gözlerinden sadece biri görünüyordu fotoğrafta. yüzünde hafif tebessüm, kucağında bebeği ve arabayı kullanan eşi. sürekli kadının ne hissetttiğini anlamaya çalışıyordu rosa. hüzün, korku belki de sevgi... hep böyle olmamış mıydı, kendini düşünmeye bırakıp başka kadınları anlamaya çalışmıyor muydu her defasında. şimdi ise durum farklıydı. başka bir kadının yerine kendine kızıyordu.
hayatın insanları anlamaktan ibaret olduğuna karar vermişti rosa. neler yaşıyorlardı, neler düşünüyorlardı bunları hissetmek, anlamak istiyordu her defasında. kendi de onun için incelenecek bir materyaldi. sıklıkla benliğini bedeninden sıyırıp, neyi neden hissediyor kurcalardı derinlerde. hep aynı sonuca ulaşırdı ancak tedavi edemezdi bir türlü kendini. neyi neden yaptığını bilmekle yetinirdi. ama bir türlü bunlara dur diyemezdi.
sevgi dolu bir çocukluğu olmuştu aslında tüm sorun burada başlıyordu. sevgiyle beslenen çocukluğu herkese aynı şefkatle davranmasını öğütlemişti o'na. arkadaşlarına, sevgiliye şefkat duymalıydı. bu yüzden hayatına giren herkesi çok sevdi. ilk başta arkadaşlarından öğrendi sevgininin daima sevgi getirmediğini. sonra da erkekler... onlar da bu şefkati zehirli bir oka tam da rosa'ya doğru çevirmişlerdi. yine de yılmadı çünkü sevgi güçlüydü... delik deşik olsa da sevmeye devam etti.
ilişkilerin bir savaş gibi stratejiler üzerine kurulduğunu bilmek çok canını sıkıyordu. asla bunu kabul etmedi, ne istediyse yaşadı kaybetmeye mahkum olduğunu bilerek. bunu saf aşkın anahtarı olarak düşünürdü. birgün bu saf aşka ulaşacaktı...
her yeni insanda umudu paramparça olsa da toparlanması uzun sürmüyordu. artık daha da kısalmıştı bu süre. aşkın zorlu bir yol olduğunu kabul etmişti. bu insanları da bu uğurda harcanan hisler olarak görmeye başladığı için toparlanması uzun sürmüyordu. nasıl ki kıyafet alırken para harcıyorsa aşk için de his harcamalıydı. bu yüzden geçmişe takılıp kalmamayı öğrenmişti.
gözlerinden sadece biri görünüyordu fotoğrafta. yüzünde hafif tebessüm, kucağında bebeği ve arabayı kullanan eşi. sürekli kadının ne hissetttiğini anlamaya çalışıyordu rosa. hüzün, korku belki de sevgi... hep böyle olmamış mıydı, kendini düşünmeye bırakıp başka kadınları anlamaya çalışmıyor muydu her defasında. şimdi ise durum farklıydı. başka bir kadının yerine kendine kızıyordu.
hayatın insanları anlamaktan ibaret olduğuna karar vermişti rosa. neler yaşıyorlardı, neler düşünüyorlardı bunları hissetmek, anlamak istiyordu her defasında. kendi de onun için incelenecek bir materyaldi. sıklıkla benliğini bedeninden sıyırıp, neyi neden hissediyor kurcalardı derinlerde. hep aynı sonuca ulaşırdı ancak tedavi edemezdi bir türlü kendini. neyi neden yaptığını bilmekle yetinirdi. ama bir türlü bunlara dur diyemezdi.
sevgi dolu bir çocukluğu olmuştu aslında tüm sorun burada başlıyordu. sevgiyle beslenen çocukluğu herkese aynı şefkatle davranmasını öğütlemişti o'na. arkadaşlarına, sevgiliye şefkat duymalıydı. bu yüzden hayatına giren herkesi çok sevdi. ilk başta arkadaşlarından öğrendi sevgininin daima sevgi getirmediğini. sonra da erkekler... onlar da bu şefkati zehirli bir oka tam da rosa'ya doğru çevirmişlerdi. yine de yılmadı çünkü sevgi güçlüydü... delik deşik olsa da sevmeye devam etti.
ilişkilerin bir savaş gibi stratejiler üzerine kurulduğunu bilmek çok canını sıkıyordu. asla bunu kabul etmedi, ne istediyse yaşadı kaybetmeye mahkum olduğunu bilerek. bunu saf aşkın anahtarı olarak düşünürdü. birgün bu saf aşka ulaşacaktı...
her yeni insanda umudu paramparça olsa da toparlanması uzun sürmüyordu. artık daha da kısalmıştı bu süre. aşkın zorlu bir yol olduğunu kabul etmişti. bu insanları da bu uğurda harcanan hisler olarak görmeye başladığı için toparlanması uzun sürmüyordu. nasıl ki kıyafet alırken para harcıyorsa aşk için de his harcamalıydı. bu yüzden geçmişe takılıp kalmamayı öğrenmişti.