Gür bir ses duyuluyordu sisli dağın yamaçlarından. O ihtişamlı dağı inleten bu ses neyin nesiydi? Evet, bu ses insan sesiydi, fakat sahibi kim olabilirdi? Olsa olsa bu ses cihangirlere aittir, diye kararsızlık içinde inceden inceye düşünenler oluyordu. Âdeta açılmayı bekleyen bir muamma, çözülmeyi bekleyen bir bulmaca, bir sır olmuştu bu ses. Sesi duyanlar merak içindeydi.
Çok geçmeden bir süvari beliriverdi dağın yamacında. Sırtında koskoca bir yükle, dolu dizgin geliyordu. Dinmiyordu sesi soluğu; gözündeki yaş, yüreğindeki ızdırap, keder ve hasret... Sebebi bilinmiyordu bunun. Derdi neydi, ne olabilirdi? Sevdalı mıydı yoksa? Sesin ihtişamıyla büyülenenler, bu sefer bunu düşünüyorlardı: Niçin ağlıyor bu yiğit?
Haftalar geçti, aylar oldu o süvari yine ağlıyordu. Bu ağlayıştan bahsediliyordu divandan divana, diyardan diyara. Aradan geçen uzun bir zaman sonra, bir şarkı söylenmeye başlanmıştı güftesi ve bestesi etrafı kıvılcımlar salan genç süvariye ait. Şarkının sözleri anlaşılmıyordu ilk önce. Bir hayat sunan bu şarkı, sevmekten sevilmekten bahsediyordu. Gönüller sarmaş dolaş oldu bu şarkının ritmi karşısında. Dinmiyordu bu şarkının temposu, daha ziyade yükseldikçe yükselmek istiyor, ve yükseliyordu yükselmek istediği yerlere.
Daha tanınmayan bu genç yiğit acep Üveyk miydi, sevdalı Kerem miydi, yoksa Mecnun mu? Dağları aşıyor ve sevda yüklü şarkısına devam ediyordu. Onu şarkısıyla sevenler çok olmuştu. Ve anlamışlardıki, sevgi uzun ve meşakkatli bir yoldur. O yolda aşk ile şevk vardır; iyilik ve güzellik saklıdır; hasret tüter yanık yanık... Genç yiğitle yürümeye başlamışlardı.
Genç yiğidin, baldan tatlı sevgi eleğinden geçmiş sözleri vardı. Fakat ömrü buna müsaade etmiyordu. Emanet olarak verilen vadesi noktalanmak üzereydi. Bu sebeple herkesi büyük bir hüzün kaplamıştı. Ara sıra hıçkırık sesleri yükseliyor, gözyaşları damla damla akıyordu. İnsanlar yas içindeydi. Genç yiğit çoktan ruhunu teslim etmişti. Ah keşke, keşke şarkısının son nakaratını da söyleyecek kadar ömrü uzun olabilseydi.. sevgiyle coşan kalbi daha fazla dayanabilseydi.. sevdikleriyle biraz daha kalabilseydi! Kim bilir en güzel an o an olurdu.
Bilenler bilirdi, o yiğidin bir idealin adamı olduğunu . İdealinin simgesi sevgiydi, hoşgörü ve kardeşlikti.
Sevenlerine bir mektup ve bir adres bırakırken elveda demişti idealist adam. Elveda gençliğe, elveda dostlara!... Yeşeren mor menekşelere, güllere, yerde gezen karıncalara, gökte uçan kuşlara, dünyaya, fanilere elveda!...
Şimdi o yiğidin bestelediği şarkı söylenirken dillerde, yarım kalmış sevdası, 'bir yiğit vardı, gömdüler şu karşı bayıra' diyerek başlayan şiirler anlatılıyor her yerde.
Gür bir ses duyuluyordu sisli dağın yamaçlarından. O ihtişamlı dağı inleten bu ses neyin nesiydi? Evet, bu ses insan sesiydi, fakat sahibi kim olabilirdi? Olsa olsa bu ses cihangirlere aittir, diye kararsızlık içinde inceden inceye düşünenler oluyordu. Âdeta açılmayı bekleyen bir muamma, çözülmeyi bekleyen bir bulmaca, bir sır olmuştu bu ses. Sesi duyanlar merak içindeydi.
Çok geçmeden bir süvari beliriverdi dağın yamacında. Sırtında koskoca bir yükle, dolu dizgin geliyordu. Dinmiyordu sesi soluğu; gözündeki yaş, yüreğindeki ızdırap, keder ve hasret... Sebebi bilinmiyordu bunun. Derdi neydi, ne olabilirdi? Sevdalı mıydı yoksa? Sesin ihtişamıyla büyülenenler, bu sefer bunu düşünüyorlardı: Niçin ağlıyor bu yiğit?
Haftalar geçti, aylar oldu o süvari yine ağlıyordu. Bu ağlayıştan bahsediliyordu divandan divana, diyardan diyara. Aradan geçen uzun bir zaman sonra, bir şarkı söylenmeye başlanmıştı güftesi ve bestesi etrafı kıvılcımlar salan genç süvariye ait. Şarkının sözleri anlaşılmıyordu ilk önce. Bir hayat sunan bu şarkı, sevmekten sevilmekten bahsediyordu. Gönüller sarmaş dolaş oldu bu şarkının ritmi karşısında. Dinmiyordu bu şarkının temposu, daha ziyade yükseldikçe yükselmek istiyor, ve yükseliyordu yükselmek istediği yerlere.
Daha tanınmayan bu genç yiğit acep Üveyk miydi, sevdalı Kerem miydi, yoksa Mecnun mu? Dağları aşıyor ve sevda yüklü şarkısına devam ediyordu. Onu şarkısıyla sevenler çok olmuştu. Ve anlamışlardıki, sevgi uzun ve meşakkatli bir yoldur. O yolda aşk ile şevk vardır; iyilik ve güzellik saklıdır; hasret tüter yanık yanık... Genç yiğitle yürümeye başlamışlardı.
Genç yiğidin, baldan tatlı sevgi eleğinden geçmiş sözleri vardı. Fakat ömrü buna müsaade etmiyordu. Emanet olarak verilen vadesi noktalanmak üzereydi. Bu sebeple herkesi büyük bir hüzün kaplamıştı. Ara sıra hıçkırık sesleri yükseliyor, gözyaşları damla damla akıyordu. İnsanlar yas içindeydi. Genç yiğit çoktan ruhunu teslim etmişti. Ah keşke, keşke şarkısının son nakaratını da söyleyecek kadar ömrü uzun olabilseydi.. sevgiyle coşan kalbi daha fazla dayanabilseydi.. sevdikleriyle biraz daha kalabilseydi! Kim bilir en güzel an o an olurdu.
Bilenler bilirdi, o yiğidin bir idealin adamı olduğunu . İdealinin simgesi sevgiydi, hoşgörü ve kardeşlikti.
Sevenlerine bir mektup ve bir adres bırakırken elveda demişti idealist adam. Elveda gençliğe, elveda dostlara!... Yeşeren mor menekşelere, güllere, yerde gezen karıncalara, gökte uçan kuşlara, dünyaya, fanilere elveda!...
Şimdi o yiğidin bestelediği şarkı söylenirken dillerde, yarım kalmış sevdası, 'bir yiğit vardı, gömdüler şu karşı bayıra' diyerek başlayan şiirler anlatılıyor her yerde.