Arif Nihat ASYA
Bugün 5 Ocak... Arif Nihat Asya'nın ölüm yıldönümü..İlk iki sayfada onunla ilgili bir başlık aradım, yok.. Ben de ölüm yıldönümlerinde hatırladıklarımı yazabileceğim/iz bir başlık olsun istedim...
O olmasaydı bayrak şiirimiz olmayacaktı.. Fetih Marşımız olmayacaktı.. Naat olmayacaktı...
Büyük şairimizden Allah razı olsun ve ruhu şâd olsun..Hizmetlerini açıklamaya kelimeler kâfi gelmez..Google vasıtasıyla hayatı hakkında belki yüzlerce sayfa bilgi bulabilirsiniz..Aşağıda "ARİF NİHAT ASYA?NIN KASTAMONU SULTANİSİ?NDEKİ ÖĞRENCİLİK YILLARI VE BU DÖNEMDE YAYINLANMIŞ ŞİİRLERİ" başlıklı bir e-makale linki paylaşıyorum..İlgi duyanların okuması ümidiyle..
http://www.ksef.gazi.edu.tr/dergi/pdf/cilt-16-no1-2008Mart/237.pdf
Yazıyı okudum. Okulun kadrosu çok güçlü.. Akranları içinde Orhan Şaik var. Kastamonu işgale uğramamış. Haftanın 5 günü çıkan Açıksöz Milli Mücadele'nin bayrak gazetelerinden.. Ankara yolu üzerinde bulunuyor. KAstamonu savaşlarda pek çok şehit vermiş. Çanakkale Türküsü o yıllarda henüz yeni söyleniyor olmalı. Hal böyle olunca Arif Nihat olunuyor, Orhan Şaik olunuyor.
Etkileşimden midir bilinmez ama gıpta ettiğimiz büyüp edipler milli mücadele döneminde omuz omuza okumuş,savaşmış ve yaşamışlardır..
İlginiz için müteşekkirim :)
Bugün, dersin bitmesine on dakika kala tahtanın hemen yanındaki takvimden koparılan ''5 Ocak'' yaprağının arkasındaki yazıyı - Arif Nihat Asya'yı- okuduk. Ardından ''Bayrak'' şiiri. Sonra ''Bayrak'' şiirini okumak için peşi peşine kaldırılan parmaklar.
Büyük şair ne demişti:
Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın
Fatih'in İstanbulu fethettiği yaştasın
Türk'e Türklüğünü anlatan Anadolunun büyük şairine selam olsun.
Ortaokul yıllarımda, hatta 1.sınıfta bir gecede ezberlediğim Bayrak şiirinin şairi; ruhun şad olsun.
Bayrağımızın gölgesindeki en güzel yere lâyık olan şâirimiz, ruhun şâd olsun!
Bende 23 Nisan töreninde okumuştum Bayrak şiirini çok beğenilmiş ve ikinci kez okumuştum..
Allah rahmet eylesin..
İz bırakanlar hatrlanmayı hak ediyorlar,Lisedeyken okulumuzda yapılan şiir dinletisinde bayrak şiirini okumuş ve ayakta alkışlanmıştım aslında ayakta alkışlanan Üstad idi...
Bayrak şiirinde bir mısra vardır ya hani...
"Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım"
Hatırlamıyorum ama bir dönem sırf bu mısradan dolayı okul kitaplarından Bayrak şiirinin çıkarılması talep edilmişti...
Gerekçe ise çocuklarda oluşması istenilen hayvan sevgisine engel oluyormuş...:)
2010 Türkiyesini düşününce "ah benim güzel yurdum" diye ahlayıp vahlayasım geliyor...
17 Ocak 1954'te öldü. Böyle bir pazar günüydü. 1914'den 54'e kadar öğretmen olarak, yazar olarak, yönetici olarak edebiyata çok hizmetleri oldu. Farkında olmasak da onun bilgilerini kullanıyoruz.
Reha Oğuz Türkkan'ı kaybetmişiz. Kendisi 1940'lardan itibaren milliyetçi camianın önde gelen isimlerindendi. 44 olaylarında tabutlukta işkence görenlerdendi. Uzun yıllar yurtdışında kaldıktan sonra en son Türk 2000 Vakfı'nın yöneticiliğini yapıyordu.
"WhoisWho" ansiklopedisinde adına madde yazılan ender Türk ilim adamlarındandı..
Ahmet KABAKLI
1924 yılı mayıs ayında Elazığ Harput?un Göllübağ?ında doğdu.Harput Sarayhatun Camii imamlığı yapan Ömer Efendi ile Münire Hanım?ın oğludur.Çocukluğu Harput yakınlarında Göllübağ denilen bölgede geçti.Elazığ Numune Mektebi?nde ilk tahsiline başlayan (1931) Kabaklı, orta ve lise tahsilini Elazığ?da yaptı.1944 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu parasız yatılı imtihanını kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü?nde yüksek tahsilini tamamladı.
Diyarbakır ve Manisa Lisesi?nde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı.1956 sonbaharında bir yıllık eğitim stajı için MEB tarafından Paris?e gönderildi.Dönüşünde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü edebiyat öğretmenliğine tayin edildi (1958-1969). Bu arada Aydın?da iken başladığı Ankara Hukuk Fakültesi?ni bitirdi (1955-1960). 1969?dan itibaren İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu?nda öğretim üyesi olarak çalıştı.1974?de emekliye ayrıldı.Daha sonra Türk Musikisi Devlet Konservatuarı?nda edebiyat dersleri verdi (1975).Türk Edebiyatı Cemiyeti Başkanı ve Türk Edebiyatı Dergisi?nin yönetmenliğini yaptı.MEB ve sivil toplum kuruluşları tarafından Ahmet Kabaklı?ya 1997 yılında Şeyhül Muharririn payesi verildi.
1956 yılında Tercüman gazetesinin fıkra yarışmasını iki kişiyle birlikte kazandı ve aynı gazetede yazı hayatına başladı.1957?den 1990 yılına kadar Tercüman gazetesinde, 1990?dan bu yana da Türkiye gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.8 Şubat 2001 tarihinde İstanbul?da öldü.
ESERLERİ
Kültür Emperyalizmi, Müslüman Türkiye, Mabet ve Millet, Mehmet Akif, Yunus Emre,Mevlana, Bizim Alkibiaadis,Ecurufya,Sohbetler 1-2, Temellerin Duruşması,Güneydoğu Yakından,Şiir İncelemeleri, Doğudan Doğuş,Türk Edebiyatı 1-3
HAKKINDA YAZILANLAR
Şeyhü?l Muharririn Ahmet Kabaklı
Mahmut Çetin
1924 yılı Mayıs ayında Elazığ Harput?da doğdu.Harput Sarayhatun Camii imamlığı yapan Ömer Efendi ile Münire Hanım?ın oğludur.Çocukluğu Harput yakınlarında Göllübağ denilen bölgede geçti. Hep bir Harput hasretlisi olarak yaşadı.Elazığ Numune Mektebi?nde ilk tahsiline başlayan (1931) Kabaklı, orta ve lise tahsilini Elazığ?da yaptı.1944 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu parasız yatılı imtihanını kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü?nde yüksek tahsilini tamamladı.
Öğretmenlik Yılları
Diyarbakır ve Manisa Lisesi?nde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı.1956 sonbaharında bir yıllık eğitim stajı için MEB tarafından Paris?e gönderildi.Dönüşünde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü edebiyat öğretmenliğine tayin edildi (1958-1969). Bu arada Aydın?da iken başladığı Ankara Hukuk Fakültesi?ni bitirdi (1955-1960). 1969?dan itibaren İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu?nda öğretim üyesi olarak çalıştı.1974?de emekliye ayrıldı.Daha sonra Türk Musikisi Devlet Konservatuarı?nda edebiyat dersleri verdi (1975).
Yazı Hayatı
1956 yılında Tercüman gazetesinin fıkra yarışmasını iki kişiyle birlikte kazandı ve aynı gazetede yazı hayatına başladı.1957?den 1990 yılına kadar Tercüman gazetesinde, 1990?dan 2000 yılı sonuna kadar da Türkiye gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. ?Gün Işığında? köşesinde değerli makaleleri ile ışık saçtı. Türkiye?ye Türk Milletine ve Türkçeye aşık olup, çok seviyordu. Ve ömrünü bu değerlere hizmet için harcadı. Kalemiyle 54 yıl hizmet etti. arkasında ciltler dolusu eser, makale, şiir ve sohbet ile derin izler bıraktı. Bir ömür emek vererek ülkesine hizmet etti.
12 Eylül 1980 öncesinde terörün Türkiye'yi teslim almak için dört koldan saldırdığı bir hengamede, bazı zenginler memleketi terk ederken Kabaklı Hoca, toplumumuzun değer yargıları için mücadele veren bir insandı.
Şeyhül Muharririn
MEB ve sivil toplum kuruluşları tarafından Ahmet Kabaklı?ya 1997 yılında Şeyhül Muharririn payesi verildi.
Ahmet Kabaklı Çapa Yüksek Öğretmen Okulu
Hocalık yaptığı Çapa Yüksek Öğretmen Okulu?na Mehmet Sağlam'ın Milli Eğitim Bakanlığı'nda ismi verilmişti. Ne yazık ki bir sonraki yönetim, "Ahmet Kabaklı" adını oradan kaldırdı.Ama cenazesindeki kalabalık, bu asil milletin O?nu sevdiğinin ve minnet duygusunun tezahürüdür.
Türk Edebiyatı Vakfı
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı ve Türk Edebiyatı Dergisi?nin genel yönetmenliğini yaptı. Sohbetten aldığı hazzı belki hiçbir şeyde duymazdı.
Sohbet düşkünlüğünden dolayı Türk Edebiyatı Vakfı'nda sohbet toplantıları tertiplerdi. Bu güzellik 30 yıl sürdü. Türk Edebiyat Vakfı?da 30 yıl her hafta Çarşamba günü açık oturum ve konferanslarla Türk ve İslâm Dünyasının meselelerini gündeme getirdi.Türk Edebiyatı Vakfındaki Çarşamba sohbetleri tatlı bir hatıra olarak kaldı.
Rahmetli Ahmet Kabaklı çok sevdiği eşini Kadir Gecesi?nde kaybetmişti. Önce eşi Meşkure Hanım girdi ahiret kapısından. Ondan hemen sonra da Kabaklı Hoca. 8 Şubat 2001 ... Ahmet Kabaklı?nın ameliyatla bir kat daha saflaşan kalbi, dakik bir saat gibi 14.00'te durdu. Türkçe'ye, Türkiye'ye ve Türk insanına aşkla bağlıydı, hiçbir olumsuzluk onu Büyük Türkiye idealinden döndüremedi.
Eserleri
Türk Edebiyatı (5 cilt), Müslüman Türkiye, Mabet ve Millet, Kültür Emperyalizmi, Bürokrasi ve Biz, Mehmed Akif, Yunus Emre, Mevlâna, Mubayyelat-ı Aziz Efendi, Bizim Alkibiyades, Ecurufya, Ejderha Taşı, Nedim, Temellerin Duruşması, Sohbetler, Sultanü?ş Şuarâ ve Şiir İncelemeleri...
Evet yarın Ahmet Kabaklı'nın ölüm yıldönümü.. Dilşad benden önce davranmış. 9 yıl çabuk geçmiş. Daha dün gibi.. Orada son yazımı onun hatırası için hazırlanmış özel sayıda yazmıştım. Onun ölümünden sonra dergi nerdeyse sınıf atladı ama hoca zamanındaki çizgisinden uzaklaştı.
Yarın kabri başında anma töreni varmış Ali Hocam...
Büyük mütefekkirimiz Ahmet Kabaklı'nın ruhu şâd olsun..
Özellikle "Kültür Emperyalizmi" adlı yapıtı,Erol Güngör,Niyazi Berkes,Mümtaz Turhan ve Cemil Meriç'in eserlerine ağabeylik ediyor..
Aşık VEYSEL (25 Ekim 1894/21 Mart 1973)
Aşık Veysel, hayatini anlattığı bir şiirinde "Ücyüz-onda gelmiş idim cihana" diyor. Yıl 1894 oluyor hesapça. Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyünde dünyaya gelmiş. Anasi Gulizar, bir yaz günü koy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuş Veysel'i. Göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadınmış Gülizar ana. Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Babası Ahmet; bebenin adini Veysel koymuş. Yıllar geçmiş aradan büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel çocuk. Böylece yedi yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas'ta. Küçük Veysel de yakalanmış. Sol gözünde, cicegin beyi çıkmış kendi deyimiyle... Göz akıp gitmiş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş, bu gözüyle. Babasına "Çocuğu Akdağmadeni'ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var." demişler. Sevinmiş Ahmet emmi. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış Veysel'in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın donuverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece. Veysel'in Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış. Hepsi çok üzülmüşler Veysel'in kotu kaderine.
Babası meraklı adammış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. Sivas'ın köyleri saz sairleriyle dolu. Onlar da ara sıra gelip Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş calip söylediklerini. Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıh'lı Ali Ağa'dan almış. Ve gitgide, kendini iyice saza vermiş Veysel. Unlu Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş bir zaman. Yirmibes yasındayken (1919) anası, babası Veysel'i Esma adında bir kızla evermişler ve kısa sure sonra ikisi de göçüp gitmiş bu dünyadan (1921). Acı üstüne acı gelmiş, ama bitmemiş talihin kotu oyunu. İkinci çocuğu on günlükken, anasının memesi ağzına tıkanarak ölmüş, ardından da karisi yanaşmalarıyla evden kaçmış. Bu olay çok koymuş Veysel'e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Karisi koyup gittiğinde bir kızı varmış Veysel'in. Daha bir yasini bile bitirmemiş. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel, ne çare o da yaşamamış. Bu sıralar Veysel'i yeniden evermişler. Bu karisi çocuk vermiş Aşığa. Biri olmuş, iki oğlan, dört kız, altısı sağ. Onlar da 18 torun vermiş Veysel'e.
Aşık Veysel, Cumhuriyetin Onuncu yıl dönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. O yıllarda sairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanımış Veysel'i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel'in şiirleri aydınlığa kavuşmuş. Veysel; şairliğinin gelişmesinde Tecer'in büyük yardımlarını gördüğünü söylerdi her zaman. Veysel'in gün ışığına çıkan ilk şiiri Gazi Mustafa Kemal Pasa için söylediği: "Türkiye'nin ihyası Hazreti Gazi" mısrasıyla başlayan şiirdir. Bundan sonra bütün yazdıklarını calip söyler olmuştu. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımıştır. Halk ozanlarından en çok Karacaoglan'i, Yunus'u, Emrah'i, Dertli'yi severdi. Çağımızın ozanlarından Ahmet Kutsi Tecer'in ayrı bir yeri vardı Veysel'de. Onun aracılığıyla Koy Enstitülerinde bir sure saz öğretmenliği de yapmıştı Veysel. Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Cifteler, Kastamonu, Yildizeli, Akpınar Koy Enstitülerinde bulunmuştu. 1952 yılında İstanbul'da büyük bir jübilesi yapılan Aşık Veysel'e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, "Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı" özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştı.
Veysel'in bir başka özelliği daha vardı; köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı olmadığı halde, Sivrialan'da ilk meyve bahçesini o yetiştirmişti. Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar turlu turlu meyve ve çiçek vardı. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüleri "Atalarımız bunca yıl böyle bir is yapmamışlar, su kor adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?" demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa "O kor değilmiş, meğer kor olan bizmişiz diyerek Aşık Veysel'i kutlamışlar. iste böylesine uzağı gören bir insandı o... Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı (ölümü 21 Mart 1973). Fakat karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle... Halk şiirimizin bu güçlü ozanı yarim yüzyılı aşkın bir sure yazdıklarıyla, calip söyledikleriyle çevresine ışıklar saçtı. Sanırım simdi de mezarında son uykusunu ışıklar içinde uyuyordur. Yalnız çağımızda yasayanlar değil, bizden çok sonra yasayacaklar da "Dostlar Beni Hatırlasın" şiirini unutmayacaklar ve her zaman rahmetle anacaklardır.
Dostlar beni hatırlasın
Ben giderim adım kalır
Düğün olur bayram gelir
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han, konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın...
Kara Toprak
Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır
Beyhude Dolandım Boşa Yoruldum
Nice Güzellere Bağlandım Kaldım
Ne Bir Vefa Gördüm Ne Faydalandım
Her Turlu İsteğim Topraktan Aldım
Koyun Verdi Kuzu Verdi Sut Verdi
Yemek Verdi Ekmek Verdi Et Verdi
Kazma İle Dövmeyince Kıt Verdi
Ademden Bu Deme Neslim Getirdi
Bana Turlu Turlu Meyva Yetirdi
Her gün Beni Tepesinde Götürdü
Karnin Yardim Kazma İle Bel İle
Yüzün Yırttım Tırnak İle El İle
Yine Beni Karşıladı Gül İle
İşkence Yaptıkça Bana Gülerdi
Bunda Yalan Yoktur Herkesler Gördü
Bir Çekirdek Verdim Dört Bostan Verdi
Havaya Bakarsam Hava Alırım
Toprağa Bakarsam Dua Alırım
Topraktan Ayrılsam Nerde Kalırım
Dileğin Varsa İste Allah'tan
Almak İçin Uzak Gitme Topraktan
Cömertlik Toprağa Verilmiş Haktan
Hakikat Ararsan Açık Bir Nokta
Allah Kula Yakın Kul Da Allah'a
Hakkin Gizli Hazinesi Kara Toprakta
Bütün Kusurlarımı Toprak Gizliyor
Merhem Calip Yaralarımı Tuzluyor
Kolun Açmış Yollarımı Gözlüyor
Her Kim Ki Olursa Bu Sırr-ı Mazhar
Dünyaya Bırakır Ölmez Bir Eser
Gün Gelir Veysel'in Bağrına Basar
Senlik Benlik Nedir Bırak
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürtü Türkü ne Çerkezi
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kurana bak İncile bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye Kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir var varası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası?