Zamanın su gibi akması...
Bu yazdığım anın daha ilk saniyesinde 150 cm3 civarında bir nefes daha gitti. Bir kaç atım kalp atışı zayi oldu ve hücrelerden bir kaç bin tanesi daha yok oldu. Su gibi gitmeyen ne var ki?
Ankara Abidinpaşa 29 Ekim Ortaokulu'nda Sami isminde bir kimya öğretmenimiz vardı. Ben pek sevmezdim. Öğrenci ayırımı yaptığı çok zamanlar olmuştu. Erkek öğrencileri biraz sert karşılardı. Sınıf birinciliği için yarıştığım ve fark attığım Leyla ile aramdaki mesafeyi hep bu hoca bozardı. Bir gün tepkimi farklı şekilde dile getirdim, sözlüye çıkarttı ve başladı izotoplardan. Amacı beni cezalandırmak olsa da aslında kalbi naif biriydi. Sadece benim tepki olarak kitabı ve defteri kapatıp, önüme koymama anlam verememişti ki o anda dersi dinlemediğimi düşünüp sözlüye kaldırmıştı. Allah'tan kaldırmış, fark daha da açıldı. :)
Hey neyse, anlatacağım bu değil. Onun ismini anmışken bu küçük hatırayı da dile getirmek iyi oldu. Bir dersinde, sanırım yağmur yağıyordu;
"Çocuklar, bizim yaşamak için soluduğumuz oksijen aslında bizi yavaş yavaş da öldürüyor" demişti. Benim ampül daha onda yandı ve itiraz edesim geldi. "Öğretmenim, su ateşi söndürürken nasıl ateşin her yeri yakmasına sebep olabilir ki, oksijen de böyle olsun?" dedim. (Daha o yaşlardayken benzetmelerle anlatımı kapmışım ;) ) "Haklısın ama suyu da moleküllerine ayırdığımızda iki hidrojen atomu ve bir oksijen atomu çıkar. Biri çok yanıcı (burada kastettiği hidrojen) diğeri ise yakıcıdır (buradakini siz biliyorsunuz, yok yok oksijen değil bilâkis benden bahsediyor). Söndüren yapı, yanan bir yapıya da dönüşebilir, anladın mı evladım" dedi. Ben dakika bir, gol bir durumunda kaldığım milyonlarca tecrübelerimden birini daha yaşadım. Megalomanyaklığımın kelli felli oluşu teee o günlerden kalma sanırım. :)
Yine konuya dönelim.
Oksijen.
Yani beni yaşatırken, yaşlandırma enstitüsü gibi çalışan element. Aslında zamanın su gibi akıp geçerken beni benden götüren, zayi eden, yok eden element de diyebilirim. Kalbin 5 atımlık merhalesinde 1 alışverişlik oksijen... Saf da değil zaten azotu da var daha, dioksit ve monoksit çeşitleri ile karbon ayrı bir dünya. :)
Bizi zamanla yaşlandıran hep oksijen iken, biz kalkıp suçu zamana attık.
Oksijen ile önce çok büyüdük. Sonra Osmanlı'nın duraklama ve gerileme dönemi gibi duraklayıp fiziken gerilediğimiz ve herkesçe eşit yaşanan bir hayat sürecini yaşadık, yaşıyoruz. Doğuyoruz, büyüyoruz, sonra yaşlanıp (ihtiyarlama daha doğrusu bence) ölüyoruz.
Bu adımlarda hep gözümüz takvimlerde ve saatte. Mevsimlerde ve güneşte. Haftalarda ve ayda. Geçiyor zaman. Bitmek bilmeyen bir enerji ile azar azar azalıyor hayat. Zaman diyoruz ama oksijenin serhoşluğunu es geçiyoruz.
Kimya dersini sevmeyişimin sebebi de, Başkent Lisesi'nin kimya laboratuvarında oksijeni Nitrik Oksite çevirme haylazlığımdan mütevellit onu köşede kenarda sıkıştırmalarım da h ep bundandı.
Bundan bir kaç zaman önce barıştık, mitokondri organellerine çok iş düştü bu süreçte. Hatta mitokondri başlattı bizzat bu süreci. Şimdi yaşlanıyor olsam da postürü dik tutmama yardımcı olan en önemli konu mitokondri ve parçaladığı oksijen... Yani zaman değil giden de biten de.
Kısaca ben...
Zaman su akıyor, akmasına da beni yok ediyor azar azar Oksijen. :)
Bitti.
(Şimdi, yarın hastanedeki cıvata sıkıcılarına teslim olmadan önce, son kez buz gibi soğuk sulara gideyim)
:)
Zamanın su gibi akması...
Bu yazdığım anın daha ilk saniyesinde 150 cm3 civarında bir nefes daha gitti. Bir kaç atım kalp atışı zayi oldu ve hücrelerden bir kaç bin tanesi daha yok oldu. Su gibi gitmeyen ne var ki?
Ankara Abidinpaşa 29 Ekim Ortaokulu'nda Sami isminde bir kimya öğretmenimiz vardı. Ben pek sevmezdim. Öğrenci ayırımı yaptığı çok zamanlar olmuştu. Erkek öğrencileri biraz sert karşılardı. Sınıf birinciliği için yarıştığım ve fark attığım Leyla ile aramdaki mesafeyi hep bu hoca bozardı. Bir gün tepkimi farklı şekilde dile getirdim, sözlüye çıkarttı ve başladı izotoplardan. Amacı beni cezalandırmak olsa da aslında kalbi naif biriydi. Sadece benim tepki olarak kitabı ve defteri kapatıp, önüme koymama anlam verememişti ki o anda dersi dinlemediğimi düşünüp sözlüye kaldırmıştı. Allah'tan kaldırmış, fark daha da açıldı. :)
Hey neyse, anlatacağım bu değil. Onun ismini anmışken bu küçük hatırayı da dile getirmek iyi oldu. Bir dersinde, sanırım yağmur yağıyordu;
"Çocuklar, bizim yaşamak için soluduğumuz oksijen aslında bizi yavaş yavaş da öldürüyor" demişti. Benim ampül daha onda yandı ve itiraz edesim geldi. "Öğretmenim, su ateşi söndürürken nasıl ateşin her yeri yakmasına sebep olabilir ki, oksijen de böyle olsun?" dedim. (Daha o yaşlardayken benzetmelerle anlatımı kapmışım ;) ) "Haklısın ama suyu da moleküllerine ayırdığımızda iki hidrojen atomu ve bir oksijen atomu çıkar. Biri çok yanıcı (burada kastettiği hidrojen) diğeri ise yakıcıdır (buradakini siz biliyorsunuz, yok yok oksijen değil bilâkis benden bahsediyor). Söndüren yapı, yanan bir yapıya da dönüşebilir, anladın mı evladım" dedi. Ben dakika bir, gol bir durumunda kaldığım milyonlarca tecrübelerimden birini daha yaşadım. Megalomanyaklığımın kelli felli oluşu teee o günlerden kalma sanırım. :)
Yine konuya dönelim.
Oksijen.
Yani beni yaşatırken, yaşlandırma enstitüsü gibi çalışan element. Aslında zamanın su gibi akıp geçerken beni benden götüren, zayi eden, yok eden element de diyebilirim. Kalbin 5 atımlık merhalesinde 1 alışverişlik oksijen... Saf da değil zaten azotu da var daha, dioksit ve monoksit çeşitleri ile karbon ayrı bir dünya. :)
Bizi zamanla yaşlandıran hep oksijen iken, biz kalkıp suçu zamana attık.
Oksijen ile önce çok büyüdük. Sonra Osmanlı'nın duraklama ve gerileme dönemi gibi duraklayıp fiziken gerilediğimiz ve herkesçe eşit yaşanan bir hayat sürecini yaşadık, yaşıyoruz. Doğuyoruz, büyüyoruz, sonra yaşlanıp (ihtiyarlama daha doğrusu bence) ölüyoruz.
Bu adımlarda hep gözümüz takvimlerde ve saatte. Mevsimlerde ve güneşte. Haftalarda ve ayda. Geçiyor zaman. Bitmek bilmeyen bir enerji ile azar azar azalıyor hayat. Zaman diyoruz ama oksijenin serhoşluğunu es geçiyoruz.
Kimya dersini sevmeyişimin sebebi de, Başkent Lisesi'nin kimya laboratuvarında oksijeni Nitrik Oksite çevirme haylazlığımdan mütevellit onu köşede kenarda sıkıştırmalarım da h ep bundandı.
Bundan bir kaç zaman önce barıştık, mitokondri organellerine çok iş düştü bu süreçte. Hatta mitokondri başlattı bizzat bu süreci. Şimdi yaşlanıyor olsam da postürü dik tutmama yardımcı olan en önemli konu mitokondri ve parçaladığı oksijen... Yani zaman değil giden de biten de.
Kısaca ben...
Zaman su akıyor, akmasına da beni yok ediyor azar azar Oksijen. :)
Bitti.
(Şimdi, yarın hastanedeki cıvata sıkıcılarına teslim olmadan önce, son kez buz gibi soğuk sulara gideyim)
:)