Yalnızlığın Ruh Atlası (Şükrü Erbaş)
Benim gittiğim uzaklar değil, içimdeki sözlerdir.
Buğday tarlalarının uykusunu, yüksek seslerin kışını, kırlangıçların akşamını geçti çocuk.
Gaz lâmbasından güneşler yapıyor düşen gövdesine. Benim gittiğim o çocuğun kalbindeki gecedir.
Bir kadın yemenisini tutuyor inen tokada, bir kendinden daracık odalarda. Gün iki kez bitmiş, gece bir daha siyah. Çocuk üç büyük korkuyla büyük. Kadın değil de tokat parçalanıyor. Benim gittiğim kadının yemenisindeki hayat bilgisidir.
Tebeşir tozları içinde bir belikli su, boğuk taşlarına yürüyor kasabanın. Ağaçlar kirpiklerinde yapraklanıyor. Gökyüzü bastığı yer. Ölüler bir daha bakıyor ardından hayatlarına. Benim gittiğim, o suyun annesinde kuruyan göldür.
Trenler, gemiler, yıldızların aktığı yerler? Değil hiçbiri. Kim alır da canına mühür yapar yenilginizi, ey briyantinli saçların sinema koltukları? Sizden uzun yaşayacak ne kadar çırpınsanız, çıkış kapılarında her zaman babalarınız. Benim gittiğim bütün şarkıların ıslıkla söylendiği yaşlardır.
Yeşil seccadelerde tükenmiş tanrılar; bir camiden çıkıyorlar, kalabalıktan öte? Bu kaçıncı duadır ey yalnızlık? Sonra uzun geceler boyu şüphe. Sabah, güneş kerim, otlar rahim. Benim gittiğim, günahın insanı büyüten gizidir.
Bu ağır oyaları bu hayal zamanlara sizler işlediniz. Işık ipliğinizdi, iğne parmaklarnız. Kalbiniz taşranızdan büyüktü, erkendi. Sonra o annenizden geçen yenilgi. Benim gittiğim, kızınızda sürecek hayıfdır.
Kasaba minibüslerinde uzun yollar gidilir. Bahçıvan gelinir esnaf gidilir. Herkes kapısına yeni boncuklar asar. Cesaret de korku da bu ikircimdedir. Benim gittiğim, çamaşır iplerine serilen gölgelerdir.
Benim gittiğim, yalnız yokluktan değil, varlıktan da devrim yapan inceliklerdir. Ara sokaklardan geçerken suçlu; bir kadının ağzında açarken mahcup, yeni şarkılar söylerken kederli; bilmediği diller önünde ezik; şiddete karşı mağrur?
Benim gittiğim, bilmediğim hayatlarda süren yalnızlığımdır.
Bir Başka Coğrafyadan (Cevat Çapan)
Biliyorsun; seni beklemekten sıkılmıyorum;
belki yağmurlarla gelirsin,
uzayan bu kurak, karanlık günlerde,
belki şimşeklerle, gök gürültüleriyle.
Birden, haber vermeden karşıma çıkman da
şaşırtmaz beni, elim ayağıma dolaşmaz
seni yeniden görmek.
Bu sürgün ikimizin de yazgısı,
herkesle birlikte yaşadığımız.
Buluşmak ortak özlemimiz,
yollarda birbirimizi kaybetmiş olsak da.
Unutmamışsındır kimlerle yola çıktığımızı,
kimlerin yarı yolda kaldığını.
Ezberimizdeki o kısık ıslık sesiyle
sonunda nasılsa ulaşcaktık Kaf Dağına.
***
Çölün üzerindeki bu galibarda renkli bulutlar
bir fırtınanın haberciliğiyle ürkütmesin seni.
Bir kervasarayın yıkıntıları gizemli sessizliğiyle
bekliyor bizi yıldızları göz kırpan o gökkubbe altında.
Bir başka sessizliği çağrıştırıyor bu çöl gecesi,
bir başka yalnızlığı ve terk edilmişliği, uzakta,
bir yel değirmeninin yıpranmış kanatları altında
suların yükselmesini bekliyor alabalıklar, Galler'de
ayışığında
"Bir nehrin kıyısında buluşalım," diyor,
her ayrılışlarında, "ya da bir köprüsünde
o nehrin iki yakasını birleştiren.
Sen bir ucundan koşarak gelirsin köprünün,
ben öbür ucundan,
kollarımızı açarak sarılmak için birbirimize
bir daha hiç ayrılmamacasına."
Yıllarca uzak kaldıktan sonra birbirlerinden,
ancak mektuplarla buluşuyorlar yeniden
ve acı bir gülümsemeyle yaşıyorlar eski günleri
kendi başlarına.
31.08.2020
Seni Olan Yenilgi (İsmet Özel)
senin karanlığına kanat vuran yarasalar
başka bir göğe germişler kendilerini
yürekli savaşçılar olmuşlar
gemilerini yakmışlar ve silahlarını bilerken
kanlarına yansımış gece
senin sularına inen yırtıcılar
ve piçler yani aşk çocukları
yanan gemilerin suya yankısı oluyorlarmış
yaşlı büyücüler söylediler
çingene çocukların gülleri mor olmadı
aşka bunaltıları onlar getirmediler
onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara
saçları uzun bir unutkanlıkla örülmüş
kanlarının ardında tehlikeler yürüyen
korkunun gözlerini aradığı omuzlarında
gittiler, yittiler arasında boğuk seslerinin
tozuyan atlarının yelelerine baktılar ve
sen oldun
ve seni gördüm, eğninde bir mavi gözlerin vardı
Ey Genç Kadın (Enis Behiç Koryürek)
Siz ki bir başkasının sevdiği kadınsınız,
Siz ki benden çok uzak, ona pek yakınsınız,
Kabul eder misiniz bu şâir, hasta kalbi,
Pür şiir hüsnünüze bir kırık ayna gibi?
Ben ki bir hülyası çok kafiye avcısıyım;
Ben ki aşkın müşahhas, yaşayan acısıyım;
Mâ-cerâ rüzgârına kaptırarak başımı
Gelirim koncanıza takdîme gözyaşımı.
Sanmayın, çiçeklere vurulmuş kelebeğim;
Ben, güzel sînelerde kurumuş bir çiçeğim.
Ne ipek eller beni okşadı, göğse taktı...
Sonunda yere attı, yol üstünde bıraktı.
Geçtiler mini mini ayaklar üzerimden...
Ezdiler beni... Fakat, ben yine o şâir ben!
Hem, o şûh ayakların altında çiğrıenirdim;
Hem de. o zâlimleri ne kadar beğenirdim!
Şimdi ben, ağlayarak, sevgisiz kalan kalbi
Veririm hüsnünüze bir kırık ayna gibi.
Siz ki benden çok uzak, ona pek yakınsınız.
Bakınız kendinize bu kırık aynada siz;
Sonra onu büsbütün parça parça ediniz!
Bari sizden sonra hiç bir güzel bu kalbimin
Talihsiz aynasında kendini seyr etmesin!
https://www.youtube.com/watch?v=rmne74uJP4c
Hüzünlü Bir Akşam Borusunun Ezgisi İçin Söz (Melih Cevdet Anday)
1.
Av bitti, titreyen borular
Akşamı kovalıyor köpeklerle
İkimiz içinse yarına kadar
Topal Hephaistos'la nar ateşte
Dövülecek üzünç namluları var.
2.
Kemikten yapışık kardeşler gibi
Vurgun yemiş tinimle kutsal tenim
Ah biri kanatsız ateşböceği
Siz boğumlu deyin, ben eklemli diyeyim
Toprak yutan arısıdır öteki.
İki dilli yazı bulundu taşımızda
Tapısı bire inen Amenofis
Gizli gizli ağlar Güneş tanrıya
Hangimiz mutsuz kral Hattusilis
Hangimiz ermiş mutluluğa.
Masallar dinlerdi sevdalı Cemşit,
Sindbad, balık gözlü Şirin, Şehrazat
Ey sevi, Afrodit benzeri dikit,
Kaç çeşit demir deldi Ferhat,
Hematit da, limonit, pirit,
Ufuk ışıkları yedi bitirdi
Horus'un kasrında ne aradığın
Bak, avutmaya geldik kendimizi
Ama tanrıları ölmüş Amoritler kırgın
Tahta idoller karşıladı bizi.
Kargışlı şahinin başıdır deniz
Düştü mü kanlarla her akşam
Ormanlar içinde ikimiz,
Çıldırtan bir dumandır yaşam
Şeytanın kandilleri ve biz.
Kimi gün karıştırırım birbirimizi
Dirhemler gibi kurnaz tüccarın elinde,
Olur acıdan yoksarım kendimi,
Eski bir şatoda demir şövalye,
Ölmüş çoktan, boş kalmış içi.
Hem İskender'in talihli atıyım
Yengiler yaşadım Küçük Asya'da,
Hem de Kıbrıs'ta satıldığım
Kıvırcık saçlı, mağrur Romalı'ya
Gün yüzü görmeden kömür çıkardım.
Olmuştu bahtımın Sultanı,
Zambaklar kraliçesi nice bir straliçe,
Kalbim ki menhirlerdir, suskun aşkı
Ansıtmak için dikilmiş yazıdan önce,
Unutansa ben gene, ben zavallı.
Hem Mesih'tim, hem Barabbas'tım,
Kim çarmıha gerildi o gün
Kimdi bağışlanan, karıştırmışım,
Bugünse bağışlayan göğsün
Kollarını açınca ben çarmıhım.
Birdim iki oldum, iki iken bir
Ne yalnızken birim, ne de seninle iki,
Sevi de yalnızlık gibidir
Var yok eder durur kişiyi
Akşamları boru sesiyle gelir.
Yasak Sevişmek (Attila İlhan)
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel
pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
üzerime kilitleyip mühürlediler
Yalnızlıklar (Hasan Ali Toptaş)
yalnızlıklar
"insana en yakın yalnızlıktır insan"
ben sensizliği yalnızlık sanmıştım bir keresinde.
(yalnızlık bende bensizlikti oysa;
ya da bende birçok ben.)
neresinden bakılırsa bakılsın,
her cümlede bir çift göz vardır
ve her noktada bir insan.
o insan ki, bakar bize ve ötemize;
ve o insan ki, giyindiği zamanın gerisinden sorar
hep
kaygılanır, duraksar ve sessizdir;
ve geldim demenin bir sessizliği varsa, öpüşelim
demenin, sen hala gitmiyor musun demenin ya da
ölmek istemenin bir sessizliği varsa,
kelimeleri de vardır sessizliğin
duruşun kelimeleri vardır;
bakışın, uzanışın,
gülüşün...
ama, yalnızlığın kelimeleri yoktur.
o, bütün kelimelerden oluşmuş bir kelimedir.
yalnızlık postacıların taşıdığı yüktür çoğu kez,
birikir kalem uçlarında, kağıtlarda, zarflarda.
bakışlarda birikir, susuşlarda, bekleyişlerde, kapılaarda
ve birikim yüktür her zaman,
yalnızlık bir yükün ağırlığıdır.
yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından
o nesnenin kucağına gezdirirken,
yürür yada koşarken,
coşarken ya da
deli dolu yaşarken
ansızın ölümü istemektir yalnızlık;
kendimizin kendimize sağırlığıdır.
masa çırılçıplaksa bir sandalyeyi gösterir bize
siyah beyazı, beyaz siyahı gösterir.
uzatmıştır parmağını bir çocuk, uzakları;
uzaklarsa çocuğu gösterir.
ottur taş dibinde salınır boyunca, rüzgarı;
rüzgardır çullanır üstüne
otu gösterir.
adımlarımızın ürkekliğidir,
basacağınız yeri;
kuştur gökyüzünü,
gökyüzüdür kuşu gösterir.
ne
neyi
neyle örterse örtsün,
her şeyin bir göstereni vardır.
yalnızlığı gösterense, her şeydir.
yalnızlık alıp karşına kendini
öteki kendinlerle konuşmaktır
bakışmaktır öteki kendinlerle;
dövüşmektir.
kimi zaman da, öldürmektir
içlerinde en çok sana benzeyeni,
benzemiyor diye.
yalnızlık, öldürmektir.
sensiz kalmamak için sendim o vakitler;
yüzün gelirdi bir yerlerden bir ülke,
kokun gelirdi bir bahar
ve gülüşün gelirdi bir düş gibi,
ille de kendi kendine vurmuşluğun gelirdi de;
ben hep şarkı sanırdım gökyüzünü
kim bilir kimin söylediği.
ıssız teknelerle kıyılarıma koşardım hemen,
bakardım (bakmak uzanmaktır);
atlaslar yırtılırdı düşümün bir ucunda,
bir ucunda ben;
ve suların unuttuğu yunus hıçkırıkları vururdu alnıma
dudaklarımdan tuz kervanları yürürdü.
kervanlar ki, birer seraptır harami günlüğünde.
ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde.
seni uyuyordum sürekli,
seni içiyordum çay diye,
cennet diye seni düşlüyordum
-ki, sen yeşil çıplak bir yeşildin gözümde
cennetten damıtılmış
(oysa cennet, gelecek korkusunun
en düşsel çocuğuymuş, uzaktan emzirdiğimiz);
ve çarşaflar dillenince ayak seslerinde,
çıldırıp dağlarıma çıkıyordum ben;
dağlarım sendin.
gece gece yatak yalnızlıkları vardır bu yüzden,
masa yalnızlıkları vardır sandalye sandalye,
mutfak yalnızlıkları,
düş yalnızlıkları
ve gülüş
ve iş
ve bakış
ve söyleyiş
ve susuş,
hatta park, cadde ve duruş,
sonra dökülüş,
sonra yerlere kadar bükülüş
ve gidiş geliş
ve yöneliş yalnızlıkları vardır.
ölümün yalnızlığı yoktur ama;
ölüm, bir başına yalnızlıktır
yalnızlık kendini her gün yıkıp her gün kuran
çok eski bir handır.
taşlarında yüzyılların parmak izleri vardır,
burçlarında göğü;
ve odaları birer andır.
kilidi zamandır bu hanın,
pencereleri dışarıdan çok içeriye bakar,
kapıları dışarıdan çok
içeriden azdır;
hanlar ki yorgun yolcuların çaldığı
yitik bir sazdır.
gece gündüz seninle gezer yalnızlık;
adımlarının önünde düşlediğin
adımlarındır kimi zaman.
biraz sonradır yani;
sen buradayken
mutfağa gidip sana dönen sendir.
kapıyı kilitledim mi?dir yürüdükçe,
musluğu kapattım mı?dır.
ya da kollarının salınımında
bir afişin rengini duymaktır ansızın;
bir tekerleğin ağırlığını
ayak izlerinde görmektir.
yalnızlık düşen bir bardak sesidir
dönüp baktığın,
kırılan şarap şişesidir ya da
ağzındaki cümleyi kana bulayan.
yalnızlık hadi gidelim?dir çoğu kez,
hadi n'olursun.
ister içinden bakılsın ister dışından,
bütün pencereler
birer yalnızlıktır ev denen yalnızlığın yüzünde.
çatılara üşüşen antenlere bakmayın, yalnızlıktır;
camları titreten şu müzik,
şu perdeler
ve omzunuza çarpıp geçen şu bıyık,
şu bira kasaları sonra,
şu mikrofondaki ses,
şu gülüş,
şu öpüşme
ve bütün alışverişler
yalnızlıktır.
gece, gündüz sizinle gezer, yalnızlık.
kimileri düşer yalnızlığa,
kimileri yükselir.
düşenler için ufuk yoktur artık;
bütün renkler beyazdır,
sesler birdir
ve yarın belki?dir,
dün şüphelidir,
bugün nerededir?
üstelik, sular kaskatıdır,
yönler düğümlenmiştir.
ve aynadır her şey;
tozludur anılarla,
kat kat kirdir.
düşenler için yalnızlık,
durup dinlenmeden akan susuz bir nehirdir
ben neyi yalnızlık sanmıştım bir keresinde?
sulardan bana akanı bilmiyordum o vakitler,
elmalardan, vitrinlerden, bebeklerden
bana akanı bilmiyordum.
pencere camı çatlasa
içimde bir cam fabrikası yıkılırmış bilmiyordum.
güzelliklerim güzelliklerinizdendi
güzelliklerimi bilmiyordum.
çirkinlikler varmış insanı büyüleyen,
bilmiyordum.
?gözün gördüğünü el, elin gördüğünü göz görmezmiş?
nesneler adama tasma takıp gülermiş,
bütün şarkılar aynı makamda okunur
ayrı makamda dinlenirmiş
ve susmak da bir şarkıymış
yürür ya da koşarken, coşarken
ya da deli dolu yaşarken,
Sayfa 27. ayına girmiş. Nerden baksan 750 den fazla şiir demek. İçinde 5-10 tane tekrar olsa bile bayağı çok şiir demek.
Hakkımı yiyemem iyi emek verdim :)
- Aferim sana bir yıldızlı peki. Kırmızı kurdelamız kalmadı :)
İyiyiz (Süreyya Berfe)
İyi bir apartman dairesinde oturuyoruz.
Komşularımızla tanışıyor, iyi geçiniyoruz (!)
Karımın bütün tırnakları bakımlı; uzunca, ojeli.
Saçları boyalı ve möbleli.
Çocuğumuz sınıfında, okulunda, her konuda birinci.
Hava durumunu
fotoğraflı ve görsel şeyleri merak ediyoruz.
Sözcükleri boza boza espriler yapıyoruz.
Arkadaşlarla, kahkahâlârla gülüyoruz.
Kafamızı da çalıştırıyoruz "fırsatımız" olursa.
Hafta sonları birer blucin
birkaç cin-tonik çekiyoruz altımıza.
İkimiz de kadın-erkek eşitliğine inanıyoruz.
Amma...
Sesimde tuhaf bir incelme, tükürüklenme
Karımınkinde tuhaf bir kalınlaşma, kuruma
Gittikçe...
Nedense?
Çiçek Yerine (Süreyya Berfe)
Yüzüne bak güneşin.
Yüzüne bak körfezdeki denize düşen güneşin.
Yüzüne bak acılı aşkların üstüne inen güneşin.
Gelişine bak akşamın.
Gelişine bak körfezdeki denize çöken akşamın.
Gelişine bak yarım yamalak aşkların üstüne giden akşamın.
Hayatı unutma.
Yeniyi unutma.
Yaşayanı unutma.
Sen ki duvardan akan sulara baktın ağladın.
Leğenlere dolan yağmura baktın ağladın.
Özendin sulara ve yağmura.
Kalbini gözlerinin yerine koydun.
Aktı mı sanki kanlı günlerin gecelerin kanı?
Uykusuzluk uçtu mu yuvasından?
Gönüller şen oldu mu?
Aktı mı ayrılığın deli ırmağı ayaklarının önüne?
Yumuşadı mı sert yanları
yuvarlandı mı kayaları?
Tutuldu mu ayrılık sevginin depremine
çekildi mi mağarasına inine
kayboldu mu ayrılık denilen yabanıl hayvan?
Hayır, hiçbiri olmadı bunların.
Çünkü, çamur içinde kalan çıplak ayaklarını
bana alacakaranlıkta da yazdığını unuttun.
Çocuk, genç kız ve kadın olduğunu unuttun.
Kapalı, uykuya dalmış gözlerinden duyguların yayıldığını
kalbimin içinde çarpan kalbinin sesinden sellerin boşandığını
beni alıp sürüklediğini. bir o yana, bir bu yana savurduğunu
kötü geçmiş zamanlarla iyi geçmiş zamanlar arasında bıraktığını
yanından uzaklara, uzaklardan yanına attığını unuttun
besledin adam ettin ayrılığı, iyileştirdin.
Çocuktun, çocuk oldun "herbirşey"e özenmedin.
Büyüdün, malları mülkleri terk ettin.
Gün oldu yanlız kaldın bir başına acıların ortasında.
Sevecen yanların eksilmemiş eksiltemedin.
Çoğu zaman kolların çocuğunu kucaklar gibi
koşman ayrılmak için değil kavuşmak için sanki.
Sabahları ilk önce ısınan senin bedenin
kar yağsa da ısınan senin bedenin.
Ne olursa olsun en geç soğuyan senin yüreğin.
insanlarla değil buzullarla da çevrili olsan
en geç soğuyan senin yüreğin.
Görmesek de yaşıyor o mavi kuş.
Beraber bakmasak da yağacak ilk kar.
Yağışına bak sevginin,
Yağışına bak körfezdeki dağların üstünde duran sevginin,
Yağışına bak vakitsiz aşkların üstünde kalan sevginin.
Yükselişine bak hasretin,
Yükselişine bak körfezdeki dağların üstünde uyuyan hasretin,
Yükselişine bak yavru aşkların üstünde çırpınan hasretin.
Hayatı unutma,
Yeniyi unutma,
Büyüyen Taş (Şükrü Erbaş)
Yalnızlık pürüzsüz lekesiz bir düzlük
Dünya kar altında, adam kar altında
Elindeki sigarayla yüreğini ısıtıyor.
İçindeki kedere denk bir çığlık
Rüzgârın boşlukta çaldığı ıslık
Kim bilir ne söylüyor bu yoksunluk içinde...
Adamın gözleri bulutlardan bir ülke
Ne bir sıcak pencere ne tüten bir kiremit
Baktığı her yerden ayrılık esiyor.
Oğlu eteklerinde büyüyen taş
Gözü duvardaki silahın boşluğunda
Bir kadın
Kar altındaki dünyadan yalnız
Yıllardır bozulmamış bir yatağı düzlüyor...
Bayağı ihmal etmişiz burayı :)
08.09.2020
Notre Dame'ın Küskünü (Serkan Türk)
her duyduğum ölüm kamburum
olurdu. sonsuz gökleri sarsardı yağmur
ellerinde kir birikmiş günahkar bir kadın
beyaz bir çarşafı gererdi bahçesinde
yaz'dı biliyorsun biten
ben orda koşacak ve yetişecek olandım
yeni zamanlarına dünyanın
tuttu yaprak döktü ağaçlar
kavak esnedi çatıya doğru
bir kuş havalandı kalbimde
tuhaf boşluk
açtığım camdan baktım tepelere
ateş yakmış kalabalık,
gittin mi? hiçbir gölge yer etmemiş
aydınlık evler, altındı penceren.
esmeralda bir çingene kadar esmer
bir o kadar alacaklı tanrı'sından
ve ben alıngan köle kamburum içimde
notre dame'ın küskünüyüm sanki
çalıyorum her saat çanlarını yalnızlığın
katedralin duvarına sinmiş frollo kadar ürkek
bakıyorum çarmıhıma.
bu düştüğüm yağmur suyu gözyaşım
olurdu. sonsuz içimi dağlardı sessizliği.
09.09.2020
Son Yürüyüş (Serkan Türk)
ben kendimle nereye taşınsam
orası gecenin köründe sana gelir
geçmiyordum, geçemiyordum senden,
kararlı bir gül gibi batmıştım dikenlerine
sanki kocaman kulağıydım evrenin
her ayrılıkta bütün sesler bende birikti
çok alıştım ulumasına içimdeki köpeklerin
hepsinin bağı çözüldü yalnızlıktan
kimi karıştı ilerideki çalılığına bahçenin
kimi ayın peşinden gitti sızlanarak benim yerime
orada başladı çöl ve uğultusu rüzgârın
gülün sesine bülbülün kokusuna karışarak
ateş böcekleri söndürürdü karınlarındaki fenerleri
her gece acılarımı ehilleştirdim tenimde
yüzüne baktım yıldızlarını dinledim
göğsünün alçalıp yükselmesi bir deniz
ikimiz aynı okula gitmişiz çocukken
o yüzden benziyoruz birbirimize
yolunu uzatıyoruz evlerin
allah biliyor gönlümüz bazen şen
bulduğumuza şükrediyorum birbirimizi
ama bazen dünyam küçük dar oda
zehir zıkkım kara bulutlar yağıyor üzerime
sen beton evlerin arasında yittin
kentin batısına doğru son yürüyüşümüz oldu bu
orası gecenin köründe senden gelir
10.09.2020
Nefes (Ülkü Tamer)
Dağın uykusuna, kuşun gözüne,
Sabahın sesine, taşıdım seni.
Kerem?in yaralı, ince dizine,
Irmağın yasına taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.
Elma kabuğunda, nar tanesinde,
Gizlenen mermere taşıdım seni.
Gecenin ördüğü, gün kafesinde,
Dolaşan kedere taşıdım seni.
Arının yazına, kışın otuna,
Yaprağın güzüne taşıdım seni.
Yürekten yüreğe mekik dokuyan,
Sevginin göçüne taşıdım seni.
11.09.2020
Sıra Göller (Ülkü Tamer)
Haşhaş tarlaları arasından geçeceksin,
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksın kendine.
İşte o zaman beni unutma,
Şairini, onun şiir yazan ellerini,
İçine dizilen sıra gölleri,
Kendi kendine konuştuğun seni,
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma.
Zakkumların arasından bir şehre gireceksin,
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek
Bir dinamit yapacaksın kendine.
Korkma, ateşle onu.
Öldürecek nice balıklar vardır sularında,
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
İşte o zaman unutma beni.
Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu.
Kıyılarda bile boğulan seni,
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini,
Çeliğinden kemik oyan gövdeni.
İçinde bir kaçakçı yaşar senin,
Kayıkla dolaşır göllerinde,
Beynine tabanca ve şiir satar,
O kaçakçının bakışını sakın unutma.
12.09.2020
Adam (Haydar Ergülen)
O Şehre davrandığın gibi davran bana da
O Şehre gittiğin gibi bana da git uçarak
bana da in, bana da kon ve el salla geride
bıraktığına: Elveda benim küçük adamım!
ufacıktan bir Şehri nasıl adam ettinse,
Sevdinse adam gibi, beni de o Şehir gibi
sev! Korkma sakın, adam etmez aşk beni,
geç benden, benim de köprülerim var,
aşkı seyret oradan, dalgın günüm geçiyor,
benim de gecelerim var, danset, eteklerin
fırdönsün, sen bana dön, bana eşlik et,
benim de sabahlarım var, uyanmaya ne saat,
ne telefon, ne kapı: bisikletin zilini
dizlerini kanatan bir deli kız çalsın yeter ki!
Benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak
üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var
güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar,
benim de Şiirlerim var, aşk konulu, senin
o Şehri sevmene benziyor, seni sevmeye
benziyor adamakıllı serserin olana kadar
Bir Şehri kıskanıyorum, benim böyle neyim var?
13.09.2020
Haziran (Haydar Ergülen)
Aşktır, yırtıldı yırtılacak bir anı gibi
eski sesli haziranın tam ortasından,
tam duyuldu duyulacak derken yalnızlığın
sesi aşktır, açılır bir şiirin her yerinde:
- Yalnızlık kokuyorsun demiş miydi Edip Bey,
öyleyse haziran kokuyorsun demiştir bir de
şunu: Bir anıya bir başka anıdan ne
kalır, elbet aşkın ortasında haziran kalır!
Bir yazı bile şurda-burda birlikte
tamamlamadan henüz, bir yaz daha
çıkarma telaşından sakın! Ne haziran
kalır geriye ne o adamla kadın!
Şimdiden teşekkürler bir anıyı böyle
dayanıklı kılan iyiliğine, aşkın
ve haziranın trenini kaçırma, ocakta
ateşçisi ol ve öv onu, hızlı geçen
şubatta yavaşlığına bak kırların, martta
makas değiştir, istasyonda bekleyen çocuğu
benim için öp, o senin çocukluğun!
Mayısı havalandır, sonrası hazirandır?
Hazirandır, yalnızlık gibi aşkın ortasındadır.
14.09.2020
Ne Dünya Ne Gözlerin (Nurullah Genç)
Kanatları efkârıma dokunan
Martılar konuyor omuzlarıma
Sırtımda toprak kokan
Afrika?dan çalınmış elbisemle
Ellerim sandığın gibi hoyrat değildir
Burnumda barut kokusu
Kulaklarımda çığlık
Hangi köşesinde kim bilir
Sitemkâr yeryüzünün
Gözyaşı gölcükleri arasından sessizce
Geliyorum o mağrur evinize
İtiraf ediyorum
Atalarımdan kalan
Bir avuç sevgiyle geçindiğimi
Uzanıp öpesim geliyor bulutları
Bulutların ötesinde gözlerin
Gölgende serinliyor çöl mahkûmları
Oysa göklerdedir benim tarihim
Denizi düşler ya insan
Suya dokunuşunu kalbin
Bütün tepelerinle sarmışsın beni
Vadilerimle boynu bükük
Bir damlanın düşmesini bekliyorum ömrüme
Toprağın mirasıyım
Rüyalarım bu yüzden kuraktır bazen
Bazen buram buram çiçek kokulu
Yağmur ölesiye vurgundur bana
Karanlıklar ülkesinden süzülen
Dantelli bir akşamdır ufuklarıma çöken
Kirpiğim uzaklarda ağlıyor
Her gülüşüm bir şeftali çiçeği
Her çiçeğe bakamıyorsa kalbim
Hep susuzluk değildir taşıdığım
Ayaklarım yanıltmasın
Yeminliyim, giremem her kapıdan
Martılar en temiz yalnızlığıdır
Kirlenen denizimin
Cemrelidir ellerin, menevişlidir
Aynalara yüklemişsin nazını
Tazeleyip ruhumu iksirinle
Düşürmüşsün beni sensizliğine
Sana tutundukça sarsılıyorum
Seni düşündükçe esaretteyim
Bu yürekten daha ağır
Yük taşımadı yeryüzü hamalları
Tut ki bir ben değilim
Annem, babam, o meczup kardeşimle
Karanlığı döşek yapıp
Gökleri yorgan diye çekiyorum üstüme
Tut ki yoksulluğun müptelasıyım
İstiyorsan, dökeyim avuçlarına içimin elmasını
Kalbim yakut bir kolye gibi gerdanını süslesin
Gözlerimden zümrüt küpeler yapıp
Kulaklarına takayım
İpekli yollarıyla
Gümüş penceresi, kapılarıyla
İstiyorsan, saraylar kondurayım gönlümden
Harfler kurşun, heceler kan
Kuşlar, ağaçlar, rüzgâr
Tanık oluyorlar bir kalpten
Amansızca kovulduğuna pervanelerin
Şimdi ne düya var, yağmur ve bahar
Ne de gözlerin var