Editörler : Lanet
«8910111213141516171819»

*rengarenk*
Kapalı
02 Aralık 2010 17:13

"Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar. Anladım ki derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli?"

Alıntı


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
02 Aralık 2010 18:55

Yetiş ey keştibanım büsbütün deryada yangın var

Yetiş ey keştibanım büsbütün deryada yangın var

Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var

Açıldı bağ-ı vahdet gülleri mest oldu bülbüller

Zemin ü âsuman dünya ve mafihada yangın var

Erişti nev-bahar vakti figana başladı bülbül

Değil bülbül yalınız ol gül-ü ranada yangın var

Kaşınla kiprigin zülfün beni mest etti ey dilber

Değil mestane gözler kamet-i zibada yangın var

Muhabbetden yarattı Ol Habib'i Hazret-i Mennan

Değil kim Ol Muhammed Hazret-i Mevlâ'da yangın var

Hitab-ı "kün fekân" erdi zuhûra geldi akl-ı küll

Felekler gulgule düştü kamu esmada yangın var

Zemine indi me'vadan nice yıllar döküp kan yaş

Yalınız ağlayan Adem değil Havva'da yangın var

Nice yıl hasret-i hicran oduyla yaktı Kenan'ı

Yanan Yakub değil gör Yusuf u Zelha'da yangın var

Cihan halk olalı göster bana âsûde ahvalin

Ki yok bir istirahat esfel ü alada yangın var

Erişti Sami-yi Sultan beraber dilber-i ruhan

Değil yalınız Erzincan Yemen San'a'da yangın var

Bilinmez Salih'in rengi çalınır tablı gülbangı

Kurulmuş Kerbela cengi yaman gavgada yangın var


İDAL*
Başbakan Müsteşarı
02 Aralık 2010 23:11

Yazsam sonra silsem.. sana dairleri önce yaşasam doyasıya, sonra sen gelsen.. bir kalemde silsen, yeniden hep yeniden baştan alabilsek bu filmi.. sıkılma, öylesine bir istekti sadece.


buşra
Müsteşar
03 Aralık 2010 13:33

Bir gözü açık yaşıyorum artık hayatı.Tavşan uykusu gibi.Uyku ile uyanıklık arasında mekik dokuyorum.İki ters bir düz.Yoksa tam tersimi.Beceremedim bir türlü dantelli bir hayat yaşamayı.Şekil alsın diye yüreğimi kolalamayı.


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
04 Aralık 2010 21:43

Yalnızlık, sarar ruhumu

bir sonbahar akşamında

kimbilir, nerede, ne zaman?

biter mi bilmem... hüznüm, yalnızlığım.

diyerek arşınladım sokakları. yorgun ve bitkin bir halde... kaldığım odaya döndüğümde gece yarısını geçmişti epey.

ne de zordu gurbet Allahım, alışık olmadığım bu yalnızlık melankolik bir sıla özlemine mahküm etmişti beni.

Arapça hocamız çok zorlu bir ödev vermişti. tek başıma yapabilecek durumda değildim o zamanlar. cami cami gezip

hocalardan yardım istemiştim. hiç kimse bu zorlu ödev konusunda yardımcı olamamıştı. sınıf geçmek için mutlaka yapmam

gerekiyordu. derken rast geldiğim bir arkadaş bir adres verdi bana. kaldığı öğrenci yurdunda bir hoca gelip hergün onlarla sohbet

ettiğini, onun mutlaka yardımcı olabileceği müjdesini vermişti.

Camiye bitişik bir odada bir arkadaşımla beraber kalıyorduk. kış soğuğunda müezzin erkenden gelir, sobayı yakar, cemaat sıcacık bu odada

kılardı sabah namazlarını... ve işte o geceye kadar istisnasız bütün sabah namazlarımızı beraber kılmıştık cemaatle.

ama işte o gece... ve ilk kez, müezzin camiye gelememiş, biz de kalkamamıştık. kalkamamıştık çünkü, yalnızlık ruhumuzu kuşatmış,

akrep gibi kemirmişti sabahlara değin... saat 9.00 sularında kalktık ve arkadaşımızın verdiği

adrese gittik. içeri girdik arkadaşımla beraber. hocaefendi öğrencileriyle sohbet ediyordu. Aman Allahım dedim, Allah dostu dedikleri

bu olmalı zahir! nurani bir yüzü vardı, beyazlaşmış uzun sakallarının üzerinde insanın derununa nüfuz eden, peygamberane bakışlı gözlerinin

dünya ışığını görebilmekten mahrum olduğunu geç farkettim... bununla beraber yaşının 93 olduğunu da arkadaşım fısıldadı kulağıma.

bu arada kendisinin bir seyyid olduğunu da... hz. hüseyin efendimizin soyundan gelen bir peygamber torunu yani...

biraz bekledikten sonra kabul etti huzuruna... varıp diz çöktük önünde. o yumuşacık pamuk gibi ellerini sürdü yüzümüze, alnımızda gezdirdi ve

arkasından da, hayatım boyunca hiç unutmadığım, unutamadığım şu sözlerini söyledi. "A evlatlarım, siz.... belli ki yüreklerinde iman taşıyan,

alınları secdeli gençlersiniz; ama... bugünkü sabah namazının nurunu göremedim yüzünüzde!!!

Gönül ehli olmak, firaset sahibi olabilmek... Allahın nuruyla bakabilmek... ne derseniz deyin, tam karşımızdaydı işte... ellerine sarıldık, öpmek

istedik, duasını istedik... ödevimizi yapıverdi ve dualarla uğurladı bizi...

o gün bugündür ne zaman bir namazı vaktinde kılamasam hep aynı ses çınlayıverir kulaklarımda... "bugünkü ....namazının nurunu göremedim yüzünde"

MiM


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
05 Aralık 2010 07:25

har içinde biten gonca güle minnet eylemem

arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem

sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi

iblisin talim ettiği yola minnet eylemem

*****************************************

bir acaip derde düştüm herkes gider karına

bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına

zerrece tamahım yoktur , şu dünyanın varına

rızkımı veren hüda'dır,kula minnet eylemem

****************************************

oy NesimÎ, can NesimÎ ol gani mihman iken

yarın şefaatlarım ol ahmed-i muhtar iken

cümlenin rızkını veren ol gani settar iken

yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem

(alıntı)


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
05 Aralık 2010 09:24

KOCA RAGIP PAŞA ve ŞAİR HAŞMET

Koca Ragıp Paşa, bir temmuz günü öğle vakti, Üsküd...ar iskelesine çıkmış. Biraz gezinmek istemişti; ancak hararetinden aşırı derecede susamış. Kendisi, bir gölgeye oturup, oynamakta olan çocuklara seslenmiş:

- Çocuklar, kimin evi yakında ise bana bir bardak su getirsin.Çocuklar arasında Haşmet de varmış.

-Ben getiririm, demiş ve gidip toprak bir kâse içinde buzlu turşu suyu getirmiş.

Ragıp Paşa, bu hâle pek memnun olmuş ve turşu suyunu kana kana içmiş. Sonra çocuğa teşekkür etmek için demiş ki:

- Yavrum, ben su istemiştim, sen turşu suyu getirdin. Çok düşüncelisin, teşekkür ederim.

- Hiç gerek yok amca! Annem, turşu küpüne fare düştüğünden bu yana gelene geçene soğuk turşu suyu ikram ediyor.

Ragıp Paşa, fena halde öfkelenir ve oturduğu yerden fırlayıp elindeki turşu çanağını yere çarpar. O zaman Haşmet dayanamaz:

- Eyvah, kedimin yal çanağını kırdınız. Şimdi annem benden hesap sorar.

Ragıp Paşa, birden duraklar ve çocuğun çok zeki olduğunu, hazır cevaplılığını ve bunları muziplik olsun diye yaptığını anlar.Sonra Haşmet'i yanına evlatlık alır. Onu okutur, yetiştirir.

Haşmet gençlik çağına gelince konağın halayıklarından birine tutulur ve köşe bucak, kızı nerede görse sıkıştırır. Ragıp Paşa, durumu fark eder ve onu evden çıkarmak ister. Ancak, önce Haşmet'e bir oyun oynamayı düşünür. Halayığı çağırır ve ona tembih eder:

-Kızım, Haşmet sana tekrar musallat olursa onu odana davet et. Ben kapının önünde olacağım. Ona razı olacakmş gibi yapıp elinde nesi var nesi yok, al.

Kız söyleneni yapar ve Haşmet'i odasına çağırır. Ona şartlarını söylemeye başlar:

- Bak Haşmetciğim! Ben de sana tutkunum; ama ben zavallı, kimsesiz bir halayık kızıyım. Kimim kimsem yok. Bu buluşmayı paşa hazretleri duyarsa, beni konaktan kovar. Sonra dışarlarda aç bi-ilaç ne yaparım. Onun için önce kendimi garantiye almalıyım. Sözün kısası, bana şu kadar altın vermezsen bu iş olmaz.

Haşmet, kesesindeki bütün altınları kıza uzatır;

-Al serv-i revânım. İstediğin altın olsun.

Kız bu minval üzere, naz ve işveye devamla Haşmet'in nesi var nesi yoksa alır.Hatta malik olduğu tek gayrimenkul tarlanın da tapusunu ele geçirir. Haşmet verdikçe kız işveyi arttırır; kız cilvelendikçe Haşmet verir.Sonunda kız;

-Haşmetciğim, der.Bu yapacak olduğumuz günah bizi iflâh etmez.Ben, öte dünyada cehenneme gidersem, hiç gönlün razı olur mu ? Onun için bana imanını da ver!

Haşmet çılgına dönmüş gözlerini kıza dikip ayağa fırlar:

- Vallahi de yok billahi de yok!

Kapıda onları dinlemekte olan Ragıp Paşa, gülmekten katılarak içeri girer:

- Ne yaptın Haşmet, iman elden gitti!..

-Ne yapayım paşa hazretleri, var desem onu da alacaktı!..


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
05 Aralık 2010 09:39

İki yahudi bir araya gelse şirket, iki Türk bir araya gelse devlet kurar."

- Çin Atasözü


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
05 Aralık 2010 10:13

İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar.

Karşılaştıklarında, Neyzen Tevfik:

--Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.

-Genç yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?

...--İşte bende onun için benzetiyorum ya. Fasulye de sırığa sarılarak büyür.


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
05 Aralık 2010 10:20

........

Kimsesiz Hiç Kimse Yok

Hiç kimse yok kimsesiz

Herkesin var bir kimsesi

Ben bugün kimsesiz kaldım

...Ey kimsesizler kimsesi

Kimse aradığım yollarda

Kimsesizlik kimsem oldu

Dinsin artık hicranın cana

Kimse aradığım yollar

Kimsesiz kimselerle doldu

Avnî (Fatih Sultan Mehmet)


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
05 Aralık 2010 10:25

Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira aşk, Maşuk'unun yolunda olur ve o yolda ölür."

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır. Kaldığı çadırı süpürüp temizleye...n, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor.. Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin umutsuz bir aşk.bi gun cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır:

?Derdi olan neylesin??

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

?Derdi neyse söylesin.?

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

?Korkuyorsa neylesin??

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

?Hiç korkmasın söylesin.?

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: "Efendim...? der. ?Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır. Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:

?GERÇEK AŞKI ŞU CARİYEDEN ÖĞRENİN. ZİRA ÂŞIK, MÂŞUK'UNUN YOLUNDA OLUR VE O YOLDA ÖLÜR.?


pikniktüpü
Müsteşar Yardımcısı
05 Aralık 2010 18:02

Neden ağlıyorsun yüreğim? Nedir bu kızgınlığın hayata?Ne yüzün gülüyor nede zevk alabiliyorsun hayattan ,Günlerdir kendi köşene çekilmiş kaçıyorsun adeta insanlardan Korkarcasına, ölmeyi bile düşünüyorsun zaman zaman Neden neden yüreğim Yoksa baharını mı özledin? Fırlatıp atmak isterken onu yüreğinden,Gölgesi gitmiyor mu gözlerinden, ...İçin ağlasa da kim duyar seni?/Kim anlar dışardan olup biteni?/Leyla'nın yüzünü görenler bilir/Mecnun'un kalbine batan dikeni!


lafügüzaf
Şube Müdürü
06 Aralık 2010 04:28

Beni görünce züccaciye dükkanına girmiş fil gibi oluyorsun.Kırılan duyguların tamiri kolay olmuyor. Zarar ziyanını toparlamam zaman alıyor...

Ve sen farkında bile değilsin dostum... Bendeki kredin sonsuz mu sanırsın?


buşra
Müsteşar
06 Aralık 2010 09:49

Yıldızları indirdim yeryüzüne.Yeri de çiviledim göğe.Tersinden bakıyorum şimdide.Yolunda gitmesi için bir şeylerin belki.Ters yaşarsan doğru çıkar diye.Öylesine?


gokhankvk
Müsteşar
06 Aralık 2010 09:59

ben dünyaya öylesine gelmedim

sen de bilirsin

sen dünyaya öylesine gelmedin

cümle alem bilir

ben senin yoluna çıkmadım

öylesine

sen benimle aynı yolu yürümedin

öylesine

hiç kimseyi sevmedim

böylesine

hiç kimseyi sevmedin

böylesine


İDAL*
Başbakan Müsteşarı
06 Aralık 2010 10:01

Vazgeç.. dediğini duydum. Belki mantığım kabul etti, gönlüme anlatamadım o ayrı. Sen "vazgeçtim" olarak bildin, bu da sorunun diğer bir yüzü. "Vazgeçtim" bu kez, gönlümü de es geçiyorum! Kulaklarımı kapadım, gönlümden yana. Ne sen bil, ne ben duyayım. Gönül vazgeçmeli, öylesine..


gokhankvk
Müsteşar
06 Aralık 2010 10:06

kolay mı sandın doğmayı böylesine

denedin mi hiç ölmeyi öylesine


gokhankvk
Müsteşar
06 Aralık 2010 10:37

son kelimayi başa mı koysam

yoksa üstteki üye için bir şey mi yapsam

yada evlilikle ilgili geyiklere mi takılsam

yada yazılanları mı takip etsem

öylesine


microbio
Kapalı
08 Aralık 2010 13:45

Bana bir söz söyle

İçinde umut olsun

Gri bulutlar kaybolsun, güneş yeniden doğsun

Bana bir söz söyle

Aklımda bir şey kalmasın

Unutayım her şeyi

Kendimi, çevremi,yaşadığım evreni

Bana bir söz söyle

Tamamen gerçek olsun

Öyle sağlam temelleri olsun ki ,itiraz etmem yada karşısında cümle kurmam mümkün olmasın

Susup kalayım

İçimdeki çığlık son bulsun

Bana bir söz söyle

Yada sus

Unut gitsin

Konuşuyorum işte

Öylesine


İDAL*
Başbakan Müsteşarı
08 Aralık 2010 17:16

Hayatından geçtim sessizce.. sesim çıkmaz oldu gönül yolunda, bir sana sustum, susadım. Kaldın içimde ölesiye!

Öylesine gelmişim, geçmişim! Hatırlatılması da iyi oldu. Biraz olsun kendime geldim!

Toplam 404 mesaj
«8910111213141516171819»

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi