Yeniyim çözmeye çalışıyorum, bir yandan da alışıyorum.
Bir keresinde kavga edip birbirlerinden nefretle ayrı düşen iki arkadaşım vardı. Ayrı zamanlarda ve mekanlarda dertlerini döküyorlardı her ikisi de. Ancak bana enteresan gelen, her ikisi de ayrılık nedenini anlatırken aynı cümleleri kullanmalarına rağmen sadece zamirler değişiyordu. ''Hep verdim, hep alttan aldım, hep affettim ya da hiç sorumluluk almıyordu, hep başkalarına değer veriyordu, beni hep yalnız bıraktı...''
Başlangıçları çok mu gözümüzde büyütüyoruz ya da karşımızdakilerden hep kendi arzularımızı yerine getirmesini mi bekliyoruz, herkes aynı durumlardan şikayetçi ise acaba vermeden almaya mı çalışıyoruz, ya da gerçekten haketmıyor muyuz? Diye düşünüp dururken yıllar önce sorusunu bilmediğim cevap geldi aklıma:
?Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu.? Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri? Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken ?Geçme! Dur!? diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir ?Eyvah!? ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi? (Erenlerin Bağından, Y.K.K.)
Cevaplar sorudan önce gelir; ancak hep sorulduktan sonra ararız :)
Yeniyim çözmeye çalışıyorum, bir yandan da alışıyorum.
Bir keresinde kavga edip birbirlerinden nefretle ayrı düşen iki arkadaşım vardı. Ayrı zamanlarda ve mekanlarda dertlerini döküyorlardı her ikisi de. Ancak bana enteresan gelen, her ikisi de ayrılık nedenini anlatırken aynı cümleleri kullanmalarına rağmen sadece zamirler değişiyordu. ''Hep verdim, hep alttan aldım, hep affettim ya da hiç sorumluluk almıyordu, hep başkalarına değer veriyordu, beni hep yalnız bıraktı...''
Başlangıçları çok mu gözümüzde büyütüyoruz ya da karşımızdakilerden hep kendi arzularımızı yerine getirmesini mi bekliyoruz, herkes aynı durumlardan şikayetçi ise acaba vermeden almaya mı çalışıyoruz, ya da gerçekten haketmıyor muyuz? Diye düşünüp dururken yıllar önce sorusunu bilmediğim cevap geldi aklıma:
?Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu.? Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri? Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken ?Geçme! Dur!? diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir ?Eyvah!? ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi? (Erenlerin Bağından, Y.K.K.)
Cevaplar sorudan önce gelir; ancak hep sorulduktan sonra ararız :)