Editörler : supporters.
21 Haziran 2025 14:56

7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığına 20 Eylül 1917 Tarihli Raporu

"Genel duruma ilişkin naçizane değerlendirmelerimi aşağıda sunuyorum:

Memleketin genel kaderini yönetmede sorumlu ve söz sahibi olan sizlerin (yüce makamınızın), ifadelerimi hiçbir kötümserliğe ve telaşa yormayarak, soğukkanlılık ve ciddiyetle karşılayacağınıza olan güvenim, düşüncelerimi kavrayabildiğim en geniş ölçüde açıklamama neden olmuştur:

1- Ülkenin genel durumu her şeyden önce dikkat çekicidir. Savaş, hangi milletten olursa olsun bütün unsurlarımızı istisnasız olarak son noktasına getirmiştir. Halk ile yönetim arasındaki bağlar sarsılmıştır. Evlerinde kalan halk, her açıdan hükümetten uzak kalmayı kendi çıkarına görür bir hâle gelmiştir. Çünkü geride kalan halk ya kadınlardan, ya güçsüzlerden ya da asker kaçaklarından oluşmaktadır ve kendi çalışmalarının ürünleri hayatlarını sürdürmelerine yetmezken, sivil ve askeri yönetim onlardan açlık ve ölüm pahasına mallarını ve mülklerini almakta ve talep etmekte daha fazla ısrarcı ve inatçı olmak zorunda kalmaktadır.

Diğer taraftan sivil yönetimlerin tam bir acziyeti, genel bir anarşiye sürüklenen toplumsal hayatı yönetmeye engel olmakta ve halkın hakları adına ne düşünülüyorsa hepsini adalet ve hakkaniyete aykırı ve dolayısıyla halkın nefretinin artmasına yol açan bir şekilde çözmeyi zorunlu bir alışkanlık hâline getirmiştir."

Milli yönetimin bu tam aciziyeti; bir zabıta gücünün kesinlikle yok olmasından, geçim sıkıntısı derdiyle bütün memurlara bulaşan rüşvet, vurgunculuk ve görevi kötüye kullanma hallerinden, memurların nitelik olarak düşkün bir hale gelmesinden ve adalet işlerinin kesinlikle işlememesinden ileri gelmektedir. Bu sebepler, toplumsal hayatı her köşede ve her beldede temelinden çürütmektedir. Kamu güvenliğinin ve ticari-ekonomik işlerin müthiş bir süratle gerilemeye başlaması da bu durumun asıl belirtilerindendir. Bugün bir para meselesi ortaya çıkmıştır ki bu dert ne halkta ne de memurda geleceğe dair bir güven bırakmamakta ve namuslu insanları kutsal bağlarını koparmaya zorlamaktadır.


Kalet
Daire Başkanı
21 Haziran 2025 15:07

Dolayısıyla, savaş devam ettiği takdirde karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlike, her taraftan çürüyen o muazzam saltanat binasının bir gün içeriden, aniden ve tamamen çökmesi ihtimalidir.

2- Genel askeri durum, savaşın yakın bir gelecekte biteceğine işaret etmemektedir. Müttefiklerimizin askeri darbelerle düşmanlarımızı barışa zorlayacakları artık söz konusu olmayıp, Almanlar sevk ve idareyi yalnızca "Geliniz bizi mağlup ediniz" esasına bağlamışlardır. Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmayacağını zaman göstermektedir ve düşman halklarının sıkıntı ve mahrumiyeti daha az olduğu ve kendi inançlarına göre kesin bir sonuca ulaşma ihtimalleri bulunduğu için, bizim dayanabileceğimiz kadar savaşın uzamasına katlanmaları doğaldır. Dolayısıyla savaş daha çok uzayacaktır. Bu durumdan, "Bu savaşın bitişinin anahtarları bizim tarafın elinde değildir" sonucunu çıkarmak gerekir.

3- Türkiye'nin askeri durumu şudur: Ordu, savaşın ilk dönemlerine kıyasla olağanüstü zayıftır; birçok ordunun mevcudu, olması gereken miktarın beşte biri gibidir. Ülkenin insan kaynakları, bu eksiği tamamlayacak güçte değildir. Hatta 7. Ordu gibi bütün memleketin tamamlamaya ve güçlendirmeye çalıştığı yegâne orduyu dahi, düşmana bir tek kurşun atmadan kuvvetli tutmaya imkân bulamıyoruz. Genel dirence örnek olması için belirteyim ki; dünyanın en zor işlerini görmek üzere biner kişilik taburlarla bana gönderilen 59. Fırka'nın (Tümen) %50'si ayakta durmaya gücü yetmeyen zayıflardan oluştuğu için ayrılmış, sağlam kalan askerler ise 17-20 yaşlarındaki gelişmemiş çocuklarla 45-55 yaşlarındaki çalışamayacak durumda olan yaşlılardan ibaret kalmıştır.

Diğer en iyi fırkaların taburları da İstanbul?dan 1000 mevcutla yola çıkmış, ancak en kuvvetli olanı bile Halep?e ancak 500 kişiyle ulaşabilmiştir.Bu durumun sebepleri, toplum hayatına ve sivil yönetimin gücüne bağlıdır. Yani, bu durumu düzeltmek orduların elinde değil, doğrudan halkla ilgilidir.Bu örnek açıkça göstermektedir ki, tüm kaynakları toplasak bile bunların küçük bir kısmını bile güçlü bir şekilde ayakta tutmak mümkün değildir.

Subaylarımızın hem sayı hem de nitelik açısından yetersizliği, ayrıca açıklamaya gerek olmayacak kadar barizdir.Cephelerimizin ise ihtiyaçları ve talepleri büyüktür.

Batı Cephesi?nde (Garp), şu anda düşmanla ciddi bir temas yoktur. Ancak İstanbul?un dünya ile deniz ulaşımı dolayısıyla en zengin bölge olması nedeniyle bu cepheye hayati darbeler indirilmesi ihtimali her zaman mevcuttur.

Kafkasya?daki askerî durum şu an durmuş vaziyettedir. Bizim tarafımızdan daha önce kaybedilen yerlerin geri alınması şu an mümkün değildir.Rusya?nın iç durumu ve Avrupa?ya olan ihtiyacı, onların aktif harekete geçmesini şimdilik engelliyor gibi görünmektedir.Ancak, herhangi bir nedenle Ruslar harekete geçerse, bunu durdurmak ya da sınırlamak bizim gücümüzü aşan bir meseledir.

Irak Cephesi?nde, İngilizler hedeflerine ulaşmışlardır. Bu yüzden daha ileriye gitmeleri için ellerinde siyasi, ekonomik ya da askerî sebepler olduğunu düşünmüyorum.Ancak yine de İngilizler ilerler ve yeni başarılar elde ederlerse, örneğin Musul?un da kaybı, halk hayatı için ölümcül bir darbe olmayacaktır.Genel durum pek değişmeyecek, bu cephede de bir bekleyişten başka yapılacak bir şey kalmayacaktır.

Sina ve Hicaz cephelerinde ise, düşman henüz askerî ve siyasi hedeflerine ulaşamamıştır ve bu amaçla ciddi şekilde hazırlık yaptığı anlaşılmaktadır.

İngiltere?nin amacı:

Kendi etkisinde bir ?İslam Dünyası? yaratmak,

Filistin?de Hristiyan temelli bir hükümet kurmak,

Mısır, Süveyş ve Kızıldeniz bölgesinde hâkimiyetini sonsuza dek sağlamlaştırmak,

Ve Türkiye?yi hem dinî gücünden, hem de en bereketli topraklarından yoksun bırakmaktır.

İngiltere için bu hedefler, adeta I. Dünya Savaşı?nın asıl amacı kadar önemlidir.Türkiye içinse, bu hedeflerin gerçekleşmesi geri döndürülemez, hayati kayıplar anlamına gelir.

Sonuç olarak, mevcut askerî durumda:

Batı?dan gelebilecek muhtemel saldırılara karşı hazırlıklı olmak,

Suriye sınırında bariz şekilde toplanmakta olan düşman hareketlerini başarısızlığa uğratmak,

en acil askerî taleplerimizdir.

Bu genel durum ortadayken, örneğin Bağdat?ı geri alma gibi hayallere kapılmak imkânsızdır.

En kuvvetli ve en hazır düşman şu anda Sina Cephesi?nde bulunmaktadır ve bu düşmana karşı gerekli tedbirleri almak kesinlikle ihmal edilemez.


Kalet
Daire Başkanı
21 Haziran 2025 15:19

İkinci olarak, Bağdat girişimine maddeten de imkân ve kuvvet yoktur. Bu işe girişecek orduların bugünkü mevcutları pek zayıf ve değersiz olup, daha iki ay yürüdükten sonra, biraz abartıyla, bir demetten ibaret bir kitle kalır. Düşmanın Bağdat'a tren ve gemileriyle getirip yerleştireceklerine, sal (ilkel tekne) ve deve ile karşılık verilemez. Kısacası, bu imkânsızlıklara en büyük delil, aylardan beri bir alayı iki gün yürütebilecek hazırlıkların hâlâ yapılamamış olmasıdır.

4- Bu kısa genel bakıştan vardığım sonuç, artık her işin bittiği ve bulunacak bir çarenin kalmadığı yönünde değildir. Böyle kötümser bir kanaatin, düşmanların ve tehlikelerin en vahimi olduğunu açıklamaya gerek görmem. Kurtuluş ve yaşama imkânı mevcuttur, ancak isabetli tedbirleri bulmak lazımdır. Naçizane fikrime göre, bugün takip edilecek kararlar aşağıda belirtildiği gibi olmalıdır:

A) İçeride hükümeti güçlendirmek ve yaşamı güvence altına almak: "Jandarmayı güçlü kılmak; memurları, mümkün olduğu kadar adalet işlerini ve her durumda halkın beslenmesi ile ticari ve ekonomik işleri düzene sokmak"; hiç olmazsa görevi kötüye kullanmayı en alt düzeye ve katlanılabilir bir dereceye indirmektir. Öyle ki, memleket sağlam bir harekât üssü hâlinde bulunmalıdır. Savaşın uzaması Allah korusun yeni kayıplara ve felaketlere sebep olsa da, elimizde ve gerimizde kalacak bölgeleri ve halkı her şeye rağmen dayanıksız ve çürük bir halde bulmamalıyız.

B) Askeri siyasetimiz, bir savunma siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek askeri son ana kadar saklama siyaseti olmalıdır. Bu siyaset, memleketimiz dışında bir tek Osmanlı askerinin kalmasına tahammül edemez. Sina cephesinin güvenliğinin taarruzla mı yoksa savunmayla mı mümkün ve isabetli olacağı meselesine bugün karar verilemez. Çünkü düşman bugün orada insan ve malzeme bakımından bize üstündür ve bizim bütün kuvvetlerimizi gönderebileceğimiz aylar boyunca bekleme ihtimali bilimsel olarak pek azdır. Bizim kuvvetlerimiz gelmeden önce, onun (düşmanın) saldırarak karşısındaki kuvvet aleyhine kesin bir sonuç alma girişiminde bulunması doğaldır. Bundan başka, bizim cepheye kuvvet sevk edeceğimiz iki ay zarfında düşman isterse, ulaşım araçları bakımından daha çok kuvvet getirmeye gücü yeter. Dolayısıyla, düşman daha önce saldırmadığı takdirde dahi, bizim sevkiyatımız bittikten sonra bugünkü üstünlüğünü daha da artırmış olması ihtimal dahilindedir. Kısacası, Halep'teki kuvvetlerimizin Sina'ya ne kadar kuvvet ve değerde varacağı da bilinmediğinden, Sina cephesini güvence altına almak için bugün uygulama sahasına konulacak karar, yalnızca 7. Ordu birliklerinin derhal güneye hareket ettirilmesi olabilir. Bu kuvvetlerin sonradan nasıl kullanılabileceğini bugün kesin olarak belirlemeye (kuvvetlerimizi israf etmemek düşüncesini bir kenara bırakarak) harita üzerindeki askerlik bilimi açısından dahi imkân yoktur. 7. Ordu birliklerinin güneye hareket ettirilmesiyle ortaya çıkacak askeri karışık durumun, her türlü can sıkıcı siyasi bağdan kurtulmuş ve memleketin iç ve dış bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde düzenlenmesinin, sevk ve idaresinin en kestirme yolu da şudur:


Kalet
Daire Başkanı
21 Haziran 2025 15:33

Suriye ve Hicaz?ın tümü, şimdiye kadar olduğu gibi her bakımdan bir Müslüman Osmanlı komutanına bağlı olmalı. Bu kişinin emrinde, Sina Cephesi?nde yürütülecek askeri harekât da ayrı bir Müslüman Osmanlı tarafından üstlenilmelidir.

İşte vatan menfaatlerine en uygun şekil budur.

(- Mustafa Kemal burada Suriye ve Hicaz cephesinde Türk askerlerinin başında bir Türk paşanın olması gerektiğini, Alman generallerin bu bölgede tam yetkili komutan olmasının sakıncalı olduğunu vurguluyor.)

General Falkenhayn?ın gelişi, ona çeşitli taahhütlerde bulunulmuş olması, General Kress?in (Alman komutan) öteden beri kazandığı bazı haklar ya da Almanları idare etmek zorunda oluşumuz gibi sebepler, vatan menfaatine uygun olan bu açık ve kesin şekli engelleyemez.

Hayati kararlar söz konusu olduğunda, karar verme hakkından mahrum olduğumuzu düşünmüyorum.

- ( Falkenhayn?ın atanması, Osmanlı?nın kendi askerî iradesi dışında verilmiş bir karar gibi görünse de, Mustafa Kemal bu dayatmanın ?vatan menfaatine zarar veremeyecek kadar önemsiz? olduğunu savunuyor.)

Sina Cephesi iki ayrı ordu tarafından savunulacaksa ve bu iki orduya Falkenhayn komuta edecekse, bu kabul edilebilir.

Ancak Falkenhayn?ın da Suriye ve Hicaz?a komuta edecek Osmanlı komutanının emrinde olması tartışmaya açık bir konu değildir; bu mutlak bir gerekliliktir.

- (Burada net şekilde, Mustafa Kemal Falkenhayn?ın Türk komutanın emrine verilmesini şart koşuyor. Aksi takdirde komuta hiyerarşisinin bozulacağına dikkat çekiyor.)

Devlet nezdinde en yüksek sorumlu bir Osmanlı paşası olmalı; iç güvenlik, siyaset, aşiretlerle ilişkiler gibi tüm meseleler onun elinde bulunmalıdır.

Falkenhayn ise yalnızca bir askerî komutan olarak kalmalıdır.

- (Yani sivil-idarî işler de dahil olmak üzere tüm yetkinin Türk tarafında olması gerektiğini açıkça belirtir. Almanların yalnızca askerî danışman konumunda kalması gerektiğini savunur.)

Ben yasal olarak bağımsız bir ordu komutanı olmama rağmen, ikinci veya üçüncü derece bir komutan durumuna düşmek zorunda kalırsam bu üzücü olur.Ancak vatan menfaati için buna sessiz kalınabilir.

Ama şunu da açıkça belirtmeliyim: Eğer birliklerim parçalanarak General Kress?in kuvvetleriyle karışırsa ve savaşın zorunluluğu nedeniyle birlik birlik onun komutası altına girerse, 7. Ordu Karargâhı işlevsiz bir hale gelir.

Komutasındaki birliklerin parça parça elinden alınması durumunda, kendisinin sahada işlevsiz kalacağını ve bunun kabul edilemez olduğunu söylüyor.


Kalet
Daire Başkanı
21 Haziran 2025 15:36

Bu durumda ben seyirci kalamam. En küçük birliğin bile savunma hattını kendi komutam altına almak hakkını saklı tutarım.

Yani, eğer kuvvetler birleşecekse, bu birleşik kuvvetin başında ancak ben olabilirim.

Başından itibaren bu kararın net şekilde verilmiş olması gerekir.

- (Mustafa Kemal açıkça ?ya ben bu orduların başında olurum, ya da komutayı bırakırım? demektedir. Bu, ileride istifa kararıyla sonuçlanacak süreçlerin habercisidir.)

(Tarihsel ve Stratejik Anlamı

:

Alman Generallere Direniş: Mustafa Kemal, Osmanlı ordusunun kaderinin Alman subaylara teslim edilmesini kabul etmemiştir. Özellikle Falkenhayn ve Kress gibi figürlere karşı bu rapor, açık bir siyasi-askerî muhalefet metni niteliğindedir.

Ulusal Egemenlik Vurgusu: Bu metinde, ?hayat ve memat? meselelerinde kararı Türklerin vermesi gerektiği ilkesi açıkça savunulmuştur. Bu fikir, ileride Misak-ı Millî ve TBMM?nin yetki iddialarının temelini oluşturur.

İlerideki İstifa ve Bağımsızlık Mücadelesi: Bu görüşleri kabul ettiremeyen Mustafa Kemal, 7 Ekim 1918?de 7. Ordu Komutanlığı görevinden ayrılmış, çok kısa bir süre sonra Milli Mücadele sürecine girmiştir. Yani bu metin, istiklâl mücadelesinin ilk siyasal manifestolarından biridir.)

Not: Parantez içerisindeki yorumlar ChatGPT'ye aittir.


Kalet
Daire Başkanı
21 Haziran 2025 15:49

Suriye genel yönetimi meselesinin Falkenhayn'a verilemeyeceği konusunda Almanları kırmak ve onların gücünü ve gerekliliğini göz ardı etmek gibi sığ bir düşünceye kapılmadığıma inanmalısınız. İçinde bulunduğumuz bu bataklıktan Almanlarla birlikte kurtulmak zorunlu ise de Almanların bu zorunluluktan ve savaşın uzamasından faydalanarak bizi bir sömürge durumuna getirme ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine alma siyasetine karşıyım. Devletin bu konuda derhal en azından Bulgarlar kadar bağımsız ve kıskanç olmasını gerekli görüyorum. Sizi temin ederim ki, bağımsız olduğumuz ve bağımsızlığımızın gerekçeleri konusunda kıskanç davrandığımız Almanlar tarafından anlaşıldığı gün, onların gözünde Bulgarlardan daha saygın bir yere sahip olacağız. 'İyi idare edeceğim' diyerek sürekli fedakârlıkta bulunmak, herhangi bir müttefike, özellikle de Almanlara merhamet ve insaf telkin etmez; aksine, verdiklerimizden yüz kat fazlasını istemeleri için onları hırslandırır ve teşvik eder.

Bugün Falkenhayn, her fırsatta herkese karşı Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarlarını en çok düşüneceğini söyleyecek kadar cüretkârdır. Fırat'ta ve Suriye'de Alman siyasetinin ve Alman çıkarının ne demek olduğunu kestirmemek mümkün değildir; özellikle de bu sözü söyleyen bir Alman konsolosu değil de yüz binlerce Türk'ün kanı hakkında karar verme mevkiinde bulunan bir komutan olursa, işlerin tamamen vatanımızın çıkarlarına aykırı bir şekilde ilerleyeceği açıktır. Falkenhayn, geldiği günden beri aşiret reislerine Alman teğmenler göndererek onlarla doğrudan temas kurmaktadır. "Araplar Türklere düşmandır, biz Almanlar tarafsız olduğumuzdan onları kazanabiliriz" sözünü bizzat bana, bir ordu komutanına söylemiştir.

Irak harekâtının gerçekleştirilemez olduğunu kendisi daha ilk günden anlamıştır. Irak harekâtını, memlekete yerleşmek için bir bahane olarak kullandı. Gerçekte ideali, bütün Arabistan'ı Alman yönetimi altına almaktı. Nitekim planının ikinci aşamasına başlamıştır. Irak hedefi doğal olarak değişince, Sina cephesinde bir taarruz konusunu gündeme getirdi. İki ay sonra durumun taarruza mı yoksa savunmaya mı uygun olacağını şimdiden kestiremeyeceği, herkes gibi onun da malumuydu. Fakat bugünkü taarruz sözü, bütün Suriye'nin, yani Arabistan'ın, onun yönetimi altına girmesi için çekici bir bahaneden başka bir şey değildir. İki ay sonra şartlar taarruza elverişsiz olur ve bütün kuvvetlerle Filistin'in savunulması gerekirse, General Falkenhayn'ın dünyaya ve memleketimize karşı en büyük başarıyı kazanmış bir kişi olarak ortaya çıkacağına şüphe yoktur. Fakat bu durumda, hükümeti ve memleketi güçlendirme şartı bir yana, memleket tamamen bizim elimizden çıkarak bir Alman sömürgesi haline gelmiş olacaktır. General Falkenhayn, bu amacı için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu'dan getirdiğimiz son Türk kanını kullanacaktır.

Kısacası, yapılacak işlerin sıradan bir memleket meselesi değil, en başta gelen bir vatan savunması meselesi olduğu bu dönemde, memleketin herhangi bir köşesinin herhangi bir yabancının idaresi ve nüfuzu altına verilmesi, saltanatın varlığını kesinlikle bozar ve yok eder.

İşte benim değerlendirmelerim bunlardan ibarettir. Bulunduğum makam sebebiyle bunları açıklayarak vicdani sorumluluğumu yerine getirdiğime inanıyorum.

Mustafa Kemal"


Kalet
Daire Başkanı
21 Haziran 2025 15:53

Elbette, Enver Paşa'nın 2 Teşrinievvel 1333 (2 Ekim 1917) tarihli cevabı

"100 kilometreden daha uzun olan Sina cephesinin iki bölgeye ayrılmasını pek doğal bulurum. Dolayısıyla, 7. Ordu karargâhının bu cepheye sığmayacağı yönündeki yüksek görüşünüze katılamam. Bundan başka, Sina cephesinde bulunacak birliklerin harekâtını sevk ve idare etmeye memur edilmiş olan Mareşal Falkenhayn Paşa'nın, söz konusu harekâtın başarıyla sonuçlanması için en doğru kararları ve tedbirleri alacağına eminim. Bu konudaki güvenime sizin de katılmanızı özellikle rica ederim.

Enver"

Kaynak: Büyük Harpte Türk Harbi; 2. Cilt-Sayfa 351-358

Not: Metnin Günümüz Türkçesine çevirisini; Gemini Pro ve Chatgpt Plus yapmıştır. Yapay Zeka olmasa yazışmaları anlayamayacaktım.

Toplam 6 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi