Nerede değilsen orada mutlu olacakmışsın hissi;
Mevcut zaman ve mekân şikâyetinden çok daha fazlası.
Hiçbir gölgeye sığınamamak,
Hiçbir gönle sığdırılmamak,
Hiçbir hissi tam mânâsıyla hissedememek..
Bu hiçbir yere, hiçbir şeye ait olmama hissi, belki de hissedilenin en samimisi.
Ve belki de bu hiçlik ; âit olunan tek yurt.
Aslında hiçbir yere ait olamama hissini yaşayan uçsuz, bucaksızdır.
Ne gidilecek yer vardır onun için ne de görülecek gün.
O, varmaktan ziyâde yolda kalmayı seçmiştir...
Ömür denilen hengâmede, onun nezaketine, hışımla mûkabil olunmuştur.
O da bu müthiş teessürün ebedi ifadesini her daim taşır gözlerinde..
Hiçbir yere âit olamamak,
Zaman ve mekan mefhumundan azâde bir yenilginin teselli cümlesi.
Ve bir sıkışmışlık, bir boğulma hissi.
Bu tükenmişlikte yeni insanlar tanımak şöyle dursun, o tanıdıklarını da unutmuştur.
Sartre tam da bu durum için bir özet yapmış aslında.
'' İki kent arasındayım, biri bilmiyor beni, öteki artık tanımıyor ''
insanlar, insanların şehirleri, şehirler insanların mezarları..
Büyük bedenler küçük kanatları taşıyamıyor,
Küçücük bedenleri büyük kanatlar uçuramıyor.
İnsan kendi yükünü bir başkasının sırtına nasıl verdiğini göremez,
zira çakılmayı izlemenin keyfini hiçbir şey veremez.
Gariptir çoğu kimse, bir başkasına, zararın ve hatta cinayetin,
sadece fiziksel müdahale ve silah ile olabileceğine inanmış.
insan, insana verdiği ruhsal acının derinliğini görebilseydi...
Neyse, ne diyordum?
Evet bir boğulma bir sıkışmışlık hâli demiştik de,
benim aklımda nedense Beauvoir'in sözü yankılanıyor sürekli,
'' Yıllar bütün omuzlara aynı ağırlıkta çökmez ''
Bu sözden sonra ne tek satır yazasım geliyor ne de okuyasım.
Mum gibi eriyor gözlerimin feri,
Benden geriye bir mahmurluk bir mahrumiyet kalıyor.
Nerede değilsen orada mutlu olacakmışsın hissi;
Mevcut zaman ve mekân şikâyetinden çok daha fazlası.
Hiçbir gölgeye sığınamamak,
Hiçbir gönle sığdırılmamak,
Hiçbir hissi tam mânâsıyla hissedememek..
Bu hiçbir yere, hiçbir şeye ait olmama hissi, belki de hissedilenin en samimisi.
Ve belki de bu hiçlik ; âit olunan tek yurt.
Aslında hiçbir yere ait olamama hissini yaşayan uçsuz, bucaksızdır.
Ne gidilecek yer vardır onun için ne de görülecek gün.
O, varmaktan ziyâde yolda kalmayı seçmiştir...
Ömür denilen hengâmede, onun nezaketine, hışımla mûkabil olunmuştur.
O da bu müthiş teessürün ebedi ifadesini her daim taşır gözlerinde..
Hiçbir yere âit olamamak,
Zaman ve mekan mefhumundan azâde bir yenilginin teselli cümlesi.
Ve bir sıkışmışlık, bir boğulma hissi.
Bu tükenmişlikte yeni insanlar tanımak şöyle dursun, o tanıdıklarını da unutmuştur.
Sartre tam da bu durum için bir özet yapmış aslında.
'' İki kent arasındayım, biri bilmiyor beni, öteki artık tanımıyor ''
insanlar, insanların şehirleri, şehirler insanların mezarları..
Büyük bedenler küçük kanatları taşıyamıyor,
Küçücük bedenleri büyük kanatlar uçuramıyor.
İnsan kendi yükünü bir başkasının sırtına nasıl verdiğini göremez,
zira çakılmayı izlemenin keyfini hiçbir şey veremez.
Gariptir çoğu kimse, bir başkasına, zararın ve hatta cinayetin,
sadece fiziksel müdahale ve silah ile olabileceğine inanmış.
insan, insana verdiği ruhsal acının derinliğini görebilseydi...
Neyse, ne diyordum?
Evet bir boğulma bir sıkışmışlık hâli demiştik de,
benim aklımda nedense Beauvoir'in sözü yankılanıyor sürekli,
'' Yıllar bütün omuzlara aynı ağırlıkta çökmez ''
Bu sözden sonra ne tek satır yazasım geliyor ne de okuyasım.
Mum gibi eriyor gözlerimin feri,
Benden geriye bir mahmurluk bir mahrumiyet kalıyor.