Editörler : Pangaea
06 Mayıs 2009 18:14

Eyvallah SQNY-CASIQ...


Widescreen
Aday Memur
06 Mayıs 2009 22:18

ne zaman işe girecez ya, yeter artık


hakimane
Şef
07 Mayıs 2009 10:03

güne şiirle selam....

33 kurşun/ a.arif

vurulmuşum

dağların kuytuluk bir boğazında

vakitlerden bir sabah namazında

yatarım

kanlı, upuzun...

vurulmuşum

düşüm, gecelerden kara

bir hayra yoranım çıkmaz

canım alırlar ecelsiz

kirvem, hallarımı aynı böyle yaz

rivayet sanılır belki

gül memeler değil

domdom kurşunu

paramparça ağzımdaki...


hakimane
Şef
07 Mayıs 2009 10:11

Arkadaşlar işe girene kadar sinir harbi yaşamaktansa bence kendinizi çalışmak istediğiniz konu/ alanda daha da geliştirin. bu fırsat çalışmaya başlayınca elinize geçmiyecektir. türk ve dünya klasiklerini, şiir kitaplarını vb okuyun ödüllü filmleri belgeselleri izleyin. yani her geçen günkü bilginiz kavrayış düzeyiniz bir öncekinden daha çok olsun. zira iki günü birbirine eşit olan zarardadır.


ufukizm
Şef
07 Mayıs 2009 10:42

Ben de 2007 siyaset bilimi ve kamu yönetimi mezunuyum... zevk için okunacak en iyiy bölumdür. derslerden sıkılacağınızı zannetmiyorum bir kaç ders hariç. Olaylara daha objektif ve geniş dusunceyle bakmanızı sağlar... neden yapılmış, ne için yapılmış, ne amaçlanmış, sonuca ulaşılmış mı? olayları o günün şartlarına göre değerlendirmenizi sağlar guzel bolum.. ama ya bitirdikten sonra??? bu bolumu okuyanların siyasi referansları iyi olmalı ki bitirince iş bulabilsin yoksa gariban ve siyasi yonden guçlu olmayan kişiler için husrandır...


hakimane
Şef
07 Mayıs 2009 13:43

bana kalırsa hangi bölümü okursanız okuyun, yeterki ne olmak isteğinize ve onun için azimli olup olmamadığınıza bağlı herşey. yani arkanızda kim olursa olsun değişen fazla bişey olmaz. zaten merkezi yerleştirmelerle yerleşmeyi düşünenler için dayı mayı gerekli değil. inanmak herşeyin başı ve sonu....


artar_08
Kapalı
07 Mayıs 2009 13:54

DÜZELTMEDİR:

Arkadaşımız sanırım HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SİYASET BİLİMİ ve KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ'nü yazmayı unutmuş.Saygılarımla...

------------

aslında bu başlık gereklimiydi denilebilir zira kamu yön mezinları platfor mu var. ama daha özel bir alan ve bilgi paylaşımı için bu başlık faydalı olur kanaatindeyim.

Siyaset Bilimi Ve Kamu Yönetimi Bölümü Olan Üniversiteler

ANKARA - SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ

KOCAELİ -İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ

ORTA DOĞU TEKNİK- İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ

---------------


artar_08
Kapalı
07 Mayıs 2009 13:57

Ayrıca Kafkas Üniversitesi de bu bölüme sahip bir üniversitedir.


ufukizm
Şef
07 Mayıs 2009 14:18

Ben b grubu memurluklar için soylememiştim... işimiz olan devlet kademesindeki ya da özerk kuruluşlarda a grubu memurluklardan bahsediyorum... Aslında diğer bölumler işimşzş gasp etmekte ve mesleğimizi çoğumuz yapamamaktayız.. örneğin kaymakamlık sınavına ittisadi ve idari bilimler, hukuk fakultesi mezunlarının hepsi girmekte.. oysa meslek bizim mesleğimiz.. 5 sene eğitimini almışız ancak sınavda ne yazıkki başarısız olmaktayız. bunun sebebi bilgisizlik ya da çalışmamak değl belirliyici olan iktisat,hukuk ve muhasebe ne yazıkki.. bir iktisat mezunu kadar iktisat, muhasebe göremiyoruz.. ve diğerleri bizden çok çook önde oluyor..


hakimane
Şef
07 Mayıs 2009 15:14

düzeltmeler için artar hocama teşekkürler.

ufuk hocam umarım bu sıkıntılar azalır zira bitmese de azalması çok yakın, zira takip ettiyseniz danıştayın kararı mülakatlara önemli yenilikler ve çok güçlü bir şeffaflık getirecek/katacaktır. üzerimize düşen sürecin takipçisi olup uygulamanın tüm kurumlar için biran önce hayata geçirilmesini sağlamak.


ufukizm
Şef
07 Mayıs 2009 15:48

İnşallah.. sonraki mezunlar için hayırlı şeyler olur... okulu bitiriyoruz ne meslek yapacağımız bellı değil... bence sınavlar açılırken fakulte ayrımı değil bölum ayrımı yapılmalı.. umarım hepsi zamanla değişir... şahsen ben bu bölumu bitirince iş kaygısı olanlara tavsiye etmiyorum... hayali kaymakam olmaksa iktisat bölumune git diyorum.. bu sınav sisteminde en mağdur bizleriz.. hem özel sektörde hem devlet sektörunde iş bulubilmek bizler için büyük sorun.. ben şanslı olanlardanım meseleğimi yapıyorum ancak üniden sınıf arkadaşlarım halen işsizler...


hakimane
Şef
07 Mayıs 2009 17:06

mona rosa/ s. karakoç

Açma pencereni perdeleri çek,

Mona Rosa seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmem için yetecek.

Anla Mona Rosa ben bir deliyim.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,

Bende çıkar güneş aydınlığına.

Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.

Seni hatırlatır her zaman bana.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,

Işıksız ruhumu sallar da durur.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister,

Ah senin yüzünden kana batacak.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.


hakimane
Şef
08 Mayıs 2009 09:32

hızırla kırk saat/ s. karakoç

Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz

Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı

Günlere geldim bunu bana öğretmediniz

Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı

Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim

Bunu bana söylemediniz

İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler

Bunu bana öğretmediniz

Kardeşim İbrahim bana mermer putları

Nasıl devireceğimi öğretmişti

Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım

Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini

nasıl sileceğimi öğretmediniz


hakimane
Şef
08 Mayıs 2009 14:06

Akaryakıt zammının kaymağını kim yiyor?

Petrolün varil fiyatı 147 dolarlardan 58 dolarlara kadar indi. Ancak benzin fiyatı yine 3 liranın üstünde. Bu yıl 7 kez zamlanan benzin 5 kez indirim gördü. Pastanın %90'ını ise 5 firmada.

Petrolün hızla düştüğü dönemlerde minik indirimler yapan, biraz arttığında ise zam üstüne zam gerçekleştiren akaryakıt dağıtım şirketleri, yine yaptı yapacağını.

Petrol varil fiyatı 58 dolar seviyesinde bulunmasına rağmen benzinin litre fiyatı son zamla yine 3 liranın üstüne çıktı.

Petrolde yaşanan indirimi fiyatlara yansıtmama konusunda eleştirilen, hatta Rekabet Kurulu?nun raporu ile bu durumu belgelenen akaryakıt dağıtım şirketleri, önceki gün yeni bir skandala daha imza attı.

Ham petrolün varilinin son 4 ayın en yüksek seviyesi olan 58 dolara gelmesi benzin fiyatlarına zam olarak yansıdı. Geçen hafta 5 kuruş indirilen 95 oktan kurşunsuz benzinin litresi dünden itibaren 7 kuruş zamlandı. Önceki gün 2,96 liradan alınan bir litre benzin, dün sabah 3,02 liradan satılmaya başlandı. Akaryakıtta bir hafta içinde gelen peş peşe gelen indirim ve zam haberleri tüketicinin kafasını karıştırıyor. Varil başına 1-2 dolarlık artışın anında pompaya yansıması eleştiri konusu oluyor.

Benzinde zam ve indirim kafa karıştırıyor

Bu yılın başında indirimle başlanan benzin fiyatları 2 Ocak tarihli indirimle birlikte benzinin litre fiyatı İstanbul'da 2.75 TL olmuştu. Aradan geçen 128 günlük süreçte 7 kez zamlanan benzin fiyatı 5 kez de indirim gördü. 7 Mayıs tarihli son zamla birlikte benzinin litre fiyatı 3,02 lira oldu.

İlk 5 ayda benzin fiyatlar 7 kez arttı

Tarih 9 Ocak: Benzin 9 Kr zamlandı

Tarih 22 Ocak: Benzin 6 Kr zamlandı

Tarih 13 Şubat: Benzin 4 Kr zamlandı

Tarih 3 Mart: Benzin 7 Kr zamlandı

Tarih 23 Mart: Benzine 8 Kr zamlandı

Tarih 22 Nisan: Benzin 4 Kr zamlandı

Tarih 8 Mayıs: Benzin 7 kr zamlandı

İlk 5 ayda benzin fiyatlar 5 kez ucuzladı

Tarih 2 Ocak: Benzin 3 kr ucuzladı

Tarih 19 Şubat: Benzin 5 Kr ucuzladı

Tarih 25 Şubat: Benzin 4 Kr ucuzladı

Tarih 4 Nisan: Benzin 5 Kr ucuzladı

Tarih 2 Mayıs: Benzin 5 Kr ucuzladı

Zammın kaymağı şirket bilançolarında:

Petrol fiyatları yükselince kur düşmüş olmasına rağmen tüketiciler yine zamla karşı karşıya kaldı.

Kim yapıyor zamları? Kim zamlardan besleniyor? Neden Türkiye?de tüketiciler yüksek fiyattan akaryakıt almak zorunda kalıyor?

Halka açık olmaları nedeniyle iki şirketin bilânçosuna bakılarak bu zamların kime nasıl yaradığını görmek mümkün? Bir tarafta hammaddeyi rafine eden TÜPRAŞ ve diğer tarafta dağıtımcı lider şirket Petrol Ofisi (PO).

30 Eylül 2008'de Brent petrol 99,6 dolardan işlem görüyordu. Oysa 31 Aralık 2008'de petrol 45,6 dolara düşmüştü. Türkiye'de ise akaryakıt fiyatlarına, bu hızlı gerilemeye rağmen indirimler yeterince yansıtılmamıştı.

Petrol fiyatlarının yükselişlerini kısa sürede fiyatlarına yansıtan sektör oyuncuları, fiyat düşüşlerinde oldukça temkinli davranışlar sergilemişti. Adeta fiyat düşüşlerinde geçiştirme hareketleri gözlenmişti.

Dağıtımcı şirketler rafine şirketini (Tüpraş) öne sürerken rafine tarafında ise bu iddialar reddediliyordu.

Petrol fiyatlarının hızla düştüğü 2008 yılı son çeyreğine ilişkin bilânçolar açıklandı. Ve kimin bu dönemi nasıl kapattığı ortaya çıktı. Yeni Şafak ekonomi müdürü İbrahim Kahveci?nin belirlemelerine göre rafine şirketi TÜPRAŞ son üç ayda (Ekim- Aralık 2008) 5 milyar 790 milyon liralık satış yapmış. TÜPRAŞ'ın son üç aydaki satışlarının ise 5 milyar 800 milyon liralık maliyeti oluşmuş. Yani şirket son üç ayda satışlardan mal maliyetini (hammadde maliyeti) dahi karşılayamamış.

TÜPRAŞ aldığı fiyattan petrolü satarak satış dağıtım giderlerini ve finansman giderlerini karşılamak durumunda kalmış. Nitekim şirket mal satış kârı olan 1 milyar 899 milyon liradan, Eylül 2008'de 1 milyar 457 milyon lira faaliyet kârı oluşturmuş. Ama son üç ayda kâr olmayınca artan giderler faaliyet kârını 1 milyar 283 milyon liraya geriletmişti. Kısaca petrol fiyatlarının hızla düştüğü son üç ayda TÜPRAŞ 174 milyon lira kaybetti.

Aynı yaklaşımı PO'ya uyguluyoruz. Şirketin petrol fiyatlarının gerilediği dönemde brüt kârı 875 milyon liradan 1 milyar 212 milyon liraya 337 milyon liralık artış gösteriyor. Faaliyet giderleri de düşüldüğünde ortaya çıkan faaliyet kârı 557 milyon liradan 789 milyon liraya yükseliyor.

Petrol fiyatları hızla gerilerken PO'nun faaliyet kârı 232 milyon lira artmış ama TÜPRAŞ'ınki 174 milyon lira azalmış. Üretici kaybetmiş, dağıtıcı kazanmış görünüyor. Ama üretici firma yine de 110 milyon lira kurumlar vergisi öderken dağıtıcı firma 31 milyon lira kurumlar vergisinde kalmış.

Akaryakıt fiyatlarına zam geldiğinde kimin kazandığını veya kimin kaybettiğini bu bilânçolar göstermiyor mu? Koç TÜPRAŞ'ta zarar ederken PO kârına kâr kattı.

Akaryakıtta kaymağı bu 5 şirket yiyor:

8 Temmuz'dan 14 Ocak?a kadar 1 litre motorinin rafineri fiyatı 68, vergisi 19 kuruş düştü. Dağıtıcıların payı ise olduğu gibi duruyor. Piyasanın yüzde 90?ına sahip 5 şirketin kar marjı sürekli artıyor. Akaryakıt tüketiciye pahalıya satılıyor, piyasanın yüzde 90?ına sahip beş şirketin kár marjı sürekli artıyor.

Bugüne kadar akaryakıtta verginin yüksek olduğu, rafinerinin hatalı fiyat belirlediği yönünde birçok yazı kaleme alındı. Evet akaryakıt vergisinde Türkiye dünya şampiyonu, rafineri (Tüpraş) fiyat belirlerken kamuoyu tepkilerine neden olabilecek farklı hesaplamalar yapabiliyor... Peki ya akaryakıt dağıtım şirketleri?.. Onlar sütten çıkma ak kaşık mı?..

Ortaya çıkan rakamlar gerçeği ortaya koyuyor: 8 Temmuz 2008?de dünya piyasalarında petrol fiyatları 134 dolarla rekor seviyelerdeydi. Bu tarihte Türkiye?de pompa fiyatları motorinde 3.37 lira, kurşunsuz benzinde ise 3.55 lira olarak belirlenmiş. Fiyat oluşumuna bakıldığında motorinin pompa fiyatının 1.47 lirası rafineri fiyatı, 1.52 lirası vergi, 38 kuruşu akaryakıt dağıtım şirketleri ve istasyonların aldığı dağıtım payından oluşuyor.

Yakın zamana dönelim .Dün itibariyle dünyada petrolün fiyatı 47 dolar. Türkiye?de 1 litre motorinin pompa satış fiyatı ise 2.5 TL. Bu fiyatın 79 kuruşu rafineri çıkış fiyatı. Üzerine eklenen vergi 1.33 lira. Dağıtıcıların aldığı pay da 38 kuruş.

Bir gariplik yok mu?.. Petrol fiyatı 92 dolar düşmüş, 1 litre motorinin rafineri çıkış fiyatında 68 kuruş gerileme var. Vergi KDV?ye bağlı olarak 19 kuruş azalmış. Tek değişmeyen dağıtıcıların aldığı kár payı. Dağıtım şirketlerinin aldığı pay lira cinsinden sabit kalsa da diğerlerindeki gerileme, bu alandaki kár marjını artırıyor. Dağıtım sektörü Temmuz 2008?de 1 litre motorinde yüzde 11.3?lük kár marjıyla çalışırken şu anda bu marj yüzde 15.2 düzeyinde. Daha basit anlatımla dağıtıcılar 9 ay önce yatırdıkları her 100 liraya karşın 11.3 lira kár ederken, şimdi bu kár 15.2 lira. Benzer bir durum benzinde de var.

Özetle, kamuoyunda çok tartışılan akaryakıt fiyatlarıyla ilgili karşımıza şöyle bir sonuç çıkıyor. Petrol fiyatı düşüyor, rafineri fiyatı ucuzluyor, vergi iniyor... Kazancı değişmeyen, hatta artan tek kesim petrol dağıtım şirketleri.

Sekterde küçük oyunculara yer yok

Kim bu şirketler?.. Türkiye?de akaryakıt piyasasını domine eden 5 ana dağıtıcı şirket var. PO, Shell-Turcas, BP, OPET ve Total pazarda yüzde 90 paya sahip. Sektörde çoğu bu şirketlere bağlı olmak üzere 12 bini aşkın satış istasyonu yer alıyor. İstasyonlarda sağlanan istihdam 100 binin üzerinde. Bu istasyonlar aracılığıyla yapılan yıllık akaryakıt satışı miktarı 14-15 milyar litreyi buluyor. İstasyon başına günde 3 bin 400 litrelik bir satış ortalaması var.

Dağıtıcıların bir litre akaryakıtta ortalama 38 kuruş kár ettiğini göz önünde bulundurursak, sektörün yıllık toplam kárının 5.7 milyar lira olduğunu söyleyebiliriz (Yağ vb. yan ürünler hariç).

Bu para nasıl paylaşılıyor? Tüpraş?ın özelleştirilmesine kadar sektörde kár marjını belirleyen oyuncu devletti. Bu dönemde dağıtıcı kárının yüzde 40?ının ana dağıtım şirketleri, kalan yüzde 60?ının ise istasyonlara kaldığını görüyoruz.

Özelleştirmenin ardından oranlarda bir miktar değişim var. Kárlılık ana şirket ve istasyonlar arasında yüzde 50-50 bölüşülüyor. Yani bir litre motorinden ana dağıtıcı ve istasyonlara 19?ar kuruş kalıyor. İstasyon ayrıca kár payından navlun bedelini de ödüyor. Örneğin İzmit?ten İstanbul Avrupa yakasına getirilen her 1 litrelik motorin ya da benzin için istasyonun 2-3 kuruş arasında bir taşıma gideri var. Kalan 16-17 kuruşun yarısı işletme gideri olarak kabul ediliyor. Tabii bu günde ortalama 10 bin litrenin üzerinde satış ortalamasıyla çalışan bir istasyon için geçerli. Eğer masrafları aynı, satış rakamları düşükse işletme giderinin payı yükseliyor. Çoğu istasyonda kár marjı yüzde 1?lerde kalıyor. Bu yüzden istasyon sahipleri kár payları konusunda en ufak değişime en büyük tepkiyi veren grup olarak gözüküyor. Daha düşük kár marjının kendilerini kurtarmayacağını söylüyorlar.

Diğer yandan ana dağıtıcılar bu işte daha şanslı olan kesim. Kár payının yarısını alıyorlar ama toptan iş yaptıkları için işletme giderleri daha düşük. Bir şirketin işletme giderleri litre başına 4.5-5 kuruş civarında. Kalan ise oldukça hatırı sayılır bir kár.

Petrol ve rafineri fiyatları ile vergide düşüş sağlanırken dağıtım sektörünün kár marjını yükseltmesi tüketici açısından anlayışla karşılanabilecek bir durum değil.

Pazarın en büyüğü Doğan'ın PO şirketi

Şirket Pazar payı (%)

Petrol Ofisi 31,7

Shell-Turcas 21,7

Opet 15,7

BP 14,4

Total 5,7

Diğer 10,8

'Pompada kartelleşme var'

Tüketiciler Birliği Başkanı Nazım Kaya, akaryakıt dağıtım şirketlerinde kartelleşmenin olduğunu söyledi. Piyasanın 5 büyük firma tarafından belirlendiğini, 42 firmanın ise satış yapmasının engellendiğini iddia eden Kaya, ?Herkes kâr etmek isteyebilir. Ancak dağıtım şirketleri kanun gereği tüketiciye en uygun fiyatla ve kalite ile benzini satmak zorunda. Bu gerçekleştirilmiyor? dedi.

Akaryakıt dağıtım şirketlerinin rekabete aykırı uygulamalarının Rekabet Kurumu raporu ile belgelendiğini hatırlatan Kaya, ancak bu rapora rağmen EPDK?nın harekete geçmediğini savundu. Kaya, ?Kanun gereği EPDK, haksız uygulama gerçekleştiren 5 dağıtım şirketine cirosunun yüzde 5?i oranında ceza kesmeliydi, bu yapılmadı. Daha orta yollu bir çalışma içine gidildi? diye konuştu.

Tüketiciler Birliği Başkanı Kaya, 150 dolar seviyelerinden 47 dolara kadar düşüş seyrinde hiç indirim yapmayan firmaların ani artışları hemen yansıttığını ileri sürerek, ??İndirirken 3?er 5?er kuruş, zam yaparken ise 9?ar 13?er kuruş birden oluyor?? dedi.


hakimane
Şef
08 Mayıs 2009 14:20

çok güzel ve yerinde tespitleri var. birkaç dakikanızı ayırmanızı rica ediyorum.

Katliam ve Barış/ Ahmet Altan 06/05/2008 Taraf gazetesi

Yaklaşık kırk senedir terörün her türünü gördük bu ülkede.

Ama böylesini hiç görmedik.

Bir köyün insanlarının toptan imha edildiğine, bir baskınla çoğu çocuk ve kadın 44 kişinin soğukkanlı bir şekilde öldürüldüğüne hiç tanık olmadık.

Rastladığımız her türden şiddeti aşan bir şiddetle ve terörle karşı karşıyayız.

Üstelik sadece Türkiye?yi değil dünyayı da şaşırtan bu vahşetin nedeni ?etnik çatışma? ya da ?ideolojik mücadele? gibi isimleri olan, kökleri derine uzanan bir savaş değil.

?İki ailenin? anlaşmazlığı.

Bu katliam, ?devletin şımarttığı? korucuların zıvanadan çıkmasıyla açıklanacak gibi değil.

O da önemli bir neden ama böylesine insanlık dışı bir merhametsizlik için daha başka açıklamalara da ihtiyaç var.

Sanırım, yirmi beş yıldır süren savaş, ?ölüm ve hayat? kavramlarını derinden sarsıp altüst etti.

Zihinsel iklim zehirlendi.

İnsanların ?Kalaşnikovla? sokaklarda dolaşmasının normal karşılandığı, her gün çatışma haberlerinin geldiği, köylere sürekli tabutların gönderildiği bir iklimden söz ediyoruz.

Korucular için gidip bir yerlerde çatışmaya girip adam öldürmek ya da ölmek sıradanlaştı.

Ölümle bu kadar haşır neşir olduğunuzda hayatın ve insanın değeri yok olur.

Ölmek ya da öldürmek doğallaşır.

Öldürme alışkanlığı kaçınılmaz olarak vicdanı ve merhameti törpüler, eksiltir, sonunda tümüyle ortadan kaldırır.

İhtiyar nineleri, hamile kadınları, üç yaşındaki bebekleri makinelilerle tarayabilmek için bütün insani değerlerinizi yitirmiş olmanız gerekir.

Öldürme alışkanlığı, ?kendi halkına ihanet ettiği? duygusuyla birleştiğinde, ortaya herkesten ve her şeyden nefret eden, kendini küçümsediği için herkesi küçümseyen, hayatı ve insanı yok sayan bir canavar çıkar.

Bu toplum için asıl büyük tehlike bu ?canavarlaşma? işte.

Binlerce korucu var Güneydoğu?da.

Çoğunun haraç ve uyuşturucu işine de girdiği söyleniyor.

Cinayetlerine göz yumuluyor.

Sonunda her şeyin yapılabileceğine, her şeyin mümkün ve mubah olduğuna inanan bir vahşilikle karşılaşıyorsunuz.

Savaş sadece korucuları zehirlemedi elbette.

Savaş tüm toplumu zehirledi.

Öldürme, yok etme, intikam alma, cezalandırma isteği bu toplumda neredeyse herkesin içinde barınıyor.

Herkes bundan payını alıyor.

Ben, bir pusuda on beş askerin öldürülmesinden söz ederken sevinçle gülüveren Kürt gördüm.

Ben, munis munis konuşurken söz Kürtlere geldiğinde ?hepsini öldürmek gerektiğinden? bahseden Türk gördüm.

Onlar da bu canavarlığın parçası olmuşlardı.

Susurluk, Ergenekon, JİTEM, faili meçhuller, mayınlı PKK pusuları, baskınlar, çatışmalar, darbe girişimleri, sonunda toplumu bir cinnetin eşiğine getirdi.

Mardin?deki son katliam, o cinnet eşiğinin de aşıldığını gösteriyor.

?Aile anlaşmazlıkları? kırk dört ölüyle sonuçlanıyorsa, diğer ?anlaşmazlıklar? nelere yol açar, bir düşünün.

Bu toplum, ?savaş yorgunluğunu? bünyesinde hissediyor artık, o vahşi yorgunluk ruhumuzu parçalıyor, lokma lokma ediyor, merhametimizi, vicdanımızı, insafımızı kemiriyor.

Savaş kötüdür, bunu herkes bilir.

Ama daha kötüsü, savaşın insanın ?ruhuna? yerleşmesi, öldürmenin sıradanlaşmasıdır.

Biz o aşamadayız.

Bu noktada kendimizi durduramazsak, barışı bulamazsak cinnet tırmanır.


hakimane
Şef
11 Mayıs 2009 14:04

Başım çığlıklı çocuk onu nasıl avutsam

Ne yapsam da ölümü bir saatlik unutsam.

n.f.k.


hakimane
Şef
11 Mayıs 2009 14:10

Dünya malı iyi bir hizmetli kötü bir efendidir.


hakimane
Şef
11 Mayıs 2009 14:44

arkadaşlar kocaeli üniv siy.bil.kamu yön. bölümünün yeniden yapılandırılmasına ilişkin

olarak hazırlanan anket formu aşağıdaki adrestedir. bu bölüm ve benzeri( kamu yön/ siy.bilimi/sosyolojulus.ilişk./...) bölüm okuyor/ bitirmiş olan arkadaşların katkılarını, fikirlerini bekliyoruz.

Katlıkarınız için şimdiden teşkkür ederiz.

http://spreadsheets.google.com/viewform?formkey=ckt2R1dUX1VpWUhZc0NsY1Z5RFFzaXc6MA..

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~


hakimane
Şef
11 Mayıs 2009 17:07

Özgürlük her zaman yumuşatıcı, yani uygarlaştığrıcıbir etki gösterir.Kutuplaşmayı önlemek yasaklarla olmuyor, tam tersine; yasaklar kutuplaşmayı derinleştiriyor, toplumsal fay hatlarını geriyor.

prof.dr. Mithat Sancar


hakimane
Şef
11 Mayıs 2009 17:21

çok güzel bir hikaye

mevlana mesnevi'sinde bir hikâye anlatır:

bir adam, dostunun kapısına gelip, kapısını çalar. içeriden gelen ses:

-kapıyı çalan da kim, diye sorar.

adam:

-ben'im, diye cevap verince, dostu:

-git, şimdi zamanı değil, sonra gel der.

-adam, kapıdan ayrılır ve bir yıl dostunun hasretiyle yanıp tutuşur. bir yılın sonunda dostunun kapısına tekrar gelir. reddedilme korkusuyla kapıyı çalar.

içeriden gelen ses:

-kim o, diye sorar. adam:

-sen'im, diye cevap verir.

dost, adamı içeri davet eder:

-mademki ben'sin, içeri gir. ev dar iki kişi sığmıyor, der.

kaçımızın sen' im diyebileceği, ruhunu birleştirebileceği bir dostu var? kaçımız ben'ini sen yapmayı başarabildi? işimiz hep ben'lerle. çok sevdiğimizi söylediğimiz halde sen'im diyemiyoruz sevdiğimize. ya sevgimizde bir problem var ya da ben'imizde. eğer sevdiğimizle sen olabilseydik, arada mesafeler olsa bile sen'imiz hep yakın olurdu. bu yüzden"gözden ırak olan gönülden de ırak olur"sözü, sen olamayan ben'ler için doğru olsa gerek. sen olmayı başarabilseydik maddi mesafelerin bir önemi olmaz, gözümüzden ıraklık, gönlümüzdeki ıraklığa engel olurdu.

biz ben'likleri ne zaman aşarsak sen'likler o kadar yanı başımızda olacak. "gerçek aşk" da bu olsa gerek. sen-ben değil, sevdiğimizle bir olmak.

ben'ini leylası ile sen yapan mecnun'a "adın ne?" diye sorduklarında, "leyla" diye cevap vermişti. mecnun'un karşısına bir gün leyla çıktığında, önce onu tanıyamamış, leyla olduğunu anladığında ise ona şunları söylemişti; "bir bütün idim ben leylâ ile. sense leylâ"yım diyorsun. sen leylâ isen eğer; beni yakmaya hayalin yeter, takatim yok sana kavuşmaya. varlığı olmayan bir zerreye aynadan ne fayda? canım gideli hayli zamandır, cismindeki bir başka candır; bir özge candır. sensin beni benden ayıran, uzaklaştıran. ben yokum, senin tecellin var. vuslatının ağır yükünü kaldıramam ki. önceleri sen vardın, şimdi ben yok oldum. manevi dünyamda dostum daima sensin. leyla öldüğünde ise mecnun'a "leyla ölmedi mi?" diye sorduklarında "hayır, ben leyla'yım" diye cevap vermişti.

hallac-ı mansur, allah'tan başka her şeyin batıl ve yalnız allah'ın hak olduğuna kesin kanaat getirince, "sen kimsin?" sorusuna muhatap olduğunda "ene'l-hakk" (ben hakk'ım) diye cevap vermiş ve bu cevap onun idamına sebep olmuştu. ben'ini sen yapmanın ne demek olduğunu bilmeyenler, kelime mânâsı; "ben hakk'ım" demek olan "enel-hak" sözünün hakîki mânâsının: "ben yokum, hakk var" demek olduğunu anlayamamışlar ve bu hakk aşığını idam etmişlerdi.

bir rivayete göre hallac-ı mansur'u darağacına astıkları vakit iblis yanına gelmiş ve "bir sen ene (ben) dedin, bir de ben (sen ene'l-hakk dedin, ben "ene hayrun minhu" [ben ondan hayırlıyım] dedim). nasıl oluyor da allah, bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime lânet yağdırıyor?" diye sormuş. hallâc-ı mansûr şu cevâbı vermiş: "sen "ene" dedin, kendini ortaya koydun, ben "ene" dedim, kendimi ortadan kovdum. benliği ortaya getirmenin kötü, benliği ortadan kaldırmanın ise iyi olduğunu bilesin, diye bana rahmet, sana lânet etti."

ene'l-hakk'ı bir başka şekilde ifade eden yunus emre de "beni bende deme ben bende değilem! bir ben vardır bende benden içeru"demiştir.

hakk'ı dost edinip ben'ini unutanlar bu birkaç örnekle sınırlı değil. şimdi soralım ben'imize, sen'im diyebileceğimiz bir dostu bulmayı başardık mı? birinin sen'im diyebileceği kadar dost olabildik mi?

kalplerimiz çok genişti. içini hep ben'lerle doldurduk. sanki ben'ler kalplerimizi daha da genişletti. kalplerimiz genişledi genişlemesine ama içinde o kadar çok ben vardı ki sen'lere yer kalmadı. kalplerimizi ben'lerden sen'lere açmayı başaramadık. bunu başarmanın belki de tek yolu vardı" ben'i öldürmek. ben'i öldürmek kolay kolay olacak bir şey değildi. ben'e sen dedirtebilmek için ben'in iyi bir terbiyeye ihtiyacı vardı. ben terbiye olmazsa sen'i bulmak mümkün olmazdı. bu terbiye de sevgi ve aşk ile olurdu.

ben'imizi terbiye etmek için uğraştık mı? böyle bir amacımız oldu mu?..

Toplam 98 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi