da hz Aliyi en üstün ve en hayırlı insan olarak gördüğüne de kanıttır.Cuveyni bu duruma karşı çıkarak, Hz. Harun hz Musadan önce vefat etti dolayısıyla bu durum hz Alinin görevinin Peygamberden sonra devam etmediğine kanıttır demiştir.Cuveyninin bu iddiası tamamen gerçek dışıdır.Cüveyni gibi alimler,dikkat edilirse hz Harun vefat edince,Hz Yuşanın Hz Musanın yardımcısı seçildiğinden bahsetmezler.Nitekim hz Yuşa,hz Musadan sonra da görevine etmiştir.Bu durum cuveyninin, sözkonusu hadisin devamında 'fakat benden sonra Peygamberlik yoktur ' ifadesini de göz ardı ederek böyle bir yargıya varması da,bilerek veya bilmeyerek gerçeğin üstünü kapatmaya çalıştığını gösterir.Cuveyni gibi alimlere şu soruyu sormak yerinde olacaktır:Musa Peygamberden önce yardımcısı olan Hz Harun vefat ettikten sonra,hz Musa vefat edene kadar yardımcısız mı kalmıştır?Hz Yuşa, hz harunun görevini devralmıştır.Hz Musaya yardımcı olan, yani onun dışında en üstün insan olan hz Yuşanın görevi doğal olarak hz Musadan sonra da devam etmiştir.(Haşa) hz Musa vefat edince de,hz Yuşanın görevine bitmiştir derseniz,O zaman Hz Musadan sonra kim vasi,halifesi olmuştur?Elbette,hz Yuşa,Hz Musadan sonra da görevine devam etmiştir.Hz Musadan önceki Peygamberlerin de kendisinden sonra vasileri vardı.Allah Teala Peygamberlerin vefatından sonra toplumun başını boş bırakmamıştır.Peygamber vefat ettikten sonra Allah cc dinini kimler koruyacaktır?Halkın seçtikleri mi,yoksa Allah Tealanın tayin ettiği vasiler mi? Tüm bu durumlar ışığında cüveyni gibi alimlerin iddiaları rahatlıkla çürütülmektedir. Konuya dönecek olursak, yuşa bin nunun hz Musanın vasisi olduğunu Peygamber efendimiz hayatta iken söylemiştir ki ,bunca sahih sunni kaynakta yer almıştır. Böyle bir durumu sebe dedikleri kişinin çıkardığını iddia etmek Peygambere iftira atmak demektir.Peygambere iftira atan ise Allaha cc. iftira atmış sayılır.Hz. Alinin imamiyetinin farz olduğuna dair bir çok sunni delil vardır ki , ben onları ayrı bir başlık altında paylaştığımdan dolayı burda paylaşma gereği duymuyorum.
Yine, Keşşi rical kitabında sf. 75' de , ebu hamza es sumaliden şöyle nakletmiştir : Ali bin Hüseyin dediki, Allah cc bizim adımıza yalan konuşanlara lanet etsin.Ben Abdullah bin sebeyi hatırladım.Bedenimde ki tüyler diken diken oldu.O, kendisine ait olmayan büyük bir şey iddia etmişti.Allah ona lanet etsin. Allaha andolsun ki , Ali as. Allah Resulune kardeş olmuş bir kimseydi.O , Allah yanında keramete sahip, Allah ve Resulune itaat etmekle çalışmıştı.Allah Resulude, Allah yanında Allah Resulu de, keramete sahip olmak için ona itaat etmekle çalışmıştı.
Bu rivayetin uydurma olduğu bellidir. Birincisi Ali bin Hüseyin, sebeyi hatırladım derken fiilen görmüş müdür yoksa gerek kendi zamanında daha öncekilerden aldığı duyumlar üzerine mi hatırladım demiştir ?
Eğer hatırladım kelimesinden kasıt fiilen görme manasında ise böyle bir şey mümkün olamaz.Çünkü, iddialara göre osman sebeyi fiilen görmeyecek ve ondan hiç bahsetmeyecek ve osmandan sonra hz Ali sebeyi görecek ve onu sürgün edecek veya bir ceza verecek, hz Aliden sonraki süreçlerde hz Hasan ve hz Hüseyin sebeyi fiilen görmedikleri gibi sebeden de bahsetmeyecekler ama hz Hüseyinden sonraki imam Ali bin Hüseyin sebeyi fiilen görecek !!! Ali bin Hüseyinin sebeyi fiilen görme hususu doğru olsaydı Ali bin Hüseyinden önce hz Hüseyin ve hatta hz Hasanın da sebeyi fiilen görmesi ve en azından sebeden bahsetmeleri gerekirdi.
Eğer hatırladım kelimesinden kasıt birilerinden duyma manasında ise yine böyle bir durum sözkonusu olamaz.Çünkü Ali bin Hüseyin sebeyi kimlerden duyup da onu hatırladım diye bir cümle kullanıyor ?! Bilindiği gibi Keşşiye göre de Ali bin Hüseyin Ehlibeytten olduğu için masumdur ve ilim sahibidir.Makamı böyle olan bir insanın birilerinden duyduğu bir kişi hakkında böyle bir yorumda bulunması mümkün değildir. Yine Ali bin Hüseyin bunu kendinden önceki imam olan Hz Hüseyinden duydu ise, hz hüseyin kendi zamanında sebeden neden bahsetmemiş midir ?! Tüm bu durumlar gözönüne alındığında Ali bin Hüseyin adına yalan konuşulduğunu anlıyoruz.Peygamber adına bile yalan konuşanların Ali bin Hüseyin hakkında da yalan konuşmaları şaşırtıcı değildir. Böyle bir yaşasaydı hz. Hasan ve hz. Hüseyin de sebeden bahsederlerdi.
Nevbahti ise, firakuş şia kitabında diyorki : İlk şii fırkası hz Alinin fırkasıdır.Onlar Peygamber zamanında Ali şiası olarak isimlendirilirdi.Onlar Peygamberden osnra hz Aliye bağlılıkları ve onun imametine itikad etmeleri ile tanınmışlardır.Mikdad bin esved, selmanı farisi,ebu zer, ammar bin yasir. ve Ali şiasını seven diğer kimseler onlardandır.Bu ümmet içinde şia olarak isimlendirilen özellikle bu kimselerdir.Nevbahti diyorki : Masumluğuna, doğumunun pak olmasına,ilmineve adaletine göre İmam Ali imamete ve Peygamberin rehberlik makamına layık olmuştur.Peygamber gadri hum ve bir cok yerde onun hakkında nas belirtmiş. Ona adı ile nesebiyle,kendisi ile işaret etmiştir.Ümmeti onun imametine tabi etmiştir.Onu ümmet için önder olarak belirtmiştir.Onu ümmetin üzerine emirul mu'mın olarak tayin etmiştir.Onu cemaate veli tayin etmiştir.Cemaate bildirmiştirki, onun kendisine olan nispeti hz Harunun Hz. Musaya olan olan nispeti nispeti gibidir.Bir farkla ki ondan sonra peygamber yoktur.Görüldüğü gibi Nevbahti şia fırkasını , hak fırka olarak keydetmiştir ve kendisi de şia fırkasındandır. O bu kitapta şialıktan ayrılıp, sapık fırkaları da kaydetmiştir.O fırkalardan biri de sebeiyye fırkasıdır.Nevbahtinin firakuş şia adlı eserinde sf. 58' e baktığımızda bu konuda konuşanların getirdikleri delilin hiç bir senedi yoktur.Yani Nevbahtinin söylediği bu rivayet bir hikayedir.Senedi olmayan bir hikaye olduğu için de Müllif bunun için hiç bir sened sunmamıştır.Öncelikle şunu söyleyelimki Nevbahti tabiki de, böyle bir iddianın doğru olduğuna inandığından dolayı değil, bir kısım insanlar böyle inanıyor diyerek, onların iddiasını nakletmiştir.Nehbavti bu iddiaya inansa, şia fırkasını hak olarak göstermez ve kendisi de şialıktan çıkmış olurdu.Burda, Nevbati hz Alinin imametinin vacip olması fikrini meşhur eden sebedir şeklinde bir iddiaya yer veriyor. Şunu da belirtelimki, bir çok sunni kaynak incelendiğinde bile hz Alinin imametinin nass ile sabit olduğuna dair sunni deliller de mevcuttur.Bu fikrin dayanağı Kuran ve sahih hadislerdir.Dolayısıyla bu fikrin dayanağı olan nassı sebe diye iddia edilen şahıs dışında da ve hatta ebubekir zamanında da böyle bir nassın olduğuna inanan sahabeler vardı.Kaldıki, sebenin hayali bir şahsiyet olduğunu da kanıtlamıştık.Nevbahti yine bu iddialara yer verirken şöyle diyor : Sebe, Alinin düşmanlarından beraat izhar eden ilk kimsedir.Buna istinaden şianın muhalifleri demişler ki, reddetme fikri yahudilerden alınmadır. Görüldüğü gibi nevbati de Keşşi gibi şianın muhalifelerinin görüşlerine yer vermiştir. Aynı zamanda şunu da ekleyelim ki, hz Alinin düşmanlarından uzaklaşmak gerektiği konusunda Peygamber efendimizin sahih hadisleri bir çok sunni kaynakta da geçmektedir. Böyle bir iddiaya inananlar, acaba kendi sunni kaynaklarında yer alan bu bilgileri nakleden sunni alimleri de sebenin yönlendirdiğini söylüyorlar mı?!!!
Bazı şia alimleri sebenin varlığına inanmamış ve bazıları da inanmıştır.Öncelikle şunu belirteyim ki, sebenin varlığını kabul etmeyen şia alimleri hakkında değerlendirme yapmaya gerek duymuyorum.Çünkü zaten onlar doğru olanı düşünmüşlerdir.Sebenin varlığına inanan şia alimleri ise bu konuda kapsamlı bir araştırma yapmadan hem seyf ibn ömerden nakledilip piyasada gezen rivayetlere istinaden hem de yine seyf ibn ömerin piyasaya sürdüğü sözkonusu aslı olmayan rivayetleri sahiplenen başka ravilerden alarak , sebenin var olabileceğini düşünmüşlerdir.İsmini belirtmeye gerek duymadığım bu şia alimleri bu durumlardan dolayı hem sebenin var olabileceğine inanmışlar hem de onun melun olduğunu söylemişlerdir.Şimdi bazı şia alimlerinin, eserlerinde yer verdikleri sebeye yüklenen rollerden bahsedelim :
1. Hz. Alinin Peygamberin gerçek vasisi olduğuna inanmaktadır.
2. Hz Alinin imametinin nassa dayandığı fikrini ve aynı zamanda da hz Alinin düşmanlarından uzaklaşma fikrini yaymaya çalışan ilk insandır.
3. Ebubekire, ömere ve osmana kötü sözler söyleyen ve onlardan teberri eden ilk kişi olma özelliğini taşımaktadır.
4. Hz. Alinin ölmediğine inanmaktadır.
5. Hz Alinin peygamber olduğuna inanmaktadır.
6. Kendisinin Peygamber olduğuna ve hz Alinin ise ilah olduğuna inanmaktadır.
Şimdi aklı selim sahibi insanlara soralım : Öncelikle sebe denilen şahsın, iddia sahiplerine göre yaydığı bütün fikirler bellidir. Fakat, sözde bu şahsın belli olan bu fikirleri arasında hangisine inandığı da tam olarak belli değildir. Hz Aliyi vasi mi, Peygamber mi, yoksa İlah olarak mı görmektedir ?! Yoksa şiiliği karalamak isteyenler,hayal ettikleri bu şahsiyete bir takım roller yüklerken yalanda hızını alamamışlar mıdır ?! Bu şahıs yaşamış bir şahsiyet olsaydı,toplulukları akıllıca arkasından sürükleyebilmek için belli inanışa sahip olması gerekirdi. Çünkü , hz Aliye bir yerde vasi, bir yerde Peygamber , başka bir yerde ise ilah demesiyle fazla taraftar bulamayacağını bilirdi. Ama maalesef bu senaryo sahipleri , bu durumu akıl edememişlerdir. Yazılan bu senaryoları da bazı şia alimlerinin birbirinden habersiz olarak eserlerine alması da, onların sebenin varlığını kabulleri konusunda cahilliklerini göstermektedir. Eğer birbilerinden haberleri olsaydı, hz Alinin imametinin nassa dayandığını söyleyen birinin , hz Aliye peygamberlik ve ilah demesinin mümkün olamayacağını veya hz Aliye ilah diyen bir insanın hz Aliye aynı zamanda peygamber ve vasi demesinin mümkün olamayacağını ortaya çıkarırlar ve böyle bir uyumsuzluktan dolayı da bu karekter sahibinin tarihte yaşamadığı sonuca varırlardı.Çünkü bir insana yüklenen roller konusunda her kafadan bir ses çıkması, bu karekterin anca hayali bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.Aynı zamanda sebenin varlığını kabul şia alimleri onun melun olduğunu ve şiilikle alakası olmadığını söylemişlerdir. Dolayısıyla eserlerinde varlığını kabul ettikleri sebenin tutarsız görüşlerine yer vermekle birlikte onu şiiliğin kurucusu olarak düşünmemişlerdir.Çünkü her şia alimi, Peygamberin vefat etmeden önceki zaman süreçlerinde kendisinden sonra Ehlibeytin imametine ve masumiyetine inanılması uyarısında bulunduğunu ve kendisinden sonra da Ehlibeyte taraftarlık yapılması gerektiğini ve ehlibeytin dostlarına dost, düşmanlarına düşman olma emrini verdiğini bilmektedir. Bu durumu sunni delillerle de kanıtlamak mümkündür.Yine sebenin varlığını kabul eden şia alimleri de biliyorlarki, bu şahsiyet hz Aliyi Peygamber veya İlah olarak da kabul etmektedir.Oysaki şiilik itikadında böyle bir anlayış bulunmaz.Hz Ali, şiilik itikadında ilk imamdır.Yani, Peygamberden sonra en üstün makam kabul edilen 12 imamların ilkidir. Sonuç olarak, bazı şia alimlerinin varlığını kabul ettikleri sebenin yukarda bahsi geçen tutarsız rollerinden yola çıksak bile, gerek hz Alinin Peygamberin vasisi kabul edilmesi hususunun sunni kaynaklarda da geçtiği üzere Peygamber zamanında belirlenmiş olması gerekse hz Alinin ilahlaştırılması hususunun da şiiliğin itikadında bulunmamasından dolayı bu şahsiyeti şiiliğin kurucusu olarak görmezler.Aynı zamanda, Hz Alinin imameti ve masumiyetiyle ilgili delilleri kabul etmeyen veya hayatının bir bölümünde kabul edip daha sonra kabul etmemeye başlayan bir insan da zaten şia sayılmaz.Sitelerde iftira içerikli metin hazırlayanlar,kaleme aldıkları yazıda sebenin varlığını kabul eden şia alimleri listesine yer verirken zeynel abidin, Muhammed bakır ve imam caferi sadık adına da yalan söylemeyi ihmal etmemişlerdir.Daha önce de belirtiği gibi bu imamlar sebenin varlığından bahsetmişler ise, bu imamlardan önceki İmam Hasan ve İmam Hüseyin neden sebeden bahsetmemişlerdir ?! Yoksa İmam Hasan ve İmam Hüseyin döneminde, uydurdukları yalanı nakledecek bir ravi mi bulamamışlardır ?! Aynı şekilde, bu kadar önemli bir meseleyi ortaya çıkaran sebe denilen şahıstan 6. İmam olan Caferi sadıktan sonra gelen imamlar olan Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed Taki,Ali Naki ve Hasan Askeri neden bahsetmemiştir ?! Yoksa yine ayn şekilde Caferi sadıktan sonra gelen imamlar döneminde de, uydurulan bu senaryonun naklini sağlayacak yalancı ravi mi bulamamışlardır ?!!!
Yine bu listede bir iddiya yer vermişlerki, ne şiiliğin kelime manasından haberdarlardır ne de zeydilik inanışından haberdarlardır ... Diyorlarki,Şii Zeydi imamlarından İbnil Murteda (t. 840 h.) diyor ki: Şiiliğin kaynağı İbni Sebedir, çünkü nasla imamlığı meydana çıkaran odur. (Tacul Arus s. 5-6)
Bu iddiayı neresinden ele alırsak alalım, iddia sahinin bu konuda da hiç bir bilgisi olmadığını anlıyoruz.Birincisi ; zeydi imamlarının 12 imam şiası ile yolları zeynel abidinden sonra ayrılmaktadır.Çünkü zeydiler, Zeynel abidinden sonra Muhammed Bakıra değil, onun kardeşi zeyd bin aliye biat ederler.Dolayısıyla zeydi imamlarının, 12 imam şialığına belli bir imamdan sonra muhalif olmuşlardır. İkincisi şii zeydi imamı diye bir tabir kullanılmıştır. Daha önce de belirttiğim gibi, şia kelimesinin manasının taraftar demek demektir. Ali taraftarlarına ise Ali şiası denilmektedir.Yani hz Aliye yapılan bu taraftarlık sadece hz Ali döneminde değil, aynı zamanda ebubekir döneminde de hz Aliye taraftarlık yapmak demektir.Tabi,ebubekir halife seçildiğinde insanların çoğu ona biat edince artık ve hz Ali ve sayıları çok az olan taraftarları yani şiaları maslahat gereği susmak zorunda kalmışlardır. İlgili tarihsel süreçte zamanla şia kelimesinde kastın hz. Ali taraftarları demek olduğu anlaşılır hale gelmiştir.Fakat şia kelimesinin kastediği ehlibeyte olan bu taraftarlık, ehlibeytin imameti ve masumiyetini kabul etmek manasındaki taraftarlıktır.Böyle bir taraftarlığı sürdürenlere 12 imam şiası denir.Bizim davamız 12 imamlara sırasıyla taraftarlık yapmaktır.Çünkü Peygamber efendimiz, kendisinden sonra 12 imamların geleceğini bildirmişti.Yine bu durum, bazı sunni kaynaklarda da geçmektedir. Oysaki zeydiler, tüm bu delillere rağmen ebubekir ve ömerin de hilafetinin meşru olduğunu savunurlar.Şii inanşında ise ebubekir ve ömerin hilafeti meşru kabul edilmez.Hal böyle iken, iddia sahibinin şii zeydi diye bir tabir kullanması onun bu konulara vakıf olmadığını göstermektedir.Üçüncüsü, iddia sahibine göre zeydiler de bir çeşit şii ise , o zaman zeydiler kendilerine için şii tabiri kullanmışlar mıdır , yoksa kullanmamışlar mıdır ?! Şii zeydi imamı dedikleri sözkonusu şahıs, şiiliğin kaynağı sebedir diyorsa, o halde kendisi zeydilere şii ünvanına vermemesi gerekir.Eğer kendisine şii ünvanını verirse, sebe hakkındaki değerlendirmesinin bu şekilde olmaması gerekir. Yine 12 imam şialarına baktığımızda, şii alimlerinin çok az bir kısmı asılsız rivayetlerden etkilenerek bu şahsın yaşadığına inanabilmişler fakat yaşadığına inandıkları bu şahsı da kötülemişlerdir. Yani, şiiliğin kurucusu böyle bir karekter olsaydı, bütün şia alimlerinin az bir kısmı değil, bir çok kısmı da bu karekterin yaşadığına inanırdı ve hatta ondan övgüyle bahsedelerdi. Bu durumda da zaten bu şahsın doğum tarihi, soyu ve kabilesi konusunda bütün şia kaynaklarından net bir bilgi olurdu.Halbukise, şia kaynaklarının çok azında bu konuda bilgi yer almakla birlikte, sözde bu şahsiyetin kimliği hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır.Demekki sözkonusu şia alimleri, bu konuda yeterli araştırmayı yapmamıştır. Şianın kabul ettiği en sahih kaynakta ise, böyle bir şahsın yaşamadığına dair sunni deliller ile de desteklenmiş geniş ve etraflıca bilginin verildiğini önceden belirtmiştim.
Tüm bu çelişkiler gösteriyorki 12 imam şialarını karalamak için ellerinden geleni yapmışlar.Onlar ne kadar uğraşsa da Allah cc. nurunu tamamlayacaktır.
Şimdi iddia sahiplerinin, bazı inkârcıların ibni Sebeyi inkâr etmelerinin nedeni diye açıkladıkları asılsız reddiyelerini inceleyelim:
Birinci olarak diyorlar ki , insanlar arasında ibni Sebenin haberlerinin yayılmasında tek kaynak Taberidir ve bu haberlerin tamamı Seyf bin Ömerin rivayetlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla İbni Sebenin haberleri tek bir kaynaktandır. Cerh ve Tadil âlimleri Seyfin zayıf biri olduğunu söylemişlerdir.
Cevapları :
A) İbni Sebe hakkında ki haberlerin tek kaynak Taberi olması ve bu haberlerin tamamının Seyf bin Ömerin rivayet etmesi
İddia sahibinin cevapları
Bu şüphe geçersizdir. Çünkü Seyfden tek rivayet eden Taberi değildir. Seyften bazı rivayetler vardır Taberide bu rivayetler yoktur. Örnek:
1- İbni Asakir yoluyla (t. 871 h.) kendi Tarih kitabında (29//9) Seyf bin Ömerden rivayet var Taberide yoktur.
2- Maliki (t. 741 h.) yoluyla Temhid ve Beyan kitabında (s. 54) Seyf bin Ömerden rivayet var Taberi de yoktur.
3- Zehebi yoluyla (t. 748 h.) İslam Tarihi kitabında (2/122-123) Seyf bin Ömerden rivayet var, yine bu rivayet de Taberide yoktur.
Bu üç yolla gelen rivayetler gösteriyor ki: İbni Sebe hakkındaki haberleri veren Seyf bin Ömerin bildirdiği rivayetleri sadece bildiren Taberi değildir. Demek ki bu haberlerin tek kaynağı Taberi değildir.
İddia sahibinin verdiği bu cevap , iddialarının doğru olduğunu göstermez. Çünkü ; seyf ibn ömerden en çok Taberi rivayet etmekle birlikte, aynı zamanda İbni asakir , Maliki, ve zehebinin de rivayette bulunması, seyf ibn ömerin tarihsel yönünü güvenilir kılmaz.Yani , seyf ibn ömerden sadece Taberi değil, başkaları da rivayette bulunabilir.Önemli olan seyf bin ömerin nasıl bir karektere sahip olduğudur.
B) Seyf bin Ömerin Cerh ve Tadil âlimlerince zayıf bilinmesi
İddia sahibi seyf ibn ömerin hadis nakli yönünden güvenilir olmadığını itiraf ediyor fakat iddiasını doğru kılmak için bu sefer de seyf ibn ömerin tarihsel yönünün güvenilir olduğunu ileri sürüyor.İleri sürdükleri bu iddialarının yanlış olduğunu yani seyfin tarihsel yönünün de nedne güvenilir olmadığını yukarda açıklamıştım.
C) İbni Sebe hakkındaki haberlerin kaynağı sadece Seyf bin Ömer olması
Bu şüphe de doğru değildir. Bazı rivayetler vardır ki Seyf, senetlerinde yoktur. Araştırmalarımızda gördüğümüz şudur ki İbni Sebe hakkında ki rivayetlerin kaynağı tek Seyf bin Ömer değildir. Burada birkaç nassı İbni Asakirden bildireceğiz, hiçbirinin senedi Seyf bin Ömere dayanmıyor. İbni Asakir?in tarihini bizzat seçmemizin nedeni ise, Taberide olduğu gibi, bildirdiği haberleri rivayetlerine dayandırmasıdır.
Birincisi: İbni Asakirin zikrettiği ve senedini el Şabiye dayandırdığı haberdir. Dedi ki: İlk Allaha yalan söyleyen Abdullah bin Sebedir.
İkinci rivayet: İbni Asakirin senediyle Ammar el Dehniye dayandırdığı haberde diyor ki: Eba el Tufeylden duydum diyor ki: Ali minberdeyken Müseyyib bin Necbenin İbni Sevdayı getirdiğini gördüm, Ali buyurdu ki: Onun suçu ne Dedim ki: Allaha ve resulüne yalan söylüyor.
Üçüncü rivayet: İbni Asakirin senedi ile Zeyd bin Vehbe dayandırdığı haberde diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki: Ben bu siyahiden beriyim.
Dördüncü rivayet: İbni Asakirin Şube senediyle, o da Selemeden naklen diyor ki: Seleme dedi ki:
Eba el Zaradan duydum o da Hazret-i Alinin şöyle dediğini bildirdi: Bu siyah yağ küpünden ben beriyim.
Beşinci rivayet: İbni Asakirin Şube senediyle o da Seleme bin Kehil o da Zeydden naklen dedi ki: Ali bin Ebi Talip buyurdu ki: Abdullah bin Sebeyi kast ederek - Ben bu siyah yağ küpünden beriyim - çünkü o Ebi Bekir ve Ömer hakkında ileri geri konuşuyordu-
Altıncı rivayet: İbni Asakirin senediyle Seleme bin Kehil o da Haciyye bin Adıy el Kendiden naklen dedi ki: Hazret-i Aliyi minberde gördüm şöyle buyuruyordu: Şu Allah ve Resulüne yalan söyleyen siyah yağ küpünü -İbni Sevdayı kast ediyor- cezalandırmamda beni kim mazur görmezki! Bunu öldürdüğüm için bazı kimseler beni kınamayacak olsa, Nehr ahalisinin kanlarına benim sebep olduğumu iddia ettikleri gibi bunlardan bir tepe oluştururdum. [Bunların hepsini öldürür, üstüste koyardım.]
Yedinci rivayet: İbni Asakirin senediyle Ebu Ahvas o da Mugireden o da Semmakdan naklen dedi ki: Ali, İbni Sevdanın Hazret-i Ebu Bekir ve Ömerin üstünlüğü hakkında ileri geri konuştuğunu duyunca hemen onu çağırdı bir de kılıç istedi. [Öldürmekten vazgeçti] Onunla konuştu ve benim bulunduğum şehirde bulunmayacaksın dedi. Medayine sürgün etti. İbni Asakir, Tarih Dimaşik (29/7-10)
İddia sahiplerinin, iddialarını doğru kılmak için ileri sürdükleri bu cevaplar da asılsızdır.Çünkü ya senetleri kopuktur ya bazı ravileri meçhuldur ya da ilgili bazı ravileri güvenilir değildir.Tabi onlara göre güvenilir olabilir ama bize göre neden güvenilir değildir , onları da açıklayalım:
Birinci iddialarına baktığımızda, öncelikle şabi h.103 ' te, ibni asakir ise h.571 ' te vefat etmiştir.İddia sahibleri, ibni asakirin senedini şabiye dayandırdığı bu rivayetin ravi zincirini belirtmemiştir. Dolayısıyla ravilerin güvenilirliliği veya meçhul olup olmadığı hakkında bir tespit yapılamadığından , ileri sürdükleri bu rivayet bir şey ifade etmez. Kaldıki, şabi hakkında yapılan ufak bir araştırma bile, rivayetin bizlerce güvensiz olduğunu gözler önüne serer.Bitekim ,şabi hz Aliyi görmesine rağmen ondan hadis nakletmemiştir. ( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi ). Bu durumu öğrenen ibni hacer hemen devreye girerek şabiyi savunma moduna girmiş ve şabinin hocaları arasında hz Aliyi de göstermiştir.Yine ibni hacerin mezhep taasubuyla hareket ettiği bellidir.Madem şabinin hocaları arasında hz Ali de var ise, kaynaklarda sabit olduğu üzere şabi , hz Aliden neden hadis nakletmemiştir ?! Yine sunni kaynaklarda belirtildiği üzere şabi, hz Aliden hadis nakletmiyor ama Ehlibeyte düşmanlık yapan mugıre bin şubeden hadis naklediyor !!! Yine şabinin, yukarda belirttiğim İmam Hüseyinin muhalifelerini şiileriyle öven aşa hemdan ile de hısımlığı bulunmaktadır. Dolayısıyla şabi ile aşa hemdan yakın munasebetlerde bulundukları da bellidir.Bu insanların Ehlibeyt ile araları iyi değildir.Sebe senaryosunu gerçekmiş gibi göstererek kendi görüşlerini haklı çıkarmak için, bu tarz insanların piyasaya sürdükleri rivayetleri delil olarak gösteren iddia sahiplerinin kimin tarafında oldukları da bellidir.
İkinci iddialarına baktığımızda, ammar el dehni meşhul bir ravidir.Yani kayıtlarda geçmemektedir. Eba el tufeyli incelediğimizde; tufeyl bir amr olamaz , zaten bu zat h. 12' de vefat etmiştir. İbn tufeyl de olamaz bu zat da h. 58'de vefat etmiştir.Görüldüğü gibi Eba el tufeyl meçhul bir ravidir.Yani şiiliği karalamak isteyenlerin, kendi kafalarında kurdukları senaryoları , canlandırıp gerçekmiş gibi göstermek için, uydurdukları bir şahsiyettir.
Üçüncü iddialarına baktığımızda; iddia sahibi ibni asakirin , zeyd bin vehbe dayandırdığı rivayetin senedindeki ravi zincirini vermemiştir. İbni asakir h. 571 ' de vefat etmiştir. Zeyd bin vehbe ise h.83'de vefat etmiştir. Yani, aradaki raviler güvenilir midir , değil midir veya meçhul mudur, değil midir şeklinde bir tespit yapılamamaktadır.Bundan dolayıdır ki, iddia sahibinin ileri sürdüğü bu rivayet bir şey ifade etmez.
Dördüncü iddialarına baktığımızda ; öncelikle eba al zaranın hz Aliyi gördüğüne ve selemenin de eba al zaradan duydum dediğine göre, burdaki seleme ibn ebu seleme olabilir.Çünkü ibn ebu seleme h.83' te vefat etmiştir. Yine, rivayette ibn ebu selemeden naklettiği söylenen şube, şube bin haccac olamaz.Çünkü şube b. haccac h. 82-87 ' yıllarında doğmuş, h.160'da vefat etmiştir. İbn ebu seleme ise , h.83' te vefat ettiğinden dolayı, şube bin haccac doğduğunda en dib ihtimalle 1 yaşındaydı.Dolayısyla rivayetteki şube, şube bin haccac değil, h. 50 ' de vefat eden muğıre bin şubedir. Mugıre bin şubenin karekteri ise bize göre bu rivayetin ne derece güvensiz bir rivayet olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü; mugıra bin şube, makamını korumak için muaviyeye oğlu yezidi valiaht yapmasını öneren kişidir. ( TDV İslam Ansilobedisi)
Beşinci iddialarına baktığımızda ; yine bu rivayetin senedindeki seleme bin kehil meçhul ravilerdendir. Aynı şekilde senedinde yer alan muğıre bin şube ise, bize bahsettiğim nedenden dolayı güvenilir bir ravi değildir.
Altıncı iddialarına baktığımızda; bu rivayetin senedinde de meçhul ravilerden seleme bin kehil bulunmaktadır.
Yedinci iddialarına baktığımızda ; semmak adlı şahsın ilgili rivayeti naklettiğinden bahsedilmektedir. Öncelikle semmakın kimliği hakkında biraz bilgi verelim.Kûfe?de doğdu, İcl kabilesinin âzatlılarındandır. Kaynaklarda İbnü?s-Semmâk olarak tanınan birkaç şahsın bulunması, künyesinin Ebû Ca?fer, Ebû Amr, Ebü?l-Abbas gibi farklı şekillerde verilmesi, ayrıca Ebû Amr Osman b. Ahmed el-Bağdâdî?nin de (ö. 344/955) İbnü?s-Semmâk diye tanınması ve bazı sûfîlerin sözlerini rivayet etmesi (İbnü?l-Esîr, I, 559; Sülemî, s. 42) bir isim karışıklığına yol açmıştır. ( TDV İslam Ansiklobedisi ). Biz , İbnus semmak ebul abbası , sözkonusu rivayetib ravisi olarak kabul ettiğimizde, kaynaklarda vefat tarihinin h. 183 olduğu geçmektedir.Sözkonusu rivayet incelediğinde ibnus semmak , olay yaşandığında bizzat şahit mi olmuştur yoksa o da başka birinden mı duymuştur ? ! Hz Ali, h. 40' ta vefat etmiştir.Semmağın h. 183'te vefat ettiği bilindiğine göre, iddiacıların yaşandığını ileri sürdüğü bu olaya semmağın şahit olması imkansız gibi bir şeydir.Geriye semmağın bu olayı bir başkasından duyma ihtimali kalmaktadır. Sözkonusu kişi ise belirtilmediğinden dolayı bu rivayet asılsızdır. Bu rivayetin bize göre güvenilir olmadığını kanıtlayan diğer bir husus ise senedinde yine muğıre bin şubenin olmasdır. Muğıre bin şube, muaviyeye hayatta iken, oğlu yezidin kendisinden sonra halife olması için, yezidi veliaht yapma tavsiyesinde bulunan bir şahıs olduğunu daha önce belirtmiştim. Kerbela olayının yaşanmasına sebebiyet veren en son şahıslardan biri olan muğıre bin şube, Ehlibeytin karşısında olan bir insandı. İlgili rivayetin güvenilir olduğuna hala da inanan şahıslar varsa , bu şahısların muğıre bn şubenin de güvenilir bir insan olduğunu kabul etmeleri gerekir.Çıkarları için yezid taraftarlığı yapan muğıre bin şubenin güvenilir olduğunu kabul edenler ise, yezidin tarafında olduklarını kabul etmek zorundadırlar.Bizler ise İmam Hüseyin tarafında olduğumuz için, yezidin halife olmasına katkı sağlayan muğıre bin şeubeyi güvenilir görmemekteyiz.Gerçi gümünüzde bazı sunni hocalar, yezide hazreti demekteler ve hatta yezidi aklamaya çalışmaktadırlar.Bu onların kendi seçimidir.
Diğer rivayetleri tek tek incelemeye gerek duymuyorum.Son olarak sebeyle ilgili bilgilerin seyf ibn ömerle sınırlı değildir iddiasıyla ilgili vereceğim bir kaç delil de yine bu iddialarının güvensiz ve meçhul ravilere dayandığını ortaya koymaktadır.
1. Aşa Hemadan (Ölümü h. 84) Divanının (s.148)de İbni Sebenin adı geçmektedir. Hatta, (Sebeci) küfür, hakaret kelimesi olarak kullanılmıştır. Mesela, Elmuhtar bin Ebi Abid elsekafi ve Kufeli ileri gelen destekcilerini, Basraya kaçtıktan sonra aşağıda ki beyt ile Eaşa Hemadan hiciv etmiştir:Sizin Sebeci olduğunuzu gördüm. / Küfrün bekçileri ben sizi bilirim.
Bu rivayetin güvenilir olmadığı bellidir.Öncelikle, kaynağı aşa hemdan olan bu divandaki sözkonusu rivayetin naklini sağlayan raviler kimlerdir ?! Yani aşa hemdan h.84'te vefat ettikten sonra onun bu divanını günümüze ulaştıran ravi zincirinde kimler vardır ?! Görüldüğü gibi verilmeyen ravi zinciri güvenilir midir , değil midir (?!) yoksa ravi zinciri meçhul mudur (?!) , belli değildir. Aynı zamanda bu rivayetin güvenilir olup olmadığını anlamak için aşa hemdan hakkında çok kısa bir bilgi vermek de yeterli olacaktır. Aşa hemdan emevi kumandanı ibnül eşas abdurrahman b. muhammedi şiirleriyle desteklemiştir. ( TDV İslam Ansiklobedisi) İbnül eşas abdurrahman b. muhammed ise kerbela olayından önce hz Hüseyinin kufeye gönderdiği amcası Müslim b. Akilin kaldığı evi ubeydullah bin ziyada ihbar edip, Müslimin öldürülmesine sebep olan insandır. ( TDV İslam Ansiklobedisi ) Görüldüğü gibi aşa hemdan, Hz. Hüseyine muhalif olarak kerbela olayının yaşanmasına sebebiyet veren insanlardan bir tanesi olan ibnül eşas abdurrahman b. muhammedi desteklemiş bir insandır.Sonuç itibariyla şiilere göre Hz. Hüseyinin karşısında olan insanları destekleyenler güvenilir değildir. Hz. Hüseyine muhalif olanları destekleyenler ve bu destekleyenleri de güvenilir bulanlar hz Hüseyinin tarafında sayılmazlar.
2. Dr. Sefer El Havalinin Zahiratül irca fil fikril islami kitabında (1/345-361) yazdığına göre, Sebeciler, Hasan bin Muhammed bin elhanefiyenin (tevellüd h.95) İrca kitabında da geçmektedir. Nitekim Dr. El Havali, burada Hasana dayandırılan ircanın manasından bahsetmekte ve bu konuda ilim ehlinin sözlerini de zikr etmektedir. Yine El Havali, İbni Ebi Ömer el Adninin, (Kitabül İmam s. 249'da) şöyle dediğini bildirmektedir:Sebecilerin iddialarından biri de şudur: İnsanlarda bulunmayan vahye, biz ulaştık derler.
Bu rivayet de gevenilir değildir. Çünkü, kaynaklarda da belirtildiği üzere Hasan b. Muhammed?e nisbet edilen Kitâbü?l-İrcâʿın sıhhati konusunda kesin hüküm vermek güçtür. Zehebî ve İbn Hacer gibi İslâm tarihçileriyle Madelung ve J. van Ess gibi Batılı araştırmacıların risâlenin sahih olduğunu kabul etmelerine karşılık yine bir Batılı araştırmacı olan Michael Cook, Kitâbü?l-İrcâʿın isnadındaki râvi zincirine, râvilerdeki zaaflara ve Kûfe menşeli oluşuna dayanarak Hâricîler ve Şiîler?e karşı durumlarını sağlamlaştırmak amacıyla Kûfeli Mürciîler?in Hasan b. Muhammed?e isnat ettikleri uydurma bir risâle olduğunu ileri sürer. (Early Muslim Dogma, s. 68-88 ve tür.yer.) ( TDV İslam Ansiklobedisi) . Zehebi ve İbn Hacer, bazı meselelere mezhep taassubuyla baktıkları için , sözkonusu eserdeki bilgiler kendi inanışlarına uygun düşmüş ve bu yüzden irca kitabına sahih gözüyle bakmışlardır.Oysa, hasan b. muhammed, bu kitabı yazdığı için daha sonradan pişmanlık duymuştur. Nitekim, hasan b. muhammed?in Kitâbü?l-İrcâʿdan dolayı hayli tenkit aldığı ve, ?Keşke ölseydim de bu kitabı yazmasaydım? dediği de nakledilir. (İbn Sa?d, V, 328). Dolayısıyla sunni kesime dahil olan bazı alimler bile, bu eserin taraflı bir şekilde yazıldığını itiraf etmişlerdir. Kaldıki bırakın hz Aliyi, bir insanın Peygambere yakın olması bile ona illa dokunulmazlık zırhı kazandırmaz.Örneğin, hz Nuhun hanımı ve oğlunun yine hz Lutun hanımının kafir olarak öldüğü Kuranda geçmektedir. Dokunulmazlık kazanma statüsüne erişme anca Kuranın ve Peygamberin sözleri sayesinde gerçekleşir.
İbn ebi ömer el adniye gelince, tırmizi , müslim, nesai,ibn mace gibi Kutibe sitte alimleri ondan hadis nakletmişlerdir.Fakat eserlerine, kitabul imamda geçen sebeyle ilgili meseleye yer vermemişlerdir.Demekki, bu kutibe sitte alimleri,sebeye şüpheyle bakmışlar ve güvenilir bir bilgi olarak değerlendirmediklerinden dolayı eserlerinde böyle bir senaryoya yer vermemişlerdir.Kaldıki, kitabul imamda geçen sebecilerin , insanlarda bulunmayan vahye ulaştıkları da inancı da, şii inanışıyla alakası olmayan bir inanıştır.
3.Furazdak da (t.116 h.) Divanında (s.242-243) Dir el Cemacim savaşında Abdurrahman bin El Eşasa karşı devrime kalkan Irak eşrafını ve destekçilerini (Sözlerinde vefa göstermez Sebeciler, tilkiden daha sinsidir onlar...) gibi beytler ile Sebeciler diyerek hiciv etmektedir.
Bu rivayetinde sahih olmadığını anlamak için bir emevi şairi olan ferezdak hakkında biraz bilgi vermek yeterli olacaktır.Uzun bir ömür süren Ferezdak genellikle dinî vecîbelere karşı ilgisiz kalmış, hayatının sonuna kadar içkiye ve eğlenceye olan düşkünlüğü devam etmiştir.Şeytanı hicveden şiirinde ortaya koyduğu gibi zaman zaman hayatında dindarlık dönemleri görülmüşse de bunların pek uzun sürmediği anlaşılmaktadır. Övdüğü kimseleri daha sonra hicvettiği için Ferezdak?ın methiyelerinde samimi olmayıp menfaat düşüncesinin ön planda bulunduğu söylenir. Şiirlerinde müstehcenliğe (edebe aykırılık) yer vermesi, bazan bunların arasına Kur?an âyetlerinden ifadeler serpiştirmesi onun inancının zayıflığını ve vicdanî endişesi bulunmadığını göstermektedir. Devrindeki ve daha sonraki Arap şairlerini etkileyen gücüne rağmen şiirlerinde az da olsa kaba, çirkin ve muğlak kelimeler vardır. Onun zayıf iradeli ve korkak olduğu, methi ve hicvi birer silâh gibi kullandığı, hatta zaman zaman başka şairlerin şiirlerinden aldığı parçaları kendisine mal ettiği görülmektedir.( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklobedisi ) .
Görüldüğü gibi , yine sebe senaryosuna inananlar kendi görüşlerini gerçekmiş gibi gösterebilmek için içkici, eğlenceye düşkün ve menfatine göre de hareket edebilen, şiirlerinde edebe aykırı ve çirkin unsurları bulunduran bir şahsın rivayetini güvenilir bulup , bazı insanlara delil olarak gösterebilmektedirler. Ayrıca sebenin gerçek olduğu iddiasını sürdürmeye devam edenler, böyle bir karekteri güvenilir bulma hususunu,kendilerine yakıştırmak zorundadırlar.
4.İmam Taberi, tefsirinde (3/119) Katade bin Deame el sudusi el Basri (t. 117 h.)nin şöyle dediğini nakil etmektedir: Katade, âl-i imran suresinin, (Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar) mealindeki yedinci âyet-i kerimesini okuduğu zaman (bunlar Hurufiler ve Sebeciler değil ise kimdir) yani onların tâ kendileridir demiştir.
Bu rivayet de güvenilir değildir.Çünkü Taberi h.310'dan vefat etmiş, Katade bin diame ise h. 117' de vefat etmiştir.Taberi kendisinden 117 yıl önce vefat eden Katade bin diamden doğrudan rivayette bulunamaz. İddia sahibi burda da kaynağı katade olduğu iddia edilen ilgili rivayetin Taberiye bağlayan ravi zincirini yine vermemiştir ! Acaba ilgili rivayetin naklini yapan zincirdeki raviler güvenilir değil midir yoksa bu raviler meçhul mudur ?!
Buraya kadarki ortaya çıkardığımız durumlar , sebenin varlığı konusunda deliller seyf bin ömerle sınırlı değildir iddiasının bize göre gerçeği yansıtmadığını doğrulamaktadır. Ama iddia sahipleri, Ehlibeyte muhalif olanları ve muhalif olanları destekleyen ravileri güvenilir görebilirler.Daha önce dediğim gibi bu onların seçimi ve sorunudur.Hesap günü ise sadece ahirete de kalmayabilir...
Böyle bir şahsın yaşadığına dair olan iddialara inananlar ise akıl ve mantıkla hiç bir şekilde bağdaşmayacak davranış sergilemektedirler. Bu şahsın hicri 30 yılında yani 650 yılında faliyetlerine başladığını kabul edelim.Aynı zamanda bu şahıs 656 yılında cemel savaşıyla görevini sonlandırıyor ! Aynı zamanda hicri 30 yılından önce de kastedebilecekleri süreci yani osman zamanının başlangıcı olan 644 yılından da hesaplamaya başlayalım.Gerçi iddia sahipleri, bu sürec hakkında da herhangi bir bilgi sunmamışlardı ! Hadi, biz bu süreci de ele alalım. Bu durumda faliyetleri 6 ila 12 arası arası sürmüş olacaktır. O dönemde hem ulaşım hem de haberleşme teknolojisi günümüzdeki gibi değildi. Buna ilaveten o dönemlerde insanlardaki inanç sistemi de bugüne göre daha çok kalıplaşmış düzeydeydi. Yani böyle bir anlayışa toplumlarda bazı grublara , yeni fikirleri aşılayabilmek için belirttiğimiz süreden çok daha fazla zamana ihtiyaç vardır. İşin başka bir boyutu da bu şahsın yaydığı tüm fikirler ne kadar da belli olsa, birbirleriyle çelişmektedir. Yani; hz Aliye hem vasi, hem peygamber hem de ilah diyebilmektedir. Akıl sahiplerine yine soralım : Hz. Aliye bu vasıfları aynı anda yükleyen bir insanın bu kadar süre içinde, taraftar bulması mümkün olabilir mi ?! Günümüzde bile sosya medya ağı yaygın olarak kullanıldığı halde yeni fikirleri sözkonusu insanların çoğu kabul etmesi epey bir zaman almaktadır. Hatta insanların çoğu görüşlerinden vazgeçmeyebilmektedir. Kaldıki o dönemlerde, internet diye bir şey de yoktu. Bu duruma bir de , iddia sahiblerine göre bu şahsın yaydığı fikirlerin birbiriyle çelişkili olduğu hususu ile bu çelişkili fikirleri bir de gizli gizli yayması hususu eklendiğinde , bu kadar sürede bir ekol veya mezhep kurmanın kesinlikle mümkün olmaması görülmektedir. Sonuçta, belirtilen süreler içinde, yaklaşık 5-6 bölgeyi dolaşıp, bir çok grubu hem çelişkili fikirler üzerinden hem de dinin temel konularıyla ilgili hususlarda etkileyerek devlet başkanın ve cemelde binlerce kişinin ölümüne sebeb olması mümkün olabilir mi?! Tüm bu durumlar dikkate alındığında, bu şahsın bu tarz fikirlerini, inanç sistemi yerleşmiş olan ve birbirlerine uzak farklı bölgelerdeki binlerce insana kabul ettirmesi anlayışı komiktir. Bunlardan dolayıdırki, iddia sahiplerinin kendileri bile sosyal medyaya yazdıkları sözkonusu iddialarına kendileri bile inanmakta herhalde güçlük çekiyorlardır. Ama maksatları illa hakkı batılla örtmekse, bu senaryo onlara şeytan vesvesiyle elbette tatlı gelmiştir.
Olayın en önemli ilginç bir tarafı da yukarda kısaca değindiğimiz gibi bu şahsın cemel savaşından hemen sonra ortadan kaybolmasıdır.Bilindiği gibi Cemel savaşı 656 yılının aralık ayında, Sıffın savaşı ise 657 yılının temmuz ayında gerçekleşmiştir. Cemel savaşının ortaya çıkmasında baş rolde yer aldığı iddia edilen sözde sebe adlı şahsın, yaklaşık 5 ay sonra gerçekleşen hem de şii ve sunni ayrılığın daha da derinleştiği bir savaş olan Sıffın savaşında rol almaması böyle bir şahsiyetin yaşamadığı hususunda tüm gerçeği gözler önüne sermektedir. Eğer bu şahıs cemel savaşında hemen sonra yani Sıffın savaşı başlamadan vefat etti ise, bu yönde ölüm tarihi konusunda herhangi bir bilgi olurdu ve en azından cemel ve sıffın savaşı arasındaki süreçte bu şahıstan bahsederlerdi. Cemel savaşından sonraki akıbeti hakkında herhangi bir bilginin bulunmaması , bu senaryonun hak yolu olan şiiliği karalamak uğruna birileri tarafından uydurulduğunu göstermektedir. Sonuçta bu iddia psikolojik sorunları olan bir kişiden yola çıkmış ve yola çıktıktan sonra bu iddiaya şiiliğin karşısında durup ve şiilere ayet ve sahih hadisler ışığında cevap veremeyeler bu yüzden tutunacak bir dal aradıkları için kulak verip eserlerine almışlar yani inansalar da inanmasalar da, mezhepsel bakış açısının verdiği duyguyla kabul etmek işlerine gelmiştir. Yani, mezhepsel bakış açılarına haklı bir yön bulmak için bu rivayetlerin kabul görmesi adına başkalarına da aktarmak için çabalamışlardır. Yukardaki rivayetleri nakleden ele almadığımız diğer ravilerin durumu da bundan ibarettir. Bu yüzden iddia edilen bu şahsiyet hakkında rivayetleri yukarda tek tek incelemeye aslında gerek duymadım. Bazı sunni alimler ise ellerindeki deliller ışığında bu şahsiyetin yaşadığına dair rivayetlere veya bazı rivayetleri bu şahsiyetin ortaya çıkardığına dair iddialara kulak asmamışlardır.Çünkü ; sözkonusu bu sunni alimler de biliyorlar ki, yukarda da biraz yer verdiğim , hz Alinin Peygamberden sonraki vasiliği ile ilgili rivayetlere sunni kaynaklarda da rastlamak mümkündür.Hem de sahih sunni kaynaklarda...
Son olarak ' şii ' kelimesinin manası, gerçeğin ortaya çıkmasında olayı daha da aydınlatacaktır. Şia kelimesi, Arapçada peşinden gitmek, bir kimsenin taraftarı olmak, ayrılmak, yayılmak gibi anlamlar içeren ?şya? kökünden gelir; fırka, bölük, taraftarlar, bir işi gerçekleştirmek için bir kimsenin çevresinde toplanan zümre anlamındadır. Kelimenin tekili şii olup teşeyyü biçimindeki mastar kullanımı da mevcuttur. ( bkz. Arapça lügat ) Şîa kelimesinin ilk dönemlerde sözlük mânası çerçevesinde ?taraftar? anlamıyla kullanıldığı görülmektedir.Yani her hangi bir insanın taraftarı anlamında kullanılmıştır. Şiatu Ali şeklinde isim tamlamasıyken Hz. Ali?ye tabi olanları; Şiatü?l Aleviyye şeklinde sıfat tamlamasıyken ise Ali taraftarlarını belirtir.Hz. Ali Cemel Vak?ası dönüşünde muhaliflerini niçin öldürdüğünü soran kişiye, ?Onlar da benim şîamı öldürdüler? cevabını vermiştir . ( Hz. Ali burda benim şiamı derken benim taraftarlarımı manasında söylemiştir.Çünkü Arapça lügatta şia kelimesinin taraftar anlamında kullanılır. ) Kelime ?şîatü Osmân? ve ?şîatü Alî? şeklinde izâfetle kullanıldığında osman ile Hz. Ali?ye tâbi olanları, ?eş-şîatü?l-Aleviyye? ve ?eş-şîatü?l-Abbâsiyye? şeklinde kullanıldığında ise Hz. Ali ve Abbas oğulları taraftarlarını belirtir. Şîatü Osmân zamanla el-Osmâniyye, Şîatü Alî ise eş-Şîa biçiminde terim anlamı kazanmıştır. ( Görüldüğü gibi osman taraftarlarına da şiatü osman deniyordu.Lügattaki karşılığı taraftar olan şia kelimesi osman taraftarlarını belirtmek için de kullanılmıştır.Yani taraftar kelimesinin Arapçada söyleniş biçimi şia kelimesine karşılık gelmektedir.) Şia kelimesi, terim olarak Resûl-i Ekrem?in vefatının ardından devlet başkanlığının Hz. Ali?ye ve onun evlâdından belli kimselere intikal etmesi gerektiğini savunan grupları ifade eder. Ebü?l-Hasan el-Eş?arî?ye göre bu zümreye Şîa denilmesi Hz. Ali?ye taraftar olmaları, sahâbîler içinde onu en üstün kabul etmeleri dolayısıyladır (Maḳālât, s. 65). Şehristânî daha geniş bir çerçeve çizerek Şîa?nın, Hz. Ali?nin imâmetinin Resûlullah?tan gelen açık veya kapalı deliller ve vasiyet yoluyla sabit olduğunu, bir engel bulunmadığı takdirde imâmetin Ali evlâdınca yürütüleceğini, imamların büyük ve küçük günahlardan korunduğunu, imâmetin dinde toplumun tercihine bırakılamayacak temel bir rükün özelliği taşıdığını kabul edenler olduğunu ileri sürer (el-Milel, I, 162). İbnü?n-Nedîm?in kaydettiğine göre Hz. Ali kendi taraftarlarını şîa yanında evliya, asfiya, ashap (dostlar, arkadaşlar) gibi kelimelerle nitelemiştir (el-Fihrist, s. 223).
Bu delillerden de anlaşıldığı üzere Ali taraftarlarına Alinin şiaları denmiştir.Fakat zamanla şia kelimesi terimsel anlam kazanarak, Alinin şiaları yerine sadece şia kelimesi de kullanabilir olmuştur.Yani şialar dendiğinde Alinin taraftarları anlaşılmıştır.Aynı zamanda şia kelimesi, nadiren Ehlibeyt dışında da her hangi bir insanın taraftarı anlamında da kullanılabilmiştir.Çünkü sözlük anlamında taraftar,destekçi,dost manalarını ifade etmektedir. Ehlibeytin imametine ( Peygamberden sonra Hz. Aliyi ilk halife kabul etmek ), masumiyetine inanan ve Ehl-i Beyt'e dostlarına dost, düşmanlarına da düşman olanlar Ehlibeytin gerçek anlamdaki şiileridir.Bu taraftalar örneğin ; Selmanı Farisi, Ebu Zer, Ammar bin Yasir, Mikdad ve vs gibi insanlar tarihi kaynaklara göre ebubekire biat etmek istememişler ve dönemin gerçek imamının Hz. Ali olduğuna inanmışlardır. Şia kelimesinin manasını açıklaşmıştım.Hz Aliye şialık yapmanın yani taraftarlık yapmanın gerekçelerinin temeli Resulullah'ın zamanında atılmıştır. Zira Şia ile sunnilik arasındaki ihtilafi konuların başında "İmamet ve Hilafet" konusu gelmektedir. Bu konuda Şia imametin nassa dayandığına ve Resulullah'tan sonra imam olacak kimsenin Allah ve Resulü tarafından tayin edildiğine ve bunun Hz. Ali (a.s) olduğuna inanmaktadır.Bu inanışın doğruluğuna dair delilleri sunni kesimin ehli sünnetten saydıkları kaynaklardan da göstermektedirler. Şiiliğin Abdullah b. Saba tarafından uydurulduğunu iddia eden kimseler, önce şia kelimesinin manasını öğrensinler. İlk başta bu noktada bile, tarafımıza uydurma rivayetler üzerinden iftira atanların ilim seviyesinin ne derece zayıf olduğu zaten bellidir.Şialık yani taraftarlık yaptığımız Ehlibeytin gerçek makam ve değerini anlatan bir çok sunni kaynaktaki bilgilerin söz konusu yahudi tarafından uydurulduğunu söylemeleri gerekir. Bu da demektir ki bir çok sahabe, tabiin ve tabiini görenler bu yahudi tarafından aldatıldığı gibi, bugün islam camiasında itibar gören sözkonusu hadisleri nakleden onlarca kaynağın yazarının da bu konuda aldatılmış olmalarıdır. Şiiliği yahudi asıllı birisinin kurduğunu iddia edenlerin amacı acaba, kendi inanışlarının şekillenmesinde rol oynayan ebu hureyre, kabul ahbar ve buna benzer kişilerin güvenilir bir insan olduklarını mı kanıtlamaktır ?! Ebu hureyre, kabul ahbar gibi kişilerin yahudilikten dönerek müslüman oldum diyen insanlardır.Bu ve benzeri kişiler güvenilir bir insan olamazlar.Birincisi bu kişiler sunni camidaki bazı alimler tarafından da güvenilir görülmemiştir. Mesela; ebu hureyrenin öyle rivayetleri vardır ki ne kurana ne sahih hadislere ne de akla ve mantığa uymaktadır.İkincisi ; ebu hureyre ve kabul ahbarın öyle rivayetleri vardır ki kuran ile değil tahrif olunmuş tevratla uyuşmaktadır.Ebu hureyre ve kabul ahbarın sözkonusu rivayetlerinin tahrif olunmuş tevratdaki bazı rivayetlerle örtüşmesi şiilere atılan iftiranın sebebi konusunda ışık tutmaktadır.Ebu hureyre ve kabul ahbar gibi insanların kuranla ve sahih hadislerle uyuşmayan , tahrif olunmuş tevratla uyuşan bazı rivayetlerini yeri geldiği zaman başka bir başlık altında paylaşacam.
İşte Abdullah b. sebe, seyf bin ömerin kendi kafasında uydurduğu masal kahramanından, bu yaptığı işler de, bu uydurma şahsa yaptırılan uydurma işlerden başka hiçbir şey değil; gerçekte yaşamamış bir adamdır. Fakat Seyf'e, düşünmeden inananlar, rivâyetlerini, incelemeden alanlar, bilhassa Taberî'den rivâyette bulunanlar, Sünnî olsun, böyle bir adamın yaşadığına inanmışlar, İslam ülkelerini sömürme siyasetinin ortaya attığı müsteşrıklerse onun Yemenli oluşunu, Yahudilikten dönmüş olmasını, III. Halife aleyhine yakalananların Mısır ve Irak'tan gelmelerini, Şîîliğin daha fazla İran'da yayılmasını, İmâm Huseyn'in zevcelerinden birinin, son İran hükümdarının kızı bulunmasını, türlü bağlantılarla süsleyip püsleyerek bu masala bir de dinî-siyasî ve içtimaî ilmek atmışlar, çeşitli kanaatler uydurmuşlardır (Seyyid Murtazâ'l-Askerî'nin «Abdullah b. Sebâ'» adlı târihî tenkıyd ve tahlile dayanan kitabına, Seyyid Ahmed-i Zincânî tarafından "Merd-i efsâneî-i târîh, Rivâyethâ-yı Seyf; Abdullah b. Sebâ' ve Gavgaa-yı Sakıyfe" adlı Farsçaya tercemesine, Tehran?Cilt-i evvel, I. Basım, 1384 H. ve Esed Hayder'in "El-İmâm'us'Sâdık ve'l-Mezâhib'il-Erbaa" adlı kitabına b. Cüz. VI, Necef-i Eşref, 1383 1963, s.247-282).
Ahzap 33. ayetin bizlere Ehlibeytin gerçek makam ve değerini zaten anlatmaktadır . Bunun yannda, bir çok sunni kaynakta da sahih senetle nakledildiği üzere hz Ali, Peygamber efendimizden sonra ilk imamdır. Ahzap 33. ayetin tefsiriyle ilgili ayrıntılı bazı bilgilere sunni deliller üzerinde başka bir çalışmada yer verdim. Elimizdeki ayet ve sahih hadisler, bu iddianın asılsızlığını kanıtlamaya zaten yeter. Hala da aksini düşünenler ilgili ayet ve sahih hadislere karşı gelmiş olduklarını kabul etmek zorundadırlar. Eğer , Ahzap 33. ayet hz Alinin Peygamberden sonra en hayırlı ve en üstün insan olduğunu göztermez diyenler varsa, bu ayetin tefsiriyle ilgili yaptığımız çalışmayı inceleyebilirler. Sebe konusunda ise bazı insanlar ne kadar da hakkın üstünü kapatmaya çalışsalar, Allahu Teala Kuranda şöyle buyurmaktadır : Onlar ağızları ile Allahın nurunu söndürmeye çalışıyorlar.Halbuki kafirler istemeseler de , Allah nurunu tamamlayacaktır. (saf 8 ) Son cümleyi yazmak istemezdim fakat sebe konusunda şiilere iftira atanlar yazdıkları senaryonun sonuna , bu ayeti eklemişlerdir. Ben de aynı şekilde, bu ayetin veridiği mesajı onlara haklı olarak iddia ediyorum.