mutluğun bu resmi büyülemiştir beni:
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba'nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?
bu şiirde kendimi bulmuşumdur:
TAHİR?LE ZÜHRE MESELESİ
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevmek yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş tahir?le zühre olabilmekte
yani yürekte.
mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
seversin dünyayı dolu dizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
yani tahir?i zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
tahir ne kaybederdi tahirliğinden?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
şu beş satıra iliğine kadar hak vermişimdir:
annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak , sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
bu dizelerdeki kahramanın yerinde olmak istemişimdir:
seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya...
seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
sonraaaa; bu dizelerle bağıra bağıra şarkı söylemişimdir:
seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum.
bu dizelerle umudu katık etmişimdir aşıma:
en güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır
en güzel çocuk:
henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...
buradaki hasret ve memleket sevgisini ayakta alkışlamışımdır:
dörtnala gelip uzak asya'dan
akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu!
bu davet bizim.
yaşamak! bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim!
dahası var; bu şiir de başucu şiirlerimden:
seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!" der gibi.
ve buradaki dizelerin ahengine vurulmuşumdur:
hava kurşun gibi ağır!
bağır bağır bağır bağırıyorum.
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...
o diyor ki bana:
sen kendi sesinle kül olursun ey!
kerem gibi yana yana...
"deeeert çok, hemdert yok"
yüreklerin kulakları sağır...
hava kurşun gibi ağır...
ben diyorum ki ona:
kül olayım kerem gibi yana yana.
ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
hava toprak gibi gebe.
hava kurşun gibi ağır.
bağır bağır bağır bağırıyorum.
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...
ve daha daha niceleri...
otursam daha yazacak olduğum; yaşadığım, içtiğim, beğendiğim, sevdiğim,,,
mutluğun bu resmi büyülemiştir beni:
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba'nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?
bu şiirde kendimi bulmuşumdur:
TAHİR?LE ZÜHRE MESELESİ
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevmek yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş tahir?le zühre olabilmekte
yani yürekte.
mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
seversin dünyayı dolu dizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
yani tahir?i zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
tahir ne kaybederdi tahirliğinden?
tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
şu beş satıra iliğine kadar hak vermişimdir:
annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak , sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
bu dizelerdeki kahramanın yerinde olmak istemişimdir:
seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya...
seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
sonraaaa; bu dizelerle bağıra bağıra şarkı söylemişimdir:
seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum.
bu dizelerle umudu katık etmişimdir aşıma:
en güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır
en güzel çocuk:
henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...
buradaki hasret ve memleket sevgisini ayakta alkışlamışımdır:
dörtnala gelip uzak asya'dan
akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu!
bu davet bizim.
yaşamak! bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim!
dahası var; bu şiir de başucu şiirlerimden:
seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!" der gibi.
ve buradaki dizelerin ahengine vurulmuşumdur:
hava kurşun gibi ağır!
bağır bağır bağır bağırıyorum.
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...
o diyor ki bana:
sen kendi sesinle kül olursun ey!
kerem gibi yana yana...
"deeeert çok, hemdert yok"
yüreklerin kulakları sağır...
hava kurşun gibi ağır...
ben diyorum ki ona:
kül olayım kerem gibi yana yana.
ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
hava toprak gibi gebe.
hava kurşun gibi ağır.
bağır bağır bağır bağırıyorum.
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...
ve daha daha niceleri...
otursam daha yazacak olduğum; yaşadığım, içtiğim, beğendiğim, sevdiğim,,,