11.08.2020
Kim Var Orada (Tuğrul Tanyol)
Uçurumların çağrısı var
gözlerinde
ve yağmurlarla tükenen topraklardasın
iki küçük ırmak ağlar
derinde
bütün bir günü acıyla
yoğuramazsın
Orada, bir küçük bitkinin
sararan dallarında
yaşamı tutkuyla üreteceksin
ve daha da ötede
bozkırların, dağların, denizlerin
sonsuz, karanlık, durgun
ve o ürpertici boşluğun
yeniden canlanışını göreceksin
Bütün bir gün acıyla inlememeli aydınlık
karanlık bulutlara binip gezmemelisin
yüreğinde kanayan karanfil
eğilip gözyaşlarını silmelisin
Uçurumların çağrısı var gözlerinde
orada acı rüzgârların
oya oya bitiremedikleri
ağır, aşılmaz ve sert kayalıkların
ortasında yapayalnız
yaşamayı öğreneceksin
Unutma, kimse tersine çeviremez ırmakları
acıyı acıyla sindiremezsin
güneşi bulutlarla örüp
gecedir diyemezsin
değişim evrenin yasasıdır
ölüm erdemin yontucusu
ve yaşamak onun da üzerinde
mutlu, kaygısız, ama temkinle
uçurumların çağrısı var gözlerinde
12.08.2020
Soluk Soluğa (Cevat Çapan)
uzun, karanlık bir çığlığın da ardına düşebilir insan,
titrek, eğri büğrü bir yazının çağrısına da uyar.
bırakıp her şeyi döner -
aşk bir buluşmadır çünkü,
her zaman gecikmiş bir buluşma.
bitmeyen bir kavuşmadır da aşk -
araya her zaman bir şeyler girer:
bazen kendi sevincinin kanat gölgesi,
bazen nabzın hızı, yüreğin titreyişi,
tüylerin telaşıyla besleniyor gibidir -
çalışma saatleri, karşılıksız sorular.
nereden bilebilir insan
bunların hepsinin de aşk olabileceğini?
çoğu kez aldatıcıdır da,
bakarsın, herkes onun askeri, onun şehidi.
oysa aşk hiçbir zaman bir yarış değildir ki.
bu yüzden yanılır hep
sayın muhbir vatandaş, köftehor okur, arsız yetkili.
sararmış bir fotoğraf olarak da çıkabilir karşına,
borulu bir fonoğraf kılığıyla da.
bakarsın, ona da dadanmış
gündelik hayatın sosyolojisi.
yeniden duyulur bazen o uzun ve karanlık çığlık.
çağıran o titrek yazı yeniden belirir -
çünkü aşk en eski köprüsüdür balkanların, en eski.
13.08.2020
Kaldığımız Yerden (Cevat Çapan)
yaşadıklarının bir tortusuydu o masum anılar,
geleceği nerdeyse unutulmuş bir zamana
bağlayan.
unutma, belleğin zindanındı senin,
düş gücün özgürlüğün.
böylece dolaşıp durdun bir süre
dilini anlamadığın insanlar arasında,
gökyüzünün mavi bir yama gibi
görünüp kaybolduğu gökdelenler altında.
nasılsa rastlamıştın bir gün ücra bir bitpazarında
gözden çıkarılıp bir köşeye atılmış o tozlu
yadigârlara
ve anlamıştın hemen, derinden bir acıyla:
aldırışsızlık da bir çeşit rahatlamaymış
sonunda.
şimdi gene bir sürgündesin kendinden,
uyandığın yer uyuduğundan başka.
sen de duymuşsundur elbet eski bir kulağı kesikten:
kendini kolay kolay bağışlayamazmış insan.
Alp Er Tunga öldi mü İsiz ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtılur Ödlek yırag közetti O
14.08.2020
Yaz Yadırgaması ( Turgut Uyar)
sanıyorum bu gelen hüzünlü bir yaz olacak
öyle ki bütün akşamları hüzünlü
dutları ve karpuzları kavruk
sevgilim, dutları ve karpuzları kavruk
güneyden gelen adamların bile terlediği
ellerimin solgunluğundan anlıyorum bunu
ve zayıflığından bir bakıma
örneğin bankalar karşısında ilgisiz
silâh önünde durgun
ateş tutsa irkilmiyor buna karşın
aldığı her yaprak bozarıyor parmaklarında
sana dokunduğundaki soğukluk da bundan
yankılanan sesleri bile duymuyor
deniz bir kavganın anısı ve geleceği olarak
gitgide mavileşiyor damarlarında
sevgilim işte öyle bozarıyor, al sana
doğrusu ben de yadırgarım böyle yazları
her şey sözgelişi yerli yerinde ve rüzgârın hükmü yok
bir adam kalkıp bir yerden bir yere gitse
kılı kıpırdamıyor bir ormanın
ve çalman bir otomobilin çalışkanlığı
kelebek camı kaputu kaportası
hüzün vermiyor kimseye şimdilik
ve senin dudaklarında biriken kuruluk sevgilim
bu yazdandır
15.08.2020
Nefes (Ülkü Tamer)
Dağın uykusuna, kuşun gözüne,
Sabahın sesine, taşıdım seni.
Kerem?in yaralı, ince dizine,
Irmağın yasına taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.
Elma kabuğunda, nar tanesinde,
Gizlenen mermere taşıdım seni.
Gecenin ördüğü, gün kafesinde,
Dolaşan kedere taşıdım seni.
Arının yazına, kışın otuna,
Yaprağın güzüne taşıdım seni.
Yürekten yüreğe mekik dokuyan,
Sevginin göçüne taşıdım seni.
16.08.2020
İstanbul (Cahit Külebi)
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.
17.08.2020
Hamid Mosaddık, Furuğ Ferruhzad'a Yazdı
bana güldün ancak bilmiyordun
ben nasıl korkarak komşunun bahçesinden elmayı çalmıştım
bahçıvan peşimden hızla koştu benim
elmayı senin elinde gördü
hışımla baktı bana
ısırılmış elma elinden düştü yere
ve sen gittin ancak hâlâ
yıllardır benim kulağımda usulca
senin adımlarının hışırtısı canımı acıtır
ve ben düşünürüm hep
neden bizim küçük bahçemizde elma yoktu, neden!
18.08.2020
Furuğ Ferruhzad, Hamid Mosaddık'a yazdı
ben sana güldüm
çünkü biliyordum
sen nasıl korkarak komşunun bahçesinden elmayı çalmıştın
babam peşinden hızla koştu senin
ve sen bilmiyordun komşu bahçenin bahçıvanı
benim yaşlı babamdı
istedim ki gülüşümle senin aşkına karşılık vermiş olayım
ancak senin gözlerindeki hüzün
ellerimi titretti benim
ısırılmış elma elimden düştü yere
yüreğim git dedi, git!
çünkü senin acı gözyaşların aklımda kalsın istemedim
ve ben gittim ve hâlâ
yıllardır zihnimde benim usulca
senin hayretin ve ağlamaklı halin tekrarlanarak
canımı acıtır
ne olurdu bizim küçük bahçemizde elma olmasaydı!
19.08.2020
Yaşayacak Adam (Ece Ayhan)
Söylediğin şarkı duyulmamıştır hiç
Ayaklarıyla dolaşan adam toprakta
O kadar güzelsin ki
Kendin de bilmiyorsun
Ölüm düşüncesini koparıp almalı senden
Asıl vurulan benim, sen boşuna ölüyorsun.
20.08.2020
Unutuş (Octavia Paz)
Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta
gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.
Gömül vızıldayan sesin
düşen sesin halkalarına
ve uzaklarda yankılan
dilsiz bir çağlayan gibi,
davulların çalındığı yerde.
Bırak kendini karanlığa,
kendi etine gömül,
kendi yüreğine;
kemik, o mor şimşek,
kamaştırsın gözlerini, kör etsin,
mavi göğsünü göstersin akşam ışığı
körfezler ve gölgeli koyaklar arasında.
O sıvı karanlığında uykunun
ıslat çıplaklığını;
kıyıya kimbilir kimin bıraktığı
gövdeni, o köpük danteli unut.
Sonsuz kadın, yitir kendini
kendi benliğinin sonsuzluğunda,
bir başka denizle buluşan bir deniz gibi
unut kendini, beni unut.
Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar
o ölümsüz, o yalın unutuşta:
gecenin kızlarıdır yıldızlar.
Kuğu Ezgisi ( Nilgün Marmara)
Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.
Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir --
Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
Dost kalmak zorunda bana ve
sizlere!
Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
Kendi saf şiddetini yaşar artık,
Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
Sevda ile seslenir sizlere!
İyimser Bir Sonuç'a ( Turgut Uyar)
ben bir gün giderim ki neyim kalır
eksik bıraktığım her şeyim kalır
yaz günü kim ister ki öldüğünü
yaşamam bir beyazlık gibi sanki
genişlerim dağılırım beyazım
ben bir gün giderim ki ey diri at
elbette benim de bir şeyim kalır
Ağaçlar (Cahit Zarifoğlu)
Ellerimin önündeki dallar da
Sarıldı yaprağa
Göremiyorum karşı yamacı
Erken mi yoldayım
Ben mi geciktim
Önümüzde bir çınar yükseliyor
Her gece atlılar geliyor ona
Destan söyleşip gidiyorlar
Esmerlikleri
Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha
Dostum üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum -Korkma
Kaçıyorum -Kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper
Sabah trafik
Çınara kim bakar
Kim geçer dallarından
Bahar mı geliyor
Komşunun balkonunda
Çamaşırlar renk rengarenk
Kızlar göğüslerini
Baharın ağacına
İlk açan çiçeğine
Dayadılar
Arılarla erkekler boğuşuyor
Arılarla uçan bütün çiçeklerle
Ayaklarında taşınan tozlarla
Akıyorlar alıp götürülürken
Yaprak evlerin içindeki dişiliklere
Dostum geç kaldın
Güneş ne gün doğacaksa
Söylediler duymadın geç kaldın
Otur ağla sonra soframda doy
Ekmek tut zeytin tat
Açlığını eğlerken sen
Bak nasıl ayçağın erleri
Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler
Karanlığı karaladılar yolları tuttular
At tepmedeler
Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip
Kelime ettiler söz bilediler
Zorun yamanı kolayladılar
Sahip olun taşa demire
Aleve
Küle bile
24.08.2020
Placebo (Murathan Mungan)
kaç hikayede kıydın kendine
bir aşk için
aşk için söylenmiş bütün sözler yaban
bütün yaralar derin
tekrarlayarak karşılaştırılmaz yaralar
derin
ümitsiz durumlar için
bir yerlerde bulunduğunu sandığın
o bir kaç kelime
mümkün mü
dilin ucu bu kadar uzakken sahibine
-söz dediğin
ancak yarası birbirine benzeyenlere-
sürdürmek için birkaç imkan
uçurum kıymetinde
eksilmek
ne kadar eskitse de
unutulmuş kabuklar
çok eski yaraların izinden
kanamaya başlar yeniden
insanın kendinden bile derin
çok derin
placebo
teselli yerine geçecek ilacı
birbirine benzemeyen günlerin
kaybolmanın kardeşliğinde
kimse kıyamaz kendi azrailine
bekler yabanını ellerin
çırpınmak faydasız
nasıl çıkamazsa insan
kendi gövdesinden dışarı
-çıkamazsın cezan dolmadan
kapatıldığın aşktan-
çünkü aşk hapishanedir
kendini biriktiren
için için ve kendiliğinden
çözülen günü geldiğinde
kilidinden
gün saymayı bilen
kalbin sağlam kanı
sabrın şaman rüyası
bu sefer de hayatta kaldın
eski yaralarının izinden
25.08.2020
Pas Çekirdeği (Murathan Mungan)
Nicedir paslanmış bir suskunluk gıcırdıyor aramızda
yetersizliğin kemirdiği sokaklara
dağılan öteki yüzümüzle
bazı acılar gibi sıradan
gönderilmemiş pullar gibi kendi halinde
katlanıp ve karışıp giden
gündeliğin tanıdık gürültüsüne
gün günden yoksullaşan sesiyle
ağırlaşarak uzaklaşan ve seyrelen ellerimiz
iğreti bir kravat durmadan iğreti
bir türlü yerleşemez kendi desenine
sanki baştan başlansa her şey kendi izinden paslanacak
birbirine benzedikçe eksilen bütün hayatlar gibi
sıkıntının büyüyen çekirdeği
böyle zamanlarda en çok ihtiyaç duyulan
cesaret ya da gidebilmek bilgisi
Pişmanlığın Geometrisi (Murathan Mungan)
bende unutup gittiğin
yalnızca bildiklerin değil
bilmediklerin
mecbur almaya geleceksin
çaresiz, bir gün
benim burada olmadığım bir gün
zamana işlemediğini göreceksin
pişmanlığın yanılmaz geometrisinin
Pişmanlığın Geometrisi (Murathan Mungan) bende unutup gittiğin yalnızca bildiklerin değil bilmediklerin mecbur almaya geleceksin çaresiz, bir gün benim burada olmadığım bir gün zamana işlemediğini göreceksin pişmanlığın yanılmaz geometrisinin Metallurgist, 5 ay önce - Alıntıya git
27.08.2020
Aynalar Pazarı (Şükrü Erbaş)
Cehalet bitti şükür!
Bilgiyle bilgisizlik arasındaki o anlamsız ayrım kalktı!
Artık herkes her şeyi biliyor.
Artık herkes kendini şehvetle seviyor.
Kaldıysa bir huzursuzluk, o da bilmeyenlerin bilenleri küçümsemesinden başka bir şey değil!
Herkes bilgi zehirlenmesinden ölecek!
İki söz arasında kir-çapak, aksırık-tıksırık, toz-pas gibi sesler duyulsa da, herkesin siyasetten iklime, aşktan ölüme, hukuktan petrole, karıncalardan kutuplara?
büyük düşünceleri var!
Hatta şiir, müzik, resim?
bilmek ne, hepsine kendi yüksek seviyelerinden sözler, sesler, renkler ekliyorlar.
Öyle yüce gönüllü ki herkes, kimse dehasını esirgemiyor.
Özel gazeteleri, televizyonları, sayfaları var! En az bir milyon fotoğrafını görmedikleri kimseyi önemsemiyorlar!
Bazıları ?bu bir pornografi? dese de, onlara göre bu içtenlik.
Hatta eşitlik. Dürüstlük.
Belki biraz yalnızlıktan söz edilebilir ama dünyanın kendilerinden yapıldığını hemen görüyorlar.
Yedi milyar yalnızlık olur mu hiç?..
Şükür cehalet bitti!
Kimse okumuyor, herkes yazıyor. Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor.
Kimse susmuyor, herkes konuşuyor. Kimse çekilmiyor, herkes ortada.
Kimse kederlenmiyor, herkes şenlik.
Kimse yere bakmıyor, herkes gökyüzü. Kimse sevmiyor, herkes arzu ediyor.
Kimse gözyaşı değil, herkes küfür. Kimse eşik değil, herkes ufukların ötesi.
Kimse gölge değil, herkes ışık.
Tevazu bitti. İncelik bitti. Hatıra bitti. Gönül bitti. Şarkı bitti.
Bir aynalar pazarı ki, yaşıyoruz işte?
28.08.2020
Bütün Kapılardan Geri Döndü ( Şükrü Erbaş)
Yağmurlarda yürümenin ustasıydı oysa
Yaprakların dört mevsimde aldığı biçimlerin
Sorsalardı bulutların o sonsuz akışını
Gökyüzü nasıl büyür uykusuz gecelerde
En iyi yanıtı alırlardı elbette.
Ustasıydı küçük ayrıntılardan
Büyük öyküler çıkarmanın.
Bir duvar dibinde başı elleri arasında
Dudaklarını yiyen bir adamın
Çok iyi bilirdi göz çukurlarındaki gölü.
Herkesin kocaman bir ağız kesildiği
O açlık saatlerinde silinip gitmek?
Bunca bolluk içinde evlerdeki darlığın
Sürmesi sokaklarda adım adım
Söylerdi sorsalardı yalansız ve ezik.
Bol kravat ütülü pantolon kaypak gülüş
Küçücük bir paketi dişlerinde taşıyarak
Bir binadan çıkmak yüz bin kişiyle bir
Ne müthiş ayrıcalıktır, söylerdi
Park bekçilerinin bile bıktığı biri olarak.
Ve ayakları altında binlerce bıçak
Bastıkça en ince yerlerine batarak
Döndü bütün kapılardan uzun boyları kırık?
Kim bilir neler derdi açsaydı ağzını
Işıklı vitrinler önünde susan biri olarak