Editörler : E.Kayı Han

Recluse34
Kapalı
01 Temmuz 2021 20:30

https://www.youtube.com/watch?v=1iE0LW0Ua7E

Gökyüzünün Korunmuş Tavan Olması

Video Metni

"Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise ayetlerinden yüz çeviriyorlar." (Enbiya 32)

Kur'an bu ayet-i kerimesiyle gökyüzünün korunmuş bir tavan olduğundan bahsetmektedir. Acaba korunmuş tavan olmak, ne manaya gelmektedir. Şimdi bu konuda bilim adamlarının sözlerini dinleyelim:

Atmosfer dünyayı çepeçevre kuşatan, gözle görmediğimiz çeşitli gazlardan oluşmuş, 10 bin km.ye varan kalınlıkta, taştan daha sert bir gaz okyanusudur. Şimdi atmosferin koruyucu özelliklerini maddeler halinde sıralayalım;

1- Meteor ve gök taşlarına karşı koruması:

Uzay'dan dünyamıza her gün irili ufaklı milyonlarca meteor düşmektedir. Atmosferimiz bu meteor bombardımanına karşı şeffaf yapısına rağmen adeta çelikten bir set gibi karşı koymaktadır. Atmosfer'in bu özelliği olmasaydı Dünya'da hayat olmazdı. Yeryüzü ise delik deşik olurdu. Bunun bir örneğine uydumuz Ay'a gidildiğinde tanık olunmuştur. Sağanak halinde yağan taşlar Ay yüzeyine çarpmış, irice olanları ise Ay'ın kabuğunun içine de girerek derin çukurlar oluşturmuştur. Meteorlar Atmosfer'deki moleküllere büyük bir hızla çarpmakta, yüksek bir sıcaklık kazanıp buharlaşmakta ve toz parçalarına dönüşerek kaybolmaktadır.

2- Güneşin zararlı ışınlarına karşı koruması:

Atmosfer aynı zamanda Güneş'ten gelen zararlı ışınları da filtre eder. Canlılar için öldürücü etki yapan mor ötesi ışınları tutar. Eğer atmosferin Ozon tabakası olmasaydı, Güneş'ten gelen zararlı ışınlar filtre edilmeyecek ve dünyadaki hayat yok olacaktı. İşte ayet-i kerimede, "korunmuş tavan" ifadesiyle bu korumaya da işaret edilmiş ve bunun Allah'ın varlığına karşı bir ayet ve delil olduğundan bahsedilmiştir.

3- Uzayın dondurucu soğuğuna karşı koruması:

Uzay'daki ısı ortalama ?270 derecedir. Dünya'mız Uzay'ın bu dondurucu soğuğundan yine Atmosfer sayesinde korunur. Atmosfer sahip olduğu özellikler sayesinde Güneş'ten gelen enerjinin çabucak gök boşluğuna geri dönmesini engellemektedir. Ayrıca Güneş ışınlarının dağılmasını sağlayarak Güneş'i doğrudan görmeyen ve gölge olan yerlerin de aydınlık olmasını olanaklı kılmaktadır.

Atmosfer, içerisinde oluşan hava hareketlerine bağlı olarak yeryüzünde sıcaklığın dengeli dağılmasını sağlar. Bu yolla çok ısınan yerlerdeki hava kütleleri, az ısınan yerlere taşınır ve bir denge kurulur. Böylece sürekli ısınan Ekvator ve çevresinde sıcaklıkların aşırı yükselmesi, devamlı sıcaklık kaybına uğrayan kutup çevrelerinin ise aşırı soğuması önlenmiş olur. Kısacası Uzay'ın öldürücü ısıdaki soğuğundan korunmamızdan, Dünya'daki yaşanılabilen ısının sağlanmasına kadar tüm oluşumlar, Allah'ın, Atmosfer'i tüm detaylarıyla mükemmel şekilde yaratması sayesinde mümkün olmuştur.

Dünya'yı zararlı etkilerden koruyan yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür.

Van Allen Kuşakları olmasaydı Dünya'daki hayat mümkün olmayacaktı. Güneş dışındaki yıldızlardan gelen öldürücü kozmik ışınlar, Dünya'nın etrafındaki bu koruyucu kalkanı geçememektedir. Söz konusu plazma bulutları Hiroşima'ya atılan atom bombasının 100 milyar katına ulaşan değerlere ulaşabilmektedir.

Güneş'ten Dünya'mıza ısı ve ışık dışında, radyasyon ve hızı saniyede 1,5 milyar km.ye varan proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgâr gelir. Fakat Güneş rüzgârları da Dünya'nın 40 bin mil uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen kuşaklarını geçemez. Bizler, hayatımızı tehdit eden tüm bu tehlikelere karşı hiçbir zarar görmeden yaşamımızı sürdürürüz.

Yalnız şunu unutmayalım ki, atmosferin tabakalarından, Van Allen kuşaklarına kadar her şey Allah'ın vazifeli birer memurudur. Hakiki tesir sahibi sadece Allah'tır. Bizi anlatılan tehlikelerden koruyan da onlar değil, bizzat Allah'tır. Onlar sadece Allah'ın kudret ve azametine birer perdedir ve basit bir sebeptir. Anlatılan bütün bilgilere bu nazarla bakmak gerekir.

Yeryüzünde hayatın devam edebilmesi için gökyüzünü koruyucu bir tavan yapan Allah-u Teâlâ, "Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık" ayetiyle bu gerçeği bundan tam 1400 yıl önce kitabında haber vermiştir. Evet, bu ayet, Kur'an'ın Allah kelamı olduğunun ve asla bir insan sözü olamayacağının delillerindendir. Zira asrımızdaki astronomik ve bilimsel çalışmalar ile ancak ortaya çıkan bir gerçek, bundan 1400 sene önce astronomi ve teknolojinin olmadığı bir zamanda yaşamış, okuma-yazma bilmeyen bir insanın keşfi asla olamaz. Bu bilimsel mucize gibi Kur'an'ın bütün bilimsel mucizeleri tek bir hakikate parmak basmaktadır. O hakikat, Kur'an'ın Allah'ın kelamı ve sözü olmasıdır.


Recluse34
Kapalı
05 Temmuz 2021 21:47

https://www.youtube.com/watch?v=3gAQxYiu00Q

Geri Döndüren Gök

Video Metni

"Geri döndüren göğe yemin olsun..." (Tarık Suresi: 11) Tarık suresinin 11. ayet-i kerimesi böyle demektedir: "Geri döndüren göğe yemin olsun..."

Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede gökyüzüne yemin etmiş ve onun "geri döndürme ve geri çevirme" özelliğine dikkat çekmiştir. Acaba gökyüzünün geri döndürme özelliği ne manaya gelmektedir. Dilerseniz bu ifadenin ne manaya geldiğini bilim adamlarının beyanlarından öğrenelim:

Bilindiği gibi Dünya'yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşmaktadır. Her katmanın, canlıların yararına yönelik önemli pekçok görevleri vardır. Atmosfer incelendiğinde her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim.

Örneğin 13 ile 15 km. yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini sağlar.

25 km. yükseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ültraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar.

İyonosfer tabakası yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini sağlar.

Manyetosfer tabakası ise, Güneş?ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür.

Şimdi şu soruyu soruyoruz: Gökyüzü tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliklerinin 1400 sene önce nazil olan Kur'an'da belirtilmesi ne anlama gelmektedir?

Bu, Kur'an'ın Allah'ın sözü olduğundan başka bir şey ile izah edilebilir mi?

Öyle ya, gökyüzünün "geri çevirme" özelliği bu asırda daha yeni keşfedilmiştir. Bu bilgiye bundan 1.400 sene önce yaşamış bir beşerin, hem de okuma-yazma bilmeyen bir beşerin sahip olduğunu hiçbir akıl sahibi kabul etmez.

Eğer Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu kabul edilmezse, 1400 sene evvel yaşamış bir beşerin elektro teleskoplarla gökyüzünü incelediğini ve bu bilgilere kendi başıyla ulaştığını kabul etmemiz lazım gelir.


Recluse34
Kapalı
05 Temmuz 2021 21:56

https://www.youtube.com/watch?v=_vLKDFZSSQI

Dağların Görevi

Video Metni

Kur'an'da dağların önemli bir jeolojik işlevine şöyle dikkat çekilmektedir: "Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık." (Enbiya Suresi: 31)

Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kur'an'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır.

Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10?15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağı'nın 125 km.den fazla kökü vardır.

Ayrıca dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir. İki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Altta kalan tabaka ise yeraltında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir.

Dolayısıyla daha evvel de belirttiğimiz gibi dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yeraltına doğru ilerleyen derin bir uzantıları daha vardır. Dünyaca ünlü deniz altı jeologlarından biri olan Profesör Siaveda, dağların yeryüzüne kökler şeklinde saplı olduklarından bahsederken, şöyle bir yorumda bulunmuştur:

Kıtalardaki dağlar ve okyanuslardaki dağlar arasındaki temel fark materyalindedir. Fakat her ikisinde de dağları destekleyen kökler vardır. Kıtalardaki dağlarda, hafif ve yoğunluğu az madde yerin içine doğru kök olarak uzanır. Okyanuslardaki dağlarda da, dağı kök gibi destekleyen hafif madde vardır. Köklerin fonksiyonu, Arşimed kanununa göre dağları desteklemek içindir. Dağların yerkabuğunun genel dengesini sağlamadaki etkisi izoztesi (isostasi) diye tanımlanır.

Webster's New Twentieth Century Dictionary'de (Webster'ın Yeni 20. yüzyıl sözlüğü) bu terim şöyle açıklanır: "Jeoloji'de dağların Dünya yüzeyinin altında oluşturdukları yerçekimsel kuvvet sayesinde yerkabuğunun genel dengesinin sağlanması." Ayrıca Amerikan Bilim Akademisi eski Başkanı Frank Press'in, dünya çapında pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutulan Earth (Dünya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları ifade edilmektedir.

Kur'an ayetlerinde ise, dağların bu işlevine, "kazık" benzetmesi yapılarak şöyle işaret edilir:

"Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi: 6-7) "

... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ..." (Lokman Suresi:10)

Şimdi Kur'an güneşine gözlerini ve gönüllerini kapatıp hala Kur'an'a insan sözüdür diyenlere soruyoruz:

Modern jeolojik ve sismik araştırmalar neticesinde ancak keşfedilebilen bilimsel bir gerçeğin bilim ve tekniğin olmadığı bir asırda Kur'an da açıkça ifade edilmesini ne ile izah edeceksiniz?

Dağları dünyaya birer kazık yapan Allah'a iman edip, "bu kitap onun kitabıdır" diye iman mı edeceksiniz?

Yoksa hala bu güneşe gözlerinizi kapatıp kendinizi karanlığa mahkum mu edeceksiniz?


Recluse34
Kapalı
07 Temmuz 2021 19:53

https://www.youtube.com/watch?v=zhT5o4-BwaM

Kapıyı Çalan Yıldız

Video Metni

İnsan kulağı alemdeki tüm sesleri duyamamaktadır. 20 Hz ve 20000 Hz arasındaki konuşma frekansı bölgesini duyar. Bunun altındaki infrasound denilen alçak frekanstaki sesleri ve üzerindeki Ultrasonic denilen çok yüksek frekanstaki sesleri duyamaz. Bunlar ancak bu yüksek frekansları algılayan cihazlar ile kaydedilebilir.

Asrımızda bilim ve tekniğin gelişmesi ile alemde çok yüksek frekansta ses çıkaran, atmosferden tutun güneş sistemindeki bir çok gezegenin çıkardığı ultrasonik sesler kayıt altına alınmıştır. Bunların içlerinde en ilginç olanı Bilim adamlarının Pulsar diye isimlendirdikleri, ismi Kur'an da Tarık yıldızı olarak geçen ve kendisine yemin edilen bir yıldızdır. Evet ismi Tarık olan bu yıldız tıpkı kapıyı çalan bir kimsenin çıkardığı ses gibi ses çıkartmaktadır. İşin en ilginç yanı ise Arapçada Tarık kelimesinin kapıyı çalan manasında olmasıdır.

TÂRIK, aslında "tark" kökünden ism-i fâildir. Tark, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmaktır. Buna göre "târık", esasen "tokmak vurur gibi şiddetle vuran ve kapıyı çalan" demektir.

Bundan 1400 yıl önce bilim ve tekniğin olmadığı bir zamanda kapıyı çalan manasında Tarık olarak bildirilen bu yıldızın bu zamanda keşfedilen sesinin tıpkı kapı çalması şeklinde olması ne ile izah edilebilir?

Eğer Kur'ana haşa beşer kelamı dersek o zaman Peygamber efendimiz (s.a.v.) in bundan 1400 sene önce bu ultrasonik sesleri, yüksek frekans algılayan cihazlar ile kaydedip sonra buna Tarık dediğini kabul etmek zorunda kalırız ki bu fikri kabul edebilecek yeryüzünde tek bir insan yoktur.


Recluse34
Kapalı
07 Temmuz 2021 20:00

https://www.youtube.com/watch?v=8--8wz14c1s

Gökyüzündeki Kırmızı Gül

Video Metni

Rahman suresi 37. Ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.

"Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman." (Rahman 37)

Bu ayet-i kerimeyi izaha geçmeden önce ayette geçen bazı kelimeleri tahlil edelim. Öncelikle ayetin başında ___ (izen) kelimesi vardır. Bu kelime gelecek zaman zarfı olup şart anlamı taşır. Ayrıca gizli bir fiil olan ___ (ra eyte) sen gördün" fiilinin mefulü (nesnesi) olur. Yani anlam "sen göreceğin zaman" anlamındadır. İkinci olarak ____ (inşekkat) kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime lügatte "yarılmak" anlamında kullanılır.____ (eddihan) ise Arapçamızda iki anlamda kullanılır. Birincisi kızgın yağ, ikincisi ise tabaklanıp boyanmış deri (sahtiyan) anlamında kullanılır.

Bu izahlardan sonra şimdi ayet-i kerimeyi yeniden tercüme edelim. Eğer gökyüzü yarılır ise sen gökyüzünü sahtiyan (tabaklanmış ve boyanmış deri) gibi veya kızgın yağa benzer bir gül olarak görürsün. Bu ayeti kerimeyi birçok müfessir kıyametin koptuğu andaki gökyüzünün durumu olarak tefsir etmişlerdir. Çünkü gökyüzünün yarılması onlara kıyameti hatırlatmıştır. Oysa biz şu anda gökyüzünün yarılmasını atmosferin delinerek uzaya gidilmesi olarak anlayabileceğimiz gibi, teleskoplarla da nazarımızın gökyüzünü yarıp öteleri izlemesi olarak ta anlayabiliriz. İşte bu cihette ayetin anlamı "Eğer siz gökyüzünü delerek uzaya çıkmaya güç getirirseniz veya icad ettiğiniz aletlerle gökyüzünü yarıp ötesini izlemeye muvaffak olursanız gül renginde bir sahtiyan veya kızgın yağ göreceksiniz" demektir.

Peki "erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül" ne demektir. Dilerseniz bu konuda bilim adamlarının ve uzay araştırmacılarının görüşlerine yer verelim.

Nebula, uzayda bulunan ve geniş alanlara yayılmış olan gazlar, toz, hidrojen, helyum ve diğer iyonize gazlardan oluşan bulutsu yapılara verilen isimdir. Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük ve hızlıdır. Daha sonraları bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar. Bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.000 °C den fazladır.

Gerçekten de günümüzde yapılan uzay araştırmaları sonucunda bilim adamları tıpkı ayette ifade edildiği gibi erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül renginde bir Nebula ile karşılaşmışlardır.

Evet bu Nebula tıpkı bir güle benzediğinden dolayı bilim adamları tarafından Gül şeklini andıran gaz bulutu manasında "Rosette Nebula" olarak isimlendirilmiştir. Rosette Nebula geniş bir toz ve gaz kütlesidir ve Dünya?dan yaklaşık olarak 5,200 ışık yılı uzaklıkta ve çapı yaklaşık 130 ışık yılıdır. Ve görünümü ise tıpkı Kur?an?da belirtildiği gibi erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül şeklindedir.

Günümüzdeki teknolojik gözlem araçları ile ancak ortaya çıkarılabilen bu gerçeğin bilim ve tekniğin olmadığı bir asırda, okuma yazma dahi bilmeyen bir insan tarafından haber verilmesi sizce ne manaya gelmektedir. Evet madem o asırda yaşamış okuma yazma bilmeyen bir insanın böyle bir haber vermesi mümkün değildir. O halde Kur'an Allah'ın ezeli kelamı ve bu haberi bizlere getiren zat da (a.s.m) onun elçisidir. İnandık ve itaat ettik.


Recluse34
Kapalı
09 Temmuz 2021 20:13

https://www.youtube.com/watch?v=DcR7NEo53D8

600 Sayfalık Bir Kitap Ezberlenebilir mi?

Video Metni

Sizce 600 sayfalık bir kitabın kelime kelime, harf harf ezberlenmesi mümkün müdür?

Hem de bu kitap lisanını hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış olsa?

Hem de her sayfasında karışıklığa sebep olacak birbirine benzeyen çok cümle ve kelime bulunsa?

Herhalde böyle bir kitabı ezberlemek için dâhi olmak gerekirdi.

Acaba böyle bir kitabın küçücük çocuklar tarafından kolayca ezberlendiğini görseydiniz ne düşünürdünüz?

Herhalde derdiniz ki "Ya bu çocuklarda bir şey var, bu çocuklar dâhidir" Ya da "Bu kitap da bir tılsım var ki, sıradan bir kitap değildir." Ve sonra görseniz ki, o çocuklar kendi lisanlarında yazılmış kısacık bir şiiri bile ezberleyemiyorlar. Acaba hiç şüpheniz kalır mıydı ki, bu kitap harikulade olmasın?

Yeryüzünde hiçbir kitap yoktur ki, milyonlarca kişi tarafından kelime kelime ezberlenip, her vakit milyonlarca dilde okunur olsun. Kur'an müstesna!

Evet, 7-8 yaşlarındaki küçücük bir çocuk, kendi lisanında olan bir şiiri bile ezberleyemez iken; Arapça bilmemesine, manasını anlayamamasına, ayetlerin birbirine benzemesinden dolayı karıştırma ihtimali olmasına ve Arapça harflerin mahreçlerinin birbirine benzemesine rağmen 600 sayfalık Kur'an'ı kolayca ezberleyebiliyor. Hiçbir ayeti başkasıyla karıştırmıyor.

İşte Kur'an'ın bir çocuğun bile hafızasına girmesi ve ona ağır gelmemesi ve milyonlarca hafızalarda gezmesi ve her vakit milyonlarca dilde okunması ispat eder ki, Kur'an; Allah'ın kelamıdır ve onun sözüdür.


Recluse34
Kapalı
09 Temmuz 2021 20:19

https://www.youtube.com/watch?v=4HXAq0NeNdI

Kur'an Hiçbir İnsanın Sözlerine Benzemez

Video Metni

Kur'an'ın benzeri bir kitap yazmak ve taklidini yapmak için iki ciddi sebep vardı:

Birisi, düşmanlarının karşı koyma ve tenkit hırsı, diğeri ise dostlarının üsluplarını Kur'an'a benzetmek ve taklit etmek şevki.

Biri düşmanlıktan diğeri muhabbetten doğan iki sebep. İşte şu iki sebep altında milyonlarca Arapça kitap yazılmış ki, o kitaplar ortada geziyor. Lakin hiçbiri Kur'an'a benzemez. Âlim olsun, cahil olsun, her kim Kur'an'a ve diğer arapça eserlere baksa katiyen diyecek ki "Kur'an bunlara benzemiyor. Ve onların mertebesinde değil." Şu halde iki ihtimal var:

1-Kur'an, bütün bu yazılan kitapların altındadır,

2-Ya da o yazılan bütün kitapların üstündedir.

Birinci şık, dost ve düşmanın ittifakıyla batıldır. Hatta şeytan bile bunu iddia edemez. Zira o kitapların altında olsaydı, taklit edilmeye çalışılmazdı.

O halde geriye ikinci şıkkı kabul etmek kalır ki, Kur'an diğer bütün kitapların üstündedir. Bu üstünlük ise Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğuna delildir.


Recluse34
Kapalı
11 Temmuz 2021 11:03

https://www.youtube.com/watch?v=WDlZkJwcqBg

Kur'an'ın Sürekli Okunduğu Halde Usandırmaması

Video Metni

Çok sevdiğiniz bir kitabı kaç defa okuyabilirsiniz? 3 defa mı? 5 defa mı? 10 defa mı? Yoksa 100 defa mı?

Ya da sevdiğiniz bir yemeği kaç gün üst üste yiyebilirsiniz? 3 gün? 5 gün? Ya da 10 gün mü?

Evet, en tatlı ve en hoş şeylerde bile tekrar sebebiyle bir usanç ve bıkkınlık vardır.

Hâlbuki Kur'an öyle hoş bir tatlılık göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur'an'ı okuyanlar için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış insanlara tekrar tekrar okunması lezzetini artırmış ve bu hakikat herkes tarafından tasdik edilmiş. Evet, Kur'an ayetleri binler defa tekrar edilse yine usandırmıyor, belki lezzet veriyor.

Bir Müslüman namazlarında, günde 40 defa Fatiha suresini okur. Bir yılda aynı sureyi 14.600 defa, bir ömürde ise 1.000.000 küsur defa okur ama bıkmaz ve usanmaz. Her okuyuşta, sanki yeni nazil olmuş ve ilk defa okuyormuş gibi heyecanla okur.

Kur'an'dan başka hiçbir kitapta bu özellik yoktur.

Elbette bu müstesna özelliği kendinde taşıyan ve her an milyonlarca dilde okunan bir kitap, bir beşerin sözü olamaz. Ve hiçbir beşer sözünde bu tesir bulunmaz. O halde Kur'an Allah'ın kelamıdır.


Recluse34
Kapalı
18 Temmuz 2021 12:57

https://www.youtube.com/watch?v=xqymhuFgDk0

Ediplerin (Edebiyatçıların) Şahadeti

Video Metni

Eğer bir hastalığa yakalansaydınız, tedavi için kime gider ve kimin sözüne itibar ederdiniz? Büyük bir mimarın mı? Yoksa büyük bir elektrik mühendisinin mi? Yoksa bir fizikçinin mi? Ya da küçük bir doktorun mu? Elbette doktorun sözünü dinler ve onun sözüne itibar ederdiniz. Çünkü bilinen bir kaidedir ki; Bir fende ve bir sanatta, münakaşaya sebep olan bir meselede, o fen ve sanatın dâhilerinin sözü geçer. En büyük bir mimarın sözü, küçük bir hastalığın keşfinde, küçük bir doktor kadar geçmez ve onun sözü kadar kıymeti yoktur.

O halde madem konumuz Kur'an'ın bir beşer sözü olup olamayacağıdır, elbette belagat ve edebiyatın dâhi âlimlerinin sözleri, bu fenden olmayan binlerce insanın sözüne tercih edilir.

Evet, Kur'an'ın kelimelerindeki kusursuzluğa ve beşerin sözü olamayacağına, belagat ilminin yani söz söyleme sanatının dâhi âlimleri şahittir.

Evet, Kur'an 20 senede hem muhtelif ve birbirinden farklı mevkilerde ve parça parça nazil olduğu halde, kelimeler ve ayetler arasında öyle bir uygunluk vardır ki, sanki bir defada nazil olmuş gibidir.

İşte o âlimlerden Zemahşeri, Sekkâki, Abdülkâhir Cürcâni gibi âlimler Kur'an'ı harf harf tetkik etmişler ve bu kelamın Allah?ın sözü olduğunda ve bir beşer sözü olamayacağında ittifak etmişlerdir.

Nasıl ki, bir yıldız böceği, bin sene, hakiki bir yıldız gibi gözlem ehline gözükemez ve onları aldatamaz. Gözlem ehli kısa bir süre aldansa da bir zaman sonra onun yıldız olmadığını, bir yıldız böceği olduğunu fark eder. Hem bir sinek, bir sene, tamamen tavus kuşu suretini, sinek olduğunu hissettirmeden seyredenlere gösteremez. Ve bunların yapmacık vaziyetleri en dikkatli gözlerden sakla-namaz. Nasıl bunlar mümkün değildir.

Aynen öyle de İslam âleminin semasında parlayan ve daima hakikati neşreden Kur'an yıldızı, ?hâşâ? bir yıldız böceği hükmünde, bir beşerin uydurması olsaydı, onun en yakınında olan ve onu dikkatle inceleyen belagatin dâhi âlimleri ve söz sanatının ustaları elbette bunun farkında olacaktı.

Belagatin bu dâhi âlimlerinin, bir beşerin sözünü, Allah'ın sözü zannetmeleri ve on dört asır bunu fark edememeleri mümkün değildir. Hatta şeytan bile yüz derece şeytanlıkta ileriye gitse buna imkân verdiremez.


Recluse34
Kapalı
19 Temmuz 2021 13:59

https://www.youtube.com/watch?v=cNC7WdVa70U

Alemde Yaptığı Eşsiz İnkılâp

Video Metni

Büyük bir hükümdar düşünün, acaba sigara gibi küçük bir alışkanlığı, büyük bir gayretle, küçük bir topluluktan ne kadar bir zamanda kaldırabilir?

Herhalde bu soruya cevabınız şu olurdu: "Yıllarca değil, asırlarca çalışsa yine de tam başaramaz, herkese sigarayı bıraktıramaz."

Hâlbuki hükümdar olmamakla ve gayet zayıf olmakla beraber, tek başına bir insan, Hz. Muhammed (S.a.v), elinde ilahî bir ferman: Kur'an-ı Hâkim.

Ve işte o ilahî kitabın âlemde yaptığı eşsiz inkılâp;

Sigara gibi küçük bir âdeti değil, kan ve damarlara karışan çok büyük adetleri ve inançları, hem de öyle küçük bir topluluk içinde değil, gayet büyük ve kalabalık ve aynı zamanda adetlerine son derece bağlı ve inatçı bir topluluk içinde, cebir ve zorlama olmaksızın, az bir kuvvetle ve gayretle, az bir zamanda tüm bu adetleri kaldırıp, yerlerine en güzel ahlakı tesis etmesi ancak Kur'an güneşinin gönüllerdeki aksindendir.

İşte Kur'an, bu dünyada öyle nuranî, saadetli ve hakikatli inkılâplar yapmış ve beşerin sosyal ve toplum hayatını öyle değiştirmiştir ki, bunun emsali yoktur.

Bunun ile birlikte insanların hem nefislerinde, hem kalplerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem şahsî hayatlarında, hem siyasî hayatlarında öyle değişiklikler yapmış ki, insanı, aşağıların en aşağısı olan esfel-i safilinden kurtarıp, yükseklerin en yükseği olan âlâyı illiyyîne çıkarmış ve onu insan-ı kâmil yapmış.

Bu inkılâplardan sadece kalplerde yaptığı inkılâba bakalım. Ve bu inkılâbın milyonlarca numunesinden sadece bir tanesini görelim:

İslam ile tanışmadan evvel, cahiliye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömenler, İslam ile tanışıp, müslüman olduktan sonra bir karıncayı bile incitemeyecek bir hale geldiler. Acaba onların kalbi, İslam'dan önce kendi öz kızını, hem de diri diri toprağa gömebilecek kadar katı iken, onlara ne oldu ki karıncayı bile ezemeyecek bir hale geldiler, kalbleri nasıl merhamet ile doldu? Onlardaki bu değişikliği kim yaptı?

Elbette Kur'an!

Şimdi Kur'an'ın milyonlarca kalpte yaptığı inkılâbı, buna kıyas edelim. Ve daha sonra Kur'an'ın, kalpler ile birlikte nefislerde, ruhlarda, akıllarda, şahsî hayatta, siyasî hayatta ve sosyal hayat da yaptığı değişikleri düşünelim. Ve şu soruyu kendimize soralım;

Hiç mümkün müdür ki, böyle büyük inkılâplar yapan bir kitap, Allah'ın kelamı değil de, bir beşerin sözü olsun. Hâşâ, olamaz. Zira Kur'an'ın yaptığı bu inkılâpların yüzde birisini bile hiçbir beşer kitabı yapamamıştır.

O halde Kur'an, kalplerde, nefislerde, ruhlarda, akıllarda, şahsî hayatta, siyasî hayatta ve sosyal hayatda yaptığı değişikliklerin ve inkılâpların şehadetiyle Allah'ın kelamıdır.


Recluse34
Kapalı
05 Ağustos 2021 20:49

https://www.youtube.com/watch?v=SENOC3GItUc

Dünyaca ünlü ilim, fikir ve siyaset simalarının Kur'an hakkındaki görüşleri

Video Metni

Bütün temiz vicdanlar ve selim fıtratlar Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğunu tasdik eder. Çünkü kalbin huzuru ve vicdanın tatmin olması ancak Kur'an'ın nuruyla olur. İnsanın yaratılışı hal diliyle Kur'an'a; ?Yaratılışımızın kemali sensiz olamaz? der.

Vicdanı temiz olan insan hakikati görünce ona karşı meyleder ve gerçeği söyler, batıla karşı bağlılık gösteremez. Zaten bu sıfattaki kişinin maksadı gerçeği bulmaktır. Bu insanlar başka dinlere mensup olsalar da insaf ile gerçeği konuşmaktan kaçınmazlar.

Hem "Kemal odur ki, dost değil, düşman onu takdir etsin." İşte bu bahiste Kur'an'ın kemalini takdir eden yabancı filozofların ve dünya çapında binlerce ilim adamının Kur'an ve kanunları hakkındaki görüşlerinden bazılarını beyan edeceğiz. Onlar bu sözler ile Kur'an'ın hakkaniyetine canlı şahitler olmuşlardır.

Prens Bismarc'ın Beyanatı;

"Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim ey Muhammed! (S.a.v)

Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından geldiği iddia olunan bütün indirilmiş semavî kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır.

Lâkin Muhammedîlerin (S.a.v) Kur'an'ı, bu kayıttan azadedir. Ben Kur'an'ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin (S.a.v) düşmanları, bu kitabın Muhammed'in (S.a.v)) zatının eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel bir dimağdan böyle bir harikanın meydana gelebileceğini iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki; bu da ilim ve hikmetle izah edilemez.

Ben şunu iddia ediyorum ki Muhammed (A.S.M.) mümtaz bir kuvvettir. İlahi kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.

Seninle aynı asırda yaşayamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (S.a.v)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap, senin değildir; o ilâhidir.

Bu kitabın ilâhi olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin batıllığını ileri sürmek kadar gülünçtür.

Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, heybetli huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim."

Meşhur araştırmacı, müsteşrik, Arap Edebiyatı Mütehassısı Doktor Maurice şöyle diyor:

Bizans Hristiyanlarını, içine düştükleri "bâtıl itikatlar" çıkmaz sokağından, ancak Arabistan'ın Hira Dağı'nda yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahî kelimeyi en ulvî makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dini talim ediyordu.

Kur'an nedir? Her tenkidin üstünde bir fesahat ve belâgat mucizesidir.Kur'an'ın, bir milyar Müslüman'ın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her manayı en güzel bir şekilde ifade etmesi itibariyle, indirilmiş kitapların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hayır, daha ileri gidebiliriz:

Kur'an, ezeli kudretin inayeti ile insana bahşettiği semavi kitapların en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur'an'ın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadelerinden pek ziyade ulvîdir. Kur'an, arz ve semanın yaratıcısına hamd ve şükranla doludur.

Mister John Davenport;

"Hazret-i Muhammed (S.a.v) ve Kur'an-ı Kerim" ismindeki eserinde Kur'an-ı Kerim'den bahsederken, şu sözleri söylüyor:

Kur'an'ın sayısız özellikleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir:

1- Allah?ın büyüklüğünü ifade eden ayetlerin ahengindeki ulviyettir. Kur'an-ı Kerim, beşerî zaaflardan herhangi birisini Allah'a isnaddan münezzehtir.

2- Kur?an başından sonuna kadar beliğ olmayan, ahlaka aykırı yahut terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.

Hâlbuki bütün bu noksanlıklar ve kusurlar, Hristiyanların ellerindeki tahrif edilmiş Kitab-ı Mukaddes'te bollukla vardır.

Carlyle şöyle diyor;

Kur'an'ı bir kere dikkatle okursanız, onun özelliklerini göstermeye başladığını görürsünüz. Kur'an'ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden fark edilir. Kur'an'ın başlıca hususiyetlerinden biri, onun aslıyetidir.

Benim fikir ve kanaatime göre, Kur'an baştan sona samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed'in (S.a.v.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattir.

Edward Gibbon;

İngiltere'nin en meşhur ve en büyük tarihçilerinden Edward Gibbon "Roma İmparatorluğu?nun gerilemesi ve çöküşü" adlı eserinde şöyle diyor:

Ganj Nehri ile Atlas Okyanusu arasındaki memleketler, Kur'an'ı bir temel kanunlar ve onun hükümlerini de hayatın ruhu olarak tanımışlardır.

Kur'an'ın nazarında, kuvvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur'an bu gibi esaslar üzerinde öyle bir sistemi vücuda getirmiştir ki, dünya da bir benzeri yoktur.

Müslümanlığın esası; teslisi ve Allah'ın cisim olduğunu ve vahdet-i vücud akidesini reddetmektedir. Kur'an bu gibi karışıklıklardan, belirsizliklerden âzadedir.

Kur'an, Allah'ın birliğine en kuvvetli delildir. Müslümanlık belki bugünkü fikrîmizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.

Marmadüke Picktahall:

Kur'an'ın telkin ve Hazret-i Muhammed'in tebliğ ettiği esaslardan mükemmel bir ahlâk kitabı vücud bulur.

Kur'an hakikatlerinin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve sonra da Allah?a yaklaşmak isteyen insanları Cenab-ı Hakk'a ulaştırdığını inkâr etmek mümkün değildir.

Yaratıcının hukuku ile yaratılmışın hukuku, ancak müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da Musevîler de itiraf ediyorlar.

Levazaune;

Yeni keşiflerin veya ilmin yardımıyla hallolunan yahut halline uğraşılan meseleler arasında hiç bir mesele yoktur ki; İslâmiyet'in esaslarına taarruz etsin.

Bizim, Hristiyanlığı, tabiat kanunları ile telif için sarf ettiğimiz mesaiye mukabil, Kur'an-ı Kerim ve Kur'an'ın talimiyle, tabiat kanunları arasında tam bir ahenk görülmektedir. Kur'an, her hürmete layık olan eserdir.

Corsele;

Kur'an, Arapça'nın en mükemmel ve pek sağlam bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile; bir insan kalemi, bu mucize eseri vücuda getiremez.

Kur'an bizâtihî daimî bir mucizedir; hem öyle bir mucize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavî olduğunu ispata kâfidir.

Muhammed (Sa.v.) bu mucizeye dayanarak, bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistan'ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şâir ve hatiplere meydan okuyan Kur'an'ın, bir âyetine bir benzer istemiş; hiçbir kimse bu meydan okumaya karşı gelememişti.

Rodwel;

Kur'an âyetlerini indiriliş tarihine göre tercüme ve tertip eden İngiltere'nin en mutaassıp papazlarından Rodwell, şu hakikatleri itiraf ediyor:

Kur'an Arabistan'ın basit bedevilerini öyle bir değişikliğe uğratmıştır ki, bunların âdeta sihirlendiklerini zannedersiniz.

Hristiyanların anlayışına göre Kur'an'ın nâzil olmuş bir kitap olduğunu inkâr edecek olsak bile, Kur'an putperestliği imha, Allah'ın birliği inancını tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti kaldırma, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri ve bütün hurafeleri izale ile, bütün Araplar için ilahî lütuf ve nimet olmuştur. Kur'an bu sebeplerden her türlü övgüye layıktır.

Jochahim;

İslâm Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kur'an ayetleri, son derece mükemmel ve son derece tesirlidir. Bu kısım ayetler, Müslümanlığın ahlâkî kaidelerini ifade eder.

Fakat bu kaideler, bir iki sureye münhasır değildir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur'an tarafından en şiddetli surette yasaklanmış ve bunlar, rezaletin ta kendisi bilinmiştir.

Diğer taraftan hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisat, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, her şeyden fazla Cenab-ı Hakka itimat ve tevekkül, Allah'a itaat Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir müminin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir. Resul-i Ekrem idrak ve şuur timsalidir.

İşte Kur'an hakkında Batılı filozofların görüşlerinden bir kısmını işittin. Bütün filozofların sözlerini toplasak, ciltler dolusu kitap olur. Biz sadece denizden bir damlayı gösterdik.

Acaba hiç mümkün müdür ki, bu kadar filozof ve bilim adamları yanılsın. Hâşâ, içinde hurafeler olan bir kitabı hak ve hakikat madeni zannetsin. Bu mümkün değildir. O halde geriye sadece tek bir seçenek kalıyor ki, o da Kur'an'ın Allah'ın kitabı olmasıdır.


Recluse34
Kapalı
08 Ağustos 2021 09:30

https://www.youtube.com/watch?v=pvnPIwkFTUI

Kur'an'ın Meyveleri Olan Evliyalar ve Asfiyalar ve İlimler

Video Metni

Kur'an'ı bir ağaca benzetirsek, o ağacın dalları; asırları, o dallardaki meyveler ve çiçekler de, o asırda yetişmiş evliyaları ve yüksek ilim sahibi olan âlimleri ifade eder.

Nasıl ki, ağacın hayat sahibi olması, meyvesi ve çiçeği ile bilinir. Dallarında binlerce meyve ve çiçek olan bir ağacın ölü olduğunu kimse iddia edemez. Zira böyle bir iddiaya karşı her bir meyve ve çiçek; "Bize bakın, bizim hayatımız ağacımızın hayatından geliyor. Bizler ağacımızın kökünden besleniyoruz, o halde ağacımız hayattadır" derler. Dolayısıyla ağacın hayatını inkâr etmek için, ilk önce dallarındaki meyvelerin hayatını inkâr etmek ve sözlerini çürütmek gerekir. Meyvenin ve çiçeğin hayatını inkâr edemeyen, ağaca ilişemez.

Aynen bunun gibi Kur'an ağacının meyveleri olan evliya ve âlimleri inkâr edemeyen, o meyvelerin ağacı olan Kur'an'ı da inkâr edemez.

Dolayısıyla şöyle bir söz söylesek: "Kur'an Allah'ın kelamıdır, çünkü Abdülkâdir-i Geylani hazretleri o kadar kemal sahibidir ki, asrında yaşayan gayri müslimler; "İslamı kabul etmiyoruz ama Abdülkadir'i de inkâr edemiyoruz" demişlerdir."

Bu söz doğrudur. Yani bizler Abdülkâdir-i Geylani hazretlerinin kemalini, Kur'an'ın hak kelam olduğuna delil getirebiliriz. Zira O, Kur'an'ın bir talebesidir.

Ondaki kemal ve kerametler de, Kur'an'ın kökünden geliyor. Hâşâ, eğer Kur'an Allah'ın kelamı olmasaydı, o zaman bu ağaçta meyveler gözükmeyecekti. Madem gözükmüş, elbette Allah'ın kitabıdır.

O halde on dört asırda yaşamış bütün evliyalar ve yüksek âlimler, kerametleriyle, ilimleriyle, kemalleriyle, bütün güzel sıfatlarıyla ve hakikati gösteren yaşantılarıyla, Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğuna delildir.

Onları tamamıyla inkâr edemeyen, nuranî ağaçları olan Kur'an'a ilişemez.

Acaba, bir Geylani hazretleri bile inkâr edilemezken, nerede kaldı tamamını inkâr etmek!

İslamiyet'in bütün hak ilimleri ispat eder ki, Kur'an Allah'ın kelamıdır.

Kur'an'ı yine bir ağaca benzetirsek, fıkıh, usul-ü fıkıh, tefsir, kelam, akait, tasavvuf gibi İslamiyet'in bütün hak ilimleri o ağacın birer meyvesi olur.

Acaba dallarında bu kadar hak meyveler olan bir ağacın hayatından hiç şüphe edilebilir mi?

Madem ağacın hayatını inkâr edebilmek için, ilk önce hayatının belirtileri olan meyvelerini inkâr etmek gerekir ve madem meyveye dil uzatamayan ağaca dil uzatamaz.

Aynen öyle de Kur'an'a dil uzatabilmek ve bu nuranî ağacın hayatını inkâr edebilmek için ilk önce meyveleri hükmünde olan İslamiyet'in hak ilimlerini inkâr etmek gerekir.

Bu ise mümkün değildir. Zira her bir ilim, sağlam kaidelere, aklî ve vicdanî delillere ve mantıkî kurallara bina edilmiştir. Bu ilimlerin sadece bir tanesini tamamen öğrenmek bile yıllar süren tahsile bağlıdır. Hele bir iki tanesinde mütehassıs olmak ancak dâhilere nasip olur.

Acaba hiç mümkün müdür ki, meyvesi, böyle hak ilimler olan Kur'an, okuma yazma bilmeyen bir beşerin sözü olsun ve bütün bu hak ilimler o zatın sözünden süzülsün. Hâşâ olamaz. O halde Kur'an, meyveleri olan bu ilimlerinin şehadetiyle Allah'ın kelamıdır ve mukaddes kitabıdır.


Recluse34
Kapalı
08 Ağustos 2021 09:48

https://www.youtube.com/watch?v=0zjNbpXWwbw

Kur'an'ın Meydan Okumasına Karşı Acziyet

Video Metni

Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Araplar belagatın yani söz söyleme sanatının zirvesinde idiler. Şiir ve edebiyat o kadar revaçta idi ki, her sene yarışmalar düzenlenir ve birinci olan kaside altın yazıyla Kâbe'nin duvarına asılırdı. İşte Kur'an böyle bir zamanda nazil oldu ve bütün dâhi ediplere ve söz söyleme sanatının sultanlarına 8 mertebede meydan okudu.

8 mertebede meydan okumaya geçmeden önce şu sorumuzun cevabını arıyoruz: Acaba birisi şöyle bir iddiada bulunsa: Kimse şu taşı kaldıramaz. Bu taşı kaldırabilecek dünyada kimse yoktur... Siz de bu kişinin davasını çürütmek istiyorsunuz. Acaba bu kişinin davasını çürütmek için o taşı kaldırma yoluna mı gidersiniz? Yoksa o kişiyle kavga etme yoluna mı gidersiniz? Bir de düşünün, bu kişinin taraftarları var. Eğer kavga yoluna giderseniz, bu yolda binler tehlike, mal ve can kaybı da var... Acaba "kaldırılmaz" dediği taşı kaldırarak davasını çürütebilme imkânı varken, hiç uzun ve zahmetli yol olan kavga yolunu tercih eder misiniz? Herhalde aklı olan hiç kimse 2. yolu tercih etmezdi.

Sonra görseniz ki, bu kişinin davasını çürütmek için kimse taşı kaldırmıyor. Herkes onunla kavga yolunu tercih ediyor. Ve kavga yolunda da müthiş zararlara uğruyor. Bu zararlara rağmen de hala basit yol olan "taşı kaldırma" yolunu tercih etmiyor.

Herhalde bunu görseniz derdiniz ki: Demek bu kişinin "taşı kimse kaldıramaz" davası haklı bir davadır. Zira bu düşmanları taşı kaldırabilseydi elbette bu kısa yoldan giderek bu kişinin davasını çürütebilirlerdi. Bunlar ise bu kısa yol yerine, uzun ve tehlikeli yol olan kavga yolunu tercih etmişler. Demek kısa yol olan "taşı kaldırma" yolu kapalıdır.

Aynen bu misalde olduğu gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v) de bir dava ile ortaya çıkmıştır. Davası: "Bu Kur?an Allah?ın kelamıdır" sözüdür. Bunu inkâr edenlere de 8 mertebede meydan okuyarak, davasını kolayca çürütebilecekleri yolu göstermiştir. Bu 8 mertebe meydan okuma şu şekildedir:

Efendimiz (s.a.v.) Kur'an'ın ayetleriyle şöyle meydan okumuştur:

1- Eğer Bu Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğundan şüpheniz varsa, yani bu kitabı benim yazdığımı iddia ediyorsanız, o zaman haydi sizlerden benim gibi okuma-yazma bilmeyen birisi böyle bir kitap yazsın da görelim. Eğer bu kitabı -hâşâ- ben yazdıysam, benim gibi okuma-yazma bilmeyen sizlerden birisi de yazabilir. Hadi yazsın, getirsin, görelim...

Bu meydan okumaya karşı müşriklerin sesi çıkmayınca 2. mertebede meydan okuma yapıldı:

Madem benim gibi okuma-yazma bilmeyen birisi böyle bir kitap yazamıyor. Hadi o kişi okuma-yazma bilsin. Hem gayet âlim ve söz söyleme sanatının üstadı olsun, Kur'an gibi bir kitap yazsın da görelim...

Bu meydan okumaya karşı da o zamanın dâhi edipleri sessiz kalmış ve Kur'an gibi bir kitap yazamamışlardır.

Bundan sonra Kur'an'ın lisanıyla 3. mertebede meydan okuma yapılmıştır:

Madem tek başınıza böyle bir kitap yazamıyorsunuz, o halde birleşin, kafa kafaya verin, bütün edip ve söz sultanlarınızı toplayın, hatta eski yazılmış eserlerden de istifade edin. Hatta güvendiğiniz ilahlarınızı da yardıma çağırın ve Kur'an gibi bir kitap getirin.

Bu mertebede meydan okumaya da müşrikler sessiz kalmış ve Kur'an gibi bir kitap getirememişlerdir. Sonra Kur'an 4. mertebede meydana okumayı şu şekilde yapmıştır:

Madem Kur'an'ın bütün inceliklerine benzer bir kitap getiremiyorsunuz, o halde gelin sadece belagatına benzer bir kitap yazınız. Bunu yapınız ve Kur'an'ın davasını çürütünüz.

Bu meydan okumaya karşı da müşrikler sessizliğini bozamamış ve Kur'an'ın belagatına benzer bir kitap yazamamışlardır.

Bundan sonra Kur'an 5. mertebede şöyle meydan okumuştur:

Madem Kur'an'ın belagatına benzer bir kitap da getiremiyorsunuz, o halde, verdiği haberlerin doğru olmasını da sizlerden istemiyorum. Verdiği haberler yalan olsun, önemli değil, sadece belagatına benzese yeter. Bunu yapınız...

Müşrikler bu meydan okumaya karşı da çaresizce susunca, Kur'an 6. meydan okumasını yaptı:

Madem Kur'an'ın tamamına benzer bir kitap getiremiyorsunuz, öyleyse 10 suresi kadar bir kitap yazınız ve Kur'an'a benzetiniz.

Müşrikler 10 suresinin de benzerini getiremeyince, Kur'an 7. meydan okumasını yaptı:

Hadi madem 10 sureye benzer bir kitap yazamıyorsunuz, 10 sure olmasın, sadece bir suresine benzesin bu da yeter. Bunu yapınız ve Kur'an'ın davasını çürütünüz.

Müşrikler bunu da yapamadılar ve Kur'an'ın bir suresine benzer getiremediler. Bunun üzerine Kur'an 8. ve son meydan okumasını yaptı:

Madem uzun bir sureye benzer getiremediniz, o halde o sure uzun olmasın kısa olsun, kısa bir surenin benzerini getiriniz. Hiç değilse bunu yapınız. Zira bu dünyada haysiyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve şerefiniz, can ve malınız, dünya ve ahiretiniz bunu yapmakla kurtulabilir. Eğer bunu da yapamazsanız ?ki yapamayacaksınız- o halde bilin ki, dünyada haysiyetsiz, namussuz, dinsiz, şerefsiz, zillet içinde yaşayacak, can ve malınız helakette mahvolup gidecek. Ahirette de Cehennemin ebedî hapsi ile mahkûm olup, putlarınız ile beraber ateşe odun olacaksınız...

Kur'an'ın bu meydan okumasına karşı da müşrikler sessizliklerini bozamadılar. Kur'an'ın davasını çürütmek için, kısa yol olan Kur'an'ın benzeri bir suresini yazamayıp, uzun ve tehlikeli olan, canların ve malların heder edildiği savaş yolunu tercih ettiler. Hâlbuki Kur'an'ın kısa bir suresinin benzerini yapabilselerdi, savaşa gerek kalmayacak ve Kur'an'ın davasını iptal edeceklerdi. Ama onlar savaşı tercih ettiler. İşte bu hal gösterir ki, kısa yol olan, Kur'an'ın benzerini getirmek mümkün değildir. Madem Kur'an'ın benzerini getirmek mümkün değildir, o halde Kur'an bir beşer sözü olamaz. Okuma- yazma bilmeyen bir beşerden asla sudur edemez.

Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir: Kur'an'ın 8 mertebede bu meydan okumasına karşı müşriklerin benzer bir kitap yazamadıklarını nereden bilelim. Belki de yazmışlardır.

Bu soruya karşı cevabımız şudur: Eğer onlar Kur'an'ın bir suresine benzer bir şey yazabilselerdi, elbette bu, âlemde şöhret bulacak ve Kur'an'ın davasını iptal etmek isteyen insanlar ona taraftar olacaktı. Hem nasıl ki onlar Kur'an'ın aleyhine zannettikleri her şeyi âleme neşretmişler, o halde bunu da neşredecekler ve bu da tarih ve siyer kitaplarına girecekti. Hâlbuki bütün tarih ver siyer kitapları araştırılsa, Kur'an'a benzer olarak yazılmış bir kitap, hatta kısa bir sure bile bulunamaz. İşte bu durum ispat eder ki, O asrın dâhi edipleri Kur'an'a benzer bir kitap yazmaktan aciz kalmışlardır.

Hatta bir edip, onların bu aczini şöyle ifade etmiştir: "Muarazayı bi-l huruf mümkün olmadı, muharabe-i bis-suyûfa mecbur oldular." Yani "harfler ile karşı gelmek mümkün olmadığından, kılıçlar ile savaşmaya mecbur oldular."

İşte Kur'an'ın 8 mertebede onlara meydan okuması, onların ise bu meydan okumaya karşı aciz kalmaları ve birkaç satır yazmak gibi kısa bir yolu bırakarak, uzun ve tehlikeli yol olan savaş yolunu tercih etmeleri ispat eder ki: Kur'an Allah'ın kelamıdır ve Onun sözüdür.


Recluse34
Kapalı
08 Ağustos 2021 10:59

https://www.youtube.com/watch?v=MVP3bo9L5-U

Kur'an'da Hata ve Tezatların Olmaması

Video Metni

Kur'an bir lisan mucizesidir. Onda söze ve üsluba ait bütün güzellikleri, yüksek ifadelerin bütün çeşitleri, ahlaka ait bütün yüce esaslar, kâinata ait bütün kanunlar, müspet ilimlerin özü ve ilahi bilgilerin fihristi geçmişe ve geleceğe ait gaybi haberlerin bulunmasına rağmen hiçbir karışıklık izi görülmez.

Ve Kur'an'ın ayetlerine insaf ile dikkat edilirse görülür ki diğer kitaplar gibi bir iki fikri takip eden bir fikrin silsilesine benzemez.

Bu kadar farklı ve teferruatlı türleri bir yerde toplayıp herhangi bir karışıklık, zıtlık göstermemesi ispat eder ki Kur'an asla okuma yazma bilmeyen bir beşerin fikrinin mahsulü değildir.

Hâlbuki hangi seviyede olursa olsun, hiçbir beşeri eser, hata ve yanlıştan salim olamaz.

Edebiyatta ileri olan Arap edipleri ve belagatin âlimleri ve kelamların özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışan edebiyat eleştirmenleri altının ayarını anlamak için onu mihenk taşına vuran bir sarraf titizliği ile asırlar boyunca Kur'an'ı incelemişler ve sonuçta onun bütün hata ve tezatlardan uzak olup bir beşerin böyle bir eseri vücuda getirmekten aciz olduğunu kabul etmişlerdir.

"Onlar hâlâ Kur'ân'ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı." (Nisa:82)


Recluse34
Kapalı
08 Ağustos 2021 11:07

https://www.youtube.com/watch?v=3e7FB2yJ870

Kur'an İle Hadis Üslubunun Benzememesi

Video Metni

Kur'an üslubu ile hadis üslubunun birbirinden uzak olması ispat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır.

Kur'an-ı Kerim'i Allah'tan bize getiren Hz. Peygamber olduğu gibi onu tebliğ eden de bizzat kendisidir. Kur'an ondan zuhur ettiği gibi hadisler de ondan zuhur etmiştir.

Fakat dikkat edilirse Peygamber Efendimiz'in (S.a.v.) Kur'an olarak tebliğ ettiği ilahi kelam ile kendisine ait olan hadis-i şerifler arasında büyük bir fark olduğu görülür.

Hem bu farkı anlamak için de âlim olmaya gerek yoktur. Kur'an ve hadis üslubunu karşılaştıranlar bunların arasında bariz bir fark olduğunu hemen görürler.

Eğer Kur'an, kendisini inkâr edenlerin dediği gibi bir beşer sözü olsaydı peygamber efendimizle Kur'an'ın üslubunu aynı olması gerekirdi.

Hâlbuki Kur'an'ın üslubunun hadis-i şeriflere benzememesi ve Kur'an'ın beyanının bütün beyanlardan üstün olması gösterir ki bu Kur'an peygamberin sözü değil kendisini peygamber kılan ve ona vahyeden Allah'ın sözüdür.

Toplam 35 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi