Çaresizlik, gün gibi ortada duran gerçekliğini görmekten uzak tutar hepimizi. anlamaktan ötürü mutsuzluğumuzu arttıracak şeylere çocukça bir kayıtsızlık hali ne kadar gülünç dursa da üzerimizde, bundan vazgeçebilmek çok da kolay değil.
bazı şeylerin hep dünden daha farklı, daha anlaşılır, daha insani, daha masum, daha insaflı, daha kolay olabileceğine dair bitimsiz arzular taşıyoruz yüzümüzün bir yanında.
insan bakışlarını kaçırmaktan bu kadar yorulur mu dersin?
ben yoruluyorum. bir morgda üstüste atılmış siyah çocukların cesedini gördüğüm anda, oğulları ve kızları çalınmış kara kıtanın, bin yıldır birikmiş bütün acıları kollarımdan çekiştiriyor. koca bir kıtadan, kutsal isimlerle günahları gizlenmiş gemilerle kaçırılırken, sıtmadan, dayaktan, nefessizlikten ölen evlatırının tiz ve kopkoyu çığlıkları, göğüs kafesimi kıracak kadar sıkı sıkıya bedenime dolanıyor.
bu çocuklar uyuyor diyorum kendi kendime. ajanslara düşen fotoğraflardaki siyah derili çocuklar. hani şu üstüste bir morgda yığılmış afrikalı çocuklar. birazdan kalkacaklar. birazdan anneleri gelecek ve sütü tükenmiş sarkık memelerini, yalancı emzik niyetine kalın dudaklarına tutturacaklar.
ayağı aşağıya sarkmış çocuğun kırmızı ayakkabısını usulca çıkartacak babası. kırmızı ayakkabısını gece eve geç dönen mahcup babaların şefkatiyle çocuğun ayaklarından çıkaracak ve uyandığında tekrar giyip, dışarıya fırlasın diye bir kenara koyacak.
benimle gel bu çocukların yanaklarını okşayalım tek tek. başlarında bekleyelim. sabırla bekleyelim ve gerekirse yüzlerce yıl hiç yerimizden kalkmayalım. sanayi devriminin etkileri bitsin, birkaç dünya savaşı daha yumruklasın işlemeli ahşap kapımızı, biz yine bekleyelim. bu çocuklar nasılsa uyanırlar. bu çocuklar uyanıp gazetelerin soğuk sayfalarından fırlayıp kendi evlerine dönerler.
ben etrafa bakmaktan değil, bakışlarımı kaçırmaktan yoruluyorum en çok.
yeni bir yılın gelmesiyle, hastalıklı cümleler biriktiriyor histeri toplumları.
oysa hiçbir şey değişmeyecek baylar! hiçbir şey değişmeyecek diyorum işte?
bu perdeyi kapatsak diyorum fazla vakit kaybetmeden.
bu perdeyi gelip yakup kapatsın hatta. edip bey tutsun kolundan yakup'un, atlayıp gelsinler bizim şehrin kaba saba kalabalığına.
bütün lambaları yaksınlar ve görelim, göreceğimiz ne varsa. öyle bir kenarda durmayın, bütün iyi niyetimizle, bütün inanmışlığımızla, bütün yoksunluğumuzla sizi çağırıyoruz işte yakup bey.
tanrının ayak izleri!
tanrının ayak izleri diye kendimi paralayıp duruyorum kendimi cihangir?den aşağıya doğru salınırken.
yeni yıl dediğiniz, uzun ve ipince bir topukla yürüme çabasından başka bir şey değil diyorum.
filistinli hacılar evlerine mi döndüler, bu mutluluk gösterileri neden? gazete sayfasında uyuyakalan siyah çocuklardan biri mi uyandı yoksa?
değilse, tüm bunlar, havai fişekler, süslü kıyafetler, bunca renkli, albenili kutlamalar neden?
sanayi devrimi bitmediyse, kara kıtanın çocukları evlerine dönmediyse, gazze'de sürtüp duran serseri duvar, defolup kendi cehennemine dönmediyse, bu yılın yeni olduğu yaygarasını koparan kim?
Tarık Tufan (Bir Adam Girdi Şehre Koşarak kitabından)
Çaresizlik, gün gibi ortada duran gerçekliğini görmekten uzak tutar hepimizi. anlamaktan ötürü mutsuzluğumuzu arttıracak şeylere çocukça bir kayıtsızlık hali ne kadar gülünç dursa da üzerimizde, bundan vazgeçebilmek çok da kolay değil.
bazı şeylerin hep dünden daha farklı, daha anlaşılır, daha insani, daha masum, daha insaflı, daha kolay olabileceğine dair bitimsiz arzular taşıyoruz yüzümüzün bir yanında.
insan bakışlarını kaçırmaktan bu kadar yorulur mu dersin?
ben yoruluyorum. bir morgda üstüste atılmış siyah çocukların cesedini gördüğüm anda, oğulları ve kızları çalınmış kara kıtanın, bin yıldır birikmiş bütün acıları kollarımdan çekiştiriyor. koca bir kıtadan, kutsal isimlerle günahları gizlenmiş gemilerle kaçırılırken, sıtmadan, dayaktan, nefessizlikten ölen evlatırının tiz ve kopkoyu çığlıkları, göğüs kafesimi kıracak kadar sıkı sıkıya bedenime dolanıyor.
bu çocuklar uyuyor diyorum kendi kendime. ajanslara düşen fotoğraflardaki siyah derili çocuklar. hani şu üstüste bir morgda yığılmış afrikalı çocuklar. birazdan kalkacaklar. birazdan anneleri gelecek ve sütü tükenmiş sarkık memelerini, yalancı emzik niyetine kalın dudaklarına tutturacaklar.
ayağı aşağıya sarkmış çocuğun kırmızı ayakkabısını usulca çıkartacak babası. kırmızı ayakkabısını gece eve geç dönen mahcup babaların şefkatiyle çocuğun ayaklarından çıkaracak ve uyandığında tekrar giyip, dışarıya fırlasın diye bir kenara koyacak.
benimle gel bu çocukların yanaklarını okşayalım tek tek. başlarında bekleyelim. sabırla bekleyelim ve gerekirse yüzlerce yıl hiç yerimizden kalkmayalım. sanayi devriminin etkileri bitsin, birkaç dünya savaşı daha yumruklasın işlemeli ahşap kapımızı, biz yine bekleyelim. bu çocuklar nasılsa uyanırlar. bu çocuklar uyanıp gazetelerin soğuk sayfalarından fırlayıp kendi evlerine dönerler.
ben etrafa bakmaktan değil, bakışlarımı kaçırmaktan yoruluyorum en çok.
yeni bir yılın gelmesiyle, hastalıklı cümleler biriktiriyor histeri toplumları.
oysa hiçbir şey değişmeyecek baylar! hiçbir şey değişmeyecek diyorum işte?
bu perdeyi kapatsak diyorum fazla vakit kaybetmeden.
bu perdeyi gelip yakup kapatsın hatta. edip bey tutsun kolundan yakup'un, atlayıp gelsinler bizim şehrin kaba saba kalabalığına.
bütün lambaları yaksınlar ve görelim, göreceğimiz ne varsa. öyle bir kenarda durmayın, bütün iyi niyetimizle, bütün inanmışlığımızla, bütün yoksunluğumuzla sizi çağırıyoruz işte yakup bey.
tanrının ayak izleri!
tanrının ayak izleri diye kendimi paralayıp duruyorum kendimi cihangir?den aşağıya doğru salınırken.
yeni yıl dediğiniz, uzun ve ipince bir topukla yürüme çabasından başka bir şey değil diyorum.
filistinli hacılar evlerine mi döndüler, bu mutluluk gösterileri neden? gazete sayfasında uyuyakalan siyah çocuklardan biri mi uyandı yoksa?
değilse, tüm bunlar, havai fişekler, süslü kıyafetler, bunca renkli, albenili kutlamalar neden?
sanayi devrimi bitmediyse, kara kıtanın çocukları evlerine dönmediyse, gazze'de sürtüp duran serseri duvar, defolup kendi cehennemine dönmediyse, bu yılın yeni olduğu yaygarasını koparan kim?
Tarık Tufan (Bir Adam Girdi Şehre Koşarak kitabından)