Yoğun çalışma temposunun baskısı altında zaman kavramı olmaksızın fedakarca görev yapan polisin bu koşullar altında çalışmaya devam etmesi durumunda sahip olduğu optimum düzeydeki psikolojik ve fizyolojik performans kapasitesi zayıflar. Vücudun icra yeteneği giderek azalır. Polisin performans kapasitesini etkileyen ve bu konuda belirleyici olan kimyasal çeşitlilik, vücudu yaşanılan olumsuz olayların zararlarına karşı korur ve güçlü bir direnç hattı oluşturur. Kimyasal mozaik içinde bozulan bu hassas dengeler pozitif enerji hücrelerinin dayanıklılığını azaltarak, kontrol ve yönetim mekanizmasını zayıflatır. Stres-Duygu-Enerji üçlüsü arasında yaşamın kalitesi açısından çok sıkı bağlar ve etkileşim vardır.
Türk polisinin zihinsel olarak sakinleşmesi, korku, öfke ve nefret gibi insan psikolojisini bozan ağır tahribatlı duygulardan uzak durabilmesi onun mutlu, huzurlu, enerjik ve sosyal yaşamlarında atak olabilmesine bağlıdır. Aile yaşamına ayıracağı zaman da onun psikolojik kondisyonunu sürekli üst seviyelerde tutacaktır. Eğer polisten insan haklarına, hukuka ve demokrasiye saygı bekliyorsak, öncelikle onlarında insan olduğunu ve haklarının bulunduğunu unutmamalıyız. Zor çalışma koşulları altında psikolojik ve fizyolojik dengeleri bozulan ve sosyal izolasyona maruz kalarak aşırı stres yaşayan polislerin tükrüklerinde normallerinden daha çok miktarda kortizol (stres hormonu) bulunur. Hormonun yoğunluğunun bu kadar çok oluşu kalp ve damar hastalıklarının ortaya çıkmasına neden olduğu gibi, psikolojik sorunların da başlamasına fırsat yaratmaktadır.
Oturdukları yerden ayağa kalktıklarında kan basınçları aniden yukarıya, yani baş tarafa doğru hızla fırlar. Zihinsel proplemleri çözerlerken göz bebekleri iyice büyür. Bu değişim onların olaylar karşısında daha çok konsantrasyon gösterdiğinin belirgin bir ifadesidir. Görsel dikkatin ve algılama yetisinin azalmaya başlaması ile birlikte, kaygılar da yorgun zihinlere hançer gibi saplanır. Meslek hayatında, aile düzeninde ve sosyal yaşamında yer almaya başlayan endişeler, kaynağı belirsiz şüpheler, anlamsız korkular, güç ve direnç kaybı, ruhsal hezeyanlar, gerginlikler ve ankisiye bozukluğu gibi yıpratıcı travmalar onların yaşamından en güzel günleri çalarak kronik çaresizliğin ve yalnızlığın içine hırçınlaşan dalgalar gibi acımasızca sürükler. İşte bu tablo ruhsal ve fiziksel çöküntülerin başlangıcı olarak hafızalara kazılmaktadır. Sosyal çevresini etkin ve yeterince oluşturamayan polisin cesareti kırılmakta ve kendisine olan güven duygusu da giderek azalmaktadır.
Şartlar, tepkiler ve beklentiler ne olursa olsun polis her ortamda ve her koşulda kendisini anlatabilme, tanıtabilme ve sorgulayabilme cesaretini gösterebilmelidir. Elbette ki insanı canından bezdiren, hayata küstüren ve her şeyden bıktırtan böylesine ağır çalışma şartlarında bu söylenenleri uygulamak ne denli başarılı olur o da ayrı bir konu. Yaşanan motivasyon bozukluklarının ve ağır çöküntülerin tekrar geri kazanımı için polislere psikolojik, sosyal ve duygusal anlamda kalıcı ve önleyici destek verilmelidir.
Gerek toplum içinde ve gerekse teşkilat içinde huzuru ve mutluluğu bulamayan polis, yıkılmış psikolojisi ve yorgun düşmüş fiziksel yapısıyla potansiyel suçlu kimliğine bürünebilir. Aşırı zihinsel yorgunluk sonrası gelişen bilinç kaybı, dimağ yorgunluğu, çaresizlik sendromu, mesleki baskılar ve aşırı duygusal çöküntüler onu intihara kadar sürükleyebilir. Polisin içinde bulunduğu bu bozuk psikoloji ile olaylar karşısında göstereceği tepkiler de çoğu zaman şiddete yöneliş ve anti sosyal davranışlar olarak kendini gösterebilir.
Polisin görev anlayışındaki etik değerleri onun için hep gurur kaynağı olmuştur. Sadakati, vefası ve özverili çalışmaları ile insani, vicdani ve ahlaki değerleri en üst seviyelere çekmeyi başarmıştır. Türk polisi yaşadığı bütün olumsuzluklara ve sorunlara, uğradığı onca haksızlıklara rağmen çektiği bütün acıları, sıkıntıları ve üzüntüleri yüreğine gömerek şerefi, haysiyeti ve onuruyla başı dimdik görevini sürdürmeye devam etmektedir. (ikinci bölüm)
Ş.Ünal BENLİALPER
Polis Hakları Yazarı
Yoğun çalışma temposunun baskısı altında zaman kavramı olmaksızın fedakarca görev yapan polisin bu koşullar altında çalışmaya devam etmesi durumunda sahip olduğu optimum düzeydeki psikolojik ve fizyolojik performans kapasitesi zayıflar. Vücudun icra yeteneği giderek azalır. Polisin performans kapasitesini etkileyen ve bu konuda belirleyici olan kimyasal çeşitlilik, vücudu yaşanılan olumsuz olayların zararlarına karşı korur ve güçlü bir direnç hattı oluşturur. Kimyasal mozaik içinde bozulan bu hassas dengeler pozitif enerji hücrelerinin dayanıklılığını azaltarak, kontrol ve yönetim mekanizmasını zayıflatır. Stres-Duygu-Enerji üçlüsü arasında yaşamın kalitesi açısından çok sıkı bağlar ve etkileşim vardır.
Türk polisinin zihinsel olarak sakinleşmesi, korku, öfke ve nefret gibi insan psikolojisini bozan ağır tahribatlı duygulardan uzak durabilmesi onun mutlu, huzurlu, enerjik ve sosyal yaşamlarında atak olabilmesine bağlıdır. Aile yaşamına ayıracağı zaman da onun psikolojik kondisyonunu sürekli üst seviyelerde tutacaktır. Eğer polisten insan haklarına, hukuka ve demokrasiye saygı bekliyorsak, öncelikle onlarında insan olduğunu ve haklarının bulunduğunu unutmamalıyız. Zor çalışma koşulları altında psikolojik ve fizyolojik dengeleri bozulan ve sosyal izolasyona maruz kalarak aşırı stres yaşayan polislerin tükrüklerinde normallerinden daha çok miktarda kortizol (stres hormonu) bulunur. Hormonun yoğunluğunun bu kadar çok oluşu kalp ve damar hastalıklarının ortaya çıkmasına neden olduğu gibi, psikolojik sorunların da başlamasına fırsat yaratmaktadır.
Oturdukları yerden ayağa kalktıklarında kan basınçları aniden yukarıya, yani baş tarafa doğru hızla fırlar. Zihinsel proplemleri çözerlerken göz bebekleri iyice büyür. Bu değişim onların olaylar karşısında daha çok konsantrasyon gösterdiğinin belirgin bir ifadesidir. Görsel dikkatin ve algılama yetisinin azalmaya başlaması ile birlikte, kaygılar da yorgun zihinlere hançer gibi saplanır. Meslek hayatında, aile düzeninde ve sosyal yaşamında yer almaya başlayan endişeler, kaynağı belirsiz şüpheler, anlamsız korkular, güç ve direnç kaybı, ruhsal hezeyanlar, gerginlikler ve ankisiye bozukluğu gibi yıpratıcı travmalar onların yaşamından en güzel günleri çalarak kronik çaresizliğin ve yalnızlığın içine hırçınlaşan dalgalar gibi acımasızca sürükler. İşte bu tablo ruhsal ve fiziksel çöküntülerin başlangıcı olarak hafızalara kazılmaktadır. Sosyal çevresini etkin ve yeterince oluşturamayan polisin cesareti kırılmakta ve kendisine olan güven duygusu da giderek azalmaktadır.
Şartlar, tepkiler ve beklentiler ne olursa olsun polis her ortamda ve her koşulda kendisini anlatabilme, tanıtabilme ve sorgulayabilme cesaretini gösterebilmelidir. Elbette ki insanı canından bezdiren, hayata küstüren ve her şeyden bıktırtan böylesine ağır çalışma şartlarında bu söylenenleri uygulamak ne denli başarılı olur o da ayrı bir konu. Yaşanan motivasyon bozukluklarının ve ağır çöküntülerin tekrar geri kazanımı için polislere psikolojik, sosyal ve duygusal anlamda kalıcı ve önleyici destek verilmelidir.
Gerek toplum içinde ve gerekse teşkilat içinde huzuru ve mutluluğu bulamayan polis, yıkılmış psikolojisi ve yorgun düşmüş fiziksel yapısıyla potansiyel suçlu kimliğine bürünebilir. Aşırı zihinsel yorgunluk sonrası gelişen bilinç kaybı, dimağ yorgunluğu, çaresizlik sendromu, mesleki baskılar ve aşırı duygusal çöküntüler onu intihara kadar sürükleyebilir. Polisin içinde bulunduğu bu bozuk psikoloji ile olaylar karşısında göstereceği tepkiler de çoğu zaman şiddete yöneliş ve anti sosyal davranışlar olarak kendini gösterebilir.
Polisin görev anlayışındaki etik değerleri onun için hep gurur kaynağı olmuştur. Sadakati, vefası ve özverili çalışmaları ile insani, vicdani ve ahlaki değerleri en üst seviyelere çekmeyi başarmıştır. Türk polisi yaşadığı bütün olumsuzluklara ve sorunlara, uğradığı onca haksızlıklara rağmen çektiği bütün acıları, sıkıntıları ve üzüntüleri yüreğine gömerek şerefi, haysiyeti ve onuruyla başı dimdik görevini sürdürmeye devam etmektedir. (ikinci bölüm)
Ş.Ünal BENLİALPER
Polis Hakları Yazarı