İnsanları ketegorize ederken kendi kalıplarımızdan yani kendi dünya görüşümüzden hareket ediyoruz. Oysa herkesin dünya görüşü farklıdır. Kalıtım ve çevre yoluyla şekillenen hayatlarda kavramlara, olaylara, olgulara yüklenilen anlamlar da farklılaşmaktadır. Kendimizi , bu gerçekten , çoğunlukla bilinçli olarak uzaklaştırıyoruz.
''Kategorizelik'', insanlararası ilişkilerde sosyolojik bir boyut içerdiği gibi, devlet-birey ilişkisinde de çok önemli bir etki gücüne sahiptir.
Devlet: Ey insan, sana bir şey (anayasa) yazdım. Buna uyacaksın!
Birey: (İç çekerek) Ama ben özgürlük, özgür...
Devlet: Özgürlüğünün sınırlarını ben çizdim.
Birey :(Kaderine razı olmuş bir şekilde) Peki devlet baba.
Devlet: He he he.
Zavallı birey, kalıplaştırılmak istenildiğinin farkındadır ve bu süreçte yaşayacağı sıkıntıları en aza indirgemek için -devleti alt edemeyeceğinden- yakın çevresinden başlamak üzere türdeşlerini kalıplaştırmaktadır.
Devlet, zorunlu kalıplaştırma sürecinde aşırıya kaçtığında, ortaya son derece vahim sonuçlar çıkmakta. Örneğin totaliter rejimle yönetilen devletlerde, bireyler devlet babanın sözünden çıktıklarında kendilerini en acımasız bir kalıbın içinde, bir idam sehbasında, buluverirler.
Kategorizelik, insanın ve devletin olduğu her yerde mevcuttur. İdeal demokrasinin ortaya konulmaya çalıştığı devletlerde bile kategorizeliğin bireyler üzerindeki etkisi azımsanmayacak ölçüdedir.
Devletin koyduğu kurallar (anaysasa), yazısız hukuk kuralları (gelenek ve görenekler) ile birleştiğinde birey ister istemez kendini kategorik bir ortama alıştırmak zorundadır. Bu kategorik ortamdan çıkmaya çalışmak istemesi, bir kalıptan başka bir kalıba girmek istemesidir.
Taş duvarlarını yıkmak istediğinde, taş duvarın altında ezilme olasılığın çok yüksektir. Sanırım Japonlar buna ''kamikaze'' diyor. :)
İnsanları ketegorize ederken kendi kalıplarımızdan yani kendi dünya görüşümüzden hareket ediyoruz. Oysa herkesin dünya görüşü farklıdır. Kalıtım ve çevre yoluyla şekillenen hayatlarda kavramlara, olaylara, olgulara yüklenilen anlamlar da farklılaşmaktadır. Kendimizi , bu gerçekten , çoğunlukla bilinçli olarak uzaklaştırıyoruz.
''Kategorizelik'', insanlararası ilişkilerde sosyolojik bir boyut içerdiği gibi, devlet-birey ilişkisinde de çok önemli bir etki gücüne sahiptir.
Devlet: Ey insan, sana bir şey (anayasa) yazdım. Buna uyacaksın!
Birey: (İç çekerek) Ama ben özgürlük, özgür...
Devlet: Özgürlüğünün sınırlarını ben çizdim.
Birey :(Kaderine razı olmuş bir şekilde) Peki devlet baba.
Devlet: He he he.
Zavallı birey, kalıplaştırılmak istenildiğinin farkındadır ve bu süreçte yaşayacağı sıkıntıları en aza indirgemek için -devleti alt edemeyeceğinden- yakın çevresinden başlamak üzere türdeşlerini kalıplaştırmaktadır.
Devlet, zorunlu kalıplaştırma sürecinde aşırıya kaçtığında, ortaya son derece vahim sonuçlar çıkmakta. Örneğin totaliter rejimle yönetilen devletlerde, bireyler devlet babanın sözünden çıktıklarında kendilerini en acımasız bir kalıbın içinde, bir idam sehbasında, buluverirler.
Kategorizelik, insanın ve devletin olduğu her yerde mevcuttur. İdeal demokrasinin ortaya konulmaya çalıştığı devletlerde bile kategorizeliğin bireyler üzerindeki etkisi azımsanmayacak ölçüdedir.
Devletin koyduğu kurallar (anaysasa), yazısız hukuk kuralları (gelenek ve görenekler) ile birleştiğinde birey ister istemez kendini kategorik bir ortama alıştırmak zorundadır. Bu kategorik ortamdan çıkmaya çalışmak istemesi, bir kalıptan başka bir kalıba girmek istemesidir.
Taş duvarlarını yıkmak istediğinde, taş duvarın altında ezilme olasılığın çok yüksektir. Sanırım Japonlar buna ''kamikaze'' diyor. :)