1.3.2020
Bu Şiiri Sana Yazdım.(Ali Lidar)
Bir mide dolusu yalnızlık ve buz gibi bir sessizlik
Ben bu şiiri kusarak yazdım kimseler temizleyemez
Sabaha karşı ağladım ama hiç sesim çıkmadı
Ben bu şiiri susarak yazdım dudaklarım kupkuru
Ağır aksak bir ağrı bir gelip bir giderken
Sen öylece oradayken ve ben yanına gelemezken
Hırsımdan deli gibi olmayışına sarılıp
Gıyabında öperek tüm jest ve mimiklerini
Ben bu şiiri uçarak yazdım tüm yüklerimden kurtulup
Uyudum sonra uyandım gelmedi bir daha uyku
Müezzini duydum sonra Allah'la karıştı adın
Meleksin ya o yüzden gözüm hep yukarlarda
Tavanda ve bulutlarda ve arş-ı ala'nın dışında
Başımın üstünde her yerde gözlerini aradım..
Ben bu şiiri sana yazdım sızayım diye rüyalarına
Yağmur (Ali Lidar)
Belki yağmur yağar bugün, çıkıp dışarı dolaşalım
sen bir ucundan başla şehrin ben diğer ucundan
ortada buluşalım
Şemsiye alma yanına bütün tüylerin ıslansın
Saçaklardan da uzak dur onlar seni koruyamaz
buluşalım ortada ben seni kurutayım..
Bak başladı bile yağmur sen hala evde misin?
Farkında değil misin bütün insanlar delirmiş
Akıllarını kaybetmişler yağmurdan kaçıyorlar.
Eğer hemen çıkmazsan birbirimizi ıskalarız
Sonra ben kaybolurum anneme nasıl açıklarsın?
Hadi artık oyalanma çabuk tut şu elini
Ben hep beklerim bilirsin ama yağmur beklemez.
Sonra iklim değişir belki bir daha yağmaz
Belki sonra ben çıkmam, belki çıkacak ben kalmaz
İşte yağmur işte fırsat hadi ortada buluşalım
Sen de mi manyaklaştın yağmurdan mı kaçacaksın
Alengirsiz Aşk Şiiri (Ali Lidar)
Ben seni seviyorum ve sanırım toplum buna hazır
Umurumda bile olmaz nükleer denemeler
Bıraktım Nietzsche'yi Kant'ı kafam hiç karışık değil
Ruhum en güzel yaşında ve sen yeterince büyüksün
Kitaplarda tanıdığım tüm kadınlardan güzelsin..
Ben seni severim ve ikimiz de bundan yararlanırız
Şiirler demlerim sana otlar yetiştiririm
Beşiktaş'ın maçı olur mesela
Diğer kanalda da senin sevdiğin dizi
Maç için öbür odaya geçmem
Seninle dizi izlerim..
Ben seni severim ve rabbim buna razı olur
Diyalektik dediğin zaten kanıtlanmamış bir varsayım
Kanıtlansa da fark etmez şu dakikadan sonra
Olsa olsa aşkımıza teorik gerekçe olur
Ben seni severim gülüm hadi bana iş çıkar
İşim gücüm sen ol benim ben seninle çok güzelim
YOL
Buhar oldu şüphe kuluçkaları
Kanım ki sürekli deli çağında
Bütün akımların ovası kalbim
Yerle gök arası gelgitler bende
Ben de bu denize girdim gireli
Her mahlûkun sesi arkadaşımdır
Güneştir gölgemin kefili artık
Yelkenim mehtabın dizginindedir
Başı sensin sonu sen yollarımın
Ruhumun adresi kalbinde saklı
Beni ele veren hicabımdır hep
Seni dillendiren güzelliğindir
Sahip olmadığın neyim kalmıştır
O inceliğin işgâlindeyim
Ardından bu yolun can görünür
Sevdan kan gibidir damarımızda
Mehmet Akif İnan
Alışılmış Bir Vakit Tanımlaması (Edip Cansever)
Bir alışılmış vakit - her gün geliyor-
Sabahla öğle arası
Yaslanmışım koltuğuma, ağzımda sigaram
Okuyup bitirmişim çoktan gazetemi
Yağmur yağacak, peki, yağsın ve bitsin
Bir uzaklığı teraziyle ölçer gibi
Göğsümde yoğunlaşan sıkıntı
Ve
Masamın üstü karmakarışık
Şiirlerin de eski tadı kalmadı.
***
Sahi ne demek
Nasıl oluyor
Sardunyası çapraz bir gün ışığı
Tekel birasının tadı
Çıkmalı, birine filan mı uğramalı.
Radyoyu açıyorum, açar açmaz kapatıyorum
Çeviriyorum pikabı
Bugünlerde Mozart'ı seviyorum en çok
Kim ne derse desin Mozart'ı
Ve yağmur başlamadı.
Bir sigara daha
Neden kimse bugüne kadar
Kendini açıklamadı
Gizli bir hüzün dolanıyor gövdemi - neden -
Türü kalmamış çiçeklerden bir uzantı
Kabına bakıyorum plağın
İnsanlar, insanlar, hepsi birden bir gökkuşağı
Yağmura taktı aklımı, hayır başlamadı.
Yağarsa
Belki bir görümlük yaşamın tadı
Vurup pencereme gidecek
Belki tat bile değil, sanrı
Bu alışılmış vakit böyle her gün geliyor
Sabahla öğle arası.
Ben Etiler'de oturuyorum - herkesin bir adresi olmalı-
İniyorum yokuş aşağı her gün
Denize uğramadan yapamıyorum
Öğleyle akşam arası, akşamla öğle arası
Alışılmış vakit uzun uzun bitiyor
Açıyorum hafifçe kapalı dudaklarımı
Nereye
Turgut'a sormalı, iyi bilir O
Elinde limonlu votkası.
Ey masalar, ey iskemleler
Edip?in yeri boş mu, köşede masanın yanı
Değilim ben böyle mahzun
Öyleyse pulsuz bir dilekçe nasıl olmalı
Unutup baharı bile nasıl olmalı.
İşte
Turgut'a gidiyorum, yağmur nasılsa yağmadı.
Öncesi Mi? (Ahmet Telli)
Düşüşüp durmaktasın zihnin tökezliyor
Yırtık zamanın en ucundasın, uçurum
mu diyorlardı ne; işte orayı seçmişsin
Hırpalandıkça solan kelimeye ne denir
Uzak çok uzak kalbinle kurduğun söz
Yolcu unutmuş menzili ufuk bungundur
Çürüyen otlar çılgına çevirir börtüböceği
Başın dönüyor eprimiş hâtıralar ortasında
Söyleseler inanmazdın mekânsızdır aşk
Okunaksız bir elyazısı diyorsun hayata
Hayat bir kez doğrulasaydı seni
Kalbim mi diyorsun daha sormamışken
Hiç gitmemişken kaybettiğin kendine
Kendini gölge sanıyor her hatırlayış
Unut gitsin mi, unut gitsin öyleyse
Yol yakınken dönen hikayeler biriksin
Biriksin unufak ettiğin dar zamanlar
Haritanın denizde ıslanmış parçası
Bir şiire siktir çekip firar eden mısra
Keder yahut şehirden kovulma duygusu
Biriksin uçurumda ürperen her söz
Söz muammadır dilinde senin
Bir de ne yazıyor allahaşkına
Kâtipler, romancılar ve tanrı
Okumadığın, inanmadığın ne varsa
Biriktir ki tökezletsin seni
Seni bir kalbin dehlizinde unutsun
Yine de son günler vuruyor kapını
Israrla, inatla, kanırtarak bir şeyleri
Haysiyeti yağmur olan bir dağ düşün
Ufalanan zaman mıdır hâtıralar mı
Hadi yüzleş hiç beklemediğin yüzlerle
Omzuna yaslan ki bir karanlığın
Adına yakışan bir geçmiş bağışlansın
06.03.2020
Başka Birisi Nasıl Sevilir Bilmiyorum (İlhan Berk)
Hangi şehre gidilir yalnız başına,
Hangi şarkı dinlenir senle olmayınca.
Kimle çay içilir?
En güzel sözlerin altı kim için çizilir
Kimin kokusu saklanır...
Hangi hayal hediye edilir,
Hangi gözle bakılır o çiçek yaprağı kirpiklerine
Nasıl anlatılır gülüşünün sesi
Adının güzelliğine hangi alfabe de rastlanır
Senin bakışın hangi şiire benzer
Kime dokunur, sarılır, uyur bu kalp
Hangi insanda rastlanır sana...
Gel de anlat...
Senden başkası nasıl sevilir?
Bilmiyorum ben...
Sıfır (Şükrü Erbaş)
"O kadar çok şey geçti ki gözlerimizin önünden
Sonunda hiçbir şey göremez olduk."
Biz de sevgili Seferis, biz de
Güdük yaşamı benimsedik sonunda
Güdük ve tekdüze
Güne yeniliksiz başlıyoruz her sabah,
Aynı kör aynasında küflü alışkanlıkların,
Süsleyip saklayarak sıkıntılarımızı
-Kendimizden bile-
Düşüyoruz ömrümüzün o ölü çizgisine
Duyarsız, devinimsiz, umutsuz
Güne heyecansız başlıyoruz.
Duymadan dinleyip anlamadan konuşuyoruz.
Hepimiz ayrı ayrı kendi kıyılarında
Öyle kolay anlaşıyoruz ki...
Bir ayrılığı kalmadı düşüncelerimizin,
İncelik adına kimi, çoğu korkudan
Ustaca düzenledik duygularımızı;
Anılar acı vermiyor artık, bizi biz eden
Değerler yıkıntısında, onursuz oturuyoruz.
Eskimiş eşyalarız yeri hiç değişmeyen
Yalnızlığı çağrıştırıp yılgınlığı biçimleyen
07.03.2020
Gecikme (Şükrü Erbaş)
Uyuyan şu insanların rüyaları adına
Geceyi hırka gibi giyinmiş uykusuzluğun acısı adına
Ağaçların yaprak yaprak gökyüzüne uzanmış arzusu adına
Sokak köpeklerinin ezanla başlayan ulumaları adına
Denizin büyük mavi karanlığı adına
İncinmiş gururun gözyaşı adına
Dağ başlarının mağrur ıssızlığı adına
Nar ağaçlarının kırmızı bereket çanı adına
Umudun umutsuzluktan ağır yükü adına
Kalbine inanmış bütün sevenlerin muradı adına
Yolların cezaya döndüğü uzaklıklar adına
Yolların bağışa döndüğü yakınlıklar adına
Saka kuşunun çembercik kuşuna söylediği şarkılar adına
Şarabın mumla seviştiği geceler adına
Arzusu gövdesinde kalmış ölüler adına
Yoksulluğun uzak derin gözleri adına
Yüzü yere düşen çaresizlik adına
Kavuşmanın kekeme sevinci adına
Herkesten yapılmış duvarlar adına
Kendinden başka doğrusu olmayan büyük aşklar adına
O ışık goncasının arzusu ve korkusu adına
Benim kırk yıl gecikmiş avunmaz zamanım adına...
Aşkı bir gövdeden doğuran dünya
Sen koydun bu kalbi bu güzelliğinin önüne
Ayrılığa bırakma beni
Ölüm bir gün nasılsa sürecek hükmünü
Olsan Da Bir Olmasan Da (Nurullah Genç)
artık görünmüyor mevsimde hüzün
bulutlar bir garip rüyaya dalmış
ufukta güneşi ağlatan yüzün
bir mülteci gibi tenhada kalmış
toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir
şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir
kaç kere çağırdım seni öteden
turnalar uçurdum gittiğin yere
bin parça eyledin kalbimi neden
ruhum bir başına düştü göklere
bana tebessümle bakıyor kabir
şimdi gülsen de bir, gülmesen de bir
derdimin yangını sardı gölgeni
bir mahkûm kanıyla aktı izlerin
deniz ölesiye severken seni
neden gemileri yaktı gözlerin
yıkıldı yolunu bekleyen şehir
şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir
yağmurun inceden yağdığı yerde
açan gül acıyı damıtır solar
ağustos böceği düşünce derde
içine kuşların sevdası dolar
ölü bir mahzene gömüldü kibir
artık sevsen de bir, sevmesen de bir
çatladı en kavi yerinden tohum
kıvılcım düşürdü sulara gonca
her akşam ölümü koklayan ruhum
seni de kuşanır hakan olunca
bu yerde bilinir destan-ı kebir
şimdi kalsan da bir, kalmasan da bir
zaman ki, ardımda pervane şimdi
mekân defineler döktü yoluma
fırtınadan umut bekleyen kimdi
söyle, deniz neden gömüldü kuma
zindan çöktü gülüm; kırıldı zincir
benim olsan da bir, olmasan da bir
Sonuç (Şükrü Erbaş)
Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da ayrılıklar mı bitti.
Kim eşiğinden çıktı da dışarı
Ben yalnızım, bunaldım
Ne olur bir ses
Diye birini ünledi.
Herkes kendi yüzünün hapsinde
Gülüyor başkasının kusuruna
Lunapark aynalarında
Tükeniş kılıktan kılığa giriyor.
Yazdım da ülke mi düzeldi.
Artık evlerde vuruyorlar çocukları
Babaların alkışları arasında.
Özgür dilediğini düşünmekte herkes
Ancak ışık vermeden
Yakacaksın mumunu!
Devletin bekası için
Karakollar değilse de
Dayaklar şeffaf oldu.
Yazdım da yoksulluk mu bitti.
Bir kıyısız zenginliğin büyüsünde
Koca bir halk küçüldükçe küçüldü.
Bilet bacak fal
İki reklam arasında bolca hayal...
Kurtardı gemisini bu siste birileri
Varılan kıyılarda eyvah
Eyvah ki deniz bitti...
Durup Dururken (Nazım Hikmet)
Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı,
Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,
Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta,
Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,
Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç,
Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta,
Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,
Durup dururken kafamda bir güneşli duman,
Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,
Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne
Tahrik (İsmet Özel)
Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde
paralar yaşlı kızların koynunda yatarken
bırakın köprülerin üstüne yağmur
ve basma perdelerden lânet bize.
Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu
Sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza
peşimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu
yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden artık akması beklenilen kan da aktı
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.
Efsanelerden kovulduk
kan ve demir kelimeleri söyleyince
elbiseler içindeyiz, şehrin içinde
önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı
kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok
altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz
bunun bir delilik olduğunu bile bile
en ıssız duyguların ucunda karakollar
asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde
külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu
gözler kısılıp bakılıyor bize.
Biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların sırası bizde
hayat bizden razıdır
otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun değdiği tende heves kalmıştır
Karanlık Duvarlar (Adil Erdem Bayazıt)
I
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse
elini uzatmıyor
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan
bir deniz gibi
Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.
Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme
Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar
Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda
İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda
Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar
Biz bunun için mi geldik.
II.
Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu
Her şey bir makine düzenine gidiyor
- düzen diyorlar beni çağırıyorlar-
Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu
Baktığımız her şeyde bir yalan kabuğu
Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz.
III.
Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa
bağlıyorsunuz
Doğmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var
Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var
Sizin güveniniz bir güneş düzeninde
Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum
Bir ağacı büyütüyorum her yerimle
Bir ağacı uyguluyorum - her şey bir ağaç düzeninde -
Yerde gökte ve her her yerde
Dallarında ben ağacın incecik köklerinde
Boğuluyorum - bağlanıyorum -
Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum.
IV.
Şu dar odanın katı yalnızlığında
Ve her şeyin çıplaklığında
Durup bir pencereyi deniyorum
Gizliliğin dışına çıkıyorum
Araçların
İnsanların
Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin
İçimde yalnız ve yapraksız
Bir kavak ağacı büyüyor - Çıplak ve göğe doğru -
Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun
Bir ağlama duvarı bu.
Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında
Ve aklın dar yalnızlığında
Şehrin ve herşeyin
Ve kalabalığın yorgunluğunda
Saçların ve parmakların
Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında
Ve aynaların sığ görünümünde
Bunalıyorum.
V.
Susmanın kalesine sığınıyorum
Önümde karanlıktan duvarlar
Sırtımda insan yüklü bir gök var.
Benim (Yavuz Bülent Bakiler)
Ve büyür gözlerimde güvercin güzelliğin
Sonra bıkıp usanmadan sabahlara dek
Biri durur kapında korkulu ürkek...
O duran benim.
Bir gölge gibi düştüm ardına yıllardan beri
Sordum seni şehir şehir
Şimdi her gece yarısı rüzgâr değildir
Pencerene vuran benim.
Bir gün bölerse uykunu bir saat çıngırağı
Birdenbire yatağından kalkıp oturma
Öyle korkulu gözlerle etrafına bakınma
Saatleri kuran benim.
Senin bir suçun yok kabahat bende
Bitsin bu kıskançlık gayrı diyerek,
Boy verdiğin aynaları istemeyerek
Tekrar tekrar kıran benim.
Bir ceylan gibi durma artık gecenin ortasında
Ceylan gibi bakma oraya
Seni bir beyaz duvağa, altın halkaya...
Duyuran benim.
Kolay kolay unutulmaz adına yaktığım türküler
Kapanmaz yüreğime açtığın yara.
Her akşam saçlarını karanlıklara...
Savuran benim.
Bir Fotoğrafa (Nazım Hikmet)
Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.
Demiştim sana hatırlarsan:
"Önemli olan 'zamana bırakmak' değil,
'zamanla bırakmamak'tir.."
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır
Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim..
Çok Sevmek (Ümit Yaşar Oğuzcan)
Bizi kandıran o şarkılar, o mavi gece
O sıcaklığı beyaz ellerin, o ilk bakış
Sebepsizliğin sebep olduğu şafak vakti
O çok sevmek gecelerde o çaresiz aldanış.
Uzayan saçlar, alnında avuçlarımızın
İşte o, insanın bir yerde, aşka boyun eğmesi
Kırılmak, bölünmek, o hep bütünlenmek
O çok sevmek, tenin bir başka tene değmesi.
Yanmak mı o eski çağlarda yanmak
Kül olup savrulmak rüzgara karşı
İlk kesilmişliği mağrur ellerimizin
O çok sevmek, kanımızın o ilk akışı.
İşte pınarlar, testiler, ırmaklar, çeşmeler
Kanlı avuçlarla içmek aşkı kanmadan
O kıyılarımızdaki denizin ilk coşkunluğu
O çok sevmek büyütmek onu hep, orada o zaman
Kazımak ulu ağaç gövdelerine adımızı
Yazmak her şeyi bir bir kumların üstüne
O her işkenceye mahkum olmuşluğumuz
O çok sevmek, daha çok sevmek günden güne.
Öyle delicesine, öyle korkunç, öyle çılgın
O çok sevmek o yanardağ, o ateş, o yangın
Kayıp Adresteki-1 (Ahmet Telli)
Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açardı
Su gibi azizdin, yurdumdun, alnında ateşler yanan
Işıklı bir ırmak gibi aktığımız o uzun yürüyüş
Daha dündü sanki, her patlayan sağanak bunu anlatır
Fabrika düdükleri bunu anlatır bana her vardiyada
Hazırladığımız ilk taş baskısı afişi anımsar mısın
Bükülüp giden kent sokaklarını, fabrika önlerini
Sonra kitapları (kokuları hala burnumda onların)
Hangi mayısta taşıdık kentlere küllerin rengini
Gerçi gülistan olmadı ömrümüz, gam değil
Belki tanırdın ilk vurulanı, o gün hiç ağlamadık
Hayır ağlamadık, çıldırdık o gün çıldırasıya
Adını çocuklarımıza verdik onun, çoğaldı
Mezarlar çoğaldı o günden sonra, yetişmedi bize
Öldürülecek kadar büyümüştük, öyle demişlerdi
****
Ve hayat öylece akıp durdu işte, akıp duruyor
Kimilerinin bakışlarına yine karlar yağmış
Saçları dumanlı bir geçit sanki, dudakları lâl
Kitap yakanlar eksilmiyor, şu uçuşup duran
Kırlangıç ölülerini görüyor musun kentin üstünde
Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açan
Bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim.
Kayıp Adresteki 2 (Ahmet Telli)
Kasabalı bir hüzün çökerdi söylediğin türkülere
Meşeler göğerir kalbin rehin kalırdı o huysuzda
Ve akşam soframıza ağarken bir yayla bulutu
Kuşları ürkütülmüş bir dal gibiydin, öylesine mahzun
Efkâr da yakışırdı sana, ilk kadeh kekik kokardı
Kısa pantalonlu resimlerimiz sararmadı daha
İlk sigarasını bölüşen iki okul kaçağı, iki haylaz
Hiç kimseler anlamıyor muydu o günlerde
İlk sevgilileriyle denizaşırı yolculuk düşleri kuran bizi
Ve ne çok yalnızdık sinemalar olmasa
Unutalım mı şimdi kente indiğimiz o ilk günü
Sabahlara kadar okuduğumuz o kitapları
Kar aydınlığında yürüdüğümüz yolları unutalım mı
Artık çok geç, işçiler seni soruyor ve ötekileri
Her karşılaşmamızda sizi konuşuyoruz uzun uzun
Anımsar mısın odamızın talan edilişini
Her katta yaralı bir kardeşin çığlığını sonra
Kantinde kitaplar yırtılıyordu, delik deşikti duvarlar
Mosmor bir çığlıktı gözleri malatyalı kızın
Sana hep o huysuzu anımsatırdı, bilirdim
Kimilerine göre ancak ölümü güzelleştirirdik biz
Birer çılgın mıydık gerçekten, serseri bir rüzgâr mıydık
Göğermiş meşeler kadar yakın mıydık bulutlara
Ve tarih upuzun bir hikâye miydi -öyle diyorlardı-
Bir işçi kıza söyledim bunları, yalandır, dedi
Anlamını yitiren birşeyler mi var şimdilerde
Yazdığım şiirlere yabancıyım, sokaklara yabancıyım
Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız bir
Su oluyorum ipince, kendime sızıyorum
Dünya yetmiyor bazen, bırakıp gidebilir miyim
Ve hayat böylece akıp durdu işte, akıp duruyor
Kentler karıncalanmış birer namlu gibi
Upuzun yatıyorlar dizlerimde ama sımsıcak
Meşeler göğermiş diyorsun varsın göğersin
Her yaprak bir öpücüktür sana o huysuzdan
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam
Unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri
Hatırlama (Ümit Yaşar Oğuzcan)
Ne zaman elime bir kalem alsam
Sana seslenmek geliyor içimden
Güzelliğini hatırlıyorum bir yaz günü
Yine gemiler geçiyor uzaklardan
Biz yosun kokulu rıhtımlarda el ele
Şehirlerden İstanbul, aylardan temmuz
Geçmişi seninle yeniden yaşıyoruz
Ne zaman elime bir kitap alsam
Hep seni okuyorum inanır mısın
İstiyorum seni anlatmalı bütün romanlar
Sevilen kadın hep sen olmalısın.
Ne zaman elime bir kibrit alsam
Yine İstanbul'u yakmak geçiyor aklımdan
Bu sensiz sokakları, bu evleri
Bu plajlari bu denizleri
Sensiz kaldığım bu şehri tüm yakasım geliyo
Yine alev alev bir İstanbul düşünüyorum
Ve çaresiz yaktığım bütün sigaraların
Dumanlarında seni görüyorum.
Ne zaman elime bir fırça alsam
Yüzünü çiziyorum kapılara, duvarlara
Bir bir hatırlıyorum bütün hatlarını
Gözlerini dudaklarını saçlarını
Baktığım her yere gölgen düşüyor
Dokunduğum herşeyde senin sıcaklığın
Sonra dağlar, denizler giriyor aramıza
Gitgide büyüyor uzaklığın
Ne zaman elime bir kadeh alsam
Delicesine sarhoş olmak istiyorum
İçkiler seni hatırlatıyor yine
Kırıyorum birbiri ardınca kadehleri
Artık hiç birşey kar etmez biliyorum
Ne dost, ne içki, ne aşk, ne kadın
Gözlerimde yıllardır eşsiz olan
Değişmeyen bir sen varsın
Ne zaman elime bir ayna alsam
Gözlerimden korkuyorum, bakışlarımdan
Bu seni unutamayan benden korkuyorum
Uçurum çizgiler, kara gölgeler
Bir sonun belirtileri yüzümde yer yer
Karşımdaki yüz sefil bir akşam
Hep sana sesleniyorum duyuyor musun
Ne zaman elime bir kağıt alsam.