Editörler : F16 Gökçen
01 Aralık 2009 15:18

Milli Saraylar

Milli Saraylar

İmparatorluğun yönetim merkezi ve padişahın konut, konaklama, konuklarını ağırlama yeri olarak inşa edilen ve İstanbul?un tarihsel dokusu içinde yerlerini alan saray, köşk ve kasırlarımız; dönemin kültür, sanat ve saray yaşamındaki batılılaşmaya yönelik değişiklikleri yansıtan son örnekleri oluşturmaktadır.

Cumhuriyet?in ilanından dört ay sonra, 3 Mart 1924 tarihinde çıkartılan 431 sayılı Yasa ile Halifelik kaldırılmış, padişahın sarayları ve her türlü emlakı ile mefruşatı bu Yasa?nın 8, 9, 10. Maddeleri ile millete devredilmiştir. 18 Ocak 1925 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile de Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları, Milli Saraylar adı altında korunmak üzere, kurulacak Milli Saraylar Müdürlüğü yönetimine bırakılmıştır. Aynı yıl içinde Yıldız-Şale, Aynalıkavak ve Küçüksu Kasrı, 1930?da Yalova Atatürk Köşkleri, 1966?da Ihlamur Kasrı, 1981?de Maslak Kasırları bu Müdürlüğe bağlanmıştır. 2919 sayılı TBMM Genel Sekreterliği Teşkilat Yasası ile Daire Başkanlığı konumuna getirilen Milli Saraylar Daire Başkanlığı?na 1988 yılında Florya Atatürk Deniz Köşkü, 1991 yılında Filizli Köşk, 1994 yılında da Yıldız Porselen ve Hereke İpekli Dokuma Halı Fabrikaları bağlanmıştır.

Günümüzde tüm bu saray, köşk ve kasırlar; birer müze-saray olarak ziyarete açık tutulmakta, çevrelerinin özenle düzenlenmesiyle hem kültür ve tanıtım hizmetlerine hem de yerli-yabancı ziyaretçilere yönelik etkinliklere ve tarihsel ortamlarda dinlenme alanlarına kavuşturulmuş bulunmaktadır. Öte yandan gerek mimari özellikleri gerekse süsleme ve döşeme unsurlarıyla tüm bu yapılar; oluşturulan seksiyonlardaki uzmanlar ve mimarlar tarafından çağdaş yöntemler ışığında envantere geçirilmekte, kurumun kendi bünyesindeki çeşitli atölyelerde, konusunda deneyimli ve eğitimli ustalar tarafından restorasyon ve konservasyon altına alınmaktadır. Yapılan çalışmalar ve sonuçlarıysa, Milli Saraylar Kültür-Tanıtım Merkezi?nce hazırlanan bilimsel nitelikli dergi, kitap ve çeşitli yayınlarla yerli-yabancı araştırmacı ve ziyaretçilere duyurulmakta ve tanıtılmaktadır.


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 15:21

Aynalı Kavak Kasrı

Üç yüzyıl boyunca Haliç kıyılarını süsleyen ve günümüzde Aynalıkavak Kasrı adıyla tanınan yapı, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde ?Ayanalıkavak Sarayı? ya da ?Tersane Sarayı? olarak bilinen yapılar grubundan günümüze ulaşabilen tek örnektir.

İstanbul?u tanıtan tarihsel kaynaklardan, yörenin Bizans Döneminde de imparatorlara ait bir dinlenme yeri olduğu anlaşılmaktadır. Haliç kıyılarından Okmeydanı ve Kasımpaşa sırtlarına doğru gelişen bu büyük bağ ve koruya; İstanbul?un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet?ten başlayarak padişahlar da ilgi göstermiş ve Osmanlı İmparatorluk Tersanesi?nin Kasımpaşa?da kurulup gelişmeye başlamasıyla birlikte yöreye ?Tersane Has Bahçesi? adı verilmiştir.

Buradaki yapılaşmaların tarihi, Sultan I. Ahmed Dönemine (1603-1617) dek inmektedir. Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahların yaptırdığı kasırlarla gelişen ve ?Tersane Sarayı? olarak anılan bu yapılar topluluğu; 17. yüzyıldan başlayarak ?Aynalıkavak Sarayı? olarak da adlandırılmıştır.

Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan III. Ahmed Döneminde (1703-1730) yaptırıldığı sanılan Aynalıkavak Kasrı, Sultan III. Selim Döneminde (1789-1807) yeniden düzenlenmiş ve bugünkü görünümünü kazanmıştır. Yapı; Divanhanesi, Beste Odası ve bu mekânların pencerelerini dolanan Yesarî?nin talik hattı ile yazılmış, Kasrı ve III. Selim?i öven, dönemin tanınmış şairleri Şeyh Galib ve Enderunî Fazıl?a ait şiirleriyle 18. yüzyıl mimarlık örnekleri arasında özel bir yer almaktadır.

Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle Osmanlı klasik mimarlığının son ve ilginç yapılarından biri olan Kasır; süsleme açısından da çağının beğenisini yansıtmakta, özellikle besteci Sultan III. Selim Dönemi kültürünün pek çok öğesini bünyesinde barındırmaktadır. Öyle ki, bu kültürün başlıca simgeleri olan sedir ve sedirimsi kanepe, mangal kandil gibi mobilyalarla döşeli olan odalar, bugün yok olmuş bir yaşam biçiminin görünümlerini sergilemektedir. Günümüzde bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulan Aynalıkavak Kasrı?nın zemin katı, Sultan III. Selim?in besteci özelliği de göz önünde tutularak, Topkapı Sarayı Müzesi?nde bulunan görsel kaynaklar ve kimi kurum ve kişilerin armağan ettiği çalgıların bir araya getirilmesiyle ?Türk Çalgıları Sergisi? mekânına dönüştürülmüştür. Kasrın bahçesindeyse, özellikle yaz aylarında konuklara yönelik kafeterya hizmetleri, klasik Türk Sanat Müziği örneklerinin seslendirildiği Aynalıkavak Konserleri ile ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar verilmektedir.


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 15:24

Beylerbeyi

ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gitmektedir. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan?a göre, Büyük Kontstantinus?un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde ?İstavroz Bahçeleri? adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçeleri?nden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan?a göre buraya ?Beylerbeyi? adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa?nın burada bulunan köşkünden kaynaklanmaktadır.

Çeşitli dönemlerde padişahların ilgisini çeken Beylerbeyi, yaptırılan kimi köşk ve kasırlarla yazlık olarak kullanılan bir niteliğe kavuşmuş, 1829 yılında Sultan II. Mahmud?un yaptırdığı ahşap Sahil Sarayı ile yeni bir hareket kazanmıştır.

Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II. Mahmud?un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Serkis Balyan?a yaptırılmıştır. Saray genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır. Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır. Sultan II. Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür.

Çeşitli Batı üsluplarının Doğu üsluplarıyla kaynaştırıldığı sarayın iç mimarlığı, kullanım özellikleri açısından bir orta sofaya açılan köşe odalarından oluşan geleneksel Türk evi planına benzerlikler gösterir. Harem ve Selâmlık olarak iki ana bölümden oluşan sarayda Selâmlık, donatım ve süsleme açısından Harem?den daha zengin tutulmuştur. Bodrum katı mutfak ve depo olarak kullanılan bir bölümü üç katlı olan sarayda 3 giriş, 6 salon ve 26 oda bulunmaktadır. Rutubete ve sıcağa karşı döşemeleri, orjinalleri Mısır?dan getirtilen hasırlarla kaplanmıştır. Çoğunluğu Hereke yapımı büyük boyutlu halı ve kilimleri, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Çin, Japon, Fransız Yıldız vazoları görülmeye değer sanat yapılarının yalnızca bir bölümüdür.

Boğaziçi?nin Anadolu kıyısında özel konumuyla dikkati çeken Beylerbeyi Sarayı?nı son dönem Osmanlı Sarayları?ndan ayıran yönlerinden birini de, yamaçlara doğru setler biçiminde yükselen ve bu yüzden ?Set Bahçeleri? adıyla anılan bahçeleri, bu bahçelerde bulunan köşkler ve eski saraylardan kalan büyük havuz oluşturmaktadır. Üst set bahçesinde bulunan havuzun çevresinde yer alan Sarı Köşk, saltanat atlarının barındığı devrinin en ilginç örneğini yaşatan Ahır Köşk ve eski saraydan kalan selsebilli Mermer Köşk, Osmanlı saray mimarlığının günümüze gelen önemli yapılarını oluşturmaktadır.

Batı ile ilişkilerin güçlendiği bir dönemde yapılan Beylerbeyi Sarayı?nın en ilginç yanı, Set Bahçeleri?nin altından geçen tarihsel Tünel?dir. Tünelin ortasında yer alan çeşmenin yazıtında, Sultan II. Mahmud?un adı geçmekte ve yapının tarihlendirilmesinde önemli bir ip ucu oluşturmaktadır. Üst set bahçesindeki büyük havuz ve Mermer Köşk gibi II. Mahmud Dönemi?nden (1808-1839) kalan bu tünel, kıyı yolunun işlevini sürdürmesini sağlarken, aynı zamanda yüksek duvarların ötesi ile bahçelerin bağlantısını da kurmaktadır.

Yapılan onarımlarla birlikte Beylerbeyi Sarayı, döneminin özgün bir yazlık sarayı olarak ?Boğaziçi Kültürü? içinde yerini almış durumdadır. Bahçelerinde ve tarihsel Tünel içinde oluşturulan kafeterya ve satış reyonlarıyla müze-saray olarak konuklara çağdaş düzeyde hizmetler sunulmakta, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi?nce hazırlanan tanıtıcı nitelikte kitap, kartpostal ve poster gibi yayınların yanısıra çeşitli türde hediyelik eşya satışı yapılmaktadır. Öte yandan önceden belirlenen ve alınan izinlere bağlı olarak saray ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar düzenlenebilmekte, böylelikle geleneksel saray atmosferinin günümüz insanının tanıtabildiği bir ortam oluşmaktadır.


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 15:26

Çırağan Sarayı

Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın Çırağan Yalısı

Çırağan Sarayı'nın bulunduğu alan, Boğaziçi'nde bağ ve bahçelerinin güzellikleriyle tanınmış ve her dönemde padişahların, hanımsultanların, sadrazamların ilgi odağı olmuştur. XVII. yüzyıl başlarında "Kazancıoğlu Bahçesi" ismi ile anılan bu yerde saltanata ait ilk yapı IV. Murad'ın kızı Kaya Sultan'ın yalısıdır. Bu dönemdeki yapı ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Kaya Sultan'ın ölümünden sonra (1659) III. Ahmed Devrine kadar özellikle IV. Mehmed ve II. Mustafa'nın uzun süreler Edirne'de oturumları İstanbul'un ihmaline sebep olmuştur. birçok köşk ve kasrın harap olduğu bu süre içerisinde Kaya Sultan Yalısı'nın da aynı akibete uğradığı anlaşılıyor.

Sultan III. Ahmed dönemiyle birlikte, İstanbul'da yaygınlaşan eğlence âlemlerinin en gözde mekanlarından biri olma niteliğini taşıyacak olan Çırağan ; XVIII. yüzyıl başlarından itibaren yaklaşık iki yüzyıl boyunca isminden sıkça bahsedilen ve birbiri ardısıra inşa edilen yapılar topluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Lâle Devri'nin önde gelen devlet adamlarından Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan ile evlendiğinde, Kaya Sultan Yalısı'nın bulunduğu alanda yeni bir yalı yaptırır. 1719'da tamamlanan yapı Marmara Adası'nın en nadide mermerleri ile süslenmişti. İnşa çalışmaları sona ermesi üzerine Sultan III. Ahmed'in de katılımıyla sık sık gerçekleştirilen ziyafetler, düzenlenen eğlenceler ve geceleri yapılan "Çerağan Safaları" nedeniyle yapı "Çerağan Yalısı" adıyla anılmağa başlanır.

Sultan III. Ahmed'in Patrona Halil isyanıyla tahttan indirilmesinden sonra (1730) Fatma Sultan, vefatına kadar Çırağan'da oturur. İbrahim Paşa'nın Çırağan Yalısı hakkında dönemin İngiltere elçisi Edward Wortley Montague'nin eşi Lady Mary Wortley Montague Avrupa'da bulunan dostlarına şunları yazmaktadır. "Size burayı tasvir etmek istiyorum. Saray deniz kenarında bulunabilecek mevkilerin en güzelinde. Mevkie ağaçlık bir tepe hakim... Kapıcı sekiz yüz odadan fazla dedi. Bu kadar bulunduğuna emin değilim, odaları saymadım... Hamam daireleri kadar zevkimi hiçbir şey okşamadı. Karşılıklı iki hamam var. İkisi de aynı tarzda yapılmış. Kurnalar, çeşmeler, tabanlar hep beyaz mermerden. Tavanlar yaldızlı, duvarlar çini kaplı... Bahçeler de ihtişamca saraylardan geri değil, yeşil kameriyeler, ağaçlar ve havuzlar var. Hepsi garip bir âhenk teşkil ediyor."

Çırağan Yalısı hakkında bilgi veren diğer bir kaynak, 1740 ve 1741 yıllarında Avusturya Sefareti'nin askeri maiyyetinde bulunmuş olan Gudenus'un tanım ve krokisidir. Gudenus, sefire verilen ziyafetler münasebetiyle yapıyı görmüş, isim vermeden birtakım bilgiler vermiş ve bir de krokisini çıkarmıştır. 14 Eylül 1740 günü gerçekleşen ziyafette yalı hakkında şu bilgileri vermektedir. "Köşkteki altın ve gümüş kakmalı alaca renkler bizce yadırganabilir görünür ise de, hiç rahatsız edici değildir. Beyaz mermerlerle döşeli olan zeminin ortasında, yine beyaz mermerden dört köşeli bir su teknesi vardır. Burada camiye benzeyen bir cisimde (fıskiye taşı) 15 pirinç lüleden yukarıya doğru su fışkırmaktadır. Sular teknenin kenarına pirinçten yapılmış çiçeklerden geçerek hoş bir biçimde boşalmaktadır. Teknenin fazla suları, çevresinde fırdolayı yer almış olan pirinç çörtenler aracılığıyla döşemede bulunan bir açık oluğa akmaktadır. Bu oluk bahçede bulunan büyük havuza kadar uzatılmıştır. Balık sırtı şeklinde oyulmuş olan oluk, kabartma balık tasvirleri ile süslenmiştir


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 15:29

Dolmabahçe Sarayı

17. yüzyıla kadar Boğaziçi?nin koylarından biri olan bu yörenin; Altın Post'u aramaya çıkan Argonotların efsanevi gemisi Argos?un demirlediği, Fatih Sultan Mehmed?in İstanbul?u fethi sırasında Haliç?e indirmek üzere gemilerini karaya çıkardığı yer olduğu ileri sürülür.

Osmanlılar Döneminde kaptan paşaların donanmayı demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapılageldiği doğal bir liman görünümünde olan bu koy; 17. yüzyıldan başlayarak dönem dönem doldurulmuş ve Dolmabahçe adıyla padişahların Boğaziçi?ndeki has bahçelerinden biri konumuna getirilmiştir.

Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahlar tarafından yaptırılan köşk ve kasırlarla donatılan Dolmabahçe; zamanla "Beşiktaş Sahil Sarayı" adıyla anılan bir saray görünümü kazanmıştır.

Beşiktaş Sahil Sarayı, Sultan Abdülmecid Döneminde (1839-1861) ahşap ve kullanışsız olduğu gerekçesiyle 1843 yılından başlayarak yıktırılmış ve aynı yerde günümüze dek gelen Dolmabahçe Sarayı?nın temelleri atılmıştır.

Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabahçe Sarayı 110.000 m2?yi aşan bir alan üstüne kurulmuş ve ana yapısı dışında onaltı ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlar saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane gibi işliklere uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlara ayrılmış yapılardır. Bu yapılar arasına Sultan II. Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köşkleri eklenmiştir.

Dönemin önde gelen Osmanlı mimarları Karabet ve Nikogos Balyan tarafından yapılan sarayın ana yapısı; Mabeyn-i Hümâyûn (Selâmlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Mabeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümâyûn; Padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muayede Salonu?ysa; Padişah?ın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve kimi önemli devlet törenleri için ayrılmıştır.

Tüm yapı, bodrumla birlikte üç katlıdır. Biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin batı etkilerine karşılık bu saray, bu etkilerin Osmanlı ustalarca yorumlanmış bir uygulamasıdır. Öte yandan, gerek kuruluş gerekse oda ve salon ilişkileri açısından geleneksel Türk evi plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapı bütünüdür. Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır. Çağın teknolojisine açık olan saraya, 1910-12 yıllarındaysa elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiştir. 45.000 m2?lik kullanılır döşeme alanı, 285 odası, 46 salonu, 6 hamamı ve 68 tuvaleti vardır. Döşemelerin ince işçilikli parkelerinin üstünde, önce sarayın dokumevinde, sonra da Hereke?de dokunmuş 4454 m2 halı serilidir.

Padişahın devlet işlerini yürüttüğü Mabeyn; işlevi ve görkemiyle Dolmabahçe Sarayı?nın en önemli bölümüdür. Girişte karşılaşılan Medhal Salon, üst kat ile bağlantıyı sağlayan Kristal Merdiven, elçilerin ağırlandığı Süfera Salonu ve padişahın huzuruna çıktıkları Kırmızı Oda; imparatorluğun tarihsel görkemini vurgulayacak biçimde süslenmiş ve döşenmiştir. Üst katta yer alan Zülvecheyn Salonu; padişahın Mabeyn?de kendine özel olarak ayrılmış dairesine bir tür geçiş mekanı oluşturmaktadır. Bu özel dairede, padişah için mermerleri Mısır?dan getirilmiş görkemli bir hamam, çalışabileceği oda ve salonlar bulunmaktadır.

Harem ve Mabeyn bölümleri arasında yer alan Muayede Salonu; Dolmabahçe Sarayı?nın en yüksek ve en görkemli parçasıdır. 2000 m2?yi aşan alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 m.yi bulan kubbesi ve bu kubbeye bağlı yaklaşık 4,5 tonluk İngiliz yapımı avizesiyle bu salon, sarayın diğer bölümlerinden belirgin bir biçimde ayrılmaktadır. Salon, bodrumdaki tesislerden elde edilen sıcak havanın sütun diplerinden içeri verilmesiyle ısıtılmakta, böylelikle soğuk mevsimlere rastlayan törenler daha sıcak bir atmosferde yapılabilmekteydi. Geleneksel bayramlaşma töreni günlerinde, Topkapı Sarayı?nda bulunan altın taht bu salona getirilerek kurulur ve padişah bu tahtta devlet ileri gelenleriyle bayramlaşırdı. Galeriler ise elçilik görevlilerine, Saray Orkestrası?na, bay ve bayan konuklara ayrılmıştı.

Dolmabahçe Sarayı?nın Batı etkileri altında, Avrupa saraylarından örnek alınarak yapılmış bir saray olmasına karşılık, işlevsel kuruluşu ve iç mekan yapısında ?Harem?in eskisi kadar kesin çizgilerle olmasa da ayrı bir bölüm olarak kurulmasına özen gösterilmiştir. Ancak Topkapı Sarayı?nın tersine, Harem, artık saraydan ayrı tutulmuş bir yapı ya da yapılar topluluğu değildir; aynı çatı altında, aynı yapı bütünlüğü içinde yerleştirilmiş özel bir yaşama birimidir.

Dolmabahçe Sarayı?nın yaklaşık üçte ikisini oluşturan Harem Bölümü'ne, Mabeyn ve Muayede Salonu?ndan geleneksel ayrımı vurgulayan demir ve ahşap kapılarla kesilmiş koridorlardan geçilmekte, bu bölümde Boğaziçi?nin yansımalarıyla aydınlanan salonlar, sofalar boyunca padişahların, padişah eşlerinin, çeşitli görevleri olan kadınların, şehzade ve sultanların yatak odaları, çalışma ve dinlenme odaları sıralanmaktadır. Valide Sultan Dairesi, Mavi ve Pembe Salonlar, Abdülmecid, Abdülaziz ve Reşad tarafından kullanılan odalar, Cariyerler Bölümü, Kadınefendi odaları, Büyük Atatürk?ün çalışma ve yatak odası, sayısız değerli eşya, halı, levha, vazo, avize, tablo gibi sanat yapıtları Harem?in ilginç ve etkileyici parçalarını oluşturmaktadır.

Günümüzde Dolmabahçe Sarayı?nın bütün birimleri restore edilmiş ve ziyarete açılmış bulunmaktadır. Saray?ın değerli eşyalarının sergilendiği iki ?Değerli Eşyalar Sergi Salonu?, Milli Saraylar Yıldız Porselenleri Koleksiyonu?ndan örneklerin yer aldığı ?İç Hazine Sergi Binası?, genellikle Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu?nun bölüm bölüm ve uzun süreli sergiler biçiminde izleyicilere sunulduğu ?Sanat Galerisi?, bu galerinin alt katında sarayın çeşitli objeleri ve mimari süslemelerinden alınmış kuş motiflerinin fotoğraflarından oluşan sürekli serginin bulunduğu tarihsel koridor, Mabeyn Bölümü?ndeki Abdülmecid Efendi Kütüphanesi; Dolmabahçe Sarayı?nın başlıca sergileme birimlerini oluşturmaktadır.

Sarayın hemen girişinde bulunan eski Mefruşat Dairesi?nde Kültür-Tanıtım Merkezi yer almakta ve Milli Saraylar?ın çeşitli yerlerinde sürdürülen bilimsel çalışmalarla tanıtım etkinlikleri bu merkezden yönlendirilmektedir. Öte yandan, yine bu merkezde çoğunluğunu 19. yüzyıla yönelik yayınların oluşturduğu bir kitaplık kurularak araştırmacıların hizmetine sunulmuştur.

Saat Kulesi, Mefruşat Dairesi, Kuşluk, Harem ve Veliahd Dairesi bahçelerinde ziyaretçilere yönelik kafeterya hizmetleri veren bölümler ve hediyelik eşya satış reyonları oluşturulmuş, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi?nce hazırlanan ve milli sarayları tanıtıcı bilimsel nitelikte kitaplar, çeşitli kartpostallar ve Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu?ndan seçilmiş ürünlerin tıpkı basımları satışa sunulmuştur. Öte yandan Muayede Salonu ve bahçeler ise ulusal/uluslararası resepsiyonlara ayrılmış, yeni düzenlemelerle saray, müze içinde müze birimlerine, sanat ve kültür etkinliklerine kavuşturulmuştur.


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 15:31

Filizli Köşk

II. Abdülhamid?in (1876-1909) Başkâtib?i olarak Yıldız Sarayı?nda görev yapan Tahsin Paşa?ya ait olan yapı, 19. yüzyılda saray ileri gelenlerinin yazlık olarak kullandıkları bir yöre olan Göztepe?dedir.

19. yüzyılın son çeyreğine ait olan Filizi Köşk, genel olarak dönemin beğenisi olan Art-Nouveau özellikler taşımasına karşılık, birkaç kez el değiştirdiğinden dolayı kimi yerlerde bu özelliğini yitirmiştir.

Üç katlı ve orta sofaya açılan yan odalardan oluşan planıyla geleneksel Türk Evi Planı?na sahip olan yapı, restore edilmiş ve Türk Parlementerler Birliği sosyal tesisi olarak hizmete girmiştir.

Florya Atatürk Deniz Köşkü

[img]http://www.kultur.gov.tr/portal/kultur_portal/images/tr/46/346/4.jpg[img]

Marmara Denizi kıyısında, Yeşilköy ile Küçükçekmece arasında bir yerleşim bölgesi olan Florya?nın 19. yüzyılda sönük bir avcı uğrağı konumunda olduğu bilinmektedir. Atatürk?ün buraya olan ilgisiyle önem kazanan Florya giderek yazlık bir dinlenme merkezine dönüşmüştür.

Atatürk için İstanbul Belediyesi tarafından 1935 yılında mimar Seyfi Arkan?a projelendirilen köşk, yazlık bir konut olarak yapılmış ve aynı yıl 14 Ağustos tarihinde kullanıma açılmıştır.

Ulu Önder, 1936 yılının Haziran ve Temmuz aylarında uzunca bir süre burada yaşamış, siyasal ve bilimsel toplantılar için köşkü özellikle kullanmış, aralarında İngiliz Kralı VIII. Edward ve Madam Simpson?un da bulunduğu kimi önemli konukları burada ağırlamıştır.

Köşk, Atatürk tarafından son olarak 28 Mayıs 1938 günü kullanılmış, kendisinin ölümünden sonra bu yapılar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak Sayın İsmet İnönü, Sayın Celal Bayar, Sayın Cemal Gürsel, Sayın Cevdet Sunay, Sayın Fahri Korutürk ve Sayın Kenan Evren tarafından kullanılmıştır.

16 Eylül 1988 tarihinde Cumhurbaşkanlığı?mızca TBMM?ne bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı?na devredilen bu yapılar topluluğu, restorasyona alınarak Atatürk Müzesi haline getirilmiş ve içinde ?Atatürk İstanbul?da? konulu sürekli bir fotoğraf sergisi oluşturulmuştur. Öte yandan köşkün bir bölümünde de Atatürk ile ilgili çeşitli yayınlar tanıtılmakta ve satılmaktadır. Yaverlik ve Genel Sekreterlik binaları onarılarak TBMM sosyal tesisleri haline getirilmiş, bu binaların arasında kalan boşluğa kafeterya ve restoran hizmeti veren bir yapı eklenmiş, yine bahçe; kafeterya hizmetleri verilecek bir konuma getirilmiştir.

Ihlamur Kasırları

Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı arasında kalan Ihlamur Vadisi?nin 18. yüzyılda Hacı Hüseyin Bağları adıyla tanınan bir mesire yeri olduğu bilinmektedir. Sultan III. Ahmed Dönemi?nde Padişah?a ait bir ?Has Bahçe?ye dönüştürülmesine karşılık 19.yüzyılın ikinci yarısına kadar "Hacı Hüseyin Bağları" olarak bilinen bu alan, I. Abdülhamid (1774-1789) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi çekmiştir.

Sultan Abdülmecid?in (1839-1861) Osmanlı tahtına geçmesiyle birlikte yeni yapılaşmalara gidilmiş,Beşiktaş?ta Dolmabahçe Sarayı, Küçüksu Kasrı ve Ihlamur Mesiresi?nin bulunduğu bu alanda da Ihlamur Kasırları?nın yapımına başlanmıştır.

Sultan Abdülmecid Ihlamur Mesiresi?ne bugünkü kasırları yaptırmadan önce de sık sık gelir ve buradaki yalın ve küçük bağ evinde dinlenir; kimi konukları bu arada ünlü Fransız ozanı Lamartine?i burada kabul ederek görüşürdü.

Yüksek çevre duvarlarının sınırlandırıldığı 24.724 m2 lik ağaçlı bir alan içindeki Nikogos Balyan?ın yaptığı bu iki yapı; yapıldıkları 1849-1855 yıllarından bu yana kimi zaman "Nüzhetiye" kimi zaman da "Ihlamur Kasırları" adıyla anılagelmiştir.

Törenler için düşünülen ve kullanılan Merasim Köşkü: Ön cephesindeki dönemin beğenisini yansıtan Barok çizgiler taşıyan merdiveni, ilginç ve hareketli kabartmalarıyla çarpıcı bir mimarlığa sahiptir. İç süslemelerinde; Osmanlı sanatında 19. yüzyılda tercih edilen motifler ve kalem işleri kullanılmış, Avrupa?nın çeşitli üsluplarındaki mobilyalar ve döşeme öğeleriyle belirli bir bütünlük sağlanmıştır.

Padişahın maiyeti, kimi zaman da haremi tarafından kullanılan Maiyet Köşkü ise; diğerine oranla daha küçük ve daha yalındır.

Sultan Abdülmecid?in genç yaşta ölümünden sonra, Abdülaziz de (1861-1876) ağabeyinin sevdiği bu yapılara ve çevreye fazla önem vermemekle birlikte ilgi göstermiş, meraklı olduğu horoz ve koç döğüşüyle güreşlerin bazılarını bu bahçede yaptırmıştır. Sultan Mehmed Reşad?ın da (1909-1918) zaman zaman kullandığı yapıda, İstanbul?u ziyaret eden Bulgar ve Sırp kralları ağırlanmıştır.

Cumhuriyet?in kuruluşundan sonra 1966 yılında TBMM Milli Saraylar bünyesinde katılan Ihlamur Kasırları?nın Merasim Köşkü bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulmakta, Maiyet Köşkü ve bahçenin bir bölümünde kafeterya hizmetleri yapılmakta ve bu bahçede, diğer saray ve kasırlarımızda olduğu gibi, ulusal ya da uluslararası resepsiyonlar verilebilmektedir. Öte yandan yine bahçede, yakın bir geçmişe dek lojman olarak kullanılan Cumhuriyet Dönemi yapısı da, müze-sanat ilişkisini kuran yeni işleviyle özellikle çocukların, güzel sanatlardaki becerilerini geliştirene resim, heykel ve tiyatro çalışmalarını sürdürdükleri mekânlar olarak değerlendirilmiştir.


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 15:34

Küçüksu Kasrı

Küçüksu Kasrı?nın bulunduğu Boğaziçi?nin bu şirin yöresinde, yerleşim tarihi Bizans Dönemine dek inmektedir. Osmanlılar Döneminde de ilgi çeken ve ?Kandil Bahçesi? adıyla padişahın has bahçelerinden biri olarak kullanılan Küçüksu ve çevresini IV. Murad?ın (1623-1640) çok sevdiği ve buraya ?Gümüş Selvi? adını verdiği bilinmektedir.

17. yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda ?Bağçe-i Göksu? adıyla geçen yörede, özellikle 18. yüzyıldan başlayarak yoğun bir yapılaşma izlenmektedir. Sultan I. Mahmud Döneminde (1730-1754) Divittar Mehmed Paşa, padişah için bu Hasbahçe?nin deniz kıyısına iki katlı ahşap bir saray yaptırmış, bu yapı III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır.

Sultan Abdülmecid Dönemi (1839-1861), özellikle saray ve kasır mimarlığında batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır. Abdülmecid, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında uygulattığı yenilikleri, Küçüksu Kasrı?nda da uygulatmış, eski ve ahşap yapıyı yıktırarak yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır.

1857 yılında hizmete giren yeni Küçüksu Kasrı?nın mimarı Nikogos Balyan?dır. Bodrumuyla birlikte üç katlı olan kasır, 15x27 m.lik bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kargir olarak yapılmıştır. Bodrum katı kiler, mutfak ve hizmetçilere ayrılmış, diğer katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Bu özelliğiyle geleneksel Türk evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir ?biniş kasrı? niteliğindedir. Devlete ait diğer saray yapılarının tersine yüksek duvarlarla değil, dört yönde kapısı olan ve döküm tekniğiyle yapılmış zarif demir parmaklıklarla çevrilidir. Abdülaziz Döneminde (1861-1876) cephe süslemeleri elden geçirilen yapı, zaman zaman çeşitli onarımlar görerek günümüze ulaşmış, ancak bu arada eski saraydan kalan ve çeşitli işlevlerdeki ek yapılarını yitirmiştir.

Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda, merdivenlerinde çeşitli batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, bu iş için Viyana Operası dekoratörü Sechan görevlendirilmiştir.

Alçı kabartma ve kalem işi süslemeli tavanları, bir şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde, değerli İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri, çeşitli Avrupa üsluplarındaki mobilyaları, halı ve tablolarıyla eşsiz bir sanat müzesi niteliğindeki Küçüksu Kasrı, Cumhuriyet Döneminde de bir süre devlet konukevi olarak kullanılmış ve günümüzde bir müze-saray işlevi kazanmıştır.

1994 yılında kapsamlı ve çağdaş bir restorasyon gören Küçüksu Kasrı, halkın ziyaretine açık tutulmakta, hemen yanıbaşındaki iskeleyi, çeşme meydanını ve özgün bahçesini tarihsel ve eskiden olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturma çalışmaları sürmektedir. Bu çalışmalar sona erdiğinde, yapının bahçesi diğer saray, köşk ve kasırlarımızda olduğu gibi ulusal ya da uluslararası nitelikteki resepsiyonlara ayrılacaktır


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 15:36

Yıldız Sarayı

Beşiktaş, Ortaköy ve Balmumcu arasında, Boğaziçi?ne egemen bir konumda 500.000 m2?lik bir alanı kaplayan Yıldız, yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inen bir koruluktur. İstanbul?un Türklerin eline geçmesinden sonra ?Kazancıoğlu Bahçesi? adıyla anılan bu koruluk, büyük bir olasılıkla Sultan I. Ahmed Dönemi?nde (1603-1617) padişahın ?Has Bahçe?leri arasına katılmıştır.

Sultan IV. Murad (1623-1640) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi gören bu çevre; III. Selim?in, annesi Mihrişah Valide Sultan için ?Yıldız? adıyla yaptırdığı bir köşkten dolayı bu ad ile anılmaya başlanmıştır.

Sultan III. Mahmud (1808-1839), Sultan Abdülmecid (1839-1861) ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde eklenen köşk ve kasırlarla gelişen buradaki yapılar topluluğu; Sultan Abdülhamid Dönemi?nde (1876-1909) yapılan binalarla Yıldız Sarayı adını alarak, İmparatorluğun bugün yerinde İstanbul Üniversitesi?nin bulunduğu Eski Saray, Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı?ndan sonra dördüncü yönetim merkezi haline gelmiştir.

Yıldız Sarayı?nın bir parçası olan ve adını Fransızca ?dağ evi? anlamına gelen ?chalet? sözcüğünden alan Şale Köşkü, 19. yüzyıl Osmanlı mimarlığının en ilgi çekici yapılarından biridir. Yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içinde ve farklı tarihlerde yapılan birbirine bitişik üç ana yapıdan oluşan köşkün birinci bölümünün 1880?de, Sarkis Balyan?ın yaptığı ikinci bölümünün 1889?da Merasim Köşkü adıyla tanınan ve D?Aranco?nun yaptığı üçüncü bölümünse 1898 yıllarında tamamlandığı bilinmektedir. Son iki bölüm, Alman İmparatoru II. Wilhelm?in İstanbul?a gelişlerinde konaklaması için yapılmıştır ve bu özelliğiyle Şale, Yıldız Sarayı yapılar grubu içinde bir ?devlet konukevi? niteliği taşımaktadır.

Köşk, bodrumuyla birlikte üç katlı, ahşap ve kâgir olarak yapılmıştır. Osmanlı konut geleneğine uygun olarak Harem ve Selamlık gibi de kullanılabilecek bölümlerden oluşan, dış dünyaya yedi kapıyla ve ahşap pancurlu pencerelerle açılan Şale?nin katları arasındaki bağlantıyı biri mermer, ikisi ahşap zarif merdivenler sağlamaktadır.

Koridorlar üzerinde düzenlenmiş, altmış oda ve dört salonuyla bir köşk boyutlarını aşan yapının görkemli mekânlarını Barok, Rokoko ve İslâm etkilerini yansıtan kalem işleri, geometrik bezemeler ve manzaralı panolar süslemektedir.

Zemini duvardan duvara yaklaşık 406 m2?lik tek parça Hereke halısıyla kaplı, tavanı altın yaldız panolarla süslenmiş, duvarlarında büyük boy aynalar bulunan görkemli Tören Salonu, sedef kakma kapılı süslemelerinde belirgin biçimde doğu etkileri görülen Sedefli Salon, tavanlarındaki manzara resimleriyle ünlü Sarı Salon, çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen değerli döşeme eşyası, birbirinden zarif çini sobaları, vazoları, görkemli ve oymalı yatak takımlarıyla çok sayıda salon ve oda, imparatorluğun son yıllarının ince beğenisine tanıklık etmektedir.

Şale Köşkü, Cumhuriyet döneminde, kısa bir süre için lüks bir kumarhane olarak işletilmiş, daha sonraysa eski işlevini sürdürerek aralarında İran Şahı Rıza Pehlevi, Suudi Arabistan Kralı Faysal, Ürdün Kralı Hüseyin, Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno, Etopya Kralı Haile Selasiye, Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle gibi adların da bulunduğu konuklara kapılırını açmıştır.

Günümüzde Yıldız Şale Köşkü, TBMM?ne bağlı Milli Saraylar bünyesinde bir müze-saray olarak ziyaretçilere açık tutulmakta, bahçesindeyse ulusal ya da uluslararası boyutta resepsiyonlar düzenlenmektedir.

Yıldız, Beşiktaş


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 16:09

başlık süslenmiş gelin gibi olmuş şimdi gidp oraları göresim geldi editör hanım sagolun


iren17
Başbakan Müsteşarı
01 Aralık 2009 16:21

sevgili reyhan ben çok teşekkür ederim katkıların için emeğin için ben sadece birkaç resim yükeledim onuda keyifle yükledim mutluluk duydum laf aramızda hep sarayda yaşamayı istemişimdir ...*

:)))

ben sizi oyalamıyayım çalışmaya devam


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 16:27

florya Atatürk köşkünü filiz sarayıyla almıştım yogunsunuz diye hatırlatayım dedim editör hanım ayrı alsaydım iyi olurdu


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 16:32

Maslak Kasırları

Levent ve Ayazağa semtlerini birbirine bağlayan ana yolun sağında bulunan Maslak Kasırları?nın yer aldığı çevrede ilk yapılaşmaların, Sultan II. Mahmud Dönemi?nde (1808-1839) başladığı ve bu bölgenin Sultan II. Abdülhamid?in veliahdlığı sırasında sultanlara ait bir av ve dinlenme yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu yıllarda tarih sahnesine çıkan ve bölgeye özel bir konum kazandıran Maslak Kasırları?nın ne zaman ve kim tarafından yaptırıldıkları tam olarak saptanamamakla birlikte, büyük bir bölümü Sultan Abdülaziz Dönemi?ne (1861-1876) tarihlenmektedir.

170.000 m2?lik orman arazisinin ortasında yeşilin tüm tonlarını barındıran bir koruluğun içinde yer alan Maslak Kasırları?ndan günümüze; Kasr-ı Hümâyûn, Mabeyn-i Humâyûn ve Limonluğu, Çadır ve Köşk Paşalar Dairesi gelebilmiştir. Boğaziçi?nin Karadeniz?e açıldığı noktayı çok iyi görebilen bir konumda, çevrelerindeki yeşil örtüyle bütünleşen bu yapılar, 19. Yüzyıl sonları Osmanlı mimarlığı ve süslemeciliğinin seçkin örneklerini oluşturmaktadır.

Sultan II. Abdülhamid?in çalışma ve yatak odalarının bulunduğu Kasr-ı Humâyûn bu sultanın Osmanlı tahtına çağrılmasına tanık olmuştur ve bu yönüyle Osmanlı tarihi açısından özel bir önem taşımaktadır.

Günümüzde Kasr-ı Humâyûn, eldeki belge, anı ve eski fotoğrafların ışığında onarılarak bir müze-saray olarak geziye açılmış durumdadır. Mabeyn-i Humâyûn ve ona bağlantılı Limonluk ile Çadır Köşk ve bahçesi de aynı biçimde ele alınarak onarılmış ve ziyaretçilerin oturup dinlenebilecekleri birer kafeterya kimliğine kavuşturulmuşlardır. Çevredeki geniş yeşil alansa bir rekreasyon alanı olarak düzenlenmiş ve ?Milli Egemenlik Koruluğu? adıyla İstanbullular?ın ve tüm ziyaretçilerin hizmetine sunma çalışmaları sürdürülmektedir


reyhan34
Şube Müdürü
01 Aralık 2009 16:35

Yalova Atatürk Köşkleri

Bir yerleşim merkezi olarak tarihi oldukça eskilere dayanan Yalova Termal, Osmanlı İmparatorluğu?nun son dönemlerinde de dikkatleri üzerinde toplayarak küçük oranda yapılaşmalara ve onarımlara sahne olmuştur. Tedavi edici doğal kaynakları ve yeşil çevresiyle Yalova ve Termal, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk?ün de beğenisini kazanmıştır. Çeşitli nedenlerle geldiği Yalova?da kendisine Baltacı Çiftliği?ndeki köşk tahsis edilmiş, daha sonra Millet Çiftliği?ndeki köşk yaptırılmıştır.

Yerini, Atatürk ve arkadaşlarının seçtiği Atatürk Köşkleri grubu içinde yer alan Atatürk Köşkü ise; çok kısa bir süre içinde tamamlanışı ve bir ?Atatürk Evi? niteliği taşımasıyla tanınmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi mimarlığımızın erken örneklerinden biri olan yapı, 1929 yılında yapılmış ve döneminde kullanılan eşyasıyla birlikte günümüze gelmiştir. Köşk?ün bahçesi, Atatürk?ün yurttaşları ile sohbet ettiği bir yer olarak ünlenmiştir.

Yalova Atatürk Köşkleri; Atatürk Evi, Yaverler Köşkü ile Genel Sekreterlik Binası ve mutfağından oluşmaktadır. Atatürk Evi?nin hemen yakınındaki iki binadan ahşap olanı, Sultan II. Abdülhamid Dönemi?nde (1876-1909) bir dinlenme köşkü olarak yapılmış ve Cumhuriyet Dönemi?nde Yaverler Köşkü olarak kullanılmıştır. Diğer yapıysa, Cumhuriyet?in ilk yıllarında yapılmış olan Genel Sekreterlik Binası?dır.

Gerekli bakım ve onarımı yapılarak halkın ziyaretine açık tutulan Yalova Atatürk Köşkü?nün sahip olduğu tarihsel ve çevresel değerler onu özellikli bir yapı konumuna sokmaktadır. İstanbul?un hemen yanıbaşında bulunan bu yeşil alan, gelecekte kent halkının rahat bir nefes alabileceği ve geçmiş dönemin mirasını özgün ortamı içinde görme fırsatı bulabileceği bir yer olarak daha da önem kazanacaktır. Eski mutfağın yerine bugün iki katlı TBMM Dinlenme Tesisi yapılmakta, bahçe ve çevresindeyse kafeterya hizmeti verilmektedir.


*aziyade*
Başbakan Müsteşarı
03 Aralık 2009 21:20

yıldız sarayını görmeyi çok istemişimdir.

güzel paylaşım reyhan ;)


cilginturk71
Başbakan Müsteşarı
27 Ocak 2010 14:52

Çırağan Sarayı

*

Dolmabahçe Sarayı

Topkapı Sarayı

Toplam 14 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi