Hocam, bu konu kendini tekrar eden yayınlarınızdan sağlayacağınız faydayla sınırlı değil. Siz çalışmanızı bir dergide, kitapta vb. mecralarda yayınladığınızda işin içerisine artık telif hakları da girmiş oluyor. Örneğin pek çok dergi makaleleri CC BY-NC, CC BY-NC-SA, CC BY-ND ve buna benzer lisanslarla koruma altına alırlar. Hatta pek çoğu sizden çalışmayla birlikte ayrı bir telif devir sözleşmesi doldurmanızı isterler. Aynı şeyi yayınevleri de yapar. Böylelikle çalışma sizin adınızı taşısa da onu işleme, çoğaltma, temsil, basım, yayın, dağıtım gibi içine mali konuları da alan pek çok hakkı yayıncıya devretmiş olursunuz. Yarın bir gün bu çalışmayı izinsiz olarak başka bir yerde yayınlamanız halinde hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kalırsınız. Tüm bunları, işin daha önce değindiğim etik boyutuna ek olarak söylüyorum.
Dahası, bildiğiniz gibi akademik camiada yaptığınız yayınların niteliği kadar sayısı da önem arz ediyor. Hatta günümüzde, her gün yayınlanan yüzlerce yayını nitelikçe değerlendirmek mümkün olmadığından akademisyenlerin başarısı daha çok yaptıkları yayın sayısı, aldığı atıf oranı gibi sayısal değişkenlerin dahil olduğu h-endeks ve i10 endeksi gibi bibliyometrik verilerle ölçülür hale geldi. Kendini tekrar eden yayınlar, dünyada olduğu gibi ülkemizde de pek çok kurumun itibar ettiği bu tür ölçme-değerlendirme enstrümanlarını yanıltacağı için kabul edilebilir değildir. Kaldı ki aynı içeriği önce kitap bölümü, sonra makale, sonra tamamını ve bir kısmını bildiri olarak yayımlananın evrensel bilime faydasından çok zararı vardır. Bu basitçe ve her anlamda akademik kirliliktir. Her ne kadar günümüzdeki eğilim "yayınla ya da yok ol" prensibine dayalı olsa da akademisyenlik, adı her şeyden önce idealizmle anılan bir entelektüel bir uğraştır. Dolayısıyla hiçbir bilimsel çalışma, sahibine puan veya benzeri maddi çıkar sağlaması amacıyla yapılmaz. Bu tarz hareketler katiyen hoş karşılanmaz ve mesleki itibara gölge düşüreceği için bu saikle hareket eden kişiler akademik çevrelerden dışlanır.
Aynı çalışmayı birden fazla kez yayımlayan profesörleri görmenize şaşırmadım çünkü bunları ben de gördüm ve görmekteyim. Ancak şunu unutmayın ki kötüden örnek olmaz. Onların kariyer inşa ettikleri dönemde bu konuları düzenleyen kuralların halen dağınık olduğunu bilmeniz gerekiyor. Kaldı ki kontrol mekanizmaları da günümüzdeki kadar gelişmiş değildi. İntihal tespit yazılımları, açık kaynak yayınların hiçbiri yoktu. Alanında yabancı dil bilen insan sayısı şimdiki kadar çok değildi. Bugünlere geldiklerinde ise artık kontrol mercii durumunda olduklarından başlarına bir şey gelmemesi normal. Doçentlik jüri süreçlerindeki öznel uygulamalardan da rahatça anlaşılabileceği gibi birçoğunun neye etik ihlal neye asgari verecekleri hakkında en ufak bir fikri bile yok. Ancak, bu yaptıklarının doğru olduğunu göstermiyor. Bunlar emekli oldukça, yerlerini bu konuda çok daha bilinçli akademisyenlerin alacağı söylenebilir.
Sistem eleştirilebilir, onu sürdüren mekanizmalar eleştirilebilir, onu doğrudan ya da dolaylı olarak besleyen kişi ve kurumlar eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Ancak bizler, bunu yaparken bilime gönül vermiş insanlar olarak her şeyden önce kendimiz bilimsel ahlakı ve idealizmi önde tutmaya devam etmeliyiz.
Hocam, bu konu kendini tekrar eden yayınlarınızdan sağlayacağınız faydayla sınırlı değil. Siz çalışmanızı bir dergide, kitapta vb. mecralarda yayınladığınızda işin içerisine artık telif hakları da girmiş oluyor. Örneğin pek çok dergi makaleleri CC BY-NC, CC BY-NC-SA, CC BY-ND ve buna benzer lisanslarla koruma altına alırlar. Hatta pek çoğu sizden çalışmayla birlikte ayrı bir telif devir sözleşmesi doldurmanızı isterler. Aynı şeyi yayınevleri de yapar. Böylelikle çalışma sizin adınızı taşısa da onu işleme, çoğaltma, temsil, basım, yayın, dağıtım gibi içine mali konuları da alan pek çok hakkı yayıncıya devretmiş olursunuz. Yarın bir gün bu çalışmayı izinsiz olarak başka bir yerde yayınlamanız halinde hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kalırsınız. Tüm bunları, işin daha önce değindiğim etik boyutuna ek olarak söylüyorum.
Dahası, bildiğiniz gibi akademik camiada yaptığınız yayınların niteliği kadar sayısı da önem arz ediyor. Hatta günümüzde, her gün yayınlanan yüzlerce yayını nitelikçe değerlendirmek mümkün olmadığından akademisyenlerin başarısı daha çok yaptıkları yayın sayısı, aldığı atıf oranı gibi sayısal değişkenlerin dahil olduğu h-endeks ve i10 endeksi gibi bibliyometrik verilerle ölçülür hale geldi. Kendini tekrar eden yayınlar, dünyada olduğu gibi ülkemizde de pek çok kurumun itibar ettiği bu tür ölçme-değerlendirme enstrümanlarını yanıltacağı için kabul edilebilir değildir. Kaldı ki aynı içeriği önce kitap bölümü, sonra makale, sonra tamamını ve bir kısmını bildiri olarak yayımlananın evrensel bilime faydasından çok zararı vardır. Bu basitçe ve her anlamda akademik kirliliktir. Her ne kadar günümüzdeki eğilim "yayınla ya da yok ol" prensibine dayalı olsa da akademisyenlik, adı her şeyden önce idealizmle anılan bir entelektüel bir uğraştır. Dolayısıyla hiçbir bilimsel çalışma, sahibine puan veya benzeri maddi çıkar sağlaması amacıyla yapılmaz. Bu tarz hareketler katiyen hoş karşılanmaz ve mesleki itibara gölge düşüreceği için bu saikle hareket eden kişiler akademik çevrelerden dışlanır.
Aynı çalışmayı birden fazla kez yayımlayan profesörleri görmenize şaşırmadım çünkü bunları ben de gördüm ve görmekteyim. Ancak şunu unutmayın ki kötüden örnek olmaz. Onların kariyer inşa ettikleri dönemde bu konuları düzenleyen kuralların halen dağınık olduğunu bilmeniz gerekiyor. Kaldı ki kontrol mekanizmaları da günümüzdeki kadar gelişmiş değildi. İntihal tespit yazılımları, açık kaynak yayınların hiçbiri yoktu. Alanında yabancı dil bilen insan sayısı şimdiki kadar çok değildi. Bugünlere geldiklerinde ise artık kontrol mercii durumunda olduklarından başlarına bir şey gelmemesi normal. Doçentlik jüri süreçlerindeki öznel uygulamalardan da rahatça anlaşılabileceği gibi birçoğunun neye etik ihlal neye asgari verecekleri hakkında en ufak bir fikri bile yok. Ancak, bu yaptıklarının doğru olduğunu göstermiyor. Bunlar emekli oldukça, yerlerini bu konuda çok daha bilinçli akademisyenlerin alacağı söylenebilir.
Sistem eleştirilebilir, onu sürdüren mekanizmalar eleştirilebilir, onu doğrudan ya da dolaylı olarak besleyen kişi ve kurumlar eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Ancak bizler, bunu yaparken bilime gönül vermiş insanlar olarak her şeyden önce kendimiz bilimsel ahlakı ve idealizmi önde tutmaya devam etmeliyiz.
xnax , 11 ay önce
Sayın hocam, öncelikle sorumu hakaret etmeden düzgün bir üslupla cevapladığınız için teşekkür ederim. Gördüğünüz gibi düzgün bir şekilde sorulmuş soruya düzgün bir şekilde cevap alabilmek bile teşekkür konusu bu ülkede. Halbuki bu, herkes için en temel hak olmalıydı.
Konumuza dönecek olursak, aslında bir çalışmanın birden fazla kez yayınlanmasının uygun olmadığına dair benim de zihnime yerleşmiş bir kabul vardı. Esasen makale yayın kurallarında da genellikle çalışmanın özgün ve başka bir yerde yayınlanmamış olma şartıları yer alıyor. Benim bu konuda şüpheye düşmemin birinci sebebi, sadece bir yerde puanlanan bir çalışmanın birden fazla kez yayınlanmasının neden etik dışı sayıldığını sorgulamak. Bir çalışmadan birden fazla kez faydalanmıyorsak o çalışmadan haksız bir kazanç da elde etmiyoruz demektir. Hal böyleyken bu durum neden etik dışı sayılıyor? İkinci husus, aynı çalışmayı birden fazla kez yayınlayan profesör düzeyinde bile kişiler olması. Yani bir çalışmayı birden fazla kez yayınlamak etik dışı bir şeyse bu insanlar nasıl o seviyelere geldiler? Yani bu konu hakkında ülkemizde belirsiz, tartışmalı bir durum var gibi görünüyor.
Bu arada, yayınladığım kitap bölümlerini tekrar yayınlamayı kesinlikle düşünmüyorum. Doçentlik şartlarının değişmesi ve bu yüzden kitap bölümlerimin hiç olmasından dolayı üzgünüm. Fakat anlaşılan o ki eğer yayınlarsam bu konu ileride ayağıma dolanacak ve çalışmalarımı kurtarayım derken daha büyük sorunlarla karşılaşacağım. Zaten bu konuda bir kararlılık içinde olmayıp sadece fikir olarak düşünmüştüm. Burada sorunca da akademisyenlere diş bileyen güruh tarafından saldırıya uğradım. Konuya ilişkin fikir beyan etmek yerine saldırıya geçen bu insanların sağlıklı bir psikolojiye sahip olmadıklarını düşünüyorum. Akademimizde pek çok sorun var doğru, ama insanımızın düşünce ve davranışlarında da çok fazla sorun var. Sürekli başkalarının kusurunu aramak, onları küçük düşürmek, mobbing uygulamak, psikolojik olarak yıpratmak, ayağını kaydırmaya çalışmak ve daha neler neler. İnsanlarımız kendini geliştirmek yerine başkalarını ezmekle uğraştığı için akademimiz bozuk zaten.
Neyse daha fazla uzatmayayım. Cevabınız için tekrar teşekkür eder, iyi akşamlar dilerim.