25.12.2020
Sayık Hattatlar Baladı ( Mehmet Butakın)
Bir gün sesinin muhtaç yankısını
unutarak öldüğümde, sen yalıtılmış
bir keder gibi yeniden..
Ah bir vadide kendi nefsine çömelen!
Bulutların alabildiğine yayıldığı bir yer düşün.
Gür saçlarından sis ve yağmur sarkıyor gölgemin.
O vaftiz kurnasına kasıklarımdan düşürdüğüm
bitler. Bu benim onursuz savaşım.
İçine sinmeyecek kadar kör.
Anlayacaksın bunu.
Günü geldiğinde yoklarım aylak aklımı.
Minârelerin geçimsiz boşluklarından
suyun ve rüzgârın çizgilerine
ve sadece oyulmuş haritalara eğilip kalabilirdin.
İyi mi yaptın gözlerinle
unutulmuş bir çocuğa benzemekle.
Bahtiyâr bir karanfilin ömrü var mıdır?
Ben bir rüyâkâr olsam en çok seni unuturdum.
Bütün sıkıntın bir eski masal.
Kara bir lanete doluyor aysularında
ruhum. Ben böyle deliyken
süslü bir müjgân batar kalbime.
Bulamam son öldüğümde çocukluğumu
unutup bir daha; seni bir daha bulamam diye
ne çok kadran kanadı, yaram eskidi.
Sayıklama beni!
Artık hiçbir şeyin tutkuyla yazıldığına
inanmıyorum. Aşk ya da çarşılara inmemiş
yaban inciri.
Boylu bir manastır boyunca yüzümü
bir aynaya burkup kalamam da.
Epey çiçekli bir dağ başını
duman tutmazmış.
Neden öyleyse!
Susarım, gerekmediğinde bile bana
yalnız olduğumu söyleme!
Adını yitirmiş esrarî bir aşk gibi durma arada.
Her an bir daha yaşanmaz yalanlarla
gezinip durduğumuz zaman konsolu.
Sana yalan söylenmiş bir tarihim belki.
Yeter ki dağınıktı her şey!
Bütün bildiğim bu değil elbet.
Yani sen orada bir azize değildin.
Ben kucağında ölü bulunmuş
bir münzevi tespihi.
Kimi geceler
bazı şeyleri bilmenin
mümkün olmadığı vakitlerden
ansızın içlerini oyup paslı bir kılıç..
Biliyorum artık hiçbir cümleyi tamamlayamayacağım.
Dön bir akşam zehrini paylaş benimle.
Büyü olmalı dedim kendi kendime.
Ruhun o karanlık varlığı, o sesleri
geçirmez kılan vehimli biçimler. Yani varoluş,
ısrarla kargışlanan koyu bir denge.
Önceleri yalan yere kırılmış, derin dillerin batağı.
Sana ruhumun ölüsü dedim, ölmedim.
Bütün dillerin üzerinde bir saklı taş.
Büyü olmalı!
Sana bir su tarifi versem yapar mısın?
Artık her yerde bedelsiz bir günah,
çekiliyor uyuyan tüllere
sarınmış derin bir yalnızlığı sevmeye.
Zifir nasılsa orada, karanlık bir sedir çırasını
bir uğultuyu serinlemek gibi.
Unut hepsini!
Adlarımız, inziva yerleri ve kusurlu birer
uyruk olduğumuz küstah imparatorluklar.
26.12.2020
Fevzipaşa (Ülkü Tamer)
"Fevzipaşa'da gördün mü
Ufka yağmur tohumu gibi saçılmıştı atlar
İslâhiye'den kopup Gâvur Dağı'nı kara bulutlara basacaklardı
Güneş, ikindinin ardına sinmişti
Kargalar vardı sessizliğin dilinde
Sessizlik vardı makasçının türküsünde
Gözlerini Ayran Tüneli'ne dikmiş
Bahçe istasyonunun kokusunu bekliyordu sanki
Kurumlar arasından güz kokusunu
Gördün mü o atları
Hangi posta treni yarışabilirdi onlarla.
Adana'dan beri taşıdığın sevinci, uçarılığı
Dokuz saat gecikmeyle getirdin Fevzipaşa'ya
Umurunda bile değildi bu gecikme
Daha uzasa tadını daha çok çıkaracaktın belki
Zarflar arasında en çok açılacak zarf gibi
Kitaplar arasında en son okunacak kitap gibi
Gelmesini istemediğin bir türkü sonu gibi.
Tren durunca inip dolaştın biraz
Birer ekmek yüzer gram tahin helvası alan askerlere baktın
Manevra yapan lokomotifi seyrettin
Keçiler'i, Kömürler'i, Eloğlu'yu, Narlı'yı aradın aşağılarda
İşte o sırada gördün mü atları
Kanatlarıyla rüzgar toplayan kuşları
Sılalardan sıla çeken telgıraf direklerini gördün mü?
Elini cebine soktun
Sıcacık okşadın ikinci mevki biletini
Şaşılacak şey, kondüktür bıyıksızdı, çiviyle delmişti biletini
Gülüşüyle bir kelepçe daha azaltmıştı kelepçeler içinde.
Koridordaki saraç, testisini uzatmıştı su içesin diye
- Nereden
-Görüşmeden.
Gördün mü o kuşları
Tebrik kartlarından göğe, gökten tebrik kartlarına sevgi taşıyorlardı
Ağızlarında incecik kurdelelerle.
Görüşmeden. Yüreğe çelik veren bir görüşmeden
Parmaklıklar arkasında sabah biriktiren umuttan.
Güvenliydi dostun, dirençliydi
Bir meydan sazı gibi konuşuyordu
Soluğu istasyona kadar götürmüştü seni
Orada bir tornacıya emanet etmişti
Tornacı bir karoserciye bırakmıştı inerken
Karoserciden saraç, saraçtan biletçi almıştı
Öyle güzel bir trendi ki, Ayran Tüneli'nde bile bunalmamıştın
Bir bayram yeri olarak gelmiştin Fevzipaşa'ya
Okşadın biletini
Hesapladın
Yılın bitmesine iki bin üç yüz yirmi sekiz saat vardı
Antep'e dört saat.
Özgürlüğe kaç saat vardı acaba?
Atlar yağmur tohumu gibi saçılmıştı ufka."
27.12.2020
Kuşun Ölümü (İsmet Özel)
Kuş damdan düşünce
Sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün
Bir yağmurdur açılan kuraklığa
Bir yağmurdur kulübesi nisandan
Ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
Kansız yüzleridir diri kuşların
Kuş düşünce camdan
Kuş düşünce damdan
Kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
Uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
Kuş öldü herkes mi arıyor
Gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
Onun gözlerini satılan çarşılarda
Kuş öldü kanadının altındaki o yara
Yağmurun karanlığını getiriyor geceye
Yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
Kuş öldü
Küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce
Öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
Suların aynasında üşüyen ellerini
Suların saygısıyla üşüyen ellerini
28.12.2020
Yıldızların Nerede Amsterdam (Özkan Mert)
Bir kente, bir insana nasıl başlanır
takvimlerden düşmekte olan soluk bir pazartesiye
taraçalarda - gaz tenekelerine yerleştirilmiş -
mor karanfiller, taş basamaklara...
Yeşil bir su akıyor gecenin içinden
Asitlenmiş kuleleri ve yorgun parkları kentin
yaralı. Saat kaç olursa olsun.
Umutsuz bir ilişki değildir gökyüzü.
Bir güvercin kadar hafif kelimelerle konuşalım isterseniz
kısayısa mutluluklar dileyelim birbirimize
Ama sonra herkes döksün kimliklerini ve sıfatlarını ortaya
Çünkü hayatı temizleyeceğiz.
Anlatacaklarım hepinizi ilgilendiriyor:
Hiçbiriniz kaçınamazsınız söyleyeceklerimden,
ben yanan bir bulut parçası olayım, siz de yıldızlar
ışıldatın yeryüzünü. Rüzgarı yıkayalım.
Hızla akıyor yaşamım güneşe doğru.
Avrupa'nın en günlü katedrallerinin önünden geçiyorum.
Duvar yazıları, duvar resimleri, hayatın en çıplak şiiri.
Çırılçıplak bir kentin içinde çırılçıplak yüzler.
Bir bakışta tanırsınız onları:
Toprağından sökülüp atılmış ağaçlar gibi
cıgaradan düşen bir kül gibidir onlar:
Ama bir bıçak kadar keskindir gözleri.
Bir davulun derisi kadar gergin yaşamımız. Ve
karlar altında kalan bir mücevher kadar soğuk belki kalbin.
Rüzgarlara ve acıya hükümlüsün.
Ama biliyorsun. Acısız ve sevdasız gidilecek bir yol yok.
Saat kaç olursa olsun. Umut vardır.
Dikkat! Hazin bir aşkın başlangıcıdır belki de bugün.
Hazin de olsa bu aşk, karanlık da olsa umut, inan bana
kesindir! Hayatı yıkayacağız.
Kanal boyunca yürüyorum Amsterdam'da.
Dudaklarımda lacivert bir tango.
Akşam mı oluyor? Ben mi yüzüyorum hüzünler
denizinde?
Gece ılık. Ve kalbim kanıyor galiba.
Küçük bir çocuğun oyuncak torbasına doldurulmuş evler.
Kocaman camlı pencereleri merakla bakıyorlar bana.
Bulutları kesen bir terziyim ben.
- Peki ama, yıldızların nerede Amsterdam?
Bir ton yıldızla geleceğim sana gene,
Takacağım yıldızları bir bir saçlarına.
Unutma! Sarı tramvayların, lalelerin kenti Amsterdam.
- Sevgilim oldun.
Tanıdık bir yüz elimi sıkıyor:
Kırmızı sakallı, kulağı kesik dostum Van Gogh.
Günaydın! Tablolarını rüzgar ve ateşle boyayan adam,
tanrının ikiz kardeşi, renklerin şeytanı.
Ah! Lacivert bir yağmur yağıyor Paris'e.
Ve lacivert bir tango dudaklarımda.
Sein nehri, hüzünlü kızım benim.
Tül bir perde sermişler toprağa. Paris olmuş.
Mavi bir mektup yazmak istiyorum memleketime.
Mavi bir şiir... Tarçın koksun her kelimesi.
İmbat rüzgarları uçursun a'ları, a'sız bir şiir olsun.
Ama tuzlu serseriliğim benim, eksik olmasın.
- Bir kadeh de rakım.
29.12.2020
Ben Savaşçı Değil Gül Yetiştiricisi (Özkan Mert)
1.
İşte! Gene bahar
saçlarım dolu rüzgârlarla
Merhaba! Diyorum
bir sürgün olarak yaşadığım Yeryüzüne
Merhaba! Böceklerin, yanardağların, rüzgârların
ve okyanusların evi
Bizim sevgili küçük bahçemiz
Benim doğduğum planet
Takvimlere bakıyorum: Mart'ı gösteriyor
Ben'se Nisan'a çarpıyorum
Öpüştüğüm güzelin
adını soruyorsanız: Mayıs
Geceleyin yıldızlarla flört eden
gül'leri ben yetiştirdim
Çünkü ben savaşçı değil, gül yetiştiriciyim
2.
Buz tutmuş Kuzey denizinin
üzerinde geziniyorum
Buzları çelik burgularla delip
uyuyan balıkları avlıyor İsveçliler
Bulutların arasından elini uzatıp
saçımızı çekiyor Mart güneşi
Kafamda dünyaya dair "Karanlık düşünceler"
korkuyorum insanın "Vahşet"inden
silahlardan, savaşlardan ve dinlerden...
Bir gün tüm umudumu
yitirirsem "İnsan"lardan
bu şüre gömün beni
3.
Çay ve elma kokan
başka bir planet tanıyor musunuz?
Yanardağların ve Gökkuşağının
sahibi siz misiniz? Hayır!
Konuksunuz bu dünyada
cebinizde dönüş biletiniz
Tanrı öpecek hepinizi bir gün
uçurumda...
Bulutlarda bir kent var: O'raya
taşınacaksınız
Ben'se küçücük bir hücresiyim Doğa'nın
karıncaların, kelebeklerin, ağaçların
yıldızların ve su'yun kardeşi...
4.
G, gırtlağıdır bir kentin
e, daha dişidir a'dan
C, Cemal Süreya değilse, kimdir?
İ, nedir peki?
- İlhan Berk'tir
Şiirden arabasıyla
dolaşmaktadır Bodrum'da
cebinde "Sözcük tarlaları"
K'yı hepiniz tanıyorsunuz: Kerim
Oğlumdur
dünyanın en yakışıklı adamı
13 yaşında
Tenisi bıraktı
kitap eleştirileri yapıyor
Dünyanın en mor dağları
Salihli'dedir
Ve çiçeklenmiştir şimdi
öbek
İzmir fuarında
deniz erleri geziniyor
başlarındaki şapka değil
zambak
Ortaokullu kızlar
erkek arkadaşlarını çekiştiriyorlar
kazaklarından...
İşte! Ansızın ilk öpücük
hiç unutulmayacak olan...
Utangaç
ve
kaçak
5.
Sırtı vadilere gömülü
bir güvercinle buluşuyorum gizlice: Evimiz
kurumuş bir nehir yatağı
Pembe bir akşam oluyor biz öpüştükçe...
Ah! Günbatımı
bir komplodur zaten
Aşk'sa kaydolmaktır hayat'a
Biliyor musun sen de ne yap? Git!
Bir dağ silsilesi ile arkadaş ol!
Kuşlarla birlikte yargılan!
Çünkü bir kuş
çekmez sesini kenara
çarpışmamak için Bahar'la
6.
İşte! Gene Bahar
Merhaba! diyorum
bir sürgün olarak yaşadığım Yeryüzü'ne
30.12.2020
Aşk Hepimizin Venediği (Özkan Mert)
Nişanlı kızların ve makilerin
imparatorluğudur şiir.
Müzikle flört ederek büyümüşken bile ben
bakın! Resmimi çektiriyorum bir nehre: Kentlerin
beni düşlemesi bu yüzdendir.
Bu yüzdendir bir sokağı biçerek gelişim.
Seninle başlattığımız bir odanın işgali
sürgün yüreğimdeki ışığın
ele geçirilemeyişine bir işarettir.
-Aşk hepimizin Venediği
Bir serçeye yaklabildiğimden daha çok
yaklaşabiliyorsam şiire,
bir tedhiş yuvasıdır elbet
ağzımın sabahla başladığı her yer.
İnce bakışlı bir barbar olarak
ne şoseler ne donanmalar kurtarır beni.
Çünkü yasaklanmıştır kalbim Praglı bir cazcı gibi.
Fundalıklardır gene de, Chagal'dır...
... bir hüznün geriye çevrilemeyişinin en güzel yanıtı.
-Chagal hepimizin abisi
İhtilaller, erotizm, bitki ve kuş artıkları
bozkırlar ele veriyor bizi: Kanayan
bir tarihtir savunmamız.
Seni kalçalarından tutarak çevirişim kendime
ölüme karşı bir şenliktir.
Elinde gökyüzüne dayalı bir gelincik
hızla gelip gidiyorsun ince ve sarı bir sokaktan.
Hem ince bir sokak her zaman bilinir,
istese de nereye kaçabilir ki mavi çocuk yüzlerinden?
-Çocuk yüzlerinin telefon numarası yok
Hayır! Hiç bir şey
geçip gitmeyecektir sözcüklerime çarpmadan.
Çorak bir toprak gibi parçalansa da kalbim
tanığım hepinize! Tanığım çağımıza!
Dünyanın herhangi bir köşesinde
göğsüm turnalarla dolu
dans ediyorum fışkın rüzgarlarla.
Körpe bir sabahtır silahım
kabzası gençlik resimleri ve hüzünlerle çentikli.
-Biliyorsunuz! İzmir benim hatıra defterim.
31.12.2020
Denize Karşı (Arif Berberoğlu)
Güneş bir yürek gibi atmakta
paslı gemi çapasının ucunda
kıyıda yaşlı bir adam
ekmek ufalıyor kuşlara
-nasıl da sait faik'e benziyor-
sokağa düşmüş denizkızını düşünüyor
bir de balık ve rakı var aklında
Güneş paslı gemi çapasının ucunda
batıyor usulca yalıma kesen suya
son tankerler geçiyor boğaz'dan
ve amerikan zırhlıları
kent yeraltına akıyor
gecenin derdine yanıyor sokak lambaları
artık herkesin bir karanlığı var
herkesin bir intiharı
sen de gittin
ayaklarıma sarılıyor üşümüş dalgalar
01.01.2021
Leyla (Arif Berberoğlu)
Madem o kadar uzaksın
öyleyse leyla olsun adın
gel duldamda dur
çarpmasın karayeller sana
suyum ekmeğim azmış, olsun
öyle tenhayım ki, usulca sokul
her yanım leyla koksun
Yarın bağbozumu
kırmızı toprak ve güneş
salkımlarda kanımız
sarı asma kuşları soluğumuzu duysun
gel duralım göz göze
içimde bir leyla olsun
İçimde bir leyla olsun
dem tutsun ruhum ateşinle
aydan süzülüp yoluma düşüyorsun
varsın bir hayal olsun gördüğüm, serap olsun
ben sürürüm zincirimi çöl çöl
su istemem leyla içimde köz olsun
02.01.2021
Bu Sabah Dünya (Arif Berberoğlu)
Bu sabah dünya külrengi
külrengi bütün çiçekler bütün bebekler
göz göze gelmeler günaydın demeler
gülüşler sevinçler külrengi
ceylan sudan ürküyor
bu değil ki suyun rengi
Ne kabaran bahar toprağında güneş
ne ıslak yapraklarda aşkın ipiltisi
dünya bu sabah hiç şiir yazılmamış gibi
hiç sevmemişim gibi seni..
duymuyor sesini martıların ve denizin
paslı gemi leşleri arasında yatan
ölü tersane işçisi
üç gün önce gelmişti daha
daha lokma ağzındayken
dağda vurulan kardeşinin haberi
Bu sabah dünya çorak bir yıldız
diyemiyorum bu sabah:
çoluk çocuk kahvaltı masasındayız
ayaklarımız dalgaların köpüğünde
lir sesi geliyor antik bahçelerden
elin elimin içinde..
Çoğalan kim eksilen ne
yalnız ağıt mı yapılır sözcüklerden
yalnız çığlık mı
işte yine o rüzgâr
karanlığın soluğu rüzgâr
kanlı bir muşamba gibi savurmakta
nefreti sokaklarda:
savaş istiyoruz
ölümü çok seviyoruz
evet ölümü çok seviyoruz
hiç bilmedik ki nasıl yaşanır
turuncu beyaz bir iklimde
nasıl insan kalınır
ekmek ve gül kokuları içinde
03.01.2020
Yak Bir Cigara (Metin Demirtaş)
Yürüsek bulur muyuz o havaları
Alkol almış, az üzgün
Bir sevdanın ilk günlerinde
Ürkütülmüş yalnızlığıyla güvercinlerin
Dağılan bir akşamın serinliğine
Kararsız nereye dursa şimdi
Hüzne eğik dallar
Mutluluktur ya bilinmez şimdi
Öğretir sonra gelen acılar
Ne zaman geçsek o köprülerden
Bir ufak rakı dönüşü köprülerden
Abanmış korkuluklara
Mırıldanırken o şiiri
-La Pont Mirebeau-
Dalıp gitmiş akan sularla sevdalara
Hey Apollinaire
Yak bir cigara
04.01.2020
Mektuplar Alırım (Metin Demirtaş)
Mektuplar alırım
Allı-karalı
Üstünde görülmüştür
Yiyecek alınmaz damgaları
Açarım
Birden, kuş ve şiir sürüleri
Havalanır içinden.
Kimi kanadı kırma
Düşe kalka
Kimi zıpkın gibi
Yetkin ve güzel!
Tutmaz çocuğun ayakları
Yaralıdır her bir yanları
Dar geçitlerden geçmişler
Acıları aşıp gelmişlerdir
Yeşile, güneşe hasret
Bir yürek çarpar
Her zarf içinde
Okurum
İçim daralır
Bakamam göğe, utanırım
Alır mektuplarımı
Havalandırmaya çıkarım
Dışarıda deli bir lodos
Esrik bir sonbahar
Aylardan aralık
Adresin üstünde mor bulutlar
Tahtalı'da kar vardır
Yasemin kokar ortalık
Dostlar ki gurbette
Dostlar ki hapistedir
Mektuplarıyla yetinirim artık
05.01.2021
Ay Dolandı Ardıçlığı (Metin Demirtaş)
Geceyarısı, uykun kaçmış
Camlardasın yine
Gümüş şarkısı kavakların
Ay germiş tefini
Geçiyor salına salına
Ardıçlığın oradan
Duman almış karlı dağları
Ahlatlar uzakta,
Durgun ve kara
Yalnız dervişleri kıraçların
Neden hep kederleri
Kederleri ve anıları çağırır sana?...
Elliye yakınsın
Ömrün sakin ikindisi
Şeftali çiçekleri değildir artık yağan
Okuduğun kitaplara
Dostların var sürgünde
Yabancı yağmurlarda üşüyen
Duvarlar demirler ardında kardeşlerin
Adanmışlar ince bir türküye
Acılar içinde
Zorlu bir yolu yürüyen
Sen de kuşatılısın burada
Bu kuytu kasabada
Elinde bir kadeh rakı
Susuz ve güzel
Duman olmakta bir damlayla
Senden mi yoksa güz yağmurlarından mı?...
Sürgit değildir bu karanlık
Tan ağarır, gün doğar birazdan
Sağır kadın Fatma
Sessiz ve gölgesiz
Bırakır gider bakracı kapına
Reyhan yaprağı serpili
Çayır çimen kokulu
Güleç yüzlü süt
Sararan yapraklarıyla ayva
Günaydın der sana
Hadi kurtul bu boğgun havadan
Ve git yat!
Ay dolandı ardıçlığı çoktan
Dışarda ay aydınlığı bir gece.
06.01.2021
Kar (Sezai Karakoç)
Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlıyacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın
Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın
Bu adam o adam gelip gider
Senin ellerinde rüyam gelip gider
Her affın içinde bir intikam gelir gider
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın
Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
Ruhum seni düşününce ışıdı
Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın
07.01.2021
Soluk (Güngör Tekçe)
Yatağa yattığımda yatakla bir olurum
Toprağa yattığımda da
Ne alt ne de üst vardır artık
Doğrulunca boyutlar yüz ölçümleri yüzlerim
Bir kuş kadar uzaktan göremediğim için
Bedensiz kokusuz renksiz
Sözcükler arasında dolaşmaya başlarım
Boş odaya düştü ışık başlangıçta
Çıplak acemi tedirgin
Ilk kopuşu güneşten
Geceleri gizlice suya kaçmayı öğrendi
Kavranamayan sudan sesleri
Bölümlemeyi çarpmayı
Ilk yazıyı öğrendi
Dallarımda fırdolayı kuşlarım
Yelkenlerimi diktim bekletiyorum rüzgârı
Silindi sokaktan kaydım
Milyarlarca yıldızın arasındayım
Bir sıfıra sığacak kadar geçmişim
Sonsuz noktacıklarla örtünse de yürüdüğüm
Virgül aralığından kuştüyüdür soluğum
08.01.2021
Git (İbrahim Baştuğ)
Git. En fazla hırçın kayalarda parçalanır teknen,
kalbimdeki fener söner. Ah şairdir bütün fenerciler
Kaza süsü verilmiş bir intiharla içine çeker
fitilin ucundaki alevi, tedavülden kalkmış
bütün eski fenerler
Git. Biliyorum her aşk uzadıkça boğucudur
Alışkanlığın tene ağ attığı
bir açık deniz sayıklaması olunca sevişme;
esriticidir sislerin ardından seslenen Sirenler
Peşinen kayalara oturacak biliyorsun teknen gitsen,
gitmesen ölü bir balık olarak kıyıya vuracaksın
09.01.2021
Sevgilim Cam İse Ben Kumum (Ertan Yılmaz)
Hayat bir yerinden keser de yaşatır bizi
hangi yanımızdan tutulmaya başlasak
denizler bozulur, altın kararır, çürür umut.
O zaman hıçkırıklı bir ut delirir yanım sıra
bulutlar kırılır, rüzgârın eseceği varsa da esmez.
Sevgili uzun bir düş olarak, adım atılmıyor trafiğinden
rotası yok ki pusulası olsun. Hep saplanış kente.
Yıllardır düşünüyorum nasıl silerim seni
hiç bu kadar parçalanmadı kalbim, yalnızlık gerici
hangi serseri kurşun öptüyse etimi o kadar denk aşka
meydanlara, yollara ya da hiçbir şeye
can yaksa gözbebeği kadar, boğazıma lokma olsa otursa
söylerken soluk alsam adını. Ah, yaşamak, yıl bir
takvimim ne aydan ne de güneşten
öyle inandım sana tarih yazmadı, yıl bir
sıfır henüz bulunmadı, büyük bir atlassın yanımda
kalkıştığım, diline dil olmak için
yazdığım, milyonlarca motor gürültüsü ve gökte işitmezlik
çamaşır makinesi çalışıyor hayat temiz değil
bulaşık makinesi çalışıyor saat iki, yıl bir
üstelik biz her insana demir attık gitmesinler diye
yine de kan gövdeyi götürüyor.
10.01.2021
Uğultu (Ertan Yılmaz)
gölgeni daha fazla zorlama
suya da anlatma düşlerini
sana dokunmadan da ağrıyor her yanım
acı bir uyku hapı kadar etkisiz
tam hissizlik başlangıcı
görüyorsun
bir güne günaydın demekle başlamadan
kokunu bile tanımıyor çöplerimiz
her kız babasına aşık değil mi
evet, buna dair daha söyleyeceklerin de yok
yine cesur musun
kim koymuşsa senin adını
zehirlenme iyi bir hastalıktır
kabuğunun içinde kal öyleyse
kıracağın başka şeyler ara
şimdi de anlam bulmaya çalışıyorsun
yenildiğin oyunlara
hadi gidelim gel olursa
ateş yakalım, çikolata eritelim
cebime iki avuç toprak dolduruyorum
bu ikimizin ağırlığı, bu da şarkımız
11.01.2021
Seni Gerçekten Sevdiğimi Unutma (Ertan Yılmaz)
Büyük özlemler koyulur bu kez de
hep aynı şeydir aslında gerilim, soğuk doğmaması demirin
bir dağa verdiğinde sırtını bir denizi boğabilmek
ve namludan çıkarcasına kapı çarpıp çıkmak evden
hayata açılıp gün kollamak, pusuda ölüm uykusuna yatmak
dahası beklemek mevsimlerden birçok şeyi...
Eylül gelince ilk yaprağın düşüşü, okul tatilinin bitişi
çorbacıda sabah altı, fırında odun ateşi ekmeği
bir büyükşehir, bir saatli meydan bir de takvimli saat
öyle günler arasında elma armut satan elma armutçu
kavun karpuz satan bir kavun karpuzcu
sevmek ve ölesiye sevmek arasında uçsuz bucaksız farklar
batmakla çıkmanın kardeş olduğunu bilmek sürekli
ve sürekli savunma oynayıp yenilmek
sonbahar gelince eylül'ün gelmesi, eylül gelince ekim'in
bıçaktan bıçağın yapılması belki de...
Belki de suyun üşüdüğünü bilmek kar yağdığında
ama içmek soğuk soğuk bir rakıyı
rakıdan sonra su, sudan sonra buz
buzdan sonra bilmek yumruk mezesini
ardından bakmak, ama ne bakmak öyle
yazmak, ama ne yazmak bu hayatın bir yerini
biliyor musun bilmem ama
seni gerçekten sevdiğimi unutma!
12.01.2021
An (İbrahim Baştuğ)
Ne rüzgârlar gördüm. Ne yalancı
şimşekler mevsimsiz. Hiçbir suya
gölge olmadım, hiçbir göze keder
Özlemi uzun geceler ve günler
geçirdim. Buhurun soluğunda
ağdığım günden beri göğe
Olgun bir nar gibi çatlayıp
yarılıncaya dek ikiye, beklediğim
davet. Sılası ve sofrası tenin. Gül
burcundaki dokunuş. Genzi yakan
kokusu yağış vaktinin. Zarın parçalanma
anı. Savruluşun toparlanış. Yaprağın
köke borcu, toprağın suya, korun küle
Aldanış ve cezbe
Ah bütün borçların silindiği anın
muştusu. Beklenen işaret. Gülün
kendini keşfi çiyde. Çiyin
kendini seyri aynasında gülün
Buhur, küheylanını sürer
göğe. Arzu yüzeye vurur
cazibe işler tende. Gül
zarını yırtar kendi dikeninde
13.01.2021
Annem İncecikti (Selahattin Yolgiden)
annem incecikti, ne zaman bana seslense
kaybolur giderdi rüzgarda sesi.
akşamüstleri, tatilcilerin terk ettiği sayfiyelerde
elimdeki el işi kağıdından yıldızların
göğün neresine yakışacağını düşünürdüm.
denizden esen rüzgara aldırmadan çıplak ayak...
akşamları ağır bir yorgan altında öksürürdüm
annemin elleri gelip bulduğunda saçlarımı
durmadan düşünürdüm: bu denizden başka deniz
var mı, bu denizin ötesinde farklı ülkelerde aynı anneler
böyle üşüten oğullarının saçlarını sıvazlar mı?
ilkbahar kucağında çiçeklerle geldiğinde saygı
duruşuna geçilirdi evlerimizde
her hıdrellez bir dal erik çiçeği takardı annem kapıya
baharın geldiğini bilsinler diye.
akşamları ateşten yanmış ayaklarımıza sürülen
merhemlerin serinliğine sığınırdık odalarımızda.
saatler işliyor durmadan, bırakıyor yerini anılara.
annem incecikti, bir şey söylemeye çalışsa
sesinden önce kendi giderdi uzaklara