Yazıyı okumadan önce Meslek Lisesi öğretmeni olduğumu söylemeliyim. Bugün lise sondaki bir öğrenciye biraz geometri anlatmam gerekti. Ders anlatırken 5’in karesinin 10 olduğunu söyledi. Tabii bu cevaba alışkınız. Hayır dedim. 5’in karesi 5x5 demektir. Öğrenci 50 mi, yani dedi. 5x5 kaç eder diye tekrar sordum; 20 dedi.
Geçen bir öğrenci Amerika’nın karadeniz bölgesinde olup olmadığını, başka bir öğrenci ise “avantaj ne demek ?” diye sordu. Bu örneklerden daha beterileri ile hepimiz karşılaşıyoruz.
Eğitim sistemi hiç bu kadar kalitesiz olmuş muydu bilmiyorum. Ama son 150 yılın en düşük eğitim kalitesine sahip olduğumuzu düşünüyorum.
600bin öğretmen sürekli aynı şeyleri söylüyoruz: “Bizim zamanımızda öğrenciler böyle değildi. Biz bu öğrenciler gibi değildik.” Bu konu hakkında biraz düşünelim. Öncelikle bizim zamanımızın en azından 2000 lerin öncesi olduğunu varsayalım. Bizim zamanımızda bir çok baba çocuklarının okuyup okuyamayacağı üzerinde belirli bir kanıya varır ve çocuğunun okuyamayacağını, bir ustanın yanında yetişmesinin daha iyi olacağını söylerdi. Bu aslında bir filtreleme sistemi ve bir otokontrol mekanizması. Eğer öğrenci gerçekten okumaya niyetliyse bir şekilde okula devam ederdi. Bu durum öğrencinin isteklilik oranının maksimum olması anlamına gelirdi. Bir çok öğrenci orta okuldan sonra çalışma hayatına başlardı. 12 yıllık zorunlu eğitimin çıkmasıyla birlikte liseye devam etmek istemeyen 100binlerce öğrenciyi zorunlu olarak liseye devam etmek zorunda bıraktık. Bu öğrencileri tanımak çok kolay. Öğrencinin gözüne baktığınızda durumunu anlıyorsunuz. Okula zorla geliyor. Günde 8-10 saat, haftada 40-45 saat eğitim kölesi gibi derslere girip çıkıyor. Bir nevi kader mahkumu. Çile dolduruyor. 4 yıl dayanacak ve salıverilecek. Bu durum farketmediğimiz bir çok faktörü tetikliyor aslında:
-
O öğrenicinin gerçekten de bir işte yetişmesi engellenmiş oluyor.
-
Kişinin okuldan, okumaktan, kitaptan bıkmasına neden olunuyor.
-
Sınıfların kalabalık olması nedeniyle öğretmenin işi zorlaştırılıyor.
-
Gerçekten eğitim talep eden öğrenciye öğretmenin zaman ayırması zorlaşıyor.
-
Devletin öğrenci başına harcadığı payın azalmasına, dolayısıyla atölye ekipmanların verimsiz kullanılmasına neden oluyor.
-
O öğrencinin çıraklık yaparak milli gelire katkı yapması önlenmiş oluyor.
Bu saydıklarım daha da artırılabilir.
Sanırım 12 yıllık kesintisiz eğitimin asıl amacı, gelişmiş ülkelerin eğitim yılı ortalamalarını yakalamak. Aslında gelişmiş ülkelerin eğitim seviyesini yakalamak için uğraşmak zorunda olduğumuzu düşünmüyorum. Aslında bu seviyeye ulaşmak doğal yollarla olmalı. Yapay yollarla değil. Yanlış anlaşılmasın. Bizim insanımızın uzun süreli eğitimi haketmediğini iddia etmiyorum. Eğitim alma süresinin doğal bir süreçle zaten uzayacağını söylemeye çalışıyorum. Doğal süreç, yazımın başında bahsettiğim öğrencilerin küsmesi gibi problemlere neden olmayacaktır.
Eğer milli gelir artarsa, kalifiye eleman ihtiyacı artarsa, zaten insanlar çocuklarının daha iyi bir eğitim almasını isteyecektir. Avrupa ülkeleri bu eğitim seviyesini tepeden inme emirlerle mi sağladı araştırılmalıdır.
1800 lü yıllarda Avrupada çocuklar 6 yaşında fabrikalarda çalışmaya başlarlardı. Ekonomik değerleri vardı. Sanayi ve teknolojinin gelişmesiyle makinalar işleri yapmaya başladı. Makinaları çalıştırmak için daha uzman iş gücüne ihtiyaç vardı. Çocuklar fabrikalar için değersiz oldular. Teknoloji geliştikçe ihtiyaç duyulan eğitim seviyesi arttı. Anne babalar da çocuklarının iş bulabilmesi için onlara iyi eğitim vermeye çalıştılar. Bu eğitim yarışması günümüze kadar devam etti. Şimdi 22 yaşında üniversiteden mezun olan, hatta mba gibi programlarla 25-28 yaşına kadar eğitim almış insanlarla karşılaşıyoruz.
Eğitimciler olarak 12 yıllık zorunlu eğitim hakkında düşündüklerimizi, tecrübelerimizi yazalım. Bunu kayıt etmeye mecburuz. Sıkıntı varsa, bunu en iyi farkedecek kişiler bizleriz. Sistemin daha iyi işlemesi için paylaşıma ihtiyaç var.
Yazıyı okumadan önce Meslek Lisesi öğretmeni olduğumu söylemeliyim. Bugün lise sondaki bir öğrenciye biraz geometri anlatmam gerekti. Ders anlatırken 5’in karesinin 10 olduğunu söyledi. Tabii bu cevaba alışkınız. Hayır dedim. 5’in karesi 5x5 demektir. Öğrenci 50 mi, yani dedi. 5x5 kaç eder diye tekrar sordum; 20 dedi.
Geçen bir öğrenci Amerika’nın karadeniz bölgesinde olup olmadığını, başka bir öğrenci ise “avantaj ne demek ?” diye sordu. Bu örneklerden daha beterileri ile hepimiz karşılaşıyoruz.
Eğitim sistemi hiç bu kadar kalitesiz olmuş muydu bilmiyorum. Ama son 150 yılın en düşük eğitim kalitesine sahip olduğumuzu düşünüyorum.
600bin öğretmen sürekli aynı şeyleri söylüyoruz: “Bizim zamanımızda öğrenciler böyle değildi. Biz bu öğrenciler gibi değildik.” Bu konu hakkında biraz düşünelim. Öncelikle bizim zamanımızın en azından 2000 lerin öncesi olduğunu varsayalım. Bizim zamanımızda bir çok baba çocuklarının okuyup okuyamayacağı üzerinde belirli bir kanıya varır ve çocuğunun okuyamayacağını, bir ustanın yanında yetişmesinin daha iyi olacağını söylerdi. Bu aslında bir filtreleme sistemi ve bir otokontrol mekanizması. Eğer öğrenci gerçekten okumaya niyetliyse bir şekilde okula devam ederdi. Bu durum öğrencinin isteklilik oranının maksimum olması anlamına gelirdi. Bir çok öğrenci orta okuldan sonra çalışma hayatına başlardı. 12 yıllık zorunlu eğitimin çıkmasıyla birlikte liseye devam etmek istemeyen 100binlerce öğrenciyi zorunlu olarak liseye devam etmek zorunda bıraktık. Bu öğrencileri tanımak çok kolay. Öğrencinin gözüne baktığınızda durumunu anlıyorsunuz. Okula zorla geliyor. Günde 8-10 saat, haftada 40-45 saat eğitim kölesi gibi derslere girip çıkıyor. Bir nevi kader mahkumu. Çile dolduruyor. 4 yıl dayanacak ve salıverilecek. Bu durum farketmediğimiz bir çok faktörü tetikliyor aslında:
-
O öğrenicinin gerçekten de bir işte yetişmesi engellenmiş oluyor.
-
Kişinin okuldan, okumaktan, kitaptan bıkmasına neden olunuyor.
-
Sınıfların kalabalık olması nedeniyle öğretmenin işi zorlaştırılıyor.
-
Gerçekten eğitim talep eden öğrenciye öğretmenin zaman ayırması zorlaşıyor.
-
Devletin öğrenci başına harcadığı payın azalmasına, dolayısıyla atölye ekipmanların verimsiz kullanılmasına neden oluyor.
-
O öğrencinin çıraklık yaparak milli gelire katkı yapması önlenmiş oluyor.
Bu saydıklarım daha da artırılabilir.
Sanırım 12 yıllık kesintisiz eğitimin asıl amacı, gelişmiş ülkelerin eğitim yılı ortalamalarını yakalamak. Aslında gelişmiş ülkelerin eğitim seviyesini yakalamak için uğraşmak zorunda olduğumuzu düşünmüyorum. Aslında bu seviyeye ulaşmak doğal yollarla olmalı. Yapay yollarla değil. Yanlış anlaşılmasın. Bizim insanımızın uzun süreli eğitimi haketmediğini iddia etmiyorum. Eğitim alma süresinin doğal bir süreçle zaten uzayacağını söylemeye çalışıyorum. Doğal süreç, yazımın başında bahsettiğim öğrencilerin küsmesi gibi problemlere neden olmayacaktır.
Eğer milli gelir artarsa, kalifiye eleman ihtiyacı artarsa, zaten insanlar çocuklarının daha iyi bir eğitim almasını isteyecektir. Avrupa ülkeleri bu eğitim seviyesini tepeden inme emirlerle mi sağladı araştırılmalıdır.
1800 lü yıllarda Avrupada çocuklar 6 yaşında fabrikalarda çalışmaya başlarlardı. Ekonomik değerleri vardı. Sanayi ve teknolojinin gelişmesiyle makinalar işleri yapmaya başladı. Makinaları çalıştırmak için daha uzman iş gücüne ihtiyaç vardı. Çocuklar fabrikalar için değersiz oldular. Teknoloji geliştikçe ihtiyaç duyulan eğitim seviyesi arttı. Anne babalar da çocuklarının iş bulabilmesi için onlara iyi eğitim vermeye çalıştılar. Bu eğitim yarışması günümüze kadar devam etti. Şimdi 22 yaşında üniversiteden mezun olan, hatta mba gibi programlarla 25-28 yaşına kadar eğitim almış insanlarla karşılaşıyoruz.
Eğitimciler olarak 12 yıllık zorunlu eğitim hakkında düşündüklerimizi, tecrübelerimizi yazalım. Bunu kayıt etmeye mecburuz. Sıkıntı varsa, bunu en iyi farkedecek kişiler bizleriz. Sistemin daha iyi işlemesi için paylaşıma ihtiyaç var.