Editörler : Pangaea

ylmzksgn
Genel Müdür
21 Kasım 2009 22:51

555555555555555555


ylmzksgn
Genel Müdür
04 Ocak 2010 11:26

PARLAMENTER SİSTEM

Batı dillerinde kullanılan Latince köken­li "parlamento" kelimesi, Türkçe'deki

"meclis" ve "divan" kelimelerinin karşılığı­dır ve bîr konuda karara varmak üzere gö­rüşme yapan kurul anlamına gelmektedir. Hukuk ve siyasi bilimlerde ise parlamento, "halkı temsil etmek üzere, halk tarafından seçilen üyelerden meydana gelen, kanun yapan ve devletin Önemli işlerine karar ve­ren siyasi kurul" demektir. Buna göre, dev­let yönetiminde görev alan bir kurulun par­lamento olabilmesi için, halk tarafından se­çilmiş olması, kanun yapma ve önemli siya­si kararlar alma yetkisinin bulunması ge­rekmektedir. Önemli siyasi kararlar alması­na rağmen, üyeleri halk tarafından seçilme­diği için Osmanlı döneminin "divan-ı hü­mayun "lan ve "şura-yı saltanat"lan parla­mento sayılamaz. Devlet işlerinin görüşül­düğü her kurul parlamento olmadığı gibi, parlamentosu bulunan her ülkenin hükümet şekli de "parlamenter sistem" değildir. Temsili demokrasiyi benimseyen her ülke­de bir parlamento vardır. Fakat bu ülkelerin hükümet şekilleri, "parlamenter hükümet" olabileceği gibi, "başkanlık hükümeti" ve­ya "meclis hükümeti" de olabilir. Bu neden­le, temsili demokrasiyi benimseyen her ül­kenin bir parlamentosu vardır, fakat parla­mentosu olan her devletin hükümet şekli "parlamenter sistem" olmayabilir.

Parlamenter sistem, oldukça uzun sayı­labilecek bir gelişim sonucunda 18. yüzyıl­da İngiltere'de doğmuş ve 19. yüzyılda di­ğer batı ülkelerinde benimsenmiştir. Ba-tı'da bu yıllarda halkın seçtiği parlamento­lar karşısında mutlak monarşilerin geriledi­ği görülmektedir. Gerileyen monarşilerle güçlenen parlamentoların belli noktalarda uyuşmaları, parlamenter sistemi doğur­muştur. Doğuş itibariyle parlamenter sis­tem "Liberal" ve "seçkinci" temellere dayanmaktadır. Liberaldir, çünkü mutlak

krallıkların yıkılması ve siyasi Özgürlükle­rin kabul edilmesine dayanır. Seçkincidir, çünkü ilk parlamentolarda temsil edilebil­mek, belli miktarda servet sahibi olmayı ge­rektirmektedir. Ancak parlamenter siste­min kuruluşunun, tüm ülkelerde aynı aşa­malarda gerçekleştirildiği söylenemeyece­ği gibi, günümüzde de tek tip bir parlamen-tarizmden söz edilemez.

Parlamenter sistemin ortaya çıkması, krala ait yasama yetkisinin seçimle oluşan bir parlamentoya geçmesi, yani yasama ve yürütme kuvvetlerinin ayrılması şeklinde olmuştur. Bu nedenle parlamenter sistem de, başkanlık sistemi gibi yasama ile yürüt­me kuvvetlerinin ayrılığı prensibine daya­nır. Ancak, parlamenter sistemin benimse­diği ayrılık, başkanlık sistemindeki gibi ke­sin bir ayrılık olmayıp, hukuki eşitlik, karşı­lıklı işbirliği ve etkileşmeye dayanan bir ay­rılıktır. Bu özelliğinden dolayı parlamenter sisteme, "kuvvetlerin işbirliği sistemi" de denilmektedir. Parlamento ile hükümet ara­sındaki işbirliği, önemli devlet kararlarının alınmasında açıkça görülür. Örneğin, ka­nunların yapılmasında, yasama (parlamen­to) ve yürütme (hükümet) organlarının ayrı ayn görev ve yetkileri vardır. Parlamento, kanunları görüşerek kabul eder, hükümet ise kanunları hazırlar, teklif eder ve kabul edildikten sonra da yayınlar. Halbuki, baş­kanlık sisteminde yürütme (hükümet)nin kanun teklif etme yetkisi yoktur. Parlamen­ter rejimde yasama ve yürütmenin birbirle­rini karşılıklı olarak etkilemeleri de önemli­dir. Yürütmenin "başbakan" ve "devlet baş­kanı" olmak üzere iki başı vardır. Bunlar­dan devlet başkam (genellikle cumhurbaş­kanı) parlamento tarafından seçilir. Esas

önemlisi, parlamento, hükümetin faaliyet­lerini kontrol eder ve gerektiğinde onun si­yasi sorumluluğunu belirler. Buna karşılık yürütme, meclisin feshedilmesini talep ede­rek yasama organı üzerinde etkili olmakta­dır.

Parlamenter hükümet sistemini, temsili demokrasinin öteki uygulamalarından ayı­ran başlıca özelliklerin, "iki başlı yürütme", "bağımsız ve sorumsuz devlet başkanlığı", "parlamentoya karşı sorumlu kabine", "uyumlu ve birlik içinde çalışan bir bakan­lar kurulu", "yürütme organının yasamayı feshcdebilmesi" olduğu söylenebilir.

Parlamenter sistemde yürütme organı­nın, devlet başkanı ve başbakan olmak üze­re iki başı vardır. Bunlardan devlet başkanı, adından da anlaşılacağı üzere, devleti de temsil eden kişi olarak, yürütmenin sorum­suz başıdır. Başbakan ise, bakanlarla birlik­te kollektif bir organ olup, yürütmenin so­rumlu kanadını oluşturmaktadır. Baş­bakan, dar anlamda "hükümet", ya da "ka­bine" olarak da adlandırılan bakanlar kuru­lunun başıdır. Parlamenter sistemi benim­semiş olan Fransa'da yürütme organı, "ba­kanlar kurulu" ve "kabine kurulu" olmak üzere iki kademelidir. Bunlardan bakanlar kurulu devlet başkanının, kabine kurulu da başbakanın başkanlığında toplanmaktadır. Ülkemizde ve parlamenter sistemi benim­semiş olan pek çok ülkede, bakanlar kurulu genellikle tek kademeli bir organdır ve ku­ral olarak başbakanın başkanlığında faali­yetlerini yürütmektedir. Parlamenter sis­temde, devlet başkanı bir yandan yürütme organını temsil ederken, diğer yandan dev­letin birliğinin ve ülkenin bütünlüğünün sembolüdür. Günümüzde başbakanlar ka­bineyi yöneten ve parlamento önünde hükümetin sorumluluğunu tek başına yükle­nen makamlardır. Başlangıçta bu kadar güçlü olmayan başbakanların, kabinede yer alan öteki bakanlardan bir üstünlükleri yok­tu. Zaman içerisinde güçlenen başbakan, kabineyi yönlendiren ve hükümetin izleye­ceği politikaları tayin eden güçlü bir siyasi kişilik kazandı. Günümüz anayasalarında diğer bakanlara göre güçlü bir statü kazan­mış olan başbakan, gerekirse cumhurbaşka­nından parlamentoyu feshetmesini veya hükümetle ters düşen bir bakanı görevden almasını isteyebiimektedir.

Parlamenter sistemde, yasama organı (parlamento) halk tarafından seçildiği için, hukuken devletin en güçlü siyasi organıdır. Yürütme organının, bu güçlü meclis karşı­sında onunla eşit hukuki ve siyasi koşullar­da çalışabilmesi için, yürütmenin başı olan devlet başkanının bağımsız ve sorumsuz ol­ması kabul edilmiştir. Parlamenter sistemin klasik temsilcisi olan İngiltere, Belçika, İs­veç ve Norveç gibi monarşilerde, devlet başkanlarının meclis karşısındaki bağım­sızlığı, siyasi sistemin zorunlu gereği ola­rak kendiliğinden sağlanmıştır. Devlet baş­kanının parlamento tarafından seçildiği ül­kelerde ise, bu bağımsızlık tehlikeye düş­mektedir. Devlet başkanının parlamento ta­rafından seçildiği ülkelerde devlet başkanı­nın tehlikeye düşen bağımsızlığını kurtara­bilmek için, onun sorumsuz olması gerekti­ği düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Parlamen­to tarafından seçilen devlet başkanlarının sorumsuzluğu ilkesi geniş bir kabul gör­mektedir. Ancak Cumhurbaşkanlarının so­rumsuzluğu monarşilerde olduğu kadar sı­nırsız değildir. Parlamenter sistemde, dev­let başkanının siyasi yönden sorumsuzlu­ğunun temelinde, yürütme organına devamlılık kazandırmak ve parlamento ile hü­kümet arasında ortaya çıkabilecek uyuş­mazlıklarda hakem rolü oynamasını sağla­mak düşüncesi yatmaktadır. Devlet başka­nının sahip olduğu bu güçlü statü ve sorum­suzluk, onun tarafsızlığını da gerektirmek­tedir. Devlet başkanı bir partinin mensubu olmayıp, tarafsız ve parülerüstü bir kişiliğe sahiptir; siyasi partilerden birini tutamaz, ya da hükümete muhalefet eder nitelikte be­yanatlar veremez.

Temsili demokraside, egemenliği millet adına kullanan yasama organı (meclis), tüm devlet organlarını ve bu arada hükümeti de millet adına kontrol eder. Meclis yapmış ol­duğu kontrollerde, hükümet yerine kararlar alamaz. Ama, hükümetin yapmış olduğu her işin ve almış olduğu her kararın millet yararına olup olmadığını millet adına gö-zcücr. Hükümetin, ya da bakanlardan biri­nin millet yararına uygun olmayan işlemiy­le karşılaşınca müdahalede bulunur. Bu tür kontrol ve müdahaleler sonucunda varsa bakanların sorumluluğu ortaya çıkarılabi­lir. Bakanların sorumluluklarını "adli so­rumluluk" ve "siyasi sorumluluk" olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Adli so­rumluluk, bakanların o ülkenin vatandaşları olarak diğer vatandaşlar gibi uymaları gere­ken kurallara uymamalarından doğan cezai ve hukuki sorumluluktur. Bu tür sorumlu­luklar bakımından bakanların vatandaşlar­dan farkı yoktur. Hukuki ve cezai sorumlu­luk kanuna aykırı bir davranıştan doğar ve bunun bir mahkeme kararı ile tesbit edilme­si gerekir. Siyasi sorumluluk ise, bakanla­rın meclisin güvenini yitirmelerinden do­ğan sorumluluktur ve parlamenter sistemde önemli olan bu tür sorumluluktur. Meclisin güvenini kaybeden bakan, bakanlar, ya da

bütünü ile hükümet istifa etmiş sayılarak görevden çekilir. Siyasi sorumlulukta ka­nuna aykırı bir davranış aranmayıp, her ne sebeple olursa olsun parlamentonun güven­sizliğini belirtmesi yeterlidir. Parlamento­ların daha önce güvenoyu alan bir hüküme-le güvensizlik oyu vermesi, genellikle bir gensoru önergesinden sonra oylama yapıl­ması şeklinde ortaya çıkar. Hükümet üyesi olarak siyasi bir kişilik, bakan olarak da bir idari faaliyet ve hizmet alanının en üst yö­neticisi olan bakanların siyasi sorumluluk­ları, kendilerinin almış oldukları kararlar­dan doğacağı gibi, hükümetin almış olduğu kararlardan da doğabilir. Kendi kararların­dan doğan sorumluluğa "kişisel sorumlu­luk", hükümetin almış olduğu kararlardan doğan sorumluluğa ise "kollektif sorumlu­luk" adı verilmektedir. Kişisel sorumluluk, hükümetin genel siyaseti ile ilgili olmayan bir konuda, bakanın tek başına almış oldu­ğu kararlardan doğan sorumluluktur. Bir bakanın, bakanlar kurulunda bakanlığı ile ilgili olarak alınan kararları yanlış uygula­masından, ya da maiyetinde çalışanlara yanlış talimat vermesinden doğan sorumlu­luklar böyledir. Bakanın tutum ve davranış­larından memnun olmayan parlamento, bir gensoru Önergesi vererek denetlendiği ba­kanı görevden çekilmek zorunda bırakabi­lir. Kollektif, ya da ortak sorumluluk ise, hükümetin genel politikasının yürütülme­sinden, meclisin güvenini almış bir hükü­met politikasının yanlış uygulanmasından ya da hiç uygulanmamasından doğan so­rumluluktur.

Böyle bir yanlış uygulama veya hiç uy­gulamama, sadece bir ya da birkaç bakanlı­ğı ilgilendirse bile, müeyyidesi geneldir; kusuru bulunmayan bakanlar da arkadaştan

ile beraber meclise karşı sorumlu olurlar. Uygulanan politikalarda, ortak sorumlulu­ğu benimsemeyen bakanın istifa etmesi ge­rekir. Aksi halde uygulanan politikayı be­nimsemiş sayılır ve kabinede alınan tüm ka­rarlardan diğer üyeler gibi sorumlu olur.

Kısaca "hükümet" adını da verdiğimiz "bakanlar kurulu", ya da "kabine", parla­menter sistemde başbakanın yönetiminde çalışan ve kendisine özgü hukuki statüsü bulunan bağımsız bir kuruldur. Kabine üye­leri başbakan tarafından seçilir ve devlet başkanı tarafından atanır. Devlet idaresini ilgilendiren iç ve dış önemli kararların çoğu kabine tarafından alınır ve uygulanır. Üye­lerinin meclise karşı sorumluluğu olduğun­dan, kabine birlik halinde çalışmak zorun­dadır. Kabinenin birliği, hükümetin benim­semiş olduğu genel yönetim politikasının yürütülmesinde, bakanlıkların karşılıklı olarak yardımlaşması ve uyum içerisinde çalışması demektir. Kabinenin uyum içe­risinde çalışması, her şeyden önce bakanla­rın aynı siyasî görüş, anlayış ve ideallere bağlı olmalarını gerektirir. Demokrasilerde müşterek siyasi görüş ve ideallere bağlılık, müşterek bir parti bünyesinde toplanmak şeklinde kendini gösterir. Siyasi partilerden birinin tek başına çoğunluğu sağlayarak kurmuş olduğu hükümet daha istikrarlı ol­maktadır. Bu nedenledir ki, iki parti siste­mini benimseyen ülkelerde, kabine üyeleri­nin tümü çoğunluk partisine mensup oldu­ğundan, hükümetler uyumlu, istikrarlı ve uzun ömürlüdür. Buna karşılık çok partili sistemi benimseyen ülkelerde, genellikle partilerden hiç birisi mecliste çoğunluğu sağlayamadığı için, iki ya da daha fazla par­tinin bir araya gelmesiyle koalisyon hükü­metleri kurulmaktadır. Farklı görüşlerden

oluşan böyle bir kabine daha demokratik ol­makla beraber, kısa ömürlü olduğundan si­yasi istikrarsızlık doğurabilmektedir. İster tek parti çoğunluğuna, isterse birden fazla partinin oluşturduğu çoğunluğa dayanmış olsun, parlamenter sistemde kabinenin te­mel özelliği, ayni görüş ve politikaları be­nimseyenlerin oluşturduğu uyumlu çalışan bir kurul olmasıdır, 8u kurulu başbakan temsil eder. Her ne şekilde olursa olsun baş­bakanın çekilmesi, bütün halinde kabinenin çekilmesi sonucunu doğurur. Bu nedenle her bakanın ayrı ayrı kişisel sorumluluğu olmasına rağmen, başbakanın bireysel so­rumluluğu yoktur; lamamen kendi tutum ve davranışlarından doğan bireysel sorumlu­luk bile sonuçlan itibariyle ortak sorumlu­luk niteliğindedir.

Parlamenter hükümet sisteminde, yasa­ma ve yürütme arasındaki ayrılığın eşitlik ilkesine dayanması, bu iki kuvvet arasında­ki İlişkilerde bir denklik bulunmasını gerektirmektedir. Yürütme organı (hükü­met), yasama organı (meclis)na karşı so­rumludur; onun güvenini taşıdığı sürece iş başında kalır. Güvenini kaybedince görev­den çekilmesi gerekir. Parlamentonun hü­kümet karşısında sahip olduğu bu yetkilerin dengelenebilmesi için, yürütme organına parlamentoyu feshetme yetkisi verilmiştir. Parlamenter sistemlerde, yürütme organı­nın başı devlet başkanıdır. Parlamentoyu feshetme yetkisi de genellikle devlet başka­nına verilmiştir. Devlet başkanlarının bu yetkilerini, kendi istedikleri zaman mı, yoksa bir organın isteği üzerine mi kullana­cakları tartışmalıdır. Uygulamada devlet başkanlarının, başka bir makamın talebi ol­maksızın kendi başlarına parlamentoyu fes­hettikleri görülmüştür. II. Abdülhamid'in I.

Meşrutiyet Meclis-i Mcbusanı'nı feshetme­si böyle olmuştur. 19. yüzyılın ortalarına kadar İngiltere'de kral, bir başka makamın talebi olmaksızın kendi başına parlamento­yu fcshedcbi İm iştir. Ancak günümüzde bir başka organın talebi olmaksızın devlet baş­kanının kendi isteği üzerine parlamentoyu feshedebileceği görüşü artık taraftar bul­mamaktadır. Günümüzde, parlamentonun fesh'i talebi genellikle kabinenin başı olan başbakandan gelmekte, devlet başkanı bu talebi, yerinde bulursa parlamentoyu fes­hetmektedir. 1982 Anayasası'nın 116. mad­desine göre, "Başbakanın güvensizlik oyu ile düşürülmeden istifa etmesi üzerine kırk-beş gün içinde veya yeni seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde başkanlık divanı seçiminden sonra yine kırkbeş gün içinde Bakanlar Kurulu'nun kurulmaması halle­rinde de Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı'na danışarak seçim­lerin yenilenmesine karar verir." Devlet başkanının fesih yetkisi, yürütme organının korunmasına yönelik bir tedbirdir. Böyle­ce, parlamentonun herşeye hakim olması ve parlamenter sistemin meclis hükümeti sis­temine dönüşmesi önlenmektedir.

Parlamenter sistemde yasama ile yürüt­me arasında ortaya çıkacak bîr uyuşmazlık­ta, parlamentonun vereceği bir güvensizlik karan İle hükümeti düşürcbilmcsinc karşı­lık olarak, hükümete de parlamentoyu fes­hederek erken seçime gitme imkanı sağlan­mıştır. Parlamentonun feshi ve seçimlerin yenilenmesi halinde, parlamenterlerden bir kısmının yeniden seçilmeme ihtimali bu­lunduğundan, hükümete güvensizlik oyu verirken ihtiyatlı davranmaları gerekecek­tir. Bu uygulama daha çok, klasik îngİIiz sisteminin ve onun etkisinde kalan siyasi rejimlerin özelliklerindendir. Bu özellikler, parlamenter sistemin uygulandığı ülkenin sosyal, ekonomik ve siyasi koşullarına, Özellikle siyasi partilerin sayısı, disiplinli olup olmaması ve benimsenen seçim siste­mine göre, değişiklikler göstermektedir. Klasik parlamenter sistemlerin yasama ve yürütme organları arasındaki denklik bo­zulmaktadır. Günümüzde uygulanan parla­menter sistemlerin çoğunda yürütme üstün durumdadır ve bu üstünlük genellikle baş­bakanları daha güçlü bir konuma yükselt­miştir.

Türk yönetim tarihinde kurul halinde toplanarak karar alan siyasi organlara her dönemde rastlanır. Divan, şura, ya da kurul­tay adı verilen bu organlar zamanla bağım­sızlık kazanarak, üyeleri halk tarafından se­çilen bir parlamentoya dönüşememiştir. Türkiye'nin günümüzdeki anlamda ilk par­lamentosu 1876 Anayasası ite kurulmuştur. 1876 Anayasası'nda padişah, hem hüküme­te karşı, hem de devletin siyasi hayatına yeni girmiş olan parlamentoya karşı üstün­lüğünü korumuştur. Gerçi parlamentonun her iki meclisinin ve bakanlar kurulunun kanun teklif etme yetkisi vardır. Ama tek­liflerin görüşmeye alınması ve görüşülüp kabul edilen kanunların yürürlüğe girmesi, padişahın onayına bağlıdır. Vekiller heyeti (bakanlar kurulu) doğrudan padişaha bağlı­dır. Sadrazam ve vekiller padişahın iradesi ile göreve getirilir, yine onun iradesi ile gö­revden uzaklaştırılırlar. Bakanlar kurulu­nun göreve gelirken parlamentodan güven oyu alması, görev sırasında da denetlenme­si ve güvensizlik oyu ile düşürülmesi söz konusu değildir. Parlamenter sistemin en Önemli özelliği, yasama yetkisinin seçimle oluşan bir parlamentoya ait olması ve hükümetin parlamentoya karşı sorumlu olması­dır. 1876 Anayasası'nda, yasa önerilerinin görüşülmesi padişahın uygun bulmasına bağlı olduğu gibi, hükümet de sadece padi­şaha karşı sorumludur. Padişahın bu kadar güçlü olması, gelişmiş parlamenter sistem­lerde görülen "sembolik devlet başkanlığı" ile bağdaşır nitelikte değildir.

1876 Anayasası'nda 1909'da yapılan de­ğişikliklerle padişahtan izin almaksızın ya­sa teklif etme hakkı elde eden meclis güçle­nerek, padişahtan bağımsız kişilik kazandı. Artık yasama faaliyetleri padişahın isteğine göre değil, seçilmiş temsilcilerin iradesine uygun olarak yerine getirilecekti. Gerçi devletin başı olan padişah aynı zamanda yürütmenin de başıydı, fakat padişahın yet­kilerinin İçeriği azaltılarak yürütme görevi hükümetin eline geçmişti. Hükümet ise doğrudan padişaha bağlı olmayıp, meclisin güvenini alarak göreve başlıyor ve görev sı­rasında sadece meclise karşı sorumlu olu­yordu. 1909 değişiklikleri, parlamentoyu gerçek anlamda bir yasama organı haline getirdiği, yürütme yetkilerini padişahtan alarak, parlamentonun denetiminde çalışan bir hükümete devrettiği için, siyasi rejim önemli ölçülerde parlamenter nitelik ka­zanmıştır. Parlamenter sistemin bir gereği olarak da yasama ve yürütme organları ara­sında karşılıklı denge sağlanmıştır. 1921 Anayasası'nda, "hakimiyet yetkisinin ka­yıtsız ve şartsız millete ait olduğu ve bu yet­kinin millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılacağı" belirtili­yordu. Millet iradesini temsil eden en üstün organ olarak meclis, "yasama", "yürütme" ve "yargı" yetkisini elinde toplamıştı. Mec­lis kanunları yapıyor, kendi üyeleri arasın­dan seçtiği vekiller heyeti eliyle yürütme yetkisini kullanıyor, meclis başkanı ayni zamanda vekiller heyetine de başkanlık edi­yordu. Kuvvetler birliği ve meclis hüküme­ti sisteminin gereği olarak, yasama organı­nın üstünlüğü açıkça kabul edilmiştir. An­cak dikkati çeken nokta yetkilerin meclis­ten çok meclis başkanında, yani hem yasa­manın, hem de yürütmenin başı olan kişide toplanmış olmasıdır. Meclis başkanının bu kadar fazla yetkilerle donatılmasının mec­lis hükümeti sisteminden çok, uygulanmak istenen şeflik sisteminin bir gereği olduğu söylenebilir.

1924 Anayasası'nda yürütme organı, ya­sama organından belli Ölçülerde ayrılmış, fakat bağımsız bir organ niteliğini kazan­masını sağlayacak yetkilerle donatılma-mıştir. Bu nedenle kurulan siyasi rejimin "meclis hükümeti sistemi" ile "parlamenter sistem "in bir karışımı olduğu kabul edilir. Yasama ve yürütme yetkilerinin parlamen­toda toplanması, egemenlik yetkisinin mil­let adına meclis tarafından kullanılması "meclis hükümeti sistemî"ne; yürütme yet­kisinin cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu tarafmdn kullanılması, meclisin hükümeti denetleyip gerektiğinde düşürebilmesi ise "parlameter sistem "e yaklaşan özellikler­dir. Buna rağmen, 1924 Anayasası döne­minde, Önceleri parlamento yürütmeye kar­şı daha üstündür. Demokrat Parü'nin mecli­se hakim olmasından sonra bu güç ve üstün­lük yürütmeye geçmiştir.

1961'den önceki Türk anayasa geleneği­nin temel özelliği, anayasanın yapılışı sıra­sında dünyanın her yerinde aranan "denge" konusu bir yana bırakılarak, bütüncül bir egemenlik anlayışı ile parlamentonun ulu­sal egemenliğin tek ve hakim temsilcisi sa-yılmasıdır. Bu durum ulusal iradenin parla-

mento çoğunluğu ile karışmasına, daha doğrusu iktidar çoğunluğunun kendisini ulusal iradeyle bütünleştirmesine yol aç­mıştır. 1924 Anayasası'na göre parlamento, "miletin yegane ve hakiki temsilcisi" olarak egemenlik hakkını milet adına kullanan tek organdır. 1961 Anayasası'nı hazırlayanlar, 1924 Anayasası'nm bütüncül egemenlik anlayışına tepki olarak, genci oyla gelen ve meclis çoğunluğuna dayanan iktidarın gü­cünü çoğulcu ve özgürlükçü bir toplum an­layışı ile sınırlama yoluna gittiler. Böylece parlamento, egemenliği millet adına kulla­nan tek organ olmaktan çıkarılarak, Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Üniversiteler, TRT, DPT ve benzeri organ­larla egemenliği anayasada gösterilen esas­lara uygun olarak kullanan organlardan biri durumuna getirildi.

Nasıl ki 1961 Anayasası, meclis çoğun­luğunun kendisini ulusal irade ile bütünleş­tirerek, azınlıkta kalanları ezmesine bir tep­ki ise, 1982 Anayasası da meclisi ve hükü­meti güçsüzleşürerek devlet otoritesinin sarsılmasına tepkidir. Bu nedenle 1982 Anayasası, her şeyden önce devlet otorite­sini amaçlayan ve bu otoriteyi sağlayacak olan yürütme organını güçlendiren bir ana­yasadır. Danışma Meclisi Anayasa Komis-yonu'nun gerekçesinde yürütmenin güçlen­dirilmesinin nedenleri açıklanmıştın "1961 Anayasası yürütmeyi bütün faaliyetlerinde yasamaya bağlı bir kuvvet olarak düzenle­mişti. Halbuki, modern devletin yürütme kuvveti, onun beyni, hareket gücünün kay­naklandığı motorudur. Bu nedenle, 1961 Anayasası'nda olduğunun aksine yürütme, yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarıla­rak, her iki kuvvetin devlet faaliyetinde eşitlik içinde işbirliği yapmalarını öngören

parlamenter sistem bütün gerekleriyle uy­gulamaya konulmuştur. Yürütme 1961 Anayasası'nda olduğu gibi bir "görev" ol­maktan çıkarılmış ve gerekli yetkilerle do­natılarak, kanunların kendisine verdiği gö­revleri yerine getiren bir kuvvet olarak dü­zenlenmiştir. Türk siyasi rejiminin, klasik parlamenter sistemle bağdaştırılamayacak yönü ise, yürütmenin sorumsuz kanadım oluşturan cumhurbaşkanının gereğinden başka yetkilerle donatılmasıdır.

Şükrü KARATEPE


ylmzksgn
Genel Müdür
04 Ocak 2010 11:29

Özet

Siyasal sistemin yapısını oluşturan hükümet sistemi, bugün siyasal planda en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Türkiye dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde zaman zaman başarısız olan Parlamenter sistem, bu sistemi uygulayan ülkeleri yeni sistem arayışına itmiştir. Parlamentarizmin rejim tıkanıklıklarına çözüm bulamaması ve hükümet bunalımları karşısında çaresiz kalması, Başkanlık ve Yarı-Başkanlık sistemi gibi yeni tercihleri gündeme getirmiştir. Parlamenter rejimden Başkanlık rejimine geçişin aracı olarak yürütmenin güçlendirilmesi yolu tercih edilmiş ve 1982 Anayasasında klasik parlamenter sistemden önemli sapmalar olmuş, kendine özgü bir parlamenter sistem modeli yaratılmıştır.

Bu çalışmada, Türkiye?de parlamenter sistemin tarihsel gelişimi anayasalar baz alınarak incelenecek, parlamenter sistemin ne olduğu ve Türkiye?de nasıl uygulandığına, hükümet sistemi değişikliği tartışmalarına, başkanlık ve yarı-başkanlık sisteminin uygulanması durumunda doğabilecek muhtemel sonuçlara ve son olarak da parlamentarizmin iyileştirilmesi anlamında alınabilecek tedbirlere yer verilecektir.

Abstract

Governmental system which constitutes the structure of political system is one of the most controversial issues of the political agenda. Parliamentary system which has unsuccesful stories occasionally including Turkey forced many countries to seek novel systems. Inability of parliamentary system to solve crisis of regime and to overcome govermental problems caused to come agenda new options such as presidenty or quasi-presidenty. Reinforcement of executive is being opted as an instrument of transition from parliamentary to presidential system and a sui generis parliamentary system model was being created by derivations from classical parliamentary system in the 1982 Constitution.

In this study, historical development of parliamentary system in Turkey will be analyzed and it will be underlined some other issues such as the content and Turkish application of parliamentary system, argument of governmental system modifications, probable results of the practice of presidential and quasi-presidential system and, finally, cautions to be taken to make a better parliamentary system.

Giriş

Hükümet sistemi değişikliği ülkemizde son zamanlarda en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Anayasamızda hükümet sistemi parlamenter sistem olarak açıkça belirtilmesine rağmen, anayasanın çeşitli hükümlerinden, özellikle cumhurbaşkanına tanıdığı bazı yetkilerden dolayı sistemi saf bir parlamenter sistem olarak nitelemek zordur. Türkiye 1876 Anayasasından bu yana ?Meclis hükümeti sisteminin uygulandığı 1921 Anayasası ve karma hükümet sisteminin uygulandığı 1924 anayasası hariç tutulursa- uzun bir süredir parlamenter sistem geleneğine sahiptir. Ancak bu yüz yıllık süre boyunca parlamenter sistemin etkili ve sorumlu bir yönetim ortaya çıkardığı söylenemez. Türkiye tarihi boyunca sürekli hükümet bunalımları yaşamış ve hep istikrarsız, sorumluluk almayan hükümetlerle karşı karşıya kalmıştır. Bu istikrarsızlıkların ve olumsuz sonuçların etkisiyle Türkiye?de 1980?lerden sonra yeni hükümet sistemi tartışmaları başlamıştır. Kendi sahip olduğu gücü daha da arttırmak isteyen bir çok siyasi parti lideri, başkanlık veya yarı-başkanlık sisteminden söz etmiş ve bu sistemlerin Türkiye için daha faydalı olacağını ve istikrarı getireceğini savunmuştur.

Türkiye?de siyasal sistemin sorunlarını sadece hükümet sistemine indirgemek mümkün müdür? Ya da hükümet sistemi değişikliği siyasal sistemin istikrarlı bir yapıya kavuşturulması için gerekli midir? Başkanlık ya da Yarı-başkanlık sistemi çözüm olacak mıdır? Bu çalışmada bu soruların cevapları aranacak, Türkiye?de parlamenter sistemin ne anlama geldiği, başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerinin Türkiye?ye olumlu ve olumsuz etkilerinin neler olabileceği üzerinde durulacak ve son olarak parlamenter sistemin rasyonelleştirilmesi çabalarıyla siyasal istikrarsızlığın aşılıp aşılamayacağı tartışmalarına yer verilecektir.

1. TÜRKİYE?DE PARLAMENTARİZMİN TARİHÇESİ

Türkiye?de parlamenter sistemin kökeni incelenirken, Türkiye?nin Osmanlıdan devraldığı mirasa da bakmak gerekir. Osmanlının dünya medeniyetlerini yakalama yolunda son dönemlerinde giriştiği modernleşme çabalarının hepsi anayasacılık hareketleriyle ortaya çıkmıştır. Ancak padişahın yetkilerinin kısılması yönünde oluşan bu anayasacılık hareketlerinin çoğu bu amacı gerçekleştirmede başarılı olamamış, sadece padişahın var olan yetkilerini yazılı hale getirmiştir. Bu bakımdan Osmanlının son dönemlerinden cumhuriyet dönemine sağlam bir miras kalmamış ise de, bu faaliyetler en azından anayasal-demokratik siyaset dilinin temel kavramlarından olan temsil, parlamento, muhalefet hatta milli hakimiyet gibi modern siyasi fikirlerin doğup gelişmesini sağlamıştır.[i]

1980?lerin sonuna kadar Türkiye?de ciddi anlamda bir hükümet sistemi değişikliğinden söz edilmemiştir. 1980?lerden sonra Parlamenter rejimin hükümet tıkanıklıklarına çözüm bulamadığı ve Başkanlık veya Yarı-Başkanlık sistemlerinin Türkiye?nin sosyo-kültürel yapısına, demokrasi geleneğine daha uygun olduğu iddiaları ortaya atılmıştır. Türkiye?de neden rejim istikrarsız bir yapıya sahiptir? Ya da sistem değişikliği bu sorunlara çözüm olabilecek midir? Bu soruların cevabını anlayabilmek için Parlamenter sistemin Cumhuriyetten bu yana evrimine ve Türkiye?nin Parlamenter sistemden ne anladığına bakmak gerekir.

1.1) 1921 Anayasası ve Benimsediği Hükümet Sistemi

1921 Anayasası, 1923 yılında yapılan değişikliklere kadar yasamanın üstünlüğü ilkesinin benimsendiği katı bir güçler birliği sistemine dayanır. Çok kısa bir süre yürürlükte kalan bu anayasayla meclis hükümeti sistemi benimsenmiştir. Anayasanın ? yürütme erki ve yasama yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde bulunur ve toplanır? diyen 2. maddesi ile parlamenter meşruiyet ilkesi getirilmiş ve bunu ?Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti Büyük Millet Meclisi hükümeti ünvanını taşır? diyen 3. maddeyle açarak, yasamanın üstünlüğü ilkesinin katı uygulaması olan meclis hükümeti sistemi kurulmuştur.[ii] Anayasanın 8. maddesi ile de, hükümetin bölündüğü dairelerin meclisin kendi seçeceği vekiller aracılığıyla yönetileceğini belirterek meclis iradesini millet iradesi saymıştır.

1921 Anayasası yasama-yürütme yetkilerini mecliste toplaması, egemenliği kayıtsız şartsız millete vermesi ve bakanlara istediği gibi yön verebilmesi ve buna karşılık bakanlar kuruluna meclise karşı kullanabileceği paralel bir yetki tanımamış olması nedeniyle meclis hükümeti sistemini yaratmıştır. Ayrıca 1921 anayasasında devlet başkanlığı müessesesi de yoktur.[iii] Her ne kadar bu anayasa ile yürütme görevi icra vekillerine bırakılmışsa da vekillerin görevi meclisin aldığı kararı uygulamaktan ibarettir. İcra vekilleri heyetinin tabii başkanı olan meclis başkanının devlet başkanı ya da başbakan gibi ünvanları yoktur.[iv]

1921 anayasası açık bir şekilde yasamanın üstünlüğü ilkesine dayanmasına karşın anayasanın 9. maddesinde bu ilkeyi bozan hükümler bulunmaktadır. 9. maddeye göre büyük millet meclisinin kendine seçtiği başkan aynı zamanda vekiller heyetinin de başkanıdır ve meclis adına imza koymaya ve vekiller heyetinin kararlarını da onaylamaya yetkili olduğu için yetki toplulaşması yasama organında değil, yasama organının başında gerçekleşmektedir. Bu da, yasamanın üstünlüğü ilkesiyle değil , yürütmenin üstünlüğü ilkesi ve o dönemlerin deyişiyle şef sistemiyle bağdaşan bir durumdur.[v]

1921 anayasası, 1923 yılında yapılan değişikliklerle parlamenter sisteme doğru kaymıştır. Devletin şekli cumhuriyettir denmiş ve cumhurbaşkanının seçimi hükme bağlanmıştır. 12. madde ile de hükümetin kuruluş biçimi düzenlenmiş ve anayasanın daha önceden kabul ettiği bakanların tek tek TBMM tarafından seçilmesi yöntemi terk edilerek parlamenter hükümet sisteminin tanımına uygun bir hükümet kurma yöntemi kabul edilmiştir.

1.2) 1924 Anayasası ve Benimsediği Hükümet Şekli

1924 anayasası meclis hükümeti sistemini kabul etmiş olmasına rağmen bazı parlamenter sistem hükümlerine de yer vermektedir. Anayasanın TBMM?nin millet adına egemenlik hakkını kullanması (md. 4), yasama ve yürütme erkinin Büyük millet meclisinde toplandığını belirtmesi (md 5) ve meclisin hükümeti her vakit denetleyip, düşürebilmesi, yürütmenin yasamayı fesih yetkisinin olmaması hükümleri hükümeti sistemini benimsediğinin göstergesidir. Ancak 6. maddede TBMM?nin yasama yetkisini doğrudan doğruya kullandığını belirtmesine rağmen 7. maddede ?yürütme yetkisini cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kullanır? hükmüne yer vermesi anayasanın parlamenter hükümet sistemi prensiplerine de yaklaştığını ortaya koyar. Anayasayı parlamenter sisteme yaklaştıran bir diğer unsur da ?karşı imza? kuralını getirmesidir. Anayasanın 39. maddesine göre ?cumhurbaşkanının çıkaracağı bütün kararlar başbakanla birlikte ilgili bakan tarafından imzalanır? bu hüküm parlamenter sistemin esas ilkelerinden biri olan cumhurbaşkanının sorumsuzluğu prensibini ifade eder. Yani alınan kararlardan yürütmenin sorumsuz başı cumhurbaşkanı değil, sorumlu başı bakanlar kurulu sorumludur. Cumhurbaşkanının tüm işlemlerinde başbakanın ve ilgili bakanın imzasının olması, yürütmenin gerçek sahibinin başbakan ve bakanlar kurulu olduğunu gösterir.

Anayasanın, sistemi parlamenter sisteme yaklaştıran bir diğer yönü; hükümetin kurulma şeklidir. 44. maddeye göre; ?başbakan, cumhurbaşkanınca meclis üyeleri arasından tayin olunur. Öteki bakanlar başbakanca meclis üyeleri arasından seçilir. Tamamı cumhurbaşkanınca onandıktan sonra meclise sunulur. Hükümet, tutacağı yolu ve siyasi görüşünü en geç bir hafta içinde meclise bildirir ve ondan güven ister.? 1921?den farklı olarak bu anayasada meclisin hükümeti onaylama yetkisine yer vermemiş, bunun yerine hükümetin güvenoyu almak üzere meclise sunulması şartını getirmiştir.

1924 Anayasasının hükümleri itibariyle meclis hükümeti sistemi ile parlamenter sistem arasında karma bir hükümet sistemi getirdiği iddia edilmektedir. İkili bir yapıya sahip olmasına rağmen anayasa ile oluşturulan sisteme karma sistem denilemez. 1921?de olduğu gibi meclisin ağırlığı yine kendini hissettirmektedir. Kuvvetler birliği ilkesi kabul edilmiş olduğundan yasama, yürütme ve yargı fonksiyonları tam olarak birbirinden ayrılmamıştır.[vi] Anayasayı meclis hükümeti sistemine yaklaştıran bu hükümlere rağmen uygulamada Türkiye?de tek parti döneminin sonuna kadar devlet başkanının egemen olduğu ve yürütmenin yasamaya göre daha etkin olduğu bir dönem yaşanmıştır.

1.3) 1961 Anayasası ve Benimsediği Hükümet Sistemi

1961 Anayasası ?Westminister tipi? bir parlamenter hükümet sistemi öngörmüş, yargı bağımsızlığını güvence altına alıcı düzenlemelere yer vermiş ve devlet sisteminin temel unsurlarından olmak üzere MGK ve Anayasa mahkemesini kurmuştur.[vii] Anayasa yasama, yürütme ve yargı güçlerini farklı organlara vererek parlamenter hükümet sistemini benimsemiştir. Yürütme yetkisi parlamentonun seçtiği bir devlet başkanı ile başbakan ve bakanlar kurulu arasında paylaştırılmış ve yasama ve yürütme organlarının her ikisine de birbirlerini frenleyecek yetkiler vererek tam bir parlamenter sistem yaratılmıştır.

1961 Anayasası cumhurbaşkanının yetkilerini ve sorumsuzluğunu parlamenter hükümet sistemine uygun düzenlemiş, cumhurbaşkanı temsili ve sorumsuz hale getirilmiştir. Anayasanın 97. ve 98. maddelerine göre; ? cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla, Türkiye cumhuriyetini ve milletin birliğini temsil eder. Cumhurbaşkanı görevleriyle ilgili işlemlerden sorumlu değildir. Cumhurbaşkanın tüm kararları, başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır ve bu kararlardan başbakan ve ilgili bakan sorumludur.? Ayrıca 1924 anayasasından farklı olarak 1961 Anayasası bir kişinin arka arkaya iki defa cumhurbaşkanı seçilemeyeceği ve cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişiğinin kesileceği ve TBMM üyeliğinin sona ereceği hükümlerini getirmiştir. Bu hükümlerin hepsi cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamaya yönelik hükümlerdir. Bu amacı taşıyan bir diğer düzenleme de cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olarak belirlenmesidir. Böylece cumhurbaşkanı, görev süreleri 5 yıl olan hükümetlerle pazarlığa giremeyecek ve cumhurbaşkanlığı döneminde, farklı siyasal görüşün temsilcisi olan hükümetlerle çalışma imkanı bulabilecektir. Bu yüzden cumhurbaşkanı, belli bir siyasi partiye yakın olmaktan kaçınarak partilerüstü bir tutum izlemeye özen gösterecektir.

1961 Anayasasının parlamenter sisteme uygun bir diğer hükmü de cumhurbaşkanına TBMM seçimlerini yenileme yetkisi tanımasıdır. Klasik parlamenter modelin bir gereği olan bu yetkinin yürütmeye tanınmasında anayasa biraz çekingen davranmış ve bu yetkinin kullanılabilmesi için ağır şartlar getirmiştir. Anayasa cumhurbaşkanına başbakanın önerisiyle millet meclisinin seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisini tanımıştır ama bu yetkinin kullanılmasını bağladığı şartların gerçekleşmesi hemen hemen imkansızdır.[viii]

Sonuç olarak 1961 Anayasası, 1924 anayasasından farklı olarak yasama, yürütme ve yargı güçlerini farklı organlara vererek ve cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve sorumsuzluğu konusunda getirdiği hükümlerle gerçek bir parlamenter sistem yaratmıştır.

1.4) 1982 Anayasası, Benimsediği Hükümet Sistemi ve Cumhurbaşkanı

1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra bu anayasanın yürütmeyi güçsüzleştirdiği iddiaları ortaya atılmış ve 1961 anayasasının bu eksiğini telafi eden, güçlü bir yürütme oluşturulmaya çalışılırken olağanüstü yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanının yaratıldığı 1982 anayasası hazırlanmıştır. 1982 Anayasası hükümet sistemi olarak parlamenter sistemi benimsemiş, parlamenter sistemin gereği olan yürütmenin yasamadan bağımsız ve ayrı olması ilkesini getirmiş, cumhurbaşkanının yetkilerini arttırarak güçlü bir yürütme oluşturmaya çalışmıştır. Böylece ortaya 1961 anayasasındaki temsili ve sorumsuz cumhurbaşkanının yerine olağanüstü yetkilerle donatılmış ve sorumsuz bir cumhurbaşkanı çıkmıştır. Bu bakımdan 1982 anayasasının yarı- başkanlık sistemine daha yakın olduğu iddia edilmiştir. Ancak anayasa Yarı-Başkanlık sisteminden farklı olarak, cumhurbaşkanının halk tarafından değil, parlamento(meclis) tarafından seçilmesini öngörmüştür. Dolayısıyla anayasanın oluşturduğu sistemi yarı-başkanlık sistemi olarak nitelemek yanlıştır.

1982 Anayasanın birçok hükmü parlamenter sistem yapısına uygundur. Anayasaya göre yürütme organı, yasama organı önünde sorumludur. Yasama organı hükümeti göreve başlarken ve görevde bulunduğu sırada güvensizlik oyuyla düşürebilir. Buna karşılık yürütme organı da yasama organını feshedebilir. Bugün İngiltere?de bu yetki yasal olarak devlet başkanında olmasına karşın uygulamada başbakana geçmiştir. Devlet başkanı parlamentoyu feshedebilir fakat bunu sadece ve sadece başbakanın isteğiyle yapar.[ix] Yani kuvvetlerin birbirini dengelemesi ve yumuşak ayrılığı söz konusudur.

Anayasanın parlamenter sistemle uygun bir diğer özelliği; yürütme yetkisinin ikili bir yapıya sahip olmasıdır. Anayasanın 8. maddesine göre; ?yürütme yetkisi ve görevi cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu tarafından, anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.? Yürütme işlevinin yerine getirilmesinde esas teşkil eden Bakanlar kurulu, yürütmenin sorumlu kanadını oluşturur. Bakanlar kurulu parlamentodan çıkar ve yaptığı işlerden dolayı parlamentoya karşı sorumludur. Yasama organı bakanlar kurulunu uyguladığı siyasetten dolayı gensoru, meclis soruşturması, bütçenin reddi gibi çeşitli yollarla denetler. Devletin başı olan cumhurbaşkanı da yürütmenin sorumsuz kanadını oluşturur.

1982 Anayasasına göre; cumhurbaşkanı genel oyla değil, parlamento tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının bu şekilde seçimi parlamenter sistem yapısına uygundur ve sistemi başkanlık sisteminden ayıran en önemli özelliklerden biridir. Cumhurbaşkanının başka türlü seçilmesi örneğin doğrudan doğruya halk tarafından veya özel bir seçmen heyeti yoluyla seçilmesi, sistemi en azından etkileri bakımından başkanlık sistemine çevirmeye çok uygundur.[x] 1961 Anayasasından farklı olarak 1982 anayasası meclis üyesi olmayan kişilerin de cumhurbaşkanı seçilebileceği hükmünü getirmiştir. Anayasanın bu hükmünün zaman zaman faydaları olmuştur. Koalisyon hükümetlerinde, meclisteki partilerin kendi üyeleri arasından bir cumhurbaşkanı adayı üzerinde anlaşamamaları durumunda, meclis dışından birini aday gösterme yoluna gitmişlerdir. Türkiye?de bu durumun en yakın örneği son cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanmış ve meclis üyesi olmayan Anayasa Mahkemesi başkanı Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı seçilmiştir.Yürütmenin sorumlu kanadının başı olan başbakan ise meclis üyeleri arasından cumhurbaşkanınca atanır.cumhurbaşkanı bu yetkiyi kullanırken sınırsız hareket edemez. Yeni kurulan hükümetin güvenoyu alabilmesi için, cumhurbaşkanının meclisin güvenine sahip bir kişiyi başbakan olarak ataması gerekir. Bu bir kural olmamakla birlikte, hükümet krizlerinin yaşanmaması ve cumhurbaşkanının yansızlık ilkesine zarar vermemesi için gereklidir.Ancak cumhurbaşkanlarının bunun tam aksi yönde hareket ettiği ve mecliste çoğunluğa sahip partinin dışındaki bir partinin genel başkanına hükümet kurma görevi de verdiği görülmüştür. Bakanlar da başbakanca seçilir ve cumhurbaşkanınca atanır. İngiltere gibi çoğu parlamenter sistemlerde bakanlar genellikle parlamentonun üyesidir. Ancak bakanların milletvekili olması zorunluluğunun olmadığı parlamenter sistemlerde vardır. Türkiye?de de bakanlar genellikle aynı zamanda parlamentonun da üyesidir ancak parlamento dışından bakan atamaları da söz konusudur. Oldukça çeşitli olan bakanlıkların seçimi başbakana kendi arzu ettiği kişileri seçme fırsatını tanır. Parlamenter rejimlerde başbakan ?her ne kadar bazı başbakanlar diğerlerinden daha güçlü olsalar bile-sadece eşitler arasında birincidir.Ancak Türkiye?de 3056 Sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamelerin Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki Kanun?la bu durum değiştirilmiş ?Başbakan, bakanlar kurulunun başkanı bakanlıkların ve başbakanlık teşkilatının en üst amiri konumuna getirilmiştir.[xi]

1982 Anayasası parlamenter sisteme uygun olarak cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve sorumsuzluğu konusunda da hükümler getirmiştir. 1961 Anayasasındaki gibi cumhurbaşkanının meclisle önceden varolan ilişkilerini kesmiştir. Tarafsızlığı amaçlayan bir diğer hüküm de ;Cumhurbaşkanının görev süresinin 1961 anayasasında olduğu gibi 7 yıl olarak belirlenmesidir. Böylece cumhurbaşkanı kendisini seçen çoğunluğun siyasi görüşüyle makamını özdeşleştirmeyecek ve partilerüstü bir tutum takınacaktır. Cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamaya yönelik bir diğer hüküm, bir kişinin iki kez cumhurbaşkanı seçilmesinin yasaklamasıdır. 1961 anayasasında bu hüküm bir kişinin iki kez ard arda cumhurbaşkanı seçilemeyeceği yönündeydi. Yani cumhurbaşkanlığı yapmış bir kişiden sonra başka birinin cumhurbaşkanı olması durumunda o kişi tekrar cumhurbaşkanı seçilebiliyordu. 1982 Anayasasında ise, bir kişinin iki defa cumhurbaşkanı seçilmesinin yolu kesinlikle kapatılmıştır. Anayasasının cumhurbaşkanı tarafsızlığını sağlamaya yönelik bir başka hükmü de, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde basit bir çoğunlukla yetinmeyip nitelikli çoğunluk şartını aramasıdır. Böyle bir çoğunluğun elde edilmesi tek bir partinin oylarıyla genellikle mümkün olmadığı için, bir kişinin cumhurbaşkanı seçilmesi için birden fazla siyasi partinin aynı aday üzerinde uzlaşmasını gerektirmektedir. Cumhurbaşkanının sorumsuzluğunu belirtmek için de anayasa karşı imza kuralını korumuştur. Anayasanın 105. maddesine göre; ?cumhurbaşkanının, anayasa ve diğer kanunlarda başbakan ve ilgili bakanın imzasına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği işlemler dışındaki bütün kararları, başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır, bu kararlardan başbakan ve ilgili bakan sorumludur.? Ve son olarak da cumhurbaşkanının andının düzenlendiği hükümde, ?cumhurbaşkanlığı görevinin tarafsızlıkla yerine getirileceği ifadesine yer verilmektedir. Anayasa bunların dışında cumhurbaşkanına parlamenter sistemlerde tanınan sembolik yetkileri de tanımıştır. Anayasanın cumhurbaşkanına tarafsız devlet başkanı sıfatıyla sunduğu bu yetkiler; yasama yılının ilk günü TBMM?de açılış konuşması yapmak, kanunları yayımlamak veya tekrar görüşülmek üzere meclise geri göndermek, meclisi gerektiğinde toplantıya çağırmak, kanunların, KHK?lerin, meclis içtüzüğünün, tümünün veya belirli bölümlerinin anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı olduğu gerekçesiyle anayasa mahkemesinde iptal davası açmak, başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek, yabancı devletlere Türk devletinin temsilcilerini göndermek, Türkiye cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek, milletlerarası anlaşmaları onaylamak ve yayınlamak, TBMM adına Türk silahlı kuvvetlerinin başkomutanlığını temsil etmek, genelkurmay başkanını atamak, MGK?ya başkanlık etmek, kararnameleri imzalamak, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak, başbakanın teklifi üzerine bakanların görevlerine son vermektir.

1982 anayasası 1961?den farklı olarak yürütmeyi hem görev hem yetki olarak düzenlemiş, 1961 anayasasındaki gibi yürütmeyi yasamaya bağlı ve ondan doğan bir kuvvet olarak değil yasamadan ayrı, gerekli yetkilere sahip ve kanunların kendisine verdiği görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiştir.[xii] Anayasanın yasama üstünlüğünden ayrılıp yürütmeye ayrı bir konum vermesiyle, meclis çoğunluğuna dayalı parti hükümeti, askeri bürokrasi karşısında zayıf düşmüş ve askeri bürokrasiye parlamenter demokratik rejimlerde yeri olmayan üstün bir anayasal konum verme ve tohumları 1961 anayasasında atılan anayasayı anti-demokratik yöntemlerle yapma yetkisini tanımıştır.[xiii]

1982 Anayasasının parlamenter sisteme uygun hükümlerinin yanı sıra, parlamenter sistemle uyumlu olmayan ve yarı-başkanlığa yaklaştırdığı gerekçesiyle eleştirilen hükümleri de mevcuttur. Anayasanın en çok tartışılan yönü sorumsuz bir cumhurbaşkanının parlamenter sisteme uygun temsili yetkilerinin ötesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış olmasıdır. Anayasayla oluşturulan cumhurbaşkanının klasik parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanından ayrılan önemli özellikleri vardır. Bunlardan ilki; çeşitli devlet kuruluşlarına ve özellikle yargı organlarına yapılacak atamalardaki yetkilerinin genişletilmesidir. Özellikle bu işlemler cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlerden olduğu ve yargı denetimi dışında tutulduğu düşünülürse, bu yetkinin çok önemli olduğu söylenebilir. Bir diğer ayırıcı özellik cumhurbaşkanının olağanüstü dönemlerde yetkilerinin arttırılmış olmasıdır. Ayrıca, anayasada cumhurbaşkanına bir çeşit ?anayasa koruyuculuğu? veren yetkiler de vardır.[xiv] 1961?den farklı olarak, cumhurbaşkanına ait görev ve yetkiler anayasa metninin değişik yerlerinde çeşitli hükümler arasında karışık halde değil, bu kez hepsi 104. maddede sistemli bir liste halinde sayılmıştır. Bunun kolaylık sağlamaktan öteye, psikolojik bir etki yaratmak amacını da güttüğü söylenebilir; cumhurbaşkanına ayrılmış böylesine uzun sayfaları gören ve madde hükümlerini birbiri ardına okuyan herkes 1982 sistemi içinde cumhurbaşkanının ne kadar önemli bir yer tuttuğunu kendiliğinden anlayacaktır.[xv] 1982 Anayasasında cumhurbaşkanı yetkileriyle ilgili bir diğer durum da, cumhurbaşkanının hangi yetkilerini bakanlar kurulu ve başbakanla, hangi yetkilerini tek başına kullanacağının net olmamasıdır. Bu karışıklığa rağmen anayasa yalnızca yürütmeye ilişkin seremonyal görevleri olan bir cumhurbaşkanı değil, her üç erke ilişkin kapsamlı aktif görevler, rutin ve potansiyel yetkiler öngörmüş ve onu muazzam atama yetkileriyle donatmıştır. Dolayısıyla kişisel iktidara anayasal olarak yönelebilecek bir şef yaratmıştır.[xvi] 1982 anayasasındaki cumhurbaşkanlığı yarı-başkanlığa benzer şekilde yetkilerle donatılmıştır. Güçlü bir yürütme yaratılırken, parlamenter sistemin yapısına uygun olarak hükümet güçlendirilmemiş onun yerine olağanüstü yetkili bir devlet başkanlığı kurumu yaratılmıştır.

Cumhurbaşkanın yasama alanındaki yetkilerinden yasaların cumhurbaşkanı tarafından meclise geri gönderilmesi yetkisi özünde parlamenter sisteme uygun olmakla birlikte kötüye kullanılması durumunda cumhurbaşkanı ile meclis arasında çatışma çıkarma potansiyeline sahiptir. Nitekim yakın zamanda DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti döneminde bu gibi çatışmaların yaşandığı görülmüştür. Ayrıca, cumhurbaşkanı tarafından yasaların geri gönderilmesi durumunda meclis, cumhurbaşkanının isteğine uyarak bir değişiklik yapar ise, bu durumda cumhurbaşkanına dolaylı olarak yasa teklif etme hakkı tanınmış olmaktadır ve bu durum da parlamenter sistemin yapısına aykırıdır.[xvii] Cumhurbaşkanının parlamenter sistemle bağdaşmayan bir diğer yetkisi de anayasa değişikliklerini meclise geri göndermesidir. Parlamenter sistemlerde böyle bir yetki yoktur ancak cumhurbaşkanı anayasa mahkemesine iptal davası açabilir. Cumhurbaşkanının en çok tartışılan ve sistemi yarı-başkanlık sistemine dönüştürdüğü iddia edilen yetkileri yürütme alanındaki yetkileridir. Örneğin; gerekli görüldüğü hallerde bakanlar kuruluna başkanlık etme yetkisi cumhurbaşkanına yürütmeye aktif bir şekilde katılma fırsatı vermektedir ve bu yetki parlamenter sistemlerde kesinlikle görülmeyen türden bir yetkidir. Başkanlığında toplanan bakanlar kurulu kararıyla sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilan etmek ve KHK çıkarmak yetkisi de parlamenter sistemdeki devlet başkanına tanınan sembolik yetkileri aşan bir yetkidir. Her ne kadar cumhurbaşkanı bu yetkiyi bakanlar kuruluyla birlikte kullanıyorsa da olağanüstü hal ve sıkıyönetim dönemlerinde çıkarılan kararnamelere karşı yargı yolunun kapalı olması bu yetkisinin önemini daha da arttırmaktadır. Bu durum cumhurbaşkanına hükümetle birlikte iktidara ortak olup politikalar belirleme hakkını vermektedir.Cumhurbaşkanının bir diğer önemli yetkisi devlet denetleme kurulunun üyelerini ve başkanını atamak, devlet denetleme kuruluna inceleme, araştırma ve denetleme yaptırmaktır. Bu kurul tüm kamu kurum ve kuruluşlarında inceleme, araştırma ve denetleme yapma yetkisine sahiptir. Üstelik sadece cumhurbaşkanının emriyle harekete geçebilir. Cumhurbaşkanının bu yetkilerinden bazılarının parlamenter sistem açısından sorgulanması gerekmektedir. Cumhurbaşkanının bir diğer yetkisi olan başbakanın teklifi üzerine bakanların görevlerine son vermesi yetkisi parlamenter sistemin doğasına aykırıdır. Parlamenter sistemlerde, başbakanla veya hükümetin bütünüyle anlaşmazlığa düşen bakanın kendi isteğiyle ayrılması yada ayrılmak zorunda bırakılması söz konusudur. 1982 anayasasıyla getirilen ve bir çeşit ?azil? niteliği taşıyan bu yetki ancak başbakanın teklifi üzerine kullanılabilecek bir yetki olduğuna göre, daha çok kendi bakanlarından birine söz geçirememiş bir başbakanın cumhurbaşkanı eliyle başvurabileceği bir son çare söz konusudur.[xviii] 1982 Anayasasında cumhurbaşkanına yargı alanında tanınan yetkiler 1961 anayasasından oldukça geniştir. Bu durum ise klasik parlamenter sistemlerdeki cumhurbaşkanına tanınan yetkileri çok aşmakta ve cumhurbaşkanının tarafsızlığı konumuna zarar vermektedir. Cumhurbaşkanın yargı alanındaki en önemli yetkilerinden biri Anayasa mahkemesi üyelerini seçmektir. Anayasa mahkemesinin tüm üyelerini seçme yetkisi cumhurbaşkanındadır. Anayasanın 104. maddesiyle düzenlenen diğer yetkiler Danıştay üyelerinin dörtte birini seçmek, yargıtay cumhuriyet başsavcısını, yargıtay cumhuriyet başsavcı vekilini seçmek, askeri yargıtay üyelerini seçmek, askeri yüksek idare mahkemesi üyelerini seçmek, hakimler ve savcılar yüksek kurulu üyelerini seçmektir. Cumhurbaşkanına yargı alanında tanınan bu yetkiler o kadar çoktur ki, yarı-başkanlık sisteminin uygulandığı Fransa?da bile cumhurbaşkanına bu kadar geniş yetkiler tanınmamıştır. Fransız 5. Cumhuriyet anayasasına göre; Fransa?da cumhurbaşkanı yargıçlar yüksek konseyi üyelerinin atamasını yapar ve konseye başkanlık eder. Anayasa konseyinin sadece üç üyesini atar. Danıştay?ın üyelerini atama yetkisi bakanlar kuruluna aittir.[xix]

1982 Anayasasının cumhurbaşkanının tarafsızlığını ve seçimini düzenleyen hükümlerinin parlamenter sisteme uygun olduğunu söylemek mümkündür ancak cumhurbaşkanlığını icrai bir makama dönüştürecek ölçüde güçlendiren düzenlemeleri, yarı-başkanlık sistemini çağrıştırmaktadır.

2. TÜRKİYE?DE PARLAMENTER SİSTEMİN SORUNLARI VE YENİ SİSTEM ARAYIŞLARI

Türkiye?de hükümet sistemi tartışmalarının altında yatan temel neden parlamenter sistemin ne anlama geldiğinin Türkiye?de iyi anlaşılamaması ve uygulamadan doğan uyumsuzluklardır.Türkiye?de mevcut parlamenter sistem sorunlara çözüm getirememektedir. Bu sistem askeri darbelerle birkaç kez sekteye uğramıştır. Bu sekteye uğramaların altında yatan nedenler nelerdir? Ya da madem ki sistem bu kadar sık arızaya geçiyor, acaba sistem ile bu sistemin uygulandığı Türk toplumu arasında, toplumun yapısı ve siyasal kültürü arasında bir uyuşmazlıktan söz edemez miyiz?[xx] Bu soruların cevabını araştırmamız gerekir. Türkiye?de rejimin istikrarsızlığını sadece hükümet sistemine bağlamak da yanlıştır. Seçim sistemi, siyasi partiler ve parti içi demokrasi, siyasal kültür gibi sistem üzerinde etkili olan unsurları da göz önünde bulundurmak gerekir. Başka bir hükümet sisteminin Türkiye?nin sorunlarına çözüm getirip getirmeyeceği de tartışmalıdır. Bu bakımdan mevcut hükümet sistemini değiştirmek yerine parlamenter sistemi rasyonelleştirme çabaları içine girmek istikrar için gereklidir.

2.1) Türkiye?de Parlamenter Sistemin Sorunları ve Çözüm Önerileri

Sistem değişikliğini savunanlara göre Türkiye?de parlamenter sistemin en önemli sorunu, hükümet istikrarsızlıklarına dolayısıyla siyasal istikrarsızlığa çözüm bulamamasıdır. Hükümet istikrarsızlığının en önemli nedeni de yürütmenin güçsüzlüğüdür. 1982 Anayasasıyla bu durum ortadan kaldırılmaya çalışılmış ancak Batı demokrasilerinin aksine, Türkiye?de yürütmenin güçlendirilmesi yürütmenin sorumlu kanadı Başbakan ve bakanlar kurulu yönünde değil, cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesi yönünde ortaya çıkmıştır. Yürütme organının ön plana çıkarılarak parlamenter sistemdeki klasik güçler ayrılığından uzaklaşılmasının nedenleri arasında olağanüstü dönemlerde hızlı bir karar alma gereğinin belirmesi, teknokrasiye karşı gerektiğinde mücadele etme ihtiyacı, sosyal hakların anayasaya girerek sosyal devlet anlayışının gelişmesi sayılabilir.[xxi] 1982 anayasası parlamentarizmin rasyonelleştirilmesi ve hükümet istikrarını korumak için hükümetlerin kolay kurulmasını ve zor düşürülmesini öngören hükümler getirmiştir. Cumhurbaşkanına meclis seçimlerini yenileme yetkisi tanıması, cumhurbaşkanlığı ve meclis başkanlığı seçimini düzenleyen hükümler, hükümetin kuruluş aşamasında yapılan güven oylamasında basit çoğunluk esası, hükümetin düşürülmesi esnasında yapılan güven oylamasında nitelikli çoğunluk esası bunlardan bazılarıdır.

Türkiye?de parlamenter sistemin bir diğer sorunu parlamentonun etkin ve verimli çalışmamasıdır. Bir daha seçilmek umudu ve kaygısıyla hareket eden parlamenterlerin, tek tek kendi destekçilerinin sorunlarına çözüm üretme yoluna gitmeleri ve genel çözümler üretmeye vakit bulamamalarıdır. Partiler arasında görülen hareketliliklerde parlamentonun istikrarını etkilemektedir. Parti değiştirme ülkemizde başka ülkelerde görülmeyen oranda yaygındır. Sık sık hükümet değişikliğine yol açması beklenen girişimler yapılmaktadır.[xxii] Bir diğer konu da siyasal parçalanmışlığın neden olduğu koalisyon hükümetlerinde, hükümet ortağı partiler başarısızlık durumunda sorumluluğu üzerine almamakta, birbirlerinin üzerine yıkmaktadır.

Türkiye?de parlamenter sistemle uyum göstermeyen bir diğer durum, cumhurbaşkanının yetkilerinin fazlalığıdır. Cumhurbaşkanı parlamenter sistemlerde olması gereken sembolik yetkilerin ötesinde geniş yetkilere sahiptir ve sorumsuzdur. Türkiye?de, cumhurbaşkanları her zaman siyasette söz sahibi olmuş ve hükümet etme yetkisini kendilerinde bulmuştur. Anayasanın cumhurbaşkanına tanıdığı gerekli gördüğü hallerde bakanlar kuruluna başkanlık etme yetkisi, cumhurbaşkanının hükümetin işlerine karışmasına sebep olabilmektedir. Cumhurbaşkanına hükümete karışma fırsatı veren bir diğer yetki de MGK?ya başkanlık etmesidir. MGK kararlarının Türkiye?de tavsiye niteliğinden öte etkiler yarattığı ve siyasal krizlere neden olduğu düşünülürse, cumhurbaşkanını bu kurulda pasif hale getirmek parlamenter sistemle daha uyumludur. Cumhurbaşkanına parlamenter sisteme aykırı olarak tanınan bir diğer yetki de olağanüstü dönemlerde Bakanlar kurulu ile birlikte KHK çıkarma yetkisinin yani hükümet etme, politika yaratma yetkisinin tanınmasıdır. Cumhurbaşkanına olağanüstü dönemlerde tanınan yetkiler azaltılmalıdır. Cumhurbaşkanının parlamenter sistemlerde olmayan bir diğer yetkisi de anayasa değişikliklerini meclise geri göndermesidir. Cumhurbaşkanı bunun yerine anayasa mahkemesine iptal davası açmalıdır. Cumhurbaşkanının yargı alanında da parlamenter sistemi aşan önemli yetkileri vardır. Yarı-başkanlık sistemlerinde bile olmayan birçok yargı mensubunu atama yetkisine sahiptir. Cumhurbaşkanının bu yetkilerinden bazıları kısılmalı ve parlamenter sistemlerdeki gibi sembolik yetkilere sahip olmalıdır.

Türkiye?de sistemle ilgili ve en az onun kadar tartışılan bir diğer konu seçim sistemidir. 1960 yılına kadar Türkiye, istikrar ilkesinin ön planda tutulduğu çoğunluk sistemini uygulamış ve sakıncalarını yaşamıştır. 1961 sonrasında ise; nispi temsil sistemini denemiş ve zaman zaman hükümet bunalımlarıyla karşılaşmıştır. Bu yüzden hem istikrar hem de adalet unsurlarını bir araya getiren seçim sistemi arayışları başlamıştır. Türkiye?de seçim sistemi özellikle % 10 ülke barajı gibi nispi seçim sisteminin uygulandığı hiçbir ülkede görülmeyen bir engelle karşı karşıyadır. Bunun makul bir düzeye indirilmesi zorunluluğu vardır.[xxiii] Türkiye en büyük sorunlarından biri olan hükümet istikrarsızlıklarını ortadan kaldırmak için istikrar ayağı ağır basan bir seçim sistemini tercih etmelidir. Türkiye için bu anlamda önerilen en uygun sistem iki turlu çoğunluk sistemidir.

Türkiye?nin bir diğer sorunu ise; parti içi demokrasinin olmamasıdır. Siyasi partiler aracılığıyla iktidarı ellerinde tutan parti liderleri katı bir parti disiplini, yönetimi ve kararlarıyla demokratik rejim ve işleyişe olumsuz etkide bulunabilmektedirler.[xxiv] Lidere bağlılığın ödüllendirildiği partilerde, bütün kararlar liderler tarafından alınmakta, milletvekillerine ise sadece bu kararı desteklemek düşmektedir. Siyasi partilerimiz parti içi demokrasinin işletildiği bir yönetim yapısına kavuşturulmalıdır.

Türkiye?de parlamenter sisteme işlerlik kazandıracak ve sistemin tıkanmasını önleyecek çeşitli çözümlerden bazıları şunlardır:

Bunlardan birincisi; mevcut parlamenter sistemi işlerlik kazandıracak ve sistemin kendi yapısından kaynaklanan gereksiz kilitlenmeleri önleyecek, anayasal düzenlemelerle gerçekleştirilecek parlamentarizmin rasyonelleştirilmesidir. 1982 Anayasasında bunu sağlamaya yönelik hükümler vardır. Cumhurbaşkanına meclis seçimlerini yenileme yetkisinin tanınması, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oylamaların sayısının belirtilmesi, oyların muhtelif adaylar arasında bölünmesini önlemek üzere dördüncü tura sadece üçüncü turda en az oy alan iki adayın katılımına olanak tanınması, meclis başkanlığının seçimini düzenleyen hüküm, hükümetin kuruluşunu kolaylaştıran kuruluş safhasında yapılan güven oylamalarında basit çoğunluk aranması ve düşürülmesini zorlaştıran düşürülmesi sonucunu yaratan güven oylamasında nitelikli çoğunluk kuralını getirmesi bunlardan bazılarıdır. 1982 Anayasasının parlamenter sistemi rasyonelleştirmeye yönelik diğer düzenlemeleri; gensoru için, bir bakanın veya başbakanın Yüce Divan?a sevki için ve görevde bulunan bir hükümet hakkında güven oylaması için üye tam sayısının salt çoğunluğunu aramasıdır.[xxv] Bunlar hep hükümetin düşürülmesini zorlaştırmaya yönelik hükümlerdir.

Parlamenter sisteme işlerlik kazandıracak bir diğer yöntem yapıcı güvensizlik oylamasıdır. Almanya ve İspanya anayasalarında yer verilen bu kural, parlamenter sistemde bir hükümetin ancak yeni başbakanın seçilmesiyle düşürülebilmesidir. Yani düşürülen başbakan kendisinden sonraki başbakanı seçer, cumhurbaşkanı başbakanı azledip, seçilen kişiyi başbakan olarak atar. Güvensizlik oyu parlamentonun en az onda biri tarafından imzalanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla kabul edilir.[xxvi] Yani yeni bir hükümet alternatifi yaratmadan, mevcut hükümetin düşürülmesi önlenir. Ancak yeni bir hükümet alternatifinin yaratılamadığı ve mevcut hükümetin de demokrasiye uygun olmayan hareketler içine girdiği ve mutlaka düşürülmesi gerektiği durumlarda ne yapılacağı belirsizdir.

Parlamenter sisteme işlerlik kazandıracak bir diğer düzenleme de; devlet bakanlığı ile parlamento üyeliğinin aynı kişide birleşmemesinin sağlanmasıdır. Gensoru önergesi verilirken bazı vekillerin ,yeni kabinede bakanlık görevi almak için bunu yaptıkları görülmektedir. Hem parlamenter sistemlerde, hem başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerinde görülen bu uygulamayla bakanlar milletvekili olamadıkları için seçmenlerin baskısından yada yeniden seçilebilme endişesinden uzak duracaklardır.

3. HÜKÜMET SİSTEMİ DEĞİŞİKLİĞİ ÇÖZÜM MÜ?

3.1) Başkanlık Sistemi ve Türkiye?ye Uygulanabilirliliği

Ülkemizde 1980?lerden sonra hız kazanan hükümet sistemi tartışmaları, başlarda başkanlık sistemi lehinde gelişmiştir. Kendi sahip olduğu gücü daha da arttırmak ve meşruiyetini halka dayandırmak isteyen cumhurbaşkanları başkanlık sisteminden söz etmeye başlamış ve bu sistemin Türkiye?nin siyasal istikrarsızlığına çözüm olacağını ileri sürmüşlerdir. Başkanlık sisteminin en iyi uygulandığı ülke ABD?dir. Bu sistemde başkan doğrudan doğruya halk tarafından dört yıllık bir süre için seçilir. Bir kişinin iki kez üst üste başkan seçilmesi mümkündür. Roosvelt?in üst üste dört kez başkan seçilmesinin ardından üst üste iki defadan fazla başkan seçilebilmenin yolu kapatılmıştır. Başkanlık sistemi katı bir kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır. Her kuvvetin yetki alanı sert çizgilerle belirlenmiştir. Ancak bu kuvvetlerin sert ayrılığı çok aşırı nitelikte değildir, parlamenter sistemin yumuşaklığına oranla bir sertlik olduğu kabul edilir.[xxvii] Bu şekilde düşünülmesinin nedenleri arasında, başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerinin uygulandığı çeşitli ülkelerde başarılı olmasının da etkisi büyüktür. Ancak bu sistemlerin uygulandığı her ülkede başarılı olmadığı ve hükümet sisteminin başarısının o ülkenin iç dinamiklerine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Nitekim Başkanlık Sistemi uygulandığı Latin Amerika ülkelerinde diktatörlüğe dönüşmüştür. Türkiye için de bu sistemler değerlendirilirken gelişmişlik düzeyi, sosyo-kültürel yapı, sivil toplum geleneği, demokrasi kültürü göz önünde bulundurulmalıdır.

Başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerinin getirilmesini isteyenlerin asıl amacı yürütmeyi güçlendirerek hükümet istikrarsızlıklarını engellemektir. Başkanın doğrudan halk tarafından belli bir süre için seçilmesi ve parlamentonun güvenoyu ve görevden alması gibi bir risk taşımamasının istikrarı arttıracağı düşünülmektedir. Bu düşünce temelde doğrudur fakat başkanın halk tarafından seçilmesinin çeşitli sakıncaları vardır. Bir kere meşruluk kaynağını halktan alan bir başkanın iktidarı kişiselleştirme eğilimine girmesi kuvvetle muhtemeldir. Halkın oyuyla göreve gelen başkan iktidarı kendisi ve seçmenleri adına kişiselleştirecektir. Başkan, taraftarlarının aşırı beklentilerinin odak noktası haline gelebilir ve bu durum başkanın plebisitçi ve otoriteryen eğilimlerini besleyebilir, onun kriz yönetimini daimi hale getirmesine yol açabilir.[xxviii] Ayrıca popülist söylemlerle aldatılmaya müsait olan halkımızın başkanlık görevini tehlikeli ellere vermeyeceğini kimse garanti edemez.

Bir diğer sorun başkanın diktatörlük eğilimleri göstermesidir. Sembolik yetkilere sahip cumhurbaşkanlarının bile hükümetin işlerine karışma eğilimi gösterdiği düşünülürse böyle bir ihtimalin çok da zayıf olmadığı görülür.

Türkiye açısından bir diğer sorun da, askeri darbelerdir. Başkanlık sistemi parlamenter sisteme göre askeri darbeler açısından daha uygun bir sistemdir çünkü tek kişinin yönetiminin yol açtığı diktatörlük eğilimleri askeri müdahaleyi davet eder bir hal alabilir. Bütün başkanlık rejimleri darbe deneyimi yaşamıştır ve kesintiye uğramışlardır. ABD bu duruma istisna oluşturur.[xxix] Türkiye?ye başkanlık sisteminin getirilmesi durumunda da aynı tehlike mevcuttur.Devlet başkanlığı makamının olağanüstü yetkilerle donatılmış olduğu bir sistemde, kendisini merkezin ve değerlerinin asli unsuru olarak gören ordunun, başta laiklik olmak üzere cumhuriyetin kurucu ideolojisini ve değerlerini dışlayan adayların seçilme şansının yüksek olduğunu hissettikleri anda seçime müdahale etme eşiği düşecektir.[xxx]

Başkanlık sisteminde ve yarı-başkanlık sisteminde görülen bir diğer durum; kabine üyelerinin aynı zamanda milletvekili olmamalarıdır. Bu durumun kabine üyelerini seçmen baskısından kurtarma ve yeniden seçilebilme kaygısıyla popülist davranışları içine girmesini önleme gibi olumlu yönlerinin olmasına karşın, zaten yürütme yetkilerini tek başına kullanan başkanın bir de kabineye dışardan bakan atama yetkisinin de olduğu düşünülürse olumsuz sonuçlarının da olacağı açıktır. Kabine üyelerini dilediği gibi değiştirme yetkisine sahip olan başkanın sık sık kabine değişikliğine gitmesinin önünde hiçbir engel yoktur. Türkiye gibi patronajın etkin olduğu ülkelerde bu durum, kabineye gerçekten faydalı kişilerin getirilmesini değil başkanın adamları diyebileceğimiz başkana daha yakın kişilerin getirilmesi ihtimalini taşımaktadır.

Başkanlık sisteminde karşılaşılabilecek bir diğer sorun , Türkiye?de parti yelpazesinin geniş olması nedeniyle başkan ile parlamento çoğunluğunun farklı partilerden olabilmesidir. Bu durumun çeşitli sorunlar ortaya çıkaracağı açıktır ve bu sorunlar ancak konsensusla ve böyle bir bilince sahip toplumla çözülebilir. Muhalefete bile tahammül sınırının oldukça aşağılarda olduğu ülkemizde ise bu pek mümkün değildir.

Başkanlık sistemini savunanların gerekçelerinden biri bu sistemin etkin yönetim ve süratli karar almayı getireceği ve halkın yönetime daha fazla katılımını sağlayacağı yolundaki inançlarıdır. Ayrıca halk yürütmeyi doğrudan seçme, onun politikalarını takip etme ve denetleme imkanına sahip olacaktır. Bu durum siyasal katılımı arttırma açısından iyidir ancak yürütmenin yasamayı arka plana atarak öne çıkması işbitiriciliğe neden olabilir ayrıca tekrar seçilme ihtimali olan başkanı politik davranmaya itebilir. Şüphesiz ki başkanlık sisteminin Türkiye?ye faydalı olacağı düşüncesinin altında bu sistemin Amerika?da başarıyla uygulanmasının payı büyüktür. Ancak Amerika?nın sosyal ve ekonomik şartları düşünüldüğünde ve yasama ve yargı organlarının da güçlülüğü göz önünde bulundurulursa bu başarının tesadüfi olmadığı, Amerika?nın kendi şartlarının bu sistemi hazırladığı görülür. Türk tarihinde yer alan han, hakan, padişah gibi devlet başkanlarının başarılı olması, bugün başkanlık sisteminin Türkiye?ye getirilmesi için yeterli bir sebep değildir. Demokrasi öncesi dönemlerin güçlü devlet başkanlığı şimdiki tercihimiz bakımından emsal teşkil etmez.[xxxi]

Duverger demokrasisi güçlü olmayan devletler için başkanlık sistemini bir çılgınlık olarak niteliyor. Kendisini bir programa bağlamayan ve kimseye sonuçta hesap vermek zorunda olmayan bir başkan popülist bir demagog olur. Böyle bir sistem, yerine getirilemeyen seçim vaatlerinin sürekli katlandığı bir oyun ve güçsüz bir parlamentoyu bir demagogla baş başa bırakmak demektir. Sonuç diktatörlüktür.[xxxii]

3.2) Yarı-Başkanlık Sistemi ve Türkiye?ye Uygulanabilirliliği

Türkiye?de hükümet istikrarsızlıklarının önüne geçmek için önerilen bir diğer sistem yarı-başkanlık sistemidir. Yarı-başkanlık sisteminde de devlet başkanı halk tarafından seçilir ve parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanından daha geniş yetkilere sahiptir. Duverger?e göre; anayasalarının içeriği, gelenek ve koşulları, parlamenter çoğunluğun oluşumu ve başkanın çoğunlukla olan ilişkideki durumuna göre sözde yetkili başkanlık, tam yetkili başkanlık ve dengeli başkanlık olmak üzere üç tür yarı-başkanlık sisteminden söz etmek mümkündür. Fransa?da tam yetkili yarı-başkanlık söz konusudur[xxxiii] ve Fransız cumhurbaşkanı geniş yetkilere sahiptir. Bu yetkilerden bazıları; parlamentoyu şartsız feshetmek, referandum yapmak, olağanüstü dönem yetkilerini kullanmak ve başbakanı atamaktır. Üstelik bu yetkilerini kullanırken cumhurbaşkanının tek başına imzası yeterlidir. Bu işlemlerde başbakanın veya ilgili bakanın imzasına gerek yoktur yani cumhurbaşkanı bu yetkilerini ortak imza koşuluna gerek olmadan kullanır. Bu yetkilerin dışında cumhurbaşkanının bir de tek başına kullanamayacağı ama o olmadan da kullanılması mümkün olmayan yetkileri vardır. Bunlar sivil ve asker memurları atama, bakanlar kuruluna başkanlık etme, kararnameleri ve yasaları imzalama ve dış politika alanındaki yetkileridir.

Yarı-başkanlık sisteminde karşılaşılması en muhtemel sorun, cumhurbaşkanının ve başbakanın farklı partilerden olması durumunda hükümet istikrarının zedelenebilmesidir. Parlamenter sistemlerde hükümet istikrarı, sadece hükümetin parlamentoda sahip olduğu çoğunluğun sağlamlığına bağlı iken, yarı-başkanlık sisteminde hükümetin istikrarı cumhurbaşkanı ile siyasal uyuma da bağlıdır. Bu daha zor bir ihtimaldir. Üstelik halk oyuyla gelmiş bir başkan da hükümet istikrarını tehdit edecek yeni bir silah olabilir. Fransa?da 1986-1988 yılları arasında olduğu gibi, cumhurbaşkanının ve başbakanın ayrı partilerden olması durumunda, iki makam arasında uyumlu ilişkiler, cumhurbaşkanının nispeten pasif bir tutum içine girmesi ve Fransız seçmeninin uyumsuz olanı desteklememesi eğilimi dolayısıyla sağlanabilmiştir.[xxxiv] Bu da Fransa?da bu sistemin başarılı bir şekilde işlemesini sağlar. Uzlaşma kültürünün fazla gelişmediği ülkemizde ise, cumhurbaşkanıyla başbakanın farklı partilerden olması durumu çatışmaya yol açacaktır. Cumhurbaşkanına bu tıkanıklıkları önlemek için meclisi feshetme ve meclisin güvenini taşıyan bir hükümeti azletme yetkisi tanınsa bile bu yetkilerin kötüye kullanılmasının önünde hiçbir engel yoktur.

Yarı-başkanlık sisteminin bir diğer sakıncası da, başkanlık sisteminde olduğu gibi halkın oyuyla iktidarının meşruluğuna sonuna kadar inanan cumhurbaşkanının, sistemde birleştirici ve dengeleyici unsur olması yerine kral gibi davranma tehlikesi yani diktatörlüğe dönüşebilmesidir. Başkanın seçimle gelip seçimle gittiği ve bundan başka görevden uzaklaştırılma mekanizması olmadığı düşünülürse durumun daha da tehlikeli olacağı açıktır. Cumhurbaşkanın burada asıl oynaması gereken rol toplumun tüm kesimlerini birleştirici ve sistemin tıkanmasını önleyici olmasıdır. Bu da karizmatik bir başkanla mümkündür. Fransa?da yarı-başkanlık sisteminin başarılı olmasının nedeni De Gaulle?ün tarihi ve toplumun tüm kesimleri için birleştirici özellik taşıyan kişiliğiydi. Yarı başkanlık sistemi Fransa?daki siyasal kültür ortamında demokrasi içinde istikrar sağlamıştır. Türkiye?nin siyasal kültürü, parlamentonun marjinalleştirilmesi halinde demokrasiyi koruyacak sivil toplum kurum ve kurallarını üretecek nitelikte değildir. Yarı-başkanlık rejimi Türkiye için popülist bir dikta önerisidir. [xxxv]

SONUÇ

Türkiye?de 1980?lerden sonra ortaya çıkan hükümet sistemi tartışmaları ilk olarak başkanlık sisteminin getirilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Daha sonraları ise yarı-başkanlık sisteminin faydalarından söz edilmeye başlanmıştır. Bu sistemlerin faziletlerinden midir yoksa bu sistemlerin devlet başkanlarına tanıdıkları geniş yetkilerden midir bilinmez Türkiye?de başkanlık ve yarı-başkanlık sistemi tartışmalarını hep cumhurbaşkanları başlatmıştır.

Türkiye?nin yeni bir hükümet sistemine ihtiyacı olup olmadığını anlamak için öncelikle mevcut sistemdeki sorunların nereden kaynaklandığına bakmak gerekir. Bugün Türkiye?de uygulanan parlamenter sistemin eleştirilecek bir çok yönü vardır. Hatta cumhurbaşkanına verilen önemli yetki ve görevler göz önünde bulundurulursa sistemi saf bir parlamenter sistem olarak nitelemek de doğru olmaz. Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilmediği için bu sisteme yarı-başkanlık sistemi de diyemeyiz.Bu durumda ne tam anlamıyla bir parlamenter sistemden ne de tam anlamıyla bir yarı-başkanlık sisteminden söz etmek mümkün değildir. Bu sistem için rasyonelleştirilmiş parlamentarizm ifadesi daha doğru bir ifade olacaktır. Siyasal sistemin sorunlarını da salt hükümet sistemine indirgemek yanlış olur. Siyasal istikrarsızlığın altında yatan bir çok neden vardır: Türkiye?de demokrasi kültürünün gelişmemiş olması, sivil toplum geleneğinin olmaması, parçalanmış parti sistemi, seçim sistemi, parti içi demokrasinin olmayışı, sosyo-kültürel yapı bunlardan bazılarıdır.

Türkiye?de parlamenter sistem neden sorunlara çözüm getirememektedir yada başkanlık sistemi veya yarı-başkanlık sistemi çözüm olacak mıdır? Hiç şüphesiz başkanlık sisteminin ve yarı-başkanlık sisteminin parlamenter sisteme göre üstünlükleri olduğu söylenebilir ancak bunların uygulandıkları ülkelerde başarılı olmaları Türkiye?de başarılı olacağı anlamına gelmez. Türk toplumunun yapısı ve Türkiye?deki patronaj sistemi düşünülürse her iki sisteminde Türkiye için daha büyük tehlikeler yaratma olasılığının ne kadar yüksek olduğu görülür. Başkanlık sisteminin de yarı-başkanlık sisteminin de Türkiye getirilerinden çok zararları olacağı açıktır. Halktan aldığı meşruiyetle kendinde sonsuz bir yönetme gücü bulacak olan başkan sistem için çok daha tehlikeli olabilir. Türkiye için yeni bir hükümet sistemi önerenlerin hepsi hükümet istikrarsızlıklarını önlemek için bu arayışlara girmişlerdir. İstikrarsız hükümetleri sadece parlamenter sisteme bağlamak yanlıştır. Nitekim tek partinin iktidarıyla sonuçlanan son seçimlerde parlamenter sistem içinden istikrarlı hükümetler çıkabileceği kanıtlanmıştır. Türkiye yeni hükümet sistemleri denemek yerine yüz yıllık tecrübesinden de yararlanarak mevcut parlamenter sistemi daha işler hale getirmeye çalışmalıdır. Öncelikle cumhurbaşkanının yetkileri kısılmalı ve cumhurbaşkanı parlamenter sistemlerdeki devlet başkanı gibi sembolik yetkilerle donatılmalıdır. Seçim sistemi istikrarı sağlamaya yönelik düzenlenmeli, siyasi partiler kanunu değişmeli, sivil toplum kuruluşları siyasal sisteme entegre olmalıdır.


ylmzksgn
Genel Müdür
04 Ocak 2010 11:31

Kapat

Macmes.com'u Sitenize ekleyin. Siteniz çeviri yapsın. Deneyiniz

Anasayfa Forum Haberler Dosyalar Resimler Videolar Sohbet Flash Oyun Üyeler Arama Okey

Harita

Anasayfa

Forum

Tarih

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK..

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLT.. #b

İlk Türk devletlerinde toplumun yapısı, Orhun Yazıtlarında şöyle sıralanmıştır:

- Oğuş ( Aile )

- Urug ( Aileler Birliği ? Sülale )

- Boy ( Uruglar Birliği )

- Bodun ? Budun ( Boylar Birliği )

- İl ( Devlet )

Oğuş ( Aile )

Türk toplumunun en küçük sosyal birimi aile (Oğuş) dir. Aile genelde; anne, baba

ve evlenmemiş çocuklardan meydana gelirdi. Evlenen kız veya erkek, ailesinden

ayrılarak ayrı bir ev kurardı. Türkçede evlenmek sözünün anlamı da ev kurmak, ev

sahibi olmak demekti. Ailede en küçük erkek kardeş, genellikle baba ocağında kalırdı.

Türk toplumunda kadın, genelde erkekle eşit haklara sahipti. Türk kadını erkeğin

gördüğü bütün işleri görür, aile denilen kutsal çatıyı meydana getirirdi. Erkeklerin tek

kadınla evlenmesi yaygındı.

Urug ( Aileler Birliği ? Sülale )

Türk toplumunda ailenin birleşmesinden Urug ( Sülale) meydana gelirdi. Aileler

birliği anlamına gelen urug, genellikle birbirine yakın akrabalık bağlarıyla bağlı olan

ailelerden oluşurdu. Sosyal ve ekonomik yönden birbirine destek olan aileler birleşerek

bir araya gelir, urug ile ilgili kararlar, aile reisleri tarafından alınır ve uygulanırdı.

Uruglar, bağımsız bir yapı olmayıp, siyasi yönden bir boyun parçası idiler.

Boy ( Uruglar Birliği )

Urugların birleşmesi ile boy meydana geliyordu. Boy, siyasi bir nitelik taşır ve

başında bey bulunurdu. Boy beyleri, başında bulunduğu topluluğu, töreye göre idare

ederdi. Boy beylerinin görevi boyun çıkarlarını korumak, adalet ve dayanışmayı

sağlamaktı. Boy beyi cesareti, ekonomik gücü ve doğruluğu ile tanınmış kimseler

arasından seçilirdi. Boy beyini, boyu meydana getiren aile temsilcilerinden oluşan bir

kurul seçerdi. Her boyun belli toprağı ve askeri gücü bulunurdu. Boylar genellikle soy

ve dil birliğine sahiptiler. Ayrıca her boyun özel bir damgası bulunurdu.

Bodun ? Budun ( Boylar Birliği ? Millet )

Boyların birleşmesinden budun ( bodun ) oluşur ve başında yönetici olarak han

bulunurdu. Han?ın başkanlığında bir merkezden idare edilen bodun, siyasi yönden

bağımsız olduğu gibi il? e de bağlı olabilirdi. Bodunlar, boyların yakın işbirliği sonucu

meydana gelen siyasi bir topluluktu.

2 ? DEVLET YÖNETİMİ

İslamiyet?ten önceki Türk topluluklarında siyasi yapının en üst kademesinde ?il?,

?el? denilen devlet yer alıyordu. Belirli sınırlara sahip toprak parçası üzerinde

bağımsızlığını elinde bulunduran bir milletin teşkilatlanması devleti oluşturmaktadır.

Türkler, devlet arazisini bütün milletin canı pahasına korumakla görevli olduğu ata

yadigârı olarak görür, üzerinde ancak hür ve bağımsız yaşayabildikleri toprağı vatan

kabul ederlerdi. Devletin başında hakan (han-kağan) bulunurdu.

Türklerde devletin kurulabilmesi için gerekli bazı unsurlar vardır. Bunlar millet,

ülke ve egemenliktir.

Millet ( Budun)

Daha önce de belirtildiği gibi aileler urugları, uruglar da boyları meydana getiriyordu.

Boyların birleşmesiyle de budun (bodun) denilen millet ortaya çıkıyordu. Türklerde

millet kavramı çok gelişmiştir. Millet, devletin esas kurucu unsuru olarak düşünülürdü.

Hükümdar milleti için vardı ve onu başarılı kılan milletti. Millet olma bilinci Türklerde

Hunlar zamanında ortaya çıkmış, Göktürkler döneminde de olgunlaşmıştır.

Ülke (Uluş)

Türklerin uluş dedikleri ülke; bağımsız bir devletin bütün hak ve yetkilerini kesin

bir şekilde kullandığı, sınırları belirli coğrafi sahadır. Ülkesi (toprağı) olmayan bir millet

ve devlet düşünülemez.

Türklerde ülke daima bütünlüğünü korumuştur. Mete Han, kendisinden çorak bir

arazi parçasını isteyen Tung-hulara, millete ait toprağı başkasına vermeye yetkili

olmadığını söyleyerek savaş açmıştır. Türklerde ülke, vatan anlayışı daima siyasi

bağımsızlık fikri ile beraber düşünülmüştür. Nitekim bağımsızlıkları sona erdiğinde

Türkler topraklarını kolayca terk edebiliyorlardı.

İl ( Devlet )

Bodunların ( Budun-millet) birleşmesiyle il ( devlet ) meydana geliyordu. İl, belli bir

toprağı, halkı, hukuki düzeni olan siyasi bir topluluktu. İl dağıldığında, onu oluşturan

alt birlikler aynen özelliklerini korurlardı. Bu yüzden, Türklerde yıkılan bir devletin

yerine yenisini kurmak hiç zor değildi. Eski Türklerdeki bu sosyal teşkilat, Türklerin tarih

sahnesinden silinmemesinde önemli rol oynamıştır. İlk Türk devletlerinde, Uygurlar

hariç, diğer Türk topluluklarında göçebe bozkır hayatı hâkimdi.

Türk devletlerinde toplum ekonomik ve dini özgürlüğe sahipti. Otlaklar ve yaylalar

dışında, kişiler sahip oldukları mallarını istedikleri gibi özgürce kullanabilirlerdi. Türk

toplumunda soyluluk (asillik) ve kölelik gibi sosyal sınışar da yoktur.

Türk toplumunun en küçük sosyal birimi nedir?

Türklerde devleti meydana getiren sosyal birlikler hangileridir?

Egemenlik (Erklik ? hâkimiyet)

Egemenlik; devletin emretme, icra etme, hak, yetki ve kudretine sahip olma durumudur.

Bir başka deyişle, devletin siyasî otoritesinin kaynağıdır. Devlet kurulduğunda egemenlik

gücü, devletin askerî, idarî ve siyasî kurumları aracılığıyla yürütülmektedir.

Belgeler, Türk egemenlik anlayışının karizmatik anlayış olduğuna yani, Türk

hükümdarlarına devlet idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğini belirtir. Tanrı

vergisi kabul edilen siyasi iktidar kut kavramı ile ifade edilmiş, hükümdarın şahsı ve

ailesi kutlu sayılmıştır. Yani siyasi iktidar hakkı, diğer insanlar arasından seçilmiş

hükümdara ve ailesine verilmiştir. Kut kavramı bir bakıma ilâhî seçkinliğin bir ifadesidir.

Hükümdar, Tanrı irade ettiği, kendisine kut yani devlet, baht ve iyi talih verdiği için

hükümdardır ve siyasî iktidara sahiptir.

Türklerde hükümdarın ailesine hanedan denilmiştir. Egemenlik anlayışının bir

sonucu olarak da hükümdarlık bir aile mirası kabul edilmiştir. Tanrı bağışı olan kut?un

kan yoluyla hükümdardan bütün erkek çocuklarına geçtiği düşünülmüş, bundan dolayı

da hanedanın her üyesi tahtta hak iddia edebilmiştir. Hükümdar olmak için hanedan

üyelerinin birbirleriyle yaptıkları mücadelede, üstün gelerek tahta fiilen sahip olanın

gerçek kut ile donatıldığına inanılmıştır.

Türk devletlerinde egemenliğin devamı, siyasî ve ekonomik devamlılığa, aynı

zamanda adalet düzeninin ve güvenliğin varlığına bağlıydı. Devletin başındaki hükümdar,

hanedanın diğer üyelerini ülkenin çeşitli idarî bölümlerine gönderirdi. Orta Asya Türk

devletlerinde, hakanlar genellikle ülkenin doğusunda otururlar, batıya da aileden birini

yabgu unvanıyla gönderirlerdi. Diğer yörelere de idareci olarak ailenin diğer fertleri

atanırdı.

Türk devletlerinde egemenliği temsil eden bir takım semboller vardır. En önemli

egemenlik sembolleri; hükümdarın kullandığı unvanlar, adına bastırdığı para, devletin

yönetildiği saray, taht (örgin), otağ (hakan çadırı), tuğ, mühür, bayrak, davul, yay ve

s o rguç idi. Bu semboller sadece hükümdar tarafından kullanılabilir, başkaları

tarafından kullanılamazdı. Kullanılması hükümdara isyan etme ile eş anlamlıydı.

Hükümdar

Türk devletlerinde egemenliğin ve siyasî iktidarın en başta gelen unsuru hükümdardı.

Türk hükümdarları; şanyü, kağan, hakan, han, yabgu, il teber, idi-kut ve erkin gibi

unvanlar kullanmışlardır.

Hükümdar olmanın kaynağının ilahî olduğunu daha önce görmüştük. Ancak, Türk

devletlerinin en zayıf yönü, veraset (mirasta hak sahibi olma) konusunun belli bir

Egemenlik nedir?

Karizmatik egemenlik anlayışı ne demektir?

Türklerde kut kavramı ile ne ifade edilmiştir?

Türk devletlerinde hükümdarın egemenlik sembolleri nelerdir?

kurala bağlanmamış olmasıydı. Kutlu hanedan soyundan olanlar hükümdar olabiliyordu.

Tanrı tarafından hakana verildiği düşünülen yönetme hakkı (kut), kan yoluyla babadan

erkek çocuklara da geçiyor, bu da tüm çocuklara, taht üzerinde hak sağladığına inanılıyordu.

Tarih boyu hanedana mensup Türk hükümdarlarının tahta çıkışı başlıca dört şekilde

gerçekleşmiştir:

a) Hanedan üyeleri arasındaki siyasi ve askerî mücadeleyi kazanan hükümdar olarak

tahta çıkıyordu. Türk tarihinde, tahta çıkmada en sık rastlanan usul bu idi.

Mücadele, kardeşle kardeş arasında olabileceği gibi amca ile yeğen, baba ile oğul

arasında da olabiliyordu. Türk kültüründe ana-babaya itaat esas olmakla birlikte

hükümdar bunun dışında tutulmuştur. Babasını devirip tahtı ele geçiren hiçbir Türk

hükümdarını kamuoyu suçlamamıştır.

b) Hükümdarın rakipsiz aday olması kolayca tahta çıkmasını sağlıyordu.

c) Hükümdarın tahta çıkmasındaki diğer şekil ise seçim usulü idi. Hükümdar ölünce,

yüksek dereceli meclis (kengeş, toy, kurultay veya meşveret meclisi) toplanır,

hanedan üyelerinden birini hükümdar seçerdi. Meclis desteğini alan hanedan üyesi

genellikle hükümdar olurdu.

d) Hükümdarın tahta çıkışında uygulanan diğer bir sistemde ekberiyet sistemi idi. Bu

sistem uzun süre tartışılmış, sonunda XVII. yüzyıl başında Osmanlı Devleti

hükümdarı I. Ahmet (1603?1617), kardeş katli geleneğine son vererek ekber ve

erşed (hanedan üyelerinin ekber; büyük olanının erşed ise, en akıllı ve sağlıklı

olanının hükümdar yapılması) sistemini uygulamıştır.

Belirtilen tahta çıkış şekillerinin hepsi de Türk töresi çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

Türk örf hukuku da denilen Türk töresi, Türk devlet ve sosyal hayatını düzenleyen

hukukî kuralların bütünü idi. Yazılı olmayan bu kurallar, Türk topluluklarında

canlılığını sürdürmüş ve vazgeçilmez olmuştur. Türk töresinin vazgeçilmez prensipleri

arasında; adalet, iyilik, eşitlik, güzel ahlâk, haksızlığa karşı durmak, tüm insanlara karşı

merhametli olmak ve tolerans sayılabilir.

Türk hükümdarı görünüşte, yaptıklarından ancak Tanrı?ya karşı sorumlu idi. Fakat

hükümdarın töreye aykırı hareket etmesi de zordu. Töreye aykırı hareket eden hükümdar

Türk toplumunca Tanrı?nın kut?u ondan geri aldığı inancıyla, tahttan indirilirdi.

Görüldüğü gibi Türk töresi, Türk varlığını tamamen kuşatmıştı. Bu yüzden eski inanışta

?İl gider, töre kalır? denilerek, törenin devletten bile önde geldiği vurgulanmıştır.

Türk devletinin başında bulunan hükümdarda birtakım özelliklerin de bulunması

gerekiyordu. Bu özellikler; b i l g e l i k (akıllılık), alplik (cesaret ve kahramanlık),

erdemlilik ve âdillik idi. Bu değerlere sahip olan hükümdar, halkının hak ve hukukunu

gözeterek huzur ve sükûnu sağlardı. Göktürk Kitabeleri?nde belirtildiği gibi, Türk

hükümdarlarının görevleri şunlardır:

?Tebaa (halk) aç ise doyurmak, çıplak ise giydirmek, sayıca az ise çoğaltmak, halkı

refah içinde yaşatmak, töreyi (kanunları) düzenleyip uygulayarak, mali istikrarı, dirlik

ve düzenliği sağlamak, adaleti temin etmekti.?

Orta Asya Türk hükümdarları kendilerini sadece Türklerin değil, bütün insanlığın

hükümdarı kabul ediyorlardı. Büyük Hun hükümdarlarının aldığı tanhu veya şanyü

unvanları ?sonsuz genişlik ve yücelik? anlamına geliyordu. Bu unvandan kasıt, hükümdarın

yerdeki ve gökteki tüm canlılara hükmetmesi idi. Göktürk Kitabeleri?nde de Türk

hükümdarı, dünya hükümdarı olarak kabul edilmiştir.

Dünyanın tek bir elden yönetilebileceği ve bunun Türk idaresi altında olacağı fikri,

Türk tarihinin başlangıcından beri vardır. Bunu bazı tarih araştırmacıları ?Türk Cihan

Hâkimiyeti Mefkûresi (Düşüncesi)? diye ifade etmiştir. Selçuklu ve Osmanlı

d ö n e m l e r i n d e de varlığını koruyan bu düşünce, sadece Türklere has bir düşünce değil,

tarihten günümüze kadar kurulan ve çok güçlenen bütün devletlerde Dünya?yı (Roma

İ m p a r a t o r l u ğ u , Büyük İskender Devleti, İngiltere, Fransa, Almanya, Sovyet Sosyalist

Cumhuriyetler Birliği, ABD vb. gibi) tek elden yönetme fikri vardır.

Hatun (Katun)

Türk devletlerinde hükümdarın eşine hatun denirdi. Hükümdarın en başta gelen

yardımcılarından biri eşleri idi. Devlet yönetiminde de söz sahibi olan hatun, gerektiğinde

devlet başkanlığı yapar, elçileri kabul eder ve devlet meclisine katılabilirdi. Hatta bazı

hükümdar fermanlarına bile imza attıkları olurdu. Türk hükümdarları Çinli prenseslerle

siyasî evlilikler yapmışlarsa da, ancak oğulları hükümdar olan ilk eşler (hatunlar) ise

genellikle Türklerden seçilmiştir.

Meclis ve Hükümet

Türk devletlerinde, devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı meclise ?toy?,

?kurultay? veya ?kengeş? adı verilmiştir. Bu meclisler, yılın belli zamanlarında

toplanırlar ve devletin ana meselelerini görüşürlerdi. Hakan, meclisin tabiî başkanıydı.

Hakanın katılmadığı zamanlarda meclise aygucı denilen vezir başkanlık ederdi.

Aygucı; bu günkü başbakan seviyesindeki kişi olup hükümdar adına faaliyette bulunur,

gerektiğinde ona hesap verir ve muntazam olarak da hükümdarla görüşebilirdi. Meclise

a s k e r-sivil bütün devlet adamları, boy beyleri, bağlı bulunan çeşitli kavimlerin yöneticileri

ve hükümdar eşleri katılırdı. Meclis, genellikle hükümdarların ölümlerinden sonra,

savaş ve barış kararlarının alınacağı zamanlarda ve millî felaketlerde toplanır, en üst

düzeyde kararlar alırdı.

Meclislerin yanı sıra siyasî teşkilatlanmanın en önemli kurumu hükümet (Ayuki)

idi. Hükümet, hükümdarın emirlerini ve meclisin kararlarını uygular, icraat yapardı.

Hükümetin, her biri değişik işlerde görevli üyelerine buyruk (bakan) deniliyordu.

Tamgacılar ise, devletin çok önem verdiği dış siyaset işlerini yürüten görevlilerdi.

Türk hükümdarları hangi unvanları kullanmışlardır?

Türk devletlerinde hükümdarın tahta çıkışı sır asında ençok uygulanan usül hangisidir?

Türk töresi nedir?

Türk hükümdarlarında bulunması gereken özellikler nelerdir?

İkili Teşkilat

Türklerde ilk devlet teşkilatı, Asya Hun Devleti hükümdarı Mete Han tarafından

yapılmıştır. Ülke sağ-sol, doğu-batı şeklinde ikiye ayrılarak yönetilmiştir. Bu ikili

teşkilatın kaynağı, Türklerin Gök Tanrı inancıyla ilgili idi. Güneşin doğduğu taraf kutsal

sayıldığı için yönetimde doğu bölgesi batıya göre üstün kabul edilmiştir. Bu anlayışla

hakan ülkenin doğu kanadında otururdu. Batı kanadını ise y a b g u unvanıyla hükümdarın

kardeşi yönetirdi. Yabgu, iç işlerinde serbest, dış işlerinde ise büyük hakana bağlı idi.

Hükümdar çocukları olan t i g i n l e r, devleti yönetme konusunda deneyim kazanmaları

için ülkenin çeşitli yerlerine şa d unvanıyla yönetici olarak gönderilirlerdi. Bu mevkilerin

yanı sıra; inal, inanç, tarkan, bağa, tudun, çor, külüğ, çavuş, apa, ataman gibi unvanlar

taşıyan devlet görevlileri vardı ki, bu unvanları taşıyanlar genellikle asker şahıslardı.

3 ? ORDU

İlk Türk Devletlerinde Ordunun Yeri ve Önemi

İlk Türk devletleri askerî temeller üzerine kurulmuşlardı. Bu nedenle, sosyal hayatta ve

devlet teşkilatında askerî bir disiplin egemendi. Türklerin tarihte güçlü ve büyük

devletler kurmalarının nedenlerinden birisi de disiplinli ve güçlü ordulara sahip

olmaları idi. Bozkırın güç yaşam koşulları, Türkleri dayanıklı ve mücadeleci bir millet

haline getirmişti.

Başlangıçta askerlik, Türlerde özel bir meslek olmayıp, kadınlar da dâhil herkes

savaş sanatını bilir, gerektiğinde kendi beylerinin komutasında orduya katılırlardı. Türk

halkının gerektiğinde ordusunun yanında yer alması, tarihin her devrinde mevcut olmuştur.

Bu bakımdan Türk toplumu ordu-millet deyimi ile nitelendirilmiştir. Bu düşünce

günümüzde hâlâ bütün canlılığı ile devam etmektedir.

İlk düzenli Türk ordusu, büyük Türk hakanı M e t e tarafından kurulmuştur. Bu yüzden,

Mete?nin tahta çıkış tarihi olan MÖ 209 yılı Türk Kara Kuvvetleri?nin kuruluş tarihi olarak

kabul edilmektedir.

Orta Asya Türk devletlerinde, ordunun dayandığı temel kaynak halk idi. Gerek

Mete Han?ın kendine ait daimî muhafızları, gerekse savaşlar sırasında toparlanan askerlerin

tamamına yakını Türklerden oluşuyordu. Orta Asya Türk ordu yapısındaki iki temel

unsur teşkilat ve teçhizat idi:

Bunlardan başka, ülkenin denetim ve vergi işleriyle ilgilenen tudun unvanlı görevlileri

de vardı.

Türk devlet yönetimindeki meclislerin görevleri nelerdir?

Yabgu ve tigin kimlere verilen unvanlardır?

Ordu Teşkilatı

Büyük Hun ve Avrupa Hun devletlerinde ordu en başta sağ-sol kavramlarıyla ikiye

ayrılıyordu. Sağ ve sol kanatlar 24 ana kısımlı sisteme göre yapılandırılmıştı. 24 rakamı

Hunların dayandığı boyların sayısı idi.

İlk Türk devletlerinde ordu, 10?lu sisteme göre teşkilatlanmıştır. Buna göre en

büyük birlik on bin kişiden oluşuyordu ki, bu birliğe Tabgaçlar, Göktürkler ve Uygurlar

t ü m e n adını vermişlerdir. Tümenler b i n l e r e, y ü z l e r e v e o n l a r a ayrılıyordu. Bu birliklerin

başında tümenbaşı, binbaşı, yüzbaşı ve onbaşı rütbelerini taşıyan komutanları vardı.

Bunlardan başka Türk ordusunda kül, çor, apa, tarkan ve şad gibi komutanlar da

bulunuyordu. On?lu sistem, Türk ordusunun rahat ve hızlı bir şekilde hareket etmesine

ve ani baskınlarla düşmana saldırmasına uygun bir sistemdi.

Boy beyleri, barış zamanlarında kendi bölgelerini yönetir, savaş zamanında ise

askerleri ile kağanın ordusuna katılırlardı. Böylece boy beyleri, askerleri ile kağanı

destekleyerek onun komutası altındaki ordunun bir parçası olurlardı.

İlk Türk devletleri ordularında bugünkü f l â m a ve s a n c a kların benzeri at

kuyruğundan yapılmış tuğlar kullanıyorlardı. Hakanın tuğunun tepesinde bir kurt başı

bulunurdu. Komutan ve beylere hakan tarafından verilen tuğların sayısı da aynı zamanda

onların rütbelerini gösterirdi. Türklerdeki bu ordu düzeni, göç eden Türkler aracılığı ile

Avrupa?ya da geçmiştir. Türk ordu teşkilatı ve donanımı, Romalılardan Ruslara,

Moğollardan Çinlilere kadar pek çok ulusça taklit edilmiştir.

Teçhizat (Askerî Vasıtalar)

Türk ordusunun temelinde disiplin vardı. Türkler çocuklarına küçük yaştan itibaren

ata binmeyi, kılıç kullanmayı ve ok atmayı öğreterek asker gibi yetiştirirlerdi. Türk

askerlik sistemi içersinde at en önemli vasıta idi. At, Türklerin günlük yaşantısında

olduğu kadar, askerlikte de vazgeçilmez bir unsurdu. Türkler at sayesinde her türlü

savaş manevrasını ve taktiğini en iyi şekilde uygulamışlardır. Bu nedenle Türkler insan,

at ve silah öğelerini uyumlu ve etkili bir şekilde kullanarak büyük askerî başarılar

kazanmışlardır. Kaynaklara göre, Orta Asya?da bir Türk atı tipi doğmuştur ki, bu atın

başı ve kulakları küçük, göğsü ve sağrıları kuvvetli idi. Gür ve uzun yeleli olan bu atın

genel yapısı küçüktü. Türk atı aynı zamanda süratli ve son derece dayanıklı idi.

İlk Türk devletleri, ordularının atlı birliklerden oluşmasından dolayı genellikle hafif

silâhlar kullanmışlardır. Bu silâhlar tek bir askerin taşıyabileceği ağırlıkta idi.

Kullanılan silâhlar ise başta ok ve yay olmak üzere kılıç, kalkan, kargı, mızrak, süngü,

h a n ç e r ve b ı ç a k idi. Türklerin keskin kılıçları, ıslık çalan okları ve kavisli

yayları ünlü idi. Silâhlarını kendileri imal eden Türkler, at üstünde giderken bile çok iyi

ok atabiliyorlardı.

Şâma: İşaret olarak ya da çeşitli amaçlarla kullanılan küçük bayrak

Sancak: Bayrak. Genellikle askerî birliklere verilen yazı işlemeli, kenarları saçaklı ve

gönderli bayrak.

4- DİN VE İNANIfi

İlk Türk devletlerinde Türk halkı, dinî bir toplum olmayıp daha çok siyasî bir karaktere

sahipti. Bu nedenle Türk toplumunda din adamları, yerleşik kültürlerdekilerden farklı

olarak ayrı bir sınıf oluşturmamıştı.

Türklerin etkilendiği en önemli inançlardan birisi fiamanizm idi. fiamanizm, bir din

olmayıp daha çok büyü ve gizli güçlere inanma şeklinde ortaya çıkmıştır. fiamanlık

temelde; ruhlara, cinlere, perilere emir ve kumanda ederek gelecekten haber verme

düşüncesi olan bir sihir şeklinde ifade edilebilir. Bu inanç sadece eski Türk topluluklarında

değil, Alaska, Asya, Kuzey Amerika, Amazon bölgesi, Afrika, Avustralya ve Kutup bölgeleri

gibi dünyanın çeşitli yerlerinde de varlığı bilinen bir kültürdür. Bu inancın temsilcilerine

şaman ya da k a m adı verilmiştir. fiamanlıkta şifa vericilik esastır. fiamanlar, fiamanizm ile

Türk Ordusunda Strateji ve Taktik

Strateji; millî politikanın gayelerini gerçekleştirmek için, silâhlı kuvvetler ve ikmal

maddeleri gibi askerî vasıtaları dağıtma ve kullanma sanatıdır. Bir başka ifade ile

orduyu başlangıçtan savaş durumuna getirme faaliyetidir. Taktik ise; düşman karşısında

askerî kıtaları en verimli şekilde kullanma bilim ve sanatıdır.

Tamamı atlı birliklerden oluşan Türk ordusu, hızlı manevra yeteneğine sahipti.

Baskın şeklinde yapılan saldırılarla düşman üzerinde büyük şaşkınlık yaratılır,

düşmana en şiddetli darbeyi de keskin okçular vururdu. Bir bölgeyi almak isteyen

Türkler, önce keşif seferleri, arkasından da yıpratma savaşları yaparlardı. Düşman

saldırılarından korunmak amacıyla sınır boylarında belirli genişlikte boş alanlar

bırakılırdı. Ani bir düşman saldırısına karşı gözcü ve öncü askerî birlikler, daima

hazırda bekletilirdi.

Türk ordusunun iki önemli savaş taktiği vardı ki bunlar sahte ricat (sahte geri çekilme)

ve pusu kurma idi. Türklerin uzun yıllar başarıyla uyguladıkları sahte ricata Turan

taktiği, bazı kaynaklarda da kurt kapanı adı da verilmiştir. Buna göre; merkezdeki

kuvvetler düşmana karşı saldırıya geçtikten kısa bir süre sonra yenilmiş gibi yaparak

geri çekilirdi. Bu yenilgiye inanan düşman birlikleri de geri çekilen Türk askerini takibe

geçerdi. Yarım ay biçiminde pusuda bekleyen Türk süvari birlikleri, düşmanın tam pusu

içine girmesiyle harekete geçer ve düşman çember içine alınarak imha edilirdi.

Bu taktik; 1071 Malazgirt, 1396 Niğbolu, 1526 Mohaç ve en son olarak da 26 A ğ u s t o s

1922?de Atatürk tarafından Büyük Taarruz?da başarıyla uygulanmıştır.

Türk ordusu, sahip olduğu üstün özellikleri ve gelişmiş silâhlarıyla, Çin başta olmak

üzere Moğol, İran, Bizans ve Roma üzerinde etkili olmuşlar, bu devletler kendi ordularını

oluştururken, Türk ordularını örnek almaya çalışmışlardır.

Orta Asya Türk devletlerinde ordunun dayandığı güç nedir?

Sahte ricat ve Turan Taktiği nedir?

Orta Asya Türk ordularında kullanılan silâhlar hangileridir?

Strateji nedir?

ilgili ayinleri ve törenleri yönetirlerdi. Ruhlarla insanlar arasında aracılık

yaptıklarından dolayı şamanlar insanlar arasında korku ve saygı uyandırırlardı. Fakat

Türklerde fiamanizm?in varlığı hakkında herhangi bir yazılı belge yoktur. Ancak

günümüzde Altay Türkleri tarafından şaman manasında kullanılan kam sözcüğü, V.

yüzyıldan beri yaşamaktadır.

Türklerde Totem İnancı

To t e m ; klan denilen küçük ilkel topluluklarca dokunulmazlığına ve kutsal

sayıldığına inanılan bazı canlılardır. Bu topluluklar, soylarının totem kabul ettikleri

canlıdan geldiğine inanırlardı. Ancak Türklerde bu şekilde bir totem inancı yoktu.

Sadece, bozkırın vahşi ve ehlileştirilemeyen hayvanı olan kurdun, Türk inanışları

içinde kutsal bir varlık olarak görüldüğünü bilmekteyiz. Fakat kurda tapınma olayı

Türklerde söz konusu değildir.

Genel olarak eski Türklerin dinî inançlarını üç grupta toplamak mümkündür:

a) Tabiat Kuvvetlerine İnanma

Eski Türkler dağ, tepe, kaya, ırmak, vadi, ağaç, orman, göl, güneş, ay ve yıldız gibi

varlıklarda bir takım gizli güçlerin olduğuna inanıyorlardı. Doğada bulunan bu ruhlara

idik yer-su (Kutsal yer-su) ismini vermişlerdi. Türkler ruhları iyi ve kötü olmak üzere

ikiye ayırıyorlardı. Türkler ayrıca, yağmur yağdırmak, rüzgâr estirmek için sihirli

olduğuna inanılan yada taşı?nı da kullanmışlar ve kutsal saymışlardır.

Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar, yılın belirli aylarında başta hakan olmak üzere,

tüm yöneticiler ve halk, kutsal sayılan ata mağarasında Gök- Tanrı?ya, atalara ve kutsal

ruhlara at ve koyun kurban ederlerdi.

Türkler, ölen kişi adına yuğ adı verilen cenaze töreni yaparlardı. Bu törende ölen

kişi için yas tutulur, ölünün bulunduğu çadırın etrafında atlarla dolaşılır, at ve koyun

kurban edilerek ziyafetler düzenlenirdi. Göktürkler, cenaze töreni için yaprak

dökümünü (sonbahar) ya da ağaçların yapraklanmasını (ilkbahar) beklerlerdi. Bu

bekleyiş sırasında kurgan adı verilen mezarlar hazırlanırdı. Bu süre içerisinde cesedin

bozulmaması için ölüler mumyalanırdı. Mezarın yanına, ölen kişinin hayatta iken

öldürdüğü düşmanların, taştan kabaca yontulmuş tasvirleri dikilirdi. Bu taşlara balbal

denirdi. Öldükten sonra, ölen kişinin dünyadaki gibi aynı hayat şeklini öbür dünyada

da yaşayacağı inanışından dolayı ölen kişi ile birlikte ona ait olan atı, silâhları, sevdiği

eşyaları da gömülürdü.

b) Atalar Kültü

Eski Türklerde ölmüş büyükler ve atalara ait hatıralar kutsal sayılırdı. Baba ve

genellikle ataların öldükten sonra ruhları aracılığı ile aile bireylerini korumaya devam

ettiklerine inanırlar, bu nedenle de onlara karşı duydukları minnet hissi ile atalara

kurbanlar keserlerdi. En değerli kurban at idi. Atalara ait hatıralara verilen önem,

mezarlara yapılan saldırıların ağır bir şekilde cezalandırılmasından da anlaşılmaktadır.

Attila?nın çıktığı I.Balkan Seferi?nin nedenlerinden biri olarak, Hun hükümdar ailesi

imza yok!

Estimable

Profil Bilgileri

Özel Mesaj

Açtığı Konular

Web Site

Arkadaşlık Gönder

ADMINISTRATOR

Rep Gücü : 0 [+]

Nerden : Türkiye

Yaş : 31

Cinsiyet : Erkek

Paylaşım : % 393

Tecrübe : % 1,9

Güç : % 394,9

Son Giriş : 31.12.2009 20:17:35

12.11.2009 09:47:13

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLT.. #1

mezarlarının, Bizans?ın Margos piskoposu tarafından açılarak soyulmuş olması

gösterilmektedir. Bu harekete sebep, Türklerin ölülerini silâhları ve kıymetli eşyaları ile

birlikte gömmeleri idi. Çünkü Türkler, ölümden sonra ikinci bir hayatın varlığına ve

ruhların ölümsüz olduklarına inanırlardı. Ailenin kurucusu ve koruyucusuna gösterilen

bu saygı ve minnet hissi İslami devirde biraz değişerek devam etmiştir. Nitekim

sultanların tahta çıktıklarında, atalarının mezarlarını ziyaret etmeleri bu âdetin bir

devamı sayılmıştır.

c) Gök Tanrı İnancı (Dini)

Türklerin asıl dini Gök Tanrı inancı idi. Orhun Kitabeleri?nde de belirtildiği gibi

bütün kâinatı yaratan Gök Tanrı idi. Türk hükümdarlarına kut verip, iktidar sahibi

yaptığına inanılan güç de Gök Tanrı idi. Bugünkü Ta n r ı sözcüğü, Orhun Kitabeleri?nde

Tengri veya Tengiri biçiminde geçmektedir. Bu sözcük, bazı söyleyiş farklılıklarıyla

hemen hemen bütün Türk lehçelerinde kullanılmıştır.

Türk inanışına göre gök ve yer yedişer kat yaratılmıştı. Tanrı göğün son katında otururdu.

Yerin ve göğün ortasında insanlar ve diğer canlılar yaşardı. Tanrıdan başka kutsal olan

şeylerde vardı, ama bunlar Tanrı değildi, Tanrı tekti. Türkler için Gök Tanrı çok önemli

idi. Çünkü onlara güç verdiğine, onları zafere ulaştırdığına ve millete hayat verdiğine

inanırlardı. Nitekim Asya Hun Hükümdarı Mete Han, MÖ 176 yılında Çin imparatoruna

gönderdiği bir mektupta, kendisinin Tanrı tarafından tahta çıkarıldığını belirterek,

askerî zaferlerini Gök Tanrı?nın yardımıyla kazandığını belirtmiştir.

Gök Tanrı inancına göre Gök Tanrı; can veren, yaşatan ve öldüren, insanlara yol

gösteren, insanların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve mükâfatlandırandır. Gök

Tanrı?nın isteği ile hakan tahta geçmiştir. Tanrı, hakanın emirlerine uymayanları

cezalandırırdı. Kut?a layık olmayanlardan verdiği, bağışladığı kutu geri alırdı.

Türklerde güçlü bir ahiret inancı vardı. İyi insanların uçmağ denilen cennete, kötü

insanlarında tamu denilen cehenneme gittiklerine inanırlardı. Gök Tanrı inancında din

adamlarına kam adı verilirdi. Kamlar halk içinde saygı görürlerdi. Ancak din adamları

imtiyazlı bir sınıf halinde değillerdi, devlet yönetiminde de rol almazlardı. Gök Tanrı

dinindeki tek tanrı inancı, gelecekte Türklerin İslâm dinine girmelerini kolaylaştıran

önemli bir neden olmuştur.

Türklerin Kabul Ettikleri Diğer Dinler

Tarihin çeşitli dönemlerinde Orta Asya?dan göç eden Türkler çeşitli bölgelerde,

değişik kültür ve medeniyetlerle karşılaşarak etkileşim içinde bulunmuşlardır. Bu etkileşimin

sonucunda da çeşitli dinlerle tanışmışlardır. İlk Türkler arasında en yaygın inanç Gök

Tanrı dini olmakla birlikte, Çin?de devlet kuran Tabgaçlar Budizm?in etkisinde kalarak

ulusal kimliklerini yitirmişlerdir. Uygurlar, Budizm, Mani ve Hristiyanlık dinlerini

benimserken, Macarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Tuna Bulgarları ve Kumanlarda H r i s t i y a n l ı ğ ı

kabul etmişlerdir. Hazar halkı arasında ise Musevîlik, Hristiyanlık v e İslamiyet y a y ı l ı r k e n ,

İtil Bulgarları da İslamiyet?i seçmişlerdir. Bu devletler içinde dinî hoşgörüye daha fazla

sahip olan devletler Uygurlar ve Hazarlardı. Ancak, bu dinlerin hiçbiri İslamiyet kadar

5- HUKUK

H u k u k, kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallardır. Orta Asya Türk devletlerinde

ve toplumunda, sosyal hayatı düzenleyici hukuk kurallarına dair özel bir belge yoktur.

Bu yüzden hukuk konusu ile ilgili bilgileri Çin yıllıkları ve Orhun Kitabeleri?nden

öğrenmekteyiz.

Töre, yaşanan hayatın zaman içerisinde sosyal ve hukukî yönden değer kazanmış ve

benimsenmiş davranışlarından oluşan ve herkesin uymak zorunda olduğu kurallar

b ü t ü n ü d ü r. Yazılı olmayan bu hukuk kuralları toplum düzenini sağlayan ana prensiplerdi.

Her konuda törenin ne olduğunu küçükler büyüklerden öğrenerek yetişirlerdi.

Dolayısıyla araştırmacılar Türk töresini, Türk örf hukuku olarak da isimlendirmişlerdir.

Törenin değişmeyen hükümleri adalet, iyilik ve eşitlikti. Devlet hayatında, aile içinde

ve günlük hayatta törenin dışına çıkılmazdı. Töreye uymamak en büyük suç sayılırdı.

Hükümdar da töreye uymak zorunda idi.

Türk devletlerinde, sosyal düzeni sağlamada önemli yeri olan mahkemeler vardı.

Mahkemenin başında bulunan kişilere yargan (hâkim) denilirdi. Bu mahkemeler adi

suçlara bakardı. Kağan?ın başkanlık ettiği mahkemeye ise yargu (yüksek devlet

mahkemesi) denilirdi. Bu mahkemede siyasî suçlara bakardı.

Türk töresi oldukça sert ve kesin hükümleri kapsıyordu. Cezaları ağırdı. Türk

töresinde hırsızlık yapma, adam öldürme, ırza geçme suçlarının cezası çok katı idi ve

tavizsiz uygulanırdı. Hırsızlara çaldığı malın (eşyanın ) on katı ödetilirdi. Daha hafif

suç işleyenler ise on güne kadar hapis cezasına çarptırılırlardı. Suçluların bizzat devlet

tarafından cezalandırılması toplumda kan davası geleneğinin ortaya çıkmasını

e n g e l l e m i şt i r.

Eski Türklerde genellikle tek eşlilik mevcuttu. Miras hukukuna göre topraklar en

küçük erkek çocuğa, taşınabilir mallar ise diğer oğullara verilirdi.

Uygurlar döneminde ticari ilişkilerin gelişmesi ile kişiler arasındaki anlaşmazlıkları

çözümleyecek kuralların yazılı hale getirilmesi ihtiyacı ortaya çıktı. Türk hukuku ilk

kez Uygurlar tarafından yazılı hâle getirilmiştir. İslamiyet?in kabulünden sonra, Türk

hukuku değişikliklere uğramıştır. Töreye dayalı örfî hukukla beraber İslam hukuku da

benimsenmiştir.

Türkler arasında yayılmamış ve etkili olmamıştır. İslamiyet dışındaki dinleri

benimseyen Türk boyları, bulundukları coğrafyada azınlık olmanın da etkisiyle bir süre

sonra Türklük özelliklerini kaybetmişlerdir. Gök Tanrı dininden İslamiyet?e geçenler

ise benlik ve kimliklerini korumuşlardır. Bunda Gök Tanrı diniyle İslam dini arasındaki

benzerlikler ve İslam dininin Türk karakterine uygunluğu etkili olmuştur.

fiamanizm ne demektedir?

Totem ne demektir?

Balbal, ucmağ, tamu, kam terimlerini tanımlayınız.

Türkler, Gök Tanrı dininden başka hangi dinleri kabul etmişlerdir?

6- YAZI, DİLve EDEBİYAT

Yazı; düşüncenin harf denilen şekillerle ifade edilmesidir. Türkler tarih boyunca

Göktürk, Uygur, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır. Bu alfabelerden

Göktürk ve Uygur alfabeleri Türklerin millî alfabeleridir:

Göktürk (Orhun ) Alfabesi; Türklerin en eski millî alfabesidir. Göktürk yazısında

4?ü sesli, 34?ü sessiz olmak üzere 38 harf bulunmaktadır. Bu alfabede yazı sağdan sola

doğru yazılır ve kelimeler, aralarına, üst üste iki nokta konarak birbirinden ayrılırdı.

Göktürk yazısına ilk olarak Orhun nehri dolaylarında bulunan yazıtlarda rastlandığı

için Orhun Alfabesi de denilmiştir. Bu alfabe X. yüzyıla kadar ufak değişikliklerle

Kırgızlar, Bulgarlar, Hazarlar ve Peçenekler tarafından da kullanılmıştır.

Göktürk alfabesiyle yazılmış en önemli eser Türk edebiyatının ilk yazılı eseri olan

Göktürk Kitabeleri? d i r. Bu kitabelerin en önemlileri Kültigin, Bilge Kağan v e

Tonyukuk adına yazılanlarıdır. Göktürk Kitabeleri?nde kullanılan gelişmiş alfabe,

Türklerin çok daha önceleri yazıyı kullandıkları fikrini kuvvetlendirmiştir. Nitekim

yapılan son araştırmalar da bu fikri destekler niteliktedir. Isık Göl civarında MÖ V. ve

VI. yüzyıllar arasına ait olduğu tespit edilen Esik Kurganı?nda gümüş bir kepçe

bulunmuştur. Bulunan bu kepçenin üzerindeki yazının Göktürk alfabesiyle yazılmış

olduğu anlaşılmıştır.

Uygur Alfabesi; Türklerin ikinci millî alfabesidir. Bu alfabe Soğd alfabesinden

alınıp, bazı ilave ve değişiklikler yapılarak ortaya çıkarılmıştır. Uygur alfabesi 3?ü sesli

15?i sesiz olmak üzere 18 harften oluşmaktadır. Bu alfabede yazı sağdan sola doğru

yazılırdı. Harşer kelimenin başında, ortasında ve sonunda değişik şekiller alırdı.

Harşer, özellikle ince yazıldığı zaman, belirgin olmadığından bu yazının yazılması

k o l a y, fakat okunması zordu. Bu alfabe VIII. yüzyılın ilk yarısından XV. yüzyılın sonlarına

kadar pek çok Türk devleti tarafından kullanılmıştır. Hatta Osmanlı sarayında Fatih

Sultan Mehmet zamanında dahi kullanılmıştır. Uygurlar, XIII. yüzyılda Moğol egemenliğine

girmelerinden sonra Uygur alfabesi, uzun bir süre Moğolların resmî yazısı olmuştur.

Uygurlar Avrupalılardan yüzyıllar önce kâğıt yapmasını biliyorlardı. Bu yüzden

Uygurlar yazılarını kâğıt üzerine yazmışlardır. Ayrıca hareketli harf sistemine dayanan

matbaayı da Uygurların bulduğu, basılan Uygurca kitapların çokluğundan anlaşılmaktadır.

Uygurlar, Çin ve Hint eserlerinin pek çoğunu Türkçeye çevirmişlerdir. Bunun yanında

kendileri de çok sayıda yazılı eser meydana getirmişlerdir. Uygurlar döneminden kalan

en önemli eserlerden biri olan Altun Yaruk, Çinceden Uygur Türkçesine çeviridir. Bu

eserde Buda dinine ait dinî-ahlâkî konular işlenmektedir. Yine Sekiz Yükmek ve İki

Kardeş Hikâyesi de en ünlü Uygur metinleri arasındadır.

Hukuk ne demektir?

Türk töresi nedir?

Yargan ve yargu ne demektir?

İlk Türk yazılı hukuk belgeleri hangi döneme aittir?

Dil

Orta Asya?da Türk diye nitelenen kavimlerin en önemli ortak yönü dil, yani Türkçe

idi. Önceleri çeşitli Türk boyları değişik adlarla anılırdı. VI. yüzyıldan itibaren bu boylara

genel olarak Türk denmesinin birinci dayanağı konuştukları dil yani Türk dili idi.

Böylece boylar, konuşmaları sayesinde tek bir millet olduklarını anlayıp, birlikte

yaşamaya başlamışlardır.

Türk dilinin tarihi, milletimizin tarihi kadar eskidir. Türkçe Ural-Altay dil ailesinin

Altay grubu içinde yer alır. Altay dilleri arasında Türkçe ile birlikte Moğol, Mançur ve

Kore dilleri de vardır. Türkçenin ilk dönemlerine ait yazılı belge olmadığı için, Türk

dilinin ilk dönemleri hakkında açık ve kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak, Orhun

Kitabeleri?ndeki ifade ve kelime zenginliğine bakılarak, Türkçenin varlığı çok eski

zamanlara götürülmektedir.

Edebiyat

Edebiyat; duygu, düşünce ve hayallerin söz ve yazı halinde etkili bir şekilde

anlatılması sanatıdır. Türk dilinin edebiyat ürünlerini sözlü ve yazılı olmak üzere iki

grupta inceleyebiliriz:

Sözlü Türk Edebiyatı

Türk dilinin edebiyat olarak ilk örnekleri s ö z l üd ü r. Halk dilindeki d e s t a n ve e f s a n e l e r

sözlü edebiyatın en önemli örnekleridir. Destan ve efsaneler bir milletin fikir ve

düşünce tarihidir. Destan ve efsanelerde genellikle Türklerin düşünce ve inançları, millî

kahramanlıkları anlatılmaktadır. Orta Asya Türklerinin en önemli destanları; Saka

Türklerinin Alp Er Tu n g a v e fiu, Hun Türklerinin Oğuz Kağan, Göktürklerin B o z k u r t ve

Ergenekon, Uygurların Türeyiş ve Göç, Kırgızların da Manas destanlarıdır. Bu

destanlar eski Türklerde canlı bir halk edebiyatının varlığını ortaya koymaktadır. Dede

Korkut Hikâyeleri de yazılı hale gelmeden önce sözlü edebiyat ürünlerindendi.

Sav, koşuk ve sagular da Türk edebiyatının sözlü ürünleri arasındadır. Türkler, ö l ü m

törenleri dediğimiz yuğ merasimlerinde matem şiirleri söylemişlerdir. Bu şiirlerden h a l k a

hizmet eden, halkın değer verdiği üstün komutan ve hükümdarlar için söylenenlerine sagu

denilmiştir. Buna örnek olarak Saka Türklerinin hükümdarı olan Alp Er Tunga?nın

ölümünden sonra ona söylenen saguyu verebiliriz. Koşuklar ise şölenlerde kopuz (halk

şairlerinin çaldığı saz) eşliğinde söylenip çalınan aşk ve tabiat konularını işleyen

manzum (nazım ifade şekli ile ölçülü ve uyaklı biçimde yazılmış eser) eserlerdir.

Savlar da atasözleridir. Bunlardan başka bazı Bizans kaynakları, Hunların kendilerine

özgü halk türküleri söylediklerini yazmaktadır.

Türklerin tarih boyunca kullandıkları alfabeler hangileridir?

Ünlü Uygur metinlerinin isimleri nelerdir?

Yazılı Türk Edebiyatı

Türk edebiyatının bilinen ilk yazılı örnekleri VI. yüzyıla ait Güney Sibirya?da Talas

Nehri havzasında ve Yedisu bölgesinde rastlanılan Talas ve Yenisey Yazıtları ile kuzey-

doğu Moğolistan? da Orhun Nehri civarında bulunan ve VIII. yüzyıla tarihlenen Orhun

(Göktürk ) Kitabeleri?dir.

Talas ve Yenisey Yazıtlarını ilk olarak ele alıp inceleyen, Finli bilim adamı Heikel

( H e y k e l ) o l m u şt u r. Yenisey Nehri çevresindeki yazıtların çoğunluğu, bu nehrin

güneyinde, Tuva bölgesindeki Kem Nehri?nin kolları civarında bulunmuştur. Bu

bakımdan Yenisey Yazıtları, Orhun Yazıtlarından daha eskidir. Talas ve Yenisey

yazıtlarını, XVIII. yüzyıl başlarında gün ışığına çıkaran İsveçli Strahlenberg?dir. Bu

yazıtların çoğu mezar taşları halindedir.

Orhun Nehri?nin eski yatağı üzerinde bulunan Orhun Yazıtları (Anıtları); Kültigin

(732), Bilge Kağan (735) ve To n y u k u k (720 - 725 arası) adlarına dikilmiştir. A n ı t l a r d a k i

kitabeler, zamanına göre çok akıcı ve edebî bir dille yazılmıştır. Göktürk alfabesiyle

yazılan kitabelerde Türklerin devlet anlayışı, devlet görevlilerinin sorumlulukları ve

vatan sevgisi konularına değinilmektedir. Ayrıca kitabelerde Türk beyleri ve kavimlerinin

eleştirileri de yazılmakta, Türklerin Çinlilerin yıkıcı propagandalarına nasıl inanıp

birbirlerine düştükleri dile getirilmektedir. Devlet kurma ve bağımsızlık fikirlerinin de

işlendiği kitabelerde, geleceğe yönelik değerli öğütler verilmektedir.

Orhun Kitabeleri?nin bulunması ve okunması, Türk kültür tarihi yönünden büyük

önem arz eder. Orhun Kitabeleri Türkçenin, Türk tarihinin ve Türk edebiyatının ilk

yazılı belgeleridir. Ayrıca Türk adının geçtiği ilk Türkçe metinler olması bakımından da

önemlidir.

Orhun Yazıtları ilk olarak 1709 Poltova Savaşı?nda Ruslara esir düşen İsveçli subay

S t r a h l e n b e rg tarafından 1 7 2 2 yılında bulunmuştur. 1 8 8 9 yılında ise Rus bilgin

Yadrinsef (N. M. Jadrincev) tarafından gün ışığına çıkarılan kitabeleri 1893 yılında

Danimarkalı dil bilgini Wilhelm Thomsen ( Vilyım Tomsın)? da okumuştur. Wilhelm

Thomsen, kitabelerin tam tercümesini 1922 yılında yayımlamıştır. Kitabelerdeki

yazıtlardan ilk olarak Tengri, Türk ve Kül Tegin kelimeleri okunmuştur. Bilge Kağan

ve Kültigin yazıtlarının yazarı Kültigin?in atabeyi Yuluğ (Yolluğ) Tigin?dir. Tonyukuk

yazıtının ise Tonyukuk?un kendisi tarafından kaleme alındığı ihtimali büyüktür.

Bu üç önemli yazıttan başka bölgede birçok yazıt da yer almaktadır. Son yıllarda

yapılan araştırmalarda Moğolistan?da birçok Türkçe yazıt bulunmuştur. Bunlardan en

önemlilerinden birisi 1 9 7 0 yılında tamamen gün ışığına çıkarılan Taryat ( veya Terhin )

yazıtıdır. Granitten ve bir kaplumbağa heykelinden oluşan kaidesi ile birlikte bu anıt

yazı, Uygur Hakanı Moyen-çor tarafından 753 yılında dikilmiştir. Yazıtta hükümdarın

ağzından Göktürk ve Uygur tarihi anlatılmaktadır.

7- EKONOMİ

Orta Asya?da kurulan ilk Türk Devletlerinde ekonominin temeli başlangıçta

hayvancılık idi. Daha sonraki dönemlerde ise Türkler tarım ve ticaretle de

ilgilenmişlerdir.

Hayvancılık

Orta Asya?nın iklimi ve yeryüzü şekilleri, Türklerin yaşadığı bu coğrafya da

hayvancılığın gelişmesini sağlamıştır. Bu nedenle ilk Türk devletlerinde ekonominin

temelini hayvancılık oluşturmuştur. Geniş bozkırlarda en çok beslenen hayvanlar at ve

koyun idi. Bunlardan başka Türkler deve ve sığır da beslemişlerdir. Türkler beslediği

hayvanların etinden, sütünden, yününden ve derisinden yararlanıyorlardı. Bunlardan

elde edilen işlenmiş ürünler de ticaret mallarını oluşturuyordu. Koyunun yününü eğirip

ip yapan Türkler, ipi de halı, kilim ve kumaş olarak dokuyorlardı. Bilim adamlarının

halının ana vatanı olarak Orta Asya?yı göstermelerinin nedeni de budur.

Bozkır hayatında sebzeye karşı fazla bir istek duyulmazdı. Türklerin en önemli

yiyecekleri et idi. Türkler en çok at ve koyun eti yerlerdi. Eti konserve yapmayı biliyorlardı.

Etten sonra en çok süt ve sütten yapılmış yiyecekler tüketirlerdi. Sütlü darı, peynir ve

yoğurt en çok tercih edilen Türk yiyecekleri idi.

Türkler çeşitli hamur işlerini de yapmayı biliyorlardı. Ayrıca kısrak sütünden elde

edilen kımız Türklerin millî içkisi idi.

Hunlarda canlı hayvan ihracatı ticarette ilk sırada gelirdi. Göktürkler ise ihtiyaç

fazlası hayvanlarını sınır kasabalarında, Çin ipeği ile değiştirirlerdi. Uygurlar, yerleşik

hayata geçtiği için hayvancılıkta diğer Türk toplulukları kadar etkili olamamışlardır.

Türkler, kışın korunaklı vadilerdeki kışlaklarda, yazın da verimli otlaklardaki

yaylaklarda yaşarlardı. Yaylalardaki gür otlar hayvanlarını otlatmaları için uygun

ortamlardı. Yaylaklarda kurdukları çadırları tamamen bir ev özelliğine sahipti.

Kışlaklardaki evlerini ise genellikle kerpiçten yaparlardı.

Hun Türklerinde hükümdar başkanlığında yapılan devlet avı günlerce sürerdi. Bu

ava pek çok kişi katılırdı. T ü r k l e r, avladıkları hayvanların etinden, kürkünden

yararlanırlardı.

Türkler genellikle ipek, pamuk, deve tüyü ve yünden imal ettikleri elbiseler giyerlerdi.

Yünlü ve pamuklu kumaşlardan yapılmış iç çamaşırları kullanırlardı. Soğuk günlerde

giydikleri elbiseleri ile b ö r klerini ( hayvan postundan yapılan başlık ) hayvan

kürklerinden yaparlardı.

Başlıca Türk destanları hangileridir?

Sav, Koşuk ve Sagu terimlerini tanımlayınız.

Orhun Yazıtları?nı ilk kim bulmuştur?

Yuluğ Tigin kimdir? Türk kültür tarihindeki rolü nedir?

Tarım

Türkler hayvancılığın yanı sıra iklim ve toprağı elverişli yerlerde tarımla da

uğraşmışlardır. Hunların buğday ve mısır yetiştirdiğinden Çin kaynakları bahseder.

Altay ve Sayan dağlarında buğday üretiminin en az üç bin yıldan beri yapıldığı, arkeolojik

kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Göktürklerde her ailenin ekip biçtiği ve suladığı

kendilerine ait toprakları vardı. Göktürk Hakanı Kapgan Kağan, Çin seferinin zaferle

sonuçlanması üzerine yaptığı anlaşma ile Çinlilerden tohum ve tarım aletleri almıştı.

Bu durum Göktürklerin tarımla uğraştıklarının bir göstergesidir. Göktürkler dönemine

ait buluntular arasında, ziraat işlerinde kullanılan uzun kürekler ele geçmiştir.

VI. ve VIII. yüzyıllarda Yenisey bölgesindeki Kırgızlar da ziraatla uğraşmışlardır.

Onlar da orak, kürek ve saban kullanıyorlar, sulama kanalları açıyorlar, arpa, buğday,

yulaf, mısır yetiştiriyorlardı.

Uygurlarda tarım çok ileri bir düzeyde idi. Uygurlar ovadan geçen bir nehrin yolunu

değiştirerek kanallar açmışlar ve böylece bahçe ve tarlalarını sulamışlardır. Ayrıca bu

sularla da büyük değirmenler işletmişlerdir.

U y g u r l a r, her çeşit sebze ve meyve (kavun, karpuz, üzüm vb.) yetiştirmeyi biliyorlardı.

Hatta Çin?e bu bölgeden kavun ve karpuz ihracatı bile yapılmakta idi. Türkler tarlaya

tarıglag, çiftçiye tarıkçı derlerdi. Saban kelimesi Türkçe de bilinen en eski tarımla i l g i l i

k e l i m e d i r. Türklerin tanıdığı ilk tarım ürünü hayvan yemi olan y o n c a, ilk gıda maddesi de darı

olmuştur.

Tarımda sulama çok önemlidir. Bu yüzden Türkler sulama kanallarının yapımına

büyük önem vermişlerdir. Hunlar Altay ve Selenga bölgelerinde su kanalları açmışlardır.

Hunların Altay bölgesinde açtığı ve Göktürkler tarafından da kullanılan Tötü Kanalı? n ı n

uzunluğu 10 km. ye yakındı. Bu kanal günümüzde dahi kullanılmaktadır.

Ticaret

Türkler daha Hunlardan itibaren ticaretin önemini kavrayarak buna gereken önemi

vermişlerdir. Türk hükümdarları ticaret amacıyla önemli ticaret yolları üzerindeki Çin,

Sasani ve Bizans gibi ülkelerle birçok antlaşmalar yapmışlardır. Ticaretin gelişmesi için

tüccarlara kolaylıklar sağlamışlar, ticaret yollarının güvenliği için askerî seferler b i l e

d ü z e n l e m i şl e r d i r. Türkler komşu ülkelere canlı hayvan, konserve, et, deri, kösele, kürk, hay-

vani gıdalar satarken, karşılığında tahıl ve giyim eşyası ile ipek ve ipekli kumaşlar

almışlardır.

Bu dönemde Türk devletleriyle komşuları arasındaki ticaret İpek Yo l u? n d a n

yapılmakta idi. Tarihi İpek Yolu?nun büyük bir bölümü zaten Türk ülkelerinden geçmekte

idi. İpek Yolu, Çin?den başlayıp doğudan batıya doğru Orta Asya?yı aşarak Akdeniz

kıyılarında sona ererdi. Bu yolla yapılan kervan ticareti, Türk devletlerinin önemli bir

gelir kaynağı idi. Bu yola egemen olmak için Türk ve Çin devletleri arasında birçok

mücadeleler yapılmıştır. Hatta Türk- Çin dış siyasetinin temelini de İpek Yolu oluşturmuştur.

Bu yol tarih boyu uluslar arası en uzun kara ticaret yolu olmuştur.

TARİH 5

87

Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp Ural, Güney Sibirya, Altaylar ve Sayan

dağları üzerinden Çin?e ulaşan ikinci bir yol daha vardır ki bu yola Kürk Yolu denirdi.

İpek Yolu?na kuzeyden paralel olarak uzanan bu yolda da canlı bir ticarî faaliyet vardı.

Kürk Yolu?ndaki ticaret adından da anlaşılacağı gibi Hazar, Sabir, Ogur ve Bulgar

Türklerinin avladıkları sincap, sansar, samur, kunduz kürkleri ile imal ettikleri diğer

malların bu yolla batıya taşınmasına dayanıyordu.

İpek Yolu ve Kürk Yolu?nun Türklerin elinde bulunması diğer milletlere karşı

Türklere üstünlük kazandıran iki önemli avantajdı.

751 Talas savaşından sonra Müslüman Araplarla Türkler arasındaki ticari ilişkiler

giderek artmaya başlamıştır. Böylece Türk tüccarları mallarını sınır boylarında kurulan

pazarlarda satma imkanı bulmuşlardır.

Madencilik

Türkler çok eski devirlerden beri çeşitli madenleri işlemesini ve bu madenlerden

araç gereç yapmasını biliyorlardı. Göktürklerin demircilikle uğraştıklarını ve Avarlara

bağlı olarak savaş araçları yaptıklarını, Hunların Altaylardaki demir madenlerini,

ayrıca Hazarların da Kafkaslardaki altın ve gümüş madenlerini işlediklerini bilmekteyiz.

Devlet Gelir Kaynakları

Orta Asya?da kurulan ilk Türk devletlerinin başlıca gelir kaynakları şunlardı:

- Halktan toplanan vergiler

- Ticaret yollarından sağlanan gümrük vergileri

- Bağlı devletlerden alınan vergiler

- İşletilen demir, altın, gümüş bakır gibi madenlerden elde edilen gelirler

Türk halkı bu dönemde vergisini canlı hayvan veya ürünle ödemekteydi. Vergiyi

toplayan devletin özel görevlileri vardı. Para olarak üzerinde hükümdarın resmî mührü

vurulmuş ipek veya pamuk bez parçaları kullanılırdı. Madeni paralar ilk defa

Göktürkler ve Türgişler zamanında kullanılmaya başlanmıştır.

8- SANAT

Orta Asya Türk sanatının temeli, geleneksel göçebe yaşantıya dayanır. Bu nedenle

yerleşik hayata özgü olan tapınak, saray, kale gibi sanat yapılarına Orta Asya Türk

sanatında pek rastlanmaz. Bunun yerine yaşadıkları göçebe hayata uygun ama estetik

değeri yüksek eşyalar yaparak kullanmışlardır. İlk Türk devletlerinde gelişme gösteren

başlıca sanatlar şunlardır:

Orta Asya Türk ekonomisinin temeli neye dayanmaktadır?

İpek Yolu?nun önemi nereden kaynaklanmaktadır?

Kürk Yolu nerelerden geçmektedir?

Orta Asya Türk devletlerinin gelir kaynakları nelerdir?

Maden İşleme Sanatı

Demircilik ve maden işçiliği Türklerin millî sanatları idi. Altın, demir, gümüş gibi

birçok madenden yararlanarak süs eşyaları, eyer ve koşum takımları, çeşitli savaş aletleri,

vazo, sürahi gibi birçok mutfak malzemesi gibi araç-gereçler yapmışlardır. Yapılan

eşyaların çoğu pars, kaplan, kurt, at, koyun, geyik, keçi gibi hayvan figürleriyle süslü idi.

Kılıç, kalkan, kargı, mızrak gibi savaş aletleri yapan Türkler, kılıçlarının kabzalarını

hayvan figürlü altın levhalarla kaplarlar ve kıymetli taşlarla süslerlerdi. Türk sanatındaki bu

tür süslemeye hayvan üslûbu adı verilmiştir. Hayvan figürlerinin bu kadar çok kullanılıyor

olmasında, göçebe yaşantının yanı sıra, tabiat kuvvetlerine olan inancında büyük etkisi vardır.

Çin?den Balkanlara kadar uzanan büyük coğrafyada bulunan kurganlarda, maden

işleme sanatına ait sayısız esere rastlanmıştır. Bu kurganlardan en önemlisi;

Kazakistan?ın Almatı şehrine 50 km. uzaklıkta bulunan Esik Kurganı?dır. Esik Çayı

kıyısında ortaya çıkarılan bu kurgan, MÖ V- IV. yüzyıllara aittir. Kurgandan çok sayıda altın

eşyalar, seramik küpeler, gümüş çanaklar, tahta kaşıklar, iki gümüş kupa ve bir g ü m ü ş

çanak ortaya çıkarılmıştır. Bunların arasında bir Türk prensine ait olduğu tahmin edilen

Altın Adam zırhı, Türk maden sanatının en önemli örneklerinden biridir (Resim 4-1).

Türklerin maden işleme sanatındaki zevk ve incelikleri, Türk ülkelerini ziyaret eden

yabancı elçilerin ve seyyahların da dikkatini çekerek, hayranlıklarını yazmış oldukları

anılarında dile getirmişlerdir. Nitekim 518 yılında Akhunları ziyaret eden Çinli S o n g - Y ü n ,

569?da İstemi Kağan?ı ziyaret eden Bizans elçisi Zemarkhos ve 629?da Batı Göktürk

Hakanı Tong Yabgu?nun misafiri olan Budist rahip Hiuen- Tsang anılarında, Türk sanat

zevkinin ve inceliğinin ne kadar ileri bir seviyede olduğunu hayranlıkla anlatmışlardır.

Türklerde ayrıca marangoz ustaları ve tahta oymacıları da vardı. Hunlar masa, sandalye,

koltuk, dolap yapıyorlar, karyola ve perde kullanıyorlardı. Çinliler bu ev eşyalarının

çoğunu Hunlardan öğrenmişlerdir.

Dokumacılık

Altay ve Orhun bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda giyim eşyaları, halı ve kilim

örneklerine rastlanması, Türkler arasında dokumacılığın geliştiğini göstermektedir.

Halı dokumacılığı, Türklerin dünya medeniyetine bir armağanı olarak kabul edilmiştir.

Halı ilk kez Hunlar tarafından koyun yününden dokunarak kullanılmıştır. Güney

Sibirya?da Altay dağları eteklerindeki Pazırık?ta yer alan kurganlarda, Hunlara ait

giyim eşyaları ile dünyanın en eski halısı bulunmuştur. Bu halı dokunuşu, üzerindeki

nakışları ve renkleri ile dokuma sanatının bir şaheseri olarak kabul edilmektedir

(Resim 4-2) .

Boyu 200 cm, eni 189 cm, kalınlığı 2 mm. olan Pazırık halısında 10 cm2 de 36.000

düğüm bulunmaktadır. Dünyanın en eski halısı olan Pazırık halısı, bugün Leningrad

Hermitaj Müzesi?ndedir.

Pazırık kurganlarında ortaya çıkarılan eşyalar, resimler, küçük heykelcikler Türk

sanat tarihinin ilk örnekleri olarak kabul edilir.

Dokuma sanatında Hazarlar da ileri gitmişti. Bizanslı bir prensle evlenen Hazar

prensesinin çeyizleri arasında çok güzel dokuma örneklerinin bulunduğu bilinmektedir.

Resim ve Heykel

Hunlardan kalma eserler üzerinde insan ve hayvan resimlerinin bulunması,

Türklerin resim sanatıyla çok eskiden beri ilgilendiklerinin bir göstergesi idi.

Göktürkler döneminde Bilge Kağan ve Kültigin için yapılan anıtların duvarlarında, her

ikisinin de yaptığı savaşların canlandırıldığı tasvirler bulunmaktaydı. Türk resim sanatı

Uygurlar döneminde ilerleme göstermiştir. Uygurlar aracılığı ile Türk resminde gerek

teknik gerekse düşünce yönünden Uzak Doğu?nun etkisi kendini göstermeye

başlamıştır. Saraylara ait duvar kalıntılarında çok güzel fresk örnekleri bulunmuştur.

Duvar resimlerini ise genellikle Mani ve Buda dinine ait konular oluşturmuştur. Uygur

resimlerinde renk olarak parlak ve canlı renkler çokça kullanılmıştır (Resim 4-3).

Uygur şehirlerinin kalıntılarında görülen minyatürler, Türk resim sanatının ilk

örnekleri olarak kabul edilir. Uygurlardan kalan minyatürler genellikle Mani dini ile

ilgili kitaplarda yer almaktadır. M i n y a t ü r, eski yazma kitaplarda görülen, ince bir sanatla

işlenmiş olan küçük renkli resimlerdir. Uygur minyatürleri, daha sonraları İslam

minyatürlerinin kaynağını oluşturmuştur.

Türk sanatındaki ilk heykel örneklerine Göktürkler döneminde rastlanılmaktadır.

Bu döneme ait en önemli eserler Orhun Nehri dolaylarında bulunmaktadır. Bu bölgede

ele geçen Kültigin?in mermerden yapılmış heykelinin baş kısmı ile eşine ait mermer bir

yüz parçası Türk heykelciliğinin ilk örneklerini oluşturur (Resim 4-4).

Göktürk heykel sanatının en güzel örnekleri Balballar?dır (Resim 4-5).

Türkler, ölen kahramanlarının mezarları başına, hayattayken yendiği ve öldürdüğü

düşmanların heykellerini dikerlerdi ki, bu heykellere balbal adı verilirdi. Yi n e

Göktürkler dönemine ait kurganlarda bulunan koç heykelleri geleneği, daha sonraları

Anadolu?da da uzun yıllar yapılarak sürdürülmüştür.

Heykel sanatı Uygurlar döneminde oldukça gelişmişti. Uygur heykellerinin

kaynağı, Göktürkler ve diğer Türk devletlerinde çok yaygın örneği olan balballara

dayanıyordu. Başlangıçta normal insan boyunda yapılan heykeller, zamanla 10 metreyi

aşan heykeller olarak yapılmıştır. Uygur heykel sanatında daha çok hayvan üslûbu

k u l l a n ı l m ı şt ı r. Özellikle de at, deve, keçi, fil heykellerinin daha çok yapıldığı

görülmektedir.

Mimarlık

Türkler, Hun ve Göktürk devletleri döneminde göçebe bir hayat yaşamalarından

dolayı kalıcı yapılar inşa etmemişlerdir. Bununla beraber geçici yerleşme birimleri inşa

ettikleri ve buralarda zaman zaman kerpiçten evler yaptıkları bilinmektedir. Çin kaynakları

Hunların evlerini topraktan inşa ettiklerini yazmaktadır. Fakat Hazarlar evlerini

ahşaptan, sadece hükümdarın sarayını taş ve tuğladan yapmışlardır. Volga Bulgarları da

evlerini genellikle ahşaptan yaparlardı.

Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçilmesiyle beraber evler, tapınaklar ve

şehirler inşa edilmeye başlanmıştır. Tek katlı olarak yapılan Uygur evlerinin

mimarîsinde Mani ve Budizm dinlerinin etkisi görülmektedir. Yapılarda kubbeyi ilk

kullanan Uygurlar olmuştur. Uygur evlerinin etrafı duvarlarla çevrili olup, içinde hayvanların

barındığı ahır da bulunurdu. Uygurlar, kurdukları şehirlere balık adını vermişlerdir.

Beşbalık ve Ordubalık Uygurların kurduğu kentlerden ikisidir. Uygurlar sadece kendi

şehir ve kasabalarını inşa etmemişler, bunun yanında Çin?de Mani ve Buda dinlerine ait

mabetlerde inşa etmişlerdir. Uygur sanat merkezleri içinde Hoça, Bezeklik, Turfan,

Sengim ve Sorçuk şehirlerini sayabiliriz.

Müzik

Türk toplum hayatında müziğin ayrı bir yeri vardır. Çin kaynakları 28 çeşit Hun

halk türküsünden bahseder. Türk devletlerinde askerî bando çok yaygındı. Göktürk ve

Uygur bandolarında davulun yanında çeşitli nefesli çalgılarda bulunuyordu. Türkler

besteye ır (veya yır), müziğe kög (küg) derlerdi. Hakanın huzurunda her gün 9 tane ır

ve kög çalınması hâkimiyet alâmetlerinden sayılırdı. Askerî bandonun hükümdar huzurunda

çeşitli marşlar çalma uygulaması, daha sonraları kurulan Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde

de devam etmiştir. Türk ordularından Avrupa orkestralarına geçen çalgıların bazıları,

kudüm (timpani bas davul), zurna (obua), çevgân (çıngıraklı asa) ve Türk kanunu

(kithara)?dur.

Hayvan üslûbu, fresk ve minyatür ne demektir?

Avar sanatında kayış süslemesi de önemli yer tutar. Bu süsler daha çok hayvan ve

bitki motişerinden oluşmaktadır. Bitki motifi olarak çiçek ve sarmaşık dallarını

kullanmışlardır.

Avarlar, maden sanatında da oldukça ileri idiler. Demir üzengileri altın ve gümüş

kakmalı olarak yaparlardı. Ülkede bulunan altın madenini de kuyumculukta ustaca

kullanmışlardır.

Kırgızlar; Göktürk kültürüne yakın bir üslûp ortaya koyan Kırgızlar, Çin ve İran

tesiri altında da kalmışlardır. Halı ve keçe gibi gündelik ev eşyalarındaki süslemelerle

kendilerinden söz ettirmişlerdir.

B u l g a r T ü r k l e r i; kuyumculuk sanatı yanında mimarîde de oldukça ileri bir durumda

i d i l e r. Bulgar Türkleri şehirlerini, dört köşe yontma taştan yapılan kaleler, aslan heykelli

Türk müziğinin ilk örnekleri kopuz (halk şairlerinin çaldığı saz) eşliğinde söylenen

destanlar, kahramanlık hikâyeleri ve aşk türküleridir. Kopuz, Türklerle birlikte Mısır,

Suriye, Balkanlar, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Rusya, Ukrayna ve A l m a n y a ? y a

kadar yayılmıştır.

Bizans tarihçisi Priskos Attila?yı ziyaretinde, şerefine müzikli ziyafet verildiğini ve

bir sefer dönüşünde de genç kızların Attila?yı Hun şarkıları söyleyerek karşıladıklarını

anlatır.

Uygurlarda pandomim (işaret, tavır ve hareketlerle oynanan sözsüz tiyatro), bale,

şan, orkestra ve tiyatro da vardı. Hikâye anlatma sanatı Uygurlarda oldukça ileri idi.

Diğer Türk Devletlerinde Sanat

Avarlar; Orta Avrupa?ya, Avrupa Hunlarından bir yüzyıl sonra gelerek yeni bir

kültür oluşturmuşlardır. Macaristan?da yapılan kazılarda Avarlara ait ağır dökme

eşyalar, at binim takımları bulunmuştur. At binim takımlarının üzerindeki hayvan

üslûbu dediğimiz hayvan mücadelelerini gösteren resimler dikkat çekicidir

(Resim 4-6).

saraylar, su yolları, Avar ve Macar sanatı ile benzerlik gösteren kuyumculuk eserleri ve

süslemeli seramiklerle süslerlerdi.

K a r l u k l a r ise; özellikle çanak, çömlek yapımı ve süslemesinde kendilerini

g ö s t e r m i şl e r d i r. İslamiyet?in etkisi ile süslemede insan figürleri yerini, bitki motişeri ve

geometrik şekilli desenler almıştır. Karluk dönemi kapların en önemli özelliği,

motişerin kabın üstüne yapıştırılması idi. Karluklar bu yapıştırma tekniğini, testiler ve ağızlı

m a şr a p a l a r d a başarıyla kullanmışlardır.

Peçenekler?de maden işlemeciliği ile sürahi, çanak, maşrapa gibi araç-gereç

yapımında usta idiler. Peçeneklere ait sanat eserlerine en güzel örnekler, 1799 yılında

Macaristan?ın Torantal ilindeki Nagyszentmiklos Köyü?nde bulunan hazinedir. 23 parça

üründen oluşan Peçenek hazinesinde sürahi, çanak, maşrapa, vazo, irili-ufaklı taslar yer

a l m a k t a d ı r. Altın kaplar ve üzerlerindeki süslemeleri, Orta Asya figürlerini çağrıştırmaktadır.

Günümüzde Viyana?da sergilenmektedir (Resim4-7).

Resim 4-7 : Nagyszentmiklos hazinesine ait olan bir vazo

Türkler, Orta Asya?da sanatın hangi dalları ile uğraşmışlardır?

Minyatür nedir?

Mimari yapılarda kubbeyi ilk kullanan Türk toplumu hangisidir?

Peçenek hazinesi nerede bulunmuştur?

imza yok!

Estimable

Profil Bilgileri

Özel Mesaj

Açtığı Konular

Web Site

Arkadaşlık Gönder

ADMINISTRATOR

Rep Gücü : 0 [+]

Nerden : Türkiye

Yaş : 31

Cinsiyet : Erkek

Paylaşım : % 393

Tecrübe : % 1,9

Güç : % 394,9

Son Giriş : 31.12.2009 20:17:35

Macmes.com 12.11.2009 09:49:14

1

Mesaj Yazabilmek İçin Lütfen Kayıt Olun.

Veya Giriş Yapın. Bir Forum Seçiniz --------------------Webmaster-------------------- Asp Php Webmaster GENEL --------------------Bilgi Bankası (Databank) (Ödev)-------------------- Lise Bilgileri Üniversite Bilgileri Slayt ve Döküman Arşivi --------------------Ödevler-------------------- Hazır Ödevler --- Almanca Ödevler --- Astronomi --- Basın yayın --- Biyografi --- Çevre Bilimleri --- Din & İlahiyat --- Eczacılık --- Ekonometri --- Elektroteknik --- Fen - Fizik --- Genel Kültür --- Havacılık ve Uzay --- Hukuk --- İngilizce Ödevler --- Jeofizik --- Kimya --- Madencilik --- Metal --- Mühendislik Bilimleri --- Otelcilik --- Rehberlik --- Sağlık - Tıp --- Sigortacılık --- Tarih --- Turizm --- Ziraat --- Bilgisayar --- Biyoloji --- Edebiyat - Türkçe --- Ekonomi & İşletme --- Fransızca --- Müzik --- Sosyal Bilimler --- Vatandaşlık --- Bilim - Teknoloji --- Eğitim --- Felsefe --- Matematik --- Kitap Özetleri --- Psikoloji --- Siyasal Bilimler --- Sosyoloji --- Yabancı dil - Lisan --- Coğrafya --------------------Danışman-------------------- Hukuk Sağlık Evcil Hayvan Ekonomi, Finans, Borsa Turizm ve Tatil --------------------Aşk Doktoru-------------------- Aşk & Sevgi Hayat Bilgisi Şiirleriniz Aşk Doktorunuz --------------------Bıdıbıdı-------------------- BıdıBıdı --------------------Motorlu Araçlar Dünyası-------------------- Motorlu Araçlar Genel Konular Tuning Otomobil Tavsiyeleri ve Karşılaştırmalar --------------------Programlar-------------------- Programlar Türkçe Yamalar --- Türkçe Yama İstek --------------------Eğitim-------------------- 1. Sınıf Dokümanları Bilgi Bankası --------------------TV Dizileri - Sinema - Tiyatro-------------------- TV Dizileri --- Adanalı --- Akasya Durağı --- Arka Sokaklar --- Arka Sıradakiler --- Asi --- Avrupa Yakası --- Aşk yakar --- Aşk-ı Memnu --- Binbir Gece --- Doktorlar --- Elveda Rumeli --- Genco --- Hatırla Sevgili --- Kavak Yelleri --- Yaprak Dökümü --- Tek Türkiye Yabancı Diziler Sinema, Tv, Tiyatro Film tanıtımları Fragmanlar --------------------Kadın-------------------- Diyetler --------------------Eğlence-------------------- HEY SEN! Beni Tanıyor musun? Fan Club Magazin Benim Memleketim Burçlar ve Fal Dünyası --------------------Güvenlik-------------------- Güvenlik ve güvenlik açıkları Yeni Başlayanlar Msn, Icq, Yahoo Messenger Yardım --------------------Bilgisayar-------------------- Windows işletim sistemi Office Yardım ve Destek Forumu Network ve internet --------------------Donanım-------------------- Donanımlar Sistem Önerileri Güncel Driver / BIOS / Firmware --------------------Oyun-------------------- Oyun Hileleri Ps2 Ve Tüm Oyun Konsolları Silk Road Online Counter Strike Online Knightonline Diğer Online Oyunlar

Bu forumda yeni konular açamazsınız

Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz

Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz

Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Forum kurallarına aykırı başlıkları yetkililere bildirebilirsiniz

Bu forumdan dosya indiremezsiniz

Copyright © 2009 - 2010 macmes.com

MacMes'i Ana Sayfanız Yapın

İÇERİK DESTEKLERİ

Sohbet Laptop Tamir Oyunlar ingilizce cümle çeviri Ahmet Maranki Fm 2010 Türkçe Yama Dizi Seyret Online Sudoku Oyna Araba Oyunları Gazeteler

ingilizce cümle çeviri ingilizce türkçe cümle çeviri cümle çeviri ingilizce cümle çevir Rss çoklu msn indir Okey Oyna hava durumu

PorDus.Com Version 4.0

Powered by Alper Mutlu TOKSÖZ ®

Copyright ©2008 - 2009, Alper Mutlu TOKSÖZ.


ylmzksgn
Genel Müdür
04 Ocak 2010 11:56

TARİH

DEVİRLER ve MEDENİYETLER

Zamana Göre: İlkçağ uygarlıkları

Fatih Devri.

Mekana Göre: Orta Asya Türk Tarihi, Anadolu Tarihi, Avrupa Tarihi.

Konuya Göre: Siyasi tarih, Kültür tarihi, İktisat Tarihi, Bilim Tarihi.

TARİHİN ÖZELLİKLERİ

* Tarihi olaylarda kesinlikle DENEY-GÖZLEM yapılamaz.

* Tarihi olayda üç önemli unsur olmalıdır;

YER ? ZAMAN ? İNSAN (Toplum)

* Tarihçi OBJEKTİF olmalıdır. Olayları, zamanına ve şartlarına göre değerlendirmeli.

* ?Tarih yada Tarih Çağları ne zaman başlamıştır?? gibi bir soruya nasıl cevap verebiliriz?

* Yazının icadı, Kil tabletler, Yazılı belgelerin bulunması ile, Sümerlerin yazıyı bulması.

* Tarih Öncesi medeniyetler, devirleri aynı anda yaşamamışlardır. Örnek: Mısır medeniyeti Maden devirlerini yaşarken, Anadolu medeniyetleri Cilalıtaş devrini yaşayabiliyordu.

* İki medeniyetin aynı devirleri yaşaması;

1. İhtiyaçların aynı olması ile,

2. Etkileşim (göç, ticaret, savaş) olması ile olabilirdi.

* Tarih Öncesi devirleri aydınlatmada kullanılan tarihe yardımcı en önemli bilim ARKEOLİJİ.

* Tarih devirlerini aydınlatmada en önemli yardımcı bilim PALEOGRAFYA ve DİPLOMATİKA.

? Farklı mekanlarda ve şartlarda gerçekleştiği için, Tarihin belirli kanun ve kuralları yoktur.

? Tarihi olaylar tekrarlanamaz, deney ve gözlem yapılamaz. Bu özelliği ile Fen bilimlerinden ayrılır. Belgelere dayandığı için ve Sebep-Sonuç ilişkisi ile araştırma yaptığı için Tarih bir bilimdir.

SORU: Tarih öncesi devirleri aydınlatmada kullanılmayan tarihe yardımcı bilimler nelerdir?

ü Paleografya (Eski yazı bilimi)

ü Diplomatika (yazışma ve antlaşma)

ü Epigrafya (Anıt, kitabe bilimi)

ü Nümizmatik (eski paraları inceler)

SORU: Tarih öncesi devirlerde toplumlar arası iletişim nasıl olurdu?

? Ticaret

? Göç

? Savaş

SORU: Tarih öncesi devirlerin dünyanın her yerinde aynı anda yaşanmamasının en önemli nedeni nedir?

? Toplumlar arası iletişimin yavaş olması.

SORU:

Tarih öncesinde yaşayan insanlar eşya ve alet yapımında aşağıdaki maddelerden hangi sırayla yararlanmaya başlamışlardır?

A)Toprak-Taş-Maden

B)Taş-Maden-Toprak

C)Taş-Toprak-Maden

D)Maden-Taş-Toprak

E)Beton-Prefabrik-Uranyum

SORU: Tarih biliminin yararlandığı aşağıdaki kaynaklardan hangisi öznel ve taraflı bilgi verir?

A)Haritalar

B)Antlaşmalar

C)Fermanlar

D)Hatıralar

E)Arkeolojik buluntular

TARİH ÖNCESİ DEVİRLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ

n Tarih öncesi dönemlerin devirlere ayrılmasında, kullanılan araç-gereçlerin malzemesi baz alınmıştır.

n Tarih öncesi dönemlere karanlık devirler de denir.

n Bütün devirler bütün toplumlarda aynı anda yaşanmamıştır.

n Her toplum bütün devirleri sırasıyla yaşamamıştır.

n Devlet düşüncesinin ortaya çıkması Tunç devrindedir.

n İnsanların ihtiyaçları, icatları ortaya çıkarmıştır.

İlk Yazı: SÜMER (Çivi yazısı)

İlk Para: Lidya (Anadolu medeniyetidir)

İlk Takvim (Güneş yılı esaslı): Mısır

İlk Cumhuriyet: ROMA

İlk yazılı antlaşma: (Hitit-Mısır) Kadeş ant.

TARİH ÇAĞLARININ GENEL ÖZELLİKLERİ

n İLKÇAĞ(M.Ö.3200-M.S.375):

Yazının icadı ile kavimler göçü arası dönemdir. Çok tanrılı dinler yaygın. Köleci toplum vardır. Tarım ve hayvancılık yapılır.

n ORTAÇAĞ(375-1453):

Merkezi krallıklar yıkılmış, feodalite dönemi başlamıştır. İslamiyet doğmuştur. Avrupa?da karanlık çağ yaşanır. Skolastik düşünce çağa egemen olmuştur.

n YENİÇAĞ(1453-1789):

Merkezi krallıklar yeniden güçlenmiştir. Avrupa?da bilimsel gelişmeler hızlanmış. Sömürgecilik artmıştır.

n YAKINÇAĞ(1789-?.):

Merkezi krallıklar ve çok uluslu imparatorluklar yıkıldı. Milli devletler kuruldu. Demokrasi, eşitlik ve ulusçuluk yayıldı. Liberalizm ve sosyalizm akımları sistemleşmiş, işçi sınıfı ortaya çıkmıştır.

İLK ÇAĞ MEDENİYETLERİNİN

GENEL ÖZELLİKLERİ:

Genellikle iklim ve yer şekillerinin uygun olduğu su kenarlarında kurulmuşlardır.

§ Daha çok tarıma dayalı üretim vardır.

§ Genellikle site (kent) devleti biçiminde oluşmuşlardır.(Polis, Nom, Site)

§ Çok tanrılı din yaygındır.(ilk tek tanrılı din İbranilerdedir)

§ Yönetim anlayışları tanrısaldır:

§ Bütünüyle tanrısal: Mısır(tanrı kral)

§ Yarı tanrısal: Mezopotamya (rahip kral)

SORU: Mezopotamya?da bir çok medeniyet kurulmasının nedenleri nedir?

§ Göç yolları üzerinde bulunması,

§ Topraklarının verimli olması,

§ İklimin elverişli olması,

§ Irmaklarından sulama yapılabilmesi

* Sümer kanunları fidye, Hammurabi (Babil) kanunları kısasa dayalıdır.

* Sümer kanunları şehir veya küçük bir bölgeyi idare etmek, Babil ve Asur kanunları ise büyük bir ülke veya devleti idare etmek için yapılmıştır. (Merkeziyetçi-güçlü olmak amaçlanmıştır)

LİDYALILAR

§ Kral yolunu yapmışlardır (Sard-Ninova).

§ Parayı ilk kez kullanmışlardır.

§ Paralı askerleri vardır.

!!! Not: Kolay yıkılmalarına sebep olacaktır.

§ Hammurabi kanunları ilk Anayasa kabul edilir. Daha sert ve ?kısas?a dayanır. Devletin gücü, din yerine orduya dayandırılmıştır.

§ Rahip Kral özelliğine son verilmiş, ilk mutlak krallık kurulmuştur.

!!!! Anadolu?nun en eski yazılı belgeleri olan Kayseri Kültepe tabletleri, Asurlu tüccarlardan kalmıştır.

!!!Not: Yani Anadolu?da ilk yazılı belgeler bu tabletlerdir. Bundan dolayı Anadolu?nun tarih çağlarına geçmesi Asurlu tüccarlar sayesinde olmuştur.

!!! HİTİTLER, İlk meşruti yönetimi oluşturdular (Pankuş Meclisini kullanarak)

Hititlerin hem çivi hem hiyeroglif yazıyı kullanmaları neyin göstergesidir?

Hitit medeniyetinin hem Mısır hem de Mezopotamya?dan etkilendiğinin göstergesidir.

Tarih yazıcılığı ilk defa Hititlerde başlamıştır.(Yıllık-Anal) Her yıl devlette olan olayları, tanrıya hesap vermek amacı ile hazırlayıp tanrıya verilmek üzere krala sunmuşlardır. Tanrıya hesap verme amacı ile yazıldığı için yanlış bilgi bulunmaz, yani tarafsız tarih bilgileri verirler.

!!! Fakat bütün yıllıklar tarafsız bilgi vermezler.

!!! Frigler, Tarım ve Hayvancılıkla uğraşmışlar.

NOT: Tarımı korumak için sert

kanunları vardır. (Saban kıran, öküz öldüren, devlet tarafından öldürülürdü)

Yunan Kolonilerinin Kurulma Nedenleri:

§ Tarıma müsait olmayan Yunanistan?ın dağlık arazisi yerine daha uygun yer arayışı.

§ Nüfus artışı.

§ Yunanistan?ın coğrafi konumu.

§ Yeni Pazar arayışları.

§ Toprağını kaybeden köylülerin köle olmamak için, yeni yurt arayışına girmesi.

Mısır Medeniyetinde; Mumyacılık gelişti.(Tıp ve Eczacılığı geliştirdi)

NOT: Mumyacılık, ölümden sonraki yaşama

(Ahiret inancı) inandıklarının göstergesidir.

NOT: Etrafı çöller ve denizler ile çevrili olduğu (doğal setler) için Mısır Uygarlığı, Mezopotamya dışındaki hiçbir medeniyetten etkilenmemiştir. !!! Kendine özgü bir medeniyettir.

HİNT MEDENİYETİ

NOT: Sık sık istilalara uğraması burada güçlü bir devlet ve önemli bir medeniyet kurulmasını önlemiştir. Çok değişik din, dil, ırk, mezhepten insanların bulunmasına sebep olmuştur.

NOT: KAST Sistemi olması, Hindistan?da millet anlayışının gelişmesini önlemiştir. (Hint milleti çok uzun zaman içinde oluşacaktır)

NOT: İklimin sıcak olması da insanların savaşçılık özelliğinin kaybolmasına ve güçsüz bir devletin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

FENİKELİLER

§ Tarım pek gelişmemiş fakat DENİZ TİCARETİ oldukça gelişmiştir.

§ KOLONİCİLİK yapmışlardır. (Kartaca kolonisi vardır)

NOT: Kolonilerine sadece ekonomik amaçlı gittikleri için uzun süre tutunamamışlardır.

? Alfabeyi (Harf Yazısı) ilk defa kullanmışlardır.

? Alfabeyi daha sonra İyon, Yunan ve Roma geliştirmiştir.

ÇİN MEDENİYETİ

§ Çin?de iki türlü mimari gelişmiştir.

- Askeri mimari (Çin Seddi)

- Dini mimari (Budist tapınakları)

? Maden az bulunduğu için; Çinicilik, porselen, seramik gibi sanatlar gelişmiştir.

? Matbaa, kağıt, pusula, çini mürekkep ilk kez Çin?de bulunmuştur.

? Tarih yazıcılığı çok gelişmiştir (Türkler hakkında ilk bilgileri Çin kaynaklarından öğreniyoruz)

HELEN MADENİYETİ

§ Makedonyalı İskender?in İyon şehir devletlerini Pers istilasından kurtarmak için M.Ö.334 yılında yaptığı Doğu (Asya) seferi sonucunda kuruldu.

- Anadolu, İran, Mezopotamya ve Mısır?ı ele geçirdi.

- Doğu-Batı kültürünün kaynaşmasından sentez bir medeniyet olan ?Hellenizm? doğmuştur.

- Doğu-Batı ticareti ve kültürel etkileşim artmıştır.

- Önemli şehirler kurulmuştur (İskenderiye, İskenderun)

- Hellenizm; Roma ve İslam medeniyetini etkilemiştir.

TARIMSAL ALETLER

Saban, Değirmen taşı, Öğütme taşı,

Tırpan, Orak, Su kanalı

M İ M A R İ

DİNİ TİCARİ TARIMSAL

Mabet Han, Karum(Pazar) Su yolu

Sunak Kervansaray Kanal

Tapınak Liman Değirmen

Ziggurat Ziggurat Ziggurat

ASKERİ

Çin Seddi,

Kale, Sur,

MISIR?da MİMARİ

MEZOPOTAMYA?da ASTRONOMİ

SÜMER?de ZİGGURAT

ANADOLU?da (Hitit) TARİH YAZICILIĞI

YUNAN?da OLİMPİYATLAR

DİNİ İNANIŞ SAYESİNDE GELİMİŞTİR

ÖNCE SONRA

TARIM Yerleşik Hayat

YAZI Tarih Devirlerinin Başlaması

PARA Takas Sisteminin Sona Ermesi

Hayvanlar Ulaşım Kolaylaştı

Evcilleşti

ATEŞ BULUNDU -Isınma Sorunu Çözüldü

-Yabani Hayvanlardan

Korunma Sağlandı

AHİRET İNANCI Eczacılık ve Mumyacılık

Gelişti (Mısır?da)

!!!! YORUMLAR

Tarihi çağlara ayırmanın ve yer, konu olarak bölmenin amacı;

Araştırma ve İncelemesini kolaylaştırmak.

Tarım Başlayınca;

- İnsanların yaşamı değişir,

- Toplumsal yaşam başlar,

- İnsanlar Üretici olur.

Coğrafi konumlarından dolayı;

- Çin?de az maden bulunduğu için porselencilik gelişmiştir.

- Mezopotamya?da taş olmadığı için mimari eser yoktur.

- Fenike deniz kıyısı olduğu için deniz Ticareti ile meşgul olmuştur.

Siyasi Gücü Koruma (Merkezi Otoriteyi Güçlendirme);

- Güçlü bir ordu ile,

- Şiddet ve baskı içeren yasalar ile olur.

Sümer şehir devletlerinin başında bulunan yönetici aynı zamanda rahip kral özelliğine sahiptir. Bu durum;

- Teokratik yönetim olduğunu,

- Siyasi birlik olmadığını gösterir.

KÖLE var ise;

- Sınıflı toplum vardır.

- Toplum millet olmakta zorluk çeker.

- Kölelerin bazı hakları var ise, yasalar ılımlı yada insancıldır.

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DEVLETLERİ

- Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır.

- Konar göçer (yarı göçebe) yaşam vardır.

- Göçebe olmalarından dolayı ceza evleri yoktur yani cezaları uzun süreli değildir. (ölüm yada 10-15 gün hapis gibi)

- Savaşçıdırlar ve bağımsızlıklarına düşkündürler.

- Adalet ve hoşgörü sahibidirler.

- Teşkilatçı yapıları gelişmiştir. (İki Türk bir araya gelirse devlet kurmaya kalkar)

- Aileye büyük önem verilir.

- Gelenek ve göreneklerine (töre) bağlıdırlar.

- Sosyal sınıf farklılıkları ve kölelik yoktur. (göçebe yaşam olduğu için)

- Ülke hükümdar ailesinin ortak malıdır. (Bu anlayış ilk Türk Devletlerinin ömrünün kısa olmasına ve çabuk yıkılmalarına sebep olmuştur.)

- Türk devletlerinde ilk yazılı belgeler KUTLUK (II.Göktürk) devletine aittir ORHUN KİTABELERİ.

- Türklerde ilk defa yerleşik hayat geçen ve şehir kuran Türk devleti UYGURLAR?dır.

SORU: Türk Devletlerini göçe zorlayan sebepler nelerdir?

Ø İklim Değişikliği,

Ø Nüfus artışı,

Ø Çin esaretinden korkmaları,

Ø Boylar arası çekişmeler.

SORU: Türk Devletleri?nin yıkılma nedenleri nelerdir?

Ø ?Ülke, hanedanın ortak malıdır? anlayışı,

Ø Boylar arası mücadele,

Ø Çin baskısı.

SORU: Türklerin İslam dünyasına katkıları nelerdir?

Ø Halifeliğin korunması,

Ø İslam dininin yayılması,

Ø İslam medeniyetinin geliştirilmesi,

Ø İslam ordularının güçlendirilmesi.

SORU: Mısır?da kurulmuş olan Tolunoğulları ve Ihşidiler?in çabuk yıkılmasının sebebi nedir?

Ø Yöneticilerin Türk, halkın Kıpti (Arap) olması.

SORU: Dünyada Türklerin öncülüğü ile gelişen alanlar nelerdir?

Ø Bağımsızlık anlayışı,

Ø Ordu düzeni (onluk-METE),

Ø Madenlerin İşlenmesi,

Ø Savaş Sanatı.

TİCARET YOLLARI

Ø İpek Yolu: Çin-Karadeniz-Suriye

Ø Kürk Yolu: Asya-Avrupa

Ø Baharat Yolu: Hint-Mısır

İSLAM TARİHİ

Emeviler?in Yıkılış Nedenleri

Ø Arapların kendi aralarındaki mücadeleleri.

Ø Arap olmayanlara değer verilmemesi ve onlara köle (Mevali) gibi davranılması (Arap milliyetçiliği)

Ø Fetih hareketlerinin durması.

Ø Emevi ailesi (ümeyye oğulları) arasında geçimsizlik başlaması.

Ø Emevi maliyesinin bozulması.

Ø Arap olmayan Müslümanlardan haraç ve cizye alınmaya devam edilmesi.

Ø Şii, harici ve Abbasi oğullarının yıkıcı çalışmaları.

ABBASİLER

Bağdat merkez.

Ø Bağdat?ta rasathane kuruldu.

Ø Türklere önem verildi. Devlet memurluklarına ve ordu komutanı görevlerine getirildiler.

Ø Irkçı politika izlemediler.

Ø İlim ve kültüre önem verdiler.

Ø Ümmetçidirler (Yani Arap milliyetçiliği yapmayıp, İslamiyet?i yaymak için çaba sarf ettiler).

EKONOMİ ve VERGİLER

A.Müslümanlardan alınan vergiler:

ZEKAT : Malının 1/40?ı kadar verilirdi.

AŞAR : Tarım ürününün 1/10?u.

AĞNAM : Hayvan vergisi.

B.Zımnilerden (Müslüman Olamayanlardan):

CİZYE : Kafa yada kelle vergisi (Askerlik yapmadığı için genç gayrimüslim erkeklerden alınırdı).

HARAÇ : Tarım ürününün 1/5?i.

C.Savaş Ganimetleri: 1/5?i devlete.

D.Bağlı devlet ve beyliklerden alınan vergiler.

Kalıcı Bağlantı Yorum (0) Yorum yaz!

Öss Tarih Konu Anlatımı ve Notları Soru ve cevaplar TÜRK-İSLAM T

28/4/2009 · Kategori: Oss Konu Anlatimlari-Tarih

TÜRK-İSLAM TARİHİ

TALAS Savaşı

? ÇİN DEVLETİ İLE ARAP DEVLETİ (ABBASİ) KARŞI KARŞIYA GELMİŞTİR

? TÜRKLER ABBASİYİ DESTEKLEMİŞTİR.

? SONUÇLARI:

- Abbasi kazanmıştır.

- Türkler ile Araplar yakınlaşmış ve Türkler arasında İslamiyet yayılmaya başlamıştır.

- Türkler Abbasi devletinde yönetim ve askeri alanda önemli görevlere getirilmişlerdir.

- Müslümanlar Kağıt ve Matbaayı öğrenmiştir.

? Müslümanların öğrendiği buluşlar daha sonra Haçlı Seferleri ile Avrupa?ya ulaşacaktır.

? Çin?in Batıya ilerleyişi durdu, Çin kabuğuna çekildi.

Soru: Türklerin İslamiyet?i kabul etmesini kolaylaştıran sebepler nelerdir?

- Göktanrı inancı ile İslamiyet?in benzer yanlarının olması. (Tek tanrı, ahiret inancı, kurban kesme, cennet cehennem)

- Abbasi devletinin hoşgörü politikası.

- Türklerin ?cihan hakimiyeti? ile Müslümanların ?cihad? politikalarının benzemesi.

!!! İslamiyeti kabul eden ilk Türk boyu KARLUKLAR?dır.

!!! İslamiyeti kabul eden ilk Türk devleti KARAHANLILAR?dır.

Karahanlılar:

!!!Türk kültürüne ve Türkçe?ye önem vermişlerdir. (Milliyetçi, ulusçu, Türkçü olduklarının göstergesidir)

!!! İlk ticari amaçlı kervansaraylar bu dönemde yapılmıştır. (ticarete önem verildiğinin göstergesidir)

Gazneliler:

!!!Gazneli Mahmut Hindistan?a 17 sefer yaparak burada İslamiyet?in yayılmasını sağladı. (İslamiyet?te eşitlik olduğu için Kast sistemi darbe almıştır)

!!!Abbasi halifeliğini Şii Büveyhoğullarının baskısından kurtardı. (Türkler İslamiyet?in koruyuculuğunu üslenmiştir)

Büyük Selçuklu Devleti:

Malazgirt Savaşı (1071):

n Sonuçlar:

n Türkler büyük bir zafer kazandı.

n Bizans İmparatoru Romen Diyojen esir düştü.

n Not: Malazgirt zaferi ile Anadolu?nun kapısı Türklere açıldı. Türkler Anadolu?ya yerleşmeye başladı.

n Alp Arslan, komutanlarını Anadolu?nun fethi ile görevlendirdi. (Bunun sonucunda kılıç hakkı ile beylikler kurulacaktır)

n !!!! Beyliklerin kurulması şunlara sebep oldu:

- Anadolu kısa sürede feth edildi,

- Anadolu kısa sürede Türkleşti,

- Anadolu?da Türk kültürü ve medeniyeti yayıldı,

- Anadolu?da İslamiyet yayıldı.

Bu beyler Selçuklulara yarar sağlamışlar fakat daha sonra bağımsız hareket etmeye başlamış ve feodal bir yapının ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. (Bu durum merkezi otoriteyi olumsuz yönde etkilemiştir)

Tolunoğulları ve Ihşidiler:

? Mısır?da kurulan ilk Türk devletleridir.

? Yönetici Türk halkı Arap olduğu için kısa sürede yıkılmışlardır.

? Mısırın bayındır (mimari eser ve belediye hizmetleri) hale gelmesinde önemli katkıları olmuştur.

Eyyubiler:

*Haçlılar ile başarılı savaşlar yaptı.

*Mısır?da Türk devlet teşkilatını uyguladılar ve resmi dilleri Türkçe?dir.(Milliyetçilik göstergesi)

Memlükler (Mısırda kurulmuş bir Türk devleti)

? Memluk devletinde Türkçe bilmek bir ayrıcalıktı. Türkçe bilmeyenler yönetimde yükselemezdi. (Milliyetçi özelliğidir)

? Egemenlik anlayışı bakımından diğer Türk devletlerinden ayrılırdı. Kut anlayışına göre hükümdar ve ailesi devleti yönetirken, Memlükler?de Türkçe bilen güçlü ve yetenekli her komutan hükümdar olabiliyordu. (Bu durum çok sayıda hükümdarın tahta geçmesini sağlayacaktır)

? Osmanlıdan üç yüz yıl daha az yaşamalarına rağmen tahta geçen hükümdar sayısı daha fazla olmuştur.

SORU: Türkler?in İslamiyeti kabul etmesi, sosyal ve kültürel yaşamında ne gibi değişiklikler meydana getirdi?

- Arapça?nın kullanılması ve hatta resmi dil ve bilim dili olması.

- Hicri Takvim?in kullanılması.

- Cami, Mescit, Minare, Kümbet vs. mimari eserler yapılması.

SORU: İlk Müslüman Türk devletlerinde kilise, manastır ve rahiplere konan vergilerin kaldırılmasının amacı nedir?

- Devlet ile gayrimüslim vatandaşları ve din adamlarını kaynaştırmak ve devlete bağlılığını arttırmak.

SORU: Malazgirt zaferinden sonra Anadolu topraklarında Selçuklu egemenliği artarken, Bizans egemenliği azalmıştır. Bu neyin göstergesidir?

- Türklerin Anadolu?daki etkinliğinin giderek artığının ve Anadolu?nun Türkleşmeye devam ettiğinin.

ÖNCE SONRA DAHA SONRA

Türk-Arap Türkler İslamiyet?i Türklerin İslam

komşu kabul etmeye başladı. medeniyetine

oldu. katkıları oldu.

SORU: Büyük Selçuklu Devleti?nde;

- Nizamiye Medreselerinin açılması,

- Bilim adamlarının himaye edilmesi.

neyin göstergesidir?

Selçukluların Eğitim ve Bilime verdiği önemin.

SORU: Türk Devletlerinde taht kavgaları yaşanmasında etkili olan sebepler nelerdir?

- Komşu ülkelerin Türk Prensleri kışkırtması,

- Ülke hanedan üyelerinin ortak malıdır anlayışı,

- Beyliklerin ve boyların prensleri kışkırtması.

NOT: Büyük Selçukluda Atabeylerin bağımsızlıklarını ilan etmeleri merkezi otoriteyi zayıflatmıştır.

SORU: Büyük Selçukluda toprak fethedenin malı sayılması neye neden olmuştur?

- Feodal beyliklerin ortaya çıkmasına.

SORU: Talas Savaşı sonunda Türk boylarının İslamiyeti kabul etmeleri neyin göstergesidir?

- Askeri olaylar toplumlararası etkileşime ortam hazırlamıştır.

Soru:

- Göçebelerin yerleşik hayata geçirilmesi,

- Sulama kanallarının açılması.

Bu çalışmalar neyin göstergesidir?

* Tarımı geliştirme amacı vardır.

Türkler, İslamiyet?i kabul ettikten sonra İslam dünyasının koruyuculuğunu üslenmiştir.

Bunun örnekleri;

n Gazneli Mahmut?un, Bağdat halifesini baskıdan kurtarması,

n Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey?in Abbasi halifesini koruması ve himaye etmesi,

n İslam dünyasına düzenlenen Haçlı Seferlerine karşı koymaları,

n Osmanlı padişahlarının, Müslüman devlet ve beylikleri korumaya çalışmaları.

Soru: Memlükler?de devlet savaş zamanı ve ekonomik durumu kötü olduğu dönemlerde vatandaşlarının mallarına el koyabiliyor yada istediği fiyattan satın alabiliyordu.

Bu durum neyin göstergesidir?

n Özel mülkiyet hakkının zaman zaman devlet tarafından kısıtlandığı.

Soru: Şehzadelerin atabeyler gözetiminde illere yönetici olarak gönderilmesi neyin göstergesidir?

İleriki dönemlerde devletin başına geçecek olan kişilerin tecrübe kazanması amaçlanmıştır.

Soru:

İslam devletleri;

- Düşünce özgürlüğünü kısıtlamamıştır.

- Bilimsel eserler Arapça?ya çevrilmiştir.

- Bilim adamlarına serbest çalışma ortamı yaratılmıştır.

Bu çalışmalar neye sebep olmuştur?

Müslüman bilginlerin pozitif bilimlere öncülük etmesine sebep olmuştur.

Soru:

- Fenikelilerin Akdeniz?de kurduğu koloniler alfabenin batıya taşınmasında etkili olmuştur.

- Asurlular Hititler ile yaptıkları ticaret faaliyetleri sırasında çivi yazısını Anadolu?ya getirmişlerdir.

Bu bilgiler birlikte düşünüldüğünde nasıl bir yorum çıkarılabilir?

Kültürel etkileşimde ticaret ön plandadır.

Soru:

- Ürünlerin fiyat ve kalite standardının belirlenmesi,

- Kurallara uymayanların meslekten çıkarılması.

Lonca örgütünün bu yetkileri hangi amaca yönelik hazırlanmıştır?

Hem üreticiyi hem tüketiciyi koruma amacı vardır.

TÜRKİYE TARİHİ

1. İlk Beylikler Dönemi (Malazgirt?ten sonra kurulan beylikler)

2. Anadolu Selçuklu Devleti

3. İkinci Beylikler Dönemi (Kösedağ Savaşı?ndan sonra kurulanlar)

4. Osmanlı Devleti

5. Türkiye Cumhuriyeti

!!! I.Haçlı Seferinden (1096) dolayı merkez Konya?ya taşınmıştır. (İznik be Batı Anadolu?da üstünlük Bizans?ın eline geçmiştir)

Miryokefalon Savaşı (1176)

Anadolu Selçuklu X Bizans

- Türklerin Anadolu?dan atılamayacağı anlaşıldı (Anadolu kesin olarak Türk yurdu oldu)

- Bizans?ın son saldırısı, Türklerin son savunmasıdır.

- Türk-İslam dünyası üzerinde Bizans baskısı sona erdi.

- I.Haçlı Seferi ile Bizans?ın eline geçen Batı Anadolu?daki üstünlük Selçukluların eline geçmiştir.

!!! II.Kılıçarslan, Türk Devlet geleneklerine göre ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırmıştır. (Bu durum, daha hayatta iken oğulları arasında taht kavgalarının başlamasına sebep olmuştur)

I.İzzeddin Keykavus Ticareti geliştirmek için;

- Sinop alınarak Anadolu ticareti Karadeniz?e açıldı. (Burada ilk tersane kuruldu)

- Anadolu?da Kuzey-Güney, Doğu-Batı doğrultusunda yollar yapıldı ve bu yollara Kervansaraylar yapıldı.

- Yabancı tüccarlara düşük gümrük vergileri uygulandı.

- Anadolu?daki önemli merkezlere yabancı tüccarlar, Kırım, Kıbrıs, Mısır gibi yerlere de Türk tüccarlar yerleştirildi.

- Zarara uğrayan tüccarların zararı karşılandı (ilk sigorta sistemi)

I.Alaeddin Keykubat döneminde;

- Alanya alındı.

- Anadolu, uluslararası ticaret merkezi haline geldi.

- İlk deniz aşırı sefer, Kırım?ın Suğdak limanı alınarak yapılmış oldu. (Karadeniz?de üstünlük sağlandı ve İpek yolu ele geçirilmiştir)

Moğol Tehlikesine karşı alınan tedbirler;

- Doğudaki şehirlerin surları tamir edildi.

- Halife ile ilişkiler yoğunlaşmıştır. (Askeri birlik göndermiştir)

- Harzemşahlar?ın Doğu Anadolu ve Azerbaycan?a yerleşmelerine müsaade edilmiştir. (Tampon bölge)

- ASD, Harzemşah, Eyyubi ittifakı kurulmaya çalışıldı.

- Moğol hanı Ögeday ile dostluk kurulmaya çalışıldı.

Yassıçemen Savaşı (1230)

- Harzemşahlar?ın Ahlat?ı alması ile ilişkiler bozuldu.

ASD X HARZEMŞAH

- Harzemşahlar yıkıldı.

!!! Not: Bu savaş ile Anadolu Selçuklu devleti gücünü göstermiş ve Moğolların Anadolu?yu istilası gecikmiş, fakat tampon bölge kalktığı için Moğollar daha rahat ilerleme imkanı bulacaktır.

II.Gıyaseddin Keyhüsrev;

- 1240?ta Baba İshak (Babailer) isyanı çıkmış ve uzun süre bastırılamamıştır. (Bu durum ASD?nin zayıflığını belli etmiş ve Moğol istilası hızlanmıştır)

Kösedağ Savaşı (1243)

ASD X MOĞOL (İlhanlı-İran?da)

Kösedağ Savaşı?nın Sonuçları;

- Anadolu, Moğol istilasına girdi,

- ASD sultanları, Moğollar?ın kuklası haline geldi, sık sık taht değişikliği oldu,

- * Anadolu Türk birliği bozuldu, çeşitli beylikler kuruldu (Karamanoğulları, Candaroğulları, Osmanoğulları vs.)

- ASD yıkılma sürecine girdi,

- ASD ağır vergiler ile ezildi.

Yorumlar:

- Kervansaray yapımı,

- Ulaşım ağını düzenleme (hem ticaret hem merkezi otoriteyi iyileştirmek için)

- Gümrük vergilerini düşürme,

- Gümrük gelirlerinin artması (sonuçtur)

- Ticarette devlet güvencesi (Sigortacılık)

- Deniz kıyısı (liman) kentlerinin ele geçirilmesi,

- Yabancı tüccarlara ayrıcalık verilmesi,

- Türk tüccarların ticaret merkezlerine gönderilmesi

TİCARETİ GELİŞTİRMEK için yapılır.

*** Ahilik Teşkilatı: Esnaf ve zanaat grupları arasında dayanışmayı sağlayan, fiyatları belirleyen, kalite kontrolünü gerçekleştiren, haksız rekabeti önleyen bir tarikat ve bir kurumdur. Osmanlı Yükseliş devrine doğru manevi yönü azalmış ve Lonca olarak adlandırılmıştır.

NOTLAR:

- İkta sistemi, toprak sistemidir. Ticaret ile direkt bir ilgisi yoktur. Asker yetiştirmek, düzenli üretim yapmak, düzenli vergi toplamak, asayişi sağlamak gibi yararları vardır.

- Türk devletlerinde genelde toprağın sahibi devlettir. Halk kiracıdır ve ürün vergisi verir. Özel mülkiyet pek gelişmemiştir.

- Gaza ve Cihat, İslamiyeti yaymak için yapılır. Müslüman bir devlete karşı gaza-cihat yapılamaz.

Sebep Sonuç

Beylik ele geçirme Anadolu Siyasi Birliği

Para Bastırmak Bağımsızlık, Ekonomik refah

Düşük Gümrük Verg. Ticarette ve gelirde artış

Taht Kavgası Merkezi otoritenin bozulması

Özerk Yetki verilmemesi Ülke bütünlüğünü

koruma

Uluslararası ticaretin Gümrük gelirlerinin

gelişmesi artması

OSMANLI İMPARATORLUĞU

KURULUŞ DEVRİ

ÖNEMLİ OLAYLAR ve POLİTİKALAR:

İSKAN POLİTİKASI

FETİH POLİTİKASI

HOŞGÖRÜ POLİTİKASI

DEVŞİRME SİSTEMİ

ANADOLU SİYASİ (TÜRK) BİRLİĞİ

KARESİOĞULLARI?NIN ALINMASI

ANKARA SAVAŞI

FETRET DEVRİ

Tanım ve Kavramlar:

Aşar (öşür): Toprak gelirinin onda biri olan bu vergiyi halktan Tımar sahibi alırdı (Müslümanlardan).

Haraç: Müslüman olmayanlardan alınan beşte bir oranındaki gelir vergisidir.

Cizye (Kelle vergisi): Gayrimüslimlerden, askerlik yapmadıkları için yılda bir kez alınan vergidir. Askerlik çağına gelmiş sağlıklı erkeklerden alınırdı.

Ayan: Bir yerin bir bölgenin zenginlerinden olan. Büyük topraklara ve silahlı adamlara sahip ?ağa? (derebeyi).

Cülus Bahşişi: Yeni hükümdarın asker ve memurlara verdiği para.

Devşirme: Osmanlıda, Yeniçeri ocağına alınacak asker ihtiyacını karşılamak için Balkan topraklarındaki gayrimüslim ailelerden alınan çocukların yetiştirilmesi işi.

!!! Karesioğulları?nın Alınması ile (Çanakkale):

Osmanlı?nın;

n Rumeli?ye geçişi kolaylaşmıştır.

n Karesi beyliğinin önemli komutanları Osmanlı hizmetine girmiştir.

n Karesi Donanması Osmanlı?nın olmuştur.

n Anadolu Siyasi (Türk) birliğinin kurulmasında ilk adım atılmıştır.

!!! Orhan Bey dönemindeki teşkilatlanma çalışmaları:

n Divan teşkilatı kuruldu,

n Vezirlik makamı oluşturuldu,

n Kadılık teşkilatı kuruldu,

n Yaya ve müsellem adıyla ilk düzenli ordu kurulmuştur,

n İznik?te ilk medrese kurulmuştur (Orhaniye)

Not: Orhan bey döneminde Osmanlı beylikten DEVLET aşamasına geçmiştir.

!!! I.Murat dönemindeki teşkilatlanma çalışmaları:

n Yeniçeri ocağı kuruldu,

n Tımar sistemi uygulanmaya başlandı,

n Rumeli beylerbeyliği kuruldu.

NOT: I.Murat ?ülke, hanedan üyelerinin ortak malıdır? anlayışının yerine ?ülke, padişah ve oğullarının malıdır? anlayışına getirmiştir. Taht kavgaları önlemek amaçlandı. (Merkeziyetçilik amaçlandı)

Ankara Savaşı (1402):

* Timur?un batıya doğru yaptığı seferler sonucunda İran ve Irak ele geçirilmiş, Altınorda Devleti zayıflamış ve yıkılmıştır.

* Yıldırım Bayezid?den kaçan beyler Timur?a sığınmışlardır.

Sonuçları:

* Beylikler yeniden kuruldu (Anadolu Türk birliği bozuldu).

* Balkanlarda Türk ilerleyişi durdu.

* Bayezid?in çocukları arasında taht kavgaları başladı.

* Osmanlı Devleti dağılma tehlikesi geçirdi.

* Fetret Devri başladı. Osmanlı sağlam devlet örgütü sayesinde kısa zamanda toparlandı.

İskan Politikasının yada Türkleri Balkanlara yerleştirmenin amaçları nelerdir?

- Nüfus dengesini sağlamak, üretimde süreklilik.

- Türk-İslam kültürünü yaymak, merkeziyetçilik.

- İşsizliğe çözüm bulmak, asayişi sağlamak.

Orhan dönemindeki teşkilatlanma çalışmalarının sonucu nedir?

- Osmanlı, Beylikten Devlete geçti.

Osmanlı?nın takip ettiği hoşgörü politikasının amacı nedir?

- Balkanların fethini kolaylaştırmak,

- Devletin kalıcılığını sağlamak.

Osmanlı Devleti Kuruluş devrinde neden sık sık başkent değiştirmiştir?

- Fetih bölgelerine yakın olmak için.

Bağımsızlık alametleri nelerdir?

Bir beyliğin bağımsız olması için;

Bağlı olduğu devletin o beyliğe;

- Ferman, Bayrak, Sancak, Kılıç,

- Nevbet (Davul, Bando) vermesi gerekir.

Yada beylik;

- Para bastırması ve hutbe okutması gereklidir.

Haçlı ordularının amacı nedir?

- Osmanlıyı Balkanlardan atmaktır.

DİVAN ÜYELERİ ve DİĞER GÖREVLİLER

Vezir-i Azam (Sadrazam) Başbakan

Defterdar Maliye Bakanı

Nişancı Tuğracı, Tapu Kadastro

Şeyhülislam (Müftü) Ulemanın Başı, Fetvacı

Kazasker (Kadı Asker) Adalet ve Eğitim

Reis-ül Küttap Dış İşleri Bakanı

Kaptan-ı Derya (Kaptan Paşa) Donanma

Komutanı

Yeniçeri Ağası İstanbul Emniyet Müdürü

Rumeli Beylerbeyi Rumeli Eyalet Valisi

Kadı Adalet işleri (Hakim)

Subaşı Kazalarda Güvenlik Sorumlusu

OSMANLI YÜKSELME DEVRİ

İSTANBUL?UN FETHİ

CEM SULTAN OLAYI

ANADOLU SİYASİ (TÜRK) BİRLİĞİ

ŞAH KULU İSYANI (SAFEVİ-İRAN-Şİİ)

MISIR SEFERİ (HALİFELİK OSMANLI?NIN)

KAPİTÜLASYONLAR

SOKULLU MEHMET PAŞA ve PROJELERİ

İstanbul?un Fethi (29 Mayıs 1453):

Sebepleri:

§ Anadolu - Rumeli toprak bağlantısını kesmesi.

§ Rumeli güvenliğinin sağlanmak istenmesi.

§ Bizans entrikaları (Haçlı ittifakları, şehzade ve Anadolu beyliklerini kışkırtmaları)

§ Stratejik bir bölge olması.

§ Hz.Muhammed?in hadisindeki müjdeye ulaşmak istenmesi.

Sonuçlar:

Türk Tarihi Bakımından:

§ II. Mehmet ?Fatih? unvanını aldı.

§ İstanbul, Osmanlı?nın Başkenti oldu.

§ İstanbul boğazı ve Karadeniz ticaret yolu Osmanlı?nın eline geçti.

§ Rumeli?nin güvenliği sağlandı.

§ Anadolu ve Rumeli?nin bağlantısı sağlandı.

§ Osmanlı Kuruluş Dönemi bitti, Yükselme dönemi başladı.

Dünya Tarihi Bakımından:

§ Doğu Roma (Bizans) yıkıldı.

§ Doğu Ticaret yolları Osmanlı eline geçtiği için Avrupalılar yeni yollar aradı ve Coğrafi keşiflere sebep oldu.

§ Rönesans hareketlerine zemin hazırladı.

§ Surların yıkılabileceği anlaşıldı. Avrupa?da feodalite zayıfladı. Krallıklar güçlendi.

§ Ortodoksluk Osmanlı himayesine girdi.

§ Orta çağ sona erdi, Yeni çağ başladı.

§ Avrupalı devletler, İstanbul?da ilk sürekli elçiliklerini kurdu.

II.Bayezid Dönemi:

CEM SULTAN olayı:

* Cem Sultan olayına; Memlükler, Karaman beyleri, Dulkadiroğulları, Rodos Şövalyeleri ve Papalık karıştığı için sorun devletlerarası (uluslar arası) bir soruna dönüşmüştür. Bu olayı öteki şehzade olaylarından ayıran en önemli özellik budur.

Osmanlı-Memlük Savaşları:

Sebepleri:

* Fatih zamanından beri devam eden Hicaz su yolları meselesi.

* Cem Sultan?ı kışkırtmaları.

* Ramazan ve Dulkadiroğulları üzerinde hakimiyet mücadelesi.

* Karamanoğulları?nı desteklemeleri.

* Hindistan?dan gönderilen hediyelere Memlüklerin el koymaları.

- Savaşlardan kesin bir sonuç alınamamıştır. Ramazanoğulları beyliği toprakları Harameyn Vakıf toprağı olduğu için Memlüklü nüfuzuna bırakılmıştır.

Yavuz Sultan Selim Devri:

Mısır Seferi (Osmanlı-Memlük Savaşı)

Sonuçları:

* 1516 Mercidabık, 1517 Ridaniye savaşları ile Suriye, Filistin, Kudüs, Mısır ve savaşılmadan Hicaz ele geçirildi.

* Memluklar yıkıldı.

* Halifelik Osmanlılara geçti.

* Osmanlı devlet yönetiminde dini özellik önem kazandı. Teokratik bir yapıya kavuşmuştur.

* Çok büyük ganimetler elde edilmiş ve hazine altın ile dolmuştur.

* Baharat yolu Osmanlı?nın eline geçmiştir.

* Kutsal emanetler Osmanlı koruyuculuğuna geçmiştir. İslam dünyasında birlik sağlanmıştır.

* Venedikliler Kıbrıs için ödediği vergiyi Osmanlıya ödemeye başlamıştır.

Kanuni Sultan Süleyman Devri:

Kapitülasyonlar:

§ Bir devletin yabancı bir devlete tanıdığı, siyasi, ekonomik, dini ve hukuki ayrıcalıklardır.

§ 1479 Fatih (Venedik)

§ 1535 Kanuni (Fransa)

§ 1580 III.Murat (İngiltere, Hollanda)

§ 1740 I.Mahmut (Fransa) Sürekli hale geldi.

!!! Kapitülasyonların verilme nedenleri:

§ Avrupa Hıristiyan birliğini bozmak.

§ Akdeniz ticaretini canlandırmak.

§ Osmanlı mallarına batı Akdeniz?de Pazar bulmak.

NOT: Kapitülasyonlar, Osmanlı devletinin ticaretinin gelişmesini ve sanayisinin kurulmasını engellemiştir.

Sokullu Mehmet Paşa Dönemi:

Don-Volga kanal projesi sebepleri

§ Ruslar?ın Karadeniz?e inmelerini ve Kırım?a saldırmalarını önlemek.

§ Kafkas hanlıklarını hakimiyet altına almak.

§ Orta Asya Türkleri ile doğrudan irtibata geçmek.

§ İpek yolunu canlandırmak.

§ İran?ı kontrol altında tutmak,

amaçları ile yapılmak istenmişse de tamamlanamamıştır.

Merkezi otoriteyi güçlendirmek ve bölünmeyi önlemek için;

§ Taht kavgalarının önlenmesi,

§ Veraset sisteminin düzenlenmesi,

§ Kardeş katli usulü, (Fatih Kanunnamesi)

§ Ekber (en büyük) ve Erşet (reşit olan, akıllı) sisteminin getirilmesi,

§ Devşirme sisteminin uygulanması,

§ Miri toprak uygulaması (devlete ait topraklar),

§ Türkler?in merkez yönetiminden uzak tutulması,

§ Sancağa gönderilen şehzadelerin yetkilerinin kısıtlı olması.

OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENİYET

HALK: Askeri (Yönetenler) ve Reaya (Yönetilenler) olarak ikiye ayrılır.

ASKERİ SINIF:

**İLMİYE (Ulema): Adalet, Din, Eğitim ile uğraşanlar.(Kazasker, Şeyhülislam, Kadı ve Müderrisler)

**KALEMİYE: Mali ve bürokratik işlere bakarlar. (Defterdar, Nişancı ve Reis-ül Küttab)

**SEYFİYE:

- Kılıç ehli olarak bilinir.

- Devleti koruyan, asayişi sağlayan, sınırları genişleten sınıftır.

- Yönetim ve Askerlik işlerine bakarlar.

- Vezir-i Azam, Vezirler, Yeniçeri Ağası, Kaptan-ı Derya, Beylerbeyi, Sancakbeyi.

KAPIKULU Ordusu

*Yeniçeriler bu gruptadır.

*Merkez (İstanbul) ordusudur.

*Devşirmedirler.

*Sürekli Askerdirler.

*Ulufe adı verilen maaş alırlar.

*Cülus Bahşişi?de alırlar.

***Devşirme sistemi:

Balkanlardan alınan Hıristiyan çocukların Türk ailelerin yanına verilmesinin sebebi;

? İslamiyet?i öğretmek,

? Türkçe?yi öğretmek,

? Türk adet ve geleneklerini öğretmek.

!!! Osmanlı Devletinde farklı eğitim kurumlarının varlığını sürdürmesi, öğretim birliğinin olmadığının ve kültürel farklılığın kanıtıdır.

!!! Osmanlı Devleti?nde toplumun ümmet esasına (Müslüman-Gayrimüslim) göre örgütlenmesi ve halifelik, devletin ?teokratik? yapısını kanıtlar.


hayat:)
Aday Memur
04 Ocak 2010 20:36

g nnn c e l


kruvina
Şef
04 Ocak 2010 21:22

tsk ler


budauyeadibegenmio
Genel Müdür
05 Ocak 2010 22:29

bi ara bakimm buna


rmzsrdr
Kapalı
05 Ocak 2010 22:44

...


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:05

kaynak belirtilmeli]

1910'daki sıkıntılar nedeniyle Arnavutlar Osmanlı tarafında yer almamıştır.[kaynak belirtilmeli]

İttihatçı askeri örgütlenme ve taraftarların beceriksizliği nedeniyle Trakya Türkleri ancak 45,000 civarında bir seferber çıkarabilmiştir.[kaynak belirtilmeli]

Öte yandan savaşın kısa sürmesi Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Arap Yarımadası'ndaki birliklerinin bölgeye nakledilmesine dahi fırsat tanımamıştır.[kaynak belirtilmeli]

Osmanlı'nın kaybettiği topraklar [değiştir]

Bulgaristan ordusu, Çatalca'ya kadar ilerleyerek, İstanbul'u tehdit etmeye başladılar. Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan orduları, Makedonya'yı tamamen işgal ettiler. Diğer Balkan ülkelerini kendine karşı tehdit olarak gören Arnavutluk, mecburen bağımsızlığını ilan etti. Yunanistan; Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada dışındaki Ege Adaları'nı işgal etti.

Taraflar arasında savaşı bitiren anlaşma 1913 yılı mayıs ayında Londra'da imzalandı. Londra Antlaşması'na göre:

Arnavutluk bağımsızlığını kazandı.

Girit Adası Yunanistan'a verildi.

Osmanlı Devleti'nin Trakya sınırı Edirne'yi dışarıda bırakacak şekilde Midye-Enez Hattı oldu.

II. Balkan Savaşı [değiştir]

Ana madde: II. Balkan Savaşı

Bulgaristan'ın daha fazla toprak almasını kabul etmeyen Yunanistan, Karadağ, Sırbistan ve I. Balkan Savaşı'na katılmayan Romanya birleşerek, Bulgaristan'a karşı savaş açtılar. Bulgarların üst üste yenilerek Doğu Trakya'daki birliklerini batıya kaydırmasından faydalanan Osmanlı Ordusu, Midye-Enez çizgisini aşarak, Edirne ve Kırklareli'ni geri aldı.

II. Balkan Savaşı Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması ile bitti. Bu antlaşma ile Bulgaristan; Dobruca'yı Romanya'ya, Kavala'yı Yunanistan'a vermiş ve Makedonya'dan ufak bir toprak parçası almıştır.

II. Balkan Savaşı ve Osmanlı Devleti'nin Yaptığı Anlaşmalar [değiştir]

Bu antlaşmayı takiben Osmanlı Devleti yine 1913 yılında İstanbul Antlaşması'nı yaptı. Kırklareli ve Dimetoka, Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Batı Trakya ve Dedeağaç, Bulgaristan'da kaldı.

Osmanlı Devleti bu savaşın sonunda Yunanistan'la Atina Antlaşması'nı yaptı. Girit ve Ege Adaları, Yunanistan'a verildi. Yunanistan'da kalan Türklerin durumu da düzenlendi.Sırbistan ve Karadağ'ın, Osmanlı Devleti'yle sınırı kalmadığı için antlaşma imzalanmamıştır.

Osmanlı Devleti, Sırbistan ile de Bulgaristan'la yaptığından farklı bir İstanbul Antlaşması imzalamıştır.

Her üç anlaşmada da Balkan devletlerinin sınırları içinde kalan Türk topluluğunun durumuna ilişkin hükümler bulunmakta, Balkanlardaki Türk halkının din ve mezhep özgürlüğü, Türkçe öğretim yapan ilk ve orta okulların açılması gibi hususlara yer verilmektedir.

Elçiler Konferansı [değiştir]

İtalya ile Yunanistan'ın işgaline uğramış ve hukuken Osmanlı toprağı olan Ege Adaları konusunda bu anlaşmalarda herhangi bir hüküm yoktur. Bu konu ile Londra'da toplanmış bulunan "Elçiler Konferansı" uğraşıyordu. Konferans 1914 Şubat ayında Meis adası dışında İtalya'nın işgal ettiği adalar İtalya'ya, İmroz ve Bozcaada dışında Yunanistan'ın işgal ettiği adalar ise Yunanistan'a bırakılması kararını aldı. Ancak, yine konferansa göre bu kararın hukuki değer kazanabilmesi için İtalya ve Yunanistan'ın Osmanlı ile ayrı ayrı birer antlaşma yapması gerekiyordu. Bu antlaşmalar imzalanamadan I. Dünya Savaşı patlak vermiştir.

Sonuçlar [değiştir]

Osmanlı son dönemde kaybettiği topraklardan birazını geri kazanmış. Yunanistan Karadeniz kıyılarına ulaşmış. Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti yeni kurulan devletler karşısında büyük bir yenilgiye uğramış, Meriç Nehri'nin batısındaki tüm topraklarını kaybetmiş, Ege adalarının kaderini de büyük devletlerin eline bırakmak zorunda kalmıştır.

Ayrıca bakınız [değiştir]


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:09

Mustafa Kemal Atatürk'ün savaştığı cepheler:

Bazı kaynaklarda Atatürk?ün 1. Dünya savaşı?nda hangi cephelerde savaştığı konusunda bazı gereksiz tartışmalar yapılmaktadır.Yapılan bu gereksiz tartışmaların esas sebeplerinden birisi cephelerin isimlerinin yanlış zikredilmesinden kaynaklanmaktadır. Özellikle Kafkas cephesi ile Doğu cephesinin 1. Dünya savaşı?nda aynı anlama geldiğinin yeterince bilinmemesi, Suriye Filisitin cephesinin Sina-Filistin cephesi olarak yine aynı anlama geldiğinin bilinmemesi ve Hicaz-Yemen cephesinin bazı kaynaklarda güneydeki tek cephe olarak alınması ve Suriye-Filistin cephesinin devamı olduğunun bilinmemesi mevcut yanlışlıklardan en önemlilerindendir.Bizler Mustafa Kemal Atatürk?ün etkin ve aktif olarak 1. Dünya savaşı?nda görev yaptığı cepheleri 3 başlıkta incelemekteyiz.Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

ÇANAKKALE SAVAŞLARI

İngiliz ve Fransızların müttefikleri olan Rusya'ya boğazlar yoluyla yardım etmek istemeleri sebebiyle açılan Çanakkale Savaşları Türk Ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanmıştır.18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 250.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir.

KAFKASYA CEPHESİ (DOĞU CEPHESİ)

Öncelikle Enver Paşa?nın Rusya?ya taarruzu ile başlayan Kafkas harekatı iklim koşullarının elverişsiz olması sebebiyle Osmanlı Devleti?nin başarısızlığıyla sonuçlanmış ve Rusya bazı bölgeleri Doğu Anadolu?da ele geçirmiştir.Kaybettiğimiz asker sayısının 60- 65 bin civarında olduğu kesin olarak bilinmektedir.Tüm bunlara rağmen bazı çevrelerin 90 bin Türk askerini burada şehit göstermesi tamamen hayal ürünüdür. Özellikle Çanakkale savaşlarında Osmanlı Devleti?nin başarılı olması ve Rusya?nın savaştan çekilmesi üzerine Atatürk?ün girişimleriyle doğuda Muş ve Bitlis Ruslardan geri alınmıştır.(1916)Şunu unutmamak gerekir ki Çanakkale savaşlarından sonra Atatürk Kafkas cephesine atanmıştır.Hatta doğuda 2. Ordu komutanlığı görevlerinde de bulunmuştur.

SURİYE-FİLİSTİN CEPHESİ (SİNA-FİLİSTİN CEPHESİ)

İngilizlerin Suriye-Filistin bölgesindeki işgali bölgede bulunan 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından durdurulmak istenmiştir.Ancak sınırlı sayıdaki askeri mevcut, özellikle Alman komutan General Liman von Sanders?in Atatürk ile anlaşamaması, ayrıca Liman Von Sanders?in stratejik hataları ve Arapların İngilizlerle işbirliği yapması bu cephede Osmanlı Devleti?nin başarısız olmasına yol açmıştır.


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:17

I. Meşrutiyet 23 Aralık 1876

Kategori : Osmanlı Tarihi

I.Meşrutiyet Dönemi

Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırttığı topluluklar, bağımsızlıklarını ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit İsyanı çıktı. Yunanistan'a bağlanmak amacıyla başlayan isyan bastırılmasına rağmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanın Girit'e yeni bir statü vermesini sağladılar (1868). Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla Bulgarlar ayaklandırıldı. Onlara da geniş haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar (1875-76).

Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı. Fakat bu sırada Genç Osmanlılar, Abdülaziz'e başlattıkları muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mithat Paşa'nın öncülüğündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yeğeni V.Murat'ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876). Ancak hastalığı sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi'yi ilân edeceğini beyan eden kardeşi II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı.

Bu arada Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskı kurmasını kendi menfaatine aykırı gören İngiltere, Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için İstanbul'da uluslar arası bir konferans toplanmasını sağlamıştı. İstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken II.Abdülhamit Meşrutiyet'i ilân etti (23 Aralık 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarşi, İstanbul Konferansı'nın toplanış sebebini tamamen ortadan kaldırmasına rağmen, konferansa katılan devletler, Balkan topluluklarının bağımsızlıklarını istediklerinden bir sonuca varılamadı. Osmanlı Devleti'nin çağrılmadığı Londra'da toplanan bir başka konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladılar. Rusya, Osmanlı Devleti'ne alınan kararları kabul ettirmek için savaş ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan önemli sonuçlar doğurmuştur.

Kanun-ı Esasi'nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah tarafından seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafından seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansı'ndan önce çalışmaya başlayan bu meclis, hükûmet tarafından sunulan teklif ve kanun tasarıların karara bağlayarak ilk dönem çalışmalarını tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi'nin sürdüğü sıkıntılı zamanlarda meclisteki azınlık mebusları çalışmaları sekteye uğrattığı gibi, bunalımın artmasını da sağlıyorlardı. Nitekim Gazi Osman Paşa'nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay savunduğu Plevne'yi aşan Ruslar, Yeşilköy'e kadar ilerlemişlerdi. Doğu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı. Meclis savaşın gidişatından hükûmeti ve padişahı sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı toplantıdan bir sonuç alamayınca, Kanun-ı Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, etnik yapısının karışıklığı sebebiyle çalışmaları aksayan meclisi kapattı (14 Şubat 1878). Bu I.Meşrutiyet'in sonu demekti.

Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler; İstanbul önlerine kadar gelmiş olan Rusya ile Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart 1878). Bu anlaşmayla, sözde Osmanlı'ya bağlı Dobruca, Doğu Makedonya ve Trakya'yı içine alan Büyük Bulgaristan Prensliği kuruluyor; Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarına kavuşuyordu. Ancak, Rusya'nın genişlemesinden rahatsızlık duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlaşma hükümleri yürürlüğe giremedi.

İngiltere donanmasını harekete geçirdi. Osmanlı Devleti ile yaptığı bir anlaşmayla Kıbrıs'a yerleşti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipliği yaparak hem muhtemel bir savaşı önlemek hem de Almanya'nın menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya'nın da katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. Bu anlaşma, artık Rusya'nın yanı sıra, diğer devletlerin de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı'dan, kendi paylarını alma anlaşmasıydı. Berlin ve Ayestafanos antlaşmalarında öngörüldüğü gibi, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlığı onaylandı. Bulgaristan üç bölüme ayrıldı. Bulgaristan Prensliği haricinde müstakil bir Doğu Rumeli eyaleti oluşturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldı. Bosna-Hersek, Avusturya tarafından işgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti'ni paylaşma ve ortadan kaldırma arzularının bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulaşan siyasî ve etnik çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nın ve Rusya'nın Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları, Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açacaktır.

Berlin Kongresi'nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı.

Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına dahil ettiği Cezayir ile Tunus arasındaki sınır problemini bahane ederek, Tunus'u işgal etti (1881). Fransa ile İngiltere arasında çekişmeye sahne olan Mısır'da, Hidiv İsmail Paşa'ya karşı başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya çıkan durum İstanbul'da görüşülürken, İngilizler İskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlıların karşı çıkmalarına rağmen İngilizler Mısır'ı ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli'de çıkan isyanı değerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altına aldı. Osmanlı Devleti Rusya'nın baskısı sonunda, Kırcaali ve Rodop dışındaki Doğu Rumeli Valiliği'nin Bulgar Prensliği'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldı (1886). İkinci Meşrutiyet'in ilânı sırasında ise Bulgarlar bağımsızlıklarını ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutların hak iddia ettiği Makedonya'da çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanlı hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasını sağladılar (1893). Megalo İdea adını verdiği Bizans'ı diriltme çabasındaki küçük Yunanistan, 1896'da çıkan isyanı bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlılar Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları büyük bir bozguna uğrattılar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile İstanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiliğine Yunan kralının oğlunun getirildiği özerk bir yönetim kurulması, adanın fiilen Yunanistan'a bırakılması anlamına geliyordu.

93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çıkarılmıştı. Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları sebebiyle "millet-i sadıka" olarak adlandırılan Ermeniler, önceleri Doğu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardından İngiltere tarafından kullanılmaya başladılar. Hınçak ve Taşnak tedhiş örgütlerini kurarak, İstanbul ve taşrada terör yaratan bazı Ermeniler özellikle İngilizler tarafından destekleniyorlardı. Doğu'da hiçbir zaman çoğunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Doğu'ya sızabilecekti. İngiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafında kullandığı Ermeniler 1889'dan itibaren tedhişe başladılar. Van, Erzurum ve Bitlis'te çıkan olaylar bastırıldı. Ardından başkentte Osmanlı Bankası'na kanlı bir baskın yaparak bankayı işgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular. I.Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi yıllarında da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:19

18 YÜZYIL ISLAHATLARI

Lâle Devri Islahatları (1718 -1730)

Osmanlı tarihinde Pasarofça Antlaşması'ndan Pat­rona Halil isyanına kadar geçen döneme Lale Dev­ri denilmiştir. İsmini ünlü lâle bahçelerinden alan bu devri sade­ce İstanbul ve etrafındaki önemli merkezler yaşayabilmiştir. Bu dönemde İstanbul'da saraylar, köşkler, park ve bahçeler yapılmıştır. Osmanlı Devleti'nde ilk kez bu dönemde Avrupa'nın üstünlüğü kabul edilerek Avrupa'daki yeniliklerden faydalanma yoluna gidilmiştir.

Lâle Devri'nde;

I İlk kez Avrupa'nın önemli merkezlerinde geçici elçilikler açıldı (Paris, Viyana, Moskova ve Le­histan). Osmanlı Devleti, elçilikleri kurmakla; Avrupa'daki teknik, bilimsel ve sosyal gelişme­leri takip etmeyi ve Avrupa devletlerinin politika­larını öğrenmeyi amaçlamıştır.

Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası kuruldu (1727). İbrahim Müte­ferrikamın evinde kurulan bu ilk Osmanlı matba­asında dini kitaplar hariç, tarih, coğrafya ve edebiyata ait bazı kitaplar basılmıştır. Matbaada basılan ilk eser Vankulu Lügati adlı sözlüktür. Matbaa Avrupa'dan alınan ilk teknik yeniliktir.

Not: Osmanlı Devleti'nde ilk matbaa, II. Bayezid döne­minde gayrimüslimler tarafından İstanbul'da kurul­du. Fakat hattatlığın çok gelişmiş ve yaygın bir meslek olması nedeniyle Müslümanlar o dönemde matbaaya ilgi duymadılar. Osmanlı Devleti hattatla­rı mağdur etmemek amacıyla önceleri matbaada dini kitapların basımını yasaklamıştır.

Yeniçerilerden oluşturulan bir itfaiye örgütü (Tulumbacılar) kurulmuştur.

Yalova'da bir kâğıt imalathanesi, İstanbul'da ku­maş ve çini imalathanesi açılmıştır.

İlk defa çiçek hastalığı için aşı bulunmuştur.

Doğu klâsiklerinden bazı eserler Türkçeye ter­cüme edilmiş, kütüphaneler açılmış, resim, min­yatür, edebiyat ve az da olsa bilim alanında ge­lişmeler gözlenmiştir.

Avrupa'dan Rokoko ve Barok tarzı mimari ör­nek alınarak çeşitli eserler yapılmıştır.

Not: Lâle Devri ıslahatları Avrupa'nın etkisiyle yapılan ilk esaslı ıslahat hareketleridir. Bilim, teknik, sanat ve kültürel alanlarda ıslahat yapılmış, askeri alanda ıs­lahat yapılmamıştır. Osmanlı mimarisinin Avrupa mimarisinin etkisinde kalması sonucunda sivil mi­mari ön plana çıkmıştır.

Lâle Devri'nde yapılan eğlenceler ve israf fakir hal­kın tepkisine yol açtı. Sadrazam Nevşehirli İbra­him Paşa'nın yakınlarını önemli mevkilere getirme­si ve İran'la yapılan savaşlarda başarısız olunması, Patrona Halil isyanının çıkmasına yol açmıştır (1730). Halkın yanında bir kısım askerler de isyana katıldılar. Birçok bahçe ve köşkü yerle bir eden is­yancılar, matbaaya dokunmadılar. Bu durum hal­kın yeniliklere karşı olmadığını gösterir.

I. Mahmut Dönemi Islahatları (1730 -1754)

Patrona Halil isyanından sonra devlet işleri alt üst oldu. I. Mahmut padişah olduktan sonra asilerin elebaşlarını ortadan kaldırdı.

I. Mahmut, ıslahatların yapılmasını Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşa'ya (Kont dö Boneval) vermiştir.

Humbaracı Ahmet Paşa;

Osmanlı ordusundaki Humbaracı ve Topçu sını­fını ıslah etmiştir.

Ordunun ıslahı için raporlar hazırlamıştır.

Subay yetiştirmek amacıyla Kara Mühendishanesi'ni kurmuş (1734), böylece Osmanlı Dev­leti, Avrupa tarzında ilk teknik okulu askeri alanda açmıştır. Bu durum, yapılan yeniliklerin bilimsel gelişmelerle takviye edilmesinin amaç­landığını göstermektedir.

Üsküdar?da askeri mühendis yetiştirmek için Hendesehane adıyla bir askeri okul kurulmuştur (1734)

Emrindeki kıtaları Avrupa ordularının düzenine göre örgütlemiş; orduyu bölük, tabur ve alay gi­bi bölümlere ayırmıştır.

Osmanlı Devleti'nde Avrupa tarzında askeri ıslahat­lar ilk kez bu dönemde başlamıştır. Bu ıslahatların etkisiyle Osmanlı ordusu, 1736 ? 1739 Osmanlı -Rus ve Avusturya Savaşlarını kazanarak büyük bir başarı elde etmiştir. Bu durum Humbaracı Ahmet Paşa'nın yaptığı ıslahatların başarılı olduğuna kanıt gösterilebilir.

III. Mustafa Dönemi Islahatları (1757- 1774)

I. Mahmut'tan sonra Osmanlı tahtına geçen III. Os­man zamanında kayda değer bir ıslahat yapılmadı. III. Mustafa tahta çıktıktan sonra Avrupa tarzında ıs­lahatların yapılmasına önem vermiştir. Bu dönemin ıslahatlarını Sadrazam Koca Ragıp Paşa ve Baron de Tot yapmıştır.

III. Mustafa döneminde,

Lüzumsuz masraflar kesilmiş, maliyede ıslahat yapılarak devletin gelirleri artırılmaya çalışılmıştır.

Fransızcadan matematik ve astronomiyle ilgili kitaplar tercüme edilmiştir.

Topçu ve istihkâm askerleri ıslah edilmiş, Sürat Topçu Ocağı kurulmuş ve Avrupa tarzında as­ker yetiştirilmiştir.

Çeşme faciasından sonra tersane ıslah edilerek yeni bir donanma kuruldu. Ayrıca deniz subayı yetiştirmek amacıyla Mühendishane-i Bahri-i Humayün (Deniz Mühendishanesi) kurulmuştur (1773).

Mali alanda düzenleme yapılmış, iç borçlanma sistemi (esham) uygulanmıştır.

Not: 1775 yılında yürürlüğe konan "esham" uygulama­sı bir iç borçlanma türü olarak yorumlanabilir. Bu uygulama, büyük mukataa gelirlerinin halka satıl­ması demekti ve gelir ortaklığına benziyordu. Esha­mın kişiler arasında değişimi serbestti, ancak ver­giye tabiydi.

I. Abdülhamit Dönemi Islahatları (1774-1789)

1768 ? 1774 Osmanlı - Rus savaşlarında Osmanlı Devleti'nin mağlup olması ve Küçük Kaynarca Ant­laşması ile ağır şartların kabul edilmesi, yapılan ıs­lahatların yetersiz olduğunu ortaya çıkarmıştır.

I. Abdülhamit yabancı danışmanlar getirerek ısla­hatlara devam etti. I. Abdülhamit yabancı danış­manların Müslüman olmaları ve Osmanlı kıyafetlerini giymeleri şartını kaldırarak bu konuda yapılacak ıslahatları başlatan ilk padişah ol­muştur.

Devrin ileri gelen ıslahatçı devlet adamları Halil Hamit Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa'dır.

I. Abdülhamit döneminde,

Sürat Topçu Ocağı genişletilerek mevcudu artı­rılmıştır.

İstihkâm Okulu açılmış, Lağımcı ve Humbaracı ocaklarının gelişmesi sağlanmıştır. Kara ve De­niz kuvvetlerini ıslah etmek için Avrupa'dan çok sayıda mühendis ve uzman getirilmiştir. Haliç, Karadeniz ve Ege'de yeni tersaneler açılarak modern gemiler yapılmıştır.

Maliyenin düzeltilmesi için çalışmalar yapılmış­tır. Bu amaç doğrultusunda yeniçerilerin sayımı yapılmış, tımar sisteminde düzenlemeye gidil­miş ve ulufe alım satımı yasaklanmıştır.

III SELİM DÖNEMİ (1789 -1807)

III. Selim Dönemi önemli Siyasi Olayları

Osmanlı Avusturya Savaşları ve Ziştovi Antlaşması (1791)

Osmanlı ? Rus savaşı ve Yaş Antlaşması (1792)

Napolyonun Mısır?ı işgali (1798) ve Fransızlarla imzalanan El Ariş Antlaşması ile Mısır?ın Osmanlı hâkimiyetine geçmesi

III. Selim Dönemi Islahatları

1787 -1792 Osmanlı - Rus ve Avusturya savaşların­da Osmanlı ordusunun özellikle yeniçerilerin yeter­sizliği görülmüştü. III. Selim, Ziştovi ve Yaş Antlaş­masıyla (1792) sağlanan barış ortamından faydala­narak ıslahatlara başladı. İleri gelen devlet adamla­rından raporlar aldı. III. Selim döneminde yapılan ıslahatlara Nizam-ı Cedit adı verilmiştir. Bu dönem ıslahatlarının ağırlık merkezini askeri ıslahatlar oluş­turmuştur.

III. Selim döneminde,

Nizam-ı Cedit Ordusu kuruldu. Bu ordu yeniçe­rilerden seçilen ve Anadolu'dan getirilen asker­lerden kurulmuş ve Avrupa tarzında eğitilmiştir. Ordunun giderleri yeni kurulan İrad-ı Cedit Ha­zinesi tarafından karşılanmıştır.

Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) adlı askeri okul açılmıştır.

Avrupa'daki gelişmeleri takip etmek ve Osman­lı Devleti hakkındaki düşüncelerini öğrenmek amacıyla Avrupa'nın önemli merkezlerinde sü­rekli elçilikler kurulmuştur. Bu durum Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkilere eskisinden daha fazla önem verildiğini gösterir.

Paranın değeri korunmaya çalışılarak yerli malların kullanımı özendirilmiştir.

İlmiye sınıfının ıslahı için çalışılmış, kadıların gö­rev yerlerine gitmeleri sağlanmıştır.

Yeni kitaplar tercüme edilmiş, Fransızca devle­tin ilk resmi yabancı dili haline getirilmiştir.

Vezirlerin sayısı ve görev süreleri yeniden belir­lenmiştir.

Anadolu ve Rumeli yirmi sekiz eyalete ayrılmış­tır.

Yeniçerilerin sayısı azaltılarak eğitim zorunlulu­ğu getirilmiştir. Avrupa'dan getirilen askeri uz­manların çalışmalarıyla topçu, humbaracı ve la­ğımcı ocakları ordunun teknik sınıfı olarak yeni­den düzenlenmiştir.

Donanmaya önem verilerek tersane ıslah edil­miştir.

III. Selim dönemi ıslahatları Kabakçı Mustafa İsya­nı ile sona ermiştir (1807).

Not: III. Selim tarafından yapılmak istenen ıslahatlar; ye­niçerilerin tepkisi, devlet adamlarının lüks ve israfa dalmaları, İrad-ı Cedit hazinesi için konulan vergi­lerin toplumda meydana getirdiği huzursuzluk ve yabancı elçilerin aleyhte propaganda yapmaları gi­bi nedenlerden dolayı başarılı olamamıştır.

XVIII. Yüzyıl Islahatlarının Genel Özellikleri

Osmanlı Devleti, Avrupa'nın gerisinde kaldığını anlamış ve Avrupa'yı örnek alarak yenilikler yapmıştır.

Islahatlar padişah ve devlet adamları tarafından yapılmış, halkın ıslahatlar konusunda bir isteği ve desteği olmamıştır.

Savaşların yenilgiyle sonuçlanması ve toprak kayıplarının devam etmesi, ıslahatların askeri alanda yoğunlaşmasına neden olmuştur.

Islahatlar, gösterilen tepkiler yüzünden (özellik­le yeniçerilerin) devamlı olmamıştır.

İlk defa Avrupa'dan getirilen uzmanlardan ya­rarlanılmıştır.

XVII. Yüzyıl ıslahatlarına göre daha esaslı ısla­hatlar yapılmıştır. Ancak ıslahatlarla amaçlanan hedefler gerçekleştirilememiş ve devlet çökün­tüden kurtarılamamıştır.

19. YÜZYIL ISLAHATLARI

Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda,

Merkezi otoriteyi güçlendirmek

Askeri alanda yenilikler yaparak toprak kaybını önlemek

Ulusçuluk akımının yaygınlaşmasından sonra azınlıkların imparatorluktan ayrılmalarını engel­lemek

Avrupa'daki gelişmeler paralelinde imparatorlu­ğun modernleşmesini ve demokratikleşmesini sağlamak

Ekonomik sorunları çözmek

Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak

amaçları ile değişik alanlarda yenilikler yapmıştır.

II. MAHMUT DÖNEMİ (1808-1839)

II. Mahmut Dönemi Önemli Siyasi Olayları

1806?1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşmasının imzalanması (1812).(Bu antlaşma ile Sırplara ayrıcalıklar verilmiştir)

1828?1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması?nın imzalanması (1829). (Bu antlaşma ile Rumlara bağımsızlık, Sırplara ise özerklik verilmiştir)

Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa?nın isyanı. 1833 Kütahya Antlaşması ile Ruslarla Hünkâr İskelesi Antlaşması?nın imzalanması

II MAHMUT DÖNEMİ YENİLİKLERİ

Sened-i İttifak (1808)

Bu senet II. Mahmut ile ayanlar arasında imza­lanmıştır.

Not: Bir bölgenin, şehrin, kasabanın ileri gelenlerine ayan denirdi. Osmanlı Devleti'nde yönetim ile şehir halkı arasında ilişkiler ayanlar aracılığıyla kurulur­du.

Ayanlar şehrin en nüfuzlu ve zengin kişileriydi. Bun­ların çoğunluğunu görevini kötüye kullanarak yük­selen mahalli memurlar ve bölgede görev yapmış kapıkulları oluşturuyordu. Bunların en meşhurları Karaosmanoğulları, Çapanoğulları, Tekeoğulları, Caniklizade ve Tepedelenli Ali Paşa'dır.

Ayanlarla II. Mahmut arasında Sened-i İttifak'ın ya­pılmasında Alemdar Mustafa Paşa önemli rol oy­namıştır. Osmanlı Devleti, Sened-i İttifak'la ayanla­rı merkeze bağlayıp, devletin eyaletler üzerindeki etkisini güçlendirmeyi ve ıslahatların başarılı olma­sını amaçlamıştır.

Yorum: Sened-i İttifak;

Padişahın yetkilerini sınırlandırmış ve padişahın ilk defa kendi otoritesi yanında bir güç olarak ayanları kabul etmesine ortam hazırlamıştır.

Osmanlı Devleti'nin ayanlara söz geçiremeyecek kadar zayıfladığını ortaya çıkarmıştır.

Bazı tarihçilere göre Osmanlı Devleti'nin Magna Charta'sı, bazılarına göre de anayasal mo­narşiye ilk adımı kabul edilmiştir.

Alemdar'ın ölümü ve merkezi otoritenin güçlenmesiyle unutulmuştur.

Askeri Alanda Yapılan Yenilikler

II. Mahmut'un padişahlığının ilk yıllarında sadrazam Alemdar Mustafa Paşa askerlik alanında bazı yeni­likler yapmaya çalıştı. Nizam-ı Cedit'in yerine Sekban-ı Cedit ismiyle yeni bir ocak kurdu. Yeniçeri Ocağı'nda ıslahat yapılarak eğitim zorunlu tutuldu. Ulufe alım satımı yasaklandı.

Sekban-ı Cedit'in kısa sürede güçlenmesi yeniçeri­leri telaşlandırdı. Ayaklanma çıkaran yeniçeriler, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa'yı öldürdüler. Bu olaydan sonra yeniçerilerin isteğiyle Sekban-ı Cedit Ocağı kaldırıldı.

Sekban-ı Cedit'in kaldırılması yeniçerilerin şımar­masına neden oldu. II. Mahmut yeniçerilerden Eş­kinci adıyla yeni bir ocak kurdu. Bu ocak Avrupa tarzında eğitim yapacaktı. Yeniçeriler, "Eğitim iste­meyiz" diyerek ayaklandılar. Buna karşılık halk, es­naf, medrese öğrencileri, topçu birlikleri padişahın yanında toplanarak Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdılar (1826) (Vaka-yı Hayriye).

Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla,

Padişahın devlet yönetimindeki otoritesi yeni­den güçlenmiştir.

Yeniliklere engel olan bir kurum ortadan kaldırılmıştır.

Bektaşilik tarikatı yasaklanmıştır.

Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla bölük, tabur, alay, şeklinde düzenlen yeni bir askeri teşki­lat kuruldu. Bu ordu çağdaş nitelikli merkez ordusu olarak kuruldu.

Ayrıca; eyaletlerde tımarlı sipahilerin ortadan kalk­masıyla doğan askeri boşluğu doldurmak için Redif Birlikleri (1834) ve Rumeli'de Müşirlikler ku­ruldu (1836). Redif birlikleri Müşirliklere bağlan­mıştır.

Yönetim Alanında Yapılan Yenilikler

XVIII. Yüzyıldan itibaren önemini kaybeden Di­van örgütü kaldırılarak yerine bugünkü anlam­da bakanlıklar (nazırlıklar) kuruldu (1826). Padişah, sadrazam ve şeyhülislamın elinde toplanan yetkiler nazırlar (bakanlar) arasında paylaştı­rılmıştır.

Devlet memurları dahiliye ve hariciye diye ayrıl­mış, tımar ve zeamet kaldırılarak devlet memur­larına maaş bağlanmıştır. Bu uygulama ile merkezi otoritenin güçlendirilmesi amaçlan­mıştır.

Görevden alınan veya ölen devlet adamlarının mal varlığına el koymak demek olan müsadere usulü kaldırılmıştır. Bu yenilikle devlet memur­larının mal ve mülkü güvence altına alınmış­tır.

Osmanlı uyruğundaki herkese tam bir din ve mezhep özgürlüğü tanınmıştır.

İller merkeze bağlanmış ve âyanlık kaldırılmıştır. Mahalle ve köylerde muhtarlıklar, şehirlerde ise posta ve polis teşkilatları kurulmuştur. Bu yeniliklerle merkezi otorite güçlendirilmeye çalışılmıştır.

Anadolu ve Rumeli'de askeri amaçlı ilk nüfus sayımı yapılmıştır (1831). Sadece erkeklerin sa­yılması bu duruma kanıt olarak gösterilebilir.

Karantina servisleri kurulmuştur.

Kılık - kıyafet alanında değişiklik yapılmış, me­murların fes ceket ve pantolon giymeleri kabul edilmiştir. Ancak halk kıyafet konusunda serbest bırakılmıştır.

Yurtdışı seyahatlerinde pasaport uygulaması getirilmiştir. Bu uygulama ile yurda giriş ve çı­kışlar kontrol altına alınmıştır.

Çeşitli konularda teklifler hazırlamak ve kendilerine gönderilen sorunları incelemek üzere bazı meclisler kuruldu. Askeri konularda Dar-ı Şura-yı Askeri, adli konularda Meclis-i Vala-yı Ahkâmı Adliye, bürokraside Dar-ı Şura-yı Babıâli gibi meclisler çalışmaya başlamıştır.

Eğitim ye Kültür Alanlarında Yenilikler

II. Mahmut döneminde Batılılaşmaya ve kültürel faaliyetlere önem verilmiş, medreselerin yanın­da Avrupa tarzında eğitim kurumları açılmıştır.

İstanbul'da ilköğretimin zorunlu hale getiril­miştir (1824).

Yüksek öğretime öğrenci yetiştirmek için Rüşdiye (ortaokul) ve Mekteb-i Ulum-u Edebiye gibi orta dereceli okullar açılmıştır.

Devlet memuru yetiştirmek için Mekteb-i Maarif-i Adliye kurulmuştur.

Doktor yetiştirmek için Tıbhane-i Amire (1827), Cerrahhane (1832) ve Mekteb-i Şahane-i Tıbbiye (1839) açılmıştır

Mekteb-i Harbiye (Harp Okulu), Mızıka-i Hümayun (Bando Okulu) gibi askeri okullar açılmıştır.

Not: II. Mahmut döneminde Avrupa tarzında sivil okulla­rın açılması, Osmanlı ülkesinde kültür çatışmasına neden olmuştur. Eğitimde doğan bu iki başlılık Cumhuriyet Dönemi'nde, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun çıkarılmasıyla ortadan kaldırılmıştır.

II. Mahmut döneminde yabancı dile büyük önem verilmiş ve yabancı dil bilen Müslüman çevirmenler yetiştirilmiştir.

Avrupaî tarz müzik serbest bırakılmıştır.

İlk defa bu dönemde Avrupa'ya öğrenci gönde­rilmiştir.

Not: Avrupa tarzında okulların açılması, Avrupa'ya öğ­renciler gönderilmesi, padişah ve devlet adamlarının Avrupa ziyaretleri, modern okulların açılması Osmanlı Devleti'nin Batı kültürleriyle etkileşimini artırmıştır.

Takvim-i Vekayi adıyla ilk resmi gazete çıkarılmış­tır (1831). Bu gazeteyle halkın aydınlatılması, devle­tin bütünlüğü ve devamı yönünde hükümet politikasının pekiştirilmesi, ıslahatların ve si­yasal gelişmelerin anlatılması amaçlanmıştır. Yazı kadrosu devlet memurlarından oluşan ga­zetenin tirajı 5.000'e ulaşmıştır. Devlet bu gaze­teyle halkı yönlendirmeye çalışmıştır.

Ekonomi Alanında Yapılan Yenilikler

Yerli malların kullanılması teşvik edilmiş, Os­manlı parasının dışarıya çıkışını önlemek için yabancı kumaştan elbise yapılması yasaklan­mıştır.

Yeni kurulan ordunun elbise ve ayakkabı ihtiya­cının karşılanması için Bakırköy'de bez, Eyüp'te iplik, İzmit'te çuha ve Beykoz'da deri fabrikaları kurulmuştur.

Osmanlı tüccarının yabancı tüccarlarla rekabet edebilmesi için gümrük vergilerinde kolaylık sağlanmıştır.

Ekonomik kalkınmada önemli rol oynayan yol yapımına önem verilmiştir.

Yorum: Ekonomik çalışmalara en büyük darbeyi 1838 Bal­ta Limanı Antlaşması vurdu. Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa isyanına karşı destek bulabilmek için önce İngiltere, sonra da Fransa'ya önemli ta­vizler verdi. Bu ticaret antlaşmasıyla yabancı tüc­carlar, Osmanlı ülkesinde çok düşük vergi karşılı­ğında ticaret yapmaya başladılar. Osmanlı tüccar­ları yabancı tüccarlarla rekabet edemedi, ithalat ve ihracat arasındaki denge bozuldu. Böylece Os­manlı pazarlarını Avrupa malları istilâ etti. 1838 Bal­ta Limanı Antlaşması'yla Osmanlı Devleti, bağımsız dış ticaret politikasından vazgeçmiştir.

ABDÜLMECİT DÖNEMİ(1839-1861)

Tanzimat Fermanı'nın ilanından (1839) I. Meşruti­yetin ilanına kadar geçen süreye Tanzimat Dönemi (1876) denir. Yenilik taraftarı Abdülmecit?in pa­dişah olduğu bu dönemde Tanzimat ve Islahat Fer­manları yayınlaşmıştır.

Osmanlı Devleti'nde yapılan ıslahatlar iki döneme ayrılır. Birinci dönem ıslahat hareketlerinde, Os­manlı Devleti'nin kendi tarih ve kültürünün; ikinci dönem ıslahat hareketlerinde ise, Avrupa kültürü­nün etkisi görülür. II. Mahmut, Tanzimat ve Meşruti­yet dönemleri, ikinci dönem ıslahat hareketleri ara­sında yer alır.

Abdülmecit Dönemi Siyasi Olayları:

Londra Konferansı ve Mısır sorununun çözümü (1840)

Londra Boğazlar Sözleşmesi (1841). (Boğazlar sorunu ilk kez devletlerarası bir konferansta görüşülerek çözümlenmiştir)

Kırım Savaşı (1853?1856) ve Paris Antlaşması?nın imzalanması(1856).

İlk kez bu dönemde İngiltere ve Fransa?dan dış borç alınmıştır (1854).

Tanzimat Fermanı (1839)

Tanzimat Fermanı, dönemin Dışişleri Bakanı Mus­tafa Reşit Paşa tarafından hazırlanmıştır.

Bu fermanın hazırlanmasında;

Fransız İhtilali'nden etkilenen Osmanlı Devlet adamları ve aydınlarının, Avrupa ülkelerindeki yönetim anlayışını ve vatandaşlık haklarını ör­nek alarak yenilik yapmak istemeleri

Osmanlı Devleti'nin varlığını kendi kuvvetiyle koruyamayacağını anlamasından sonra Avru­palı devletlerin desteğini sağlamak istemesi

Rusya'nın Hıristiyan halka yeni haklar verilmesi için yaptığı baskıların önlenmek istenmesi, etkili olmuştur.

3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı'nda başlıca şu esaslar yer almıştır:

Müslüman ve Hıristiyan bütün halkın ırz, na­mus, can ve mal güvenliği devletin güvence­si altında olacaktır.

Bu hüküm ile din ve mezhep ayrımı gözetil­meksizin halka eşitlik ve devlet güvencesi veril­miştir.

Vergiler herkesin gelirine göre düzenli bir şekilde toplanacaktır.

Bu hüküm ile Vergilerin toplanmasındaki eşitsizlik ve haksız­lıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır ve gelire göre vergi toplama yoluna gidilmiş, stan­dart vergi oranlarından vazgeçilmiştir.

Askerlik işleri düzene konulacak, askere al­ma ve terhis işlemleri sağlam esaslara bağ­lanacaktır.

*Tanzimat Dönemi'nde askerlikte ocak usulü or­tadan kaldırılmış, askerlik vatan görevi haline gelmiştir.

*Tanzimat Fermanı'ndan sonra askerlik süresi beş yıl olarak belirlenmiştir.

Not: Tanzimat Fermanı'yla bütün Osmanlı vatandaşları­nın eşit sayılması ve askerlik işlerinin düzenlenme­sinin karara bağlanması, gayrimüslimlerin askerlik yapmasını zorunlu hale getirmiştir. 10 Mayıs 1855'te bir kanun çıkarılarak, gayrimüslimlerin Müslü­manlar gibi askerlik yapmaları kabul edilmiş ve ciz­ye kaldırılmıştır. Bu durum gayrimüslimler arasında memnuniyetsizlik meydana getirince askerlik için bedel usulü getirilmiştir.

Mahkemeler açık olarak yapılacak ve hiç kimse haksız yere idam edilmeyecektir.

Bu hükme dayanarak; Tanzimat Fermanı'yla Osmanlı ülkesinde Avrupa hukuk kuralları geçerli olmaya başlamış ve padişahın yetkileri kanunlarla sınırlandırılmıştır, sonuçlarına ulaşılabilir.

Herkes mal ve mülküne sahip olacak, miras bırakabilecek ve müsadere kaldırılacaktır.

Bu hüküm ile mülkiyet hakkı devlet garantisi al­tına alınmıştır. Böylece kişilerin sermaye biriki­mine ortam hazırlanmıştır.

Rüşvet ve iltimas kaldırılacaktır.

Bu hüküm ile halkın devlete ve yöneticilere gü­ven duyması sağlanmak istenmiştir.

Herkes kanun önünde eşit olacaktır.

Bu hüküm ile tüm Osmanlı vatandaşları arasın­da eşitliğin sağlanması istenmiş, bu durum Os­manlıcılık fikrine esas olmuştur.

Başta padişah olmak üzere herkes fermanın hükümlerine uymakla yükümlüdür.

Bu hüküm ile;

* İlk kez padişah kendi yetkilerini kendi sınırlan­dırmıştır.

* Bu fermanın getirdiği en önemli yenilik, her gü­cün üzerinde kanun gücünün olduğunun kabul edilmesidir.

Bundan sonra çıkarılacak kanunlar Tanzimat Fermanı'na aykırı olmayacaktır.

Tanzimat Fermanı Osmanlı ülkesinde anayasacılık hareketinin başlangıcı sayılmıştır.

Tanzimat Fermanı'nın Sonuçları

Tanzimat Fermanı kişisel özgürlükleri ve vatan­daşlık haklarını genişletmiştir.

Tanzimat Dönemi'yle başlayan ıslahat hareket­lerinde daha çok hukuk ve yönetim alanında ıs­lahatlar yapıldı. Batının etkisiyle hazırlanan bu ferman, yapılacak ıslahatları da içermiştir.

Hukuk alanında ıslahatlarla yeni ticaret ve ceza kanunları ile yeni mahkemeler kurulmuştur. Tanzimat Dönemi'nde Şer'iye mahkemelerinin yanı sıra, azınlıkların Cemaat mahkemeleri, Konsolosluk mahkemeleri, Ticaret mahkemele­ri ve Nizamiye mahkemeleri faaliyet göstermiş­lerdir. Bu mahkemelerde birbirinden farklı kuralların uygulanması hukuk birliğini bozmuştur.

Tanzimat Fermanı, halkın isteğiyle değil, padi­şahın tek taraflı bazı esasları devlet garantisine almasıyla ortaya çıkmıştır. Bu nedenle ferman halk arasında fazla anlaşılamadı. Fermanın an­laşılması için Anadolu ve Rumeli'ye memurlar gönderildi. Bu dönemdeki gelişmelerin etkisiyle ilk Osmanlı aydın kadrosu yetişmiştir.

Padişah, bu fermanı kabul ederek kendi yetkile­rini sınırlandırmıştır.

Batıyı daha iyi anlayan aydınlar yetişmiş ve ba­tılılaşma hareketleri yoğunlaşmıştır.

Maarif Nezareti kurularak (1857) medreseler dışındaki bütün eğitim kurumları bu bakanlığa bağlan­mıştır. Bu durum eğitim - öğretim alanında iki­liklere neden olmuştur. Yine Tanzimat Döne­mi'nde kız öğrencilerin eğitimi devletin so­rumlulukları arasına girmiştir.

İlk banka bu dönemde kurulmuştur(Bank-ı Dersaadet, bu bankanın iflas etmesi üzerine Bankı Osmanî adlı banka kurulmuştur 1856)

Ceride-i Havadis, Tasvir-i Efkâr ve Tercüman-ı Ahval gazeteleri çıkarılmıştır. Bu durum halkın önemli gelişmelerinden haberdar olmasına, kültürel gelişmelerin hızlanmasına, okuma yazmanın önem kazanmasına ortam hazırla­mıştır.

Islahat Fermanı (1856)

Tanzimat Fermanı'nın bir devamı ve Tanzimat ile başlayan ıslahatların bir aşaması olan Islahat Fer­manı, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'ne baskısı sonucu ilan edilmiştir.

Islahat Fermanı'nın esasları Viyana'da yapılan top­lantı sonunda Avusturya, İngiltere ve Fransa tarafın­dan belirlenmiştir. Viyana görüşmeleri sırasında Müslüman ve Hıristiyan halk arasındaki farklılıkların padişahın fermanıyla ortadan kaldırılması kararlaş­tırılmıştır.

Osmanlı Devleti, Avrupalı devletlerin baskıları sonu­cunda içişlerine karışılmasını önlemek amacıyla Is­lahat Fermanı'nı hazırladı. Bu ferman Paris Antlaşması'nda yer almıştır.

1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı'nın başlıca maddeleri şunlardır:

Din ve mezhep özgürlüğü sağlanacak, okul, kilise ve hastane gibi binalar tamir ve yeniden inşa edilebilecektir.

Bu hüküm ile Hıristiyanlara tam bir dini serbestiyet getirilmiş, açılan okullar milliyetçi isyanların artmasına neden olmuştur.

Hıristiyan ve Musevilere karşı küçük düşürü­cü sözler ve deyimler kullanılmayacaktır.

Bu hüküm ile gayrimüslimlerin isyanlarının ön­lenmesi ve Müslüman Hıristiyan çatışmasının or­tadan kaldırılması amaçlanmıştır.

Hıristiyan ve Museviler devlet memuru olabi­lecek, çeşitli okullara girebilecektir.

Bu hüküm ile Hıristiyanlarla Müslümanlar ara­sındaki en önemli ayrılık giderilmiştir.

İşkence, dayak ve angarya kaldırılacaktır.

Vergiler herkesin gelirine göre toplanacak ve iltizam usulü kaldırılacaktır.

Askerlik için nakdi bedel kabul edilecektir.

Bu hüküm ile Hıristiyanlar para ödeyerek asker­lik görevinden muaf tutulmuşlardır. Bu durum toplumsal eşitlik anlayışıyla bağdaşmaz.

Hıristiyanlar il meclislerine üye olabilecekler­dir.

Bu hükümle, Hıristiyanların çoğunlukta olduğu yerlerde yerel yönetim Hıristiyanların denetimine geçti. Bu da devletin parçalanmasını hızlandır­mıştır.

Yapılacak antlaşmalarla yabancı uyruklular vergilerini ödemek şartıyla mal ve mülk sahibi olabilecektir.

Bu hüküm ile yabancı sermayenin ülkede yatı­rım yapmasına olanak sağlamıştır. Bu hakka sa­hip olan yabancılar Osmanlı ülkesindeki etkin­liklerini artırmışlardır.

Mahkemeler açık yapılacak, herkes kendi di­nine göre yemin edecektir.

Patrikhanede yeni meclisler kurulacak, bu meclislerin aldığı kararlar Babıâli tarafından tasdik edildikten sonra yürürlüğe girecektir.

Bu hüküm ile Balkanlarda yeni Hıristiyan devlet­lerin kurulmasına ortam hazırlanmıştır.

Tarım ve ticaret işleri düzenlenecek. Herkes şirket ve banka gibi ticari nitelikli kurumlar açabilecektir.

Islahat Fermanı'nın Sonuçları

Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı'ndaki hüküm­leri teyit ve tekrar etmekle beraber onları geniş­letmiş, özellikle Hıristiyan halka tanıdığı hakları ve sorumlulukları açıklığa kavuşturmuştur.

Gayrimüslimlere mahkemede şahitlik hakkı ve­rilmiş, cizye ve haraç kaldırılmıştır.

Din ve vicdan hürriyeti devlet güvencesi altına alınmıştır. Bu konudaki hükümlerden bir kısmı, zamanın Avrupa devletlerinin çoğunda henüz gerçekleşmemişti.

Islahat Fermanı'nın ilan edildiği 1856 tarihlerin­de Avrupa devletlerinde din ve ırk ayrımına da­yalı hukuksal düzenlemeler devam etmiştir.

Hıristiyan halkın askerlik görevini ne şekilde ya­pacağı açığa kavuşturulmuştur.

Islahat Fermanı, bağımsız iç siyaseti engelle­miş, yapılan ıslahatların başarısızlıkla sonuçlan­masına neden olmuş, Avrupalı devletlerin mü­dahalesine yol açmıştır.

Not: Islahat Fermanı'nın uygulanmasıyla bütün toplu­lukları din, dil, ırk farkı gözetmeksizin kaynaştırmak ve yeni bir Osmanlı toplumunun meydana getiril­mesi amaçlanmıştır.

ABDÜLAZİZ DÖNEMİ (1861-1876)

Abdülaziz Dönemi Önemli Siyasi Olayları:

Bu dönemde hiç savaş olmamıştır.

Abdülaziz Avrupa?ya giden ilk Osmanlı padişahı ve Yavuz?dan sonra Mısır?ı ziyaret eden tek Osmanlı hükümdarıdır.

Devletin en ağır borcu bu dönemde alınmıştır

Abdülaziz Dönemi Islahatları

Abdülaziz döneminde Mekteb-i Mülkiye-i Tıbbi­ye, Eczacılık Okulu, Kaptan ve Çarkçı Mektebi ile Darülmuallimat (kız öğretmen okulu) öğreti­me başladı. Yetim Müslüman çocuklar için Darüşşafaka açıldı. 1869'da Maarif-i Umumiye Ni­zamnamesi (genel eğitim tüzüğü) kabul edile­rek öğretim kademeleri sıbyan, rüştiye, idadi, sultani ve darülfünun olarak planlandı.

Yeni yasaları bildiren Düstur dergisi yayınlan­maya başlandı.

Bahriye Nezareti kuruldu. Büyük ve modern bir donanma oluşturuldu. Deniz Ticaret Kanunu çı­karıldı.

Mecelle adı verilen bir medeni kanun hazırlan­dı. Mecelle II. Abdülhamit döneminde yürürlüğe girmiştir.

II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ (1876-1909)

II. Abdülhamit Döneminin Önemli Siyasi Olayları:

1877?1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile Ayestefanos(1878) ve Berlin Antlaşmalarının imzalanması (13 Temmuz 1878).

Kıbrıs?ın İngiliz Yönetimine bırakılması(4 Haziran 1878).

Tunus?un Fransızlar tarafından işgali (1881)

Mısır?ın İngilizler tarafından işgali (1882)

Bulgaristan?ın bağımsızlığını ilan etmesi (1908)

Yunanistan?ın Girit?i topraklarına katması (1908)

Duyunu Umumiye idaresi?nin kurulması (1881)

Bosna-Hersek?in Avusturya tarafından ilhakı (1909)

31 Mart Olayı (13 Nisan 1909)

MEŞRUTİYET DÖNEMİ

Bir hükümdarın başkanlığı altında toplanan parla­menter sisteme meşrutiyet denir. Bu sistemde hü­kümdarın yanı sıra halkın oluşturduğu bir meclis yer alır. Böylelikle halk padişahın yanında yönetime ka­tılır. Meşrutiyet ilan edilen devletlerde genellikle bir anayasa hazırlanarak devlet idaresi bu anayasa doğrultusunda yürütülür.

I. Meşrutiyetin İlanı (1876)

Tanzimat Dönemi'nde yetişen Osmanlı aydınları arasında Fransız İhtilali'nin etkisiyle gelişen vatan, millet, hürriyet, eşitlik, hak, hukuk, meşrutiyet gibi kavramlar yayılmaya başlamıştır. Bu aydınlar devle­tin eski gücüne ulaşabilmesi için Müslüman ve Hıristiyan bütün Osmanlı vatandaşlarının tam bir eşitlik içinde ülke yönetimine katılmasını, meşruti­yet yönetiminin kurulmasını ve anayasa yapılması­nı istiyorlardı. Avrupalıların Jön Türkler adını ver­dikleri Yeni Osmanlılar bu düşüncelerini yaymak amacıyla cemiyetler kurdular.

Tuna ve Bağdat valilikleri sırasında büyük başarılar gösteren Mithat Paşa Yeni Osmanlıların önderliğini yapmıştır. Yeni Osmanlıların düşüncelerine bazı ile­ri görüşlü devlet adamları da katıldılar.

Sultan Abdülaziz'in meşrutiyete karşı çıkması üzeri­ne Şehzade V. Murat ile anlaşan Mithat Paşa ve ar­kadaşları Abdülaziz'i tahttan indirmeye çalıştıkları sırada padişah suikast ile öldürülmüştür. V. Murat'ın sağlık durumu padişahlık yapmaya elverişli olma­dığından Yeni Osmanlılar bu defa meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II. Abdülhamit'i tahta çıkar­dılar.

II. Abdülhamit Yeni Osmanlılara verdiği sözü yerine getirerek Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı. Mithat Pa­şa başkanlığında bir kurul oluşturularak ilk Türk anayasası olan Kanun-î Esasi hazırlandı.

Bu sırada Balkan bunalımını görüşmek üzere İstan­bul'da bir konferans toplanmıştı. Osmanlı Devleti, Avrupalı devletlerin içişlerine karışmasını önle­yeceği düşüncesiyle 23 Aralık 1876'da konfe­ransın ilk günü I. Meşrutiyeti ilan etti. Ancak Av­rupalı devletler bu durumu hiç dikkate almamışlar­dır.

I. Meşrutiyetin ilan edilmesinde;

Yeni Osmanlıların Meşrutiyet'in ilan edilmesi için çalışmaları

İstanbul Konferansı'nda Osmanlı Devleti aleyhi­ne karar alınmasının önlenmek istenmesi

Azınlıkların da ülke yönetimine katılmalarını sağlayarak imparatorluğun dağılmasının önlen­mek istenmesi

etkili olmuştur.

Not: Osmanlı Devleti azınlıkları ülke yönetimine katarak Avrupalı devletlerin içişlerine karışmasını engelle­meyi, toplumu milliyetçilik akımının olumsuz etki­sinden korumayı amaçlamıştır. Bu uygulama Osmanlıcılık düşüncesiyle bağdaşmaktadır.

Kanun-i Esasi'nin ilan edilmesinden sonra meclis çalışmaları için hazırlıklar yapıldı. Genel Meclis 20 Mart 1877'de Dolmabahçe Sarayı'nda çalışmaları­na başlamıştır.

Kanun-i Esasi'nin Önemli Maddeleri

Saltanat ve hilafet hakkı ve makamı Osmanoğulları soyunun en büyük erkek evladına ait­tir.

Bu madde Osmanlı Meşrutiyeti'nin monarşik karakter taşıdığını göstermektedir.

Devletin dini İslam'dır. Yasalar dini hükümle­re aykırı olamaz.

Bu madde Osmanlı anayasasının teokratik ağır­lıklı bir yapıya sahip olduğunu gösterir.

Yasama görevi Ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi'ne verilmiştir.

Ayan Meclisi üyeleri padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecektir. Mebu­san Meclisi'nin üyeleri dört yılda bir yapılan seçimle her elli bin Osmanlı erkeğinin seçe­ceği milletvekillerinden oluşacaktır.

*Halk ilk kez seçme ve seçilme hakkına sahip olarak yönetime katılma hakkı elde etmiştir.

*Osmanlı Devleti'nde parlamenter sisteme geçil­miştir.

Not: Yasama, devlet bütçesini çıkarma ve hükümeti de­netleme amaçlarıyla kurulan, üyeleri halk tarafın­dan belirli bir süreliğine seçilen siyasal organa parlamento denir.

Yürütme yetkisi; başında padişahın bulundu­ğu Bakanlar Kurulu'na (Heyet-i Vükela'ya) verilmiştir.

Kanun teklifini sadece hükümet yapabilecek­tir.

Bu maddeler Mebuslar Meclisi'nin etkinliğini azaltmış ve bir danışma meclisi durumuna dü­şürmüştür.

Bakanlar Kurulu'nun başkan ve bakanlarını padişah seçer, atar ve gerektiğinde azleder.

Mebuslar Meclisi'nin başkanı ve iki yardımcı­sı meclisin gösterdiği adaylar arasından pa­dişah tarafından seçilir.

Meclisi açmak ve kapatmak padişaha aittir.

Hükümet meclise karşı değil, padişaha karşı sorumlu olacaktır.

Bu madde, padişahın yetkilerinin milli iradenin üstünde olduğunu göstermektedir.

Anayasada kişi özgürlüğü, öğretim ve öğre­nim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, din özgürlü­ğü, basın özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, vergi eşitliği, yasal eşitlik ve dilekçe hakkı gi­bi temel haklar yer almıştır.

Osmanlı Devleti'nde kişisel haklar ve özgürlük­ler genişlemiş ve anayasa güvencesine alınmış­tır.

Padişah, devlet güvenliğini bozduğu gerek­çesiyle polis araştırması yaptırabilecek ve sonunda suçlu görülen kişileri sürgüne gön­derebilecektir.

Kanun-i Esasi'nin Önemli Özellikleri

Kanun-i Esasi, Türk tarihinin Avrupa tarzındaki ilk anayasasıdır.

Bu anayasa, Prusya ve Belçika anayasaları in­celenerek bir heyet tarafından düzenlenmiştir.

Padişahın Meclisi dağıtabilmesi, bakanların padişaha karşı sorumlu olması, padişahın iz­ni olmayan konuların Mecliste görüşülme­mesi, Ayan Meclisi üyelerini padişahın seç­mesi ve ömür boyu görevde kalmaları ulusal egemenlik ve demokrasi kavramlarıyla bağdaşmaz.

Osmanlı - Rus Savaşı sırasında II. Abdülhamit, Ka­nun-i Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak meclisi tatil etmiştir (14 Şubat 1878). Bu kararın alınmasında Meclisin etnik yapısının çalışmala­rı aksatması da etkili olmuştur.

II. Abdülhamit II. Meşrutiyetin ilanına kadar ülkeyi sıkı bir yönetimle kendi otoritesi altında yönetmiştir. Bu dönemde matbaalar çoğalmış, kitap basımı ve tercüme faaliyetleri hızlanmış, yeni okullar açılmıştır. Yine bu dönemde imar çalışmalarına önem veril­miş, Bağdat ve Hicaz demiryolları işletmeye açıl­mıştır. Demiryollarının yapımına önem verilmesi merkezi yönetimin güçlendirilmesine yardımcı olmuştur. Bu dönemde Ziraat Mektebi, Veteriner Mektebi (1895) ve Mekteb-i Hukuk-ı Şahane (1878-Hukuk Fakültesi) açılmıştır.

II. Meşrutiyet'in İlanı (1908)II. Abdülhamit'in Mebuslar Meclisi'ni kapatması ve anayasayı yürürlülükten kaldırması meşrutiyet yan­lılarını yeniden harekete geçirdi.

Meşrutiyet yanlıları 1889 yılında İttihad-ı Osmanî Cemiyeti'ni kurarak örgütlendiler. Cemiyet daha sonra adını İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak de­ğiştirmiştir. Cemiyet üyeleri faaliyetlerini genişlete­rek yurt içinde ve dışında cemiyetin şubelerini açtı­lar. Rus çarı ile İngiltere kralının Reval'de bir araya gelerek Boğazlar sorununu görüşmeleri ve Make­donya'da ıslahat yapılmasını istemeleri üzerine Av­rupalı devletlerin Osmanlı Devleti'nin içişlerine ka­rışmasını engellemek ve imparatorluğun çok uluslu yapısını korumak isteyen İttihatçı subaylardan En­ver Bey Selanik'te, Resneli Ahmet Niyazi Bey Manastır'da kendilerine bağlı birliklerle ayaklandılar. Rumeli'de Meşrutiyet isteğiyle gösterilerin artması sonucunda II. Abdülhamit meşrutiyetin yürürlüğe girdiğini ilan etmek zorunda kaldı (23 Temmuz 1908).

II. Meşrutiyet'in İlanının Sonuçlan

Meşrutiyet yönetiminin ilk günlerinde iktidar boşluğu ve geçiş döneminin kargaşası bazı devletlerin işine yaradı:

Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.

Avusturya - Macaristan Berlin Antlaşması'na gö­re yönetimi altında tuttuğu Bosna - Hersek'i top­raklarına kattı.

Girit Yunanistan'a bağlanma kararı aldı.

II. Meşrutiyet Dönemi'nde ilk siyasi partiler ku­rularak faaliyet gösterdiler. Bu partilerin başlıcaları İttihat ve Terakki Partisi, onun ilk rakibi Ahrar (Hürler) Partisi ve İttihatçıların amansız düş­manı Hürriyet ve İtilaf Fırkası idi. Bu partiler sayesinde tarihimizde demokratik parlamen­ter sistemin İlk denemeleri yapıldı.

II. Meşrutiyet'in ilanından sonra yapılan seçim­lerle İttihat ve Terakki Partisi en güçlü siyasi teş­kilat haline geldi. Yönetimi doğrudan ele alma­yan İttihatçılar dışarıdan müdahaleyi tercih etti­ler.

31 Mart Olayı (13 Nisan 1909)

Meşrutiyete karşı olanlar İttihat ve Terakki'ye karşı olan partilerin bünyesine girerek halkın dini duygu­larından da faydalanarak halkı isyana teşvik ettiler. Bu arada bazı subaylar da İttihatçılara karşı tavır al­dılar. İttihatçıların milli bir politika izleyeceğinden çekinen bazı Avrupa devletleri isyancıları destekle­diler.

Bu gelişmeler sonunda İstanbul'da avcı taburlarındaki askerler isyanı başlattılar (13 Nisan 1909). Bu isyan Rumi takvime göre 31 Mart'ta çıktığından 31 Mart İsyanı olarak adlandırılmıştır. İsyanın çık­masında Avrupalı devletlerin askerler arasında yaptığı propagandaların yanı sıra halkın dini duy­gularının istismar edilmesi de etkili olmuştur.

İsyan kısa süre de büyüyünce İttihat ve Terakki Ce­miyeti Mahmut Şevket Paşa komutasında Hareket Ordusu adı verilen bir kuvveti Selanik'ten İstan­bul'a gönderdi. Ordunun kurmay başkanı Musta­fa Kemal'di.

Hareket ordusu isyanı kısa sürede bastırdı. Bu du­rum ordunun yenilik hareketlerini ve rejimi koru­duğunun göstergesidir. İsyandan sorumlu olduğu gerekçesiyle II. Abdülhamit tahttan indirilerek V. Mehmet Reşat padişah ilan edilmiştir. Bu olaydan sonra Kanun-i Esasi'de önemli değişiklikler yapıl­mıştır.

Not: 31 Mart Olayı Osmanlı devlet düzenini değiştirme­ye yönelik bir isyandır. Bu isyanın bastırılması meş­rutiyet rejiminin sürdürülmesini sağlamıştır.

II. Meşrutiyet Döneminde Kanun-i Esasi'de Yapılan Önemli Değişiklikler

Padişah Mebuslar Meclisi?nde anayasaya bağlılık yemini edecektir.

Bu hüküm ile kanun üstünlüğü ilkesi pekiştiril­miştir.

Padişah Bakanlar Kurulu'nun yalnızca baş­kanını seçmekle yükümlüdür.

Bakanlar Kurulu Mebuslar Meclisi?ne karşı sorumludur.

2. ve 3. hükümlerle, padişahın yürütme ile ilgili yetkileri kısıtlanmış, millet iradesi yürütme orga­nı üzerinde denetim hakkı kazanmıştır.

Mebuslar Meclisi başkanını kendisi seçer.

Ekonomi, ticaret ve barış antlaşmaları Me­buslar Meclisi?nin onayından sonra yürürlü­lüğe girer.

Mebuslar Meclisi ve Ayan Meclisi padişahtan izin almadan yasa önerme hakkına sahiptir.

Padişah, veto ettiği bir yasa tasarısı değiş­meden yeniden mecliste kabul edilirse bu ta­sarıyı onaylamak zorundadır.

5. 6. ve 7. maddeler padişahın yasama yetkisi­nin kısıtlandığını göstermektedir.

Padişahın meclisi feshetme yetkisi oldukça zorlaştırılmıştır.

Padişah Meclis'te anayasaya bağlılık andı İç­me yükümlülüğü altına girmiş, ödenekleri yasaya bağlanmıştır.

Yorum: Kanun-i Esasi'de yapılan bu değişiklerle,

Padişahlık makamı sembolik hale gelmiştir.

Padişahın yönetimdeki etkinliği azalmış, buna karşın halkın yönetime katılımı artmıştır.

Demokrasi ve millet egemenliği kavramları ge­lişmiştir.

Geri


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:24

Türk Tarihi ile ilgili Kavramlar >> Islahat Fermanı

Kırım Savaşının son yıllarında, Batılıların etkisiyle Sadrazam Âlî Paşa tarafından, gayrimüslimlere daha fazla hakların verilmesi için hazırlanıp, 1856?da yayınlanan ferman. Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu (Tanzimat Fermanı) gibi, imparatorlukta yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin prensiplerini ve programını içine alır. Bu ferman, esas olarak, Tanzimat hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandır.

Kırım Savaşı'nı doğuran olaylar, Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyan ahalinin imtiyazları (hakları) meselesine de bağlı olduğundan, barışı düzenleyen Paris Kongresi'nde bu mesele de ele alındı. Nitekim İngiltere, Fransa ve Avusturya, daha Nisan 1855?te, Viyana?da, Kırım Savaşı sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını görüşerek bazı kararlar almışlar ve 16 Aralık 1855?te bir antlaşmaya varmışlardı. Bu kararlar dört madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla Çar'a bildirildi. Bu kararların dördüncü maddesi; ?Osmanlı memleketlerinde bulunan Hıristiyan tebaanın hakları, padişahın istiklâl ve hakimiyetine asla dokunulmamak şartıyla tasdik olunacak, padişah bu hususta Rusya?nın muvafakatini gerektiren bir taahhütte bulunacak? idi. Bu maddede de görüldüğü üzere Osmanlı ordusunun kazandığı zafer bile, gayrimüslimlere imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, İngiltere ittifakı tehlikesi karşısında, bu kararları kabul etti. Osmanlı hükümeti, kendi Hıristiyan tebaası ile ilgili maddenin, devletin iç işlerine karışma anlamına geleceğini bildirerek, 16 Aralık tarihli kararlar arasında yer almamasına çalıştıysa da başarılı olamadı. Neticede, bu maddenin programlaştırılması için şu tezler ortaya atıldı:

Rus tezi: ?Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Hıristiyanların hak ve imtiyazları, Avrupa devletlerinin müşterek garantileri altına alınmalıdır.?

İngiliz tezi: ?Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukuk eşitliği sağlanmalıdır.?

Fransız tezi: ?Müslüman tebaa ile Hıristiyan tebaa arasında cemiyet, haklar, vergiler, millî eğitim ve devlet memurluklarına geçme bakımından sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldırılarak Gülhane Hattı?nda (Tanzimat Fermanı) işâret edilen tebaa eşitliği tam manasıyla geliştirilmelidir.?

Bâbıâlî, Rusya?nın teklifini, hükümranlık haklarına müdahale, İngiliz teklifini de İslâmiyet'i küçültücü gördüğü için, Fransız teklifini kabul etti. Ayrıca, yapılacak Paris Konferansı'nda Rusların, gayrimüslimler konusunda bir istekleri ile karşılaşmak istemiyor du. Fransız tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi, Bâbıâlî?ye bırakıldı.

Âlî Paşa hükümeti tarafından ilan edilen bu fermanın hazırlanmasında, İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Bu şekilde hazırlanan ferman, Paris Konferansından önce, 28 Şubat 1856?da Bâbıâlî?de Islahat Hatt-ı Hümâyûnu adıyla, devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hahambaşı ve cemaatlerin ileri gelenleri önünde okunarak ilan edildi. Otuz beş maddeden meydana gelen fermanın getirdiği önemli hususlar, özetle şunlardı:

1. Tanzimat fermanı ile, değişik din ve mezheplerdeki bütün tebaaya verilen teminat, bu fermanla yenilendiğinden, bunların uygulaması için gerekli tedbirler alınacaktır.

2. Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar kanun önünde eşit olacaklardır.

3. Patrikhanelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar, Bâbıâlî tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecektir.

4. Patrikler, kayd-ı hayat şartıyla bu makama seçileceklerdir.

5. Cemaatlerin, ruhanî reislerine verdikleri cevâiz (bahşişler, hediyeler) ve aidatlar, tamamıyla kaldırılarak hepsi maaşa bağlanacaktır.

6. Şehir ve kasabalarda bulunan, azınlıklara ait kilise, manastır, mezarlık, okul ve hastane gibi yerlerin, tamir ve yeniden yapılmasına izin verilecektir.

7. Hiç kimse, din değiştirmeye zorlanmayacaktır.

8. Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara, bütün tebaa, eşit olarak kabul edilecektir.

9. Irk, din, dil farkı gözetilmeyecek ve hiçbir mezhep, diğerine üstün sayılmayacaktır.

10. Bütün toplumlar, okul açabilecektir.

11. Hangi uyruktan olursa olsun her vatandaşın eşit ve serbest şekilde ticarî ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacaktır.

12. Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki davaları görmek üzere, karışık mahkemeler kurulacaktır.

13. Yabancı devlet ile yapılacak antlaşmalar gereğince, yabancılar da Osmanlı Devleti sınırları içerisinde mülk sahibi olabileceklerdir.

14. Her cemaatin ruhanî reisiyle, devlet tarafından bir sene müddetle tayin edilecek birer memuru, bütün tebaayı ilgilendiren meselelerde Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye müzakerelerine iştirak ettirilecektir.

Islahat Fermanı da, maddelerinden anlaşılacağı üzere, Tanzimat Fermanı gibi, Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki gayrimüslimleri, özellikle Hıristiyanları, Müslümanlarla aynı haklara kavuşturmayı esas almıştır. Bu iki fermanın görünürdeki gayeleri, bütün Osmanlı toplumunu; ırk, din ve dil ayrımı gözetmeden kaynaştırmayı sağlamak idiyse de tatbiki aksi oldu. Bu ferman, gayrimüslimlerle Müslümanları kaynaştırmak şöyle dursun, çeşitli gayrimüslim unsurların, hattâ aynı mezhepten olan çeşitli ırkların bile birbirleriyle bir arada yaşamalarını sağlayamadı.

Bu ferman, konu olarak, sadece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmiştir. Nitekim, Tanzimat'ın ve arkasından 1856 Islahat Fermanı?nın getirdiği yeni haklarla, Osmanlı tebaası içindeki gayrimüslimlerin durumu, Müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa?nın himaye siyaseti sayesinde, büyük ekonomik güce ve siyasî haklara da kavuşuyorlardı. Artık resmen millet terimiyle tanımlanan dinî cemaatlerin, gelişme ve genişleme imkânları artmış bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin, Osmanlı hükümetini böyle bir fermanı ilana mecbur bırakması, kendilerine siyasî, ekonomik, hukukî ve kültürel alanlarda, yeni çıkarlar sağlamayı hedef alıyordu. İngiltere, Kırım Savaşı ile Rusların sıcak denizlere inmesini önlemiş, Fransa da Akdeniz ticaretini emniyete almış, ayrıca Katoliklerin hâmiliğini üzerine almıştı. Rusya ise, savaşta kaybettiğini bu fermanla masa başında kazanmıştı. Ayrıca, Âlî Paşa'nın, bu fermanın Paris Antlaşması maddeleri içinde yer almasını istemesi, batılı devletlerin, iç işlerimize müdahalesine imkân verdi.

Islahat Fermanı, Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu gibi, sessizlikle karşılanmamış ve çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. En büyük eleştiriyi Fransız elçisi; ?Devlet-i âliyyenin bu kadar fedakârlık edeceğini me?mûl etmez idik (ummazdık). Canning (İngiliz elçisi) ne dediyse vükelâ-yı devlet-i âliyye (Osmanlı devlet adamları) kabul etti. Eğer biraz dayanılmış olsaydı, ben bazı mertebe kendilerine yardım ederdim? diyerek, olmaması gereken bir gafleti dile getirmiştir. Cevdet Paşa da; ?Bu Islahat Fermanı?ndan dolayı millet-i İslâmiyye dilgîr (gönlü yaralı) olarak vükelâyı hâzırayı fasl ve mezemmet eder (kötüler) oldular? diyerek, fermanın nasıl karşılandığını ifade etmektedir. Hariciye Nazırı Fuad Paşa ise, aksine, bu belgenin anlaşmaya konulması ile yabancı müdahalenin önleneceğini savunmuştur.

Islahat Fermanı?nda gayrimüslim vatandaşların lehine olduğu kadar, onları tedirgin eden hükümler de bulunmaktaydı. Askerlik mükellefiyeti, Fatih devrinden beri bahşedilen dinî imtiyazlarla muafiyetlerin yeni şartlar dahilinde tetkiki, papazların öteden beri cemaatlerinden almakta oldukları haraç ve keyfî aidatın ilgasıyla aylığa bağlanmaları ve bütün ruhanî reislerin, sadakat yeminiyle mükellef tutulması gibi esaslar, onlara çok ağır gelen hükümlerdi. Bu yüzden, Müslümanlar kadar gayrimüslimler de (Tanzimat Fermanı?nda olduğu gibi) Islahat Fermanı'nın aleyhinde bulunmuşlardır. Devlet içerisinde bu şekilde karşılanan Islahat Fermanı, uygulamada da birçok güçlüklerle karşılaştı. Bunlar, Osmanlı Devletinin yapısı, Avrupa?nın siyaset, cemiyet ve ekonomi alanında geçirdiği gelişme ve Paris Antlaşmasına imza koyan devletlerin, işlerine karışmalarından doğuyordu. Bu sebeple de, bazı hükümleri kâğıt üzerinde kaldı.

Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlanan Tanzimat Fermanı ile, onun yetiştirmesi Âlî Paşa tarafından hazırlanan Islahat Fermanı arasındaki fark, hazırlık safhasında kendisini gösterir. Tanzimat Fermanı hazırlanırken, açık bir yabancı tesiri görülmezken, Islahat Fermanı, Âlî Paşa ile İstanbul?daki Fransız ve İngiliz elçileri arasında kararlaştırılmıştır. Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu, yayınlandıktan sonra, yabancı elçilere sadece bilgi edinmeleri için bildirildiği halde, Islahat Fermanı, Paris Konferansına katılan devletlere, Paris Antlaşmasının bir maddesinde işaret edilmek için gönderilmişti. Bu durum, Osmanlı Devletinin iç ve dış siyasetinde, bir yabancı müdahalesine yer vermişti.

Bazı batı tarzı kuruluşların ülkeye girmesi ile, cemiyetteki kuruluş ve anlayış farklılaşması, İslâmî müesseselerin yanında batı taklitçisi bir anlayış ve batı taklidi kuruluşların tesisine sebep olmuştur. Tanzimat ve Islahat Fermanları, devletin çöküşünü engelleme yolunda hiçbir fayda sağlamamış, aksine, ülkedeki tebaa ve cemiyetler arasında, yeni ve daha büyük problemlerin çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Meselâ, Suriye?de büyük bir galeyan başladı. Arkasından 1858?de, Cidde?de, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çatışma çıktı. Fransız ve İngiliz konsolosları öldürüldü. Bunun üzerine, İngiliz ve Fransız donanmaları, Osmanlı Devletine sormadan, şehri bombaladılar. Faillerden on kişiyi yakalayarak idam ettiler. Cidde, bir Osmanlı toprağı idi. Bağımsız bir devletin topraklarında işlenen bir suçun failini, ancak o devletin cezalandırması, milletlerarası bir kaide, teamül olduğu halde, batılı devletlerin buna aldırdıkları bile yoktu. Nihayet, Lübnan?da da büyük bir isyan patlak verdi. Uzun mücadelelerden sonra, 9 Haziran 1861?de, Lübnan Nizamnamesi imzalandı. Buna göre; Hıristiyan bir valinin başkanlığında, Lübnan, muhtar eyalet hâline getirildi. Böylece, Islahat Fermanı, batılı devletlerin istediği şekilde meyveler vermeye başladı


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:31

AFOROZ: Kilisenin emirlerine, öğretilerine uymayanların dinden çıkarılması, toplumun dışına atılmasıdır.

AHİ TEŞKİLATI: Esnaf ve zanaatkarların birliğinden oluşan dini ve ekonomik örgüttür. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde şehirlerin örgütlenmesinde ve kurumlaşmada etkin rol oynamışlardır.

ANARŞİZM: Düzene, sisteme karşı çıkma hareketidir.

ARİSTOKRAT: Seçkinler ve soylulardan oluşan (soylu) sınıftır.

AYAN: Bir bölgenin önde gelen kişisidir. Feodal bey

AZINLIK: Bir ülkede farklı kültüre sahip ve sayıca az olan insan topluluğu.

BAĞIMSIZLIK (Özgürlük, Hürriyet): Egemenliğin dış baskı olmadan özgür bir şekilde kullanılması.

ZIT ANLAMLILARI: Manda, himaye, sömürgecilik, emperyalizm

BALBAL: Ölen kahramanların mezarlarına dikilen, öldürdüğü düşmanlarını simgeleyen heykelcik.

BARBAR: Yunanlılar ve Romalıların kendilerinden olmayanlara verdikleri isimdir.

BATICILIK: Çağdaş, uygar Batı seviyesine ulaşabilmeyi hedefleyen düşünce sistemidir.

BOZKIR KÜLTÜRÜ: Atlı göçebe yaşama dayanan ve hayvancılığın ekonomik uğraş olduğu kültürüdür.

CİHAT: İslam dinine göre, Müslüman ülkelerin savunulması için yapılan savaşlardır.

CUMHURİYET: Halkın seçtiği temsilcileri vasıtasıyla kendini yönetmesidir. Ulusal egemenliğe dayanan devlet yönetim şeklidir. ( Ulus + Meclis + Seçim,Oy + Demokrasi Çok Partili Hayat, Laik, Sosyal, Hukuk devleti özelliklerini taşıması zorunludur.)

NOT: Tarihteki ilk cumhuriyet Roma Cumhuriyeti?dir. Kralların egemenliğine son veren Etrüskler kurdu. Aristokratik Cumhuriyettir.)

DARBE: Yöneticileri değiştirmeye yönelik hareket. Örn: Bab-ı Ali Baskını, Genç Osman?ın öldürülmesi

DEMOKRASİ: Yunanca ?Halkın iktidarı? anlamına gelir. Halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesidir.

NOT: Tarihin ilk demokrasisi Atina Sitesi (MÖ. 570)

Tarihin ilk Laik Mutlak Krallığı Babiller (Hammurabi)

DEVLET: Ülke + Millet + Yönetim Gücü (Bağımsızlık, Egemenlik, Bayrak, Ordu, Başkent)

Belirli bir ülkede yaşayan insan topluluğunun, egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasal örgütlenmedir.

DEVRİM: İhtilalin, inkılaplarla desteklenmiş şekline denir.

DEVRİM: Zaman içinde, baskı olmaksızın, halkın isteğiyle gerçekleşen uzun süreli değişim.

DOGMATİZM: Deneye, tartışmaya ve eleştiriye dayalı olmayan düşünce.

EGEMENLİK: Yönetme ve karar verme yetkisi.

EMİR: Komutan, yönetici.

EMPERYALİZM: Yayılmacılık ve çaktırmadan sömürmedir.Yani hem ülkeyi sömüreceksin hem de sömürülen halk memnun olacaktır. 3 şekli vardır:

1. Ekonomik Emperyalizm

2. Siyasi Emperyalizm

3. Kültürel Emperyalizm

ENTERDİ: Papa tarafından bir ülkedeki tüm dini faaliyetlerin (evlenme, vaftiz vb.) durdurulmasıdır.

ENDÜLÜJANS: Günahların para karşılığında affedildiğini gösteren belgedir. Cennet tapusu

ENGİZİSYON: Yüksek din görevlilerinden oluşan mahkeme.

ETNİK: Soy, köken.

FAŞİZM: Irkçılığa dayalı, baskıcı nitelik taşıyan yönetim biçimidir. (Tek partili sistemdir)

Alman Faşizmi: Nazizm, İtalya Faşizmi: Nasyonal Sosyalizm

FEDERAL DEVLET (Federasyon): İçişlerinde bağımsız eyaletlerin (her birinin ayrı yasama, yürütme ve yargı organları bulunur) merkezi bir güç etrafında (Federal Hükümet) birleşmesi ve uluslar arası ilişkilerin federal hükümet tarafından yürütülmesidir. Örn: ABD, İsviçre, Almanya, Hindistan

NOT: Yasama,yürütme ve yargı organları federal düzeyde de mevcuttur.

FEDERASYON: Yerel güçlerin ve boy beylerinin bir araya gelerek oluşturdukları siyasi birliktir.

FEODAL DEVLET: Egemenliğin paylaşıldığı bölgesel yönetim. ( Kral + Derebeyi )

Sözcük Anlamı: Toprağa dayalı düzen

NOT: İlk kez Fransa?da oluştu.

FETRET DEVRİ: Taht kavgaları nedeniyle hükümdarsız geçen ve siyasal yönden mücadele içinde bulunulan dönem. (Yıldırım Bayezid?in Timur?a Ankara Savaşı?nda yenilmesi ile başlayan ve 11 yıl süren saltanat karışıklığına Osmanlı tarihinde Fetret Devri adı verilir.)

GAZA: İslamiyet?i yaymak için yapılan sefer.

GELENEK- TÖRE: Benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimidir.

HELLENİZM: İskender?in Asya Seferi sonucunda Doğu ? Batı uygarlıkları karışımından doğan uygarlık dönemidir.( Sentez )

HUKUKEN SONA ERME: Anlaşma ile bir devletin yönetim(yaptırım) gücünü (yasama, yürütme, yargı) başka bir devlete devretmesi.

HUKUKEN TANIMA: Devletleri temsil eden yetkili kişilerin görüşme yapması. Örn: Londra Konferansı

HUTBE: Türk-İslam devletlerinde egemenliği elinde bulunduranların okuttuğu dinsel içerikli söylevdir.

ISLAHAT: Düzeltme, iyileştirme; Restorasyon

Toplum hayatında belirli alanlarda yapılan düzeltmelerdir. Islahatlar ülkenin hukuk düzenine uygun olarak yapılır, zorlayıcı değildir.

İHTİLAL: Halk hareketi sonucunda, baskı ve zor kullanarak, mevcut düzeni (rejimi) yıkarak yerine ilerici bir düzen (rejim) kurulması. Örn: Kurtuluş Savaşı, Fransız İhtilali

İKTA SİSTEMİ: Askerlere veya görevlilere maaş yerine toprak geliri bırakılmasıdır.

İMPARATORLUK: Çok uluslu merkezi devlet.

NOT:

1.İmparatorlar mutlak güce sahiptirler.

2. Tarihin ilk imparatorluğu: Akadlar

İNKILAP: Köklü yenilik. Mevcut sistemin yerine ileri, çağdaş, modern sistem getirme.

İRTİCA: Geriye dönüş. Mevcut düzenden (rejimden) daha geri olan bir düzeni (rejimi) getirme. Örn: 31 Mart Olayı

İSLAMİZM (İslamcılık): Tüm İslam dünyasını Osmanlı çatısı altında toplama düşüncesidir.

GENEL AMAÇ: Müslüman Arapları ulusçuluk hareketinden uzaklaştırmak, Batı?ya karşı İslam birliğini sağlamaktır.

KAPİTÜLASYON: Bir devletin yabancı devlet veya devletlere tanıdığı,ekonomik,siyasi,dini,hukuki ayrıcalık.

KAST SİSTEMİ: Sosyal sınıflar arasında geçişin olmadığı, katı bir tabakalaşmayı öngören sosyal yapıdır.

KAVİMLER GÖÇÜ: Avrupa?da kavimlerin yer değiştirmesine ve Avrupa?nın bugünkü etnik ve siyasi yapısının oluşmasına neden olan olaydır.

KLAN: Akraba topluluğu (Ortak ata veya soya dayanır)

KOLONİCİLİK: Coğrafi şartların olumsuzluğu nedeniyle, tarıma elverişli olmayan bölge halklarının farklı coğrafyalarda (sınırları ile bağlantısı olmayan) bağımsız olarak kurmuş oldukları tarım ve ticaret kentleridir.

KONFEDERASYON: Egemenliklerini, hukuk yapılarını, devlet başkanlarını ve kimliklerinin koruyarak ortak bir amaç için anlaşma şartları altında birleşmiş bağımsız devletlerin oluşturduğu topluluktur. Örn: Birleşik Arap Emirlikleri, Avrupa Birliği, Attika Delos Deniz Birliği (Yunan şehir devletlerinin Perslere karşı oluşturduğu topluluk)

KURULTAY (Kengeş Meclisi): Orta Asya Türklerinde boy beylerinden oluşan meclis.

KUT: Ülkeyi yönetme yetkisinin tanrı tarafından verildiğinin kabul edilmesi.

LAİKLİK: Yönetimin dine değil, akla ve bilime dayanması; din ve vicdan hürriyetinin sağlanması.

NOT: Yapılan inkılaplar dinin etkisini azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelikse laiklikle ilgilidir.

LİBERALİZM: Devletin ekonomik, siyasal, dinsel, sosyal vb. gibi olgulara müdahale etmesine ya da kimi olgulara yön vermesi girişimlerine karşı çıkan görüştür.

Ekonomide; özel sermayenin egemenliğini, serbest ticareti ve rekabeti esas alan sistemdir.

?Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler?öğretisi: Ekonomik liberalizmi; ?En iyi hükümet en az hükmedendir? öğretisi: Siyasi liberalizmi ifade eder.

MELİK: Hanedan üyesi şehzade.

MERKANTALİZM: Ülkede bulunan değerli madenlerin ve hammaddenin ülke dışına çıkmasına karşı olan ekonomik düşüncedir. (Korumacı Ekonomi)

MERKEZİ DEVLET: Tek merkezden yönetilen ve egemenliğin paylaşılmadığı devlet.

MERKEZİ OTORİTE: Egemenliğin paylaşılmaması, tek elde ve tek merkezde toplanması.

MİLLET: Aralarında dil ve tarih birliği bulunan, eşit vatandaşlık hakkına sahip insanlar topluluğu.

MİLLİYETÇİLİK (Ulusçuluk): Milletine ait olan bütün değerlere sahip çıkma, onları koruma ve yüceltmeye dayanan ideolojidir.

NOM: Perslerin eyaleti

OLİGARŞİ: Bir grubun ülke yönetimini demokratik olmayan yolla ele geçirmesi ve yönetmesidir.

OSMANİZM (Osmanlıcılık): Osmanlı toprakları içinde yaşayan tüm tebayı din, dil, ırk ayrımı yapmadan Osmanlı çatısı altında birleştirme politikasıdır.

GENEL AMAÇ: Ulusal ayaklanmaları önleyip, imparatorluğun toprak bütünlüğünü korumaktır.

OBJEKTİF(Nesnel): Tarafsız

ÖRFİ HUKUK: Geleneklere göre oluşturulan hukuk sistemidir.

ÖZERKLİK (Muhtariyet): İçişlerinde bağımsız, dışişlerinde merkeze bağlı yönetim birimi.

PANİSLAVİZM: Rusya?nın ulusçuluk akımından yararlanarak tüm Slavları kendi egemenliği altında toplama düşüncesi. Slav Birliği

GENEL AMAÇ: Rusya?nın Slav birliğini kurarak sıcak denizlere inme politikası

PANKUŞ: Hitit meclisi

PANTÜRKİZM (Turancılık): Yeryüzünde yaşayan tüm Türkleri bir çatı altında toplama düşüncesidir.

POLİS: Yunan şehir devletlerine verilen isim

REFORM: Sözcük Anlamı: Yeniden düzenlemek;

Tarihsel Anlamı:16. yy da Katolik kilisesindeki bozulmaya son vermek için, kilise dışında başlayan, dinsel yenileşme hareketidir.

RESMEN (Fiilen) TANIMA: Devletleri temsil eden yetkili kişiler arasında antlaşma imzalanması. Örn: Lozan Antlaşması

RESMEN(fiilen) SONA ERME: Bir devletin ülke topraklarının ve başkentinin işgal edilmesi.

RÖNESANS: Sözcük Anlamı:Yeniden Doğuş

Tarihsel Anlamı:15. ve 16. yy da Batı Avrupa?da edebiyat ve güzel sanatlarda meydana gelen değişme ve gelişmelerdir.

SANAYİ DEVRİMİ: Buhar gücünün üretimde kullanılmasıyla başlayan ve Avrupa?da ekonomik, siyasi ve sosyal dengeleri değiştiren süreçtir.

SATRAPLIK: Perslerin Anadolu?daki eyaletlerine verilen isim. Bunların yöneticilerine satrap adı verilirdi.

SELF DETERMİNASYON: Her milletin kendi geleceğine kendisini karar vermesi. Örn: Wilson İlkeleri

SİTE (Şehir Devleti): Çevresindeki bölge üzerinde egemenlik kuran ve bu bölgenin siyasal, ekonomik ve kültürel yaşamını yönlendirici bir merkez konumunu taşıyan bağımsız bir kente dayalı siyasal sistemdir. (Site, Polis, Nom)

SİYASAL BİRLİK: Bir ülkenin yada bir bölgenin yalnız bir tek güç tarafından yönetilmesidir.

SKOLASTİK DÜŞÜNCE: Aristotales?in düşünceleri + Hristiyan Öğretisi: Kaynaşma Skolastik Düşünce

SOSYAL DEVLET: İnsanlarına karşı her türlü hizmeti eşit olarak sunan, temel ihtiyaçlarını karşılayan, yoksulları zengine karşı koruyan devlet.

SOSYALİZM: Üretim araçlarının mülkiyetinin devlete ait olması, üretimin ve paylaşımın devlet tarafından planlanması (gelir dağılımında denge vardır) ; özel teşebbüsün veya mülkiyet hakkının olmaması yada sınırlı tutulmasının öngörüldüğü toplumsal düzendir. Bu sistemde kişileri birbirinden ayıran temel fark; eğitim seviyeleridir.

SÖMÜRGECİLİK: Zor, tehdit ve saldırgan metodlar kullanarak, sömürü temeline dayalı ve yayılmacı amaçlı değişik düzeylerde kendisine bağlı ulusal birimleri merkezi bir gücün denetiminde bir araya getirmeyi amaçlayan siyasal anlayış ve eylem tarzıdır.

SUBJEKTİF(Öznel): Taraflı

ŞER?İ HUKUK: Dini kurallara dayalı hukuk sistemi.

TEOKRASİ: Dine dayalı yönetim anlayışı. Örn: Osmanlı İmparatorluğu?nda şeri hukuk, şeri vergi, cihat ve gaza anlayışı, halifelik, şeyhülislam, toplumun ümmet esasına göre örgütlenmesi

TOTEMİZM: En ilkel inanç olup, bir hayvan veya bitkinin kutsal sayılmasıdır.

TURAN TAKTİĞİ: Ordunun geri çekilip düşmanı pusuya düşürmesi ve imha etmesidir.

TÜRKÇÜLÜK: Kurtuluş Savaşı döneminde Türk ulusunun bağımsız bir Türk devleti kurma çalışmalarıdır.

ULUSAL BAĞIMSIZLIK: Ulusun kendisi ile ilgili kararları her türlü dış baskıdan ve sömürüden uzak olarak, kendisinin almasıdır. (Evrensel bir kavramdır. Bağımsızlık)

ULUSAL BENLİK: Bir ulusun kendine ait kimliği veya kültürü.

ULUSAL EGEMENLİK: Egemenlik kaynağının ulusa dayandırılması, halkın temsilciler vasıtasıyla yönetimde söz ve karar sahibi olmasıdır. (Tüm demokrasilerin ön koşulu olan evrensel bir kavramdır)

ULUSÇULUK: Ulusların bağımsızlığını ilan ederek ulusal devletlerini kurmaya çalışmalarıdır.

ÜLKE: Sınırları belli toprak parçası.

ÜMMET: Soy, kan bağı, dil yada ülke birliği temelinde değil; din ve inanç birliği temelinde bir araya gelen, ortak bir inanç ile birbirine bağlı; aynı dine ve peygambere bağlı insan topluluğudur.

VATAN: Milli duygularla bağlı olunan toprak parçası.

VERASET SİSTEMİ: Yönetimin nasıl el değiştireceğini ve hak sahibini gösteren sistemdir. Başa geçecek şehzadenin yani tahtın varisinin belirlenmesidir.

YABANCI: Bir ülkenin uyruğundan olmayan kişiler.

YAZI: Ağızdan çıkan seslerin, dolayısıyla dili oluşturan sözcüklerin, gözle görülebilen ya da elle dokunulabilen işaretler ve simgeler halinde biçimlendirilmesidir.


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:33

T.C.İNKILAP TARİHİ

l.Meşrutiyet :1876 da ll.Abdülhamit tarafından ilan edildi. Türk tarihinin ilk anayasasıdır. (Kanun-i Esasi)

ll.Meşrutiyet:24 Temmuz 1908l-ll.Abdülhamit

31 Mart Vak?ası :13 Nisan 1909. Gericilik ayaklanması,Hareket ordusu tarafından bastırıldı. Komutanı Mahmut Şevket Paşa,Kurmay Başkanı Kolağası Mustafa Kemal idi.

TRABLUSGARP SAVAŞI( 1911 )

Türklerle İtalyanlar arasında,İsviçrenin Quchy ( Uşi ) Kentinde yapılan antlaşmayla; Trablusgarp İtalyanlara bırakıldı. 12 ada Balkan Savaşları sonuna kadar İtalyanlar?da kalacaktı. Sözlerinde durmadılar. 1945 yılında Yunanlılara verdiler.

l.BALKAN SAVAŞI ( Ekim 1912 )

Bulgarlar, Sırplar, Karadağ ve Yunanlılar

Osmanlı devleti Midye- Enez çizgisinin batısındaki toprakları kaybetti.

II.BALKAN SAVAŞI

1.Balkan savaşında Osmanlılar?dan alınan toprakların paylaşım savaşıdır.

Osmanlı Devleti Kırklareli ve Edirneyi geri aldı.

Ege Adaları Londra Konferansında Yunanlıları verildi. 1913

l.DÜNYA SAVAŞI (1914- 1918 )

Ýttifak Devletleri :Avusturya, Almanya (Osmanlı Aðustos 1914-Enver Paşa )

İtilaf Devletleri :İngiltere, Fransa, Rusya (Sırbistan)

Kafkas Cephesi :Sarıkamış kış taarruzu diye adlandırılır. Ruslar Erzurum,Muş,Bitlis,Trabzon ve Erzincan?ı ele geçirdiler.

ÇANAKKALE SAVAŞI-18 MART 1915

Gelibolu Cephesi ( Nisan 1915 ) : Anafartalar ve Arıburnunda düşman orduları büyük kayıp verdi. ?Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum.? Anafartalar Conkbayırı ve Arıburnu )

Conkbayırı ve Kireçtepede saldırı sonucu düşman yenilmiştir.

Anafartalar ve Arıburnu Savunma Taktiði

Conkbayırı ve Kireçtepe Taarruz. Taktiði

MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI ( 30 Ekim 1918-Limni Adası,Mondros Limanı)

Rauf Bey imzaladı. Padişah Vahdettin idi. Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı Devleti fiilen sona ermişitir. Antlaşmanın tamamı 30 maddedir.

1. Çanakkale ve İstanbul Boğazları İtilaf Devletlerine açılacak ve bu bölge İtilaf Devletlerince işgal edilecektir.

2. Osmanlı ordusu terhis edilecek silahlar İtilaf Devletlerine verilecek.

3. Osmanlı donanması İtilaf Devletlerinin gözetimine bırakılacak.

4. Toros tünelleri ve önemli ulaşım yol ve kavşakları İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecek.

5. Haberleşme merkezleri İtilaf Devletlerince işgal edilecek.

6. (Antlaşmanın 7.maddesi) İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri yerleri işgal edebilecekler.

? ( Antlaşmanın 24. maddesi) Altı vilayet adı verilen yerlerde (Erzurum,Van,Bitlis,Diyarbakır,Elazığ, Sivas) Vilayet-i Sitte de bir karışıklık olursa İtilaf Devletleri burayı işgal edebileceklerdi.

? İstanbulun İşgali- 13 Kasım 1918

? Versay Antlaşması - 28 Haziran 1919 ( Almanya )

? Sen Jerman ( Avusturya )

? Triyanon ( Macaristan )

? Nöyyi ( Bulgaristan )

? izmir?in İşgali 15 Mayıs 1919

SEVR ANTLAŞMASI ( 10 Ağustos1920 )

Paris barış Konferansı sonucunda imzalandı. Boğazların denetimi elden gitti. 50 bin kişilik ordu olacak ağır silahlar olmayacak kapitülasyonlardan bütün devletler yararlanacak, Doğuda Ermenistan, Güney Doğuda Kürdistan kurulacak İzmir ve yöresi Yunanlılara, Antalya ve dolayları İtalyanlara,İç Anadolu Fransızlara Güneydeki topraklar İngiltere?ye veriliyordu.

Ýlk Kurþun : Hasan TAHSİN ( Gazeteci )

MİLLİ VARLIĞA DÜŞMAN CEMİYETLER

? Sulh Selameti Osmaniye Fıkrası

? Kürt Teali Cemiyeti

? Teali İslam Cemiyeti

? İngiliz Muhipler Cemiyeti

AZINLIKLAR CEMİYETİ

? Mavri mira Cemiyeti

? Pontus Rum Cemiyeti

? Yunan Kızılhaç ve Göçmenler Cemiyeti

MİLLİ CEMİYETLER

? Trakya Paşaeli Cemiyeti

? İzmir Müdafa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti

? Kilikyalılar Cemiyeti

? Şark Vilayetleri Müdafa-i Hukuk Cemiyeti

? Trabzon Müdafai Hukuk Cemiyeti

Atatürk?ün Samsu?na Çıkışı :19 Mayıs 1919- Dokuzuncu ordu müfettişliği

AMASYA GENELGESİ ( 22 Haziran 1919 )

Rauf ORBAY, Refet BELE, Ali Fuat CEBESOY, Kazım KARABEKİR Paşa

? İstanbul Hükümetini tanımadığını açıklamıştır.

? Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir.

? Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.

? Her ilden 3 temsilci seçilip Sivasa gelecektir.Doğu İlleri Erzurum?da seçilecek kişilerce temsil edilecektir.( 7- 8 Temmuz 1919 M.Kemal görevden alındı. )

ERZURUM KONGRESİ ( 23 Temmuz 5 Aÿustos 1919 )

? Milli sınırlar içerisinde vatan bir bütündür,

? Doğu illerinin ve bütün vatanın bağımsızlığını Osmanlı Devleti sağlayamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümeti milli bir kongre sececektir.

? Milli Kongre için Temsil Kurulu ( Heyet-i temsiliye ) seçildi. Başkanı M.Kemal oldu.

Balıkesir Kongresi : 26-30 Temmuz 1919

Alaþehir Kongresi :16-25 Aðustos 1919

SİVAS KONGRESİ ( 4-11 Eylül 1919 )

? Manda ve himaye kabul edilemez,

? Vatan bir bütündür, bölünemez.

? Yurttaki dağınık dernekler Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti adları altında birleştirildi.

? Meclisi Mebusan bir an önce toplanacaktı.

Atatürk?ün Ankara?ya Geliþi : (27 Aralık 1919)

Misakı Millinin Kabülü : 28 Ocak 1920

Osmanlı Devletinin Sona Ermesi :16 Mart 1920

TBMM?nin Açılıþı :23 Nisan 1920

Ýlk Anayasa :20 Ocak 1921

AYAKLANMALAR

24 Mayıs 1920 : Damat Ferit M.Kemali ölüm cezasına çarptırdı.

Anzavur Ayaklanması : Ahmet Anzavur Subay 2 Kasım 1919 da, Manyas, Susurluk, Gönen ve Ulubat,. 16 Nisan 1920 de Kuvayi Milliye ve Çerkes Ethem Kuvvetleri tarafından bastırıldı.

HALİFELİK ORDUSU

İngilizler İstanbul hükümetine bir ordu kurdurdu. Adı Halifelik ordusu idi. 18 Nisan - 25 Haziran 1920 Gevye?ye saldırdılar. Fuat Paşa komutasındaki birlikler ayaklanmayı bastırdı.

Bolu,Düzce,Hendek ve Adapazarı Ayaklanmaları( 12 Mayıs 1920-8 Aðustos 1920 ) :Ali Fuat Paşa ile Ali Bey, Refet Bey Milli Kuvaiye birliklerini bastırdı.

Yozðat Ayaklanması :15 Mayıs 1920 Yozgat?ta başladı. Çevre Tokat- Zile ve Çorum bölgelerine yayıldı.

Afyon Ayaklanması :Afyon Karahisarda Çopur Musa Halifelik elden gidiyor diye halkı ayaklandırdı. Sonunda Çopur Musa Yunanlılara sığındı.

Konya Ayaklanması eli Mehmet tarafından Çumrada bastırıldı. 2 Ekim 1920

Milli Aþireti Ayaklanması :8 Haziran 1920 milli Aşiretin Viranşehir dolaylarında ayaklanmasıdır.

Ýstiklal Mahkemesinin kurulması :18 Eylül 1920 ( Özel Mahkemeler )

SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI(10 Ağustos1920)

1. Osmanlı İmparatorluğu İstanbul dolayları ve Anadolunun küçük bir bölümü ile sınırlandırıldı.

2. Boğazları Uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecekti, herkese açık olacaktı.

3. Ege bölgesinin büyük bölümü ve Midye-Büyükçekmece çizgisinin batısı Yunanlılara verildi.

4. Doğu Anadoluda iki yeni devlet kurulacaktı.

5. Antalya ve Konya bölgeleri İç-batı Anadolu İtalyanlara bırakıldı

6. Adana,Malatya ve Sivas Fransız nüfusuna girecekti.

7. Arap ülkeleri İngiliz ve Fransızlar arasında paylaştırılıp manda altına alınıyordu.

8. En çok ordumuzun sayısı 50700 kişi olacak ağır silah olmayacak, deniz gücü 13 ufak gemi olacaktı.

9. Kapitülasyonlardan bütün devletler yararlanacaktı.

10. Antlaşma hükümlerine Osmanlı Devleti uymazsa İstanbul?da alınacaktı.

Damat Ferit Paşa tarafından imzalandı. Padişah Vahdettindi.

30 Nisan 1919 M.Kemal 9. Ordu Müfettişliğine atandı.

16 Mayıs 1919 Bandırma vapuru ile Samsun?a hareket etti.

GÜMRÜ ANTLAŞMASI (3 ARALIK 1920 )

TBMM hükümeti ile Ermeniler arasında yapıldı. TBMM?nin ululslararası alandaki ilk antlaşmadır.

11 Şubat 1920-Fransızlar Maraştan atıldı.

10 Nisan 1920-Fransızlar Urfa?dan atıldı.

LONDRA KONFERANSI ( 23 Şubat- 12 Mart 1921 )

Sevr Antlaşmasından farkı ordu sayısının arttırılmasıyla kabul edilmedi. Yalnız TBMM Hükümet temsilcisi Bekir Sami Bey, Fransız ve İtalyanlarla esirlerin karşılıklı olarak değiştirilmesi konusunda iki antlaşma imzaladı. Fakat bunlarda onaylanmadı.

MOSKOVA ANTLAŞMASI 16 Mart 1921

Sovyet Rusya yeni Türk devletini kabul etti. Osmanlı devletini tanımıyor. Kapitülasyonlar dahil olmak üzere Türk bağımsızlığına aykırı hiçbir antlaşmayı kabul etmiyecek doğu sınırımız kesin biçimini aldı.

ll.İNÖNÜ MUHAREBESİ ( 23- 31 MART 1921)

Sonunda büyük devletler tarafından TBMM tanınmaya başladı. Afganistan TBMMni tanıdı. Askeri bir antlaşma imzaladı.

KÜTAHYA-ESKİŞEHİR MUHABERESİ ( 10-24 Temmuz 1921 )

Yunanlılar Sakarya?ya dayandı.Mustafa Kemal 5 Aðustos 1921 de Başkumandan seçildi.

Ýstiklal marþının kabulü ( 12 Mart 1921 ) M.Akif ERSOY yazdı, Zeki ÜNGÖR besteledi.

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ

( 23 Aðustos - 12 Eylül 1921 )

?Hattı Müdafa yoktur, sattı müdafa vardır. O satıh bütün vatandır. ?

Viyana Zaferinden sonra batılılara karşı ilk kazanılan savaştır. Bazı büyük devletler TBMM?ni kabul etti. Rusya ile Kars, Fransa ile Ankara Antlaşması imzalanacaktı.

Yunanlılar barış masasına oturmak isteyeceklerdi.

M.Kemal?e Gazilik ve Maraşellik Ünvanının verilmesi : 19 Eylül 1921

Kars Antlaþması ( 13 Ekim 1921) oğu sınırımız kesin biçimini aldı.Sovyet Rusya ile.

Ankara Antlaþması ( 20 Ekim 1921 ) Fransızlarla imzalandı. Fransa Türk devletini tanıdı. Aramızdaki savaş sona erdi. Suriye sınırımız (İskenderun , Hatay dışında )

Büyük Taarruz ( 26- 30 Aðustos 1922 )?Ordular ilk hedefimiz Akdeniz ileri? emrini vermiştir.

MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI ( 11 Ekim 1922 )

1. 14-15 Ekim gecesinden başlayarak silahlı çatışmalar duracaktı

2. Yunanlılar Doğu Trakya?yı hemen boşaltacaklar ve TBMM hükümetinin yönetimine teslim edeceklerdi.

3. İstanbul ve çevresinde Türk yönetimi kurulacak TBMM Hükümetinin temsilcisi İstanbul?a gelecekti.

4. Türk ordusu barış imzalanıncaya kadar Çanakkale?de ve Kocaeli yarımadasında belirtilen çizgide duracaktı.

5. Doğu Trakya?ya belli miktarda jandarma birliği geçirebilecektik.

Saltanatın kaldırılması( 1 Kasım 1923 ) :TBMM saltanatın 16 mart 1920 (İstanbulun işgali ) itibaren kalktığını kabul etti.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI ( 24 Temmuz 1923 )

İsviçrede Lozan kentinde imzalandı. İsmet İnönü imzaladı.

? İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Sovyet Rusya

? Karaağaç, Boğazlar ve Musulda sorun çıktı.

? Borçlar konusunda sorun çıktı.

? Kapitülasyonlar konusunda sorun çıktı.

4 Şubat 1923 de görüşmeler kesildi. 23 Nisan 1923 de yeniden başladı. 24 Temmuz 1923 de imzalandı.

? Yeni Türk devletinin uluslararası alanda bağımsız, bütün diger devletlerle eşit, şerefli bir varlık olduğu kesinlikle tanınıyor ve Osmanlı devletinin sona erdiği kabul ediliyordu.

? Sınırlar belli oldu.

Suriye Sınırı : Ankara Antlaşmasında gösterilen sınırlar kabul edildi.

Irak Sınırı : Musul üzerinde antlaşma olmadı. Bu konuda İngiltere ile Türkiye kendi aralarında dostça görüşüp anlaşacaklardı.

Batı Sınırı : Batı Trakya Yunanistana verildi. Doğu Trakya bize verildi. Ege Adaları geri alınamadı.

Kapitülasyonlar : Kapitülasyonların tamamı kaldırıldı.

AZINLIKLAR :

Bütün azınlıklar Türk uyrukludur. Batı Trakyadaki Türklerle, İstanbul Rumları dışında, Anadolu ve Doğu Trakyadaki Rumlar ve Yunanistandaki Türkler değiş-tokuş edilecektir.

Savaþ Tazminatları :Yunanistan savaş masrafı olarak Karaağaçcı bize bıraktılar.

Devlet Borçları :Osmanlı Devletinin borçları Osmanlı İparatorluğundan ayrılan devletlerle aramızde bölüşüldü. Düzenli taksitlere bağlandı.Borçlar kağıt para esasına dayandırıldı. (altın değil )

Boðazlar Sorunu:Boğazlar bize geri verildi. Ancak geliş-gidiş serbist olacak bunu Milletler Cemiyeti denetiminde başkanının Türk olduğu Uluslararası bir komisyon düzenleyecekti. Boğazların her iki yakasıda askerden arındırılacaktı.

Ýzmir?in kurtuluþu : ( 9 Eylül 1922 )

Ýstanbulun Boþaltılması 2 Ekim 1923 )

LOZANDA İSTEDİĞİMİZ GİBİ GERÇEKLEŞEMEYEN KONULAR

Batı Trakya ve Ege Adalarının elde edilmemesi, Rum Patrikhanesinin İstanbuldan çıkarılamaması ve Musulu geri alamamamız.

( Boğazlar üzerindeki sınırlamalar daha sonra kaldırıldı. Hatay ülkemize katıldı.)

ll. TBMM?nin Açılıþı : ( 11 Aðustos 1923 )

İlk siy asal Parti : Halk Fırkası 9 Aðustos 1923 ( Gazi Mustafa Kemal kurdu.)

Saltanatın Kaldırılması ( 1 Kasım 1922)

Halifeliðin Kaldırılması ( 3 Mart 1924 )

Terakkiperver Cumhuriyet Partisi(İlerici cumhuriyet Partisi) 17 Kasım 1924- Rauf ORBAY , Refet BELE, Adnan ADIVAR

PAŞA SAİT AYAKLANMASI ( 13 Şubat 1925 )

Ayaklanmayı İngilizler çıkardı. Amaçları Doğu Anadolunun güneyinde yeni bir devlet kurdurarak Musul ile Türkiye?nin arasını kapatmak istiyorlardı. Ayaklanmayı bastırarak tedbirler alamayınca Fethi Bey başbakanlıktan alındı. Yerine İsmet Paşa getirildi.

Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin kapatılması : 5 Haziran 1925 de Şeyh Sait Ayaklanmasında rolü olduğu için kapatıldı.

MUSTAFA KEMAL?E SUİKAST GİRİŞİMİ

Ziya Hurşit , Saruhan Arif ile bazı eski İttihatçılar hazırladı. Atatürk?ün İzmir?e 1 gün geç gelmesi ile kurtuldu. Giritli Şevki tarafından İzmir Valisine suikastın yapılacağı bildirildi. 16 Haziran 1926

SERBEST CUMHURİYET FIRKASI

Atatürk?ün önerisiyle Fethi OKYAR tarafından kuruldu. 12 Aÿustos 1930 - 18 Aralık 1930 da kapandı.

MENEMEN OLAYI ( 23 Aralık 1930 )

Derviş Mehmet ? Din elden gidiyor ? diye halkı ayaklandırdı. Askerleri ve Kubilayı ( öğretmen-Yedek Subay ) öldürdü.

MEDENİ KANUNUN KABULÜ ( 4 Ekim 1926 )

? Kadınla erkek arasında toplumsal ve ekonomik alanda tam bir eşitlik sağlandı.

? Kadının her mesleğe girebilmesi sağlandı.

? Eşler arasında eşitlik getirildi.

? Tek kadınla evlilik ve boşanma hakkının kadınada verilmesi,

? Resmi nikah zorunluluğu getirildi,

? mirasta eşitlik sağlandı,

Kadına Belediye Seçimlerine Katılma Hakkı Verilmesi -: 1930

Kadına Milletvekili Seçilmek ve seçmek hakkı :1934

Cumhuriyet Halk Fırkasının Kuruluşu : ( 9 Eylül 1923 )

Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetinin Halk Fırkasına dönüştürülmesi ile oldu.

Ordunun Siyasetten Ayrılması ( 19 Aralık 1924 )

Takrir-i sükun kanunu ( 4 mart 1925 )

(4 Mart 1929) da kaldırıldı.

TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU VE MEDRESELERİN KAPATILMASI( 3 Mart 1924 )

Enderun: Devlet adamlarının yetiştiği okul.

İlköğretim : 3 yıl süreli Mekteb-i İktidai ( mahalle Mektepleri )

3 yıl süreli Mekteb-i Rüştiye

Orta Öÿretim : Mektebi İdadi, Lise Mekteb-i Sultanı

Yükset Öÿretim : Darül Fünun

YENİ TÜRK EĞİTİMİNİN ÖZELLİKLERİ

1. Türk Eÿitiminin laiktir.

2. türk Eÿitimi demokratiktir.

3. Türk Eÿitimi devletçi ve milliyetçidir.

4. Türk Eÿitiminde tek okul sistemi vardır.

Türk harflerinin kabulü . 1 Kasım 1928

Türk Dili Kurumu : 12 temmuz 1932

Türk Tarih Tetkik Cemiyeti: 15 Nisan 1931 de kuruldu. Ümmet tarih anlayışından millet tarih anlayışına geçildi.

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması : 30 kasım 1925

Eski Hukuk :Şerii hukuk denirdi. Kuranı Kerime dayanırda.Olmayan konularda Hadislerden yararlanılır, icma ve kıyasa başvurulurdu.

Kıyas in bilginlerin din ve dünya işleri ile ilgili ana kurallardan ( Kur?an ve Hadisten )yararlanarak benzer olaylara bir yol bulmasıdır.

Ýcma : Din bilginlerinin çözüm gereken konularda anlayış birliğine vararakulaştığı kararların bütününü teşkil eder.

Kılık Kıyafet Devrimi : Aðustos 1925

Soyadı kanunu: 1934

Takvim ve saat ölçülerinde deðiþiklik :: 26 Aralık 1925

Uzunluk ve ağırlık ölçüleri 1931 yılında değiştirildi.

TÜRKİYE İKTİSAT KONGRESİ : 18 Şubat 1923

Amacı : Ekonomik Kalkınma için ortak amaçlar saptamak

bu amaçları yerine getirmek için yeni yöntemler getirmektir.

Ekonomide;

1920-1933 yılları arasında ılımlı devletçilik

1933-1938 yılları arasında tam devletçilik ilkesi uygulanmış ilk beş yıllık kalkınma planı uygulanmıştır.

1925 yılında Aşar vergisi kaldırıldı.

Kabotaj kanunun Kabulü : 1926 Türk Denizlerinde gemi işletme hakkı, yalnız Türkiye?ye ait olacaktı.

Teþvik-i Sanayi kanunu : 1926

IRAK SINIRI VE MUSUL SORUNU

1. Lozan barış Antlaşmasında Irak Sınırı ve musul sorunu çözülememişti.

2. TBMM musulun Misak-ı Milli sınırları içinde olduğunu ileri sürerek musulu geri istedi.

3. İngiltere ilk kez 1924 te görüşüldü. Anlaşma yapılamadı.

4. İngilizler isteklerini zorla kabul ettirmek için Şeh sait ayaklanmasını planladılar.

5. 1926 yılında Ankara?da yapılan görüşmelerde Musul Irak sınırları içerisinde kaldı. Irak ile aramızdaki sınır bugünkü durumunu aldı.

6. Milletler cemiyetine girişimiz : 18 Temmuz 1932

Balkan Antantı : Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya delegeleri Atina?da imzaladılar. ( Balkan Paktı ) 9 Şubat 1934

MONTRÖ SÖZLEŞMESİ ( 20 Temmuz 1936)

1. Lozan Antlaşması ile kurulan boğazlar komisyonu kaldırıldı. Komisyonun görevi Türk devletine verildi.

2. Boğazların iki yanında asker bulundurabilecektik.

3. Yabancı ticaret gemilerinin her iki yönde boğazlardan geçişi serbest olacak, yabancı savaş gemilerinin geçişi sınırlandırılıyordu. Türkiye savaşa giren veya bir savaş tehlikesi ile karşılaşırsa boğazları istediği gibi açıp kapayabilecekti.

Sadabat Paktı ( 9 Temmuz 1937 ) :Türkiye, Irak, İran ve Afganistan

HATAY SORUNU

1. 1921 yılında imzalanan Ankara Antlaşması ile ( Fransa ) İskenderun ve Antakyanın özel bir yönetime sahip olması kabul edilmişti.

2. 1936 yılında Fransa Suriyeden çekildi. ( manda yönetimini kaldırdı.)

3. Türkiye Milletler cemiyetine başvurdu. Halkoyuna gidildi.

4. 2 Eylül 1938 de Hatay bağımsız Devleti kuruldu. 10 ay kadar sonra Türkiye?ye katıldı. 1939 da.

TEMEL İLKELER

1. Cumhuriyetçilik,

2. Milliyetçilik,

3. Halkçılık,

4. Laiklik,

5. Devletçilik,

6. İnkılapçılık

BÜTÜNLEYİCİ İLKELER

1. Milli Egemenlik- Cumhuriyet İlkesini bütünler

2. Milli birlik ve beraberlik, ülke bütünlüğü,

3. Özğürlük ve bağımsızlık,

4. Yurtta barış, dünyada barış,

5. Akılcılık ve bilimsellik,

6. Çağdaşlık ve Batılaşma,

7. İnsan ve İnsan sevgisi


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:37

AFOROZ: Kilisenin emirlerine, öğretilerine uymayanların dinden çıkarılması, toplumun dışına atılmasıdır.

AHİ TEŞKİLATI: Esnaf ve zanaatkarların birliğinden oluşan dini ve ekonomik örgüttür. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde şehirlerin örgütlenmesinde ve kurumlaşmada etkin rol oynamışlardır.

ANARŞİZM: Düzene, sisteme karşı çıkma hareketidir.

ARİSTOKRAT: Seçkinler ve soylulardan oluşan (soylu) sınıftır.

AYAN: Bir bölgenin önde gelen kişisidir. Feodal bey

AZINLIK: Bir ülkede farklı kültüre sahip ve sayıca az olan insan topluluğu.

BAĞIMSIZLIK (Özgürlük, Hürriyet): Egemenliğin dış baskı olmadan özgür bir şekilde kullanılması.

ZIT ANLAMLILARI: Manda, himaye, sömürgecilik, emperyalizm

BALBAL: Ölen kahramanların mezarlarına dikilen, öldürdüğü düşmanlarını simgeleyen heykelcik.

BARBAR: Yunanlılar ve Romalıların kendilerinden olmayanlara verdikleri isimdir.

BATICILIK: Çağdaş, uygar Batı seviyesine ulaşabilmeyi hedefleyen düşünce sistemidir.

BOZKIR KÜLTÜRÜ: Atlı göçebe yaşama dayanan ve hayvancılığın ekonomik uğraş olduğu kültürüdür.

CİHAT: İslam dinine göre, Müslüman ülkelerin savunulması için yapılan savaşlardır.

CUMHURİYET: Halkın seçtiği temsilcileri vasıtasıyla kendini yönetmesidir. Ulusal egemenliğe dayanan devlet yönetim şeklidir. ( Ulus + Meclis + Seçim,Oy + Demokrasi Çok Partili Hayat, Laik, Sosyal, Hukuk devleti özelliklerini taşıması zorunludur.)

NOT: Tarihteki ilk cumhuriyet Roma Cumhuriyeti?dir. Kralların egemenliğine son veren Etrüskler kurdu. Aristokratik Cumhuriyettir.)

DARBE: Yöneticileri değiştirmeye yönelik hareket. Örn: Bab-ı Ali Baskını, Genç Osman?ın öldürülmesi

DEMOKRASİ: Yunanca ?Halkın iktidarı? anlamına gelir. Halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesidir.

NOT: Tarihin ilk demokrasisi Atina Sitesi (MÖ. 570)

Tarihin ilk Laik Mutlak Krallığı Babiller (Hammurabi)

DEVLET: Ülke + Millet + Yönetim Gücü (Bağımsızlık, Egemenlik, Bayrak, Ordu, Başkent)

Belirli bir ülkede yaşayan insan topluluğunun, egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasal örgütlenmedir.

DEVRİM: İhtilalin, inkılaplarla desteklenmiş şekline denir.

DEVRİM: Zaman içinde, baskı olmaksızın, halkın isteğiyle gerçekleşen uzun süreli değişim.

DOGMATİZM: Deneye, tartışmaya ve eleştiriye dayalı olmayan düşünce.

EGEMENLİK: Yönetme ve karar verme yetkisi.

EMİR: Komutan, yönetici.

EMPERYALİZM: Yayılmacılık ve çaktırmadan sömürmedir.Yani hem ülkeyi sömüreceksin hem de sömürülen halk memnun olacaktır. 3 şekli vardır:

1. Ekonomik Emperyalizm

2. Siyasi Emperyalizm

3. Kültürel Emperyalizm

ENTERDİ: Papa tarafından bir ülkedeki tüm dini faaliyetlerin (evlenme, vaftiz vb.) durdurulmasıdır.

ENDÜLÜJANS: Günahların para karşılığında affedildiğini gösteren belgedir. Cennet tapusu

ENGİZİSYON: Yüksek din görevlilerinden oluşan mahkeme.

ETNİK: Soy, köken.

FAŞİZM: Irkçılığa dayalı, baskıcı nitelik taşıyan yönetim biçimidir. (Tek partili sistemdir)

Alman Faşizmi: Nazizm, İtalya Faşizmi: Nasyonal Sosyalizm

FEDERAL DEVLET (Federasyon): İçişlerinde bağımsız eyaletlerin (her birinin ayrı yasama, yürütme ve yargı organları bulunur) merkezi bir güç etrafında (Federal Hükümet) birleşmesi ve uluslar arası ilişkilerin federal hükümet tarafından yürütülmesidir. Örn: ABD, İsviçre, Almanya, Hindistan

NOT: Yasama,yürütme ve yargı organları federal düzeyde de mevcuttur.

FEDERASYON: Yerel güçlerin ve boy beylerinin bir araya gelerek oluşturdukları siyasi birliktir.

FEODAL DEVLET: Egemenliğin paylaşıldığı bölgesel yönetim. ( Kral + Derebeyi )

Sözcük Anlamı: Toprağa dayalı düzen

NOT: İlk kez Fransa?da oluştu.

FETRET DEVRİ: Taht kavgaları nedeniyle hükümdarsız geçen ve siyasal yönden mücadele içinde bulunulan dönem. (Yıldırım Bayezid?in Timur?a Ankara Savaşı?nda yenilmesi ile başlayan ve 11 yıl süren saltanat karışıklığına Osmanlı tarihinde Fetret Devri adı verilir.)

GAZA: İslamiyet?i yaymak için yapılan sefer.

GELENEK- TÖRE: Benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimidir.

HELLENİZM: İskender?in Asya Seferi sonucunda Doğu ? Batı uygarlıkları karışımından doğan uygarlık dönemidir.( Sentez )

HUKUKEN SONA ERME: Anlaşma ile bir devletin yönetim(yaptırım) gücünü (yasama, yürütme, yargı) başka bir devlete devretmesi.

HUKUKEN TANIMA: Devletleri temsil eden yetkili kişilerin görüşme yapması. Örn: Londra Konferansı

HUTBE: Türk-İslam devletlerinde egemenliği elinde bulunduranların okuttuğu dinsel içerikli söylevdir.

ISLAHAT: Düzeltme, iyileştirme; Restorasyon

Toplum hayatında belirli alanlarda yapılan düzeltmelerdir. Islahatlar ülkenin hukuk düzenine uygun olarak yapılır, zorlayıcı değildir.

İHTİLAL: Halk hareketi sonucunda, baskı ve zor kullanarak, mevcut düzeni (rejimi) yıkarak yerine ilerici bir düzen (rejim) kurulması. Örn: Kurtuluş Savaşı, Fransız İhtilali

İKTA SİSTEMİ: Askerlere veya görevlilere maaş yerine toprak geliri bırakılmasıdır.

İMPARATORLUK: Çok uluslu merkezi devlet.

NOT:

1.İmparatorlar mutlak güce sahiptirler.

2. Tarihin ilk imparatorluğu: Akadlar

İNKILAP: Köklü yenilik. Mevcut sistemin yerine ileri, çağdaş, modern sistem getirme.

İRTİCA: Geriye dönüş. Mevcut düzenden (rejimden) daha geri olan bir düzeni (rejimi) getirme. Örn: 31 Mart Olayı

İSLAMİZM (İslamcılık): Tüm İslam dünyasını Osmanlı çatısı altında toplama düşüncesidir.

GENEL AMAÇ: Müslüman Arapları ulusçuluk hareketinden uzaklaştırmak, Batı?ya karşı İslam birliğini sağlamaktır.

KAPİTÜLASYON: Bir devletin yabancı devlet veya devletlere tanıdığı,ekonomik,siyasi,dini,hukuki ayrıcalık.

KAST SİSTEMİ: Sosyal sınıflar arasında geçişin olmadığı, katı bir tabakalaşmayı öngören sosyal yapıdır.

KAVİMLER GÖÇÜ: Avrupa?da kavimlerin yer değiştirmesine ve Avrupa?nın bugünkü etnik ve siyasi yapısının oluşmasına neden olan olaydır.

KLAN: Akraba topluluğu (Ortak ata veya soya dayanır)

KOLONİCİLİK: Coğrafi şartların olumsuzluğu nedeniyle, tarıma elverişli olmayan bölge halklarının farklı coğrafyalarda (sınırları ile bağlantısı olmayan) bağımsız olarak kurmuş oldukları tarım ve ticaret kentleridir.

KONFEDERASYON: Egemenliklerini, hukuk yapılarını, devlet başkanlarını ve kimliklerinin koruyarak ortak bir amaç için anlaşma şartları altında birleşmiş bağımsız devletlerin oluşturduğu topluluktur. Örn: Birleşik Arap Emirlikleri, Avrupa Birliği, Attika Delos Deniz Birliği (Yunan şehir devletlerinin Perslere karşı oluşturduğu topluluk)

KURULTAY (Kengeş Meclisi): Orta Asya Türklerinde boy beylerinden oluşan meclis.

KUT: Ülkeyi yönetme yetkisinin tanrı tarafından verildiğinin kabul edilmesi.

LAİKLİK: Yönetimin dine değil, akla ve bilime dayanması; din ve vicdan hürriyetinin sağlanması.

NOT: Yapılan inkılaplar dinin etkisini azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelikse laiklikle ilgilidir.

LİBERALİZM: Devletin ekonomik, siyasal, dinsel, sosyal vb. gibi olgulara müdahale etmesine ya da kimi olgulara yön vermesi girişimlerine karşı çıkan görüştür.

Ekonomide; özel sermayenin egemenliğini, serbest ticareti ve rekabeti esas alan sistemdir.

?Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler?öğretisi: Ekonomik liberalizmi; ?En iyi hükümet en az hükmedendir? öğretisi: Siyasi liberalizmi ifade eder.

MELİK: Hanedan üyesi şehzade.

MERKANTALİZM: Ülkede bulunan değerli madenlerin ve hammaddenin ülke dışına çıkmasına karşı olan ekonomik düşüncedir. (Korumacı Ekonomi)

MERKEZİ DEVLET: Tek merkezden yönetilen ve egemenliğin paylaşılmadığı devlet.

MERKEZİ OTORİTE: Egemenliğin paylaşılmaması, tek elde ve tek merkezde toplanması.

MİLLET: Aralarında dil ve tarih birliği bulunan, eşit vatandaşlık hakkına sahip insanlar topluluğu.

MİLLİYETÇİLİK (Ulusçuluk): Milletine ait olan bütün değerlere sahip çıkma, onları koruma ve yüceltmeye dayanan ideolojidir.

NOM: Perslerin eyaleti

OLİGARŞİ: Bir grubun ülke yönetimini demokratik olmayan yolla ele geçirmesi ve yönetmesidir.

OSMANİZM (Osmanlıcılık): Osmanlı toprakları içinde yaşayan tüm tebayı din, dil, ırk ayrımı yapmadan Osmanlı çatısı altında birleştirme politikasıdır.

GENEL AMAÇ: Ulusal ayaklanmaları önleyip, imparatorluğun toprak bütünlüğünü korumaktır.

OBJEKTİF(Nesnel): Tarafsız

ÖRFİ HUKUK: Geleneklere göre oluşturulan hukuk sistemidir.

ÖZERKLİK (Muhtariyet): İçişlerinde bağımsız, dışişlerinde merkeze bağlı yönetim birimi.

PANİSLAVİZM: Rusya?nın ulusçuluk akımından yararlanarak tüm Slavları kendi egemenliği altında toplama düşüncesi. Slav Birliği

GENEL AMAÇ: Rusya?nın Slav birliğini kurarak sıcak denizlere inme politikası

PANKUŞ: Hitit meclisi

PANTÜRKİZM (Turancılık): Yeryüzünde yaşayan tüm Türkleri bir çatı altında toplama düşüncesidir.

POLİS: Yunan şehir devletlerine verilen isim

REFORM: Sözcük Anlamı: Yeniden düzenlemek;

Tarihsel Anlamı:16. yy da Katolik kilisesindeki bozulmaya son vermek için, kilise dışında başlayan, dinsel yenileşme hareketidir.

RESMEN (Fiilen) TANIMA: Devletleri temsil eden yetkili kişiler arasında antlaşma imzalanması. Örn: Lozan Antlaşması

RESMEN(fiilen) SONA ERME: Bir devletin ülke topraklarının ve başkentinin işgal edilmesi.

RÖNESANS: Sözcük Anlamı:Yeniden Doğuş

Tarihsel Anlamı:15. ve 16. yy da Batı Avrupa?da edebiyat ve güzel sanatlarda meydana gelen değişme ve gelişmelerdir.

SANAYİ DEVRİMİ: Buhar gücünün üretimde kullanılmasıyla başlayan ve Avrupa?da ekonomik, siyasi ve sosyal dengeleri değiştiren süreçtir.

SATRAPLIK: Perslerin Anadolu?daki eyaletlerine verilen isim. Bunların yöneticilerine satrap adı verilirdi.

SELF DETERMİNASYON: Her milletin kendi geleceğine kendisini karar vermesi. Örn: Wilson İlkeleri

SİTE (Şehir Devleti): Çevresindeki bölge üzerinde egemenlik kuran ve bu bölgenin siyasal, ekonomik ve kültürel yaşamını yönlendirici bir merkez konumunu taşıyan bağımsız bir kente dayalı siyasal sistemdir. (Site, Polis, Nom)

SİYASAL BİRLİK: Bir ülkenin yada bir bölgenin yalnız bir tek güç tarafından yönetilmesidir.

SKOLASTİK DÜŞÜNCE: Aristotales?in düşünceleri + Hristiyan Öğretisi: Kaynaşma Skolastik Düşünce

SOSYAL DEVLET: İnsanlarına karşı her türlü hizmeti eşit olarak sunan, temel ihtiyaçlarını karşılayan, yoksulları zengine karşı koruyan devlet.

SOSYALİZM: Üretim araçlarının mülkiyetinin devlete ait olması, üretimin ve paylaşımın devlet tarafından planlanması (gelir dağılımında denge vardır) ; özel teşebbüsün veya mülkiyet hakkının olmaması yada sınırlı tutulmasının öngörüldüğü toplumsal düzendir. Bu sistemde kişileri birbirinden ayıran temel fark; eğitim seviyeleridir.

SÖMÜRGECİLİK: Zor, tehdit ve saldırgan metodlar kullanarak, sömürü temeline dayalı ve yayılmacı amaçlı değişik düzeylerde kendisine bağlı ulusal birimleri merkezi bir gücün denetiminde bir araya getirmeyi amaçlayan siyasal anlayış ve eylem tarzıdır.

SUBJEKTİF(Öznel): Taraflı

ŞER?İ HUKUK: Dini kurallara dayalı hukuk sistemi.

TEOKRASİ: Dine dayalı yönetim anlayışı. Örn: Osmanlı İmparatorluğu?nda şeri hukuk, şeri vergi, cihat ve gaza anlayışı, halifelik, şeyhülislam, toplumun ümmet esasına göre örgütlenmesi

TOTEMİZM: En ilkel inanç olup, bir hayvan veya bitkinin kutsal sayılmasıdır.

TURAN TAKTİĞİ: Ordunun geri çekilip düşmanı pusuya düşürmesi ve imha etmesidir.

TÜRKÇÜLÜK: Kurtuluş Savaşı döneminde Türk ulusunun bağımsız bir Türk devleti kurma çalışmalarıdır.

ULUSAL BAĞIMSIZLIK: Ulusun kendisi ile ilgili kararları her türlü dış baskıdan ve sömürüden uzak olarak, kendisinin almasıdır. (Evrensel bir kavramdır. Bağımsızlık)

ULUSAL BENLİK: Bir ulusun kendine ait kimliği veya kültürü.

ULUSAL EGEMENLİK: Egemenlik kaynağının ulusa dayandırılması, halkın temsilciler vasıtasıyla yönetimde söz ve karar sahibi olmasıdır. (Tüm demokrasilerin ön koşulu olan evrensel bir kavramdır)

ULUSÇULUK: Ulusların bağımsızlığını ilan ederek ulusal devletlerini kurmaya çalışmalarıdır.

ÜLKE: Sınırları belli toprak parçası.

ÜMMET: Soy, kan bağı, dil yada ülke birliği temelinde değil; din ve inanç birliği temelinde bir araya gelen, ortak bir inanç ile birbirine bağlı; aynı dine ve peygambere bağlı insan topluluğudur.

VATAN: Milli duygularla bağlı olunan toprak parçası.

VERASET SİSTEMİ: Yönetimin nasıl el değiştireceğini ve hak sahibini gösteren sistemdir. Başa geçecek şehzadenin yani tahtın varisinin belirlenmesidir.

YABANCI: Bir ülkenin uyruğundan olmayan kişiler.

YAZI: Ağızdan çıkan seslerin, dolayısıyla dili oluşturan sözcüklerin, gözle görülebilen ya da elle dokunulabilen işaretler ve simgeler halinde biçimlendirilmesidir.


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:39

1-Aşağıdakilerden hangisi yararlı cemiyetlerin özelliklerinden biridir?

a)Manda ve himaye taraftarı olmaları

b)Düşman işgaline karşı mücadele etmeleri

c)İtilaf Devletleri tarafından kurulmuş olmaları

d)Anadolu?nun işgalini kolaylaştırmaları

2-Mustafa Kemal 13 Kasım 1918?de Sadrazam Ahmet İzzet Paşa?nın daveti üzerine İstanbul?a geldi.itilaf devletlerinin İstanbul boğazında demirlemiş donanmasını görünce ?geldikleri gibi gidecekler ?demiştir.

Mustafa Kemal?in bu düşüncesi aşağıdakilerden hangisinin kanıtıdır?

a)Ahmet İzzet Paşa?ya olan güveninin

b)İstanbul hükümetinin işgalcileri ülkeden atacağına inancı

c)itilaf devletlerinin geri çekileceğine inanması

d)Türk milletine olan güveninin

3-Mondros Ateşkes Antlaşmasının uygulanması üzerine işgal bölgelerinde Kuva-i Milliye adı verilen bölgesel direniş örgütleri kurulmuştur.

Aşağıdakilerden hangisi Kuva-i Milliye birliklerinin özelliklerinden biri değildir?

a)İtilaf birliklerine karşı savaşmışlardır

b)Azınlıkların zararlı faaliyetlerine karşı mücadele etmişlerdir

c)Osmanlı devleti tarafından kurulmuştur

d)bulundukları bölgelerin işgalini engellemeye çalışmışlardır

4-I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti Sınırları dışında Galiçya Makedonya ve Romanya cephelerinde savaşmıştır.Osmanlı Devleti?nin bu cephelerde savaşması;

I-Kapitülasyonları kaldırmak

II-müttefiklerine yardım etmek

III-Boğazların güvenliğini sağlamak

Gibi amaçlardan hangisi yada hangilerine yöneliktir?

a)I ve II b)Yalnız I

c)Yalnız II d)Yalnız III

5-Erzurum Kongresinde ?Milli Meclis derhal toplanmalı,Hükümetin çalışmaları meclis denetimine girmelidir? kararı alınmıştır.

Bu karar aşağıdakilerden hangisinin göstergesidir?

a)İstanbul hükümeti ile yakınlaşmak istendiğinin

b)yeni bir anayasa hazırlanmak istendiğinin

c)İstanbul Hükümetinin otoritesinin zayıfladığının

d)Ulusal iradenin sağlanmak istendiğinin

6-Mustafa Kemal Samsun?a çıktıktan sonra öncelikle milli birliği sağlamak istiyordu. Böylece mücadele millete mal edilebilirdi.

Aşağıdakilerden hangisi bu amaca yönelik değildir?

a)İstanbul hükümetiyle Amasya Görüşmeleri?nin yapılması

b)Havza Genelgesi?nin yayınlanması

c)Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin oluşturulması

d)Sivas Kongresi?nin toplanması

7-Son Osmanlı Mebusan Meclisi?nin Misak-ı Milli?yi ilan etmesi üzerine İtilaf Devletleri meclisi dağıtarak İstanbul?u resmen işgal etmiştir.

İtilaf devletlerinin Mebusan Meclisini dağıtmalarının asıl nedeni aşağıdakilerden hangisidir?

a)Mebusan Meclisi?nin M. Kemal?in isteğiyle toplanması

b)İstanbul Hükümeti ile görüş ayrılıklarının başlaması

c)Mustafa Kemal Paşa?nın milletvekili olarak seçilmesi

d)Mebusan Meclisinin aldığı kararların çıkarlarına aykırı olması

8-Aşağıdakilerden hangisi I. İnönü Savaşı ardından yaşanan gelişmelerden biri değildir?

a)Moskova Antlaşması b)Afgan Dostluk Antlaşması

c)Londra Konferansı d)Kars Antlaşması

9- I. TBMM 23 Nisan 1923?te açılmıştır .I. TBMM?nin özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi gösterilemez?

a)Meclis Hükümeti sistemi uygulanmıştır.

b)Yasama, yürütme, yargı birbirinden ayrılmıştır.

c)Kurucu meclistir.

d)Meclis başkanı Hükümetinde başkanıdır

10-Sivas Kongresi?nden sonra Temsil heyeti Ali Fuat Paşayı batı cephesi Kuva-i Milliye komutanlığına ataması aşağıdakilerden hangisinin göstergesidir?

a)Temsil Heyeti?nin hükümet gibi çalıştığının

b) İstanbul?un işgal altında olduğunun

c)Kuva-i Milliye birliklerinin düzene girdiğinin

d)Direniş cemiyetlerinin birleştirilmek istendiğinin

11- Atatürk 1932 yılında Mac Arthur ile görüşmesinde II.Dünya Savaşı ile ilgili görüşlerini açıklamıştır.Bu olay Atatürk?ün hangi özelliğinin göstergesidir?

a)Açık görüşlülüğü b)vatanseverliği

c)İleri görüşlülüğü d)idealistliği

12- İtilaf devletleri TBMM?nin varlığını resmen ilk defa nerede tanımıştır?

a) Amasya Görüşmesi b) Paris barış konferansı

c) Londra Konferansı d) Gümrü barış ant.

13-*Azınlık hakları çevre ülkelerdeki Müslümanlara tanınan haklar oranında olacaktır.

*Milli sınırlardan bahseder.

*Kars ,Ardahan ve Batı Trakya?da halk oyuna başvurulabilir

*Kapitülasyonlar kabul edilemez

Yukarıda verilen kararlar aşağıdakilerden hangisinde alınmıştır?

a)Misak-ı Milli b)Sivas Kongresi

c)Erzurum Kongresi d)Amasya Genelgesi

14-I. İnönü Savaşı?nın ardından İtilaf devletleri Londra konferansını toplamışlardır.İtilaf Devletlerinin Londra Konferansını toplamalarının amacı aşağıdakilerden hangisidir?

a)TBMM ile İstanbul Hükümetini barıştırmak

b)Sevr Antlaşmasında küçük değişiklikler yaparak meclise kabul ettirmek

c)Türklerin Savaş istediğini dünyaya göstermek

d)Yeni Türk devletini dünyaya tanıtmak

15-?Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.? Sözleri Atatürk?ün hangi özelliğini yansıtmaktadır?

a)Açık görüşlülüğü b)açık sözlülüğü

c)İleri görüşlülüğü d) vatanseverliği

16- Düzenli ordu birliklerinin mücadele etmediği ve sadece Kuva-i Milliye birliklerinin mücadele ettiği cephemiz aşağıdakilerden hangisidir?

a)Doğu cephesi b)Çanakkale cephesi

c)Güney cephesi d)batı cephesi

17- Kurtuluş Savaşı?ında ilk başarı Doğu cephesinde Ermenilere karşı kazanılmış ve Ermeniler Gümrü Antlaşması?nı imzalamak zorunda kalmışlardır.

Doğu cephesinde başarının sağlanmasındaki en önemli faktör aşağıdakilerden hangisidir.

A)Rusyadan cephane ve silah yardımının gelmesi

B)Doğu cephesi komutanı K. Karabekir Paşa?nın Mondros?a uymayarak orduyu terhis etmemesi

C)Halkın direniş göstermesi

D)İngilizlerin Ermenilere destek vermemesi

18-Osmanlıyı savunmasız bırakmak amacıyla Mondros ateşkes antlaşmasına itilaf devletlerinin koyduğu madde hangisidir?

a-İtilaf devletleri güvenliklerini tehtid eden yerleri işgal edebilecek

b-Osmanlı ordusu terhis edilecek

c-Vilayeti sitte illerinde herhangi bir karışıklık çıkarsa buralarda işgal edilebilecek

d-Haberleşme araçları itilaf devletlerinin denetimine bırakılacak

19. Sevr Antlaşması ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?

A)İtilaf Devletleri yaptıkları işgalleri Osmanlı Devleti?ne kabul ettirmek için hazırladılar.

B)Bu antlaşma Osmanlı Devleti?ne Mondros Ateşkes Antlaşması ile kaybettirdiği toprakları geri kazandırdı.

C)TBMM bu antlaşmayı kabul etmedi.

D)Bu antlaşma hiçbir zaman uygulanamadı

1-) I. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler, Doğu Anadolu?yu işgale başladılar. Ruslarla işbirliği içine girerek Anadolu?daki masum insanları öldürdüler. Ruslarla savaş halinde olan Türk ordusunu arkadan vurmaya başladılar.

Bu durum üzerine, Osmanlı Devleti?nin Ermenilere karşı izlediği politika aşağıdakilerden hangisi olmuştur?

A) Osmanlı Devleti, Ermenilere karşı İngilizlerle işbirliği içine girmiştir.

B) Ermenilerle konuşarak onları İstanbul?a taşımışlardır.

C) Ermenileri o zaman yine bir Osmanlı ili olan Suriye?ye göç (Tehcir Kanunu ile) ettirmiştir.

D) Anadolu?daki bütün Ermenileri öldürmüştür.

2-) Almanya?nın, Osmanlı Devleti?ni I. Dünya Savaşı?na kendi yanında savaşa sokmaya çalışmasının önemli bir nedeni de, padişahın aynı zamanda ?halife? unvanına sahip olmasıydı.

Aşağıdakilerden hangisi bu yargıyı doğrulamaktadır?

A) Osmanlı topraklarının oldukça geniş olması

B) İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki halkın çoğunluğunun Müslüman olması

C) Yönetimdeki İttihat ve Terakkicilerin Almanya ile dostluğa önem vermesi

D) Osmanlı ordusunun sayıca fazla olması

4-) * Rusya?nın Balkan Devletleri?ndeki Slav ırkını kışkırtarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarını parçalamaya çalışması.

* İngiltere?nin uzak doğudaki ham madde ve pazar kaynağı olan ülkelere Almanya?nın göz dikmesi.

Yukarıda I. Dünya Savaşı?na neden olan olaylar belirtilmiştir.

Verilenlerden yola çıkarak I. Dünya Savaşı?nın başlamasında etki eden iki önemli kavram aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?

A) Ümmetçilik ? Türkçülük B) Sömürgecilik ? Ümmetçilik

C) Sömürgecilik ? Milliyetçilik D) Milliyetçilik ? Ümmetçilik

5-) Milli irade; halkın kendi iradesiyle seçtiği kişilerin bir çatı altında bir araya gelerek halkın menfaatleri doğrultusunda çalışmalar yapmasını zorunlu kılar.

Buna göre İtilaf Devletlerinin aşağıdaki girişimlerinden hangisi milli iradeyi yok etme amacını taşımaktadır?

A) Meclis-i Mebusan?ın dağıtılması

B) Osmanlı ordusunun dağıtılması

C) Boğazların yönetimine el konulması

D) İstanbul Hükümetini yönlendirmesi

9-) Aşağıdakilerden hangisi Temsil Heyeti?nin Ankara?ya gelme nedenlerinden biri değildir?

A) Ankara?nın savunmasının kolay olması

B) Batı cephesine yakın olması

C) TBMM?nin burada olması

D) Ulaşım ve haberleşmenin kolay olması

10-) İtilaf Devletleri son Osmanlı Mebuslar Meclisi?nin açılması için yapılan seçimleri engelleyici bir tutum içine girmemişler, seçimlerin yapılmasına destek olmuşlardır. Oysa aynı devletler, meclisin aldığı Misak-ı Milli kararlarına tepki göstererek bu meclisi dağıtmışlardır.

İtilaf Devletleri?nin böyle bir tutum sergileyip meclisi dağıtmaları aşağıdakilerden hangisiyle açıklanabilir?

A) Mecliste kendi çıkarlarına uymayan kararlar alınmasıyla

B) Mustafa Kemal?in başkan seçilmesiyle

C) Mebusların ulus iradesini yansıtmamasıyla

D) Meclisin İstanbul?da toplanmış olmasıyla

11-) Osmanlı Saltanat Şurası, Sevr Antlaşmasını imzalayarak Doğu Anadolu?da bir Ermeni Devleti kurulmasını kabul etmesine karşın, TBMM?nin emriyle Doğu Anadolu?da Ermenilerle savaşılmış ve Gümrü Anlaşması ile Ermeni sorunu Türk halkı lehine sonuçlanmıştır.

Bu durum aşağıdakilerden hangisinin kanıtı olamaz?

A) Halkın sultanın değil, TBMM?nin isteklerini yerine getirdiğinin

B) TBMM?nin Sevr?i kabul etmeyeceğinin

C) İtilaf Devletlerinin Ermeni sorununu gündemlerinden çıkardığının

D) Doğu sınırlarında ulusal çıkarların korunduğunun

12-) Osmanlı yönetiminin Sevr Antlaşması?nı imzalaması, halkın Milli Mücadeleye katılımını ve desteğini arttırmıştır.

Bu duruma Sevr Antlaşması?nın;

I. İzmir ve Doğu Trakya?nın Yunanistan?a bırakılması

II. Doğu Anadolu?da bir Ermeni Devleti kurulması

III. İsteyen Osmanlı vatandaşlarının, Anlaşma Devletleri vatandaşlığına geçebilmesi

gibi maddelerinden hangilerinin etkili olduğu savunulabilir?

A) Yalnız I B) Yalnız II C) I ve III D) I ve II

?Fransızlar Antep?e girince Antep halkının teşkilat kurmasına ve direnmesine yönelik tedbirler almaya çalıştım. Kilis ? Antep yolu üzerinde Fransız kuvvetlerini bozguna uğrattım.?

14-) Buna göre Şahin Bey ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine ulaşılabilir?

A) Azınlıklara karşı mücadele ettiği

B) Fransızlara karşı başarı kazandığı

C) Emrinde düzenli ordu birliklerinin olduğu

D) Teslimiyetçi politikalar izlediği

Antep halkı, 1 Nisan 1920?de Fransızlara karşı ayaklandı. Fransızlar ancak 9 Şubat 1921?de Antep?e girebildi.

Urfa halkı, elele vererek Fransızlara karşı savaştı ve başarı kazandı.

Maraş halkı, Ermeni ve Fransız işbirliğine rağmen şehri kurtarmak için topyekûn savaştılar ve Fransızlar daha fazla tutunamayacaklarını anlayınca şehri terk ettiler.

Yukarıdaki verilenlerden çıkarılabilecek en doğru sonuç aşağıdakilerden hangisidir?

A) Sadece Urfa şehrinde başarı kazanılmıştır.

B) Güney cephesindeki bu mücadeleler aynı anda başlamıştır.

C) Güney cephesinin tamamında düzenli ordu ile savaşılmıştır.

D) Güney cephesindeki bu mücadeleler, düşman kuvvetlerine karşı topyekûn savaş biçiminde yürütülen il savunması şeklindedir.

17-) İlk TBMM yasama ve yürütme gücünü kendisinde toplamış, yargı yetkisini de kullanmıştır.

Aşağıdakilerden hangisi TBMM?nin yargı yetkisini de kullandığını gösterir?

A) Ulusal cemiyetlerin bir çatı altında birleştirilmesi

B) İstiklal Mahkemeleri üyelerinin meclis içerisinden seçilmesi

C) Osmanlı yönetim şeklinin devam ettirilmesi

D) Ulusal iradenin egemen kılınması

18-) Aşağıdakilerden hangisinde verilen olayla sonuç arasında doğru bir ilişki yoktur?

A) Olay : Sivas Kongresi

Sonuç : Bütün milli cemiyetlerin birleştirilmesi

B) Olay : Birinci İnönü Zaferi

Sonuç : Ankara Anlaşması

C) Olay : TBMM?nin açılması

Sonuç : Yeni Türk Devletinin temellerinin atılması

D) Olay : Amasya Görüşmeleri

Sonuç : Osmanlı Hükümetinin Temsil Heyetinin varlığını hukuki olarak tanıması

19-) 10 Ağustos 1920?de Sevr Antlaşması?nın imzalanması ile TBMM Hükümeti, İstanbul Hükümeti?yle olan her türlü haberleşmeyi kesmiştir.

TBMM Hükümeti bu tutumu ile aşağıdakilerden hangisini amaçlamıştır?

A) Silahlı mücadele hareketini başlatmayı

B) Seçimleri yenilemeyi

C) İtilaf Devletleri ile uzlaşmayı

D) İstanbul Hükümeti?nin kararlarını kabul etmediğini göstermeyi

20-) Birinci İnönü Muharebesi sonucunda Sovyetler Birliği ile TBMM arasında sınırları belirleyen ve dostane ilişkiler kuran bir antlaşma imzalandı. Sakarya zaferinden sonra da Türkiye-Suriye sınırını çizen ve Fransızların işgal ettikleri yerlerden çekilmesini öngören Ankara Antlaşması imzalandı.

Kurtuluş Savaşına ilişkin bu bilgilere göre aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılabilir?

A) Askeri başarıları diplomatik başarılar izlemiştir.

B) Ulusal mücadelenin haklılığı Batılı devletler tarafından kabul edilmiştir.

C) TBMM ilk askeri başarısını Sovyetler Birliği?ne karşı kazanmıştır.

D) Anadolu?daki tüm işgaller sona ermiştir.

22-) TBMM, öncelikle kendi varlığına yönelik ayaklanmaları önlemek amacıyla 29 Nisan 1920?de Hıyanet-i Vataniye Kanunu?nu çıkardı. 18 Eylül 1920?de Hıyanet-i Vataniye Kanunu?nun uygulanmasını çabuk ve etkili kılmak, asker kaçaklarını cezalandırmak amacı ile İstiklal Mahkemeleri?nin kurulmasını kabul etti.

Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ve bu düzenlemelerin uygulanmasının, aşağıdakilerden hangisinin gerçekleştirilmesinde etkili olduğu söylenemez?

A) Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin kurulmasında

B) Ayaklanmaların bastırılmasında

C) TBMM?nin varlığına yönelik olumsuz uygulamaların önlenmesinde

D) Düzenli ordunun oluşturulmasında

23-) 23 Şubat 1921?de toplanan Londra Konferansı?nda Ankara ve İstanbul hükümetlerinin delegeleri karşı karşıya geldiler. İngiliz başbakanı Llyod George ilk konuşma hakkını İstanbul Hükümeti temsilcisi Tevfik Paşa?ya verdiğinde O, ?Söz ulusumun asıl vekillerine aittir. Bundan dolayı Anadolu Kurulu?na söz verilmesini rica ederim? dedi ve konferansta bir daha konuşmadı.

İstanbul Hükümeti temsilcisi Tevfik Paşa?nın bu sözlerine bakarak, aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz?

A) Konferansta Ankara Hükümeti?nin işinin kolaylaştığına

B) Ankara ve İstanbul delegeleri arasında görüş ayrılıklarının azaldığına

C) İstanbul Hükümeti?nin TBMM?yi destekler bir politika izlediğine

D) Tevfik Paşa?nın İstanbul Hükümeti başkanlığından istifa ettiğine

24-) Mustafa Kemal 7-8 Ağustos 1921?de Tekalif-i Milliye Emirleri?ni yayınlayarak halktaki tüm silah ve cephanenin üç gün içinde teslim edilmesini istemiştir.

Mustafa Kemal?in bu genelgeyi yayımlamasının amacı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Yerel direnişi desteklemek

B) Düzenli ordu birliklerini dağıtmak

C) Ordunun ihtiyaçlarını karşılamak

D) Ayaklanmaları bastırmak


ylmzksgn
Genel Müdür
11 Ocak 2010 23:42

T.C.İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ 1. DÖNEM 2. DEĞERLENDİRME SINAVI

1-Mustafa Kemal, sırasıyla Mahalle Mektebi,Şemsi Efendi İlkokulu, Selanik Mülkiye Rüştiyesi ve Selanik Askeri Rüşti-yesi olmak üzere ilkokulu ve ortaokulu değişik okullarda okumuştur.Bu durumun Mustafa Kemal ile ilgili aşağıdakilereden hangisine neden olduğu söylenebilir?

A) Aile içinde sorunlar yaşadığına B) Farklı fikirler edinmesine zemin hazırladığına

C) Eğitim sürecinin zor geçtiğine D) Ekonomik sorunlar yaşadığına

2- * Rusyanın panslavizm politikası ile Balkanlarda egemenliğini artırmak istemesi.

*İngiltere?nin Akdeniz hakimiyetini devam ettirmek için Ruslara karşı Osmanlı Devletini desteklemesi

*Almanya ile Osmanlı Devleti arasında ticari ve siyasi yakınlaşmanın olması.Bu bilgilere göre, ulaşılabilecek, en kapsamlı yargı aşğıdakilerden hangisidir?

A) Her devlet kendi çıkarına göre politika izlemiştir.

B) Rusya ile Osmanlı devleti sürekli savaş halindedir.

C) İngiltere ile bazı dönemlerde ittifaklar kurulmuştur.

D) Almanya ile Osmanlı devleti sürekli işbirliği içindedir.

3- Birinci Dünya Savaşı öncesinde tarafsızlığını ilan eden Osmanlı Devleti daha sonra savaşa girmiştir.

Osmanlı devletinin I. Dünya Savaşı?na girmesinde, aşağıdakilerden hangisinin daha etkili olduğu söylenebilir?

A) Kendisine sığınan iki Alman gemisini aldığını açıklaması

B) Balkan savaşlarından yenik çıkması

C) Halifenin otaritesini güçlendirmek istemesi

D) Kaybedilen toprakları geri alma düşüncesi

4- Mondros Ateşkes Antlaşması?nın bazı maddeleri şunlardır: 1-Osmanlı ordusu terhis edilecek.

2-Orduya ait silahlar, İtilaf Devletlerinin emrine verilecek.

3-Haberleşme ve ulaşım araçları İtilaf Devletlerinin denetimine verilecek. 4-İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum-da herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilecek.

Antlaşmanın bu maddelerine göre, Osmanlı Devleti?nin içine düştüğü durumu aşağıdakilerden hangisi daha iyi ifade eder?

A) İstanbul Hükümeti?nin, Anadolu üzerindeki otoritesi tamamen yok edilmiştir.

B) Osmanlı Devleti?nin siyasi varlığı sona ermiştir.

C) Devletin savunma gücü elinden alınarak, işgallere açık duruma getirilmiştir.

D) Osmanlı ailesinin hükümranlığı sona ermiştir.

5- Sivas kongresinde işgallere karşı kurulan tüm cemiyetler ?Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti? adı altında birleştirilmiştir.

Bu uygulama ile ulaşılmak istenen temel amacın aşağıda-kilerden hangisi olduğu savunulabilir?

A) Saltanatı kaldırmak B) Ulusal birliği sağlayabilmek

C) Demokratik bir yönetim oıluşturmak D) Türk nüfusunu çoğaltmak

6- Erzurum kongresinde alınan karalardan hangisi daha sonraki yıllarda Türk halkının ülke yönetimine katılacağını gösterir?

A) Milli sınırlar içerisinde vatan bir bütündür

B) Manda ve himaye kabul edilemez

C) Hükümetin dağılması halinde savunmaya geçilecektir.

D) Kuva-yi milliye?yi etkin, milli iradeyi hakim kılmak esastır.

7- *Erzurum Kongresinin düzenlenmesini sağlamıştır..

*Kurulması planlanan Ermeni devletine karşı bölgeyi savunmak için kurulmuştur. Özellikleri verilen Milli Cemiyet aşağıdakilerden hangisidir?

A)Milli Kongre Cem. B)Reddi-i İlhak Cem.

C)Kilikyalılar Cem. D)Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cem.

8- Mustafa Kemal, ordu müfettişi olarak gittiği Samsun?da bir rapor hazırlamıştır. Raporunda, yurtta birçok yerin işgal altında olduğunu, Türk ulusunun yabancı yönetimi altında yaşayama-yacağını ve bu durumdan bir an önce kurtulmak istediklerini dile getirmiştir. Bu raporunda Mustafa Kemal, İstanbul Hükümetinden daha çok neyi istemektedir?

A) Türk topraklarının hızla bölündüğü

B) Yabancıların tüm yurdu işgal ettiklerini

C) Ulusal mücadelenin başlatılması gerektiğini

D) İstanbul hükümetinin birçok şeyi bilmediğini

9- İzmir daha önce gizli antlaşmalarla İtalya?ya bırakılmasına rağmen, Paris Barış Konferansı?nda İngiltere?nin çabaları sonucu Yunanistan?a verilmiştir.İngiltere?nin böyle bir politika izlemesi, aşağıdakilerden hangisinin bir göstergesidir?

A) İzmir?in stratejik öneminin azaldığının

B) Güçlü bir İtalya yerine kolayca yönlendirebileceği bir devletin İzmiri almasını istemesi.

C) İtalya?nın İtilaf devletlerinden ayrılmasının

D) Yunanistanı korumak istediğinden

10- TBMM?nin iç isyanlara karşı: * Hıyanet-i Vataniye Kanunu?nu çıkarması * İstiklal Mahkemelerini kurması

* İsyancıların cezalandırılması

gibi uygulamaları aşağıdakilerden hangisinin göstergesidir?

A) Demokratikleşme sürecini başlattığının B) Dış yardıma ihtiyacı olduğunun C) Otoritesini güçlendirmeye çalıştığının

D) İnkılaplara zemin hazırladığının

11- Misakımillî?de, halk oylaması sonucu gelecekleri hakkında karar verecek olan bölgeler şunlardır. *Batı Trakya * Kars, Ardahan ve Batum Buna göre, bu bölgelerde halk oylamasına başvurulmasında aşağıdakilerden hangisi daha etkili olmuştur?

A) Bu bölgelerde Türk nüfusunun çoğunlukta olması

B) Büyük devletlerin bu bölgelerde çıkarlarının olması

C) Bu bölgelerdeki Rum ve Ermeni etkinliğini kırma fikri

D) Bölge halkının Türk Hükümeti?ne baskı yapması

Aşağıdaki kavramlardan sadece doğru olanları uygun yerlere yerleştiriniz.

İrade- Milliye , Felah-ı Vatan , Misak-ı Milli, Çerkes Ethem, Anadolu Ajansı, Hıyanet-i Vataniye, Kilikyalılar, Mavri Mira

12- Adana ve çevresini Fransız ve Ermenilere karşı korunak için kurulan milli cemiyetlerdendir??Kilikyalılar????????..

13- ??İrade- Milliye , Sivas Kongresinde kurulmasına karar verilen bir gazetedir.

14- Misak-ı Milli?nin Son Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilmesinde etkili olan gruptur????Felah-ı Vatan????..

15- ???Hıyanet-i Vataniye..Kanunu TBMM?ye karşı çıkan ayaklanmaları bastırmak için çıkarılmıştır.

Aşağıdaki ifadeleri doğru ise D , yanlış ise Y olarak değerlendiriniz.

16- Milli cemiyetlerin birleştirilmesine Erzurum Kongresinde karar verilmiştir. ( Y )

17- Kurtuluş Savaşının amacı, gerekçesi ve yöntemi Amasya Genelgesinde belirtilmiştir. ( D )

18- Sevr antlaşması ile Antalya, Muğla ve Konya dolayları Fransızlara bırakılmıştır. ( Y )

19- Aşağıdaki olayların tarihlerini karşılarına yazınız.

* Samsuna Çıkış : 19 Mayıs 1919

* TBMM?nin Açılışı: 23 Nisan 1920

* Cumhuriyetin İlanı: 29 Ekim 1923

* Atatürk?ün Ölümü: 10 Kasım 1938


ylmzksgn
Genel Müdür
08 Mart 2010 21:27

slm

Toplam 81 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi