''Sevmek,öğrenmekle başlar'' der İskender Pala.Nitekim haklı da bu tespitinde.
Divan Edebiyatının bugün hak ettiği değeri bulamaması,onu yok saymaya çalışan tutumların,
odak noktası onu öğrenmemek,öğrenmek istememek ile ilintili zannımca.
13. Yüzyıldan 19. Yüzyılın ortalarına dek sürmüş olan divan edebiyatı,özgün bir sanat anlayışı,
sanatlı dili ile İslam dini ve tasavvufa dayalı bir dünya görüşüne sahiptir.
Ruha seslenen,yüksek duygu ve heyecanları ile güzellik ve bütün güzelliğini ön plana çıkaran beyitlere dayalı bir edebiyattır.
Teknolojinin olmadığı bir dönemde halkın eğlenme,hoş vakit geçirme unsunlarının başında geldiği gibi savaşlardan yorulmuş bir milletin ve içinde barındırdığı mensuplarının nefes alabildiği bir bahçe olmuştur..
Divan Edebiyatı için halktan kopuk olduğu yönünde çeşitli yakıştırmalar yapılsa da bu gerçeği yanısıtmaz.
Anadolu'nun en ücra köşelerinde dahi anlaşır,okunurdu İstanbulda yazılan bir eser.
Dilinin ağır olduğu ve süslü eleştirisi getirilir,doğru fakat şunu da unutmamak gerekir,
Şiir başlı başına bir ilham meselesi değil en nihayetinde..İlham üryan olarak gelir sahibine,
Sahibi de onu en güzel,en süslü,en bilinmedik,en görünmedik kelimeler ile giydirir.
Öyle ki çoğu zaman bir kelimenin üçüncü hatta dördüncü anlamları dahi kullanılmıştır.
Buradaki amaç,daha önce duyulmamış,görülmemiş olmasının verdiği heyecandır.
Bu minvâlde edebiyat kıyafetleri giydirilen o ilham,kimi zaman saraylara layık olmuştur,
kimi zaman yüz binlerin önüne çıkmış,onlara seslenmiştir.
Nereye çıkarsa çıksın,üzerinde hep özenli,süslü,güzel kıyafetler barındırmıştır.
İçerisinde sayısız Üstad yetiştiren divan edebiyatı,bizim has edebiyatımızdır,onu yok saymak,
görmezden gelmek,Fuzuli'yi Baki'yi Nefi'yi,Zati'yi,Hoca Dehhani'yi yok saymak demektir.
Bugün Fuzûli'nin
Mende Mecnun'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnun'un ancak adı var
dizelerini
Bakî'nin
Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş
mısrasını,
Zâti'nin,
Benem deryâ-yi eşkinde vücûdı ayn-ı nûn olmış
Kenâr-ı âbda aks-i şecer-veş ser-nigûn olmış
dizelerini nasıl yok sayabilir,görmezden gelebiliriz ki..
Biz görmesek de onlar bizim has bahçemiz olmaya devam edecek ve muhakkak
kendini hatırlayacak nesilleri bekleyecekler ve hasretle onları kucaklayacaklarından
hiç şüphem yok.
Bu divan edebiyatı kısa girişinden sonra, zaman içinde doğuşunu,gelişimini ve olgunluk dönemini aktarmaya çalışıp,Sanatçılar hakkında ilginç bilgiler ve anektodlar paylaşacağım.
Vakit ayırıp okuyan herkese teşekkür ederim,
Saygılarımla.
''Sevmek,öğrenmekle başlar'' der İskender Pala.Nitekim haklı da bu tespitinde.
Divan Edebiyatının bugün hak ettiği değeri bulamaması,onu yok saymaya çalışan tutumların,
odak noktası onu öğrenmemek,öğrenmek istememek ile ilintili zannımca.
13. Yüzyıldan 19. Yüzyılın ortalarına dek sürmüş olan divan edebiyatı,özgün bir sanat anlayışı,
sanatlı dili ile İslam dini ve tasavvufa dayalı bir dünya görüşüne sahiptir.
Ruha seslenen,yüksek duygu ve heyecanları ile güzellik ve bütün güzelliğini ön plana çıkaran beyitlere dayalı bir edebiyattır.
Teknolojinin olmadığı bir dönemde halkın eğlenme,hoş vakit geçirme unsunlarının başında geldiği gibi savaşlardan yorulmuş bir milletin ve içinde barındırdığı mensuplarının nefes alabildiği bir bahçe olmuştur..
Divan Edebiyatı için halktan kopuk olduğu yönünde çeşitli yakıştırmalar yapılsa da bu gerçeği yanısıtmaz.
Anadolu'nun en ücra köşelerinde dahi anlaşır,okunurdu İstanbulda yazılan bir eser.
Dilinin ağır olduğu ve süslü eleştirisi getirilir,doğru fakat şunu da unutmamak gerekir,
Şiir başlı başına bir ilham meselesi değil en nihayetinde..İlham üryan olarak gelir sahibine,
Sahibi de onu en güzel,en süslü,en bilinmedik,en görünmedik kelimeler ile giydirir.
Öyle ki çoğu zaman bir kelimenin üçüncü hatta dördüncü anlamları dahi kullanılmıştır.
Buradaki amaç,daha önce duyulmamış,görülmemiş olmasının verdiği heyecandır.
Bu minvâlde edebiyat kıyafetleri giydirilen o ilham,kimi zaman saraylara layık olmuştur,
kimi zaman yüz binlerin önüne çıkmış,onlara seslenmiştir.
Nereye çıkarsa çıksın,üzerinde hep özenli,süslü,güzel kıyafetler barındırmıştır.
İçerisinde sayısız Üstad yetiştiren divan edebiyatı,bizim has edebiyatımızdır,onu yok saymak,
görmezden gelmek,Fuzuli'yi Baki'yi Nefi'yi,Zati'yi,Hoca Dehhani'yi yok saymak demektir.
Bugün Fuzûli'nin
Mende Mecnun'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnun'un ancak adı var
dizelerini
Bakî'nin
Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş
mısrasını,
Zâti'nin,
Benem deryâ-yi eşkinde vücûdı ayn-ı nûn olmış
Kenâr-ı âbda aks-i şecer-veş ser-nigûn olmış
dizelerini nasıl yok sayabilir,görmezden gelebiliriz ki..
Biz görmesek de onlar bizim has bahçemiz olmaya devam edecek ve muhakkak
kendini hatırlayacak nesilleri bekleyecekler ve hasretle onları kucaklayacaklarından
hiç şüphem yok.
Bu divan edebiyatı kısa girişinden sonra, zaman içinde doğuşunu,gelişimini ve olgunluk dönemini aktarmaya çalışıp,Sanatçılar hakkında ilginç bilgiler ve anektodlar paylaşacağım.
Vakit ayırıp okuyan herkese teşekkür ederim,
Saygılarımla.