Yeni açılımlar geliştiriyoruz, hayatın her alanında ve tabii tanrı tasavvurunda...
Hepimizin bildiği bir fıkra; Bektaşiye atfolunur ama hiç birimiz masum değiliz bu hususta... Bektaşi Ağustos sıcağında oruçludur... Dili damağıyla hemhal olurken, şırıl şırıl akan bir çeşmenin, lıkır lıkır suyunu içen birini görünce "sen neden oruçlu değilsin, bre gafil" demesiyle gelen cevap; "ben Müslüman değilim" olur. Bektaşi durur düşünür ve "dinin kıymetini bil" der.
Ve artık bizler, zahirde işte o dininin kıymetini bilenlerdeniz... Batın bize giz...
Efendim az evvel ki fıkra gibi gerçekliği sorgulanmadan anlatılan ne menkıbeleriniz var daha...
Yok efendim hatun kişi ömrü boyu özelden ziyade genel kadın olmuş, ömrü hep böyle geçerken bir kuyu başında "söz meclisten öte" bir kelbe denk gelmiş ki Ağustos sıcağında, dili bir karış dışarıda, susuzluğun orta yerinde, bir kuyu başında bekleşir... Hatun kişi ayakkabısını çıkarır, köpeğin susuzluğunu giderir ve ötelerden gelen bir ses "sen cennetliksin" der...
Sonra bir zahid, zühd için yollara düştügünde bir çoban görür, tuhaf tuhaf hareketler yapan. Yanaşır, sorar, "nedir seni bu halde tutan" çoban der; ben Rabb'ime ibadetteyim, şu an." Zahid sorar" Peki nasıl ibadet ediyorsun, bana da anlatsan?" Çoban; "ey Rabbim, seni şu yeşil çimenlerden, onları yiyen kırmızı koyunlardan, onlardan akan beyaz sütlerden daha çok seviyorum!.." Zahid devam eder; "E, daha başka nasıl ibadet edersin?.. "Oysa çoban bundan başka ibadetin bilgisinden yoksun... Zahid; "olmaz bu!" der ve yoluna yürür... Çoban malumunuz, koşup sorar. İbadet nedir, güzelce öğrenir...
Zahid uzaklaşır. Kaylule haline vardığında, bizim çobanın sair cemaatin başına imam, kendisinin ise sonda, onlara ram olduğunu görüyor. Koşup çobanı buluyor, "ben hata ettim, sen nasıl ibadet ediyorsan, o hal üzere kal!" der. Ama hikâyenin ana fikri bu ya; çoban bir daha o vecdi hiç bulamayacaktır. Biçare, ebter!..
Ama ne hikâye!..
Daha ne inci mercanlarımız var âhir zaman alimleri bir ağzını açıverseler de görseniz...
Şimdi bu bu menkıbelerin hangi birine, ne diyelim?..
En iyisi mi bu menkıbeleri bir başka menkıbe ile bağlayalım;
Âlim anlatıyor; Hz.İsa, kılıcını çekip, tam kızını kurban edecekken, gökten bir öküz indi.
Bir başkası haydi düzeltelim, diyor; gardaş! İsa değil, İbrahim, kılıç değil bıçak, öküz değil koç...
Koç gibi âlimlerimiz varken cehennem bize haram... Hayatın boyu her halinle özgür hatun ol, sonra bir kuyu bul ve cennetlik ol!
Yeni ve kolay bir ibadet şekli bul! Seni yolundan döndürenlerin de vicdanlarına varis ol ve cennete dahil ol!..
Bu din kıyamete değin hep aynı olacak da ben mensuplarının menkıbelerini hep merak ederim... Daha başka neler var ve neler olacak!?.
Bakalım "cennet mekan" Âkif, ahir zamanın ve tüm zamanların âlimlerine ne diyor;
"Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı."
Yoksa vehm ile hareket edenin, sonu vahamet olur...
Yeni açılımlar geliştiriyoruz, hayatın her alanında ve tabii tanrı tasavvurunda...
Hepimizin bildiği bir fıkra; Bektaşiye atfolunur ama hiç birimiz masum değiliz bu hususta... Bektaşi Ağustos sıcağında oruçludur... Dili damağıyla hemhal olurken, şırıl şırıl akan bir çeşmenin, lıkır lıkır suyunu içen birini görünce "sen neden oruçlu değilsin, bre gafil" demesiyle gelen cevap; "ben Müslüman değilim" olur. Bektaşi durur düşünür ve "dinin kıymetini bil" der.
Ve artık bizler, zahirde işte o dininin kıymetini bilenlerdeniz... Batın bize giz...
Efendim az evvel ki fıkra gibi gerçekliği sorgulanmadan anlatılan ne menkıbeleriniz var daha...
Yok efendim hatun kişi ömrü boyu özelden ziyade genel kadın olmuş, ömrü hep böyle geçerken bir kuyu başında "söz meclisten öte" bir kelbe denk gelmiş ki Ağustos sıcağında, dili bir karış dışarıda, susuzluğun orta yerinde, bir kuyu başında bekleşir... Hatun kişi ayakkabısını çıkarır, köpeğin susuzluğunu giderir ve ötelerden gelen bir ses "sen cennetliksin" der...
Sonra bir zahid, zühd için yollara düştügünde bir çoban görür, tuhaf tuhaf hareketler yapan. Yanaşır, sorar, "nedir seni bu halde tutan" çoban der; ben Rabb'ime ibadetteyim, şu an." Zahid sorar" Peki nasıl ibadet ediyorsun, bana da anlatsan?" Çoban; "ey Rabbim, seni şu yeşil çimenlerden, onları yiyen kırmızı koyunlardan, onlardan akan beyaz sütlerden daha çok seviyorum!.." Zahid devam eder; "E, daha başka nasıl ibadet edersin?.. "Oysa çoban bundan başka ibadetin bilgisinden yoksun... Zahid; "olmaz bu!" der ve yoluna yürür... Çoban malumunuz, koşup sorar. İbadet nedir, güzelce öğrenir...
Zahid uzaklaşır. Kaylule haline vardığında, bizim çobanın sair cemaatin başına imam, kendisinin ise sonda, onlara ram olduğunu görüyor. Koşup çobanı buluyor, "ben hata ettim, sen nasıl ibadet ediyorsan, o hal üzere kal!" der. Ama hikâyenin ana fikri bu ya; çoban bir daha o vecdi hiç bulamayacaktır. Biçare, ebter!..
Ama ne hikâye!..
Daha ne inci mercanlarımız var âhir zaman alimleri bir ağzını açıverseler de görseniz...
Şimdi bu bu menkıbelerin hangi birine, ne diyelim?..
En iyisi mi bu menkıbeleri bir başka menkıbe ile bağlayalım;
Âlim anlatıyor; Hz.İsa, kılıcını çekip, tam kızını kurban edecekken, gökten bir öküz indi.
Bir başkası haydi düzeltelim, diyor; gardaş! İsa değil, İbrahim, kılıç değil bıçak, öküz değil koç...
Koç gibi âlimlerimiz varken cehennem bize haram... Hayatın boyu her halinle özgür hatun ol, sonra bir kuyu bul ve cennetlik ol!
Yeni ve kolay bir ibadet şekli bul! Seni yolundan döndürenlerin de vicdanlarına varis ol ve cennete dahil ol!..
Bu din kıyamete değin hep aynı olacak da ben mensuplarının menkıbelerini hep merak ederim... Daha başka neler var ve neler olacak!?.
Bakalım "cennet mekan" Âkif, ahir zamanın ve tüm zamanların âlimlerine ne diyor;
"Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı."
Yoksa vehm ile hareket edenin, sonu vahamet olur...