Editörler : F16 Gökçen
04 Kasım 2009 11:02

Tarihi Kalelerimiz

ANKARA KALESİ "TARİHÇE"

Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kentte askeri bir garnizon bulunduran Hititler tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Ama bu düşünce arkeolojik verilere dayanarak doğrulanmamıştır. Hititlerden bu yana hep aynı yerde bulunan, Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklular dönemlerinde birçok kez onarılan Ankara kalesi, tepenin yüksek bölümünü kaplayan iç kale ve çevresini kuşatan dış kaleden oluşur (dış kalenin 20'ye yakın kulesi vardır). Dış kale eski Ankara şehrini çevirir. İç kale yaklaşık 43.000 km2'lik bir yer kaplar. 14-16 m yüksekliğindeki duvarların üstünde çoğu 5 köşeli 42 kule vardır. Dış surları kuzey-güney doğrultusunda yaklaşık 350 m, batı-doğu doğrultusunda ise 180 m. boyunca uzanır. İçkalenin güney ve batı duvarları bir dik açı oluşturur. Doğu duvarı tepenin girinti çıkıntılarını izler.Kuzey yamaç ise farklı tekniklerle yapılmış duvarlarla korunur.Koruma düzeninin en ilgi çekici yanı; doğu,batı ve güney duvarları boyunca 15-20 m.'de bir yer alan 42 tane beşgen burçtur. Dışkale ile içkale,doğuda Doğukalesi'nde batıda hatip çayına bakan yamaçta birleşir. İçkale'nin güneydoğu köşesinde ise kalenin en yüksek yeri olan Akkale (Halk arasında Alitaşı)yer alır. Dört katlı olan iç kale Ankara taşından ve toplama taşlarla yapılmıştır. İç kalenin iki büyük kapısı vardır. Biri dış kapı, diğeri ise hisar kapısı adını taşır. Kapı üzerinde bir de İlhanlılar'a ait kitabe bulunur. Kuzeybatı kısmında Selçukluların yaptırdığını gösteren bir yazı bulunmaktadır. Duvarların alt bölümü mermer ve bazalttan yapılmıştır, üst kesimlerine doğru bloklar arasında tuğla bölümlerin büyük ölçüde zarar görmesine karşın, iç kale bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. VIII ve IX.yy'larda kent istilalara uğrayınca, kaleyi hızla onarmak için, o sıralarda yıkıntı halinde olan Roma anıtlarının mermer blokları, sütun başlıkları, su yollarının mermer olukları kullanılmıştır. (bunlara özellikle iç kalenin güney yönünde rastlanır)

Kale tarih içinde çeşitli dönemler yaşamıştır. İ.Ö. 2. yy. başında Romalıların Galatya'yı ( Ankara yöresi) işgalinden sonra kent büyüyerek kale dışına taştı. Roma İmparatoru Caracaila İ.S. 217' de kalenin surlarını onarttı. 222 - 260 arasında İmparator Severus Alexander ve Velerianus, Perslere yenilince kale kısmen tahrip edildi. 7. yy ' ın 2. yarısından sonra Romalılar kaleyi onarmaya başladı. İmparator Konstantinos 688'de dışkaleyi yaptı. IV. Leon ise 740' da kale duvarlarını onartırken içkale surlarını da yükselmiştir. İmparator Nikephoros ve İmparator Basileios da 9.yy' da kaleyi onarttılar.

Ankara Kalesi 1073' de Selçukluların eline geçti. 1101' de Haçlı komutanı Raimond tarafından alınan kale, 1227' de bir kez daha Selçukluların eline geçti. Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubat' ın onarttığı kaleye Sultan II. Keykavus da 1249'da bazı ekler yaptırdı. Osmalılar döneminde onarım görmeyen kalenin surlarını Mısır Valisi M.Ali Paşa' nın oğlu İbrahim Paşa 1832' de onarttı. Surların bazı yerlerinde rastlanan sütun başlıkları, lahit ve heykel parçaları, onarımlarda toplama malzemeden yararlanıldığını gösterir.

Bugün kale içindeki değişik dönemlerden kalmış birçok eski Ankara Evi bulunmaktadır. Kaleiçi Mahallesi'nde bulunan eski Ankara evleri, sur duvarları ile çevrili dar ve dik bir alanda konumlandıkları için, planları dar alanlardan en çok faydalanmayı gözeterek yapılmış. İki ya da üç katlı olarak ahşap, kerpiç ve tuğladan inşa edilmişler. Arazi yapısının düz olmaması, alt kat planlarının da düzgün olmamasına yol açmış, ama üst katlar cumba tipindeki çıkıntılarla düzgün bir plana kavuşturulmuş. Alt katlar kışlık olarak, kalın duvarlı ve küçük pencereli yapılmış, üst katlar ise yazlık olarak ince duvarlı ve havadar yapılmış. Geniş saçaklar ve "Cihannüma" denilen yazlık odalar Ankara evlerinin belirleyici özelliklerinden. Ahşap tavan süslemelerinde geometrik kompozisyonlar kullanılmıştır. Bazıları çeşitli hizmetlerde kullanılmaktadır. 17.yüzyılın ortasına doğru, 1640 yılında Ankara' ya gelen Evliya Çelebi, kenti ve kentteki yaşamı ayrıntılı biçimde anlatmaktadır. Evliya Çelebi önce ünlü Ankara Kalesinden söz eder. "Ankara'nın yüksek bir dağın tepesine dört kat beyaz taştan yapılmış sağlam bir kalesi vardır. Kale iç içe üç kat surlarla çevrilidir. İç kalenin çevresi kayalıktır. Bu yalçın kayalardan kaleye tırmanmak çok zordur. İç kalede topları çeşitli silahlar, cephane ve 600 ev bulunur. İç Kale aşağılarda ikinci sıra surlarla çevrilidir. Dağın eteklerinde ise üçüncü sıra dış surlar yer alır. Bu dış surlarla tüm kent güvenlik altına alınmıştır."

04 Kasım 2009 11:08

http://www.forumacil.com/ic-anadolu-bolgesi-tanitimi/164240-ankara-kalesi-ankara-kalesi-fotograflari-ankaranin-tarihi-ve-turistik-yerleri.html

Kale yapısında rastlanan heykel, lahit, sütun başlıkları kalenin yapımı ve onarımında etrafta bulunan malzemelerden yararlanıldığını göstermektedir

Kalede roma dönemine ait kalıntılar dikkati çekerse de büyük ölçüde Bizans döneminde yapılmıştırİmparator IIConsantantinus MS668 'de Dış kaleyi yaptırmıştır,İmparator Isaurili IIILeonise kale duvarlarını onarırken iç kale surlarını yükseltmiştirBunun ardından İmparator Nikoporos 805'te , İmparator Bazileus 859'da bu kaleyi onarmıştırKalenin yerden yüksekliği 110m'dir Kale içnde çeşitli restoronlarda bulunmaktadır Ankara Kalesi dışardan görümüne göre daha büyüktür Ayrıca kale her yıl çeşitli festivallere de ev sahipliği yapmaktadır

04 Kasım 2009 11:16

VAN KALESİ

M. Ö. 900-600 yılları arasından Van merkez olmak üzere bölgede büyük bir medeniyet kuran Urartuların kralı I. Sardur (M. Ö. 840-830) tarafından yaptırılmış, yüzyıl kadar adı geçen krallığın başkenti olan Van Kalesinin o zamanki adının Tuşpa olduğunu Asur ve Urartuların çivi yazılı kitabelerinden öğreniyoruz. Dünyadaki sayılı eski yapılardan biri olan Van Kalesi, aradan 3000 yıl kadar bir zaman geçmiş olmasına rağmen bugün büyük kısmıyla hala ayakta durmaktadır. Kale 2850 yaşındadır. (M. Ö. 855). Urartular önce Van?ın kuzeyine yerleştiler sonradan Van?ı olarak b ir krallık kuran Urartularda 13 kral geldi. Van Kalesi de bu krallardan ilki olan I. Sardur tarafından yaptırıldı.

Kale Van Gölü?nün 4 km. doğusunda ve Van il merkeze 5 km. mesafede bulunmaktadır. Doğu-batı istikametinde Göle doğru uzanan kale, 1800 m. uzunluğunda, 120 m. genişliğinde ve takriben 100 m. yükseliğindeki kalker bir kayalığın üzerinde kurulmuştur. Güneyden sarp ve dik-kuzeyden meyili topografik bir özellik göstermektedir. Üç bölümlü kalenin kuzeydeki çıkış yolu, batıdan doğuya doğru hafif rampa şeklindedir. Kalenin girişi kuzey batı uç kısmındadır. Bunun hemen batısında 47 m. uzunluğunda, 13 m. genişliğinde ve 4 m. geniş dikdörtgen planlı Sardur (Madır) Burcu bulunur. Burcun taşları üzerinde I. Sardur tarafından Asur diliyle yazdırılan yazıt Urartu krallığı başken Tuşpa?nın yazılı belgesini oluşturmaktadır. Aynı muhtevaya sahip olan bu yazıtların üçü yapının doğu duvarın üzerinde, diğer üçü de batı duvarı üzerinde bulunmaktadır.

Eski devirlerde Göl ile birleşik olduğu anlaşılan bu kayalığın batı ucunda Madır Burcu adı verilen ve I. Sadur tarafından yaptırılan bir iskele vardır. Bu iskelenin inşa kitabesinde çivi yazısı ile şunlar yazılıdır: ?Lutipri?nin oğlu, Sarduri?nin yazıtı, büyük kral, güçlü kral, dünyanın kralı, Nairi ülkesinin kralı, eşsiz kral, savaştan yılmayan kral, ben Sarduri Lutipri?nin oğlu Sarduri şöyle sözler; ben bu taş bloklarının (ortalama 35 ton ağırlığında), Alniunu kentinden getirdim ve bu duvarı inşa ettim.

Van kalesinin kuzey batı ucundan yukarıya doğru çıkıldığında, Urartu Kralı Argisti?nin mezar odası ile karşılaşılmaktadır. Kalenin güney kesiminde kralların oturduğu taş odaların ve düzgün planlı mezar odaların ana kaya içine oyularak yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında bu mezar odaları, depo ve cephanelik olarak kullanılmıştır. Argisti mezar odalarından doğuya doğru gidildiğinde Osmanlı İmparatorluğu zamanında yapılan minare, kapı, Su kulesi ve burç görülür. Urartu duvarları üzerinde yükselen Osmanlı yapılarının hemen hepsi yıkılmıştır. Kalenin tam orta kısmının güneyinde ?Kurucular? ve ?Menva Mezar Odaları? olarak adlandırılan mezar odaları bulunmaktadır.

Van Kalesinin güney kesiminde yukarından aşağıdaki su deposuna inen ve halk tarafından ?Bin Merdivenler? yahut ?Şeytan Merdivenleri? olarak adlandırılan kaya basamakları bulunmaktadır. Van Kalesinin güneyinde kimsenin ulaşamayacağı kayanın orta kısmına doğru, Peri Kralı Kserkes çivi yazısı ile bir kitabe yazdırmıştır. Ayrıca kalenin çeşitli yerlerinde kralların savaşlarına, zaferlere, yapılan işlere dair birçok yazıtlar vardır. Van Kalesi dört bedenle çevrilidir. Bu beden duvarlarından ikisi Akkoyunlu Türkleri ile Osmanlı Türklerinin diğer ikisi de Urartulara aittir. Kalenin içinde Osmanlılar zamanından kalma cami, medrese, Askerler için kışlalar ve su sarnıçları vardır. Osmanlılar çağında Van Kalesi önemli üslerden biriydi. Evliya Çelebi, Van Kalesini anlatırken şöyle der: 300 kadar yeniçeri ve topçu iç kalede yaşar. Suluk Kulesi üzerindeki bölme hisarlarda evli askerler dururdu. Kale içinde kiliseden bozma Süleyman Han Camii, saray ve medreseler vardır. Van Kalesinin yüksek duvarlarına ok eriştirmek imkansızdır. Ancak, Evliya Çelebi?ye göre IV. Murat, Revan Savaşından dönerken Pehlivan Sarı Sulak ile Hacı Süleyman?a ok attıran dik kale duvarlarını aşırmıştır. Birinci büyük savaştan önce, Van şehri kalenin güney eteğinde idi. Burası bugün yıkıntı halindedir.

Kalede Urartu?lardan sonra Osmanlı?ya kadar pers yazıtı dışında herhangi bir kalıntı gelmemiştir. Doğu tarafındaki sur ve kuleler, kuzey batıya bakan kale giriş kapısı, tahkimat ve diğer beden duvarları, Yukarı Kale, Süleyman Han Camii ve minaresi ile Askeri amaçlı kerpiç ve taştan çeşitli yapılar Osmanlı döneminden kalmadır. Tahkimatı sağlayan beden duvarları, burçlar ve kuleler moloz taş, kerpiç ile kesme taş malzemeyle yapılmıştır. Bu duvar tahkimatlar kuzeyden kalenin siluetini oluşturmaktadır. Osmanlılar döneminde kale tamamen askeri amaçlı olarak kullanılmıştır. Asıl şehir kalenin güneyinde kurulmuştur. Burası da Asurlar tarafından devrilmiş. 1915?den sonraki tahrip olmuş haliyle günümüze ulaşmıştır.

I. Sarduri?den sonra gelen İşpuini M. Ö. (830-820) Menua M. Ö. (810-786), Argişti M. Ö. (786-764) ve II: Sarduri M. Ö. (764-735) adlı kralların zamanında geliştirilip tahkim edilen kale Asur saldırıları karşısında acze düşen kral II. Rusa başkenti Toprakkale?ye taşıması sonucu önemini kaybetmiştir.

Urartu?lardan sonra bölgeye hakim olan uluslar tarafından yeniden onarılan kule savunma bakımından önemi kazanmış ve Osmanlılar zamanında Van Beylerbeyliğine hizmet etmiştir. Anadolu?da eşine az rastlanılan tarihi anıtlardan biri olan Van Kalesi yüzlerce yıllardan beri kullanılmasına birkaç kez el değiştirmesine rağmen, hala ayakta sağlam olarak durmaktadır.

Van Kalesinin ünlü Arkeoloji bilgini Layard 1889?da çeşitli kazılar yapmış, ilk ve orta çağlara ait çok değerli eserler bulmuştur. Bugün Van Kalesi Urartulardan kalma çivi yazılı kitabeler, krallara ait kaya mezarları, mabetler, Osmanlı camileri, ihtişamlı burçlar ve güney tarafındaki eski Van şehri harabeleriyle bulunmaz bir anıt şehir manzarası arz etmektedir.

Eski Van Şehri

Tarihi Van Kalesinin güneyinde bulunan Eski Van Şehri 1915 Rus-Ermeni işgaline kadar yaşanılır bir kent halindeydi. Müslüman ve diğer azınlıklarla birlikte yaklaşık 35.000 insanın yaşadığı şehirde her türde ve dini mimari yapılar vardı. Bu eşli mimari yapılanmanın özünde hoşgörü ve karşılıklı saygının olduğu bir gerçektir.

1918?de Rus?ların bölgeden çekilmesi ile Eski Van şehri ve dışındaki ......... evlerinin tümü yıkılıp yakılmıştır. Günümüzde Eski Van Şehri adeta virane bir görünümündedir. Eski Van Şehrinde önemli bir yer tutan evlerin plan tipi, arazinin sınırı olmasından dolayıdır ki yapılan tümü bitişik nizamda çift katlı nadiren tek katlı olarak inşa edilmiştir. 1918?den sonraki sivil yapılaşmanın günümüzdeki Van şehrinin değişik mahallelerine (Şerefiye, Norşin, Çavuşbaşı, Tepebaşı, Selimbey, Sıhke, Topçuoğlu, Hanikoğlu, Erek, Mercimek, Bahçıvan vs.) gruplar halinde yerleşmişlerdir. Yani yapılaşmadaki evlerin çoğu iki katlı olup, arazinin genişliğinden olmalıdır ki; her ev ayrık plan nizamında ve bahçeli olarak bina edilmiştir. Günümüzde sayıları yaklaşık 15?i bulan Van evleri günün şartlarına uyarlanarak kullanılmaktadır

Abdülselam Arvas Evi, İsmail Ödemiş Evi, Cemil Efendi Evi, Sipahi Oğlu Evi, Ambarcı Mehmet Evi, bazı Abbas Melül Evi gibi.

Söz konusu evler değişik planlarda ve formlardan inşa edilmelerine rağmen, işlevsellik olarak birbirleriyle benzerlik göstermektedir. Yapıların teknik özellikleri tipolojik olarak dört guruba ayrılmaktadır.

Tek Katlı Evler

Çift Katlı Cumbasız Evler

Çift Katlı Cumbalı Evler

Özel Evler

Her evin vazgeçilmez özelliği olan Tandır evi bazen eve bitişik, bazen de ayrı inşa edilirken, ahır, evlerden ayrı, bahçe içinde yer alır. Tamamı ile sokağı açık evlerin zemin katı sofasına çift katlı ahşap bir kapı ile girilmektedir. Sofanı her iki yanında oturma odaları vardır. Sofanın baş tarafında bulunan bir kapı ile servis birimine girilmektedir. Servis ünitesinde yer alan bir kapı tandır evine diğer bir kapıyla da bahçe veya bostana geçilir. Tek katlı olan servis birimine kiler, hela, mutfak, ocak bazen tandır duş alma yeri olan ?çal? bulunmaktadır. Alt kattaki sofanı sağında yer alan tek kollu ahşap merdiven ile üst katın sofasına çıkılmaktadır. Üst kat sofasının sokak yönünden ahşap konsollu yere de (köşk) adı verilen bir çıkma vardır. Üst kattaki sofanın her iki yanında özel misafir odaları yer almaktadır

Bölge iklim özelliğinden dolayı evlerde kullanılan tüm pencereler yörede ?kuşkanat? adı verilen, mazgal pencerelerdir. İç ve dış duvarların tümü çamur sıva, nadiren üst kat odalarında ise tatlı kireç sıvası kullanılmıştır. Taban kaplamaları alt kat sofa, kaldırım ve servis birimleri, saltışı, tandır evi, mutfakta sıkıştırılmış Toprak üst sofa ve üst sofalar ise ahşap kaplamalardır. Isıtma odada ve sofalarda soba, mutfakta ocak, tandır evinde ise tandır yardımıyla sağlanmaktadır.

Evlerdeki duvar malzemesi; su basmanda kesme veya moloz taşı, duvarlarda ise kerpiçtir. Örtü sistemi düşeme, mertek, kamış ve sıva yardımıyla düz dam oluşturmaktadır. Saçak bazı evlerde yok, bazılarında ise tümünde veya sadece ön cephede bulunmaktadır. Cephe düzeni tek katlı evlerde son derece yalın, çift katlı evlerde ise yan ve arka cephe yalın, ön cephe ise oldukça hareketlidir. Giriş kapısının ve cephelerin her iki yanında 40x60 cm?lik bir alan blok taşlarla örülmüştür. Çift katlı cumbalı ve bazı özel evlerin cephelerinin alt ve üst bölümlerinde tuğla örgülü, dikdörtgen, üçgen pahlı veya sivri kemer ile çevrelenmiştir, evde Ay yıldız kabartmalar vardır. Alt ve üst kat pencerelerindeki demir parmaklıklar yörede çok kullanılan motiflerden stilize edilmiş şekiller kullanılmıştır

Genel olarak Van sivil mimarisindeki evler haremlik, selamlık anlayışı mekansal olarak yapı içinde görülmez. Ancak kurumsal olarak işlevselliğini kurulduğu gözlenmektedir. Yapım tekniği ve fonksiyonellik özellikleri ile geleneksel Türk evi mimarisinde ve benzer coğrafi özellikler taşımasına rağmen Bitlis ve Erzurum sivil mimarisinden farklılık arz etmektedir

04 Kasım 2009 11:33

ANTALYA KALESİ

İtalyan gemicilerin ?Satalia? dediği, Türklerin ise ?Antalia? ve ?Adalia? diye söylediği Antalya Lidya, Pers, Roma gibi büyük uygarlıkların egemenlikleri altında kalmış, Anadolu?nun en eski yerleşim merkezlerinden biri.

Özellikle doğal güzellikleriyle turizm merkezlerimizden biri olan Antalya?da yaz kış devam eden sosyal yaşantı ?Kaleiçi? bölgesinde yoğunluk kazanıyor. Antalya kurulurken burçları, kapıları ve sur duvarlarıyla denizden ve karadan gelebilecek tehlikelere karşı, kenti korunaklı kılan ?Antalya Kalesi?, günümüzde sadece sosyal bir alan olmanın dışında, tarih araştırmacıların, mimarların, arkeologların da ilgilendiği önemli bir tarihi doku.

Antalyalı Araştırmacı ve Y. Mimar Cemil Cahit Sönmez için de ?Antalya Kalesi? ayrı bir önem taşıyor. Kaleiçi?nindeki ve dışındaki değişimleri yakından gözlemleyen Sönmez, araştırmalarını ?Antalya Kalesi?nin Tarihi? isimli bir kitapta topladı.

Yazar kitabın önsözünde ?Geç kalmış bir adım için ilk söz? başlığı altında ?Bu kitabı, Antalya?da doğmuş, büyümüş ve halen yaşamakta olan bir mimar olarak, kentime olan borcum ve duyarlılığımdan dolayı yazdım? diyerek bilinçli bir kentli olmanın sorumluluğunu okuyuculara hissettiriyor.

Mimarlar Odası Antalya Şubesi tarafından yayınlanan kitapta yazar, bir Akdeniz kentini anlatabilmek veya anlayabilmek için Akdeniz?i iyi tanımak gerektiğini söylüyor ve kitabına Akdeniz?i anlatarak başlıyor. Akdeniz?in akıntılarını, rüzgarını, limanlarını, limanlarına yanaşan gemilerini, tarihi dokusunu yumuşak geçişlerle ve edebi üslupla anlatan Cemil Cahit Sönmez, Antalya kentinin ilk kuruluşundan kalenin yapımına kadarki sürece de kitabında yer veriyor. Gezginlerin ve farklı araştırmacıların çevirilerinin de yer bulduğu kitapta, Antalya Kalesi burçları, kapıları ve sur duvarları ile detaylarıyla anlatılıyor.

Kale İçi

Deniz ve kara surları tarafından kuşatılan kent merkezine bugün "Kale İçi" denmektedir. Kale İçi'nin sokakları ve yapıları Antalya tarihinin izlerini günümüze kadar getirmektedir. Eski evlerin önemi sadece mimari açıdan değil, aynı zamanda insanların yaşam şekli, davranışları, gelenekleri ve sosyal yönleri konusunda da çok yararlı bilgiler aktarmaktadır.

Kale İçi'nin sokakları dardır. Çoğunlukla limandan yukarılara doğru, dış surlar yönünde uzanırlar. Evler sahiplerinin ekonomik güçleri ve kullanılış amaçlarına göre farlılık gösterebilmektedir. Fakat ortak özellikleri çoktur. Genellikle yığma taştan ve ağaç bağlantılı olarak yapılmışlardır. Hepsinin bir sokak cephesi ve bir de sokak görmeyen bahçesi bulunur. Sokağa bakan yüzde, ilk katta çok az pencere vardır. Üst katta ise "Cumba" denilen ve hem ev, hem de sokak mimarisine uygun olarak yapılmış çıkmalar vardır. Bu çıkmalar ağaç süslemelerle bezenmiştir. Evlerin merkezini, zemin katta, bahçeye açılan ve taş zeminli "Taşlık"lar oluşturur. Bu taşlıklarda ağaçtan dinlenme kanepeleri vardır. Buralardan zemin kattaki odalara geçilebildiği gibi, üst kata da bir merdivenle ulaşılır. Zemin kat evin daha çok hizmet bölümüdür. Depo, mutfak gibi görevi olan odalar buradadır. Üst kat ise yaşam içindir. Üst katın odalarının pencereleri daha büyük olduğundan dolayı daha aydınlıktır. Çoğunlukla bu odalarda üst üste iki sıra pencere vardır. Üst pencereler camsız olup ağaç kafeslerden oluşmakta, alt pencereler açılıp kapanabilir türdendir. Cumbaların üst pencerelerinde küçük boyutta ve genellikle renkli camlar bulunur. Kale içinde birçok ev aslına uygun restore edilmiştir. Kale içi günümüzde, eğlence yerlerinin, pansiyonların, restoranların, hediyelik eşya satan dükkanların ve antika halı satan mağazaların bulunduğu eşsiz güzellikte bir turizm merkezi olmuştur.Antalya limanı bir zamanlar Türkiye'nin güney kıyısında Mersin'den sonra gemilerin yanaşabileceği ikinci limandı. Bu gün ise bu limandan sadece yatlar yararlanmaktadır. Kentin batısında yapılan Endüstri Limanı'nın çalışmaya başlaması ile eski limanın adı "Yat Limanı" olarak değişmiştir

04 Kasım 2009 11:58

A n t a l y a K a l e s i

M.S. 4. yüzyıla kadar uzanan Helenistik devirden sonra Antalya, on asır Bizans Selçuklu dönemini yaşamış. 14-15. yüzyıllarda Hamitoğulları ve Tekeloğulları Beylikleri?nden sonra Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı egemenliğine girmiş. 1670 yıllarında kenti gezen Evliya Çelebi, üç tarafı bahçelerle çevrili şehrin kale içinde dar sokaklı 3 bin ev ve dört mahalleden meydana geldiğini, limanın 200 parça gemi alacak genişlikte olduğunu ve çarşının surlar dışında yer aldığını ünlü Seyahatnamesi?nde yazmış. Bugün Kale içi olarak anılan 42 hektarlık bölgede sokak ve evlerin orjinalliği korunmuş. Eğlence merkezi, restoranlar, konaklama tesisleri, çarşılar, ve marina yaşantısıyla Antalya kale içi yabancı turistlerin olduğu kadar yerli halkın da en önemli uğrak yerlerinden biri olarak hizmet veriyor. Bundan 20 yıl öncesine kadar kayıkhane görevi gören eski püskü evlerin bulunduğu kale içi, ödül kazanan büyük projesi ile adeta para basan bir darphane konumuna, dolaysıyla diğer kaleler için örnek alınacak duruma gel

04 Kasım 2009 12:05

B o d r u m K a l e s i;

Eski adı Halikarnasos olan Bodrum?a ilk yerleşim, bugünkü kale çevresinde olmuş. Kayra Satrabı Mavsolos M.Ö.352?de ölünce, karısı Artemisia, kayra tahtına geçmiş ve ölen kocası için anıt mezar yaptırmaya başlamış. M.Ö.333?de Büyük İskender kendisine karşı direnen Halikarnassos?u zaptetmesine rağmen zorlukla tamamlanan bu esere dokunmamış. Fakat Novseleum 14. asırda bir depremde yıkılmış. 15.yüzyıl başında Halikarnossos?a bir kale kurmak için gelen Rodos Şövalyeleri, anıt mezarı yıkılmış olarak bulmuş ve kalıntılarıyla Bodrum Kalesini kurmuşlar. Mermerleri kireç ve şövalye armalarının yapımı için kullanmışlar. Kale zaman içinde çeşitli saldırılara maruz kalmış. Yıkılmış ve yeniden onarılmış. Aziz Petros adına yapılan ve şehre, ?Petro?nun Yeri? anlamına gelen Petronium adı verilmiş. 1480?lerde Fatih Sultan Mehmet burayı zaptetmek istemiş, Mesih Paşa kaleyi kuşatmış ama sonuç alınamamış. Nihayet 1523?te Kanuni önce Rodos?u sonra Bodrum Kalesini alarak St. John Şövalyelerinin korsanlığına son vermiş. Kale bugün Bodrum Sualtı Müzesi Müdürlüğü yapan Oğuz Alpözen?in katkılarıyla altın çağını yaşıyor. Kalede yapılmış olan restorasyon ve güncellemelerle Bodrum?un en güzel seyir teraslarına eşsiz sergi salonlarına ve özel ses, ışık efektleriyle donatılan galerileriyle eşsiz eserlere sahip. Dünyadaki tek Bizans batığı modeli olan ve M.S. 626?da batan Doğu Roma gemisi de, tıpkı Kaş-Uluburun batığı gibi burada sergileniyor. Bodrum kalesi tüm canlılığıyla diğer kalelere ilham verip örnek teşkil ediyor.

04 Kasım 2009 12:38

Y ı l a n l ı K a l e;

Şimdi de rotamızı Güneydoğu Akdeniz?e çevirip, hem ovayı hem de tarihi İpek Yolunu kontrol eden kalelere uzanıyoruz. E-5 in 30?uncu km sinde yer alan Yılanlı kale, Çukurova?nın Haçlı işgali döneminde 12. yüzyılda Ceyhan Nehri kenarında ki tepede kurulmuş. Bulunduğu doğal kayalıkla bütünleşen sağlam surları, kale meydanına üç kapıdan sonra ulaşılabilmesi ve kapıları birbirine bağlıyan portatif merdivenler kullanılması nedeniyle çok zor fethedilmiş bir kale olarak biliniyor. 1352?den itibaren terk edilen kalenin adı Kovara?ymış. Ancak Evliya Çelebi 17. yüzyılda yörenin Şahmaran Efsanesi?nden esinlenerek kaleye Şahmaran adını vermiş, sonraları yapı Yılanlı kale adını almış. (Muhtemelen yörenin iklimi ve arazi yapısı nedeniyle bugün bile kaleye çıkanlara yılan olabileceği şeklinde uyarıda bulunuluyor) Anavarza, Tumlu ve Kozan kalelerinin görüş alanı içindeki kalenin yanı sıra, Adana Osmaniye yolunun 80. km sinde siyah taşlardan yapılma ve etrafında savunma hendeği bulunmayan 14 burçlu bir başka görkemli eser daha yer alıyor. Toprak Kale olarak anılan dev yapı, yoldan bir km içerde İpek yolu?nu yalnız başına seyretmeye devam ediyor.

Yalnızlık çeken kaleler bitecek gibi değil. Trakya?daki Enez Kalesinden başlarsak Yoros Kalesi, Çandarlı, İzmir?in Kadifekalesi, Alanya, Mersin Kız kalesi, Liman Kalesi, Silifke, Kledran, Mut, Ermenek Kalesi, Zil Kale, Hoşap Kalesi Bakras, Hatay, Mardin, Fethiye, Marmaris, Baybassos, Kütahya Safranbolu Hıdırlık, Kastamonu, Şebinkarahisar, Eğirdir, Gerede Keçi Kalesi, Boyabat, Sinop, Trabzon, Fatsa Bolaman, Çeşme, Afyon, Kars gibi daha bir çok kale ziyaretçilerini bekliyor. Kaleler turumuza yola çıktığımız, Rumeli Hisar?ı konserleriyle şenlenen İstanbul?a dönmeden önce yıl boyu gezilen ve aynı zamanda ödüllü bir müze olan Bodrum kalesi ile son veriyoruz

04 Kasım 2009 13:48

harput kalesi elazıg

Harput Kalesi - Harput / Elazığ

Harput Kalesi Urartular tarafından dikdörtgen bir plan üzerine kurularak yapılmış olan mimari yapıdır. Kale, iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Şu anki Elazığ il sınırları içerisindedir. Rivayete göre yapımında kullanılan harca su yerine süt eklenmiştir bu nedenle Süt Kalesi olarak da adlandırılır.

----------------------------------------------------------------------

HARPUT KALESİ (SÜT KALESİ):

Kale Harput'un güneydoğusunda ovaya hakim yalçın kayalar üzerinde bulunmaktadır. Coğrafi durumu bakımından tarih boyunca önemli bir kale olarak bilinmektedir. Kale'nin ön yüzü yaklaşık 75 - 80, güneyi 150 - 200, yanları ise 400 - 450 metre arasında olup, yüksekliği yer, yer değişmektedir. Kalenin asıl yapısı M.Ö. takriben 900. yıla aittir. Urartular devrinde yapıldığı bilinmektedir. Bu kale çeşitli tarihlerde onarımlar görmüş ve önemli ölçüde günümüze kadar gelebilmiştir.

----------------------------------------------------------------------

HARPUT KALESİ (SÜT KALESİ) EFSANESİ

Harput kalesinin bir adıda Süt kalesidir. Bu kaleye süt kalesi denmesinin ilginç bir hikayesi vardır. Kalenin temelleri atılır. Kale duvarları yükselmeye başlar. Ancak o yıl başlayan su kıtlığına bir çare bulunmaz. Aynı yıl bu su kıtlığının aksine hayvanların sütleri oldukça boldur. Zamanın hükümdarı emir verir. Harç için süt kullanılacaktır. Hayvanlar sağılır. Harç süt ile karılır, kale tamamlanır.

Diğer bir efsaneye göre ise kalenin pek çok dehlizi vardır. Bu dehlizlerden birinde güzellerden bir kız yaşarmış. Ancak büyülü olduğundan sürekli kendisi için yaptırılan bir altın köşkte uyumaktaymış. Yanlız her yıl bir kez uyanır. ''süt kalesi yıkıldı mı? Katırlar kuzuladı mı ? Dere hamamının yerinde yeller esiyor mu ?Diye sorar, sonra yeniden uykuya dalarmış. Eğer bu sayılanlar gerçekleşirse Harput yıkılacak, kıyamet kopacakmış. Bazı kişilerin bu kızın sesini duyduğunu da kulaktan kulağa söylenir.

Elazığ?ın güneydoğusunda Elazığ Ovası?na hakim kayalar üzerinde bulunan Harput Kalesinin ilk yapımı Urartu dönemine kadar inmektedir. Kale içerisindeki kayalara oyularak yapılmış odalar ve gizli geçitler Urartu döneminden kalmıştır. Tarihi belgelerden kalenin Roma, Bizans ve Arapların da eline geçtiği öğrenilmektedir.

Kalenin yapımı ile ilgili bir söylentiye göre taşların harcına daha sağlam olabilmesi için süt katılmış ve bu yüzden de bu kaleye Süt Kalesi ismi de yakıştırılmıştır.

Artukoğullarının yöreye hakim olmasından sonra Artukoğlu Belek 1115?te bu kaleyi ele geçirmiştir. Artukluları izleyen dönemlere kale birkaç kez onarılmış ve yeni eklemeler yapılmıştır. Kale üzerindeki kitabelerde ilk onarımın ve yeni ilavelerin Nizameddin İbrahim tarafından 1205?te yapıldığı öğrenilmiştir. İç ve Dış kaleden oluşan bu kalenin bir bölümü Nizameddin İbrahim döneminde saray-köşk olarak da kullanılmıştır. Bunun ardından Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar da bu kaleyi onarmış, bu onarımları belirten kitabeyi de kale üzerine yerleştirmişlerdir. Dulkadiroğullarının yapmış olduğu onarımlar moloz taştan olduğundan ötürü diğerlerinden ayrılmaktadır. Özellikle Akkoyunlu Uzun Hasan bu kaleye önem vermiştir. Emir Ali Bey kaleyi ve burçlarını yenilercesine onarmıştır. Buradaki burçlarda görülen arslan ve boğa mücadelelerini yansıtan kabartmaların Urartulardan önceki dönemlere ait olduğu sanılmaktadır.

Kalenin girişi doğuda ve Harput?a bakan yöndedir. Bunun dışında kuzeyde Metris, batıda Dağ Kapısı ismini taşıyan iki ayrı kapısı daha bulunuyordu. Dış ve İç kale olarak iki ayrı bölümü olan kale, kesme ve kaba yontma taşlardan yapılmış, duvar işçiliğinde de oldukça ileri bir düzeye erişilmiştir. İç Kale oldukça küçük bir alanda yapılmış olmasına rağmen burada bir cami, arasta, su sarnıçları ve ambarlar da yapılmıştır. Bunların yanı sıra Munzuroğlu Konağı, Köseoğlu Konağı da burada yapılmıştır. Ancak bu konaklardan hiç birisi günümüze ulaşamamıştır.

XIX.yüzyılda bu kalenin içerisi yerleşime açılmış ve burada toprak damlı yöresel evlerde insanlar yaşamıştır.

04 Kasım 2009 13:52

Elazığ?ın güneydoğusunda Elazığ Ovası?na hakim kayalar üzerinde bulunan Harput Kalesinin ilk yapımı Urartu dönemine kadar inmektedir. Kale içerisindeki kayalara oyularak yapılmış odalar ve gizli geçitler Urartu döneminden kalmıştır. Tarihi belgelerden kalenin Roma, Bizans ve Arapların da eline geçtiği öğrenilmektedir.

Kalenin yapımı ile ilgili bir söylentiye göre taşların harcına daha sağlam olabilmesi için süt katılmış ve bu yüzden de bu kaleye Süt Kalesi ismi de yakıştırılmıştır.

Artukoğullarının yöreye hakim olmasından sonra Artukoğlu Belek 1115?te bu kaleyi ele geçirmiştir. Artukluları izleyen dönemlere kale birkaç kez onarılmış ve yeni eklemeler yapılmıştır. Kale üzerindeki kitabelerde ilk onarımın ve yeni ilavelerin Nizameddin İbrahim tarafından 1205?te yapıldığı öğrenilmiştir. İç ve Dış kaleden oluşan bu kalenin bir bölümü Nizameddin İbrahim döneminde saray-köşk olarak da kullanılmıştır. Bunun ardından Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar da bu kaleyi onarmış, bu onarımları belirten kitabeyi de kale üzerine yerleştirmişlerdir. Dulkadiroğullarının yapmış olduğu onarımlar moloz taştan olduğundan ötürü diğerlerinden ayrılmaktadır. Özellikle Akkoyunlu Uzun Hasan bu kaleye önem vermiştir. Emir Ali Bey kaleyi ve burçlarını yenilercesine onarmıştır. Buradaki burçlarda görülen arslan ve boğa mücadelelerini yansıtan kabartmaların Urartulardan önceki dönemlere ait olduğu sanılmaktadır

04 Kasım 2009 13:57

http://www.akgeziler.com/tarihi-mekanlar/Diyarbakir-Kalesi-12.html

http://www.cografyam.net/lofiversion/index.php?t303.html

D.BAKIR KALESİ (SURLAR)

Diyarbakır surları, dünyanın en eski ve en sağlam şehir surları arasındadır. Uzunluk bakımından dünyada Çin Seddi ve İstanbul Surları'ndan sonra gelir. Ancak sağlamlığı, sur ve burçlarındaki görkemli kabartma, kitabe ve kapıları ile eşsiz bir yere sahiptir.

Bu nedenle Diyarbakır Surları, şehri saran basit bir duvar olmanın ötesinde, kuruluşundan bu yana bu topraklarda yaşayan birçok medeniyetin en güzel izlerini taşıyan bir kültür mirası, bir açık hava müzesidir.

Diyarbakır Surları, 5 kilometre uzunluğunda, 10-12 metre yüksekliğinde ve 3-5 metre genişliğindedir. Sur içindeki alanın boyutları 1700-1300 metredir. Surlar, şehrin batısında bulunan eski yanardağ Karacadağ'dan akan kalın bazalt tabakaya uygun olarak kalkan balığı şeklindedir. Balığın baş kısmı İç Kale'ye, kuyruk kısmı ise güneybatı kesimindeki Yedi Kardeş ve Evli Beden burçlarının olduğu yere uyar.

Diyarbakır Surları'nın yapımında yörenin temel yapı malzemesi olan gri-siyah bazalt taşı kullanılmıştır. Sur ve burçların üzerinde, güneş ve yıldız sembolleri, kaplan, boğa, çift başlı kartal, akrep ve at kabartmaları, silah, meyve ve tahıl şekilleri bazalt taşlar üzerine işlenmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca birçok yerde, özellikle Urfa Kapı ve Dağ Kapı çevresinde eşsiz kitabe ve motifler bulunmaktadır.

Diyarbakır Surları'nın bir kısmı, şimdiki İç Kale'ye uyan yerde Hurriler tarafından yapılmıştır (M.Ö.3000). Bu bölge, muhtemelen gerek Dicle vadisine gerek Diyarbakır düzlüğüne hakim en stratejik yer olarak seçilmiştir.

Diyarbakır Surları, günümüzdeki şekli ile 346 yılında Bizans İmparatoru II. Constantinus döneminde yapılmıştır. Ancak o zamanki surların şimdiki Gazi Caddesi'nden geçen batı kesimi 367-375 yılları arasında, şehre gelenlerin artmasının üzerine yıktırılmış ve surlar şimdiki şekliyle genişletilmiştir.

O günden günümüze kadar surlar zaman zaman onarılmış ve yenilenmiştir. Birçok uygarlık kendi döneminde yeni burçlar, kitabeler ve süslemeler, motiflerle surlara kendi imzalarını atmışlardır. Özellikle Romalılar, Bizanslılar, Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artukoğulları, Eyyubiler, Akkoyunlular ve Osmanlılar'dan günümüze kadar gelen birçok kiymetli burç, kitabe ve kabartmalar bulunmaktadır. Bu eserler, o dönemlerin canlı birer şahidi olarak hala yaşamaktadır.

Diyarbakır Surları, esas olarak iç ve dış kaleden oluşur. İç Kale, surların Fis Kayası denilen kuzeydoğu ucundadır. İç Kale'de Bizanslılar'dan kalan Nestorian Kilisesi vardır. Bu kilise VI. yüzyılda yapılmıştır. Halen, yarı harap vaziyettedir. İç Kale'deki en önemli yapı Virantepe denen yerdeki Artuklu Sarayı'dır.

1210-1220 yılları arasında yapılan sarayla ilgili kazılar 1956'da Prof.Dr. Oktay Aslanapa ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiş, saray kalıntıları, altın yaldızlı ve Türk motifli mozaikler ve çok gösterişli sekiz köşeli havuz ortaya çıkarılmıştır. Bu sarayda devrin önemli bilim adamları ve özellikle Cizreli Eb'ül İzz'in yaşadığı bilinmektedir.

Günümüzde Artuklu Sarayı halen harap haldedir. İç Kale içerisinde ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında Atatürk'ün kaldığı bina ve bazı adlî (Adliye günümüzde buradan surların dışına, yeni Belediye binasının bitişiğindeki binaya taşındı) binalar bulunmaktadır.

İç Kale'yi saran surlar Kanuni Sultan Süleyman zamanında yeniden gözden geçirilmiş ve genişletilmiştir. Bu surlarda 16 burç vardır. Burçlar, dört, altı ve sekiz köşelidir. Günümüze kadar iyi korunmuş olarak gelmişlerdir. Bu surlar üzerinde "Kanunî Kitabesi" bulunmaktadır.

Dış Kale Surları, İç Kale'yi sararak Dağ Kapı-Urfa Kapı ve Yeni Kapı-Mardin Kapı yoluyla eski şehri sarar7. Dış surlar üzerinde 82 burç bulunur. Burçlar çoğunlukla yuvarlaktır, ancak dört ve altı köşeli olanlar da vardır. Benusen ve Dicle vadisine bakan kesimde daha çok dörtgen burçlar bulunur.

Savaşların en çok cereyan ettiği Dağ Kapı ile Urfa Kapı arasındaki düz alana bakan bölümde burçlar genellikle yuvarlak, daha sık, daha sağlam ve daha büyüktür. Bu kesimde burçlar arasındaki mesafe kısadır, aralarda takviye vardır.

Mardin Kapı-Yeni Kapı arasındaki surlar yalçın kayalar üzerine kurulmuştur, daha alçak ve daha seyrektir.

Burçların çoğunlukla iki katlı, bazıları 3-4 katlıdır. Alt katlar depo ve ambar, üst katlar ise askeri amaçlar için kullanılmıştır.

Diyarbakır Surları üzerinde çok görkemli ve tanınmış burçlar vardır. Bunlar arasında Yedi Kardeş, Evli Beden (Ulu Beden, Benusen), Nur, Keçi, Kralkızı, Fındık, Mervani, Akrep Burçları en iyi bilinenlerdir. Yedi Kardeş ve Evli Beden Burçları, Artukoğulları zamanında

1208-1209 tarihlerinde yapılmıştır. Yükseklikleri, büyüklükleri ve zengin motif ve kitabeleri ile her iki burç da eşsiz anıtsal görüntüye sahiptir.

Eskiden Dış Kale Surları'nı dışarıdan ikinci bir surun kuşattığı bilinmektedir. Bu ön surun da bazalttan yapıldığı, iki sur arasında geniş ve derin bir hendek bulunduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Günümüzde bu dış surların izleri yer yer görülmektedir.

Diyarbakır Surları üzerinde İç ve Dış Kale'de 4'er kapı bulunur. İç Kale'nin kapıları, Saray Kapısı, Küpeli Kapısı, Oğrun Kapısı (Gizli Kapı) ve Fetih Kapısı'dır. Bunlardan Saray ve Küpeli Kapısı şehir içine, diğer ikisi ise şehir dışına açılır.

Dış Kale'nin kapıları ise, kuzeyde Dağ Kapı (Harput Kapısı), güneyde Mardin Kapı (Tell Kapısı), doğuda Yenikapı (Dicle veya Su Kapısı) ve batıda Urfa Kapı (Rum veya Halep Kapısı)'dır. Kapılar demirden yapılmıştır, çok sağlam ve gösterişlidir. Günümüzde Dağ

Kapı ve Urfa Kapı onarılmıştır ve iyi durumdadır. Mardin Kapı (bu kapının çevresi de son iki yıl içinde onarıldı ve kapı açılarak hizmete açıldı, çevresi yeşillendirildi) ve Yeni Kapı ise çok harap durumdadır. Daha sonraki yıllar surlarda bazı kapılar daha açılmış (Çift Kapı, Tek Kapı gibi) veya surlar yer yer yıkılarak geçişler sağlanmıştır.

Diyarbakır Surları, eski geçmişlerine rağmen, uzun yıllar boyunca, sağlamlıkları ve dayanıklıkları ile günümüze kadar büyük oranda korunarak gelmiştir. Surlar zaman zaman büyük onarımlar geçirmişlerdir. Maalesef 1932 yılında surların, şehrin havalanmasını engellediği için yıkılması fikri ortaya atılmışsa da özellikle Fransız araştırmacı Alfred Gabriel'in çabaları sonucu bu hatalı girişim engellenmiştir.

Diyarbakır Surları, özellikle son 20 yılda, köyden kente göç, gecekondulaşma, çarpık kentleşme sonucu büyük oranda harap olmaya başlamıştır. Surların Mardin Kapı, Urfa Kapı arasındaki dış kesimi yoğun gecekondu işgaline uğramış ve surların yanısıra Yedi

Kardeş-Evli Beden burçları çok tahrip olmuştur. Bu kesimde surların ve burçların taşları sökülmekte ve surlarda yeni geçitler açılmaktadır.

Surların Urfa Kapı-Dağ Kapı arası daha iyi durumda olan ve düzenli onarılan kısımlardır.

Zamanın ve insanların tahribine rağmen hala ayakta kalabilen surların tarihi ve kültürel değerleri ile özellikleri ne yazık kı tam anlaşılabilmiş değildir. Binlerce yıl ordulara, işgallere direnen surlar ve görkemli burçlar bugün çarpık kentleşmeye ve gecekondulara

teslim olmuş ve kaderine terkedilmiştir. Bu gidişle bir süre sonra görkemli burçların yok olması ve bütün özelliklerini kaybetmeleri tehlikesi vardır. Son zamanlarda surların kurtarılması için başlayan girişimlerin ve Kültür Bakanlığı'nın gayretlerinin sonuçlanması hayati derecede önemli görülmektedir.

Diyarbakır Surları tarihin bize mirası ve emanetidir. Bu kültürel değeri, insanlığın ortak kültür mirasını korumak hepimizin görevi olmalıdır.

(Aralık-1995)

DİYARBAKIR KALESİ(SURLAR)

Karacadağ'dan Dicle'ye uzanan geniş bazalt platosunun Doğu kenarında geniş bir düzlük üzerinde yer alır.

Dışkale ve İçkale olmak üzere iki ana bölümdün oluşmaktadır:

DIŞKALE

Kuruluşu kesin olarak bilinmeyen kentin, M.S. 349 yılında Roma imparatoru ll. Constantius zamanında kaIesi yeni baştan onarılıp, güçlendirilerek etrafı surlarla çevrilmiştir. Böylece genel şeklini alan Diyarbakır Kalesi daha sonra kente egemen olan uygarlıklar tarafından yapılan eklenti ve onarımlarla günümüze kadar gelebilmiştir.

Kuşbakışı görüntüsü ile kenti bir kalkan balığı şeklinde çevreleyen surların üzeri, kente egemen olan otuza yakın uygarlığın izlerini taşıyan oyma ve kabar!ma motiflerin yanı sıra onu bir kuşak gibi çevreleyen yazıtlarla bezelidir. Bu nedenle A. Gabriel tarafından "Açık Hava Yazıtlar Müzesi" olarak nitelendirilmiştir. 5 Km. Uzunluğundadır. Yüksekliği 10-12 m., Kalınlıkları 3-5 m. arasında değişmektedir.

Kare, çokgen ve yuvarlak planlı toplam 82 burca sahip olup bunlardan en önemlileri; Keçi Burcu, Yedi Kardeş Burcu, Ben-u Sen Burcu, Nur Burcudur. Dışkalenin dört yöne açılan, mimarlık tarihi açısından birbirinden önemli dört kapısı vardır. Kuzeyde Dağ Kapı (Harput Kapısı), Batıda Urfa Kapı (Rum Kapısı), Güney de Mardin Kapı (Tel Kapısı), Doğuda Yeni Kapı (Dicle veya Su Kapısı) yer almaktadır. Bugünkü Dışkale surlarının dışında ikinci bir sur daha bulunmakta idi. Ancak 1232 yılında kente egemen olan Eyyubi hükümdarı Melik Kamil tarafından yıktırılarak taşları bugünkü surların onarımında kullanılmıştır. Bugün kalıntılarını Mardin Kapı ve Ben-u Sen taraflarında izleyebilmekteyiz.

İÇKALE

Dışkalenin Kuzeydoğu köşesinde yer alır. Dış- Kaleden surlarla ayrılmaktadır. içkale'de yer alan Viran Tepe kentin ilk yerleşme noktasıdır ve bu tepenin etrafı da surlarla çevrilidir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1524-1526) yapılan surlarla genişletilmiştir. 16 burçlu içkale'ninde dört kapısı bulunmaktadır. Fetih ve Oğrun Kapıları dışa, Saray ve Küpeli kapılarıda kente açılmaktadır.

Diyarbakır surlarının kuzeydoğu köşesine yerleştirilen Içkale'nin tarihi muhtemelen bu bölgenin ilk yerleşik halkı olan Hurri-Mitaniler (M.O. 4-3 bin) dönemine kadar iner. Iç Kale, Romalılar tarafından şimdiki şehir surlarının yapılması ile özel bir önem kazanmış ve her devirde yönetim merkezi olmuştur. Iç Kaleyi saran ve şimdiki Artuklu Kemeri'nden geçen ilk sur1ar daha sonra yıkılmış, Kanuni Sultan Süleyman zamanında şimdiki 16 burç ve surlar yapılmıştır. (1521 -1527) Iç Kalenin Saray Kapı, Küpeli Kapısı, Fetih ve Oğrun Kapıları bulunmakta dır.

İç Kale'de çok değerli yapılar bulunmaktadır. Bunlar şunlardır:

SAINT GEORGE (KARA PAPAZ) KILiSESI

Içkale'nin Kuzeydoğu köşesinde yer alır. Yapım tarihi kesin olarak bilin- memektedir. Ancak inşaa tarzı ve yapıda kullanılan malzeme- den dolayı Roma dönemine M.S. 2. yy'a ait olduğu düşünülen kilise, Artuklular döneminde sarayın hamamı olarak kullanılmış- tır. Bazı kaynaklarda, Artuklu hükümdarlarının bu hamamda ve sarayda Cizre'li bilgin Eb-ül Iz EI Cezeri'nin imal ettiği robotları kullandıkları yazılmaktadır.

KALE CAMli (HZ. SÜLEYMAN -NASIRIYE CAMII)

Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155 -1169 yılları arasında yaptırılmıştır. Cami bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan, Halid Bin Velid'in oğlu Süleyman ile Diyarbakır'ın Araplar tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin yattığı Meşhed bulunmaktadır.

ViRANTEPE VE ARTUKLU SARAYI

İçkale'nin kuzey- batısında yer alan ve bir (yığma tepe) höyük olan Virantepe, Diyarbakır'ın aynı zamanda çekirdek kuruluş noktası olup höyükte yapılacak arkeolojik kazı ve araştırmalar kent tarihi hakkında birçok belge ve bilgiye ulaşmamızı sağlayacaktır. Virantepe'de 1961 -1962 yıllarında yapılan kazılar sonucunda, etrafı sur1arla çevrili, Artuklu Hükümdarı Melik Salih Nasıreddin Mahmud (1200-1222) dönemine ait bir sarayın temelleri açığa çıkarılmıştır. Zengin renkli taş mozaik ve çini süslemelerle oldukça gösterişli selsebil ve haçvari eyvanlarla çevrili fıskiyeli bir havuza sahip olan sarayın, renkli taş ve cam küplerden oluşan mozaik süslemeleri, Türk mimarisinde ilk kez burada görülmektedir. Doğu bölümünde saraya çıkışı sağlayan merdivenler açığa çıkarılmış ve saray girişinin, alttaki kemerin yanında olduğu belirlenmiştir.

ARTUKLU KEMERi

Artuklu döneminde içkale'ye girişi sağlamaktadır. 10 m. Genişliğinde, sivri kemerli bu girişin üze- rindeki büyük boyutlu nesir yazılı kitabede h. 603 (1206-1207) tarihi görülmektedir ki bu da sarayla aynı döneme ait olduğunu göstermektedir. Kemerin iki yanındaki kireç taşına işlenmiş aslan-boğa mücadelesini işleyen kabartma ile kemerin, Ulucami'nin doğu girişinin bir tekrarı olduğu görülmektedir.

ASLANLI ÇEŞME

İçkale'de kesnerli girişin hemen karşısında yer alır. 19. Yy sonlarına tarihlenmektedir. Üçgen alın- Iıklı çeşmede, dilimli kemere sahip niş içerisine yerleştirilmiş aslan heykelinin ağzından suyun akışı sağlanmıştır. Orjinalde iki aslanın bulunduğu çeşmede aslanlardan biri bugün yerinde bulunmamaktadır.

ATATÜRK MÜZE ve KÜTÜPHANESI

19. Yy sonlarına tarihlenmektedir. Mustafa Kemal Paşa'nın 1917 yılında 11.Ordu Komutanı iken karargah olarak kullandığı bina, 1973 yılında 7. Kolordu Komutanlığınca düzenlenip Komutan Atatürk Müze ve Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır.

Diyarbakır surları; volkanik Karacadağ'dan çıkan bazalt taşlar ile yapıldığı için hala önemli derecede bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş, taşlar üzerindeki işlemelerde önemli bir bozulma görülmemiştir.

Diyarbakır surları 20. yy.a kadar mimari bütünlüğünü ve fonksiyonunu korumuştur. Cumhuriyet döneminde ise şehrin içinin artan nüfusu ve kent çevresinde düzensiz yapılanma surları önemli ölçüde tahrip etmiş, yer yer yıkılmalar ve burçlarda tahribatlar olmuştur. Son yıllarda ise surların onarım ve restorasyonu için ciddi çalışmalar başlamıştır.

KİTABELER MÜZESİ Mehmet MERCAN

Ne zaman inşa edildiği bilinmeyen, ancak, Milattan çok önceki yıllarda temelinin atıldığı, Romalılar kente hakim olduklarında İmparator II.Constantıus zamanında (345 yılında) tamamlandığı belirtilen Diyarbakır surlarının her bölümünde, her burcunda kentte egemen olmuş medeniyetlerin izleri, kitabeleri, motifleri ve armaları vardır. Akrep kabartmasından, bir zamanlar Nazi Almanyasının sembolü olmuş Gamalı Haç'a, aslan, kaplan, boğa, geyik, motiflerinden Selçukluların ve Artukluların sembolü çift başlı kartala, çıplak kadın figürlerinden, insan başlı hayvanlara. Latince'den çiçekli Kufi yazıtlara. Kur'an-i Kerim'den alınmış sürelerden padişah fermanlarına kadar yüzlerce, hatta binlerce kitabe, yüzlerce sembol ve kabartmalarla dolu Diyarbakır surları, ünlü Fransız Arkeologu, tarihçi Albert Gabriel'in de belirttiği gibi; Dünyanın en büyük Kitabeler Müzesidir gerçekten.

1930'lu yıllarda birkaç kez Diyarbakır'a ve bölgeye gelerek arkeolojik incelemeler yapan Albert Gabriel, kenti bir kalkan balığı gibi kuşatan surlara özel ilgi göstermiş, fotoğraflarını çekmiş, çizimlerini yapmış, burçların krokilerini çizmiş, kitabeleri ve sembolleri tek tek inceleyerek bunları belgelendirmiş, araştırmaları çok sayıda dile çevrilmiş değerli bir bilim adamı. Yayımladığı kitaplar ve çizimler günümüzde de tarihçiler ve araştırmacılar için büyük kaynak oluyor.

Gabriel, aynı zamanda Diyarbakır surlarının kurtarıcısı sayılır. 1930'larda bunaltcı sıcaklardan surları sorumlu tutan yöneticilerin, kentin hava almasını sağlamak üzere surların çeşitli yerlerini dinamitleme girişimlerine o sıralarda kentte olan Albert Gabriel büyük tepki göstermiş, bu konuda Hükümete sunduğu raporlarla bu yıkımı önlemeyi başarmıştı. Ünlü tarihçi, Milli Eğitim Bakanlığı'na yaptığı başvuruda surları şöyle anlatıyor

"Diyarbekir'in müstahkem suru tarih ve arkeologya noktasından olağanüstü bir öneme haizdir. Sadece inşaatındaki teknik ve teşkilatının tesbitinde gösterilmiş ustalık değil, fakat kitabelerinin olağanüstü zenginliği itibariyle de Türkiye tarihinin canlı bir sahifesi gibidir. Halbuki herkesçe bilindiği üzere, yerel makamlar bunun dinamitle yıkılmasına karar vermiş ve bu kararın uygulamasına başlamışlardır..."

DİYARBAKIR DÖRT KAPI Mehmet MERCAN

Dünyanın en büyük kalesidir Diyarbakır Surları.

Kale olarak birinci. Uzunluk olarak da Çin seddinden sonra Dünyada ikinci.

Bazı yerlerdeki ara kapıları saymazsak, dört ana kapısı var surların; Dağkapı, Urfakapı, Marinkapı ve Dicle Kapısı (Yenikapı).

Eski çağlarda bu kapılara değişik adlar da verilmiş. Dağkapı'ya Harput Kapısı, Urfakapı'ya Rum kapısı, Mardinkapı'ya Bab-El Tel (Tepe Kapısı), Yenikapı'ya da Bab-El Ma (Irmak kapısı) gibi. Tabii bunlar içinde en ilginci Roma ve Bizans döneminde Yenikapı'ya Kaplan Kapısı, Dağkapı'ya da Ermeni Kapısı denmesi...

Yüz yıl öncesine kadar, kapılar güneşin doğuşu ile açılır, güneşin batışı ile de kapanırmış. Kapılar kapanınca ne kimse içeri girebiliyor, ne de dışarı çıkabiliryormuş.

Türk Tarih Kurumu yayınları arasında 1995 yılında çıkan "XIX. Yüzyılın İlk yarısında Diyarbakır" adlı araştırmasında Yrd.Doç Dr. İbrahim Yılmazçelik, diğer konular yanında kapılar hakkında da geniş ve ayrıntılı bilgi verdikten başka, 1853 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden gezgin H.Petermann'ın güneş battıktan sonra Diyarbakır'a ulaştığında kapıların kapalı olduğunu bu nedenle sabahı beklemek zorunda kaldığını yazdığını anlatır...

Kimsenin elini kolunu sallaya sallaya kente girmesine izin verilmezmiş eskiden. Temizliğe çok dikkat edermiş kent yöneticileri. Çünkü, Diyarbakır birkaç kez büyük salgın hastalıklar geçirmiş bir kent. Orta Doğu'nun büyük ticaret merkezlerinden biri olduğu, özellikle de ipekçilik burada çok geliştiği için geleni gideni çok olurmuş. Bu yüzden her zaman salgın hastalık tehlikesi varmış. Bu nedenle tüm yabancılar kente girmeden önce kapıların hemen bitişiğinde yer alan hamamlara sokulur, burada yıkanmaları sağlandıktan sonra içeri girmelerine izin verilirmiş.

Kentin her dört kapısının içinde, girişlerde bir hamam, bir han ve bir caminin var olmasının nedeni budur işte...

Bu hanların ve hamamların çoğu şimdi yok. Ya bakımsızlıktan yıkıldı. Ya da sahipleri tarafından yıktırılıp pasajlara dönüştürüldü. Mardinkapı'da Deliller Hanı Turistik otel oldu. Urfakapı'da Melek Ahmet Camii bitişiğindeki Küçük Hamam, Dağkapı'daki Suakar Hamamı yıktırıldı. Diclekapı (Yenikapı)'nın girişinde Gavur Meydanı'ndaki hamam, Yahudiler Mahallesi'ndeki han bakımsızlıktan yıkıldı. Arsalarını gecekonducular işgal etti.

Dört yöne açılan her dört kapıdan başka surların çeşitli bölümlerinde kullanılan, yine belirli zamanlarda açılıp kapanan ara kapılar da vardı. Ne var ki bu kapılar da çoğu bakımsızlıktan ve ilgisizlikten harab olmuş durumdalar.

.....................

Geçen yıllar içinde, bakımsızlıktan ve gecekondulaşmanın yoğunlaşması sonucu taşlarının sökülerek çalınması yüzünden surlarda yer yer çökmeler oldu. Büyük gedikler açıldı. Kent yöneticileri trafiği rahatlatmak adı altında bu gedikleri genişleterek kapılara dönüştürdüler. Açılan yeni kapılar ve gedikler yüzünden bazı tarihi bölümler, üzerlerindeki kitabelerle birlikte tahrip oldu. Bölgenin turizme kapalı tutulması yüzünden diğer tarihi anıtlar gibi surlar, özellikle de burçlar ve kapılar da uzun yıllar kaderine terk edildi. Bazıları ahır, bazıları depo yapıldı...

Yakın yıllara kadar kireç deposu olarak kullanılan Mardinkapı, Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı'nın girişimleri sayesinde kurtarılarak onarımı sağlandı ve yeniden trafiğe açıldı. Dağkapı da yakın tarihe kadar kent belediyesinin işgalinde itfaiye olarak kullanılıyordu. Yapılan kazılar sonrasında Dağkapı'nın ve burçların tabanına ulaşıldı. Kazılarda Dağkapı'nın tabanının yoldan 2 metre kadar daha derinde olduğu görüldü. Yapılan onarımla da kapı ve eklentileri SANAT GALERİSİ olarak kullanıma açıldı. İyi de oldu... Ne var ki, aynı duyarlılık diğer kapılar için gösterilmedi.

15-20 yıl öncesine kadar surların yıkılan önemli bölümlerinin onarımı yapılıyorken, son yıllarda yine ilgisizliğe terk edildi. Artan göçlerle sur dipleri, tarihi burçların içi ve çevresi, hatta bazı bölümlerle surların üstü yeniden işgal edilmeye başlandı. Özellikle Urfakapı ile Mardinkapı arasındaki bölümde, Ben-ü Sen'de, Hevsel-Esfel bahçelerinde, Fiskayası çevresinde, Yenikapı ve Çift Havuzlar'daki bahçeler yok edildi ve yerlerine büyük gecekondu mahalleleri oluştu. Bu mahallelerdeki yapıların büyük bölümü maalesef yine surlardan sökülen taşlarla inşa edildi.

GİZEMLİ İŞARETLER Mehmet MERCAN

Artuklu döneminin tüm belirgin motifleriyle süslü Evli Beden ve Yedi Kardeş burçlarının üzeri de ilginç olduğu kadar, gizemli işaretlerle doludur.

Her iki burcun çeşitli yerlerinde, Selçuklu ve Artukluların sembolu çift başlı kartal, insan başlı arslan ve kaplan figürleri, geyik, yaralı boğa, çeşitli yapraklı dallar, süslü nesih ve küfi yazıtlar, çeşitli kemirgen hayvanlar büyük bir ustalıkla taşlara oyulmuş.

İki burcu da en ince ayrıntılarına kadar inceleyip çizimlerini yapan Albert Gabriel, bu burçlar üzerindeki işaretlerin basit dekoratif elemanlar olarak görülmemesi gerektiğinin üstünü çizer. Gabriel'e göre, bu motiflerin her birinin özel bir anlamı vardır.

Prof. Dr. Kaya Özsezgin'in Türkçeleştirdiği "Diyarbakır Surları" kitabında Albert Gabriel şöyle der; "Bu gizemli figürler hakkında bize açık bilgi verecek hiçbir kaynak yok elimizde maalesef."

Evli Beden'le Yedi Kardeş burçlarındaki figürlerle ilgili halk arasında çeşitli söylentiler var. Bunlardan en ünlüsü "Yedikardeş Burcu ortasındaki yazıtın iki yanında yer alan iki arslanın bakışlarının kesiştiği noktada çok büyük bir defenin gizli olduğu" dur.

Nitekim yıllar önce, iki arslanın gözlerinin kesiştiği noktanın Gazi Köşkü'nün sırtlarında olduğuna inanan bazı defineciler bu sırtlarda kazmadık yer bırakmadılar. Bu araştırmalar sırasında, Pamuk Köşkü yakınında üzerine Latince yazılar olan bir kilise temel taşının bulunması definecileri hayli umutlandırdı ise de yapılan kazıların hiç birinden bir sonuç alınamadı... Son olarak 1965'de Pamuk Köşkü'nün üstündeki kayalıkta resmi izinle yapılan bir kazı sonrasında 10 metre kadar derinlikte bir kuyu bulunmuş olmasına karşın bir şey elde edilemedi.

Albert Gabriel'in de itiraf ettiği gibi, Evli Beden ve Yedi Kardeş burçları üzerindeki işaretler 800 yıldır gizemlerini koruyor...

Bu gizemli işaretlerden surlardaki hemen tüm burçlarda ve kapılarda da var. Bunlar içinde en ilginci kuşkusuz Yedi Kardeş Burcu'nun doğusundaki, halk arasında Nur Burcu olarak da bilinen Melikşah Burcu'ndaki işaretlerdir.

Selçuklu Sultanı Melikşah adına 1089 yılında yaptırılan bu burcun üzerinde de çok değişik ve anlamlı motifler, yazıtlar vardır.

Günümüzde bile resim ve heykeli GÜNAH sayan bağnaz dincilere 800 yıl öncesinden verilmiş bir cevap olduğuna inandığımız bu burcun üzerinde "Kelime-i Tevhid" ile birlikte, sert bazalt taşlara ustaca işlenmiş kabartma Kufi yazıtlar, koşan atlar, arslanlar, geyikler, çift başlı kartallar, yırtıcı kuşlar, insanlar ve üstelik çıplak kadın figürleri yer alır...

Bu denli birbiriyle çelişen figürlerin de elbette bir anlamı olsa gerek.

GAMALI HAÇ Mehmet MERCAN

Herkes Gamalı Haç'ı yalnızca Nazilerin sembolü sanır. Oysa değil.

Gamalı Haç 6 bin yıl önce de vardı.

Bir adı da Sanskritçe "Mutlu Hayat" anlamına gelen SVASTİKA olan Gamalı Haç Diyarbakır surlarının çeşitli bölümlerinde yer alır. Özellikle; Dağkapı burçlarında kara bazalt taşlara kabartma olarak oyulmuş Gamalı Haç'ın kimlere, hangi devirlere ait olduğu ise bilinmiyor.

Tarihçiler, Gamalı Haç'ın ASYA kökenli bir güneş ve ışık sembolü olduğunu öne sürerler. Bu sembolü Milattan 4000 yıl önce Çin, Tibet, Hint ve İran'da ateşe ve güneşe tapan kavimler kullanmış. Eski çağlarda Diyarbakır'da da güneşe tapan Şemsilerin, aya ve yıldızlara tapan Sabiilerin, Ateşgedelerin varlığı dikkate alınırsa, bu sembolün bu topluluklar tarafından burçlara ve surların çeşitli yerlerine kazılmış olduğu düşünülebilir. Bu arada, Diyarbakır'ın Antik Hindistan'ın en büyük Işık ve Güneş Tanrısı AMİDA'nın adını taşıdığını da unutmamalıyız.

Ünlü tarihçilerden İbrahim Hakkı Konyalı, yıllar önce, 26 Ağustos 1984 tarihli Tercüman Gazetesi'nin Pazar ekinde yayımlanan bir açıklamasında GAMALI HAÇ'ın Oğuz Han'ın Avşar koluna ait bir damga olduğunu öne sürer. Bu bilgiyi Topkapı Sarayı'ndaki Türkçe SELÇUKNAME'den aldığını belirten Konyalı Hoca, bu durumu zamanında Nazi Lideri Hitler'e bildirdiğini, Selçukname'den alınmış bir Gamalı Haç fotoğrafı gönderdiği Hitler'in kendisine teşekkür ettiğini anlatır. Konyalı Hoca bu sembolü Selçukluların Anadolu'ya getirdiğini de vurgular.

Kuşkusuz bu bilgi de, Gamalı Haç'ın ASYA'lı olduğunu doğrular. Ancak, Diyarbakır Surları'nın, özellikle Dağkapı bölümünün Selçuklu'dan çok önce var olduğunu da unutmamak gerek.

Gamalı haçın çeşitli şekillerinin yeraldığı Dağkapı'daki batı burcunun ana yola bakan bölümünde, yerden itibaren 6'ncı sırada bir adı da "Mühr-ü Süleyman" olan, İsrail Bayrağı'ndaki Yahudilerin kutsal sembolü ALTI KÖŞELİ YILDIZ kabartmaları da var. Efsaneye göre; Hazret-i Süleyman, parmağında köşelerinde Musa, Harun, Yakub, Davud, İshak ve İbrahim peygamberlerin isimlerinin yazılı olduğu altı köşeli yıldızlı kutsal bir yüzük vardır ve bu yüzük sayesinde bütün hayvanlara hükmetmekte, onlarla yine bu yüzük sayesinde konuşabilmektedir... İşte bu yüzükteki 6 köşeli yıldız asırlardanberi Yahudilerin kutsal sembolüdür. Ve asırlardanberi Gamalı Haç'ın yanında Diyarbakır surlarındadır.

Evet, her iki sembol de Dağ Kapı'nın batı burcunda asırlardır yan yana durur.

İşte size tarihçilerin araştırması gereken önemli ve de gizemli iki konu daha...

Tıpkı Diyarbakır'ın ilk adı AMİDA'nın üzerindeki sır perdesi gibi.

Asıl içeriğin sadece basit bir görünümüdür. Resimlendirilmiş tam halini görüntülemek için lütfen, buraya tıklayınız.

04 Kasım 2009 14:04

http://www.canakkaletr.com/canakkale-kaleleri.html

Çanakkale Kaleleri

Yazan: admin 30 Aralık 2008

Kategori: Çanakkale Tarihi

Yorum yapın

Çimenlik Kalesi (Kale-i Sultaniye) (Merkez)

Çanakkale?nin önemli kalelerinden olan bu kalenin ne zaman yapıldığı kesin olarak belirtecek bir belgeye rastlanmamakla beraber, XV.yüzyılın ortalarında Fatih Sultan Mehmet tarafından boğazı kontrol altına almak amacıyla yaptırıldığı sanılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1551?de kalenin burçları onarılmıştır. Çimenlik Kalesi karşısındaki Kilitbahir Kalesi ile birlikte Çanakkale Boğazı?nı kontrol altında tutan askeri strateji yönünden önemli bir savunma kalesidir. Batı kaynaklarında bu kaleden Anadolu veya Asya Hisarı olarak söz edilmektedir. Boğazın aşağı kesimlerinde sonradan yeni kaleler yapıldığından ötürü de bu kaleye Kalâ-i Sultaniye ismi verilmiştir. Kalenin iki tarafı denize, bir tarafı da karaya açılmaktadır. Dördüncü cephesini ise Kocaçay olarak isimlendirilen akarsu sınırlamaktadır. Kalenin yanındaki yerleşimde bir zamanlar çanak-çömlek imalathaneleri bulunuyordu.

Kale-i Sultaniye?nin dışarıya açılan kapısı üzerinde 1.37×0.58 m. ölçüsünde iki satırlık Türkçe bir kitabesi bulunmakla beraber bu kitabenin tamamı tahrip edildiğinden okunamamıştır. Ekrem Hakkı Ayverdi bu kitabenin 1570-1571 tarihini taşıdığını ve yapının Kilitbahir Kalesi?ndeki 1541-1542 tarihli Kanuni kulesinin benzeri olduğunu ileri sürmektedir. Kitabenin son mısrasındaki 1570-1571 tarihi de okunabilmektedir. Bu da bu kapının bulunduğu bölümün Sultan II.Selim döneminde değişikliğe uğradığını kanıtlamaktadır.

Çanakkale Boğazı?nın en dar yerinde olan kale, dış surlar ve iç kale olmak üzere iki ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlardan dış surlar 110×160 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, duvarların kalınlığı 5-7 m. arasında değişmektedir. Kale girişinde 15.50 m. yüksekliğinde bir kule, bunun yanında da küçük bir cami bulunmaktadır. Ayrıca avlusunda da bir hamam vardır. Kalenin üzerinde 2 m. kalınlığında mazgallar bulunmaktadır. Buradaki kulelerin tümü duvarlardan dışarıya doğru taşkın olarak yapılmıştır. İçlerinde en önemlisi de sur duvarlarının ortasında 14 m. ye kadar yükselen, 15.50 m. çapındaki kuledir.

İç kale Ahmedek olarak da isimlendirilir. 28.70×42.50 m. ölçüsünde 20 m. yüksekliğinde, 7 m. kalınlığında duvarları olan görkemli bir yapıdır. İç kale üç katlı ve bir de üst sofadan oluşmaktadır. Bunlardan birinci kat avludan 4 m. yüksekliktedir. Kuzey yönündeki basık kemerli bir kapıdan kalenin içerisine girilmektedir. İkinci katta 5 m. çapında, kubbeli on odası bulunmaktadır. Bu kalenin de duvarları 5 m. kalınlığındadır.

XIX.yüzyılda terk edilen kalenin deniz tarafındaki dış duvarı ile burçları Sultan Abdülaziz döneminde 1863?te yıktırılmış ve buraya toprak tabyalar yaptırılmıştır. Özellikle eski mazgallar bozulmuş ve geniş alanlar toplar için oluşturulmuştur. I.Dünya Savaşı sırasında da büyük ölçüde tahrip edilmiş, ahşap katları sökülmüş, duvar taşları da çevredeki yapılarda kullanılmıştır.

Piri Reis?in Kitab-ı Bahriye isimli eserini burada yazdığı söylenmekte olup, günümüzde müze olarak kullanılmaktadır.

Kumkale Kalesi (Merkez)

Çanakkale Boğazı girişinde bulunan bu kale, Sultan IV.Murad zamanında yapılmıştır. Günümüzde Milli Savunma Bakanlığı?nca kullanılmaktadır.

Nara Kalesi (Merkez)

Çanakkale?nin 6 km. uzağında, Nara?da bulunan kalenin yapımına Sultan II.Selim zamanında, 1807?de başlanmış, Sultan II.Mahmut döneminde de tamamlanmıştır.

Kalenin duvarlarının yapımında antik Abydos kentinin kalıntılarından getirilen taşlar kullanılmıştır.

Kilitbahir Kalesi (Eceabat)

Osmanlı kale mimarisinin en görkemli eserlerinden olan Kilitbahir Kalesini Fatih Sultan Mehmet 1462 yılında yaptırmıştır. Kilitbahir Kalesi, deniz kilidi anlamına gelen bir sözcüktür. Bu kalenin yapımından sonra boğazın aşağı kesiminde yeni kaleler yapıldığından ötürü de Kilitbahir?e Eski Hisarlar ismi verilmiştir. Karşısındaki Kale-i Sultaniye ile arasındaki uzaklık 1.200-1.250 m.dir.

Çanakkale Boğazı?nın kontrolü için yaptırılmış, daha sonra genişletilmiş ve buraya kulelerle tabyalar eklenmiştir. Bunların başında Sarıkule, Mecidiye ve Namazgah tabyaları gelmektedir. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman da 1551?de buraya giriş kapısı kulesi ile yeni bir sur daha eklemiştir. Kilitbahir Kalesinin çevresi bir taraftan deniz, diğer taraftan da geniş ve derin hendeklerle korunmaktadır.

Kalenin hiçbir yerde karşılaşılmayan kendine özgü bir planı vardır. Ancak, nedense surların duvar kalınlıkları Çanakkale?deki diğer kalelerle ölçülemeyecek kadar zayıf tutulmuştur. Buna karşılık yonca planı şeklindeki üç avlulu iç kale çok daha kuvvetli, korunaklı bir yapıya sahiptir. İç kale yedi katlı olup, her katta değişik sayıda ve ölçüde hücreler bulunmaktadır. Duvarları oldukça düzgün moloz taşlardan yapılmış ve kalenin her yüzüne de pencere ve mazgallar açılmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan köşe kulesi oldukça iri kesme taşlardan yapılmış olup, üç kattan meydana gelmiştir. Üzeri kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısı üzerine de bir yazıt konulmuştur. Ayrıca bu girişin kuzeyine 1893-1894 yıllarında kesme taştan mazgalsız bir de koruma duvarı eklenmiştir. Bu duvarın arasında da yer yer tuğla ve mermer parçalarına rastlanmaktadır.

Seddülbahir Kalesi (Eceabat)

Seddülbahir Kalesini Sultan IV.Mehmet döneminde, Ferit Ahmet Paşa Mimar Mustafa Ağa?ya 1659?da yaptırmıştır. Bu kale günümüzde yıkık ve harap durumdadır.

Gelibolu Kalesi (Gelibolu)

Bu kalenin antik çağlarda yapıldığı sanılmaktadır. Bizans İmparatoru I.Iustinianus tarafından yeni baştan yapılırcasına onarılmıştır. Evliya Çelebi?den öğrenildiğine göre; dik ve kesik kayalar üzerinde altı köşeli bir kale idi. Kalenin 70 kulesi vardı. Ayrıca kale içerisinde 300 ev bulunuyordu. Topçubaşı, cebeci, kethûdabaşlarına ait konaklar da yine kalenin içerisinde idi. Su sarnıçları, cami ve hünkâr hazinesinin de bulunduğu bu kaleden yalnızca bir burç kalıntısı günümüze gelebilmiştir.

Baba Kale (Ayvacık)

Babakale?ye ismini veren bu kalenin kitabesinden öğrenildiğine göre; Sultan II.Ahmet döneminde Cenevizli korsanlardan korunmak üzere Vezir Kaptan Mustafa Paşa tarafından 1725 yılında yaptırılmıştır. Hızr-ül Bahir (Tılsımlı Kale) olarak tanınan bu kalenin içerisine sonraki yıllarda Piri Reis?in gemicilerinden Latif Baba?nın türbesi yapılmış, bu yüzden de Baba Kale ismini almıştır.

Baba Kale, dikdörtgen planlı bir yapı olup, dört burcu ve her burcunda da on tane top yeri bulunmaktadır.

Bozcaada Kalesi (Bozcaada)

Bozcaada Kalesi, Bozcaada koyunun kuzey tarafında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. İlk yapılışına ait kitabesi günümüze gelememiştir. Kale XV.yüzyıl eseridir. Ancak sonraki yıllarda yapılan onarımlarla orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır.

Köprülü Mehmet paşa?nın sadrazamlığı sırasında bir süre Venediklilerin eline geçen Bozcaada Osmanlılar tarafından yeniden ele geçirilince kale onarılmış ve genişletilmiştir. Randolp bu kalenin dikdörtgen şeklinde olduğunu ve 20 topunun bulunduğunu belirtmiştir. Yine kale içerisinde Osmanlı yerleşim alanı olduğu Randolp?tan öğrenilmektedir.

Kalenin giriş kapısı üzerinde Sultan II.Mahmut tarafından yaptırılan onarıma ilişkin bir kitabe bulunmaktadır.

?Yaptı bu kal?e-i mansurayı Sultan Mahmud

Hak te?alâ ede a?dasın her dem makhûr

Aynıyâ düşdü dedim mısra tarihi metin

Oldu Bozcaada?nın kal?e ve şehri-ma?mûr? 1231 (1815)

Kalenin deniz tarafındaki kapısı üzerinde de bir diğer yazıt bulunmaktadır.

?Etdi bu hısn-ı hasini yeni baştan tecdid

Han Mahmud şiyem dâd u dârâ tedbir

Her gören eyledi tarihini Aynî Tahsin

Buldu Bozcaada?nın suru ne zibâ ta?mir? 1231 (1815)

Kale, günümüze iyi bir durumda ulaşan, bir iç kale ile bunun içerisindeki kule ve burçların takviye ettiği surla çevrilidir. Ayrıca sarnıcı, cephanelik, karargâh binaları ile sahile kadar uzanan dış surlar da bunları tamamlamıştır. Limandan 1.5 km. içeride 1842?de ikinci bir kale daha yaptırılmıştır. Yenikale ismiyle anılan bu yapının da yazıtı bulunmaktadır.

Kale, şehirden iki yanı muntazam duvarlarla örülü geniş ve derin bir hendekle ayrılmıştır. Kale kapısı bu hendeğin üzerinde olup, bir köprü ile içeriye girilmektedir. Günümüzde sabit olan bu köprünün eskiden asma köprü olduğu bilinmektedir.

İskiter Kalesi (Gökçeada)

Çanakkale, Gökçeada, Yukarı Kaleköy?de bulunan İskiter Kalesi?nin yalnızca surlarının bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Cenevizliler tarafından yapılan bu kale, Çınarlı Ovası?na hakim bir tepede olup, moloz taştan yapılmıştır.

04 Kasım 2009 15:01

Karadeniz Kıyısındaki En Büyük Kale Ortaya Çıkarılıyor

Ordu'nun Ünye İlçesinde Bulunan ve 2 Bin 500 Yıllık Tarihi Geçmişiyle Karadeniz Kıyısındaki En Büyük Kale Olan Ünye Kalesi'nin Yenileme ve Çevre Düzenleme Çalışmaları Başladı.

Ordu'nun Ünye ilçesinde bulunan ve 2 bin 500 yıllık tarihi geçmişiyle Karadeniz kıyısındaki en büyük kale olan Ünye Kalesi'nin yenileme ve çevre düzenleme çalışmaları başladı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce başlatılan çalışmalar ile içerisinde iki kaya mezarı, iki tünel bulunan ve sönmüş bir yanardağın üzerine oturan kale, diken ve çalılardan temizlenerek ortaya çıkarılacak. Bu çalışmalarda arkeolojik bir kazı çalışması olmamasına rağmen 15 kadar mezarın ortaya çıkması, Osmanlılar da dahil olmak üzere pek çok kavim tarafından kullanılan kalenin tarihi önemini daha da arttırdı. Çalışmalar sırasında çıkarılan arkeolojik buluntular Ordu Müzesi'ne nakledilerek muhafaza ediliyor. İl Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Günay, Ünye Kalesi'nin restorasyon çalışmalarının bitirilmesinin ardından yörenin turizm açısından cazibe merkezi haline geleceğini söyledi. Bu çalışmanı ardından kalenin ışıklandırılacağını aktaran Günay, çalışma ile geçmişte yapılan ve hatalı olduğu ortayı çıkan restorasyon çalışmasının da düzeltildiğini ifade etti.

Denize sadece 7 kilometre mesafede bulunan Ünye Kalesi'nin Samsun'dan Hopa'ya kadar Karadeniz kıyısında en büyük kale olduğunu aktaran Günay, "Kısa bir süre önce başlayan ve yaklaşık 2 yıl içerisinde bitirmeyi amaçladığımız çalışmalar tamamlandıktan sonra kale mıknatıs gibi turist çekecek. Turizmle beraber hızlı gelişme sürecinde bölgenin

04 Kasım 2009 15:06

GAZİANTEP

Tarihi Tilbaşar Kalesi en büyük kale

(Gaziantep'in Oğuzeli ilçesi Gündoğan köyünde bulunan Tarihi Tilbaşar Kalesi Avrupa'nın en büyük yığma kalesi olarak gösteriliyor.

Oğuzeli ilçesinin yaklaşık 12 kilometre güneydoğusundaki Gündoğan köyünde yer alan Tilbaşar Kalesi, M.Ö. 3000 yıllarına kadar giden ve tunç çağlarından itibaren iskan görmesinden dolayı oluşan birikimle oldukça yüksek görünen Tilbaşar Höyüğü'nün üzerinde yapıldığı söyleniyor. Konuyla ilgili açıklama yapan köy sakinlerinden Erol Türkmaya, tarih öncesi devirlerden sonra klasik çağlarda da, yakınında kurulmuş olan ve Abara ismi ile anılan antik kentte yerleşimin devam ettiğini belirtti. Türkmaya, "Tilbaşar

Kalesi, M.S. 11. ve 12. yüzyıllarda Haçlı Seferleri sırasında, önemli ticaret yollarına ve stratejik kavşaklara hakim ve yüksek bir tepeye (höyük) sahip olduğundan yeniden ele alınmış, höyüğün etrafında oluşan şehir bir sur ile çevrilmiş ve höyüğün üzerinde de sağlam bir kale inşa edilmiştir. O zamanki adı olan Tel-Başir, sonradan Tilbaşar olarak anılmaya başlanmıştır. 1995 yılında Yrd. Doç. Dr. Rıfat Ergeç başkanlığında Gaziantep Arkeoloji Müzesi ile Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nün birlikte yürüttüğü arkeolojik kazılarda höyük eteklerinde Eski Tunç Çağı, Bizans, Eyyubi ve Haçlı dönemlerine ait yerleşim yerleri ortaya çıkarılmıştır" dedi.

Türkmaya, kalenin, Avrupa'nın sayılı büyük höyüklerinden olduğunu ifade ederek, "Tilbaşar Höyüğü üzerinde yer yer Haçlı dönemi kalesinin kesme taştan duvar kalıntıları ile hemen önünde Türk ve Haçlı ordusunun büyük bir savaşa tutuştuğu şehir surlarının, toprak yığıntısı haline gelmiş kalıntılarını görmek mümkündür. Günümüzde Tilbaşar Kalesi yıkılmış, yalnızca sur ve burçlarına ait bazı izler görülebilmektedir. Bunlar da kalenin yeterince mimari yapısı hakkında yeterli bilgiyi vermemektedir. Kalenin

girişi ile merdivenlerine ait bazı izler dikkati çekmektedir. Biz Gündoğan köyü sakinleri olarak kalenin turizme de kazandırılmasını istiyoruz" diye konuştu.

Tarih öncesi devirlerden sonra klasik çağlarda da, yakınında kurulmuş olan ve Abara ismi ile anılan antik kentte yerleşim devam etmiştir. Tilbaşar Kalesi, M.S. 11. ve 12. yüzyıllarda Haçlı Seferleri sırasında, önemli ticaret yollarına ve stratejik kavşaklara hakim ve yüksek bir tepeye (höyüğü) sahip olduğundan yeniden ele alınmış, höyüğün etrafında oluşan şehir bir sur ile çevrilmiş ve höyüğün üzerinde de sağlam bir kale inşa edilmiştir.

O zamanki adı olan Tel-Başir, sonradan Tilbaşar olarak anılmaya başlanmıştır. 1995 yılında Yrd. Doç. Dr. Rıfat ERGEÇ başkanlığında Gaziantep Arkeoloji Müzesi ile Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nün birlikte yürüttüğü arkeolojik kazılarda höyük eteklerinde Eski Tunç Çağı, Bizans, Eyyubi ve Haçlı dönemlerine ait yerleşim yerleri ortaya çıkarılmıştır.

Anadolu?nun sayılı büyük höyüklerinden olan Tilbaşar Höyüğü üzerinde, yer yer Haçlı dönemi kalesinin kesme taştan duvar kalıntıları ile hemen önünde Türk ve Haçlı ordusunun büyük bir savaşa tutuştuğu şehir surlarının, toprak yığıntısı haline gelmiş kalıntılarını görmek mümkündür

04 Kasım 2009 15:14

giresun kalesi

http://www.forumlegal.net/giresun-kalesi-t170275.html

http://images.google.com.tr/images?hl=tr&um=1&sa=1&q=giresun+kalesi+resimleri&btnG=G%C3%B6rselleri+ara&aq=f&oq=&start=0

Kenti ikiye bölen yarımadanın en yüksek yerindedir.500 metrelik parke ve beton bir yol ile ulaşılmaktadır.

Kalenin M.Ö.2. yüzyılda Pontus Kralı 1. Farnakes tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır.Sur ve saray kalıntıları hala ayaktadır.Kalenin çeşitli yerlerinde,oyulmuş taş mağaralar ve tapınak örenleri bulunmaktadır.

Giresun kalesi iç ve dış kale bölümleri olarak incelenebilir.Kente egemen tepe üzerindeki iç kalede saray kalıntısı vardır.Aristotoles,Neofitos,Giresun Eyaleti adlı yapıtında burayı yüksek duvarlı,savunması iyi ve alınması güç bir kale olarak tanımlamaktadır.Güneybatıdan başlayan kale duvarları kenti çevreleyerek kuzeydoğuya uzanmaktadır.Büyük kaba taşlardan örülmüş surların bir bölümü Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir.Yine Neofitos?un yazdığına göre tepenin batısındaki kayalarda küçük bir at kabartması vardır.Bunun Ayios İlyos?un gömütü üzerinde bulunduğu söylenmektedir.Daha aşağıdaki kayada görülen Bizans yazısında burada küçük bir kilisenin bulunduğu bildirilmektedir.Kalenin kuzeyinde çok büyük mağara sığınakları vardır.

Kurtuluş Savaşında büyük yararlılıklar gösteren ve Atatürk?ün koruma komutanlığını yapan Gazi Osman Ağa?nın (Topal Osman Ağa) mezarı kalededir.

04 Kasım 2009 15:19

Çanakkale Kalesi

Çanakkale Boğazı nın iki yakasındaki kalelerin çok eski bir geçmişi vardır. Ama bunların içinde Fatih Sultan Mehmed in yaptırdığı iki kale en ünlüleridir.

Bizans (İstanbul) ın kuşatılması sırasında, Fatih, Çanakkale Boğazı nın gerektiği gibi kapatılmadığını ve Bizans lılara yardım geldiğini görmüştü. Fatih ten sonra Boğaz ın Rumeli kıyısında Sestos ta, Anadolu kıyısında da Aydos ta karşılıklı birer kale yaptırdı. Bunlardan Rumeli dekine "Kilitbahir" (Deniz kilidi), Anadolu kıyısındakine de "Çanak-kal a" veya "Kal a-i Sultaniye" adı verildi.

Bunlardan Kilitbahir üç bölümden meydana gelmiştir. Çanakkale kalesi ise dörtgen biçimindedir. Her köşesinde bir kule vardır. Kuleleri birbirine bağlayan surlar mazgallarla pekiştirilmiştir. Yarım daire biçiminde olan kuleler üzerinde toplar için mazgallar bulunur.

Her iki kalenin içinde de yiyecek, cephane depoları, askerler için de koğuşlar vardır

Çanakkale her sene gündeme geldikçe konu ile alakalı kaliteli ve kalitesiz onca yayın rafları işgal ediyor. Yayınların büyük kısmında bilinen tekrarlardan, kitaptan kitaba aktarılan ve her aktarımda yeni ilaveler yapılan menkıbelerden geçilmiyor.

Çanakkale Savaşlarına dair bunca bilgi kirliliği içinde, ayakları yere sağlam basan, savaşın ve komutanların bilinmeyen yönlerini ilk defa yayınlanan fotoğraflarla ortaya koyan bir çalışma yayınlandı.: Tarihin Yıkılmaz Kalesi ÇANAKKALE.

Yitik Hazine Yayınları tarafından piyasaya sunulan ve tarihçi yazar Salih Gülen tarafından hazırlanan eserde Çanakkale Savaşları öncesi, savaş esnası ve savaşın neticeleri ortaya konuluyor. Savaşta görev alan Mustafa Kemal?den Esad Paşa?ya kadar pek çok komutanın, Sultan Reşad ve Sultan II. Abdülhamid?in bilinmeyen hatıraları esere renk katıyor.

Osmanlı belgelerinde yer alan bir şehit annesinin ordu kumandanlığına yazdığı mektup, yürek yakan cinsten. Ayrıca İngilizlerin sömürgelerindeki Müslümanları Çanakkale?ye getirmek için üç gemiye cami yapmaları ve ?Halifeyi kurtarmak için Almanlarla savaşılacağı? yalanıyla onları kandırmaları eserin ibretli satırları olarak göze çarpıyor.

Cephede yaşanan kurban bayramı bir milletin geçtiği imtihanı gözler önüne seriyor. Esere iki akademisyen de makaleleriyle katkıda bulunmuş. Doç. Dr. Cihat Göktepe, Konya örneğinden hareketle Çanakkale?de şehit düşen kahramanlar üzerine yaptığı bir araştırmayı kaleme almış, Doç. Dr. Şakir Batmaz ise Liman von Sanders?in harp stratejilerini masaya yatırmış ki çok fazla asker kaybetmemizde bu hatalı stratejilerin nasıl etkili olduğu yazının satır aralarında bulunuyor.

Kitabın son kısımlarında Çanakkale Savaşları?nın sonuçları anlatılarak Çanakkale kazanılmasaydı Türk devletinin kurulup kurulamayacağı sorusuna cevap aranıyor. Eserde savaşa ve komutanlara dair yedi görsel fotoğraf ülkemizde ilk defa yayınlanıyor. Diğer fotoğraflar da bilinmeyen karelerden seçilerek Çanakkale tekrarlarından bıkmış okura yepyeni bir alternatif sunulmuş. 128 sayfa olan eser, herkese ulaşması için yüksek tirajla basılarak 3,90 liradan piyasaya arz edildi.

Gırtlağına bıçak dayanan bir milletin en tabiî karşılığı vermesi ve sömürgecilere dur demesiyle Türk tarihinin en şerefli sayfalarından biri Çanakkale?de yazılmıştır. Bu sayfalar ilerde bir kitap olacak ve Türkiye Cumhuriyeti doğacaktır. Bu yönüyle Çanakkale Muharebeleri, Türkiye?nin mukaddimesidir. Türkiye, Çanakkale Savaşlarının neticesidir.

04 Kasım 2009 15:25

http://www.kenthaber.com/ic-anadolu/kirsehir/merkez/Rehber/kaleler/kirsehir-kalesi-kalehoyuk

kırşehir kalesi

Kırşehir il merkezinde bulunan Kalehöyük 16 m. yüksekliğinde 280 m. çapında bir alanda yer almaktadır. Burada yapılan araştırmalarda Kalehöyük?ün MÖ.3000?den günümüze kadar kesintisiz olarak yerleşime açık olduğu görülmüştür. Bizans döneminde İmparator Justinyen MS.IV.yüzyılda burada koruma amaçlı bir kale yaptırarak çevreyi gözetim altına almıştır.

Höyüğün üzerinde Selçuklular zamanında Alaaddin Camisi yapılmış, Cumhuriyet döneminden itibaren de burası çeşitli yapılanmaya sahne olmuştur. Burada yapılan çalışmalarda Eski Tunç Çağı, Hitit Çağı, Grigler dönemi, Demir Çağ ve Osmanlı dönemi kalıntı ve buluntuları ile karşılaşılmıştır. Özellikle Frigya dönemine ait boya nakışlı seramikler, Hitit dönemine ait mimari kalıntıların yanı sıra parlak astarlı vazolar, kabartmalı kaplar ve damga mühürleri bulunmuştur.

İç Anadolu?nun ticari Koloniler döneminde burası önemli bir merkez konumunda idi. Bunu belirten MÖ.XVIII.yüzyıla tarihlenen Asur çivi yazılı tabletlerine de çok sayıda rastlanmıştır. Kalehöyük?te Japon Arkeoloji ekibi kazı çalışmalarını sürdürmektedir.


leyal06
Şube Müdürü
04 Kasım 2009 15:38

AFYONKARAHİSAR KALESİ

Afyonkarahisar Kalesi , şehrin güneyinde, çok yüksek ve yalçın bir dağın tepesindedir. Adını dünyanın oluşumunun dördüncü zaman diliminde bir yanardağ ağzında meydana gelen sarp kayalar üzerine kurulan kaleden (Karahisar) ve ilk defa "Synnada" antik kenti sikkelerin de karşımıza çıkan haşhaş (Opıum-Afyonkarahisar)'dan alan Afyonkarahisar M.Ö. 2.000 yıllarına kadar uzanan bir tarih şeridi yaşatır.

İlk yerleşim izine, II. Murşil'in Arzava seferinde kullanıldığından bahsedilen ve Hapanova (Yüksek Tepe) olarak adlandırılan Kale'de rastlamaktayız. Günümüze kadar ulaşan Hitit sur parçalarından da burasının Hititlerce ilk defa kullanıldığını öğrenmiş oluyoruz.

Hititlerden sonra Anadolu'da uygarlık kurmuş olan Frigler'in izlerine, sarp kayalık üzerinde tespit ettiğimiz Frig mihrabı, sunu çukurları, Frig basamaklı sunağı gibi kayalığın zirvesinde bulunan Frig kaya tapınağında rastlamaktayız. Sarp kayalık üzerinde günümüze kadar korunarak gelmiş dinî amaçlı yapılanmadan, burasının Frigler döneminde dinî bir merkez olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Roma ve Bizans döneminde Asya ve Anadolu eyaletine bağlı bir yerleşim yeri olan ilimizin adı, Akronıum (Yüksek Tepe)'dir. Bu dönemde, kaplıcaları, Frigya Salutaris (Şifalı Frigya) adıyla ün yapmıştır. Afyonkarahisar, asıl önemine "Selçuklular" döneminde kavuşmuştur. Milâdî 1147-1157 yılları arasında Sultan I. Mesud'un emri ile "Karahisar" adı ile tanınan kalenin eteklerine, bir Türk boyu olan Karaşar' lar yerleştirildiler. Stratejik yolların kavşağında çok çetin bir kalesi bulunması dolayısıyla, kale ile Hıdırlık (kalenin güneyinde bulunan tepe) tepesi arasındaki yerleşim alanı çok kısa sürede genişlemiştir. Bu gelişmeyi hızlandıran diğer bir olay da, Sultan I. Alâaddin Keykubat'ın tahta çıkar çıkmaz başlattığı yurt kalelerinin onarımı sırasında Afyonkarahisar Kalesi'nin de onarılmasını buyurmasıdır.

Sultan I.Alâaddin Keykubat, 1231 yılında lalası ve mimarı Bedrettin Gevhertaş'ı kale dizdarı olarak Afyonkarahisar'a gönderir. Gevhertaş, kalenin burç ve bedenlerini onardıktan sonra, yukarı Kale'de küçük minareli mozaik çini mihraplı bir mescit ve onun doğu yanına da bir saray yaptırır. Ayrıca Alâaddin Medresesi adlı Hisarardı Medresesi'ni yaptırır. Sarp kayalar üzerindeki kalesi sağlam ve güvenilir olan Afyonkarahisar'da Selçuklu Devleti'nin hazineleri saklanır olmuş ve adına da "Karahisar-ı Devle" denilmiştir.Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 Kösedağ Savaşı sonrasında Moğolların hâkimiyetine girmesiyle Afyonkarahisar'da Sahipata Beyliği kurulmuş, daha sonra sırayla Eşrefoğulları, Germiyanoğulları ve Karamanoğulları Beylikleri egemenliğinde kalmıştır.

Şehir, Osmanlı İmparatorluğu döneminde genişleyerek büyümüştür. Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamlarından Gedik Ahmet Paşa, Karaman Seferi sırasında Afyonkarahisar'da konaklamış ve 1472-1477 yılları arasında yapımı tamamlanan Gedik Ahmet Paşa Külliyesi'ni(sübyan mektebi, medrese, hamam, imaret ve camii'den müteşekkil) yaptırmıştır. Bunun yanında çok sayıda mescit, cami, medrese yapılmıştır. Mevlevîlik tarikatının yayıldığı merkez olan Afyonkarahisar'daki Mevlevi Tekkesi'nin 19.yy.'da yanmasından sonra dönemin padişahı II. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan Mevlevî Tekkesi (Bugün cami olarak kullanılmaktadır.) önemli mimarî eserlerdendir.

İstiklâl Savaşı yıllarında Afyonkarahisar, Başkomutanlık Karargâhı olmuş, Millî Mücadeleyi zafere ulaştıran Başkomutanlık Meydan Savaşı, Afyonkarahisar'da da verilmiştir. Kurtuluş Savaşında, Büyük Taarruzdan bir gün sonra 27 Ağustos 1922 günü, saat:17.oo'de Türk orduları Afyonkarahisar'a girmiş bundan sonra Başkomutanlık ve Garp Cephesi Karargâhı Afyonkarahisar'a taşınmış ve karargâh olarak kullanılmıştır. Atatürk, 28 Ağustos1922 günü Afyonkarahisar'daki karargâhına gelmiş, büyük zafere kadar çalışmalarını buradan idare etmiştir.

Toplam 16 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi