Editörler : E.Kayı Han

29 Mayıs 2009 10:51

İstanbul'un Fethinin 556. Yılı...

Kutlu olsun... :)

?İstanbul'u fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır.? muştusuyla şeref payesi verilen o güzel komutan ve askerlerine selam olsun...


***gamze***
Kapalı
29 Mayıs 2009 11:08

FETİH MARŞI

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;

Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;

Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın ?

Fatihin İstanbul?u fethettiği yaştasın!

Sen ne geçebilirsin yardan, anadan, serden

Senin de destanını okuyalım ezberden

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın

Fatihin İstanbul?u fethettiği yaştasın!

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini

Göster : Kabaran sular nasıl yıkar bendini ?

Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;

Fatihin İstanbul?u fethettiği yaştasın!

Bu kitaplar Fatih?tir, Selim?dir, Süleyman?dır

Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinan?dır

Haydi artık uyuyan destanını uyandır!

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın

Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın!

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan

Yürüyeceksin Millet yürüyecek arkandan !

Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;

Fatihin İstanbul?u fethettiği yaştasın!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin !

Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!

Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın ?

Fatihin İstanbul?u fethettiği yaştasın

ARİF NİHAT ASYA


mustaffa
Genel Müdür
29 Mayıs 2009 11:13

Fethin 556. yılı kutlu olsun.


***gamze***
Kapalı
29 Mayıs 2009 12:30

Ferdi ve içtimaî hayatımızda, vatan sevgisi gibi kutsal sayılan değerlerimiz vardır. Milletleri ayakta tutan ve bir milleti meydana getiren, fertler arasındaki birliği sağlayan ana unsurlardan biri de vatan sevgisidir. Milletler, dünyada huzur, saadet ve güven içerisinde yaşayabilmeleri için mutlaka bir vatana muhtaç oldukları gibi, dinlerini rahatça yaşayabilmeleri, ibadet ve taatlerini serbestçe yapabilmeleri, çocuklarını istedikleri şekilde eğitebilmeleri için de bir vatana muhtaçtırlar.

Mazisi şeref sahifeleri ile dopdolu bir tarihe sahip olan milletimiz için iman, vatan ve millet kavramları çok önemlidir. Yurt edinmede, devlet kurmada mahir olan şanlı ecdadımız, üzerinde yaşadığımız bu toprakları kanlarını ve canlarını feda ederek vatan edinmişler, asırlarca İslam'ın bayrağını burada dalgalandırmışlardır. Binlerce yıllık tarihi ile İslam mührünü taşıyan tarihi abideleri, kültürü, muhteşem camii ve minareleri ile bu vatan bizim vatanımızdır. Milletimiz Peygamber Efendimizden rivayet edilen ?Vatanı sevmenin imanın bir gereği? olduğu gerçeğine inanmış, bu uğurda ya şehit ya gazi olmayı şereflerin en büyüğü saymış bir millettir.

Türk milletinin şanlı bir geçmişi vardır. Tarihimiz, fetihler, fatihler, kahramanlıklar ve zaferler tarihidir. Milletimizin şeref ve zaferlerle süslü muhteşem tarihi içindeki en büyük zaferlerinden birisi İstanbul?un fethidir.

Her sözü ve her hareketi hak, her haberi mutlak olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) in?İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu feth eden komutan ne güzel komutan, Onu feth eden asker ne güzel askerdir.? müjdesine nail olabilmek için İstanbul Ashab-ı Kiram zamanından beri defalarca kuşatılmış ama sonuç alınamamıştır. İslamiyetle ikinci akabe biatının yapıldığı sırada müşerref olup, Hz. Muhammed?in mihmandarılığını yapan "Biz gaza etmekle emrolunduk" sözlerini kendisine gaye edinen Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri de bu müjdeye ulaşabilmek için, yaşı seksenlere dayandığı halde, ta İstanbul?a kadar gelerek burada şehid olup İstanbul?un manevi Fatih?i ünvanını kazanmıştır.

Ama İstanbul?un fethi 21 yaşında tahta çıkan ve 24 yaşında şanlı fetih olayını gerçekleştiren genç hükümdar Fatih Sultan Mehmed Han ve şanlı ordusuna nasip olmuştur.

İslâm askerleri sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra ordudaki yerlerini almışlardı. Kâinatın Efendisinin müjdelediği "Mesud askerler" den olmak ve Cenab-ı Hakkın huzuruna şehid olarak gitmek için yanıp tutuşuyorlardı.

Hele içlerinden birisi vardı ki, asırlarca kahramanlığı konuşulacak olan Ulu Batlı Hasan; bir elinde sancak, diğer elinde kalkan, sura dayanan merdivenlerden süratle tırmanıp, atılan oklara, taşlara, üzerine dökülen kızgın yağlara hiç aldırış etmeden önüne çıkan düşman askerleri ile arslanlar gibi çarpışarak sancağı Topkapı'daki küfrün çürümüş taşlarla korunan surlarında dalgalandırarak şehadet şerbetini içmiştir. Ulubatlı Hasan'ın vücudundan 27 ok çıkarılarak bu mübarek şehidi Fatih'in huzuruna getirirler. Fatih, İslâmın bu bahadır evladına dua edip sonra şöyle der: "Ulubatlı Hasan'ım! Ne kadar şanlısın. Vallahi Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!"Sancağımızın burçlarda dalgalanmasıyla; Yüce Allah?ın: ?Ey iman edenler! Siz Allah?ın dinine yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.? ilahi fermanı bir kez daha tecelli etmiştir.

Dünyanın en güzel beldelerinden biri sayılan İstanbul?un fethiyle, Ortaçağ kapanıp Yeniçağ açılmış; köhne Bizans?ın zulmü altında inleyen insanlar kurtuluşa ermiş; İslâm?ın, hak, adalet, barış ve hoşgörü anlayışı bütün dünyaya örnek olmuştur. Hutbemizi Fetih marşından okuyacağım bir kıtayla bitirmek istiyorum:

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden? Senin de destanını okuyalım ezberden?Haberin yok gibidir taşıdığın değerden?Elde sensin dilde sen? Gönüldesin baştasın; Fatih?in İstanbul?u fethettiği yaştasın!

-alıntı-

bugün de bir 29 mayıs ve cuma...fethedilecek yeni bir İstanbul olmasa da binlerce gönül fethedilmeyi bekliyor...Fatihler iş başına! :)


***gamze***
Kapalı
29 Mayıs 2009 12:54

İSTANBUL?UN FETHİ?NİN 556. YILI HALİÇ?TE BÜYÜK BİR ŞÖLENLE KUTLANACAK...

29 Mayıs 2009 tarihinde Haliç Balat bölgesinde yapılacak İstanbul?un fethinin 556. yıldönümü kutlamalarında bu sene de görsel bir şölen yaşanacak. Su, Işık, Lazer ve Ses gösterileriyle İstanbullular Fetih coşkusunu doyasıya yaşayacak.

Bu özel şov için toplam ölçüleri 135 m x 20m olan 3 dev su perdesi, toplam 118 adet hareketli su pompası, 3 adet gayzer su pompası Haliç?in sularını hareketlendirecek. Bu su gösterilerine toplam 96 adet robot ışık ve 30 adet gökyüzü tarayıcısı renk katacak. Su ve Işık sistemlerine ek olarak 4?ü 40 W?lık dev olmak üzere toplam 16 adet 14 W ve üzeri lazer Balat?ta büyülü bir ortam yaratacak.

İstanbul?un fethi için hazırlanan 3D film ise 4 adet 24.000 Ansilümenlik projeksiyon ve watchout sistemi ile 15m x 60m boyutlarındaki dev perde üzerinde gösterilecek. Bu muhteşem gösterinin finalinde Genelkurmay Başkanlığı Mehteran Bölük Komutanlığı ve ünlü tenorumuz Hakan Aysev bu geceye özel bir mehter konseri sunacak.

Mehter konseri ile birlikte toplam 10.800 adet havai fişeğin kullanıldığı görkemli bir havai fişek gösterisi haliç semalarını aydınlatacak. Gösteri için 92 Türk, 19 Alman, 5 Avusturyalı ve 3 Fransızdan oluşan 119 kişilik bir teknik ekip ve 46 kişilik destek ekibi çalışacak ve gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından toplam 14 TIR teknik malzeme kullanılacak. Şov için gerekli 4780 Wattlık enerji toplam 9 sahra tipi jeneratörle elde edilecek.

29 Mayıs 2009 Cuma günü ayrıca saat 19.00?da Cemal Reşit Rey Konser Salonu?nda Fetih Resepsiyonu verilecek. Gecede İstanbul Büyükşehir Belediyesi ?Kent Orkestrası?nın ardından ?Enbe Orkestrası? sahne alacak.

NOT: 29 Mayıs 2009 Cuma günü, saat 21.00?da Haliç?te gerçekleştirilecek bu organizasyona tüm İstanbullular davetlidir.


***gamze***
Kapalı
29 Mayıs 2009 13:36

Yüce Rasulümüzün müjdesi olarak gerçekleşmiş, İstanbul'un Fethi'nin yıldönümünü her yıl aşk ve heyecanla yaşıyoruz. Bu büyük olayı sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için, Hicreti, Peygamber Efendimiziin konu ile ilgili müjdesini ve İslam Tarihi'ni çok iyi bilmek gereklidir.

Güzel İstanbul'umuz Fetihten önce 22 kere kuşatılmış, bu kuşatmanın 11'i Müslümanlar, 11'i ise, diğer kavimler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu büyük müjdeden 1453'e nasıl gelinmiştir? Önce bunu değerlendirmeye çalışalım:

Mekke'den Medine'ye Hicret'i sırasında, tüm Medineli Müslümanlar Yüce Rasülümüze kucak açmışlar, bir yandan "Ay doğdu üzerimize Veda Tepesi'nden..." diye ilahiler okurken, bir yandan da, herbiri kendi evlerinde misafir etmek istemişlerdi. Peygamber Efendimiz de hiç kimseyi kırmamak için "devesinin çöktüğü yerde" misafir olmak

istediğini belirtmişti. Devesi "Ebu Eyyub el-Ensarî" (Halid bin Zeyd) isimli fakir bir sahabenin evinin önünde çökmüş ve bu büyük sahabe, Efendimizi 7 ay evinde misafir etme şerefini elde etmişti.

Başta Ebu Eyyub el-Ensarî olmak üzere, Müslüman toplumlar Peygamber Efendimiz'in şu müjdesi ile heyecanlanmışlar ve bu müjdenin muhatabı olmak için harekete geç-mişlerdi: "İstanbul mutlak fethedilecektir. O'nu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir." Sahabe ve Müslümanların içine, şehirler dilberi "İstanbul sevdası" düşmesinin asıl sebebi işte bu müjdedir.

İlk sefer, Hazreti Osman zamanında yapıldı. Hz. Osman, bir komutanı başkanlığında bir donanmayı Bizans'a gönderdi. Bu sefer ile, hem Bizans donanmasına büyük kayıplar verdirdi, hem de bu sefer İstanbul deniz yollarının Müslümanlara açılmasını sağladı.

İkinci sefer, 668'de Emevi Halifesi Muaviye zamanında gerçekleşti. Bu seferde, Peygamber Efendimiz'i misafir etme şerefini elde etmiş Ebu Eyyub el-Ensarî hazretleri de bulunuyordu. 96 yaşına rağmen Medine'den İstanbul üzerine sefere çıkmakta kararlıydı. Evlatları, torunları, hatta evlatlarının torunları bile vardı. Her biri: "Babacığım, dedeciğim! Sen gitme! Senin yerine biz sefere çıkalım." demelerine rağmen, O şunları söylüyordu:

- "Hayır! Ben Kur'an-ı Kerim'i okudum. Oradaki cihat ayetlerini ve Fetih Süresi'ni müteala ettim. Peygamber Efendimizin İstanbul hakkındaki müjdesine şahit oldum. Bu sefere mutlaka çıkacağım."

Bu sefere, Ebü Eyyüb el-Ensari yanında pek çok sahabe de katılmıştı. Bu ikinci kuşatmadan da sonuç alınamadı. Fakat bazı sahabeler ve Ebü Eyyüb el-Ensarî hazretleri İstanbul önlerinde şehit düşmüştü. O günün şartlarında şehitleri Medine'ye götürmek mümkün olmadığından, şehitleri gizli bir yere gömdüler. Ayrıca "Ebü Eyyub"un tanınması için bir mermer üzerine "Kabri Eyyüb" yazısını işlemişlerdi.

Emevîler, Abbasîler, Yıldırım Beyazıt, Musa Çelebi ve II. Murad'ın yaptığı seferler sonuçsuz kalmış ve sıra 22. ve son kuşatmaya gelmişti. Murat oğlu II. Mehmed'e...

II. Mehmet daha çocuk yaştan itibaren devrinin en seçkin hocalarının elinde yetişmişti. Kalbine "İstanbul Sevdası" daha küçük yaşta düşmüştü. Hatta çocukluk oyunları bile, İstanbul üzerine kurulmuştu.

Devrinin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Vezir Sinan, Ahmet Paşa, Akşemsettin gibi pekçok alimi, II. Mehmet'e dünyevî ve uhrevî ilimleri talim ettiriyordu. Sekiz yabancı dil öğreniyor, gün geçtikçe ufku açılıyordu.

1451'de babasının ölümü üzerine Padişah oluyor, ilk iş olarak İstanbul'un Fethi'ni

programına alıyordu. Çünkü baştan beri Fetih ruhu ile yoğrulmuştu. Bu anlayışla devrinin teknolojisinden faydalanıyor, askerini bu disiplin içinde eğitiyordu.

Bizans'ın geçit vermez surlarını yıkabilecek, 1,5 kilometre uzağa fırlatılabilen 2 ton ağırlığında toplar döktürdü. Ayrıca "Havan topu"nu icad etti.

Bu sırada Bizans'ın durumu hiç de iç açıcı değildi. Halk ahlakî ve ekonomik çöküntüden bıkmış, Konstatin'in zulmünden yılmıştı. O kadar ki halk "Hristiyan külahı görmektense, Müslüman sarığı görmek daha iyidir." diyecek duruma gelmişti. Çünkü o dönemde Osmanlı "Adil bir dünya düzeni" kurmayı başarmış, dünyanın hayranlığını kazanmışta.

İstanbul'u fethetmekte kararlı olan II. Mehmet tarihin ilk ağır toplarını döktürdü.

Karadan ve denizden kuşatılması gereken bu şehir için her türlü tedbiri aldı. "Ya ben İstanbul'u alırım, ya da İstanbul beni." diyordu. Ölümü göze alacak kadar kararlı alan bir insanın elinden hiçbir şey kurtulamazdı. Öyle de oldu.

Fatih, düşmanların hayallerinin bile ulaşamayacağı şeyleri "gerçek" haline getirmişti. Donanmayı bir gecede Dolmabahçe'den Haliç'e indirmeyi başardı. Gemileri gemiden yürüttü.

Hocası Akşemsettin Hazretlerinin izni ve duası ile kuşatmayı başlattı. 53 gün durmadan surlar doğuldu. Geçit vermez surlar delik-deşik oluyordu. Bütün tedbirlere rağmen İstanbul düşmüyordu. Son gece Fatih hocasının yanına geliyor:

- "Hocam, ne olur, artık himmet buyurun da İstanbul'u fethedelim." diye ağlıyordu.

Akşemsettin Hazretleri kısa bir uykuya dalıyor, rüyasında "Ebu Eyyüb el-Ensarî'nin kabri gösteriliyordu. Bu fethin müjdecisiydi. Gece yarısı "Talebesini yeniden çağırıyor, 29 Mayıs sabahı için son hücum emrini veriyordu. Gerçekten bu son hücuma surlar dayanmıyor, İstanbul Osmanlıya teslim oluyordu. Surlara Tevhid Bayrağı'nı dikme şerefi ise ulubatlı Hasan'ın... Genç ulubatlı, bir ok yağmuruna maruz kalmasına rağmen, azim ve kararlılığından hiç bir şey kaybetmiyor, bayrağı burçlara diktikten sonra şehitlik rütbesine yükseliyordu.

Ulubatlı bir sembol şahsiyetti. Fatih'in ordusunda, Ulubatlı Hasan misali Peygamber müjdesine ulaşmanın aşk ve iştiyakiyle yanıp tutuşan, Anadolu'nun binlerce bağrı yanık delikanlısı bulunuyordu. Her biri genç neslin ideal örneği olması gereken yiğitler...

Fatih, önde hocası Akşemsettin Hazretleri olduğu halde, çoşkulu bir törenle İstanbul'a giriyordu. Bizans halkı ve kadınlar yollara dökülmüş, genç Fatih'i selamlıyor, üzerine çiçekler atarak tebrik ediyorlardı. Başka bir ülkenin tarihinde böyle göz yaşartıcı bir sahneye şahit olabilmek mümkün mü? Çünkü Bizanslılar, Osmanlı'nın zulmetmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Öyle de oldu. Fatih, Bizanslıları dinlerinde serbest bıraktı ve mabedlerine dokunmadı.

Fatih İstanbul'a girerken, yeryer halkı öndeki "Akşemsettin"i padişah zannediyor, Akşemsettin "hükümdar arkada" işaretini yapınca, Fatih'teki edep, terbiye ve inceliğe bakın ki, şöyle karşılık veriyordu:

"- Evet, hükümdar benim, lakin o da benim Hocam'dır!"

Fetih'ten sonra, başkent, Edirne'den İstanbul'a taşınıyordu. Daha önce Trakya bölgesi fethedildiği için, İstanbul ortada kalmış, fetihle birlikte Trakya ile Anadolu arasındaki köprü de kurulmuş oluyordu.

İstanbul'un Fethi, yıkılmaz sanılan Bizans surlarının yıkılabileceğini, "sağlam İmanın tekeden bile süt çıkarabileceği" gerçeğini ortaya çıkarmıştı.

Fetih, bir işgal olayı değildir. Tüm insanlığı sevgi ve özgürlük ülkesine taşıma arzusudur. Mutluluğa kanat açmaktır. Kilitli gönüllerin açılması, fetih ile gerçekleşir. Zaten fetih de "açma", "başlatma" anlamlarına geliyor. Fedai olmadan fetih olmaz. Can feda etmeden İslam yayılmaz. Uğrunda ölünebilen davalar ebedî olarak yaşar.

Kaos, huzursuzluk ve madde saltanatının hüküm sürdüğü bir dünyada fetih ruhuna o kadar muhtacız ki... Fetih anlayışı, insanımıza hız ve hamle gücü kazandıracak, azim ve fedakarlık duygularını canlı tutacaktır.

Millet olarak, genç nesle zafer ve başarılarımızı yeteri kadar anlatabildiğimiz söylenemez. Eğer, Çanakkale, İstanbul, Preveze, Mohaç, Varna gibi zaferlerin birini

Batılılar gerçekleştirmiş olsaydı, sırf onun için yüzlerce film yapar, bu başarısını yeni nesle anlata anlata bitiremezdi. Nitekim tarihlerindeki basit direniş örnekleri için bunu uyguluyorlar. Bize düşen ise "Fatih ruhu"nu genç nesle taşımak ve yaşanmaya değer hayatın ne olduğunu göstermek.

Zaferlerimizi tanıtalım ki, "gençlerimiz inançları uğrunda fedakarlık yapabilme" zevkini tatsınlar. Kahramanlarımızı tanıtalım ki, her gencimiz "Fatih, Ulubatlı Hasan, Yıldırım, Yavuz, Seyyid Çavuş" olmaya özensin. Fetih bereketiyle, bütün insanlığın yüzü gülsün.

Osmanlı pâdişâhlarının yedincisi. İstanbul?un fâtihi olup,İkinci Murad Hanın oğludur. 30 Mart 1431 (H. 833) Pazar günü Edirne?de dünyâya geldi. Annesi Candaroğulları âilesinden Hadîce Alîme Hümâ Hâtundur. Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzade Mehmed devrin en mümtaz alimlerinden ilim öğrendi. İlk hocası Molla Yegan?dı. Meşhur din ve fen âlimi olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde mütehassıs Akşemseddîn hazretleri şehzâdenin her şeyi ile bizzat ilgilendi. 12 yaşına gelince devlet idâresini öğrenmesi için Edirne?den Manisa?ya vâli olarak gönderildi. Kısa bir süre sonra babası tarafından tahta çıkarıldı. Ancak bundan faydalanmak istiyen yeni bir Haçlı ordusu 1444 Eylülünde Türk topraklarına girdi.Vaziyetin ciddiyetini anlayan Sultan Mehmed yazdığı mektupla babasını yeniden saltanata dâvet etti. Bâzı rivâyetlerde bu taleb üzerine, bir kısım rivâyetlere göre de, durumun vehâmetini takdir eden İkinci Murad, kendi reyi ile İstanbul Boğazından Avrupa?ya geçerek Edirne?ye geldi. Derhal idâreyi ele alarak Varna?ya hareket etti.

Gerek Avrupa devletlerinin hasımca davranışları, gerek Anadolu?daki Türk beyliklerinin nizâmı bozucu hareketleri, devleti çok sarsmıştı. 1444 Varna Zaferi ile Osmanlı Devletinin temelleri tam olarak sağlamlaştırılmış oldu.

1451 târihinde babası İkinci Murad?ın vefâtı üzerine İkinci Mehmed, ikinci defâ Osmanlı tahtına oturduğunda 19 yaşındaydı. Daha önceden saltanat tecrübeleri olduğu gibi, babasının yanında seferlere de katılmış ve çok iyi bir kumandan olarak yetiştirilmişti. Saltanat değişikliği dolayısıyla fırsat kollayan Karamanoğulları üzerine bir sefer yaptıktan sonra, artık kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere bütün ağırlığını bu konuya verdi.Rumeli Hisarını yaptırıp, Yıldırım Bâyezîd?in karşı kıyıda yaptırdığı Anadolu Hisarı ile berâber boğazı kestikten sonra, 1452-1453 kışını Edirne?de harp hazırlıkları ile geçirdi.

Rumeli Hisarının inşâ plânının bizzât Pâdişâh tarafından çizildiği rivâyeti kuvvetlidir. Hisarın kerestesi İzmit?ten, kireci Şile bölgesinden getirildi ve yapımında 1000 taşçı ustası, 5000 işçi, 10.000 civârında yamak çalıştırıldı. Vezirler sırtlarında taş taşıyarak hisarın yapılmasına hizmet ettiler.Ayrıca bâzı burçların yapım masrafını işçi ücretleri dâhil vezirler üzerine aldılar.Rumeli Hisarı?nın inşâsı esnâsında Bizans İmparatoru elçi göndererek, ?kendi toprakları üzerine kale yapılmasının dostluğa ve ahde vefâya uymadığını? bildirdi. Bunun üzerine Fâtih SultanMehmed elçiye; ?Var git kralına söyle! O, rahmetli babam zamânında ahdi çok defâ bozmuştu.Arada ahid mi kaldı ki vefâdan bahseder. Bu topraklara biz hisar yaparız, toprak elçi göndermekle kurtarılmaz. Eğer bu topraklar onunsa, gelip kurtarsın.? diyerek niyetini az çok ortaya koydu. Dört aydan az bir zamanda bitirilen Rumeli Hisarı ile İstanbul?un Karadeniz?den ikmâl yolu tam kontrola alınmış oldu. Ayrıca Karadeniz kıyılarına yayılan Venedik kolonilerinin de Venedik ile irtibatı kesilmiş oluyordu.İstanbul?un muhâsarasına kadar da her geçen gemi, yükü, kalkış ve varış iskeleleri gibi bilgileri ve geçiş rüsûmunu (geçiş vergisi) altın olarak vermeye mecbur bırakılmış, vermeyen batırılmıştır.

Şehzâdeliğinden beri bir an önce İstanbul?u fethetmek, hazret-i Peygamberin müjdesine mazhar olabilmek ideali ile tutuşan SultanMehmed, bu büyük meselenin halline çalışıyordu. Bu sebeple askerî târihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplarla bu orduyu dayanılmaz bir kudret hâline getirmiş, İstanbul muhâsarısında donanmayı Beşiktaş?tan kara yolu ile Haliç?e indirilen teknik bir dehâya ve çeşitli muhâsara makinalarına, seyyar kulelere sâhib olmuştu.

Haliç üzerinde; Kasımpaşa tarafından başlamak üzere boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatarak beş buçuk metre eninde bu köprüyü Kasımpaşa-Ayvansaray arasına inşâ ettirdi. Bu çalışmaları görenBizanslılar su üstünde yüründüğünü zannederek, sihir yapıldığına hükmetmişlerdi. Devrin en ağır toplarını döktürdü. O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması beklenirdi. Fâtih Sultan Mehmed, zeytinyağı döktürerek insanlık târihinde ?yağla makina soğutmasını? havan topunun balistik hesaplarını yaparak, plânını çizerek dik mermi yollu ilk silahı keşfetti.

Fâtih, bu yüksek vasıfları ve üstün kuvvetiyle İstanbul fethine hazırlanırken,ona karşı dış düşmanları ve içerde şehzâdeleri kışkırtanBizans, târihî fesat siyâsetinin son gayreti olarak bu sefer de şehzâde Orhan?ı Fâtih aleyhine kullanma teşebbüsüyle genç Pâdişâh?a İstanbul seferinin meşruluğunu ve zarûretini bir kere daha göstermiş oluyordu. Üstelik daha Manisa?da şehzâdeyken, hocası büyük velî Akşemseddînİstanbul?u fethedeceğini müjdelemişti. Hazret-i Peygamberin; ?İstanbul muhakak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdâr ve ordu ne mükemmel insanlardır.? meâlindeki hadîs-i şerîfi onu ayrı bir şevke getirmişti.

Kaynakların belirttiğine göre, Pâdişah, hep İstanbul?un fethini düşünüyordu. Evliyânın işâretleri, keşif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile o bu fikri tamâmiyle benimsemişti. Pâdişâhın gece-gündüz huzûru kaçmıştı. Yatağına girer kalkarken, sarayında ve dışarıda gezinirken kafası hep İstanbul?un fethi ile meşguldü. Yalnız veya maiyetiyle gezintiye çıktığında da yine fethi düşünür, istirâhat ve uyku bilmezdi. Elinde kalem ve kâğıt dâimâ İstanbul?un haritası ile uğraşırdı.Yine bir gece aynı düşünceyle uykusu kaçmış, veziri Çandarlı Halil Paşayı gece yarısından sonra konağından sarayına çağırtmıştı. Böyle gece yarısı vakitsiz çağrılmaktan korkan yaşlı vezir, pâdişâhın ayaklarına kapanarak, özürler dilemiş, pâdişâh da korku ve telaşının yersiz olduğunu belirterek,İstanbul?un alınması için oturup konuşmaya çağırdığını bildirmişti.

Nihayet İkinci Mehmed, 23 Martta ordusuyla Edirne?den hareket etti. Kuşatma 6 Nisanda başladı. 18 Nisanda İstanbul adaları alındı. 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç?e indirildi. 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine genç Pâdişah; ?Ya ben şehri alırım, ya şehir beni!? cevâbını verdi. 29 Mayıs sabahı yapılan son taarruzda İstanbul düştü. Bu şekilde ortaçağ sona erdi yeniçağ başladı. İstanbul?un fethi, Türk târihinin en müstesnâ olayı sayılarak ?Feth-i Mübîn? denildi. Dünyânın en büyük kilisesi (Sainte-Sophie) ve bütün Avrupa?nın ayakta kalan en eski yapısı olan Ayasofya câmiye çevrildi. Fâtih bu mabedin kıyâmete kadar câmi kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfeyledi. Bütün Ortodoks Hıristiyanların başı olan patrikliği ortadan kaldırmadı. Bunu o zamanki, siyâsî olaylara göre değerlendirmek îcâb eder.İsteseydi İstanbul fâtihi, patrikliği ortadan kaldırabilirdi. Fakat o zamânın siyâsî durumu bunu gerektirmemekteydi. İstanbul?un düşmesinden sonra, surlarda Ceneviz kumandan ve askerlerinin ölülerine rastlandı. Hâlbuki CenevizlilerTürklerle dostluk anlaşması imzâlamışlardı. Bu ihânetleri ortaya çıkınca çok korktular. Kendilerine çok ağır cezâlar verileceğini beklerken, Fâtih Sultan Mehmed, Ceneviz vâlisi ve papazını çağırtarak üzüntülerini bildirdi ve Galata?da oturan bu Cenevizliler için bir ferman çıkarttı; ?Evvelden olduğu gibi herkes sanat ve ticâretinde, ibâdetinde serbesttir. Kiliseler açık bulunacak, ancak çan çalınmayacaktır.? şeklindeki emriyle ölüm bekleyen insanları sevindirdi.

Gerek Ortodokslara, gerek Cenevizlilere tanıdığı bu serbestlik, Avrupalıların husûmetini azalttı. Bâzı Avrupalı târihçiler, Türklerin Avrupa?da süratli bir şekilde ilerlemesini, Avrupa?nın kolay fethini bu davranışa bağlarlar ve Osmanlı İmparatorluğu, bu hâdise ile cihânşümûl hâle geldi şeklinde yazarlar. 21 yaşında İstanbul?u fetheden Fâtih, Katolik Avrupa?ya cephe aldı ve Ortodoks Hıristiyanlığın Katoliklerle birleşmesini önledi. Esâsen imparator ve devlet adamları, İstanbul?u kurtarmak için papalığın asırlardan beri istediği fedâkârlığı yapıyor, papalık da Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesi karşılığında askerî yardımda bulunuyordu. Fakat bütün çalışma ve gayretlere rağmen İstanbul?u korumak için Avrupa?dan az bir gönüllüden başka bir şey gelmedi. İstanbul?daki papazlar ve halk da dinlerini korumak için İstanbul?da Lâtin şapkası yerine Türk sarığını görmeyi tercih ettiklerini belirttiler.

İstanbul?un fethi ile Osmanlı Cihan Devletinin temelleri atılmış oluyordu. Doğu Roma Fâtihi olarak Edirne?ye dönen Fâtih Sultan MehmedHan, dünyâ politikasını yeniden gözden geçirdi. Devletin geleceği için önemli kararların alınması gerekiyordu. Bizans?ın düşmesini Avrupa?nın hoş karşılamayacağı tabiî idi.

Karaman ve İstanbul seferinden sonra, 1453?te Cenevizlilerden Enez?i aldı. 1454?te, Kırım?a bir donanma gönderdi.Aynı yıl Sırbistan Seferine çıktı.KuzeyEge adalarına donanma göndererek buraları ele geçirdi. Rodos Seferini yaptı ise de adayı alamadı. 1455-1456 yıllarında ikinci ve üçüncü Sırbistan seferlerine çıktı. Bu ikincisinde babasından sonra Belgrad?ı tekrar muhâsara etti. Kaleyi savunan Hunyadi Yanoş öldü, Fâtih yaralandı. Fakat Belgrad düşmedi. 1455?te Boğdan Beyliği de Osmanlı idâresine girdi.

1458?de Mora?ya ilk seferini yaptı. 1459?daki Sırbistan Seferi sonunda,Semendire fethedildi ve Sırbistan Devleti son buldu. 1460?da çıktığı İkinci Mora Seferi; Mora prensliklerinin ilgası, Osmanlı devletine katılması, Palegosların sonu ve Bizans kalıntılarının silinmesi ile sonuçlandı.

Sonra Güney Karadeniz meselesini ele aldı. 1461?de Ceneviz?den Amasra?yı fethetti. Baharda Sinop?a geldi.Himâyesinde bulunan Candarlı Beyliğine dostça son verdi.Oradan Trabzon?a yürüdü. Denizden de kuşatılan Trabzon Rum İmparatoru teslim oldu.Komnenos imparatorluk hânedanına son verildi. Bu şekilde Batum ve Gürcistan kıyılarına kadar bütün GüneyKaradeniz kıyıları Osmanlı Devletine katıldığı gibi Trabzon ve Rize gibi Anadolu?nun son parçaları da Hıristiyanlardan alınmış oldu. Trabzon seferinden dönüşünde Eflâk üzerine yürüdü ve ayaklanan Kazıklı Voyvoda meselesini hâlletti.

Fâtih, 1462?de Yayçe?nin fethiyle netîcelenen birinci Bosna Seferine çıktı. Aynı yıl Midilli Adasını fethetti. 1463?te Bosna?ya bir sefer daha yaptı. Ertesi yıl tekrar Bosna üzerine gitti. 1466?da Karaman Seferine çıktı. Aynı yıl Arnavutluk üzerine yürüdü. 1466-67?de Arnavutluk üzerine bir sefer daha yaptı.

Bu ardı kesilmeyen seferlerde Fâtih, bir taraftan büyük devlet fikrini gerçekleştirecek tedbirler almış, diğer taraftan da cihanşumûl hâkimiyet fikrini benimsemişti. Bunun için Tuna?nın güneyinde ve Fırat-Toroslar sınırının batısında, Osmanlı Devletine katılmıyan hiçbir yer bırakmamak,Karadeniz?i ve Ege denizini birer Türk gölü yapmak, Venedik donanmasını geçerek, deniz kuvvetlerini de kara ordusu gibi dünyânın birinci kuvveti hâline getirmek ve bu işleri tamâmen gerçekleştirdikten sonra, İtalya?yı fethetmek istiyordu. Bu plân artık dünyâca bilinmeye başlanmıştı. Bu projeye karşı yalnız bütün Avrupa değil, Türkiye?nin doğusundaki komşuları da karşı çıktılar. Bu şekilde Osmanlı Devletine karşı, bir ittifak meydana getirildi ve uzun süren savaşlar başladı.

Bu büyük savaşlarda, Osmanlıların karşısında yer alan büyük devletler; Akkoyunlular, Venedik, Macaristan, Almanya, Polonya, Kastilya, Aragon ve Napoli idi. Fâtih, dehâsı ile bu ittifaka karşı koymasını bildi. Düşmanlarını bâzen teker teker, bâzen ikişer üçer, bâzen beşer onar yenerek bu büyük savaşlardan da gâlip çıktı. Böylece Türk Cihan İmparatorluğunun temelleri sağlamlaştırılmış oldu. Dünyânın Osmanlı Devleti karşısında âciz kaldığı ortaya çıktı.Venedik?in deniz üstünlüğü târihe karıştı. Böylece dünyâ Hıristiyanlığının iki mühim dayanağından Bizans?ı yıkıp Venedik?i sindirmiş oldu.

Uzun süren bu büyük savaşlar 1463?te Fâtih tarafından başlatıldı. VenedikCumhuriyeti Osmanlılara savaş îlân etti. Macaristan da Venedik?in yanında savaşa girdi.Kısa zamanda Osmanlılarakarşı savaşa girenlerin sayısı arttı. Her cephede düşmanı yıpratan, diplomatik yollarla bezdiren Fâtih, 1470 yazında ordu ve donanması ile Eğriboz Adasına yöneldi.Venedik?in Batı Ege?deki bu alınmaz dedikleri üssünü fethetti.Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan,Avrupalıların,Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayınca, Tokat?a hücum ederek burada bir cephe açtı, kuvveti bölmeye çalıştı. 18 Ağustos 1472?de Şehzâde Mustafa, Akkoyunlu ordusunu yenerek işgâl edilenOsmanlı topraklarını kurtardı. Fâtih, 11 Nisan 1473?te Üsküdar?dan hareket etti. 11 Ağustosta Erzincan yakınlarında Otlukbeli?nde Akkoyunlu ordusunu yendi.

Fâtih?in akıncı kuvvetleri,Venedik varoşlarına Almanya içlerine kadar seferler düzenleyerek Avrupa?yı alt üst ettiler. 23. seferini Boğdan, 24.sünü 1476?da Macaristan üzerine yaptı. Pâdişah, 1478?de Üçüncü Arnavutluk Seferine çıktı. KırımHanlığı Osmanlı birliğine katıldı. 1480?de üçüncü Rodos Kuşatması netîce vermedi.İyonya Adalarını aldıktan sonra, donanmayı İtalya?ya gönderdi. Temmuz 1480?de Otranto?yu fethettirdi.

1481 senesi ilkbaharında Fâtih SultanMehmed 300.000 kişilik bir ordunun başında olduğu hâlde sefere çıktı. 27 Nisan 1481 Cumâ günü kapıkulu askerleriyle Üsküdar?a geçti. Pâdişah Üsküdar?a geçtiğinde hasta olduğu için birkaç gün dinlendi. Daha sonra araba ile hareket etti. Gebze yakınlarındaki Tekir Çayırı veya Hünkâr Çayırına geldiği zaman hastalığı arttı. Bunun üzerine hekimler tarafından konsültasyon yapılarak, verilen ilâcın dozu arttırıldı. Fâtih?in özel doktoru, Yâkub Paşa isminde bir Yahûdî dönmesiydi. Venedikliler, Fâtih?in zehirlenmesi karşılığında bu dönme Paşa?ya büyük bir servet vâdetmişler Yâkub Paşa da bu işi gerçekleştirmişti. Fâtih zehirlendiğini anladığı zaman iş işten geçmişti. Birden bire müthiş sancılar başladı ve 3 Mayıs 1481 Perşembe günü öğleden sonra saat dörtte, 49 yaşında iken vefât etti. Fâtih?in ölümü bir müddet halktan ve askerden saklandı. Ölüm hâdisesi duyulunca, Sultan?ın bir zehirlenme olayına mâruz kaldığı anlaşıldı ve Yâkub Paşa, asker tarafından parçalanarak öldürüldü.

Fâtih?in ölümü, Türk milletini büyük mâteme gark etti.Ölüm haberi Roma?ya ulaşınca, İtalya?da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldı.Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldırıp, şükür âyini yapılmasını emretti.

Fâtih?in nâşı İstanbul?a nakledilerek Muhyiddîn Şeyh Vefâ hazretleri tarafından kıldırılan cenâze namazından sonra İstanbul?da yaptırdığı Fâtih Câmiinin bahçesine defnedildi. Daha sonra üzerine türbe inşâ edildi.

Fatih Sultan Mehmed Han orta boylu, kırmızı beyaz yüzlü, dolgun vücutlu, sakalları altın telleri gibi kalın, yanakları dolgun, kolları kuvvetli, burnunun ucu hafif kıvrık, saçı siyah ve sık olup, kuvvetli fizîkî bir yapıya sâhipti. Londra?da, NationalGallery?de, Fâtih SultanMehmed?in bir portresi bulunmaktadır. Bu portrenin Centile Bellini tarafından yapıldığı, delil olmadığı hâlde iddiâ edilmektedir.Hâlbuki, National Gallery?de bu portreyle ilgili dosyadaki bilgilerden anlaşıldığına göre, her şeyden önce portre üzerindeki Centile Bellini adı kesin olarak okunamamıştır. Ayrıca Bellini?nin İstanbul?a gelip, Topkapı Sarayı için manzara resimleri yaptığı bilinmekle berâber, Pâdişah?ı gördüğü de belli değildir.

Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihângirlerle doludur. Fâtih SultanMehmed de bunların başında gelenlerdendir.Çünkü o kılıçla keşfi yanyana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır. İstanbul?u bütün ganîmetleri içinde firûze bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış, bu güzel şehri torunlarının torunlarına bırakmıştır.Onun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp?ta ve Şark?ta çok şeyler söylenmiştir.Tedkîk edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryâlaşan bu cihângirin sayısız vasıflarından bâzıları şunlardır:

Fâtih Sultan Mehmed, soğuk kanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en güzel misâlini,Belgrad Muhâsarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi.İstanbul Muhâsarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesâretinin büyük örneğidir.

Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükûnetle hazırlayan bir insandı.

Çok merhametli ve müsâmahalıydı. Kendisine elli gün mukâvemet eden, birçok Müslümanın şehid edilmesine sebeb olan İstanbul şehri ve onun sâkinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamıyacağı genişliktedir.Hâlbuki o devir Avrupa?sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fâtih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi.İstanbul?a girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla âlicenaplığını gösteren cihângîr, şu sözlerle patriği tesellî etti: ?Ayağa kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu andan îtibâren artık ne hayâtınız ne de hürriyetiniz husûsunda gazâb-ı şâhânemden korkmayınız!?

Fâtih, gayri müslim tebeasının din ve mezheplerine aslâ dokunmadı, herkesi vicdânî inanışında serbest bıraktı. Fâtih,İstanbul?un îmârında ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkânını sağladı. Bu müsâmaha o devir dünyâsının hâyâlinden bile geçirmediği bir olgunluk eseriydi.

Batılıların iddiâlarına göre şehre giren Türkler, mâbedleri yıkmışlar veya yakmışlar, hiçbir şey bırakmamışlardır.Hâlbuki bunları yıkan ve yakan yine kendileridir. Bizanslılar surlarda açılan gediklerin tâmirinde kullanılmak üzere yüzden ziyâde kilise yıkmışlardır.Öyle ki, Fâtih SultanMehmed,Ayasofya?yı yakından seyrederken, bir yeniçeri neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce, mâni oldu ve; ?Size malca alınacak şeylere izin vermiştim, mülk ise benimdir demiştim.? diyerek yeniçeriyi şiddetli bir şekilde cezâlandırmıştır.

Askerî ve siyâsi sâhada eşsiz bir dehâ idi. Askerî alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir.Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizliği ve buna sebeb olan subayları şiddetli bir şekilde cezâlandırırdı. Ordusunu, plânsız, düzensiz hareket ettirmez, mâcerâ hevesiyle kan dökmezdi.Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını, plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, sistemli bir idârecilik şuûruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafî işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gâyeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket etti.Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle netîcelenmesini sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruâtını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber hareket ederdi.Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münâsebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarına bile haberdâr etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi.?Sırrıma sakalımın bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım? sözü meşhurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeblerinden sayardı. Nitekim böyle hareket etmesinin netîcesinde İsfendiyâr Beyliği ve Trabzon Rum İmparatorluğunu kolayca ele geçirdi.

Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa?da bâzan birkaç cephede beş, on hattâ daha fazla devletle birden harb hâlinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini bölmenin, siyâsî müzâkereler, vaatler ve geçici tâvizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını buldu. Rodos Adasının fethi için donanmayı hazırlarken, zaman kazanmak için oyalama taktiğine girişerek şehzâde Cem?e bir mektup vererek Demetrios Soplionos isimli Rum ile birlikte Rodos?a gönderdi. Fâtih bu mektubunda hafif bir vergi karşılığında kendileriyle sulh ve sükûn içinde yaşıyacaklarını bildiren diplomatça bir harekette bulundu.

Câsuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzâkere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilâtına da sâhipti.Almanya?da yerlilerden elde edilmiş câsusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve dâimî bir Türk haber alma servisiyle örülüydü. Fâtih?in, bu teşkilâtı sâyesinde düşmanlarından günü gününe haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı.

Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti.Ordunun silâhları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih?tir.Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişâhtır. Fâtih?ten önce, top, bütün dünyâda, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muhârebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fâtih, bütün bunları akıl ederek, o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını kendisi yaptı. Piyâdeye de, öncesine nisbetle, büyük önem verdi.Osmanlı ordusu esas bakımından bir süvârî ordusu olmaya devâm etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyâde sınıfları, Fâtih devrinde önem kazandı.

Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabiatı îtibâriyle ileri hamleden hoşlanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdişahtı. Tıpkı askerî fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdâr oldu. Yeni devletin kurulması plânının icrâsında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maârif sistemini kânunla tanzim ederek ulemâ sınıfı diye tanınan ve idârenin temelini meydana getiren diyânet ve hukuk kurumlarını teşkilâtlandırdı. Devlet idâresini ve bunun ilmîleştirilmesini esas aldı.

Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri İstanbul?a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, Molla Yegan, Hızır Çelebi,matematikte Ali Kuşçu, kelâmda Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânın dört bir tarafından âlimler akın ederdi.Hattâ Molla Câmî bile İstanbul?a gelmekteyken, Pâdişâh?ın ölüm haberi üzerine geri döndü.

İyi bir komutan ve devlet reisi olan Fâtih, aynı zamanda iyi bir ilim adamı ve şâirdi. Latince ve Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçeye bütün incelikleriyle vâkıftı. Şiirde, devrin üstatları arasında yer aldı. Hattâ sarayda dîvân sâhibi olan ilk pâdişâhtı. Çünkü o, medeniyetin, sanatsız olarak fertlerin gönüllerinde yer alacağına ihtimâl vermiyordu. Dedelerinin devlet kuruculuk kudretini, irâdeli bir idârecilik şuuruyle geliştirmesini bilen Fâtih, çevresinde devrin üstad şâirlerini topladı. Avnî mahlâsıyla edebî değeri yüksek beyit ve gazeller söyledi.Aruzu, usta şâirlerden farksız bir hâkimiyetle kullandı, şiirlerinde ince hissiyât ve düşüncelerini dile getirdi.

Bizümle saltanat lafın idermiş ol Karamanî

Hudâ fursat virürise, kara yire karam-anı

beyti, Karamanoğlu?nun çıkardığı fitne ve fesatlar karşısında şahlanan celâlini gösterdiği gibi, aşağıdaki şiiri de ince duygular sâhibi hassas bir gönlün Türk edebiyâtına nâdide bir armağanıdır:

Sevdün ol dilberi söz eslemedün vay gönül

Eyledün kendözüni âleme rüsvây gönül

Sana cevr eylemede kılmaz o pervây gönül

Cevre sabr eyleyimezsin n?ideyin hay gönül

Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül

Bilmedüm derd-i dilün ölmek imiş dermânı

Öleyin derd ile tek görmeyeyin hicrânı

Mihnet ü derd ü game olmağiçün erzânî

Avnîyâ sencileyin mihnet ü gam-keş kanı

Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül

İstanbul?un fethinden sonra Fâtih, hocası Akşemseddîn?in elini öpüp, tahtı tâcı bırakıp derviş olmak istedi. Akşemseddîn bu teklifi reddederek, devlet işlerine memur edilen pâdişâhın asıl vazîfesini yapmamış olacağını, dîn-i İslâm ve adâletle memleketi ve dünyâyı idâre etmenin daha makbul olduğunu; aksi hâlde din ve devletin zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi. Bunun üzerine Allah aşkı ile yanan kalbinin ateşini de şiirleriyle ortaya döktü.

Fâtih SultanMehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizanslı târihçi Kritobulos?un hayranlıkla anlattığı, balistik sâhasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Bu sûretle Avrupa?nın timsâli olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş; netîcede büyük güç kaynakları biraraya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu sûretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa?dan daha evvel geçmişlerdir.

Fâtih SultanMehmed, teşkilatçı ve îmârcı idi. Devlet idâresini tam bir intizâm içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyâç görüldükçe İslâmın esaslarına uygun kânunlar ve fermanlar yayınladı. Tanzimât dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kânunu olarak mer?iyyette kalan Fâtih Kânunnâmesi çok mühim bir eserdir. Pâdişâhın görüşleri alınarak sadrâzam Karamânî MehmedPaşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kânunnâmeyi, Nişancı Leyszâde MehmedÇelebi kaleme almıştır. Kânûnî Sultan Süleymân devrinde hazırlanan kânunnâmede de bu eser esas alınmıştır. Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilâtı, Fâtih devrinde en mükemmel hâle gelmiştir. Enderûn Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.

Fâtih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temâsa büyük önem verdi. Oğlu Sultan İkinci Bâyezîd de Türk medeniyetini ilerletmek husûsunda babasını tâkip etti. Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fâtih devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti. Fâtih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi tâkib etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa?dan bir şey alma ihtiyâcını duymamıştır.

İstanbul?un îmârına çok önem veren Pâdişâh, saray, câmiler, medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkan yaptırarak vakfetti. Büyük câmilerin yanındaki medreselerin hâricinde 24 medrese, 12 han, 40 çeşme ve Halkalı Su Tesisâtı ile iki gemi tersânesi ve kışla yapılan binâlar arasındadır.İstanbul îmâr olunurken, diğer taraftan Bursa,Edirne gibi şehirlerde îmâr faâliyetleri büyük bir hızla devâm etti. Bu devirde Bursa?da 37, Edirne?de 28 ve sâir şehirlerde 60 câmi yapıldı.

Edirne?de Tunca Nehri kenarında 1451 senesinde büyük bir saray inşâ edildi. Bu sarayın bir modeli Topkapı Sarayıdır. Bu saray, 1876 Osmanlı-Rus Harbinde cephâne infilâkıyla harâb oldu.

Batılı gözüyle Fâtih: Büyük devlet ve ilim adamı olan Fâtih, en büyük düşmanlarının gözlerini kamaştıran pâdişahtır. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmişlerdir. Fetih sırasında İstanbul?da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin bir keresinde şöyle demiştir:

?Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekâsı, dâimî bir çalışma hâlindeydi.Çok cömertti.Her işte fevkalâde atılgan, hattâ cüretkârdı.Seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi.Soğuğa, sıcağa, açlığa, susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi. Zevk ve sefâdan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu.Her gün bir müddet okurdu. Roma târihi, başka devletler târihi, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papaların, Alman İmparatorları ile Fransa ve Lombardiya krallarının vak?aları okuduğu târihler arasındaydı. Avrupa?daki bütün devletleri tanırdı.Özellikle İtalya?nın coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı. Askerî ve coğrafî ilimlerle isteyerek meşgul olur, araştırmalar, incelemeler yapardı. Tabiiyyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta mahâretliydi.?

Diğer bir İtalyan târihçi Langusto, İstanbul?un fethinden sonra şöyle yazmıştır:

?Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kuşanmış, asil tavırlı, çok az gülen, devamlı öğrenmek ihtirâsı ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gâyelerine ulaşmakta inatçı bir hükümdârdı. En çok harp sanatına meraklıydı.Her şeyi öğrenmek isteyen zekî bir araştırmacıydı.Sefâhat düşkünlüğü olmayıp, kötü âdetleri yoktu.Harem dâiresinde çok az vakit geçirirdi. Nefsine hâkim ve uyanıktı. Her şarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihân devleti peşindeydi.?

Alman müsteşrik Franz Babinger, Mehmed-IIder Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende adlı eserinde şöyle yazmaktadır:

?Türk dünyâsı için Fâtih günümüze kadar, bütün imparatorların en büyüğü olup, beşer târihinde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukâyese edilmesi zordur. O Türk milletine, bütün târihinin en harîkulâde ve en yaklaşılması gayr-i kâbil şâhsiyet olarak takdim edilmiştir. Batı âleminin mukadderâtı, Fâtih Sultan Mehmed?in görünmesiyle sarîh bir şekilde işâretlenmiştir.Kudretli şahsiyeti, büyük Avrupa sâhalarının dış görünüşünü derinden değiştirmiştir.Ortaçağdan çıkarken insanları ve dünyâyı görüş tarzında, Fâtih?in şahsiyeti, zekâları tesir altında bırakmıştır.?

Ad âletten kıl kadar ayrılmayan, kendisine takdir edilen iki mısrâlık basit şiir için sâhibine bol ihsânda bulunan ve bir çiçek yetiştirene 500 altın bahşiş veren Fâtih, her bakımdan devrinin üstüne çıkmış bir hükümdâr ve insan-ı kâmildir. Bu büyük cihângir hakında günümüze kadar binlerce kitap yazılmıştır.

Hikmet Kıvılcımlı


osman40gs
Şef
29 Mayıs 2009 13:46

Önce bu vatan ve değerler için geçmişten günümüze canını feda eden tüm şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum.bu sıralar çokça yapılmaya çalışılan bizi geçmişimizden soyutlama çabalarını kınıyorum ilk tarih sahnesine çıkışımızdan bügüne kadar her fiil tarihimizin bir parçasıdır.tarimiz bir bütündür iyisiyle kötüsüyle bir bütündür.Hunlar bize kararlılığı,SElçuklular vatanı,Osmanlılar dini,Türkiye ise vatanın önemini anlattı.onun için bizim tarihimiz bir bütündür.nice5556 yılar.

ALLAHIM YAŞADIĞIM SÜRECE BENİ VATANSIZ,KALBİMDE AŞKSIZ,MİNEREDE EZANSIZ BIRAKMA.


şimşirtarak
Kapalı
29 Mayıs 2009 13:49

BENDEN TEŞEKKÜR BEKLEMEYİN

Fatih Sultan Mehmet,İstanbul'u fethettikten sonra kendisini ziyarete gelen bazı Bizans yöneticilerini kabul etti.Büyük Dük Lukas Notras da bunlar arasındaydı.Fatih in huzuruna gelen yöneticiler onu büyük bir saygıyla selamlayarak:

-Size sunduğumuz hediyeleri lütfen kabul buyurunuz, diyerek hediyelerini takdim ettiler.

Fatih sultan Mehmet, hediyelerin kendisine takdim edilmesinden sonra onlara şu soruyu sordu:

-Bu şehri bana kim vermiştir?

Lukas Notras:

-Elbette Allah vermiştir,diye cevap verdi.

Bu cevap üzerine Fatih:

-Öyle ise bana takdim ettiğiniz hediyelerinizden dolayı benden teşekkür beklemeyiniz.Bu şehri bana nasip eden Allah tan başkasına taşekkür etmem mümkün değildir.


***gamze***
Kapalı
29 Mayıs 2009 15:08

29 Mayıs İstanbul"un fethinin yıldönümü. Dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olan İstanbul"un fethinin anlamını bilmek bu topraklarda yaşayan her insanın önceliklerinden biri olmalı. İşte, ben de bu hafta İslam tarihi konusunda başta 14 ciltlik İslam tarihi külliyatı olmak üzere çok sayıda esere imza atmış konunun uzmanı bir isimle fethin anlam ve öneminin konuşulmasının doğru olacağını düşündüm. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ziya Kazcı ile hem vakıf medeniyetinin anlamını hem de İstanbul"un fethini konuştuk.

* Hocam İstanbul"un fethini sizlerle konuşmak istiyorum. İstanbul"un fethi neden çok önemliydi?

Peygamber Efendimizin (sav) bu konudaki hadisini biliyoruz. Bunu hatırlatmamıza gerek yok. İşte Fatih hep bu hadise mazhar olmaya çalışmıştır. Fatih"ten önce İstanbul"un fethi için büyük çabalar sarf edilmiştir. Ama bu fetih Fatih"e nasip olmuştur. Bizans o dönemde bütün Hıristiyan dünyasının gözünün üzerinde olduğu ve burayı kaptırmamak için mücadele ettiği bir devlettir. Ama bu mücadeleyi Fatih kazanmıştır. Daha doğrusu Fatih"in askeri dehasına yenik düşmüşlerdir. Bu fetih esnasında kimsenin çok fazla bilmediği bir olay yaşanmıştır. Fatih bu savaşta bugün tanklarda kullanılan bildiğimiz zırhı kullanmıştır. Kimsenin karşı koyamadığı o meşhur Bizans ateşine karşı surların dibine giden arabaların üzerini yaş manda derisi ile kaplamış ve bu ateşi etkisiz kılmayı başarmıştır.

* Fatih"in, fetih sonrasındaki davranışı da aslında İslam medeniyetinin hoşgörü, adalet ve barış anlayışının Batı"dan kat be kat üstün olduğunu ortaya koymuyor mu?

Kesinlikle. Eğer Fatih isteseydi bütün halkı kılıçtan geçirebilirdi. Bazılarının bugün iddia ettiği gibi Patrikhaneyi İstanbul"un dışına çıkarabilirdi ve kimse de "niye çıkardın" diyemezdi. Bugün "keşke çıkarsaydı" diyenler var. Ama Osmanlı"nın temel prensipleri var. Osmanlı hiç kimsenin dinine, diline, örfüne devletin temel prensipleri ile çatışmadığı müddetçe engel olmazdı. Ama bugün Hıristiyan dünyasındaki İslam eserlerine bakarsak, Mesela Sofya"da çok sayıda cami vardı. Bugün orada çok az sayıda cami kalmıştır.

* Endülüs örneği var

Evet 800 sene İslam ülkesi olan Endülüs tamamen yok edilmiştir. Hristiyanlar geldiler ve hepsi gitti. Orada yaşayan Müslümanlara ya "Hıristiyan olacaksınız ya da kelleniz gidecek" denildi. Osmanlı"da böyle bir şey yok. Fatih"te bir hoşgörü ve adalet anlayışı var. Fatih"i Fatih yapan unsurlar da bunlardır zaten. İstanbul"u fethettikten sonra Patrik"e bir ferman veriyor şöyle diyor: "Benim ahalimden hiç kimse sizin örf ve adetlerinize, kilisenize müdahale etmeyecek. Kim ederse kıyamette elim yakasındadır" diyor.

Ayasofya, Fetih hakkıdır

* Ayasofya"nın kilise olması nasıl yorumlanmalı?

Ayasofya İslam dünyasının bir geleneği olarak alınmıştır. Fetih hakkı diye bir şey vardır. Yani fethedilen şehrin en büyük kilisesi camiye çevrilir. Bunun adı fetih hakkıdır ve bir tanedir. Onun dışında yoktur.

* Bugün İstanbul"da çok sayıda kilise camiye çevrildi.

Artık o bölgelerde Hristiyan cemaat kalmamıştır. Binanın metruk kalması yerine camiye çevrilerek ibadete açılmıştır. Bugün Kuzguncuk"ta cami ile kilise aynı duvarı paylaşmaktadır. Bir tarafında çan kulesi diğer tarafta ise minare. Bu da bizim medeniyetimizin bir özelliğidir. İslam 20 yaşına gelmiş bir insanı zorla Müslüman yapma yetkisini bize vermiyor.

* Hocam bu arada Ayasofya, Fatih"in vakfiyesi değil mi?

Bugün sadece Ayasofya değil, İstanbul"un yarısı vakıftır. Ama bunu kim biliyor. Kimse bununla ilgilenmiyor. Bugün Bağlarbaşı"nın tamamı vakıftır. Fetih gerçekleştikten sonra korkan ve saklanan bir grup papazı, Fatih buluyor ve onlara bir görev veriyor. Diyor ki, "gidin ve benim yönetimimdeki İstanbul"u bir dolaşın. Ve alışveriş yapın" diyor. Papazlar gidiyorlar ve esnaftan 1 kilo şeker istiyorlar. Ardından da aynı esnaftan 1 kilo da pirinç istediklerinde o esnaf, "hayır ben siftah yaptım. Siftah yapmayan diğer komşuma gidin o da siftah yapsın" diyor.

* Hocam bu hep anlatılır. Yaşanmış bir şeydir değil mi?

Kesinlikle doğrudur. Bunun örneklerini Anadolu"nun bazı yerlerinde görmek mümkündür. Bana bir arkadaşım Çorum"da bunun uygulandığını anlatmıştı. Bu ahi geleneğidir.

Batı İstanbul"un Fethini unutmadı

* Sürekli fetih ruhundan söz edilir. Bu fetih ruhu nedir?

Fetih ruhu çok önemlidir. İstanbul alınırken yaşanan fetih ruhunun önemi ise bu fethin hadis ile övülmesinden geliyor. İstanbul üç kıtanın merkezindedir ve İstanbul"a sahip olan dünyaya sahip olur. Bu doğrudur. Birçok dönemde İstanbul"un alınması önemli olmuştur. Etrafının denizlerle ve surlarla çevrilmiş olması fethi çok zorlaştırıyordu. Yani burayı fethetmek çok zordu. İşte bizim kızıl elmamız (kızıl elma ileride fethedilecek yer anlamına gelir) her zaman İstanbul olmuştur. Fatih"in ikinci kızıl elması da Roma idi. Ama buna ömrü yetmedi.

* Bugün Türkiye"nin yaşadığı sorunların nedeni de bu olabilir mi?

Evet. Bugün dünya devletlerinin Türkiye ile uğraşmasının temel nedenlerinden biri ülkemizin bulunduğu coğrafi konumdur.

*Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Batı"nın İstanbul"un fethini hazmedememesinin bir sonucu mudur?

Gayet tabi. Daha sonraları bizde şark meselesi diye bir olay ortaya çıktı.

* Nedir şark meselesi?

Müslümanların geldikleri yere yani Orta Asya"ya gönderilmesi demekti. Batı bu bölgenin bir türlü Müslümanların elinde olmasını hazmedemedi. Bu anlayış bugün de şuur altında hala devam etmektedir.

* Bugün Bizans eserlerinin ihya edilmesini ve Osmanlı eserlerinin aynı ilgiyi görmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben öncelikle kendi eserlerimin ortaya çıkmasını isterim. Nasıl benim memleketimde Bizans eserleri ihya ediliyorsa, ben Atina"da, Selanik"te ve Sofya"da da eserlerimizin ortaya çıkarılmasını isterim. Ben tarihi eserlerin korunması taraftarıyım. Ama bunu yaparken milliyet gözetilmemelidir. Mütekabiliyet esasının olması gerekir. Ama kendi ülkemde ben önce İslami dönem, Beylikler dönemi, Selçuklu ve Osmanlı dönemi eserlerinin ihya edilmesini isterim ama çıkıp da "Selçuklu ve Osmanlı dursun biz Bizans dönemini çıkaralım derseniz" ben burada art niyet ararım.

* Bu milletin medeniyet değerlerini yeniden kuşanması için neye ihtiyaç var?

Fatih"in taşıdığı fetih ruhuna, günümüzün ilmi ve teknolojisine ihtiyaç var. Eğer gerçekten biz doğru ilmi öğrenir ve bizden sonraki nesillere öğretirsek bu amaç gerçekleşir. Sosyal olaylar, birden bire bitmez ve ortaya çıkmaz. Bunlar uzun zamana bağlıdır. Yabancılar Fatih"in İstanbul"u bir günde mi fethettiğini zannediyorsunuz? diyorlar. Bu mücadelenin tam peygamberimiz döneminde başladığını ve o zamandan bugüne devam eden bir mücadelenin sonucu olduğuna dikkat çekiyorlar.

Vakıf, dinimizin emridir

* Hocam siz vakıflar konusunu en iyi bilen ilim adamlarından birisiniz. Geçtiğimiz hafta vakıflar haftası idi. Vakıf kelimesinin bizim medeniyetimizdeki yeri ve önemi çok büyük& Vakıf kelimesi neden bu kadar anlamlı&

Hiçbir karşılık beklemeden insanlara ve hayvanlara hizmet etme anlayışı İslam medeniyetinin üzerinde durduğu önemli konulardan biridir. Vakıf da hiçbir karşılık beklemeden Allah rızası için insanlara ve hayvanlara birtakım imkânlar sağlamanın adıdır. Meseleye bu açıdan baktığımızda İslam tarihinde ve özellikle de Osmanlı"da vakıfların el atmadığı hiçbir sahayı görmek mümkün değildir. İbadetinden eğitimine, hastalığından hamallığına ve kuş evlerine varıncaya kadar her alanda vakıfları görmek mümkündür.

* Vakıflar hukuki bir müessese miydi?

Hukuki bir müessesedir. Bir vakfın geçerli olabilmesi için vakfiye dediğimiz bir senedin hazırlanması ve bu senedin kadı tarafından tasdik edilmesi gerekir ki, hukuki bir statü kazanmış olsun.

* Müslümanları böyle bir müesseseyi kurmaya iten sebep nedir?

Gerek Kur"an-ı Kerim"de gerekse Peygamberimizin birçok hadisinde karşılık beklemeden başkalarına yardım etme prensibi üzerinde çokça durulmuştur. Peygamberimizin bizzat kendisinin vakfettiğini biliyoruz. Bu da bize İslam"ın sosyal yapıda olduğunu ve mümkün mertebe insanların ızdırabının dindirilmesi gerektiğini anlatıyor. İnsanlar eşit seviyede ve eşit imkânlara sahip değildir. Her insanın kendine göre birtakım sıkıntıları vardır. Bundan dolayı da sıkıntıda olanlara İslam yardım etmeyi bir emir olarak telakki etmiştir. Zekât ve fitre de buna yöneliktir. Ama bunların dışında insanları yardıma teşvik eden emirler bulunmaktadır. Yine sadaka önemli bir yardım etme aracıdır. Siz öyle bir eser bırakıyorsunuz ki, sizin bıraktığınız hastane, köprü ve okul, çeşme bin sene insanlara hizmet ediyor. İnsanlar ondan istifade ediyor. İnsanlar bu eserleri kullandığı müddetçe de eseri yapanın amel defterine sevap yazılıyor. İşte Müslümanları vakıf kurmaya teşvik eden en büyük etkenlerden biri budur.

Vakıflarla insanlığa hizmet ettik

*Eğer bir mülk vakıf statüsü kazandıktan sonra bu vakfa müdahale edilebilir mi?

Kesinlikle hiç kimse müdahale edemez. Anadolu"da bir beylik Osmanlı"ya geçtiği zaman o beyliğin vakıflar konusunda koyduğu şartlara Osmanlı kesinlikle müdahale etmiyor ve onların şartlarına aynen uyuyor. Vakıflar böylece bir devamlılık arz ediyor. Hükümetin düşmesi yönetimin değişmesi vakıflar için bir anlam ifade etmiyor. Vakıfların statüsü her zaman aynen devam eder.

* Vakıf eserler ile ilgili bir de dualar var

Bu anlamda iki tür dua vardır. Birincisi hayır duadır. Hangi şekilde olursa olsun vakfiyelerin sonunda bu iki dua bulunur. "Her kim vakfın gelişmesine hizmet ederse Allah ondan razı olsun. Mekânı cennet olsun" gibi ifadeler var. Bir de beddua kısmı var ki o da "kim ki, hakkı olmadığı halde bu vakfı tebdil, tagyir ya da değiştirmeye kalkarsa bütün peygamberlerin ve mahlûkatın laneti onun üzerine olsun" beddua vardır. Müslümanlar mümkün mertebe bu beddualardan uzak dururlar.

* Günümüzde bu vakıf geleneğine ne kadar sahip çıkılıyor?

Her zaman dönemin şartlarını iyi değerlendirmek lazım. Günümüzün kafası ile o günün şartlarına bakmak bizi yanlış yere götürür. Osmanlı neden yenildi ve neden bu hale geldi. Hayat bugün çok dünyevileşti ve biz ilmi bıraktık. İslam dünyası ilmi bırakınca kendisi ile ilgili bütün değerleri de elimizin tersi ile kenara ittik. Hatta kendi değerlerimizi de başkasına kaptırdık. Bugün ABD"nin devlet yapısı Osmanlı"nın aynısıdır. Hukuk sistemine bakın jüri vardır, yargıç vardır. Osmanlı"da da aynı şekilde kadı ve jüri vardı. Sigrit Unke isimli bir Alman 1000 sene önce Endülüs"teki Müslüman hastanesi ile o dönemde Batı"nın hastalara bakışını anlatan bir yazı yazmıştır. 16 yaşındaki bir Hıristiyan çocuk babasına mektup yazıyor. Bu mektup aynen yayınlanıyor. İşte bu çocuk mektupta hastanede bir kütüphane olduğunu, musiki çalındığını ve hastanede bir nevi kalorifer sistemi olduğuna dikkat çekiyor. Bir yandan da, o dönemde Hıristiyan dünyasında hastalara Allah tarafından ceza verildiği düşüncesi hâkim ve hangi hastalık olursa olsun bütün hastalar içi saman dolu bir yerde toplanarak bir nevi cezalandırılıyor. Tabip eliyle hastaya müdahale etmek en büyük günahlardan biridir. Yani derisini kanatırcasına kaşıyan uyuz hastalığına yakalanmış bir insanla kanlı balgam tüküren bir verem hastası aynı yere konuluyor. Aradaki farka bakın. İşte biz 1000 yıl önce ilme ve insanlığa böyle hizmet etmişiz. İşte vakıf eserleri de bu hizmetin en büyük aracısı olmuştur.


çeşm-i giryan
Müsteşar Yardımcısı
30 Mayıs 2009 18:22

"Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!" Bu cümle hep içimi ürpertir, sık sık aklıma gelir, boş işlerle uğraştığımda bir nebze de olsa silkinmemi sağlar. Atalarımıza yakışır torunlar olmak ve nice fetih dönümleri kutlamak dileğiyle...


yanık düş
Kapalı
01 Haziran 2009 09:12

İnsan + Hedef + Gayret = Zafer

Sultan İkinci Mehmed henüz yedi yaşlarında iken hocası Molla Ak Şemsüddin(Ak Şemsettin Hazretleri) kulağına eğildi ve başarının en önemli kuralını fısıldadı:

?Hedefini tespit etmelisin.?

Önce hedef belirlendi: ?Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir.?

Ak Şemsüddin hedef tespitinden sonrasını da söyledi:

?Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma; yol ol ki, herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin.?

?Hocam, ya şartlar elverişli olmazsa?? diye sordu. Ak Şemsüddin hiç duraksamadan cevap verdi:

?Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah?ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar tahakkuk eder. (gerçekleşir)?

Ve günü gelince, çocuk yaşına bakmadan Bizans?ın fethini düşünmeye başladı.

Çandarlı Halil Paşa, gencecik padişahın niyetini duyar duymaz telaşlandı. Sadrazamdı. Sadrazam olarak genç padişaha yol göstermek gibi bir sorumluluğu vardı. Bu çocuk (Padişah) bir çocukluk edip Bizans?ın üzerine yürümeye kalkarsa, alimallah Osmanlı mülkü pâymâl olabilir, hatta elden gidebilirdi. Ümmet-i Muhammed?i bir aceminin acemiliğine kurban etmeyecekti. İkaz görevini yapacak, kelle pahasına olsa bile Padişahı bu maceradan vaz geçirecekti.

Bir gün hışımla genç padişahın huzuruna girdi ve selamı bile unutup sordu:

"Sen ümmet-i Muhammed?i hisar önünde telef etmek mi istersün?"

Genç Hünkâr, baba yadigârı Sadrazamının öfkelenmesinin sebebini az çok tahmin etmişti. Fakat ağzından duymak istiyordu:

Mehmet Han: ?Hangi sebepten ümmet telef olubdur koca vezirum??

Sadrazam: ?Bizans?ı feth itmeğe and virmişsün. Ümmetun telefatine başkaca sebep ne lâzım??

Mehmet Han: ?Beli, and virdük. Ya biz Bizans?ı, ya Bizans bizi alacak dedük! Bir mahzuru mu var??

?Elbette!? diye cevap verdi Sadrazam, konuşurken uzunca sakalı titriyordu: ?Elbette ki mahzuru var, olmayacak duadır ki, akl-ı selim olmayacak duaya hiç bir vakit amin dimez.?

Sultan İkinci Mehmed gülümsedi:

?Hangi duayı kabul edeceğini ancak Hak Tealâ bilür. Biz sadece arzımızı yapar hükm-i İlâhiyi bekleriz.?

Kalktı, Sadrazamına doğru birkaç küçük adım attı. Gözlerine baktı:

?Her daim dimez misin ki, kul kısmı gaza yolunda elinden geleni yapmakla mükelleftur. Biz dahi muştunun (fetih müjdesinin) tahakkuku cihetinde say edeceğiz. İnşaallah-ü Tealâ fetih mukarrerdir.?

?Nereden belli ki??

?Doğru, henüz belli değil. Zaten teşebbüs olmadan tahakkuk olmaz. Biz dahi teşebbüs üzereyiz.?

Koca Sadrazamın aklı bu işe bir türlü yatmıyordu. İkna olmamıştı.

?Baban alamadı, ondan öncekiler de alamamıştı, sen nasıl alacaksın?? dedi hafiften alaycı.

Genç hükümdar hışımla pencereye döndü. Bir süre yeniçerilerin koşturmasını seyretti. Onlar fethe inanıyordu. Ama yaşlı Sadrazamını henüz inandıramamıştı.

Yüreğine ince bir sızı girdi. Bir an için endişelendi. Ne de olsa yaşlı Sadrazamın müthiş bir tecrübe birikimi vardı. Onbeş yaşından beri devlet hizmetindeydi. Kendisi ise onbeş yaşını geçeli ancak birkaç yıl olmuştu. Bu açıdan şartlar aleyhine görünüyordu.

Fakat şartlara teslim olmayacaktı. Çandarlı?ya döndü:

?Bak a vezirim? diye söze başladı, öfkesini tereddüdüne sarıp yutkunarak; ?ben ne babama benzerim, ne babamdan öncekilere. Şimdiki zaman başkaca zamandır. Çaresi yok fetih olacak.?

İhtiyar Sadrazam, tezini savunma kararlılığı içinde tek geri adım atmadı:

?O zaman bil ki, bunun mes?uliyeti tamamiyle sana aittur, çünkü akıbeti hayır görmüyorum. Bizans İmparatoru ünvanını alayım derken, korkarım padişahlıktan da olacaksın. Bu ne hırs!?

Padişah ilk defa öftkelendi:

?Hırs değil iman!..? diye bağırdı, ?dedik ya biz onu, ya o bizi! Hakikatli hükümdar olmanın başkaca çaresi yoktur.?

?Elinde olanla yetinsene.?

?Elimdekiyle yetinirsem elimde olan da gider Çandarlı, ne belledin. Zirvede durulmaz, ya devamlı tırmanırsınız, ya da aşağı kayarsınız. Ben gencim, tırmanacağım.?

Çandarlı çıkmak için toparlanırken:

?Ben söylemiş olayım, Hak Tealâ ve kulu nezdinde mes?uliyetten kurtulayım da, sen yine ne ki istersen yap, padişah sensin.?

?Şükrolsun biz padişah-ı cihanız ve Kostantiniyye?yi feth edeceğiz.?

?İmkânsız? diye dudak büzdü Çandarlı Halil Paşa.

?Neden koca vezir??

?Çünkü surlar çok muhkemdir, muhkem surları yıkacak cesamette (büyüklükte) topumuz yoktur.?

Genç hükümdarın karşısına yine şartlar ve sebepler çıkmıştı. Ak Şemsüddin Hoca?nın sözlerini hatırladı. Gülümseyerek sordu:

?Surları yıkacak toplar günün birinde yapılacak mı??

?Evet? dedi Sadrazam, ?günün birinde herhal yapılır.?

Genç hükümdar kükredi:

?İşte bu gün o gündür vezirim! Topları kullanarak surları tar ü mar edecek Padişah da karşında duruyor.?

Toplam 10 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi