04.10.2020
Kav (Sezai Karakoç)
Otomobil birden çıkıyor yoldan
Bir deniz kıyısında duruyor
Büyü bıçağı koparıyor onu gri harmanili kayalardan
Yalnız sırtlarından sezilen haçlı erleri kayalardan
Kayalar kapatıyor onun arkasını som
Düşünceyle şekerlendirilmeden
Günse eriyor yön yön Van Gogh'su bir kırmızılık
Kirazların ve güllerin tifoya kardeş çıkan rengi
Kokuları bile kıpkırmızı olan güllerin
Ve otomobilden inen sensin iki avcunda deniz
Çevrene üşüşen zeytin ağaçları
Arkandan inenler o kimlerdir ki avuçlarına gülüyor
Oluşa gülüyorlar kuşlara çocuklara
Ki senin ellerini görmek bir kurtuluştur çocuklara
Sen yüzünde Akdeniz memnunluğu sen Truvalı Helen
Sana gelmiş bütün yunanlılar atlı arabalarla
Atlarla otomobillerle uçaklarla
Bütün kiraz yangını çocukları andıktan sonra
Evrenin akşamından döndünüz evlerin parmaklarına
Almışsın üstüne örtücülüğünü siyah kahverenginin
Ağaç gövdelerinin kavların rengini
Tabiat seninle canlı ve yeni
Tabiatı duruşun ve bakışınla verimlendirmişsin
Ey geçmez gençliğin telâşsız sesi
Sesinle ölümü ürkütmüş terletmişsin
Bir piknik yer altı gençliğine gözlerin
Saçların bir başlangıç eski zaman leylâklarına
Bir vakit gelse ki kapansam ayaklarına
Geçen zamanı yanlış bir rüya gibi yorumlasam
Resmini yunanlılardan kalma kayalara oysam
Gitsem Bergama Tiyatrosunda seslensem ismini
Benimle birlikte tabiat çağırsa seni
Eski çağ çağırsa seni
Yeni çağ çağırsa seni
Her piknik gezintisinde yaptıkları gibi
Çiçek kuş arı ve mavi gökte güneş
Seninle donanırlar çocuk oyunlarında dağ düğünlerinde
Ve kayalar ilk olarak atalardan arınmış
Büyümüş denizden gelen sabırsız seslerle
Sonbahar papirüslerini birer birer atmış
Kentse yüzyıllarca ilerde ve ötede
Sen halk ve çocuklar ve bir portatif çadır
Ve kalakalmış bir oto uçurum kenarında
Hafta içi gel gitleri denizde kanayıp ıslanış
Güneş sevinçli yaşlarla kararmış
Tabiatla konuşmaya başlarsın bardakların derinliğinde
Çin çay bardaklarının
Birbirinizi yitirirsiniz tabiatın sisinde
Biriniz Kafdağında biriniz Çinseddinde
Deniz yüreğinizin telâşsızlığından aydınlığını emer de
Akşamın üstüne boşanır yanar beyaz gecelerde
İyot kokulu yalnızlık panayırlarında
Ben bir peri masalı gibi anılırım o anda
Gelip geçen bir nöbet gibi o anda orada
Saçılan eşya toplanır otomobil çalıştırılır dönüş başlar
Tabiatla son alışverişi yapar çocuklar
Deniz yavaş yavaş siyah bir kabuk bağlar
Çayırlar üzerinde soğan yumurta kabukları büzülmüş kâğıtlar
Sende kadınlığın o sonsuz gülümsemesi ve toparlanışı var
Gözler hep arkadadır acaba unutulan bir şey mi var
Mutlaka unutulan bir şey var
Gün bir bomba gibi düşer ve batar
Arkaya son bir göz atılır otomobile doluşulur
Şimdi sizi tabiattan koparan geri alan bir asfalt
Şehrin düşüncelerini yayınlayan kalorifer bacaları
Oraya buraya koşuşan insanlar
Ve bütün ışıklar yanar
05.10.2020
Otuzüç Menekşe (Tahsin Saraç)
Bir morlukta alabora oldu gök
Tan söktü
Güneş dik doruklara konan bir öpücüktü.
¦
Yürüyordu
Yürüyordu değil, sürülüyordu
Bir ak ölüme suçsuzlar, öbek öbek;
Korkunç bir önseziyle tanık tepeler
Utançtan eriyip küçülüyordu.
Yatağında sütlü kahve içerken
Karıcığı kırıtarak geçerken
Paşa orasını kaşıdı derken.
Otlar daha bir diridir şu an
Koyak daha bir can kokulu.
Öte yandan süngü, candarma, namlu
Bir de o paşadan gizli buyrultu;
Bir alçaklık göz kesilmiş, namludan
Gelincik yüreklere nişan alıyordu.
At üstünde geçer başkent sırtından
Ülkeyi kurtarmış derler yağıdan
Daha bir yağı mı olurmuş ondan?
Göz bağlı, diz bağlı, dil bağlı
Sıralandı yanyana otuzüç karaltı
Ve nişancılar çöktü.
Şu ılık dağ yellerinde sabahın, mermiler
Bir kılıç komutla, yağmurca boşanıp
Koca çınarları biçti yere döktü.
Ne horoz sesi, ne ezan, ne koyun
Ala bir acılıkta tüm doğa suskun
Bitti demir ağırlığı uykusuzluğun.
Bu dağ ne kıyımlar görmüştür bu dağ
Bu yöre ne açlıklar, kavgalar, kanlar...
Ve bu su, ne canlar almıştır bu su
Ne gelinler yutmuş, ne taylar, boğalar...
Ama bu kan var ya, otuzüç damla kan
Varan şu otuzüç sıcak pınardan
Akıp ezgi ezgi artık çağlara
Onu tüm kirlerinden arıtıyordu.
Buyurdu ölenler: kin tutulmaya
Son bula bu acı, bu kan, bu kıya
Mutlulukta yaşana koyun koyuna.
Bir kızılda alabora oldu gök
Gün söktü
Ve otuzüç menekşe günle boyun büktü.
06.10.2020
Boğuntu (Tahsin Saraç)
Bıkmaz mı
Dağlar oturmaktan, sular akmaktan
Ve güneş her gün doğrulup aynı yöne
Doğudan doğup batıdan batmaktan?
Kara, kara olmaktan; ak, ak;
Hep nane mi kokacak nane çiçeği
Konuşmayacak mı hiç şu kayalar
Evlerde mi oturacağız hep böyle
Ayağımız kesilmeyecek mi topraktan?
Anlamsızlıktan şu sonsuzluk
Gizi çözülmeyecek mi oluşun
Hiç mi bilinmeyecek şu evren
Yıldızlar sırıtacak mı hep uzaktan?
Bıkmaz mı, ama hiç bıkmaz mı
Yaratan, yaratılan aynı kalmaktan?
07.10.2020
Ben Ozanım ( Tahsin Saraç)
Yıkık tapınaklara döner kimi kez içim
Eski, sağır bir sızıyla balkıyan, inceden;
Işıdı mı ala bir tan
Ben ozanım
Kaç seviden kurşun yesem
Göveririm kendi külümden, yeniden.
Sofrada ekmek ve su, göğüste o gül duygu
Yığınların mutluluğu kavgasında hep yerim.
Tanrılar karşısında, doğa doğrultusunda
Devrim ateşlerini sonsuz yakacak odun
Toprakta kemiklerim.
Al bahar, yeşil yaprak
Titrerim ak yellerle dorukta kavak kavak.
Açlığın kan çizgisinde, ve taş dilsizliğinde
Değişip olurum hemen
Suskunluğum o sarı öfkesiyle
Kınında bekleyen soğuk bir bıçak.
Kısa çöpün uzun çöple kavgası
Süre gelmiş çağlar boyu
Ama şimdi son evrede, dönemeçte, yargıda.
Sizin yalnız kolunuz, bacağınız
Oysa benim
Hep yüreğim sargıda.
08.10.2020
Tut Ki Gecedir (Attila İlhan)
tut ki gecedir
karanlık sıvaşır ellerine camlardan
birden kırmızıya döner
trafik ışıkları
kükürtlü dumanlar yükselir
korkuya batmış
camkırığı adamlardan
tehlikeye büyür sakalları
ihbarlar birer sansar
bir telefondan bir telefona atlar
yeraltı örgütleri tetik üstünde
adres değiştirmiş silah kaçakçıları
fahişeler birbirinden kuşkulanıyor
katiller huzursuz
hırsızlar sinirli
hainler ürkekçedir
elleri telefona kendiliğinden uzanıyor
ihanete gece müthiş bir gerekçedir
ihanet bir bilmecedir
09.10.2020
Mahur Beste (Attila İlhan)
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara
10.10.2020
Elma (Cemal Süreya)
Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul'da bir duvar
Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise
İstanbul'da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci'nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine
Adımın bir harfini atıyorum
11.10.2020
Yüz (İlhan Berk)
Biliyor musun sen bir şiirde ilk satırsın ilk sözcük
Beyaz bir gül
Beyaz bir gül ne kadar beyaz olursa o kadar
Ne kadar suysa bir su
O kadar
Ben en yakın yüzüm yüzüne
Uyandığın sabaha, yatağına
Birden bulup birden yitirdiğin bir şey olur ya,ona
Bir dağ okulunda ilk derslere giren çocuklara
İlk coğrafyacılara
İlk harflerine bir alfabenin.
Yüzün ki korkular verir bana ne zaman yüzümü tutsam yüzüne
Ben ki ölüme hiç eğilmedim hiç girmedi sözlüğüme
Belki sokağa ilk çıkan bir çocuktur ölüm
Belki senin bazen topuz yaptığın saçın
Bir yaban çiceği ya da ve daha ilk geliyordur dünyaya
Bir demet maydanozu koparıp bırakmak belki de.
Dedim ya hiç bilmiyorum arabı belki de benim sık sık çıkarıp
Baktığım bir fotoğrafın
Bıyıkları hep yüzüne düşen bir adama çektirdiğim
Bir suya bakarken
Bir suya
Duru mu duru ve daha sessiz ölümün kendinden.
Ben ki seninle aştım yasları
Koydum çağıma adımı.Bir burukluğu
yüzün gibi.
12.10.2020
Güneşi Yakanların Selamı (İlhan Berk)
Bir zevk duyulmaz oldu, buranın rüzgârlarından
Hayat soldu bir günün enginlerinde yine.
Selâm! Sonsuzların yorgun gönüllerine
Selâm: Güneşi içeren çocukların diyarından!
Bir ateş yakalım ki geçmesin hatta bir an
Ve sussun kurtlar, kuşlar bir gök gürültüsüyle;
Bir ateş yakalım ki, tutuşsun gökler bile
Ve Güneş içilsin o gün, kızıl çanaklardan!
Varsın eskisin sesim kaybetsin ahengini
Geceler kıskanmasın aydınlığa süsünü.
Donatsın sonsuzluklar gibi gurubun rengini
Söylesin ve uzaklar baharın türküsünü...
Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden
Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden.
Selâm! Sonsuzluklara, hasretli gönüllerden,
Selâm, güneşi, göğü yakanlar bahçesinde! .
13.10.2020
Hikaye (İlhan Berk)
er şey bir gece içinde oldu
Sabahleyin her şey tamamdı.
Bu gördüğünüz gökyüzü
İlk defa gelip yerini aldı
Gökyüzünün gelmesiyleydi
Dünyada büyük bir değişiklik oldu
Mesela, ovalar daha o gün
Yalnızlıklarını unutuverdiler
Bu şimdi elsiz ayaksız gibi duran gece
O zaman ağaca yürüyen bir su gibi geliyordu
Gökyüzünün hemen arkasındandı
Denizleri gördük
Baktım bir kuş ilk defa keyifli keyifli
Baktım uçuyordu
Akşama doğruydu
Bitkilerle, hayvanlarla merhabalaştık
Her şey yaşamaya hazırlanıyordu
Her şey gelir gelmez hayatlarını
Himalaya'lar, Ant'lar, Erciyeş'ler
Bir daha kımıldamamak üzere yerleşiyorlardı
Herkes aklından geçirdiği kadar bir yeri
Dünyada kolayca bulmuştu
Gökyüzünde, yerde
Her ağacın, her taşın bir yeri vardı
Hatırlarım küçük kirli bir bulut
Durmuş olup bitenleri seyrediyordu
Dünyaya niçin bu kadar geç geldiğini
Elinde olsa tutup soracaktı
Şimdi bu geceyi, bu yıldızları fevkalade buluyorsunuz ama
Bu hiç de kolay olmadı
En başta, başı boş atlar gibiydi nehirler
Bu şiire girmeden önce
Her şey yerini alıyordu sırası geldikçe
İlhan Berk bütün bunları görüyordu.
14.10.2020
Ölüm Kere Ölüm (İsmet Özel)
İsa Golgota'ya çıkarken tökezlemeden önce
Önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim
Yar idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca
Dert oldum Hira'ya beni teskine geldi Efendim
İlk ben üşüdüm sonradır Tur-i Sina'daki sağnak
Dağa çıktım kurdu geberttim beni korkuttu keme
Çalmadığım kapı kalmadı can evimden taşarak
Duyan olmadı avazım ki desin Hallaç kekeme
İlenen oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş
Aşka düşmek eceliyse bedeni çoşturur anız
Ruh körelten çare bulmaz ilaç olmaz telaşlı döş
Pis mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız
Kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra
Bir benim sayıklayan Adem'i imla eden adı
Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire
Gittim çekip başımı gittim hakikat duraksadı.
15.10.2020
Ağrı (Birhan Keskin)
O günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç
dünya için. Rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.
Kıvrılıp giden dalgın bir yol, yolda eski bir taş,
Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.
Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,
İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.
Bir siyah beyaz kare içinde, hepsi hepsi bir hatıra işte
Bıraktın, unuttum, unutuldum.
Seni kırdığım yerden beni de kırdılar,
Ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni.
16.10.2020
Dağ (Birhan Keskin)
sabahın karşısında konuşmak ne zor!
incecik kül gibi kalıyorsun,
dağ susmaya giden yolu biliyor
sen bilmiyorsun
taş yarılıyor bir çiçek için, yol veriyor.
kısacık konuşuyor çiçek: "dünya" diyor,
"gördüm, benimle tamamlanıyor."
yeryüzü karşısında konuşmak ne zor!
yamaçtan aşağı bak, uçurum gör!
-görsene kekeme!
içindeki zayıf kan, dayanıksız dil,
olmamış hal
gümüş bir zirvede eriyor.
17.10.2020
Arka Bahçe (Birhan Keskin)
Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız
kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su
hakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün
aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına?
boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın
anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, bir
yarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yaban
meyvesi gibidir; gevşek ağızlarımıza dokunan zehir!
kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir?
birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,
hayalleri dik tutmak gerekir.
ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın
sen çatıyı kur.
sırları soracağım ben,
sen hayatın anlamını ara.
yazın yönünü değiştireceğim ben
sen yolculuğa çık.
ben arka bahçeyi özleyeceğim
sen inat et...
https://www.youtube.com/watch?v=Q3kx70Ne7II
18.10.2020
Vakit Var Daha (Cemal Süreya)
Elif Lam Mim. Yirmi üç haziran dokuz yüz altmış yedi
Bulanık atmosferin içinde gözlerim sımsıcak;
Yel değirmeni'nden denize sarpa sararak inen bir sokakta.
Vakit tamamdır diyorum. Ve sokağın sesi
Diyor ki değil daha
Vakit var daha
Bir kilise tadı taşıyor Dolmabahçe camiinin pencereleri
Uzaktan bakmak şartıyla ve aydınlık oluşunu saymazsak;
Ve denizin gişesinde oturan kısa boylu saat kulesi
Yakasının içine kaydırmış hafifçe basınç-ölçerini
Mermerin memelerinden hafifçe hafifçe damlıyor mavi
İlk mavi, doğru mavi, çayır çimen bilgisi
Cücükleniyor orda hemen ılık menekşesi Şems'in
Çalgıcısını da yanında gezdirirdi Konya'da Şems ki
Bir koku gibi dururdu parmağı yüzüğünün içinde
Gerindikçe bütün Doğuya yayardı bedenini,
Sağlığından çerçeveler yaratır Kelime Hatun
Uzun uzun duyardı gözlerine çekilmiş mili
Evlerden çadırlardan toplananlar bini buldukça
Padişahın önünde törenle uçuruldu kelleleri.
Geceyi bir dert gibi geride bırakan Yahudiye
Gündüz de tırnaklı hayvanların eti haram edildi
Genç Osman annesinin rahmini çekip üstüne
Adı burgaçlara yazılsın diye bekledi.
Ve Sinan düdenlerde olsun diye ölümü
Kurduğu her yapının temelini suya indirdi
Düşmanına ilerlerken tuhafça gülerdi
Köroğlu'nun sırtında üst üste dokuz dombay derisi.
Ve kaçarken yılan sokmuş orman perisi
Gözleriyle izlerdi sessizce erkeğini
Deve, devenin üstünde tabut, biri çekiyor deveyi
Üçü de Ali: deve, deveyi çeken ve tabutun içindeki,
Çılgın gibi koşuyorum köylerden şehirlere
Başını kayalara vura vura ilerleyen bir insan seli
Hafif kanlı Chevrolet'ler, hırslı Pontiac'lar, kıranta Buick'ler
Gürültüyle akıp gidiyor General Motors'un enikleri;
Ve ağır kıçlı, geniş çeneli, soluklu arabaları Ford?un;
Ve ağaçlar görüyor, gözlüklü, iri kıyım Chrysler ailesini
Sokak lambaları yerebatanlar yük kamyonları
Almadan edemeyeceğimiz bir selam gibi
Sırtlar arkalar talvekler duldalar öte yüzler
Ve kuyuya sarkıtılmış bir testinin dibi
https://www.youtube.com/watch?v=Q3kx70Ne7II memurumben.34, 2 ay önce - Alıntıya git
Fevkalede güzel bir şiiridir :)
19.10.2020
Perdeli (Cemal Süreya)
Mutluluk,
Diyordu adam,
Her konuda
Tekrara düşecek kadar
Rahat olmak.
Rahatsın,
Diyordu kadın,
Ama o sırada
Birdenbire
Odayı
Sözgelimi
Brezilya'ya
Çevirir
Bir çiçek.
İyi niyetlidir musluk,
Yüzüne çarptığın
Ve içtiğin su
Aynı serinliktedir.
Mutluluk mu,
Mutluluk:
Açan tütün
Körelten tütün.
20.10.2020
Fayton (Ece Ayhan)
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera'nın
Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın
Cemal Safi (Tek Hece Aşk)
Var mı beni içinizde tanıyan
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim
Kalmasa da şöhretimi duymayan
Kimliğimi tarif etmek zor benim
Bülbül benim lisanımla ötüştü
Bir gül için can evinden tutuştu
Yüreğine Toroslar? dan çığ düştü
Yangınımı söndürmedi kar benim
Niceler sultandı, kraldı, şahtı
Benimle değişti talihi, bahtı
Yerle bir eyledim taç ile tahtı
Akıl almaz hünerlerim var benim
Kamil iken cahil ettim alimi
Vahşi iken yahşi ettim zalimi
Yavuz iken zebun ettim Selimi
Her oyunu bozan gizli zor benim
Yeryüzünde ben ürettim veremi
Lokman Hekim bulamadı çaremi
Aslı için kül eyledim Keremi
İbrahim?in atıldığı kor benim
Sebep bazı Leyla bazı Şirin'di
Hatırım için yüce dağlar delindi
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim
İlahimle Mevlana?yı döndürdüm
Yunusumla öfkeleri dindirdim
Günahımla çok ocaklar söndürdüm
Mevladanım hayır benim, şer benim
Benim için yaratıldı Muhammed
Benim için yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Enbiyanın yüzündeki nur benim
Kimsesizim hısmım da yok hasmım da
Görünmezim cismimde yok resmim de
Dil üzmezim tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim
Benim adım aşk!