23.07.2020
Bir Mayıs Günü ( Kemal Özer)
İçimizdeki bu utanç,
avuçlarımızdan birinde tuttuğumuz para,
kulaklarımıza çarpan sözcükler,
bu kaygan dünya, her şeyin eridiği bu Mayıs günü,
öfkeyle umutsuzluk, acıyla ölüm
kuşkuyla döneklik yan yana,
satıyorlar günün bütün seslerini,
sermişler kaldırımlara.
İçimizdeki bu uğultu
bakarken çocuklarımızn yüzüne,
titreyişi, uzatırken, ellerimizin,
bu kimseyi bağışlamayan duygu;
ardımızdan geliyor nereye yönelsek,
giriyor otobüslerden içeri,
yapıların tırmanıyor üst katlarına,
bu vakitsiz şafak, gece yarısı,
yürekleri dağlayan bu aydınlık.
Dolarken damarlarınıza bir anda
birlikte yürümenin coşkusu,
yaşamı bilinçle kavramanın
parlaklığı vururken alnınıza,
ne kadar biçerlerse biçsinler
umut daha gür sürecektir.
Hiçbir şeye yenilmediğini inancın
kim daha güzel anlatabilir
onurla söylenen bir türküden?
24.07.2020
Yirmi Aşk Şiiri (Pablo Neruda)
-17-
Düşünüp gölgeler avlarken derin yalnızlıkta ağlarla.
Uzaksın sen de, ah öyle herkesten uzak daha.
Düşünüp, kuşlar salıp, imgeler dağıtıp
lambalar gömerken.
Uzaksın öyle, sis çanı, orada, öyle yukarda!
İniltileri boğan, karanlık umutlar öğüten gece,
o sessiz değirmenci
yüzükoyun geliyor sana kentin
uzaklarından.
Varlığın bir başka, yabancı şey bana.
Düşünür, dolanırım uzun uzun, senin önünde
yaşamım.
Kimsenin önünde değil yaşamım, buruk yaşamım.
Denize karşı çığlık o, taşlar arasında,
buğusunda denizin çılgın ve başıboş koşarken.
Çığlık, o kara coşkunluk, ıssızlığı denizin.
Göğe doğru çekilirken coşkun ve yaman.
Sen, kadın, neydin orada, hangi dalı, hangi dilimi
bu sonsuz yelpazenin? Uzaktın şimdiki gibi.
Ormanda yangın! Mavi haçlarla yanıyor.
Yanıyor, yalazlanıp yanıyor, parıldıyor ışık ağaçları
halinde.
Devrilip göçüyor çatırtılarla. Yangın. Yangın.
Ve ateş yongalarından yaralı ruhum hora tepiyor.
Seslenen kim? Yankılarla doluşmuş bu sessizlik ne?
Özlem saati, sevinç saati, kimsesizlik saati,
hepsinin içinde benim saatim!
Bir boru ki içinden rüzgâr şarkılarla geçmede.
Vücuduma düğümlü bir ağıtlar tutkusu.
Sarsılışı bütün köklerin,
baskını bütün dalgaların!
Yuvarlanıyordu sevinçli, üzgün, sonu gelmezcesine
ruhum .
Düşünüp lambalar gömerken o derin yalnızlıkta.
Kimsin sen, kimsin?
25.07.2020
İyimser Bir Aşk Türküsü ( Ahmet Ada)
Bağlardan inen patikalardayım
Cebimde mis gibi şiirler, kuş cıvıltıları
Sokağınızdan geçiyorum öğle üstü
Sokağınızda sararan yaprakların kokusu
Şuramda ince bir sızı, serseri bir acı
Senden öncesi olmayan bir acı
Yalnız senin mecnunun olan bir acı
Her pazar geçtiğin yollarında bir yaprak
Yeşeriyor kuşanmış bütün cesaretini
Göğsünün içinde yaşatmak için aşkı
Bir yaprak da senin konuşkan elinde
Sevecen becerikli çalışkan elinde
Her zaman biraz olsun gecikirsin
Aşka yalnızlığa sevdaya
Yine de özlenirsin güzelim sevgilim
Bir çiçek de böyle özlenir
Su dolu bir testinin yanındaki bir çiçek
Desem öyle alaycı gülümser yürürsün
Sessizce yağan yağmur altında
Aşkı kendine anlata anlata
Yine akşam oldu sevgilim sensiz
Bırakıp gidiyorum içim aşkla dolduğu zaman
Durakları buğulu otobüs camlarını
Yağmur çiseleyen kirli sokakları
Gide gide hüzünlü bir türkü gibi dokunan
Yağmurun sesini ne çok seviyorum
Seni ne kadar çok seviyorum
İpek bir mendil diye
Ayrılığı katlayıp koyuyorum çiçekle masama
Bir de senin için yazdığım sevda şiirlerini
Kendi anlamlarını aşıp giden
Tozlu yollar sıra dağlar patikalar boyunca
Ey sevgili senin sımsıcak bakışlarını
Katlayıp koyuyorum çiçekli masama
Bir türkü solgunluğunu silip götürdüğü zaman
26.07.2020
Ne Sen Kalırsın Ne hüzün (Sohrab Sepehri )
ne sen kalırsın ne hüzün
ne de bu yörenin halkı kalır
bir ırmak kıyısındaki kaygılı baloncuğa
ve geçip giden o şen anlara yemin olsun ki
hüzün de gidecek
öyle ki sadece bir anı kalacak...
anlar çıplaktır
kendi anlarının sen tenine
hüzün elbisesi giydirme sakın
sen değil aynaya, ayna sana dalmıştır
sen gülersen şayet o da gülecek
hıçkırırsan şayet
ah ki dünya aynası neler eyleyecek!
dünün dolabı doldu taştı hasretle, hüzünle... yazık!
yarının yükleri hep keşke, keşke
bu anın kabı boştur ama
göğsün alanı kimi ağırlayacak
gam varınca yoldan, bu göğsün kapısını açma ona
Tanrıya sadece boyun damarı kadar bir yol var
Tanrı varken hüzne bu evin vaadini verme asla
Söz ve Aldanış (Ahmet Telli)
Gidelim istersen suyun
Söğüt dallarını serinlettiği
Irmağın sesine aldanarak
Bir aldanma değil midir
Öncesi unutulan şeyler gibi
Aşklar ve yolculuklar da
Belki anlatır anlatacağı
Bir şey varsa bekleyen
Eprimiş olsa da sözler
Sözler hangi birimizin
Yalnızlığına kaçak yolcu
Olmamıştır ki kimi zaman
Çığlığa dönen bekleyişler
Sözün yırtılan yeri midir
Gecenin kezzap koynunda
İnandığımız ne kaldıysa
Bilemediğimizdendir ve tanrı
da bunaktır bu çağ kadar
Bu çağ unutmuştur artık
Çağlamayı ve serin söğüt
Dallarından düdük yapmayı
Aynanın Önüne Bırakılmış Mektup (Murathan Mungan)
neden ağladığımı bilmiyorum, diyorsun.
çünkü birşeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılığı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven,
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mekup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun
Ils Sont Eux ( İsmet Özel)
Ağır ceza reisi duruşmaya girerken
safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına
kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin
fransız ihtilalelinden kalma.
burslu okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin
garip bir tarafı var
kaşlarını çatınca bir çocukluk
dolduruyor yüzünü
ürkünç bir uğursuzluk
gülümsediği sıra.
garip bir tarafı var valinin
makam arbasına binerken her seferinde
bakır bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına
saçlarını parmaklarıyla taradığı zamanlar
bu dudak
öpüyor onu hain bir yumuşaklıkla.
safir göz görünmüyor yargıca
kendini valiye vermiyor bakır dudak
görmüyor alay komutanı tekmil alırken
gömleğine bir damla civanın sızdığını
bir gözyaşı, bir ukde anlamı kazanarak.
kimse görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın
kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince
karısı
katlanmış kilimlerle uyum içinde
kolunu büküyor, dayıyor elini yanağına
büyük kız kanepede bu ara
bir göl gezintisine çıkmıştır
kelebek ölülerinden bir ırmakta
sürüklenmektedir lisebirdeki oğlan.
kız için
sırlara karışmaktır
bir gölün ortasında olmak
erkek kardeşi bir türlü
varamaz herhangi bir sırra?
iki yanında neden akar binlerce bu kelebek?
binlerce kanatlı çekirge neden uçar
beyninin yukarsında?
evde soba yanıyor
önce çalılar geçiyor çocukların boğazından
sonra ağaç kökleri yırtıyor damarlarını
bütün ailenin.
dışarda soğuk
safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor
gece uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin
bekçi
mavi zehir şiddetinde düdk çalarak
bir soru soruyor karanlığa
bütün cevaplar sendedir, saklama
diyor karanlık ona
bekçi en saklı yerinden bir banka broşürü
bir piyango bileti çıkarıp gösteriyor
copunu gösteriyor lisebirdeki oğlana
sonra acılı olduğu açıkça anlaşılan
bir kadına bıyık buruyor
buruk bir sabah
başlıyor acılı olduğu
açıkça anlaşılmayan
dünyada.
ağır ceza reisi
santa luçia söylüyor traş olurken
maiyet memurluğundan beri aksatmadan
yaptığı gibi vali sabah sabah
parlatıyor
zaten pırıl pırıl olan siyah
kunduralarını.
kışlada alay komutanı
barakaların kar altında öksüz
duruşlarına bakarak
susuyor, söylemiyor bildiği tek şiiri
"güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez"
demiş çünkü valéry.
çünkü serbest düşünme zamanı geçti artık
şimdi mesai saati
disiplin kurulunun toplantısı var
arşivde sicil belgeleri damgalanacak
tayinler imzaya girecek
teftişe gidecek generaller
rüya, okşayış, tevrat
gibi kelimeler
gündemin dışında.
yurttaşlar uygunadım çalışmalarıyla
söktüler kariha yarımküresini yerinden
bir pusula koydular açtıkları boşluğa
titreyen, korkak ibresiyle bu pusula
kuzeyi gösteriyor serbest
düşünme zamanlarında ;
safir bir göz görünce karıştırıyor yönü
tırnaklarını yiyor bakır bir
dudak ona yaklaşınca ;
cıvadan bir gözyaşı
bari olsun istiyor
bütün mesai boyunca.
buruşuk pardesülü adam dalgın
gittikçe daha dalgın, elinde cetvel
masada hesap makinesi, pusula
yetmiyor dibe dalmasına
bağlıyor kalın bir urganla beline
ağır bir sandık
salıyor kendini
yeşil yosunların
kırmızı balıkların
uçan kabarcıkların
derinliklerine
orada
bir sandık buluyor
yakutlar, altınlar, pırlantalar
adam dibe inmek için beline bağladığı
sandığını keşfediyor dibe ulaştığında.
öyleyse adamın eyvah ışıdı yüreği
eve dönmesine gerekçe
bulamıyacak bir daha.
eyvah çattı kaşlarını, ayağa kalktı yargıç
elindeki kalemi
gülümsüyor, kıracak!
atıldı öne, denize doğru lisebirdeki oğlan
denize, yakuta, entegral hesaplarına.
kardeşim!
diye haykırdı ablası arkasından
fırladı kanepeden
kopardı kafasını bekçinin
safirden bir baltayla.
anneleri
mutfakta kalan son bakır sahanı
alüminyum olanıyla değiştirdi.
mesainin bitimine on kala
istifa etti vali
çamurlu bir yoldan
yayan yürüdü sınıf arkadaşı
olan nalbantın dükkanına.
alay komutanı oğlu için
otomobil satın aldı
mercury marka.
kış geçti, öksürük haplarıyla
geçti cumartesi
hiçbirşey söylemeyen sözlere varmak için
herşeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
incir? yarpuz? karamela?
la havle ve la kuvvete illa billah.
Kesit (Oya Uysal)
şimdi hüznümü vermem kimseye
bana lazım
sevdayı katla şimdi sırası değil
sözünde dur ve sok cebine elini
üçlü bir tragedyadayız
ezberle sıranı
bak defterimin arasında kurşun kalem
bekliyor nasıl küçülmeyi
orada bir adam var temmuza uzanmış
seslensem sedef gülüşlere boğacak beni
biriktirme umudu
hüznü yastık yaptım kabarttım
ayışığı
uzun sürdü görünmen
Sis (Oya Uysal)
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü,
hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Neyin peşine takılıp geldim bu bilinmeyen yere
unutmanın sisini aralayan şaman!
Ey Kuzey yıldızı!
Kaybolan geceye yolunu gösteren şamdan
içimin karanlığında korkan çocuğu koru.
Hatırayı saklayan eşyanın eskimiş yorgunluğu
yazlık sinemalar, taş plak, radyolu günler
ve kalbin ilk ağrısı
bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Her aşk başa dönmekti belki de
hayata ve aşka hep geç kalan ben,
kimi sevsem bir başkasını sevmiş olurdu.
1
Uykuya dalan bahçeyi uyandırmadan geçti de yağmurlu güz,
kışı atlatamadı, toprakla kucaklaştı sokağın yaşlıları.
Hatıranın karanlık dehlizlerinde yerini aldı,
yeri göğü aydınlatıp
yataktan aynaya yansıyan ışık
koynunda sevişmekten tükenip bittiğimde,
uçurtması bulutlara değen çocuk sevinci, kamaşan beden.
Nehri, bahçeyi, akmayan çeşmeyi, güvercinli damları,
çarşıyı örtüp
karşı kıyıya uzanan sis
örtmese de bitmiş bir aşkın kederini
beni hayata, eve, evdeki bir başka yalnızlığa döndüren
çocuk kedi. Artık iyi.
Ey bilge şaman! Yerlere ve
göklere hükmü geçen zaman.
Beklemek ve görmek. Birbirinin benzeri sözler,
gelip geçen insan suretleri,
birbirine karışan yüzler ve sesler.
Yolları ardında bırakan mevsimler, batan gemi ve
karanlık sularda sürüklenen ruhum ve bütün soruların
toplamı ve özeti olan
- Ben neyi aradım durdum?
Ve hâlâ el altında duran bir başucu kitabı
yalnızlığım.
2
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş
ve kalbim yorgun düşen.
Herkes kendi gözünde büyütüp seyrederken kendini
sinip küçüldüm,
sığındım yalnızlığın
göğsüne
odalara sığmazken yalnızlığım.
Başkasının yerine sahne alınmış bir oyun,
birkaç gösterilik bir oyundu bu. Aşkı doğrulayan acı
ve yılları yadsıyan çıplak bedenlerimizin
bazen usul, bazen hırçın karışıp birbirine akışı.
Uykuyla uyanıklık arasında
kısacık bir yaşanmışlık.
bugün de örtmedi bitmiş bir aşkın kederini.
Zamanın kıvrımları arasında gizli saklı kalmış bir şeyler
sezilen ama söze dökülemeyen.
Biz diye bir şey yokken,
neyi alıp gitmiştik birlikte temmuza
ansızın boşalan yüzün,
uzak bakışların
bilip de bilmezlikten,
görüp de görmezlikten gelinen.
İçimin kırılıp dökülmüş camlarından sızan bir soğuk rüzgâr,
bir karmakarışıklık,
derbederlik, derlenip toparlanmak istemeyen.
3
- Yaprak kımıldatmayan durgun gecenin sokaklarından geçtim, bahardı. Dalları karlarla yüklü ağaçlı bulvarlardan sonra, gece yol alınan uzak şehirlerden, türeyen tren camlarına yaslanmış başımda ağrılarla, soluk kasaba içlerinden, perdeleri açık, sarı kör ışıklı ev içlerinden, donuk insan yüzlerinden...
Dinmek bilmez son yaz yağmurları... Sanki bir suç işlemiş de yüzü yere inmiş üzgün çocuktu gökyüzü. Islak ot ve toprak kokusu.
Başı sonu yokmuş gibi uzayıp giden sararıp solmuş kederli bozkırlardan, gecenin uykuya yeni düştüğü ıssız vakitlerden geçtim. Günü uyandıran kuşlarla başlayan sabahlardan.
Önce mordan eflatuna sonra ağır ağır pembe
usul bir ışıkta, şafakla yüzü aydınlanan yeryüzü güzeldi.
O vakitlerde aşkın eşlikçisi acı bile içimde güzeldi.
4
Aşıp gecenin eşiğini geliyor arada bir caddenin uzak sesi. Kar,
beyaz bir hüzün gibi örttü şehri.
Yaprakları birbirine yapışmış eski, tozlu bir kitabı
sanki okur gibi yeniden
unutmaya bırakılmış sırları
çevirdi parmaklarım.
Herkesin bir vazgeçilmezi var ya,
her yere birlikte götürdüğü
takvimsiz, saatsiz vakitlerde
dökülüp saçılan ortalığa.
Ben sarıp sarmalayıp aşkı
yalnızlığa
taşıdım durdum acıyı küçültüp
sığdırdım
incecik bir sızıya.
Şimdi çıkıp gitsem oturur sedire bekler beni
büyüdü, evi sevdi,
annesinin ölmeye terk ettiği hasta kedi.
Evden eve taşınırken yıpranmış, hatırası karanlık hayaller,
yüzünde iri bir gözyaşı, üzgün çocukluğum.
Bazen belirip -sisler arasında- durup bakıyor bana
saçları mısır püskülü bir kız
- ben bunu daha önce yaşamıştım duygusu-
uzansam kaçıp kaybolacak,
biliyorum.
5
hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat
Şimdi Bir Şey Söyle Bana ( Ali Lidar)
Şimdi tek bir şey söyle, sonsuza kadar susalım
Şimdi bütün imkanlar ayağımıza serilsin
Şimdi sen uzaksın ya, kilometreler var arada
Şimdi bir mucize yarat her şey lehimize gelişsin
Şimdi alkollüyüm biraz saçmalıyor olabilirim
Şimdi seni seviyorum, gerisini idare et
Şimdi burada olsaydın boynuna sarılırdım
Şimdi yanımda olsaydın sana şunları söylerdim
Şimdi ve daima sen benim ışığımsın
Şimdi ve her zaman tek yerin benim yanım
Şimdi ve sonsuza dek karım olsana benim
Şimdi bu teklif sana biraz tuhaf gelebilir
Şimdi anla ama beni tuhaflığımı sana yor
Şimdi yorgun ve mahçubum kanımın yarısı alkol
Şimdi değil tek her zaman ben seni çok severim
Şimdi bir şey söyle bana söylemezsen deliririm.
02/08/2020
Tesirsiz Parçalar 326 (Ali Lidar)
Üşenmekten kafayı yemiş bir meczup gibiydim karşılaştığımızda. Varoluşumu ağacın, kedinin, çiçeğin varoluşu gibi sıradan ve bitimli bir varoluş kabul ederek basit ihtiyaçların ritmiyle hareket eden, hiçbir şeye şaşırmayan, olmakla olmamak arasındaki farkın kimse için fark yaratmayacak kadar küçük bir nokta olduğunu zanneden bir yarı deli... Sonra sen geldin. Çok güzeldin bir kere. Sırf bu yüzden bile bir sürü hayal kurulabilirdi. O yüzden de bir sürü hayal kurdum hiç üşenmeden. Birlikte bindiğimiz tramvayların birdenbire tenhalaşacağını, birlikte Jehan Barbur dinleyip dans eder gibi yapabileceğimizi, birlikte insanların evlerine tıkıldığı saatlerde uzun şehir yürüyüşlerine çıkacağımızı falan hayal ettim uzandığım füme renkli kanepede. Ve sen tüm bunlar olup biterken çok güzeldin. Hep... Öpüşmeli sevişmeli şeyler de gelip gelip gidiyordu aklıma tabii, allah affetsin. Çünkü cidden çok güzeldin.
Annem Darth Vader maskemi kırmış ikinci kez, eve gelince gördüm. Sinirlendim haliyle. Kazara kırdığını söylüyor ama saçma. Bence maskeyi takıp ışın kılıcımı kuşanıp mahallenin kedilerini kovalamam sinirlerini bozduğu için bilerek kırdı ve kaza süsü verdi. İşte bunlar hep sen bu kadar güzelsin ve yoksun diye oluyor. Sen yanımda olsaydın kedileri rahat bırakırdım. Valla bak!
Biliyor musun güzel olmadığını söylediğin anlarda güzelsin en çok. Bir Sinem Sal dizesi gibi, dikkatli bakıldığında daha iyi anlaşılan... Bazı insanlar ne yaparlarsa yapsınlar çirkinleşemezler çünkü. Şey gibi.. Kelebek?
Mahalle bakkalımız bile ayar verdi nihayet az önce. Bira almaya gittiğimde "hocam şu ara çok içiyon dikkat et!" falan gibi bir şeyler söyledi. Sana ne amk diyemedim. Ama o çok güzel de diyemedim. Gülümsedim ve Veysel?in üzerine attım suçu. Suçlu veballi içiyorum şu an ılık kırmızı tuborg?umu.
Sen şimdi güzel güzel uyuyorsundur. Ben de birazdan yatarım çirkin çirkin. Birkaç satır Sinem Sal okur, birkaç Jehan şarkısı dinler, ses çıkarmadan biramı bitirir gelirim rüyalarına. Sahi, melekler rüya görüyorlar değil mi?
Tesirsiz Parçalar 342 (Ali Lidar)
Horlanan kedinin köpeğin kırık kalbi yamultacak hepimizi. Hiçbir şeyden değilse bile yüzüne bakmadan geçtiğimiz dilenen çocukların intizarından yanacağız. Kalbi kırık kilolu genç kızların ahı hepimizin ağzına sıçacak. Biri bari yazsın ulan o çocukların dramını. Bir sürü orospu çocuğu o kızları göz göre göre kandırıyor. İbneler! Demin şahit oldum yan masada. Kızcağız gözünün içine bakıyor puştun belki beni sever diye. Herif sıkıştırıp okşama derdinde. Ya masayı başına geçirecektim lavuğun, hadi ablam kalkalım, evine git, siktir et bu yavşağı diyecektim ya da hesabı isteyip kendi başıma kalkacaktım. Kendi başıma kalktım! Çünkü ben de korkak bir pisliğim sanırım. Allah belamı versin.İnsan insanın korkaklığıdır!
İnsan dışında her şeyin bir manası var alemde. Kedinin, köpeğin, kuşun, ağacın... Varoluş gayesine ihanet eden bir tek mahluk, insan! Bu mu lan eşref-i mahlukat?
İnsan insanın utancıdır!
Dilenciye para verirken bile kafasını tavuk gibi üçyüzaltmış derece çeviriyor adam. Birileri görüp takdir etsin derdinde. Elli kuruştan karizma devşirecek. Hesap doğru da kendince, kendisi yanlış. Yanlışlıkla doğmuş puşt! Merhamet sömürücü!
Herkes adına utanmaktan usandım. Yoruldum yapmaya cesaret edemeyeceğim şeyleri yapmaya yeltenmekten. İçime ata ata yosuna döndüm. Küf gibi bir şey oldum, yaklaşan herkesin yaklaştığına pişman olduğu. Allahım, neden sana havale etmekten başka silahım yok?
İnsan insanın bedduasıdır!
İlerleyelim diye toprağa yerleşme kararı alana lanet olsun! Aşk olsun dostluk diye, sevgi diye, merhamet diye götün götün birbirine yaklaşana. Uzak dursa herkes birbirine, kimse kimseye zarar veremeyecek. Mesafe iyidir diye yazmıştım bir zaman. Eksik yazmışım. Mesafe şarttır, gerisi hikaye.
İnsan insanın hayal kırıklığıdır!
Bana bunları söyleten geceye de aşk olsun. Sabah dersine gireceğim çocukların hatırına bastırıyorum öfkemi. Yoksa valla minnetim yok kimseye!
İnsan insanın ertelediği öfkesidir! Erteleyelim bir gece daha. Ecel menzilinden bir gecelik daha müsaade alalım. Yoksa bu park, yağan yağmura rağmen, elimde kalacak bu gece!
İnsan insanın mahcubiyetidir! Vesselam
He Shot Me Down Bang Bang (Lale Müldür)
seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.
bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan.
bir masalın ağzını kapat ve yat
geniş odalarda.
bir oksijen çadırında.
ona kötü bir şey olsun istedim.
bana aşık olsun istedim.
Bruegel (Ülkü Tamer)
Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.
Köpeklerin bakışlarında birer keman tadı.
Avcılar ve kuşlar avdan dönüyor.
Zaten her yanda hüzün görülür
Uzakta çocuklar kayıyorsa,
Kızaklar tahtadan yapılmışsa,
Kar dinmişse, avdan dönüyorsa avcılar,
İnsan anlamışsa ansızın, başladığını
Gökyüzünün, ayaklarının ucunda.
Kuş tüyleriyle kaplıdır burunları
Birer sirk emeklisine benzeyen avcıların;
Soluk alır, tüy verirler yorulunca,
Yürekleri birleşir, geniş bir av ülkesi olur,
İçinde tazılar yaban ördeklerini,
Çantalı okullular kar tanelerini avlar.
Norveç'in nüfusunu bilir de okullular
Karın nüfusunu bilmezler nedense.
Zaten her zaman hüzün bulunur biraz.
Norveç'ten söz açan şiirlerde.
Ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı.
Gürgenler ve kayınlar avdan dönüyor.
Sırtsız atmacalar çizerdim şimdi
Bir kayığın yelkeni geçseydi elime;
Unutmazdım, yelkenin bir köşesine
Tabut başlı bir avcı yerleştirirdim.
İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür.
06.08.2020
Kalbim, Uzun Menzilim (Şükrü Erbaş)
Ben ona dedim ki
Suyun üç hali var
Dördüncüsü sensin.
Taşların saltanatında
Bir gönül iklimiyim
Ağzımda esensin.
Rüzgârla yaprağın aşkı
Neyse dört mevsim
Öyle süreceksin.
Eşiğinde duracağım
Yıpranmış ve kirli
Kirpiğinle sileceksin.
İnsan adım atmazsa
Gidemez ki iyiliğe
Hüznümü düzeltensin
Benim geldiğim geçmiş
Çok açık bir yazıdır
Parmağınla okuyansın.
Zamanı saymayı
Yeniden öğreniyorum
İbresin çekisin yelkovansın.
Kalbim
Uzun menzilim benim
Yolumu karşılayansın.
ben ona dedim ki
Bütün kuşlar tünedi
Göğsümdeki tek kanatsın
07.08.2020
Gizem (Hilmi Yavuz)
hem aldanan hem aldatan
olduğu zaman
dilden
dilin güzüdür üşür
sözün yazına karşı
kuşlar kuşlarla örtüşür
bir yaprak bir yaprağa
doğru uğuldar:
ve der ki onu yaşasan da
yaşatsan da bir
dağlar çoktan dağlara göçmüştür
o altın gözlü anka
hangi derin dağdadır şimdi?
bir acı, telörgünün ardında
bir acıyla görüşür:
ve der ki dilden kopan
bal örgüsü söz
hem söyleyen hem söyleten
bana ben o?yum dedirten.
nedir?
ustam der ki sen, şair
hiç gül kopardın mıydı gülden?
08.08.2020
Düş Yola Ey Yabancı ( Hilmi Yavuz)
sözlerinde ipeğin uğultusu varken yola düş
dilini ihanetin tuzuyla silâhla
göreceksin eskiden tad aldığın şeyler
tozlu, yavan ve acı
ey şiiri bir duyarlık vakfıdır diye
sessizliğin künyesine yazan yabancı
bil, şiir gurbettedir emrah?la
ağzı kanlı bir ağaç selidir pir sultan için
duy, beyazın emeğiyle dokunan
sesini köpüğün ve pirincin
ölümün kovanında arılar
kurarlar balını bilincin
sözlerinde ipeğin uğultusu varken düş yola
ey yabancı, dilini ihanetin tuzuyla silâhla
09.08.2020
Kimsenin Bakmadığı Bir Yere Bakmak ( Tuğrul Tanyol)
aynı noktaya bakamayız, gözlerimiz yorgun
bir işaret arıyor. bir kedi dama sıçrıyor
damla bulutta ayrılıyor, kentli geçmişimiz!
izimiz bizi sürüyor gecede
çadırlarda ve bozkırda uzakta
susmanın bir kederi vardır
gülüş ansızın solar dudakta
otlarla birlikte uçuşur alev
kıvılcım bir oraya bir buraya savrulur
kalbimi ona açtım, suyun derinliğinde
çırpınan kelebek, hava
yüzeye çıkmadan boğuldu
ve tavanda yansımasını buldu
ben kimsenin bakmadığı yere bakıyordum
orada senin yüzünü gördüm
güneş çekilince içime yayılan sonsuz çocuk koşmaları
hızla açılan perdelerden nasıl içeri girerse ışık
ay bizi buluşturabilir, çünkü bak
bu güzel bir yaşam, özlem yok!
öylece arayıp durduğun işaret
gizli bir anlam kelimelerin altında,
yaşamın geçip gittiği bu yerde
her yaşı bir ödül gibi kabul et
güneş aya dönüşüyor, kalbim yuvasına dönüyor
babamın bir sözü geliyor aklıma hep
"cevapsız soru soru değildir "
ama yaşam bir sevgiliyse eğer, yine de
suyun içindeki çölde
mecnun'un ah!ı gizlidir.
10.08.2020
Sen Elimden Tutunca ( Tuğrul Tanyol)
Sen elimden tutunca
Deniz basardı içimi
Sen elimden tutunca, yüreğim
Yeşil yosunlara takılıp günlerce
Dip akıntılarının peşisıra gitmek isterdi.
Günlerce, gözbebeklerini tutuşturan o gizli alevin kaynağını sorardım kendime.
Geceler boyu yolumu arardım zor ve aşılmaz tepelerde.
Sonra ışıklar söner, sonra yıldızlar düşerdi içimdeki serin göllere.
Sen elimden tutunca ben miydim, yoksa bir başkası yürüyen seninle?
Dalgalara ve rüzgâra basmadan yürüyen.
Bir mavilik çökerdi gözlerime
Sonra tüm denizler çekilir
Bir orman uğultularla sarsılır
Bir güvercin sürüsü havalanırdı
Kış bürümüş yüreğimden
Sen tutunca ellerimden
Avlunun beyaz taşlarına dökülürdü
Kızıl yaprakları bir çınarın
Ve ben günlerce
O yapraklara gömülüp ölmek isterdim.
Panjurları açık kalmış eski evler gibiydik
Rüzgârda çarpan, başıboş ve ürkek
Kayaları delip çıkardı bir çiçek.
Yolculuk basardı içimi
Külrengi bulutlara takılıp günlerce?