Tempo, Sezai Karakoç'un yaşam öyküsünü verdi
Bir yitik zaman dervişi
12 Ocak 2007, Cuma 10:05:55
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ödüllü şairi Sezai Karakoç
Bir yitik zaman dervişi
Sezai Karakoç'u herkes 'Mona Roza' şiiriyle tanıyor. Ve bu şiiri yazabilen adamın hayatı merak ediliyor. O da bu hayatı olabildiğince saklıyor.
Sezai Karakoç, bir yitik zaman dervişi... Tam 30 yıldır susuyor. 30 yıldır tek bir röportaj vermiyor, fotoğraf çektirmiyor. İşte bu yüzden Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün Sezai Karakoç'a verileceği açıklandığında, onu tanıyan herkesin aklına şu soru geliyor: "Acaba ödülü almaya gidecek mi?" Çünkü ödülü alması demek, otuz yıldır itinayla uzak durduğu kamuoyunun önüne çıkması demek, fotoğraflanması demek... Sezai Karakoç, 'Mona Roza (Gül Kadın)', şiirinin, yazarı; herkesi olduğu gibi beni de yüreğimden yakalayan şair... Onu Diriliş Yayınları'nın bulunduğu ofisinde defalarca kez ziyaret etme şansım oldu. Mülakat istediğimi her seferinde nazik bir şekilde ancak asla ikna olmayacağını belirten tavırlarıyla reddetti. "Dışarıda bulunan herkes sizi merak ediyor, oysa siz buradasınız ve yıllardır susuyorsunuz, bir kere olsun konuşun lütfen" diye ısrarlarım oldu. "Bu benim tercihim" diye cevapladı.
Suskun şair, bugüne kadar en ünlü şiiri 'Mona Roza' yani 'Gül Kadın' konusunda da konuşmamayı tercih etti. Gönlünü başka kadınlara kapatacak kadar sevdiği 'Gül Kadın'ın bu aşktan hiç haberi olmadı. Hakkında onlarca efsane dolaşan, yıllarca şairini susturan, "O bir Leyla Mecnun denemesiydi" diyerek inkâr ettiği 'Gül Kadın' kimdi? 'Gül Kadın'ın kimliğinden önce, şiirinin öyküsünü anlatmak lazım. Çünkü onun kimliği 'Mona Roza'nın kıta başlarında saklı. Hikâye şöyle:
Sezai Karakoç, 1952'de Mülkiye ikinci sınıf öğrencisidir. Nisan ayında ikinci sınıf öğrencileri, Söğütözü denilen mesire yerine bir gezi düzenler. Genç Sezai, arkadaşlarının ısrarı üzerine henüz birinci bölümü yazılmış olan Mona şiirini okur. Arkadaşlarından Cevat Giray ertesi gün şiirin metnini ister kendisinden. Karakoç'un haberi olmaksızın Hisar dergisinin Haziran 1952 tarihinde yayımlatır. Ve büyük bir ilgiyle karşılanır. Mona Roza'nın hayatımıza girmesi böyledir.
Hisar dergisini çıkartan Mehmet Çınarlı ise o günleri şöyle anlatır: "Mülkiyeli bir genç vardı. Bir gün bize bir şiiri geldi, beşer mısralı 14 kıta. Bazı kıtaları, mısraları zayıftı. Bunlar ayıklanırsa çok güzel olacaktı. Bir arkadaşımızı memur ettik. Kendisiyle görüşüp ikna etmesi için. Karakoç, Nuh demiş peygamber dememiş. 'İster yayımlayın ister yayımlamayın.' O haliyle basmaya karar verdik. Aradan yıllar geçti. Bir arkadaşıma bahsetmiştim bu durumu. Arkadaşım, 'Sen bilmiyorsun dedi; o şiirin kıta başındaki harflerle bir astokriş yapmıştı.' Açtım dergiyi baktım hakikaten bir hanımın adı ve soyadı çıkıyordu: Muazzez Akkayam." (Hisardan hatıralar, Türk Dili 5. Sayı. Mayıs 1987)
Mona Roza şiirinin diğer kısımlarını Hisar dergisine göndermez Sezai Karakoç. Ancak Mülkiyeli gençlerin her öğretim yılı sonunda çıkardıkları 'Kazgan' isimli bir dergide Mona Roza'ya ilişkin şu mısralar oldukça dikkat çekicidir.
Kurşunsuz silah olmaz
Sevdasız çile dolmaz
Roza ahım tutacak
Dünya sana da kalmaz
Fakülte son sınıftaki veda töreninde (öğrencilerin adlandırmasıyla inek festivali) Karakoç'a 'Monna Roza', 'Mürteci' diye bağıranlara karşı, şairin bir iç savunmasının dışa vurumudur sanki 'Şahdamar' şiirindeki şu dizeler:
Biz inkâr eder, inkârı severiz
Bayram hediyenizi iade ederiz
Biz mahcup ve onurlu çocuklarız
Başımızı kaldırıp bakmayız
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursuzunuz
Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz
Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz
Fakülte sonunda hiçbir mesleğin çekici gelmemesi neticesinde bir süre kararsızlık dönemi geçirir Karakoç. Maliye Bakanlığı'nda zorunlu olarak göreve başlar, zira fakülteyi burslu olarak bitirmiştir. 15 Aralık 1955'te Ankara'dan İstanbul'a gidip görevine başlar. 1956'nın ilk aylarında kendisinden dört ay önce mesleğe başlamış sınıf arkadaşı Cemal Süreya'nın icazetiyle müfettiş nezaretinde vergi dairelerinde teftiş yapar. Aynı günlerde, günlük olarak yayımlanan Büyük Doğu'da haftada bir sanat edebiyat sayfasını hazırlar.
Sezai Karakoç'un şiir hayatında kendisinden habersiz yayımlanmış iki şiiri vardır. Birincisi Cevat Giray tarafından Hisar'a gönderilen 'Mona Roza'dır. İkincisi ise Pazar Postası'na Cemal Süreya tarafından gönderilen 'Balkon' şiiridir. Karakoç, Cemal Süreya'ya çok kızar ve oldukça öfkeli bir mektup yazar. Mektubu postaya verdikten sonra yumuşar ancak mektup gitmiştir. Fakat o sinirle adresi eksik yazdığından, mektup geri gelir Karakoç'a. Ve kendisinden habersiz yayımlanan bu şiir sonrasında Pazar Postası'nda yazmaya başlar. Pazar Postası'nda istemeyerek dönemin yazarlarıyla Edip Cansever'in şiiriyle ilgili bir 'Materyalist Şiir' polemiğine girer.
Sezai Karakoç ve Muazzez Akkaya'nın yanyana görüldüğü 1954 tarihli bu fotoğraf Mülkiye'nin meşhur İnek Bayramı'nda çekilmiş.
Mona Roza'nın gizemi
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Sezai Karakoç'un bu dizelerinin gizli kahramanı Muazzez Akkaya için, "Mona Roza şiirini dinledikten sonra intihar etti" efsanesi dolaştı ortalıklarda. Ancak Ahmet Hakan köşesinde, intihar etmediğini hatta bir aşk evliliği yaptığını ve hâlâ yaşadığını duyurdu. Muazzez Akkaya hakkındaki en kesin bilgi ise 1970 tarihli bir Mülkiye yayını. Karakutu internet sitesinde yayımlanan Mülkiye'nin eski mezunları hakkındaki bu belgede Akkaya hakkında şu bilgiler veriliyor:
Hamid Akkaya ile Fitnat Hanım'ın kızıdır. 1930'da Geyve'de doğdu. 1949'da Kandilli Kız Lisesi'ni 'Pekiyi' derecede bitirdi. S.B.F.'den mezuniyetini müteakip, Maliye Bakanlığı stajyer memurluğuna tayin edilerek devlet hizmetine girdi. Nisan 1955'te Karayolları Genel Müdürlüğü, Ağustos 1955'te tekrar Maliye Bakanlığı, Mart 1957'de Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü teşkilatlarında çalıştı. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesi'nde fark sınavı verip sertifika aldığından, Ocak 1960'ta Maliye Bakanlığı Hazine Avukat stajyerliğine, sonra avukatlığına getirildi. Eylül 1964'te eşi Orhan Giray'ın Tel-Aviv Mali Müşavirliği'ne nakli üzerine memuriyetten ayrılıp Tei-Aviv'e gitti. 1967'de yine eşiyle birlikte yurda dönüp avukatlığa başladı. Halen (Mart 1970) Ankara Barosu'na kayıtlı avukatlık yapmaktadır. 7 Kasım 1958 Cuma günü S.B.0. 1944 yılı (2602 Sıra Numaralı) mezunlarından Orhan Giray ile evlendi; 9.6.1959 doğumlu Ayşegül Giray, 24.3.1961 doğumlu Ela Meral Giray adlarında 2 kızı ile 4.4.1967 doğumlu İhsan adında 1 oğlu vardır (1970). İngilizce bilmektedir."
Bir hafta yiyecek bulamadığı oldu
Sezai Karakoç yıllar sonra kendi çıkarttığı Diriliş dergisinde yazdığı hatıralarında, yazısının yanlış anlaşıldığını, amacının bu olmadığını söylese de o dönemde Hüseyin Cöntürk, Ülkü Tamer, Asım Bezirci ve Sezai Karakoç arasında uzunca bir polemik yaşanır. Polemik şöyle gelişir... Edip Cansever'in 1957'de yayımlanan 'Yerçekimli Karanfil' isimli bir kitabı Yeditepe Şiir Ödülü'ne layık görülmüştür. Ödülün açıklandığı günlerde Karakoç da Pazar Postası'ndaki köşesinde 'Bir Materyalist Şiir' başlıklı bir yazı yazar. Yazıda özetle Cansever'in maddecilikle ilgilendiğinden, Tanrı'dan inkâr için dahi olsa söz açmadığından bahseder. Yazı şu sözlerle biter:
"Cansever, Orhan Veli akımından farklılaşarak kopmuş ama yeni akımın güçlüğünden yaralanmıştır. Bu etki gittikçe artacak gibi geliyor bana. Böylece baştan sona Cansever'in şiiri, iki yenilik akımından bağımsız bir kişilik, değişkenlik göstermemiş olacak, hep öncekilerin ve sonrakilerin fonksiyonu olmaktan öteye geçemeyecek, tek şansı, bu fonksiyonu, pek başkalarının at oynatmadığı bir taşlık alanda çizmekten başka bir şey olmayacak." Bu yazı ile başlayan tartışma Karakoç'un girdiği ilk ve son polemiktir.
O dönemlerde Laleli Kahvesi, Marmara Kıraathanesi, Meserret Kıraathanesi sıkça gittiği, şiirlerini yazdığı mekânlardır. Meserret'te Necip Fazılla da sohbetleri olmuştur. Kahvehaneye gelen dilsizler grubu da vardır. Bir masaya oturup elleriyle, kollarıyla, işaretlerle anlaşıp sohbet eden bu grup, Necip Fazıl ile aralarında, "Onlar meserrettin dilsizleri, biz de hürriyetin" esprisine konu olur.
İstanbul'da çok zor günler geçirir Karakoç. Hatıralarında sık sık kiralık ev arayışlarından bahseder. Memuriyetten ayrıldığı dönemlerde tek geliri kitaplarının satışındandır. Yine hatıralarında, "Ciddi bir gelirim yoktu. Kitaplarımın satışından gelen para, tabii ki yetersizdi. Haziran ayında maddi yönden çok sıkışmıştım. Kimseden de borç isteyemiyordum. Bir hafta hemen hemen hiçbir şey yemedim. Evde ekmek, bulgur, bostane dedikleri acılı bir garnitür vardı. Birkaç gün bostane ile idare ettim. Sonra ekmek alacak para da kalmadı" diye anlatır o günleri.
Sıkıntılı günler peşini bırakmaz. Ancak gazetelerden gelen yazı yazma tekliflerine karşı da biraz müşkülpesent davranır. Hatta bir seferinde yazı teklifi geldiğinde altı aylık ücretinin peşin ödenmesini ister. Karakoç hatıralarında bunu, "Yazarın sadece bir işçi olmadığını anlatmak istiyordum bu şartlarımla. Ben düşüncelerimi yaymak için yazıyordum. Eğer bana babadan, dededen kalma bir gelirim olsaydı, yazacağım yazılar için para almazdım" diye açıklar.
Diriliş Partisi'ni yeniden kuruyor
1990'da kuracağı partiye de ismini vereceği 'Diriliş' ilk kez dergi olarak 1960'da çıkar ve iki sayı sonrasında kapanır. Babıâli'de Sabah gazetesinde 'Sütun' adını verdiği köşesinde yazmaya başlar. Gazete bir yıl sonra maddi kriz içine girince Mehmet Şevket Eygi'ye devredilir. Bu değişiklikten sonra Karakoç gazeteden ayrılır. Yine sıkıntılı günler başlar... 1974'te iki aylık bir Milli Gazete yazarlığı vardır Sezai Karakoç'un.
Pek çok dergide düşünce ve sanat yazıları yazan ve şiirleri yayınlanan Karakoç ekonomiden, politikaya kadar pek çok konuda da kitaplar yazar. İslamın Dirilişi kitabı "laikliğe aykırı olduğu" kanaatine varılarak toplatılır. Her ne kadar gönüllere şair olarak taht kursa da Karakoç için politika her zaman önemlidir. 1990'da gül amblemli Diriliş Partisi'ni kurar. Yedi yıl sonra partisini kapatan Karakoç yeniden münzevi hayatına döner.
Şimdilerde Karakoç, partisine yeniden hareket emri verdi. İki avukat Diriliş Partisi'nin tüzük hazırlığı içinde. Karakoç da değişen şartları göz önünde bulundurarak parti programını hazırlıyor. İşte bu günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Büyük Ödülü'ne layık görüldü.
Ziyaretlerim sırasında ilkelerinden asla vazgeçmeyen tavırlarıyla tanıdığım Karakoç, AKP'nin yanlış tutumlarının bütün camiaya mal edildiğinden yakınıyordu. Milli Görüş ve AKP'nin yanlış politikalarından serzenişte bulunan Karakoç bakalım bu ödülü kabul edecek mi?
Ödülü Erdoğan verecek
Sezai Karakoç'a verilecek Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür ve Sanat Büyük Ödülü için tören tarihi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın programına göre belirlenecek. İstanbul'da Atatürk Kültür Merke-zi'nde yapılması beklenen törende, Karakoç'a ödülünü Erdoğan'ın vermesi bekleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yılki Büyük Ödül'ün Karakoç'a verilmesinin gerekçesini şöyle açıklamıştı: "Sezai Karakoç, insanda insani duyguların canlı algılar halinde yaşayarak gittiği büyük şiir yatağında akması, insanlık macerasında, ruhun ve milletimiz özelinde yüksek bir ifadeye kavuşmuş olan tarihi yeniden yapılanma fırtınalarını şiirlerinde yansıtması sebebiyle ödüle layık görüldü. Şiirlerinde çarpıcı benzetme ve imgelerle, daha önce denenmemiş sentezlere ulaşan bir sanatçı olarak tanınan Sezai Karakoç, Türk edebiyat dünyasında mümtaz bir yere sahip bulunmaktadır."
Tempo
Tempo, Sezai Karakoç'un yaşam öyküsünü verdi
Bir yitik zaman dervişi
12 Ocak 2007, Cuma 10:05:55
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ödüllü şairi Sezai Karakoç
Bir yitik zaman dervişi
Sezai Karakoç'u herkes 'Mona Roza' şiiriyle tanıyor. Ve bu şiiri yazabilen adamın hayatı merak ediliyor. O da bu hayatı olabildiğince saklıyor.
Sezai Karakoç, bir yitik zaman dervişi... Tam 30 yıldır susuyor. 30 yıldır tek bir röportaj vermiyor, fotoğraf çektirmiyor. İşte bu yüzden Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün Sezai Karakoç'a verileceği açıklandığında, onu tanıyan herkesin aklına şu soru geliyor: "Acaba ödülü almaya gidecek mi?" Çünkü ödülü alması demek, otuz yıldır itinayla uzak durduğu kamuoyunun önüne çıkması demek, fotoğraflanması demek... Sezai Karakoç, 'Mona Roza (Gül Kadın)', şiirinin, yazarı; herkesi olduğu gibi beni de yüreğimden yakalayan şair... Onu Diriliş Yayınları'nın bulunduğu ofisinde defalarca kez ziyaret etme şansım oldu. Mülakat istediğimi her seferinde nazik bir şekilde ancak asla ikna olmayacağını belirten tavırlarıyla reddetti. "Dışarıda bulunan herkes sizi merak ediyor, oysa siz buradasınız ve yıllardır susuyorsunuz, bir kere olsun konuşun lütfen" diye ısrarlarım oldu. "Bu benim tercihim" diye cevapladı.
Suskun şair, bugüne kadar en ünlü şiiri 'Mona Roza' yani 'Gül Kadın' konusunda da konuşmamayı tercih etti. Gönlünü başka kadınlara kapatacak kadar sevdiği 'Gül Kadın'ın bu aşktan hiç haberi olmadı. Hakkında onlarca efsane dolaşan, yıllarca şairini susturan, "O bir Leyla Mecnun denemesiydi" diyerek inkâr ettiği 'Gül Kadın' kimdi? 'Gül Kadın'ın kimliğinden önce, şiirinin öyküsünü anlatmak lazım. Çünkü onun kimliği 'Mona Roza'nın kıta başlarında saklı. Hikâye şöyle:
Sezai Karakoç, 1952'de Mülkiye ikinci sınıf öğrencisidir. Nisan ayında ikinci sınıf öğrencileri, Söğütözü denilen mesire yerine bir gezi düzenler. Genç Sezai, arkadaşlarının ısrarı üzerine henüz birinci bölümü yazılmış olan Mona şiirini okur. Arkadaşlarından Cevat Giray ertesi gün şiirin metnini ister kendisinden. Karakoç'un haberi olmaksızın Hisar dergisinin Haziran 1952 tarihinde yayımlatır. Ve büyük bir ilgiyle karşılanır. Mona Roza'nın hayatımıza girmesi böyledir.
Hisar dergisini çıkartan Mehmet Çınarlı ise o günleri şöyle anlatır: "Mülkiyeli bir genç vardı. Bir gün bize bir şiiri geldi, beşer mısralı 14 kıta. Bazı kıtaları, mısraları zayıftı. Bunlar ayıklanırsa çok güzel olacaktı. Bir arkadaşımızı memur ettik. Kendisiyle görüşüp ikna etmesi için. Karakoç, Nuh demiş peygamber dememiş. 'İster yayımlayın ister yayımlamayın.' O haliyle basmaya karar verdik. Aradan yıllar geçti. Bir arkadaşıma bahsetmiştim bu durumu. Arkadaşım, 'Sen bilmiyorsun dedi; o şiirin kıta başındaki harflerle bir astokriş yapmıştı.' Açtım dergiyi baktım hakikaten bir hanımın adı ve soyadı çıkıyordu: Muazzez Akkayam." (Hisardan hatıralar, Türk Dili 5. Sayı. Mayıs 1987)
Mona Roza şiirinin diğer kısımlarını Hisar dergisine göndermez Sezai Karakoç. Ancak Mülkiyeli gençlerin her öğretim yılı sonunda çıkardıkları 'Kazgan' isimli bir dergide Mona Roza'ya ilişkin şu mısralar oldukça dikkat çekicidir.
Kurşunsuz silah olmaz
Sevdasız çile dolmaz
Roza ahım tutacak
Dünya sana da kalmaz
Fakülte son sınıftaki veda töreninde (öğrencilerin adlandırmasıyla inek festivali) Karakoç'a 'Monna Roza', 'Mürteci' diye bağıranlara karşı, şairin bir iç savunmasının dışa vurumudur sanki 'Şahdamar' şiirindeki şu dizeler:
Biz inkâr eder, inkârı severiz
Bayram hediyenizi iade ederiz
Biz mahcup ve onurlu çocuklarız
Başımızı kaldırıp bakmayız
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursuzunuz
Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz
Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz
Fakülte sonunda hiçbir mesleğin çekici gelmemesi neticesinde bir süre kararsızlık dönemi geçirir Karakoç. Maliye Bakanlığı'nda zorunlu olarak göreve başlar, zira fakülteyi burslu olarak bitirmiştir. 15 Aralık 1955'te Ankara'dan İstanbul'a gidip görevine başlar. 1956'nın ilk aylarında kendisinden dört ay önce mesleğe başlamış sınıf arkadaşı Cemal Süreya'nın icazetiyle müfettiş nezaretinde vergi dairelerinde teftiş yapar. Aynı günlerde, günlük olarak yayımlanan Büyük Doğu'da haftada bir sanat edebiyat sayfasını hazırlar.
Sezai Karakoç'un şiir hayatında kendisinden habersiz yayımlanmış iki şiiri vardır. Birincisi Cevat Giray tarafından Hisar'a gönderilen 'Mona Roza'dır. İkincisi ise Pazar Postası'na Cemal Süreya tarafından gönderilen 'Balkon' şiiridir. Karakoç, Cemal Süreya'ya çok kızar ve oldukça öfkeli bir mektup yazar. Mektubu postaya verdikten sonra yumuşar ancak mektup gitmiştir. Fakat o sinirle adresi eksik yazdığından, mektup geri gelir Karakoç'a. Ve kendisinden habersiz yayımlanan bu şiir sonrasında Pazar Postası'nda yazmaya başlar. Pazar Postası'nda istemeyerek dönemin yazarlarıyla Edip Cansever'in şiiriyle ilgili bir 'Materyalist Şiir' polemiğine girer.
Sezai Karakoç ve Muazzez Akkaya'nın yanyana görüldüğü 1954 tarihli bu fotoğraf Mülkiye'nin meşhur İnek Bayramı'nda çekilmiş.
Mona Roza'nın gizemi
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Sezai Karakoç'un bu dizelerinin gizli kahramanı Muazzez Akkaya için, "Mona Roza şiirini dinledikten sonra intihar etti" efsanesi dolaştı ortalıklarda. Ancak Ahmet Hakan köşesinde, intihar etmediğini hatta bir aşk evliliği yaptığını ve hâlâ yaşadığını duyurdu. Muazzez Akkaya hakkındaki en kesin bilgi ise 1970 tarihli bir Mülkiye yayını. Karakutu internet sitesinde yayımlanan Mülkiye'nin eski mezunları hakkındaki bu belgede Akkaya hakkında şu bilgiler veriliyor:
Hamid Akkaya ile Fitnat Hanım'ın kızıdır. 1930'da Geyve'de doğdu. 1949'da Kandilli Kız Lisesi'ni 'Pekiyi' derecede bitirdi. S.B.F.'den mezuniyetini müteakip, Maliye Bakanlığı stajyer memurluğuna tayin edilerek devlet hizmetine girdi. Nisan 1955'te Karayolları Genel Müdürlüğü, Ağustos 1955'te tekrar Maliye Bakanlığı, Mart 1957'de Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü teşkilatlarında çalıştı. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesi'nde fark sınavı verip sertifika aldığından, Ocak 1960'ta Maliye Bakanlığı Hazine Avukat stajyerliğine, sonra avukatlığına getirildi. Eylül 1964'te eşi Orhan Giray'ın Tel-Aviv Mali Müşavirliği'ne nakli üzerine memuriyetten ayrılıp Tei-Aviv'e gitti. 1967'de yine eşiyle birlikte yurda dönüp avukatlığa başladı. Halen (Mart 1970) Ankara Barosu'na kayıtlı avukatlık yapmaktadır. 7 Kasım 1958 Cuma günü S.B.0. 1944 yılı (2602 Sıra Numaralı) mezunlarından Orhan Giray ile evlendi; 9.6.1959 doğumlu Ayşegül Giray, 24.3.1961 doğumlu Ela Meral Giray adlarında 2 kızı ile 4.4.1967 doğumlu İhsan adında 1 oğlu vardır (1970). İngilizce bilmektedir."
Bir hafta yiyecek bulamadığı oldu
Sezai Karakoç yıllar sonra kendi çıkarttığı Diriliş dergisinde yazdığı hatıralarında, yazısının yanlış anlaşıldığını, amacının bu olmadığını söylese de o dönemde Hüseyin Cöntürk, Ülkü Tamer, Asım Bezirci ve Sezai Karakoç arasında uzunca bir polemik yaşanır. Polemik şöyle gelişir... Edip Cansever'in 1957'de yayımlanan 'Yerçekimli Karanfil' isimli bir kitabı Yeditepe Şiir Ödülü'ne layık görülmüştür. Ödülün açıklandığı günlerde Karakoç da Pazar Postası'ndaki köşesinde 'Bir Materyalist Şiir' başlıklı bir yazı yazar. Yazıda özetle Cansever'in maddecilikle ilgilendiğinden, Tanrı'dan inkâr için dahi olsa söz açmadığından bahseder. Yazı şu sözlerle biter:
"Cansever, Orhan Veli akımından farklılaşarak kopmuş ama yeni akımın güçlüğünden yaralanmıştır. Bu etki gittikçe artacak gibi geliyor bana. Böylece baştan sona Cansever'in şiiri, iki yenilik akımından bağımsız bir kişilik, değişkenlik göstermemiş olacak, hep öncekilerin ve sonrakilerin fonksiyonu olmaktan öteye geçemeyecek, tek şansı, bu fonksiyonu, pek başkalarının at oynatmadığı bir taşlık alanda çizmekten başka bir şey olmayacak." Bu yazı ile başlayan tartışma Karakoç'un girdiği ilk ve son polemiktir.
O dönemlerde Laleli Kahvesi, Marmara Kıraathanesi, Meserret Kıraathanesi sıkça gittiği, şiirlerini yazdığı mekânlardır. Meserret'te Necip Fazılla da sohbetleri olmuştur. Kahvehaneye gelen dilsizler grubu da vardır. Bir masaya oturup elleriyle, kollarıyla, işaretlerle anlaşıp sohbet eden bu grup, Necip Fazıl ile aralarında, "Onlar meserrettin dilsizleri, biz de hürriyetin" esprisine konu olur.
İstanbul'da çok zor günler geçirir Karakoç. Hatıralarında sık sık kiralık ev arayışlarından bahseder. Memuriyetten ayrıldığı dönemlerde tek geliri kitaplarının satışındandır. Yine hatıralarında, "Ciddi bir gelirim yoktu. Kitaplarımın satışından gelen para, tabii ki yetersizdi. Haziran ayında maddi yönden çok sıkışmıştım. Kimseden de borç isteyemiyordum. Bir hafta hemen hemen hiçbir şey yemedim. Evde ekmek, bulgur, bostane dedikleri acılı bir garnitür vardı. Birkaç gün bostane ile idare ettim. Sonra ekmek alacak para da kalmadı" diye anlatır o günleri.
Sıkıntılı günler peşini bırakmaz. Ancak gazetelerden gelen yazı yazma tekliflerine karşı da biraz müşkülpesent davranır. Hatta bir seferinde yazı teklifi geldiğinde altı aylık ücretinin peşin ödenmesini ister. Karakoç hatıralarında bunu, "Yazarın sadece bir işçi olmadığını anlatmak istiyordum bu şartlarımla. Ben düşüncelerimi yaymak için yazıyordum. Eğer bana babadan, dededen kalma bir gelirim olsaydı, yazacağım yazılar için para almazdım" diye açıklar.
Diriliş Partisi'ni yeniden kuruyor
1990'da kuracağı partiye de ismini vereceği 'Diriliş' ilk kez dergi olarak 1960'da çıkar ve iki sayı sonrasında kapanır. Babıâli'de Sabah gazetesinde 'Sütun' adını verdiği köşesinde yazmaya başlar. Gazete bir yıl sonra maddi kriz içine girince Mehmet Şevket Eygi'ye devredilir. Bu değişiklikten sonra Karakoç gazeteden ayrılır. Yine sıkıntılı günler başlar... 1974'te iki aylık bir Milli Gazete yazarlığı vardır Sezai Karakoç'un.
Pek çok dergide düşünce ve sanat yazıları yazan ve şiirleri yayınlanan Karakoç ekonomiden, politikaya kadar pek çok konuda da kitaplar yazar. İslamın Dirilişi kitabı "laikliğe aykırı olduğu" kanaatine varılarak toplatılır. Her ne kadar gönüllere şair olarak taht kursa da Karakoç için politika her zaman önemlidir. 1990'da gül amblemli Diriliş Partisi'ni kurar. Yedi yıl sonra partisini kapatan Karakoç yeniden münzevi hayatına döner.
Şimdilerde Karakoç, partisine yeniden hareket emri verdi. İki avukat Diriliş Partisi'nin tüzük hazırlığı içinde. Karakoç da değişen şartları göz önünde bulundurarak parti programını hazırlıyor. İşte bu günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Büyük Ödülü'ne layık görüldü.
Ziyaretlerim sırasında ilkelerinden asla vazgeçmeyen tavırlarıyla tanıdığım Karakoç, AKP'nin yanlış tutumlarının bütün camiaya mal edildiğinden yakınıyordu. Milli Görüş ve AKP'nin yanlış politikalarından serzenişte bulunan Karakoç bakalım bu ödülü kabul edecek mi?
Ödülü Erdoğan verecek
Sezai Karakoç'a verilecek Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür ve Sanat Büyük Ödülü için tören tarihi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın programına göre belirlenecek. İstanbul'da Atatürk Kültür Merke-zi'nde yapılması beklenen törende, Karakoç'a ödülünü Erdoğan'ın vermesi bekleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yılki Büyük Ödül'ün Karakoç'a verilmesinin gerekçesini şöyle açıklamıştı: "Sezai Karakoç, insanda insani duyguların canlı algılar halinde yaşayarak gittiği büyük şiir yatağında akması, insanlık macerasında, ruhun ve milletimiz özelinde yüksek bir ifadeye kavuşmuş olan tarihi yeniden yapılanma fırtınalarını şiirlerinde yansıtması sebebiyle ödüle layık görüldü. Şiirlerinde çarpıcı benzetme ve imgelerle, daha önce denenmemiş sentezlere ulaşan bir sanatçı olarak tanınan Sezai Karakoç, Türk edebiyat dünyasında mümtaz bir yere sahip bulunmaktadır."
Tempo